Pazar, Ocak 07, 2018

Soyutluk ve Somutluk: Bilgi Tarihi

Aslında soyut da, somut da birer kavramdır, yani birer soyutlamadır, yani birer soyutluktur.
‘Somut elma’ diye bir şey yok yani, dokunsanız bile öyle yani, bu agnostizm değil yani, bu platonik idealizm değil yani, (zamanın ruhusal / zeitgeist) göreli epistemizm yani.
Yazılı kültürün 5 veya 6 bininci yılında bile, bu gözden kaçan veya gözardı edilen bir gerçek durumunda.
Kültürel evrim tarihinde, şöyle bir gözlemsel / gerçeksel durum var:
İdealizmdeki, dinsellikteki, ruhanilikteki, maneviyattaki, metafiziklikteki soyutluğun şeyselleştiriciliği, Orta Çağ boyunca ve artı Aydınlanma Dönemi’nin ilk zamanlarındaki ön-geçiş döneminde bu idealizmle, romantizmle çatışma yüzeyleri ve fay hatları boyunca şeyselleştirici idi.
Aydınlanma’dan itibaren getirilen, empoze edilen, dayatılan, bilim kilisesinin dini haline getirilen pozitivizmdeki, rasyonalizmdeki, gözlemcilikteki, olguculuktaki, mekanik determinizmdeki, diyalektik materyalizmdeki somutluğun şeyselleştiriciliği, kabaca 1650-1950 arasındaki modern dönem boyunca şeyselleştirici idi.
1950-2000 arasındaki kabaca bir çan eğrisi boyunca işleyen temel eğitimin ve okuryazarlığın tüm global nüfusa enjeksiyonu, 2001 momentinde geri tepmişliği kesinleşmiş olan, yazılı kültürün inkarına ve irrasyoneliteye geri dönüşe dönüşen, kültürel bir salınım / osilasyon, pozitif bölgedeki sinüs eğrisi yarattı. Yani kabaca, iniş 1975 gibi başladı: Solun kendini yitirteceği kesinleşirken, onun sonunun başlangıcında. 1980 neo-liberalizmiyle de kesin kültürel  ve psişik, artı kognitif ve informatik bir regresyon ve bir konfüzyon başladı. Bu süreç, bilginin en yoğun toplandığı entellektüel kesimde çok belirgin yaşandı, özellikle de artık Dünya’nın 1 numarası olan ABD aydınlarında, diyelim RAND veya CIA türü kuruluşlarda akillik yapan bilimkurgu yazarlarında.
Bu çelişkili ama yine de birbirine koşut-aykırı seyreden 1-2 bin yıllık salınıma ilk kez dikkat ettim. Olağandır: Çünkü, Yeni Orta Çağ’ı çalışmam gerektiğini ayırsayınca, oturup bir de asıl-eski-tam Orta Çağ’ı çalışırken karşılaştığım bir paradigma bu.
Aynı zamanda bunu, 2005-20015 arasında gelecekbilim çalışıp, birinci epistemik turu tamamlayıp, üzerinde bir de geçmişbilim (tarih) çalışınca yaşadım.
Ancak, bunu ölümümü yaşamışlıkla, fizik-metafizik arasındaki koyutsal ikilemde de gözlemiştim.
Yeni Orta Çağ’ın başlangıcından 1.500, ortasında 1.000, sonundan 500 yıl geçti. Bunlar, epeyi makro sikluslar. Buna, bir de 1000 tarihli İslam engizisyonu-rönesansı eşlenikliği / binişikliği ekleniyor. Bu, Afro-Avrasya’nın 1.500 yıllık son makro dönemine bakınca böyle görünüyor açıkça bana. Bu panorama, Dünya Sistemi’nde böyle ele alınmamış.
Aranot: Dünya Sistemi, bunu krizler açısından hiç böyle görmemiş. Belki bilmediğim bir başkası daha olabilir ama okuduğum yazarlar arasında bunu imleyen ilk kişiyim. Ki zaten bir soru sorulması gerektiğini anlayıp, onu yanıtlanabilir biçimde sorunca, yanıt ve çözüm zaten kendini denklemledi. Dünya Sistemici’ler soruları yanlış denklemliyor hep.
Bunun da nedeni, epistemik odağı ilk kez Orta Çağ’da başlatılan üniversite, kampüs, ansiklopedi / summa bilgisiyle epistemik yoğunlaşmaları ve kitleden korunmaları gerekliliğinin tarihteki kaydı ve buna benzer bir tarihsel momentteyiz şu anda da.
1950-2000 arasında proto-ilk dönemini yaşadığımızı kabul ettiğimiz Bilgi Çağı’nın 2000-2050 arasındaki momentinde bilginin üretimi, ayıklanması, derlenmesi, kaydı, korunması, aktarımı problematikleri, bizi buralara taşıdı.
Yani sorun, bilginin yanlış / geçersiz tanımlar üzerinden bazı zihinleri şeyselleştirici etki yapması sorunsalında yatıyor.
Bunu da, geçmişte hem soyutluk, hem de somutluk üzerinden yaşamız. Bu, tarihsel bir ayırtsızlık sayılmaz. Zamanların ruhunun göreliliği momentlerinin farklılığı yalnızca.
Bunda, anarşist epistemikçi Feyerabend’in, bilim için ‘ne olsa, bilim diye gider’ önermesi de yol açtı diyebiliriz. Çünkü, ‘hayır, epeyi şey bilgi diye gitmez’, Feyerabend’inki de gitmemiş zaten. Bilgisel özgürlük; epistemik agnostizm demek değildir. Bilinemezlik, bir kaçış kültüdür (skeptizm, hedonizm, vd ile birlikte), Antik Yunan’ın çöküş döneminden beridir böyledir ve Antik Çin’de de Uzakdoğu Asya Metafiziği jargonu üzerinden karşılıkları mevcuttur, taoizm’in agnostik kullanımları gibi, çünkü onların tarihinin de siklusları kayıtlı.
İlk üniversitelerin kampüs duvarı’sız olup, sonra da bilgiyi korumak için, kitleyle entellektüeller arasına (içeridekileri koruyan) bir tımarhane duvarı çekmek gerekliliğinin ortaya çıktığı moment-durumdaki gibiyiz.
21. Yüzyıl’da bilgiyi korumak gerekli ama bunun için kütüphaneler yetmiyor.
Elimizde, Antik Yunan’ın Sokrat-Platon-Aristo çizgisinin ve İskenderiye-Eratosthenes odağının bilgilerinin yüzyıllarca ve hatta birkaç bin yıl korunması tarihi var. Bunun için de, İskender’in yıkıcılığı üzerinden Batı-Doğu savaşı gerekti. Üzerine de, İskender’in pers’lileşmesi.
Bu kez 2000 momentli İslam-Papa üzerinden Doğu-Batı çatışması var. Bilgi bir kez daha güme gidiyor ve / ama ışık bu kez ne doğudan, ne de batıdan doğacak, onun yerine bilgi batacak.
Bunu, bilgi batımının somut şeyselleştirmesi yaptı. Ama arkasından getirilen yabancılaşmış soyut / agnostik şeyselleştirme, bilgiyi daha da gömecek.
Bunun bir çözümü olduğu kanısında değiliz. Aynı zaman, yeni bir Hasan Sabbah çıkmayacağı kanısındayız.
Dolayısıyla 2. Orta Çağ, birebir olarak 1. Orta Çağ gibi olmayacak.
İkisini karşılaştır-karşıtlaştır örneklerimiz var metinlerimizde.
Nokta. Es.

(4 Ocak 2018)

Hiç yorum yok: