Salı, Şubat 06, 2018

Haluk Sunat Negasyonu: Parrhesia Nedir, Ne Değildir?

Parrhesia; doğruyu, gerçeği, bilgiyi dilegetirmektir.
Sunat ise, şöyle tanımlamış onu:
“1) Bu kesitte yararlanılan kaynak, Michel Foucault’nun Doğruyu Söylemek ismiyle (özgün adı, Fearless Speech) yayımlanan derslerinin metnidir (çev. Kerem Eksen, Ayrıntı Y., 2014). Metin, 1983 sonbahar döneminde, Berkeley’deki California Üniversitesi’nde İngilizce olarak gerçekleştirilen 6 dersin bant kayıtlarından derlenmiştir.
(2) Descartes’ta olduğu üzere, şüphe edilemeyecek denli açık ve seçik kanıtlar değil; ‘ahlaki’ niteliklerdir, hakikat anlatısının güvencesi.
(3) Göze alınan risk, her zaman bir ölüm riski değildir. Bir dost karşısında açıksözlü (doğrudan ve eleştirel) olunduğunda göze alınan, o ilişkinin (dostluk olmayan dostluğun) kaybıdır çoğu kez - ve hele günümüzde!
(4) Meseleye, bilhassa, ‘kendilik kaygısı’ katında derinlik katan güzel yazısı (‘Kırda Hasar Ayinleri ya da İçtenliğin Ruhu Sakatlayıcı İlgası Üzerine Deneme’, Varlık dergisi, Ocak 2018) münasebetiyle Hüseyin Köse’yi anmak isterim.
(5) Edward W. Said’in, ‘entellektüel’i konumlandırışı da öyledir. ‘Barış İçin Akademisyenler’ bildirisinde denge gözeten (devlete sesleniyor olmayı tek yanlı ve dengesiz bulan ve o nedenle parrhesia’dan uzak duran); ‘hakikat’ üzerine felsefe döktürürken, şahsi hakikatsizliği için bahaneler üretmekten geri kalmayan ‘entellektüel’i de hatırlatır bana bu.
(6) Üstelik, TTB başkan ve üyelerinin ‘suç’u, en kabaca, ‘Halk sağlığı kaygısıyla -mesleki evrensel ilke ve sorumluluklarına da bağlı kalarak- savaşa hayır deme ve barış çağrısı yapma marifetiyle, kanaat, düşünce ve ifade özgürlüğü temel hakkını kullanma’ suçudur.”
Küllüm mafiş tanımlar bunlar.
(1)   Kılavuzu karga olma durumu. Foucault, doğruyu söyleme babında yanlış rehber olmakta. Hapishane ve tımarhane onun dediği gibi icat edilmedi ki. Onun yaptığı, tüm Fransızlar gibi, süslü söz sanatı (belagat diyelim) ile kem küm etmek.
Oradaki doğru şu: 100 binlik kentteki farklı / öteki / marjinal oranı ve sayısı, 10 milyonluk kentteki farklı / öteki / marjinal oranından ve sayısından farklıdır. Bugünün 30 milyonluk kentlerinde ve 100 milyonluk ülkelerinde, farklı / öteki / marjinal oranı, % 50’yi geçebiliyor (deli, alkolik, keş, eşcinsel, evsiz, şu bu olarak) yani. Bu durumda kent / devlet / uygarlık, ya yok olur, ya da katı kurallar koyar (ha, o kuralları koyunca, sağ kalır mı, o da ayrı konu). Bu arada marjinalları bağlamak da, salmak da çözüm olmadı, çünkü şu anki İstanbul gözlemi onu imliyor.
Yani, öyle Foucault’nun dediği gibi, yakaladıklarını deli diye içeri falan atmadılar, deli dediğin, benim gibi kaçmasını veya ortalıkta hiç görünmemesini bilecek. Yoksa, zaten sağlamı da, deli diye içeri tıkıyorlar bu sıralar.
(2)   Bre cahil, doğrunun, bilginin, düşüncenin, ilkin ahlakla işi yoktur. Önce epistemik / kognitif / informatik beyinle işi vardır. Bunun için de, o beynin o beyinde olması gerekir. Türkiye 2018’de kimde var o beyin? Sen de yokmuş örneğin, onu gördük.
İyi ile doğrunun ilintisi belki olabilir ama çoğunlukla yoktur.
Bilginin, doğrunun, düşüncenin aksiyolojisi ayrıdır, onu dilegetirmenin aksiyolojisi ayrı. Onu yazmak ayrıdır, söylemek ayrı, mitingini yapmak ayrı. Sen doğruyu yazar, tarih kayıtlı olarak internete koyarsın, anlarlar anlarlar, anlamazlarsa, böyle mal olurlar.
(3)   Her zaman bir risk göze almak gerekli değildir ki. İşte burada kriter, köşe yazarının kriteri, dayak yedikçe kendini haklı hisseden mürid mantığıdır. Hah TTB üyeleri içeri alındılar, öyleyse doğruyu söylüyorlar. Nah, doğruyu söylüyorlar. Bugüne kadar tıpla ilgili hangi doğruyu saklamamışlar ki? Atsınlar o zaman 30 bin doktoru meslekten. O zaman narh koysunlar vizite ücretlerine.
Ölüm riski de görelidir. TTB üyelerinin ölüm riski taşıyıp taşımadığı, içeride ne kadar dayanacakları ile ilintili. Biz, açıkça diyoruz ki yeniden içeri alınacaklar. Çünkü AKP, başkalarına öyle yaptı. Bu ger-gevşet işkencesini bakalım, kaç ruh taşıyabilecek?
(4)   Bilginin kendiyle ilintisi olabilir ama bu durumda olaya tümüyle toplumsallık addedildiği için bu mümkün değildir. Kaldı ki alaturka toplumsallar, toplumsallığı kölelik addettikleri için, bireysel özgürlüğe karşıdırlar. Burada bunu işlerine geldiği için onaylamışlar.
Bizim yaşadığımız bilginin, düşüncenin, doğrunun, bu kültürel koşullarda varlığı eksi varlık, ontos’u da kendi-değil kıldığıdır. Bu konuda onlarca metnimiz var internette.
(5)   Entellektüelin pozisyonu ve statüyoktur. Entelektüel bağlanmaz, ne kitleye, en iktidar seçkinlerine, bağlanırsa, entelejensiya olur, ayakçı / kıyakçı olur. Bir akademisyen de, bir doktor da, zaten devlete bağlanmıştır, ona karşı çıksa ne olur, olmasa ne olur?
Bireyden ve entellektüelden söz edip, özgürlükten söz etmeyen, dilegetirimi bile kölece zorunlu bulan zihniyetin ta içine edeyim ben. Ben istersem, cinayet işlerim. Sen git, önce kendi yediğin herzelerin hesabını ver.
(6)   TTB üyeleri, savaşın halk sağlığı sorunu olduğunu belirterek, bilgi yanlışı yaptılar, hem de tıp alanında.
Başkan önce, kendi mesleğinden olan ‘shrink’lere bir bildirge ile, hastalarına alışveriş tavsiyesi yazmayı yasaklasın önce.
Devlet günahkar, yanlış kötü, bunlar doğru.
TTB üyeleri de öyle. Bu da doğru.
O nedenle, bıraksınlar, doğruları son kalan bazı tekne kazıntıları söylesin. Onlar söyleyince, yalandan söyledikleri feci belli oluyor.
(7 Şubat 2018)

Hiç yorum yok: