Pazar, Kasım 26, 2017

Foucault ve Parrhesia

Önbölüm:
‘Parrhesia’, Antik Yunanca’da ‘doğruyu söylemek’ demek. ‘Aporia / bilinçli seçilen güçlük’ ile birlikte, öznel felsefemin temel iki kavramıdır diyebilirim onlara. AFL-74’ten beridir de, tüm yaşamım öyle geçti, doğruyu söyleyerek ve güç olanı seçerek veya Kafka’sal seçimsizce. Bir 4. Dünya ülkesinde doğruyu söylemenin güçlüğü, ölümcül olabildi çoğunluk.
Foucault, bu açıdan doğruyu söyleyen biri değildir benim için (hapishane ve tımarhane konularında bana göre feci zırvalar)  ama ‘Söylemin Düzlemi’ kitabı ile doğruyu söyleyebilmenin veri tabanını doğru kurar ki bu da, doğruyu söylemeyi bilenlerin bile her zaman doğruyu söylemeyeceği veya (ahlaki ve/ya mantıksal hatalar nedeniyle) söyleyemeyeceği anlamı da taşır. Tüm Fransız yazarlar gibi o da, süslü sözü sever ve kullanır ama doğru, tamama yakın süslü değildir.
‘Doğruyu Söylemek’ kitabında da, konuya girmesi 100 sayfayı geçmiş. Konu hakkında temel soruları var ama öncelikle, onlardan önce gelen sorular var:
Sıfır Bir:
Hakikat, doğru, gerçek nedir?
Sıfır İki:
Kim doğruyu söylemek ister?
Geçelim Foucault’nun sorularına (onları özetleyerek ve sadeleştirerek aldım):
Bir:
Kim, doğruyu söyleyebilecek durumdadır?
İki:
Bir kişinin kendini doğruyu söyleyen saymasının etik ve duygusal koşulları nelerdir?
Üç:
Hangi koşullarda doğruyu söylemek önemlidir?
Dört:
Doğruyu söylemenin sonuçları nelerdir?
Beş:
Doğruyu söylemekle iktidarın uygulanması arasındaki ilişki nedir?
+
Yanıtlar:
Bir:
Kim, doğruyu söyleyebilecek durumdadır?
Yanıt:
Doğruyu düşünebilecek ve doğruyu doğru ifade edebilecek biri. Yani, zihin ve dil 2 farklı önkoşul oluyor.
Doğru, genelde ölçülebilir bir şeydir. Ortaya konduğunda da doğrulanabilir veya yanlışlanabilir. Bir de, belli bir süreliğine kesinliği belirsiz kalabilen doğrular vardır. Einstein’ın kuramının bir bölümünün doğrulanması yıllar aldı.
Doğruyu yanlış düşünebilmek ve/ya doğruyu yanlış / eksik / fazla / yamuk ifade / dilegetirim de mümkündür. Einstein’ın, hem özel, hem genel görelik kuramlarında bu vardır. Kendi kuramlarının açıklarını kendi görememiş ama Kaluza görmüştür. Yani, bir doğrucu, kendi doğrularının tüm çıkarımlarının doğruluğuna kabul edemeyebilir.
Ki böylelikle, doğrunun tümel olması gerekirken, doğrucuların öznelliği nedeniyle, bunun mümkün olmayabildiğini imlemiş oluyoruz.
+
İki:
Bir kişinin kendini doğruyu söyleyen saymasının etik ve duygusal koşulları nelerdir?
Yanıt:
Etik koşulu belli:
Maçasının sıkı olması gerekir. Başına gelebilecekleri bilmiyorsa, epeyi aptal ve epey cahil demektir. Enazından, bu konudaki doğruyu ve geçmiş örnekleri bilmiyor demektir.
Duygusal koşulu ise sonsuz çeşitlilikte olabilir:
Söz vermiş olabilir.
Doğruyu bir tek o söyleyebilecek olabilir.
Doğruyu söyleyebilecek kişi, doğruyu söylemezse, kendini kötü hissedecek olabilir.
Cesur veya gözükara olabilir.
İntihar etmeye karar vermiş bile olabilir.
+
Üç:
Hangi koşullarda doğruyu söylemek önemlidir?
Yanıt:
Her zaman önemlidir, çünkü kitle öncelikle yalanı, yanlışı, dezenformasyonu seçer. Çünkü onlar güzeldir, doğru ise çirkin.
Doğru geldiğinde, kendi alanıyla birlikte epeyi şeyi sallar.
Tersine bakalım:
Doğrunun söylenmesinin önemsiz olduğu koşullar neler olabilir?
Eratosthenes doğruyu söylediğinde, 1.800 yıl hiçbirşey değişmedi. Kimi zaman adı bile unutuldu. Sonunda doğru ortaya çıktı ve doğrulandı ama pekala öyle olmayabilirdi.
Elimize ulaşmayan özellikle sanatçı eserlerinde epeyi doğrunun güme gittiği, eleştirmenlerin ortak kanısıdır. Yani tüm doğrular, günışığı göremeyebiliyor.
+
Dört:
Doğruyu söylemenin sonuçları nelerdir?
Yanıt:
Bir veya birkaç kişinin yaşamı değişir, çoğunluk da olumsuz olarak. Kitle için ise, pek bir şey farketmez, hala yalanın dolanın peşinde koşar.
+
Beş:
Doğruyu söylemekle iktidarın uygulanması arasındaki ilişki nedir?
Yanıt:
Aslında böyle bir ilişki veya ilinti yoktur. Doğru iktidardan bağımsızdır, çünkü bilgi iktidardan bağımsızdır, eğer öyle kılabilmişsen, zihninde ve kültüründe yani. (Yani diğer bir deyişle, doğruyu söylerken iktidarın açığından dolanmanın ahlaki bir yanlışı yoktur.)
Ancak, ilintinin var olduğunu kabul edelim:
İktidar doğruyu söyleyeni cezalandırıyorsa, % 99 doğruyu söyleyen haklıdır.
İktidar doğruyu söyleyeni ödüllendiriyorsa, iktidarın o yerzamanda bundan doğrudan çıkarı var demektir. Bu durumda, doğruyu söyleyenin susmayı seçip seçmemesi ona kalmıştır. Yani, doğru her anda ve her yerde söylenmeyebilir bir şeydir. Ya da doğru söylendiğinde, o doğruyu isteyenlere de zarar verebilir, politik doğrular genelde böyledir.
Ancak, Stirner’in 1844 eseri gibi, doğrunun gözden kaçırılması veya gözardı edilmesi pekala mümkündür.
+
Genel:
Foucault, konuyla ilgili soruları eksik sormuş.
Bir de biz, en başa koyduklarımız da dahil, bazı sorular daha soralım:
Doğru, kimin işine yarar?
Doğruyu söyleyen olunca veya olmayınca ne değişir veya ne değişmez?
Doğrunun işlevi nedir?
Yani, toplamdaki 5 soruya, biz de 5 soru eklemiş oluyoruz.
Bir de onların yanıtlarına bakalım:
+
Ülkü Bir:
Hakikat, doğru, gerçek nedir?
Yanıt:
Doğrucusuna göre değişir. Ölçeğine ve ölçütüne göre değişir. Yani, mutlak doğru, pek yoktur. Çünkü, sonsuz bile görelidir.
Doğru, daha çok bilimsel olandır, sanatsal veya felsefi olan değil.
Ancak bilimkurguyla sanat, gelecekbilimin bilimsel doğrularını en az 100 yıl boyunca geçmiştir, yani daha doğruyu ve daha önceden söylemiştir.
Felsefi metafizik de bir bilim olarak, varlığın bir bilimi olarak, enaz fizik denli, bilimdir.
+
Ülkü İki:
Kim doğruyu söylemek ister?
Yanıt:
Kim doğruyu söylemiştir, diye bakalım:
Sokrat, doğruyu söylemiş ve ölüme mahkum edilmiş. O da kaçmamış ve ölmüş.
Biz, hikayenin böyle olduğuna hiç ikna olmadık. Bildiğimiz, ‘felsefecilerin şehir efsanesi’ bu.
Rohmer, ışık hızı sabittir ve hesapladım, demiş. Aşağılamışlar.
Verhulst, Malthus hatalıydı, demiş. Aşağılamışlar.
Kaluza, x, y, z, t dışında da boyutlar vardır, demiş. Gözardı edilmiş.
Bunları bilen biri, doğruyu söylerken tereddüt eder ve söylemek istemeyebilir.
Bilgisiz gözükaralığı vardır belki, o da olabilir. Yani, gözükaralar doğruyu söyler ve sonunu hesaplayamaz, diyebiliriz.
+
Ülkü Üç:
Doğru, kimin işine yarar?
Yanıt:
Aslına bakılırsa kimsenin. İnsan türü (Homo Sapiens) 5 bin yıllık tarih ve 50 bin yıllık tarihöncesi ertesinde, henüz kognitif bir tip olamadı. Onu da, o değil de, Homo Posterus, sonraki tip / tür becerecek gibi.
+
Ülkü Dört:
Doğruyu söyleyen olunca veya olmayınca ne değişir veya ne değişmez?
Yanıt:
Genelde ilk anda çok az şey değişir. Paradigma devrimi yapan doğruların çoğu için bu geçerlidir. Bilimciler bile, önce inkar, sonra pazarlık, sonra manipüle ile kabul ederler doğruyu.
+
Ülkü Beş:
Doğrunun işlevi nedir?
Yanıt:
Doğrunun söylenmesi, bazıları için vital-fatal olur, bazıları için sıfır-nötr, bazıları için eksi-olumsuz. Birinciler milyonda bir falandır, geri kalanlar yarı yarıya, son ikisi için ayrılır.
Eratosthenes’in bilgilerini ve doğrularını 1.800 yıl boyunca binlerce (o zamanki haliyle) bilimci bildi ama hiç kullanmadı. Sonra da, Colomb gibi doğru bilgiyi bile yanlış uygulayıp ve hesaplayıp, Hindistan diye, Amerika’ya gitti.
+
Çıkış:
Doğru, bir amaç değil, bir araç. Yanlış bile, işlevsel bir araç olabilir. Biz, Uzakdoğu Asya Metafizikçisi olarak böyle bakıyoruz: Karşıtlar poliyalektikte birbirinin yerine geçebilir yani.
Doğruyu söylemek de zarar verebilir yani. Bunu önceden görüp, ona göre ‘bile bile lades’ diye davranmak gerekir. Sokrat bu açıdan öyle yaptı, doğruyu söyleyip onda ısrar edince, idam cezası alacağını baştan biliyordu çünkü. Ancak, ‘af çıkar, ünlü olurum’ gibi veya ‘ölümcül hastalığı var da, zaten fiyakalı ölmek istiyor’ gibi hesapları olup olmadığını bilmiyoruz.
Bu metin yazıldığında, doğrunun kültürden sürgün edildiği, tarihsel bir makro-çöküş dönemine gireli 17 yıl olmuştu. Anti-epistemizm global bir salgın idi. Bu durumda, doğruyu söylemenin veya söylememenin pek bir ayrımı kalmayabiliyor.
O nedenle bu metin, tıpkı Eratosthenes bilgileri gibi, yalnızca kayıt-bilgi bir metindir. Kullanılmak için değildir yani. Enazından şimdilik.

(20 Kasım 2017)

Hiç yorum yok: