Önbölüm:
‘Parrhesia’,
Antik Yunanca’da ‘doğruyu söylemek’ demek. ‘Aporia / bilinçli seçilen güçlük’
ile birlikte, öznel felsefemin temel iki kavramıdır diyebilirim onlara.
AFL-74’ten beridir de, tüm yaşamım öyle geçti, doğruyu söyleyerek ve güç olanı
seçerek veya Kafka’sal seçimsizce. Bir 4. Dünya ülkesinde doğruyu söylemenin
güçlüğü, ölümcül olabildi çoğunluk.
Foucault,
bu açıdan doğruyu söyleyen biri değildir benim için (hapishane ve tımarhane
konularında bana göre feci zırvalar) ama
‘Söylemin Düzlemi’ kitabı ile doğruyu söyleyebilmenin veri tabanını doğru kurar
ki bu da, doğruyu söylemeyi bilenlerin bile her zaman doğruyu söylemeyeceği
veya (ahlaki ve/ya mantıksal hatalar nedeniyle) söyleyemeyeceği anlamı da
taşır. Tüm Fransız yazarlar gibi o da, süslü sözü sever ve kullanır ama doğru,
tamama yakın süslü değildir.
‘Doğruyu
Söylemek’ kitabında da, konuya girmesi 100 sayfayı geçmiş. Konu hakkında temel
soruları var ama öncelikle, onlardan önce gelen sorular var:
Sıfır
Bir:
Hakikat,
doğru, gerçek nedir?
Sıfır
İki:
Kim
doğruyu söylemek ister?
Geçelim
Foucault’nun sorularına (onları özetleyerek ve sadeleştirerek aldım):
Bir:
Kim,
doğruyu söyleyebilecek durumdadır?
İki:
Bir
kişinin kendini doğruyu söyleyen saymasının etik ve duygusal koşulları
nelerdir?
Üç:
Hangi
koşullarda doğruyu söylemek önemlidir?
Dört:
Doğruyu
söylemenin sonuçları nelerdir?
Beş:
Doğruyu
söylemekle iktidarın uygulanması arasındaki ilişki nedir?
+
Yanıtlar:
Bir:
Kim,
doğruyu söyleyebilecek durumdadır?
Yanıt:
Doğruyu
düşünebilecek ve doğruyu doğru ifade edebilecek biri. Yani, zihin ve dil 2
farklı önkoşul oluyor.
Doğru,
genelde ölçülebilir bir şeydir. Ortaya konduğunda da doğrulanabilir veya
yanlışlanabilir. Bir de, belli bir süreliğine kesinliği belirsiz kalabilen
doğrular vardır. Einstein’ın kuramının bir bölümünün doğrulanması yıllar aldı.
Doğruyu
yanlış düşünebilmek ve/ya doğruyu yanlış / eksik / fazla / yamuk ifade /
dilegetirim de mümkündür. Einstein’ın, hem özel, hem genel görelik kuramlarında
bu vardır. Kendi kuramlarının açıklarını kendi görememiş ama Kaluza görmüştür.
Yani, bir doğrucu, kendi doğrularının tüm çıkarımlarının doğruluğuna kabul
edemeyebilir.
Ki
böylelikle, doğrunun tümel olması gerekirken, doğrucuların öznelliği nedeniyle,
bunun mümkün olmayabildiğini imlemiş oluyoruz.
+
İki:
Bir
kişinin kendini doğruyu söyleyen saymasının etik ve duygusal koşulları
nelerdir?
Yanıt:
Etik
koşulu belli:
Maçasının
sıkı olması gerekir. Başına gelebilecekleri bilmiyorsa, epeyi aptal ve epey
cahil demektir. Enazından, bu konudaki doğruyu ve geçmiş örnekleri bilmiyor
demektir.
Duygusal
koşulu ise sonsuz çeşitlilikte olabilir:
Söz
vermiş olabilir.
Doğruyu
bir tek o söyleyebilecek olabilir.
Doğruyu
söyleyebilecek kişi, doğruyu söylemezse, kendini kötü hissedecek olabilir.
Cesur
veya gözükara olabilir.
İntihar
etmeye karar vermiş bile olabilir.
+
Üç:
Hangi
koşullarda doğruyu söylemek önemlidir?
Yanıt:
Her
zaman önemlidir, çünkü kitle öncelikle yalanı, yanlışı, dezenformasyonu seçer.
Çünkü onlar güzeldir, doğru ise çirkin.
Doğru
geldiğinde, kendi alanıyla birlikte epeyi şeyi sallar.
Tersine
bakalım:
Doğrunun
söylenmesinin önemsiz olduğu koşullar neler olabilir?
Eratosthenes
doğruyu söylediğinde, 1.800 yıl hiçbirşey değişmedi. Kimi zaman adı bile
unutuldu. Sonunda doğru ortaya çıktı ve doğrulandı ama pekala öyle
olmayabilirdi.
Elimize
ulaşmayan özellikle sanatçı eserlerinde epeyi doğrunun güme gittiği,
eleştirmenlerin ortak kanısıdır. Yani tüm doğrular, günışığı göremeyebiliyor.
+
Dört:
Doğruyu
söylemenin sonuçları nelerdir?
Yanıt:
Bir veya
birkaç kişinin yaşamı değişir, çoğunluk da olumsuz olarak. Kitle için ise, pek
bir şey farketmez, hala yalanın dolanın peşinde koşar.
+
Beş:
Doğruyu
söylemekle iktidarın uygulanması arasındaki ilişki nedir?
Yanıt:
Aslında
böyle bir ilişki veya ilinti yoktur. Doğru iktidardan bağımsızdır, çünkü bilgi
iktidardan bağımsızdır, eğer öyle kılabilmişsen, zihninde ve kültüründe yani.
(Yani diğer bir deyişle, doğruyu söylerken iktidarın açığından dolanmanın
ahlaki bir yanlışı yoktur.)
Ancak,
ilintinin var olduğunu kabul edelim:
İktidar
doğruyu söyleyeni cezalandırıyorsa, % 99 doğruyu söyleyen haklıdır.
İktidar
doğruyu söyleyeni ödüllendiriyorsa, iktidarın o yerzamanda bundan doğrudan
çıkarı var demektir. Bu durumda, doğruyu söyleyenin susmayı seçip seçmemesi ona
kalmıştır. Yani, doğru her anda ve her yerde söylenmeyebilir bir şeydir. Ya da
doğru söylendiğinde, o doğruyu isteyenlere de zarar verebilir, politik doğrular
genelde böyledir.
Ancak,
Stirner’in 1844 eseri gibi, doğrunun gözden kaçırılması veya gözardı edilmesi
pekala mümkündür.
+
Genel:
Foucault,
konuyla ilgili soruları eksik sormuş.
Bir de
biz, en başa koyduklarımız da dahil, bazı sorular daha soralım:
Doğru,
kimin işine yarar?
Doğruyu
söyleyen olunca veya olmayınca ne değişir veya ne değişmez?
Doğrunun
işlevi nedir?
Yani,
toplamdaki 5 soruya, biz de 5 soru eklemiş oluyoruz.
Bir de
onların yanıtlarına bakalım:
+
Ülkü
Bir:
Hakikat,
doğru, gerçek nedir?
Yanıt:
Doğrucusuna
göre değişir. Ölçeğine ve ölçütüne göre değişir. Yani, mutlak doğru, pek
yoktur. Çünkü, sonsuz bile görelidir.
Doğru,
daha çok bilimsel olandır, sanatsal veya felsefi olan değil.
Ancak
bilimkurguyla sanat, gelecekbilimin bilimsel doğrularını en az 100 yıl boyunca
geçmiştir, yani daha doğruyu ve daha önceden söylemiştir.
Felsefi
metafizik de bir bilim olarak, varlığın bir bilimi olarak, enaz fizik denli,
bilimdir.
+
Ülkü
İki:
Kim
doğruyu söylemek ister?
Yanıt:
Kim
doğruyu söylemiştir, diye bakalım:
Sokrat,
doğruyu söylemiş ve ölüme mahkum edilmiş. O da kaçmamış ve ölmüş.
Biz,
hikayenin böyle olduğuna hiç ikna olmadık. Bildiğimiz, ‘felsefecilerin şehir
efsanesi’ bu.
Rohmer,
ışık hızı sabittir ve hesapladım, demiş. Aşağılamışlar.
Verhulst,
Malthus hatalıydı, demiş. Aşağılamışlar.
Kaluza,
x, y, z, t dışında da boyutlar vardır, demiş. Gözardı edilmiş.
Bunları
bilen biri, doğruyu söylerken tereddüt eder ve söylemek istemeyebilir.
Bilgisiz
gözükaralığı vardır belki, o da olabilir. Yani, gözükaralar doğruyu söyler ve
sonunu hesaplayamaz, diyebiliriz.
+
Ülkü Üç:
Doğru,
kimin işine yarar?
Yanıt:
Aslına
bakılırsa kimsenin. İnsan türü (Homo Sapiens) 5 bin yıllık tarih ve 50 bin
yıllık tarihöncesi ertesinde, henüz kognitif bir tip olamadı. Onu da, o değil
de, Homo Posterus, sonraki tip / tür becerecek gibi.
+
Ülkü
Dört:
Doğruyu
söyleyen olunca veya olmayınca ne değişir veya ne değişmez?
Yanıt:
Genelde
ilk anda çok az şey değişir. Paradigma devrimi yapan doğruların çoğu için bu
geçerlidir. Bilimciler bile, önce inkar, sonra pazarlık, sonra manipüle ile
kabul ederler doğruyu.
+
Ülkü
Beş:
Doğrunun
işlevi nedir?
Yanıt:
Doğrunun
söylenmesi, bazıları için vital-fatal olur, bazıları için sıfır-nötr, bazıları
için eksi-olumsuz. Birinciler milyonda bir falandır, geri kalanlar yarı yarıya,
son ikisi için ayrılır.
Eratosthenes’in
bilgilerini ve doğrularını 1.800 yıl boyunca binlerce (o zamanki haliyle)
bilimci bildi ama hiç kullanmadı. Sonra da, Colomb gibi doğru bilgiyi bile
yanlış uygulayıp ve hesaplayıp, Hindistan diye, Amerika’ya gitti.
+
Çıkış:
Doğru,
bir amaç değil, bir araç. Yanlış bile, işlevsel bir araç olabilir. Biz,
Uzakdoğu Asya Metafizikçisi olarak böyle bakıyoruz: Karşıtlar poliyalektikte
birbirinin yerine geçebilir yani.
Doğruyu
söylemek de zarar verebilir yani. Bunu önceden görüp, ona göre ‘bile bile lades’
diye davranmak gerekir. Sokrat bu açıdan öyle yaptı, doğruyu söyleyip onda
ısrar edince, idam cezası alacağını baştan biliyordu çünkü. Ancak, ‘af çıkar,
ünlü olurum’ gibi veya ‘ölümcül hastalığı var da, zaten fiyakalı ölmek istiyor’
gibi hesapları olup olmadığını bilmiyoruz.
Bu metin
yazıldığında, doğrunun kültürden sürgün edildiği, tarihsel bir makro-çöküş
dönemine gireli 17 yıl olmuştu. Anti-epistemizm global bir salgın idi. Bu
durumda, doğruyu söylemenin veya söylememenin pek bir ayrımı kalmayabiliyor.
O
nedenle bu metin, tıpkı Eratosthenes bilgileri gibi, yalnızca kayıt-bilgi bir
metindir. Kullanılmak için değildir yani. Enazından şimdilik.
(20 Kasım 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder