Bilanço
makyajı ile batık durumdaki bankaları yürür durumda gösterebilen konuları
öğreten dersler almış, son sınıf ‘major’ı bankacılık olan, bir BÜ İşletme
mezunuyum: O kampüse 1977’de girip, 1987’de çıktım.
O zaman
henüz banka batma silsileleri yoktu ortada ama öyle olacağı belliydi, çünkü
derste biz bunları tartışırdık. Hocalarımızdan biri de, zaten Bankalar Birliği
başkanlığı yapmış biriydi.
Doğrudan
söylenmiyordu ama aslında bunu yapalım diye eğitiliyorduk: Düzenin
oligarklarının müstakbel sömürge valileri olarak. O batan bankaların epeyi
genel ve şube müdürü, BÜ (İşletme veya İktisat) mezunudur ve hiçbiri de
yaptıkları ya da göz yumdukları için yargılanmamıştır.
Mezunluğumun
kesinleştiği günlerde bir iş görüşmesi yaptım. Daha mezun olmadan işe
alınanlara verilen maaşın 2 katı sözkonusuydu, işe kabul edilmiş gibiydim. O
gece, Erkin Koray ve 1 ufak rakı eşliğinde mesai yapmayacağımı anladım. (1976
ve 1977 yazında 4’er aylık mesai denemelerim vardı.)
Onun
yerine, kendi kitaplarımı satarak başladığım seyyar kitapçılık işine girdim,
hala da o işteyim.
24
yıllık eğitimliyim ve artık Cihangir’in çöplerini karıştırıyorum, çünkü
hurdacılar olmadık çöplere çerlere fahiş fiyatlar ister oldular, çünkü oralar buralar
şuralar komple antikacı ve vintajcı oldu: Bunların sahipleri, hurdaları
ameliyat eldiven ile tutarlar ve bu, son 5 yılın nevicadı bir şeydir.
Son 4-5
yıldır yarı evsizim. Dolayısıyla, aynı zamanda evsiz çorbası müdavimiydim de.
Sonra, nedense bana çorba vermemeye başladılar. Bunda, onlar hakkında yazdığım
1-2 bloğun da etkisi olduğu kanısındayım. Bir de hayırseverlik işine acaip paralar
yatırıldı ve birileri dönen dolapları görebilecek birinin kendilerine yakın
olmasını istemiyor.
Çöp
bedava. Çöpten çıkanları da yiyorum. Ki zaten bu sıralar bolca lokanta artığı
ekmek geliyor bana.
Gençken,
henüz daha öğrenciyken, Etiler’deki zengin evlerinin akşam üzere yemek yapımı
sürecinde, o evlerde olup olmak istemediğimi çok sordum kendime: Aç ve yemekhanenin
akşam yemeğine param yok veya yetmez iken.
Seçim
olmadığını gördüm.
Daha
sonraki yıllarda ise, bu sorunun bile olmadığını gördüm.
O soru
varsa, bir biçimde o soru seni satın alıyor veya ikna ediyor.
Yaşadıklarıma
nasıl dayandım?
İnanın,
bilmiyorum.
Açlık
şampiyonluğum, ailemin fakirliğinden gelir (1.82 boya 56 kiloydum bir ara),
belki ondandır ama şu an 90 kilonun üzerindeyim, bolca ekmek tüketimi
nedeniyle.
En büyük
avantajım, fakirliğimden hiç kopmama oldu. Lise ve üniversite arkadaşlarım, o
fakirliği utanılacak yamalı bir giysi
gibi terkettiler. Şimdilerde ise, vicdanlarını bana sadaka vererek
hafifletiyorlar.
Anam
babam bu satırları okumuyorlar, internetle hiç ilgileri olmadı. Okusalar,
benden utanırlar.
Yaptıklarımı
utanılası bulanlar da, övünülesi bulanlar da gerçekçi değiller. Bazı çifte değer yargılarının kıblesizliğinde
yitip gitmişler yalnızca.
Çıkış:
Yatıp
kalkıp, savaş koşullarında bile, bu kentin sokaklarında karnımı doyurabildiğime
şükrediyorum.
O kadar.
Gerisi
laf ü güzaf.
(24 Şubat 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder