Parrhesia;
doğruyu, gerçeği, bilgiyi dilegetirmektir.
Sunat
ise, şöyle tanımlamış onu:
“1) Bu
kesitte yararlanılan kaynak, Michel Foucault’nun Doğruyu Söylemek ismiyle
(özgün adı, Fearless Speech) yayımlanan derslerinin metnidir (çev. Kerem Eksen,
Ayrıntı Y., 2014). Metin, 1983 sonbahar döneminde, Berkeley’deki California
Üniversitesi’nde İngilizce olarak gerçekleştirilen 6 dersin bant kayıtlarından
derlenmiştir.
(2)
Descartes’ta olduğu üzere, şüphe edilemeyecek denli açık ve seçik kanıtlar
değil; ‘ahlaki’ niteliklerdir, hakikat anlatısının güvencesi.
(3) Göze
alınan risk, her zaman bir ölüm riski değildir. Bir dost karşısında açıksözlü
(doğrudan ve eleştirel) olunduğunda göze alınan, o ilişkinin (dostluk olmayan
dostluğun) kaybıdır çoğu kez - ve hele günümüzde!
(4)
Meseleye, bilhassa, ‘kendilik kaygısı’ katında derinlik katan güzel yazısı
(‘Kırda Hasar Ayinleri ya da İçtenliğin Ruhu Sakatlayıcı İlgası Üzerine
Deneme’, Varlık dergisi, Ocak 2018) münasebetiyle Hüseyin Köse’yi anmak
isterim.
(5)
Edward W. Said’in, ‘entellektüel’i konumlandırışı da öyledir. ‘Barış İçin
Akademisyenler’ bildirisinde denge gözeten (devlete sesleniyor olmayı tek yanlı
ve dengesiz bulan ve o nedenle parrhesia’dan uzak duran); ‘hakikat’ üzerine
felsefe döktürürken, şahsi hakikatsizliği için bahaneler üretmekten geri
kalmayan ‘entellektüel’i de hatırlatır bana bu.
(6)
Üstelik, TTB başkan ve üyelerinin ‘suç’u, en kabaca, ‘Halk sağlığı kaygısıyla
-mesleki evrensel ilke ve sorumluluklarına da bağlı kalarak- savaşa hayır deme
ve barış çağrısı yapma marifetiyle, kanaat, düşünce ve ifade özgürlüğü temel
hakkını kullanma’ suçudur.”
Küllüm
mafiş tanımlar bunlar.
(1)
Kılavuzu
karga olma durumu. Foucault, doğruyu söyleme babında yanlış rehber olmakta.
Hapishane ve tımarhane onun dediği gibi icat edilmedi ki. Onun yaptığı, tüm
Fransızlar gibi, süslü söz sanatı (belagat diyelim) ile kem küm etmek.
Oradaki
doğru şu: 100 binlik kentteki farklı / öteki / marjinal oranı ve sayısı, 10
milyonluk kentteki farklı / öteki / marjinal oranından ve sayısından farklıdır.
Bugünün 30 milyonluk kentlerinde ve 100 milyonluk ülkelerinde, farklı / öteki /
marjinal oranı, % 50’yi geçebiliyor (deli, alkolik, keş, eşcinsel, evsiz, şu bu
olarak) yani. Bu durumda kent / devlet / uygarlık, ya yok olur, ya da katı
kurallar koyar (ha, o kuralları koyunca, sağ kalır mı, o da ayrı konu). Bu
arada marjinalları bağlamak da, salmak da çözüm olmadı, çünkü şu anki İstanbul
gözlemi onu imliyor.
Yani,
öyle Foucault’nun dediği gibi, yakaladıklarını deli diye içeri falan atmadılar,
deli dediğin, benim gibi kaçmasını veya ortalıkta hiç görünmemesini bilecek.
Yoksa, zaten sağlamı da, deli diye içeri tıkıyorlar bu sıralar.
(2)
Bre
cahil, doğrunun, bilginin, düşüncenin, ilkin ahlakla işi yoktur. Önce epistemik
/ kognitif / informatik beyinle işi vardır. Bunun için de, o beynin o beyinde
olması gerekir. Türkiye 2018’de kimde var o beyin? Sen de yokmuş örneğin, onu
gördük.
İyi ile
doğrunun ilintisi belki olabilir ama çoğunlukla yoktur.
Bilginin,
doğrunun, düşüncenin aksiyolojisi ayrıdır, onu dilegetirmenin aksiyolojisi
ayrı. Onu yazmak ayrıdır, söylemek ayrı, mitingini yapmak ayrı. Sen doğruyu
yazar, tarih kayıtlı olarak internete koyarsın, anlarlar anlarlar, anlamazlarsa,
böyle mal olurlar.
(3)
Her
zaman bir risk göze almak gerekli değildir ki. İşte burada kriter, köşe
yazarının kriteri, dayak yedikçe kendini haklı hisseden mürid mantığıdır. Hah
TTB üyeleri içeri alındılar, öyleyse doğruyu söylüyorlar. Nah, doğruyu
söylüyorlar. Bugüne kadar tıpla ilgili hangi doğruyu saklamamışlar ki? Atsınlar
o zaman 30 bin doktoru meslekten. O zaman narh koysunlar vizite ücretlerine.
Ölüm
riski de görelidir. TTB üyelerinin ölüm riski taşıyıp taşımadığı, içeride ne
kadar dayanacakları ile ilintili. Biz, açıkça diyoruz ki yeniden içeri alınacaklar. Çünkü AKP, başkalarına öyle yaptı. Bu ger-gevşet işkencesini bakalım, kaç ruh
taşıyabilecek?
(4)
Bilginin
kendiyle ilintisi olabilir ama bu durumda olaya tümüyle toplumsallık
addedildiği için bu mümkün değildir. Kaldı ki alaturka toplumsallar, toplumsallığı
kölelik addettikleri için, bireysel özgürlüğe karşıdırlar. Burada bunu işlerine
geldiği için onaylamışlar.
Bizim
yaşadığımız bilginin, düşüncenin, doğrunun, bu kültürel koşullarda varlığı eksi varlık, ontos’u da kendi-değil kıldığıdır. Bu konuda
onlarca metnimiz var internette.
(5)
Entellektüelin
pozisyonu ve statüsü yoktur. Entelektüel
bağlanmaz, ne kitleye, en iktidar
seçkinlerine, bağlanırsa, entelejensiya olur, ayakçı / kıyakçı olur. Bir
akademisyen de, bir doktor da, zaten devlete bağlanmıştır, ona karşı çıksa ne
olur, olmasa ne olur?
Bireyden
ve entellektüelden söz edip, özgürlükten söz etmeyen, dilegetirimi bile kölece zorunlu bulan zihniyetin ta
içine edeyim ben. Ben istersem, cinayet işlerim. Sen git, önce kendi yediğin
herzelerin hesabını ver.
(6)
TTB
üyeleri, savaşın halk sağlığı sorunu olduğunu belirterek, bilgi yanlışı
yaptılar, hem de tıp alanında.
Başkan
önce, kendi mesleğinden olan ‘shrink’lere bir bildirge ile, hastalarına alışveriş tavsiyesi yazmayı yasaklasın
önce.
Devlet
günahkar, yanlış kötü, bunlar doğru.
TTB
üyeleri de öyle. Bu da doğru.
O
nedenle, bıraksınlar, doğruları son kalan bazı tekne kazıntıları söylesin.
Onlar söyleyince, yalandan söyledikleri feci belli oluyor.
(7 Şubat 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder