Çarşamba, Şubat 07, 2018

Sevgi Soysal: Bırakmak veya Ayrılmak

Soysal üzerine yazdığım daha önceki metinlerde, onun kadın ve entellektüel-yazar olarak, alman ve akademisyen bir kadının akademik tezi içinde güçlüce eleştirildiğini belirtmiştim.
Ve onu, bu konuda Oğuz Atay ile aynı kefeye koymuştum.
Oradaki entellejensiya tanımı, devletten ayrılmayan ve onu bırakamayan aydın tipini temsil eder.
Sözünü ettiğimiz dönem, 1960-1980 arasıki geçici özgürlük dönemiydi ve bunun kıymeti bilinmediği için, Cumuhuriyet battı. Kendi hesabıma, onun batmasını, onu heba eden o dönem aydınlarına da bağlarım, daha çok kitle harcadı onu ama.
Kendime bağlamam ama. Çünkü 1960-1980 arasında çocuk-ergen idim. Sonrasında ise hep ayrıldım: Allah’tan, babadan, devletten, den den de den den.
O dönemin aydınları ise, devletten hiç ayrılmadılar. Üstelik pek de Ankara-perver’dirler. Duble hazırol durumu yani.
Soysal da onlardan biri. Babası da bir devlet bürokratı / teknokratı imiş zaten.
Erdal Doğan’ın onun hakkındaki biyografisi, onu hep bırakmak ile niteliyor. Bunu da Alman annesine ve o kültürel-dişil kökene bağlıyor.
Oysa, benim aynı kökten anladığım, her 2’si de intihar eden, Feyerabend’in ve Handke’nin annesi. Bırakmak, kendini ve yaşamı bırakmak olmakta benim bakış açımda.
Oysa Soysal, hep erkeklerini bırakmış.
Ayrılmamış onlardan, onları bırakmış. Terketmek de tam karşılığı değil, bırakmak bunun Türkçe’deki tam karşılığı.
Oysa ben, hiç bırakmadım dostlarımı ve partnerlerimi. Tam tersine, onlar çok vefasız çıktılar ve hep beni bıraktılar. Hala da öyle.
Ama ben hep ayrıldım, ‘disengagement’ anlamında, bağlanmanın karşıtı anlamında, varoluşçu anlamında. Dolayısıyla, negatif egzistansiyalizme vardım, tuhaftır ama o menzili de geçtim ve bunu şu an, Şubat 2018’de anladım.
Soysal’ın bırakması; ihanet ve çıkar bencilliği gibi geliyor bana. Beğenmeme, beğenmeyince küsme gibi de.
Çünkü bulduğu erkekler, bugün hala konularının en iyilerinden. Tamam, koyunun olmadığı yerde Abdurrahman Çelebi durumundalar ama Soysal’ın kendisi de tam da öyle. Kim kimi neden beğenmemiş ki?
İşte bu, tam alaturka-dişil bir tavır:
Elimi sallasam, ellisi, durumu. Beyaz atlı prens arayışı kompleksi, durumu. Beni ne doktorlar, ne hakimler istedi, durumu.
Hadi, kocalarını bıraktı diyelim. Yahu bir anne, çocuğunu bırakır mı? Hem de şizofren çocuğunu. (Üstelik, o çocuğun öyküsü hala yazılamadı, ne olduğu bilinmiyor çünkü.)
Hem çocuk yaparım, her kariyerimi yaparım, olmuyor yani, hiç olmadı yani, olamadı yani. Çocuk 7/24 mesai ister yani. Çalışamazsınız da, kitap yazamazsınız da.
İşte Soysal, kendince bir seçim yapmış ama o seçimin olumsuz sonuçlarını ödemeye yanaşmamıştır bence.
İşte bu, benim bakış açımdan Soysal’ı gömmeye yetiyor. Yetti de.
Bırakmayacaksın, ayrılacaksın o nedenle. O çocuğu ayaklarını üstüne dikeceksin, sonra gideceksin. Aradaki farkı da libidonla ödeyeceksin, bu senin sorumluğundur. Önce sorumluluk, sonra hak. Yok öyle pozitif ayrımcılık falan. Avans vermekten imanımız gevredi.
Erken öleceğini taa en baştan bilmiş ve söylemiş. O nedenle bu yaptığı, duble kasıt.
Bırak çocuk yapmayı, benim bildiğim bir yazar bu ülkede yaşamaz bile, yaşayamaz da. Yazıyorsa, gerisi yoktur.
İşte ben bunu ödedim.
O nedenle, yargımda adilim. İğneyi önce kendime, sonra başkasına batırdım.
Oohh. İçim rahatladı. İyi ifade etmeydi.

(5 Şubat 2018)

Hiç yorum yok: