Aslında
soyut da, somut da birer kavramdır, yani birer soyutlamadır, yani birer
soyutluktur.
‘Somut
elma’ diye bir şey yok yani, dokunsanız bile öyle yani, bu agnostizm değil
yani, bu platonik idealizm değil yani, (zamanın ruhusal / zeitgeist) göreli epistemizm yani.
Yazılı
kültürün 5 veya 6 bininci yılında bile, bu gözden kaçan veya gözardı edilen bir
gerçek durumunda.
Kültürel
evrim tarihinde, şöyle bir gözlemsel / gerçeksel durum var:
İdealizmdeki,
dinsellikteki, ruhanilikteki, maneviyattaki, metafiziklikteki soyutluğun şeyselleştiriciliği, Orta
Çağ boyunca ve artı Aydınlanma Dönemi’nin ilk zamanlarındaki ön-geçiş döneminde
bu idealizmle, romantizmle çatışma yüzeyleri ve fay hatları boyunca
şeyselleştirici idi.
Aydınlanma’dan
itibaren getirilen, empoze edilen, dayatılan, bilim kilisesinin dini haline
getirilen pozitivizmdeki, rasyonalizmdeki, gözlemcilikteki, olguculuktaki,
mekanik determinizmdeki, diyalektik materyalizmdeki somutluğun şeyselleştiriciliği, kabaca 1650-1950 arasındaki modern
dönem boyunca şeyselleştirici idi.
1950-2000
arasındaki kabaca bir çan eğrisi boyunca işleyen temel eğitimin ve
okuryazarlığın tüm global nüfusa enjeksiyonu, 2001 momentinde geri tepmişliği kesinleşmiş
olan, yazılı kültürün inkarına ve irrasyoneliteye geri dönüşe dönüşen, kültürel
bir salınım / osilasyon, pozitif bölgedeki sinüs eğrisi yarattı. Yani kabaca,
iniş 1975 gibi başladı: Solun kendini yitirteceği kesinleşirken, onun sonunun
başlangıcında. 1980 neo-liberalizmiyle de kesin kültürel ve psişik, artı kognitif ve informatik bir regresyon ve bir konfüzyon başladı. Bu
süreç, bilginin en yoğun toplandığı entellektüel kesimde çok belirgin yaşandı,
özellikle de artık Dünya’nın 1 numarası olan ABD aydınlarında, diyelim RAND
veya CIA türü kuruluşlarda akillik yapan bilimkurgu yazarlarında.
Bu
çelişkili ama yine de birbirine koşut-aykırı seyreden 1-2 bin yıllık salınıma
ilk kez dikkat ettim. Olağandır: Çünkü, Yeni Orta Çağ’ı çalışmam gerektiğini
ayırsayınca, oturup bir de asıl-eski-tam Orta Çağ’ı çalışırken karşılaştığım
bir paradigma bu.
Aynı
zamanda bunu, 2005-20015 arasında gelecekbilim çalışıp, birinci epistemik turu
tamamlayıp, üzerinde bir de geçmişbilim (tarih) çalışınca yaşadım.
Ancak,
bunu ölümümü yaşamışlıkla, fizik-metafizik arasındaki koyutsal ikilemde de
gözlemiştim.
Yeni
Orta Çağ’ın başlangıcından 1.500, ortasında 1.000, sonundan 500 yıl geçti.
Bunlar, epeyi makro sikluslar. Buna, bir de 1000 tarihli İslam
engizisyonu-rönesansı eşlenikliği / binişikliği ekleniyor. Bu, Afro-Avrasya’nın
1.500 yıllık son makro dönemine bakınca böyle görünüyor açıkça bana. Bu
panorama, Dünya Sistemi’nde böyle ele alınmamış.
Aranot:
Dünya Sistemi, bunu krizler açısından hiç böyle görmemiş. Belki bilmediğim bir
başkası daha olabilir ama okuduğum yazarlar arasında bunu imleyen ilk kişiyim.
Ki zaten bir soru sorulması gerektiğini anlayıp, onu yanıtlanabilir biçimde
sorunca, yanıt ve çözüm zaten kendini denklemledi. Dünya Sistemici’ler soruları
yanlış denklemliyor hep.
Bunun da
nedeni, epistemik odağı ilk kez Orta Çağ’da başlatılan üniversite, kampüs,
ansiklopedi / summa bilgisiyle epistemik yoğunlaşmaları ve kitleden korunmaları
gerekliliğinin tarihteki kaydı ve buna benzer bir tarihsel momentteyiz şu anda
da.
1950-2000
arasında proto-ilk dönemini yaşadığımızı kabul ettiğimiz Bilgi Çağı’nın
2000-2050 arasındaki momentinde bilginin üretimi, ayıklanması, derlenmesi,
kaydı, korunması, aktarımı problematikleri, bizi buralara taşıdı.
Yani
sorun, bilginin yanlış / geçersiz tanımlar üzerinden bazı zihinleri
şeyselleştirici etki yapması sorunsalında yatıyor.
Bunu da,
geçmişte hem soyutluk, hem de somutluk üzerinden yaşamız. Bu, tarihsel bir ayırtsızlık sayılmaz. Zamanların ruhunun göreliliği
momentlerinin farklılığı yalnızca.
Bunda,
anarşist epistemikçi Feyerabend’in, bilim için ‘ne olsa, bilim diye gider’
önermesi de yol açtı diyebiliriz. Çünkü, ‘hayır, epeyi şey bilgi diye gitmez’,
Feyerabend’inki de gitmemiş zaten. Bilgisel özgürlük; epistemik agnostizm demek
değildir. Bilinemezlik, bir kaçış kültüdür (skeptizm, hedonizm, vd ile
birlikte), Antik Yunan’ın çöküş döneminden beridir böyledir ve Antik Çin’de de
Uzakdoğu Asya Metafiziği jargonu üzerinden karşılıkları mevcuttur, taoizm’in
agnostik kullanımları gibi, çünkü onların tarihinin de siklusları kayıtlı.
İlk
üniversitelerin kampüs duvarı’sız olup, sonra da bilgiyi korumak için, kitleyle
entellektüeller arasına (içeridekileri koruyan) bir tımarhane duvarı çekmek
gerekliliğinin ortaya çıktığı moment-durumdaki gibiyiz.
21.
Yüzyıl’da bilgiyi korumak gerekli ama bunun için kütüphaneler yetmiyor.
Elimizde,
Antik Yunan’ın Sokrat-Platon-Aristo çizgisinin ve İskenderiye-Eratosthenes
odağının bilgilerinin yüzyıllarca ve hatta birkaç bin yıl korunması tarihi var.
Bunun için de, İskender’in yıkıcılığı üzerinden Batı-Doğu savaşı gerekti.
Üzerine de, İskender’in pers’lileşmesi.
Bu kez
2000 momentli İslam-Papa üzerinden Doğu-Batı çatışması var. Bilgi bir kez daha
güme gidiyor ve / ama ışık bu kez ne doğudan, ne de batıdan doğacak, onun
yerine bilgi batacak.
Bunu,
bilgi batımının somut şeyselleştirmesi yaptı. Ama arkasından getirilen
yabancılaşmış soyut / agnostik şeyselleştirme, bilgiyi daha da gömecek.
Bunun
bir çözümü olduğu kanısında değiliz. Aynı zaman, yeni bir Hasan Sabbah
çıkmayacağı kanısındayız.
Dolayısıyla
2. Orta Çağ, birebir olarak 1. Orta Çağ gibi olmayacak.
İkisini
karşılaştır-karşıtlaştır örneklerimiz var metinlerimizde.
Nokta. Es.
(4 Ocak 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder