Perşembe, Şubat 22, 2018

Turgay Fişekçi’nin Editörlüğü

Kendisi yazardır da. Aynı zamanda editördür.
Memet Fuat’ın çıraklığı ve Adam’ın editörlüğü üzerinden belli bir düzgün editörlük çizgisi mevcut.
Kendisiyle Sözcükler dergisinin editörlüğü konusu üzerinden bir söyleşi gerçekleştirmişler.
Alıntı ve yorum gidecek:
“… dergicilikte editörün öncelikli işinin, edebiyata yeni ve iyi yazarlar kazandırmak olduğuna inanıyorum.”
Buna katılıyorum ama bunu Fişekçi’nin bugüne kadar nasıl veya ne kadar gerçekleştirebildiği konusunda epeyi soru imim mevcut. 20-30 yıldan söz ediyorum.
Fişekçi’nin son editörlüğü dönemi, Türk Debiyatı’nın vakum dönemine denk geldi. Son 30 yıldır yazar değil, yazarcık çıkamadı.
Peki, bu durumda bir editör ne yapar?
Onun dediğine ve bize göre de, editörlüğü bırakır ama yenilen horoz dövüşe doymazmış.
“Yazar nasıl bir dergiye ürünlerini gönderdiğinin farkında olmalı. Her derginin, haliyle editörün çizgisi farklıdır.”
Yazar aday adayları için durum biraz daha farklı. Onlar kendilerine bir çıkış noktası bulmak durumunda. Can hayliyle her dergiye saldırabilirler ki dergilere gelen metinlerin belki onda dokusu 25 yaş altındaki bu türden yazarlarda gelir.
60 yaşına dayanmış bir yazar olarak, 20-25 arasında tanıdığım 5 yazar aday adayı var. Çok zorlanıyorlar, çünkü herşey internete ve sanal aleme kaydı. Matbu dergiler deki arz-talep dengesi aşırı bozuldu.
O kuşağa ilişkin ilginç bir gözlemim de var: Bazıları oyuna hiç girmiyorlar, yani yayınlanmaya hiç çabalamıyorlar bile. Bu, biraz çocukerkil ailede büyümenin şımarıklığı, biraz kaybedeceği oyunu hiç oynamama seçimi.
Varlık ve Yeni Olgu dergilerine uzun dönemli perspektifle bakan bir yazar olarak bilirim ki dergilerde başlayıp yazarlığı bırakmış, 1-2 metinli yüzlerce yazar adayı kayıtlı. Yani, ne yazık ki dergiler o denli güvence yaratmadı.
Haa, bugün kitapları basılı tüm yazarlar, ilkin dergide yayınlanma yolunu izledi, o ayrı konu. Çünkü, o zamanlar gelenek buydu. Benim de için de bu oldu zaten. Ama artık öyle değil.
Fişekçi, bunlardan hiç söz etmiyor. Üstelik, aynı dönemlerde kendisi, hem editör, hem de yazar idi.
“Tek derdi yayımlanmak olan bir yazarın, editörle sağlam bir ilişki kurabileceğine inanmıyorum.”
Hiç katılmadım. Her yazarın ilk ve en önemli derdi yayınlanmaktır. Dergiye bakmaz, bakamaz da. Editöre hiç bakamaz. Utançla söyleyebilirim ki Türkiye’de editörlerin tamamına yakını, yazar olamamış, egosu çok şişmekten patlak kişilerden oluşur. Nesine bakılacak onların?
Ayrıca, 100 küsur metni dergilerde yayınlanıp, 200 küsur metni aşağı yukarı genelde hiç yanıtsız reddedilmiş, uzun dönemli deneyimli bir yazar olarak söylüyorum ki bir yazar bir editörle sağlıklı bir ilişki kuramaz ve bunun sorumluluğu % 90 editördedir.
Örnekse, bana yapıldığı gibi, hiçbir editör yazarına, metnini basılabilir bulduğunu ama basmayacağını bildiren mektup yazmaz. Yazmamalı ama yazdı. Bende kayıtlı.
“Geçtiğimiz Temmuz ayına dek sosyal medya kullanmadık. Şu an sadece twitter hesabımız var ve onu da pek etkin kullandığımızı söyleyemem. Bilinirliği artırdığına inanıyorum ama bu ne kadar işe yarıyor emin değilim. Sosyal medya konusunda daima önyargılı oldum. Hızla tüketmek üzerine kurulu, görmekten ziyade görünmeyi merkeze koyan oluşumların dergiciliğe / edebiyata “sahici” anlamda ne denli katkısı oluyor bilemiyorum…”
Hemen antitez yanıt:
Onlarca kitabı olan, binlerce okuru olmuş, ölmüş ama bugün tek bir kitabı basılı olmayan birçok Türk yazarının kaydı, yalnızca internette mevcut, kitapları çok nadir olduğu için, 30 küsur yıllık kitapçı olarak ben bile ortalıkta onları göremiyorum. Bu, özellikle, 1960-1980 dönemi yazarları için geçerli. O zamanlarda yükselip batmış birçok yayınevi kaydı da öyle. Oğuz Atay’ı Türk Edebiyatı’na kazandıran Sinan Yayınları da öyle. Kemal Demirel’in Yankı Yayınları da öyle. Artık bunlara raslanmıyor.
Yani bizce, edebiyat editörü, epeyi bir edebiyat tarihçisi de olmak zorunda bu ülkede. Fişekçi, bu cümleleriyle bunun tersini yapmış.
Türkçe edebiyatın, özellikle Orhan Pamuk’un Nobel alması sonrası, yurtdışında takip ediliyor olmasının dergiciliğe olan etkisi nedir sizce?
Dergiciliğe bir etkisinin olduğunu sanmıyorum.”
Gerçekten anlamsız bir soru olmuş bu.
Türkçe edebiyatta öykü ve roman dosyalarını biçimsel ve içeriksel olarak şekillendiren ilk ortamın dergiler olduğu düşünüldüğünde, yazarın yazdıklarını matbu bir mecrada ilk olarak dergilerde görmesinin etkisiyle, dergilerin yazara vaat ettiği şeylerden en önemlisinin özgüven olduğunu söylemek mümkün mü? Dergiler, yazara ne vaat eder? Ya da karşıtını da sormak mümkün: Yazar, dergilere ne vaat eder?
Bu sorunun yazarlara sorulması daha uygun olur. Biz yazarlara yalnızca sevdiğimiz ürünlerini Sözcükler sayfalarında yayımlama olanağı sağlıyoruz.”
Yahu, bir romanın dergide ne işi var? Orası, tefrikacı gazete mi?
Ancak, devamı bizim için bir dert:
Türk dergiciliği, 90 küsur yıldır öykü ve şiir demek ama edebiyatta 60’ın üzerinde tür var.
Bizde, 3 kişiden 5’i şair. Hala.
Körlerle sağırlar, birbirini ağırlar, durumu.
Ki Fişekçi de bir şair-editör.
Yanıta bak:
“Sevdiğimiz ürün”. Desene: Sevmediğim ama değerli bulduğum ürün de yayınladım. Söyleyebil. Söyleyebil ki editör olabilesin, büdütör değil.
Çıkış:
“20. yüzyılın “Büyük Türk Şiirinin Yüzyılı” olarak anılacağını sanıyorum.”
Ha ha ha. Yalnızca gülüyorum, küfretmiyorum.
Biz, Andaç’ı ve Gümüş’ü günün hegemon editörleri sayarız, Fişekçi’yi daha altkümeye koyarız. O, kendini daha da altkümeye koymuş.

(20 Şubat 2018)

Hiç yorum yok: