Şu
sıralar, parasızlıktan evsiz çorbası içemiyorum. Çünkü dağıtanlar, benim evsiz
olmadığıma hükmetti.
Bendeniz
de, lokantaların artık ekmeklerini topluyorum. Haftada 2 kilo falan. Son birkaç
haftadır ekmek parası vermedim. Bir tek beyaz ekmek, yemek sindirim sistemimi
feci rahatsız ediyor. Basurum da azar yakında.
Bu
kentte 2 milyon ekmeğin her gün çöpe atıldığını belirtmem gerekli.
Bir de,
lokantaların çok tuhaf ekmek tipleri ürettiğini veya ürettirdiğini. 1983 gibi
20 çeşit ekmek üreten, Levent’teki Aslı Fırın bile bu kadar fantezi yapmamıştı,
okadar yani.
İşte
bendeniz, bir süredir bu ekmeklerle karın tokluğuna idare ederken, aynı gün 2
kişi bana yemek ısmarladı.
İlkinde,
2 işkembe çorba, 1 yemek, 1 tatlı 40 lira gibi tuttu. 3 kap yemeği ben
götürdüm.
İkincisinde
çorbayı ve yemeği pas geçtim. Ismarlayan kişi buna çok şaşırdı.
Burada
da, 1 çorba, 1 yemek, 2 tatlı, 53 lira tuttu. 1 tatlıyı ben götürdüm.
Midem
yediklerimi 6 saatta zor sindirdi ki 2 saatta bir düzenli acıkan biriyimdir.
Durumun
öncesine ve sonrasına tanık olan insanlara öyküyü anlattığımda, kıssadan
hisseyi göremediler bile.
Kıssadan
hisse şu oysa:
Aklıma O.
Henry’nin şu öyküsü geldi:
Birçok Şükran
Günü’nde, iflas etmiş eski bir dolar milyoneri, hep aynı evsizi doyurur.
Birindeyse ise, kazara onunla karşılaşmadan önce, başka biri daha evsizi
doyurur. Evsiz, ikinci yemeğe de hayır diyemez. 2’si de hastanelik olur: Eski
zengin açlıktan, hep evsiz tokluktan. Hastanenin acilinde, hemşire 2’sine bakar
bakar, bunun nasıl olup da olduğunu bir türlü anlayamaz. Her 2’sini de
tanımaktadır çünkü.
Ya da
fıkra gibi:
Savaşta
ne yaptınız?
Tokluktan
zehirlendim abi.
Ya da Aziz
Nesin öyküsü:
Rıfat
Bey Neden Kaşınıyor?
(30 Ocak 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder