‘Arkası
Yarın’ı bilmem kaçıncı kez okuyorum.
Bu kez
en çok Cemal Süreya’lı bölümler ilgimi çekti. Onun yazıyla / sözle insan
portrelemesi, daha 1969 gibi varmış ve aynı imiş. Ve çok iyiymiş.
Buyrukçu
ve Süreya, benim için 2 kel alaka tip. Hala da kafamda yanyana oturmuyorlar.
Ama o zaman onlar birbirine uymuş işte.
Birlikte
içmişler, sohbet etmişler, Buyrukçu da bunları kağıda geçirmiş. O günceleri de,
Türker Acaroğlu gibi birinin daha o zaman anlaması da ayrı bir anekdot durumu.
Buyrukçu’nun neyin peşinde olduğunu gayet açıkseçik görmüş ve dilegetirmiş, hem
de onun yüzüne.
Aranot:
Bu güncelerin yayınlanandan çok daha fazla olduğuna eminim. Ama onlar bir türlü
günışığına çıkamadı hala.
Bu bölüm
için övgü.
Sonrası
ise yergi.
Tüm
alaturka yazarlarda olan, melodram dozu, onda da fazlasıyla var. Yeşilçam filmi
mi desem, Kemalettin Tuğcu romanı mı desem, onları böyle yapan her neyse, olayı
bir kadere bağlamış gibi.
İşte,
1960-1980 arasıki bu alaturka aydın duygusallığının melodram fonunun 1.
Cumhuriyet’i batıran bir sentimental proto-faşizm olduğu kanısına vardım: 1.
Cumhuriyet bitip de / bitirilip de, ben mezartaşına ağıt yazmaya başladıktan
sonra.
Bu
yönüyle Buyrukçu da, Batan Cumhuriyet’in Malları’ndan…
Hem de
en malından…
Dipnot:
Ülkemin yazarlarının toprağının çok bereketli
olduğu gerçeğini bilirim. O nedenle, bunun tam tersini eylemiş en az 1 kişi
bulacağıma eminim. Ki zaten bu metin dizisini, onu bulabilmek için bir arayış
olarak da yazıyorum, onu önceden tasvir etmek için gibi bir şey yani…
(5 Şubat 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder