Geçtiğim
yerlerde, böyle bir durum gerçekleşiyor.
Bunun
nedenini zihnimde açıkladım ama yazmadığımı ayırsadım.
Diyelim,
kötü olayların 70 yıllık bir yaşamda olma olasılıkları bellidir, bunların zaman
ve mekan dağılımları gibi bilgiler de mevcutlu ve kayıtlıdır ama insanların
gerçeği, bilgiyi, düşünceyi, doğruyu inkarı nedeniyle görülmezler pek.
Vardır
ve görülmezler.
Bakılmazlar
ve görülmezler.
İşte ben,
o güne kadar felaket konusuna hiç yoğunlaşmamış birinin yaşamına girip,
gerçeklerden söz edince, onun mekanında ve zamanında felaket gerçeği
yoğunlaşmaları oluyor.
Asimov’un
Vakıf dizisindeki Hari Seldon’a da, kehanetlerinin onları o düşündüğü için
gerçekleştiği suçlaması yapılıyordu. Bunun gibi bir şey.
İnsanlar
da, yok saydıkları felaketler gerçekleşince, beni sorumlu tutarlar bundan. Onu
önlemek veya yönetmek, hatta ondan kaçmak, akıllarına gelmez.
Max von
Sydow’un oynadığı ‘Bahis’ filminde, şans alan ve veren, bunu da bir diğerine
dokunarak yapan birilerinin öyküleri vardı. Bunun gibi bir şey.
Ben de
bilginin gerçekliğini bulaştırıyorum.
Konuşmalarımla
ve yazdıklarımla…
2001’den
beridir çok yoğun ve çok somut olarak böyle, global olarak böyle…
Hatta
bir ara, lan bu belayı yazmam ben, deyip yazmayıp, o bela gerçekleşince,
çenemin düşmüşlüğü de vardır. Onu yazmasam bile, onu düşünmüşlüğüm yetiyormuş.
Artık
ülke ve küre, belanın tam içinde…
Boğuldu
bile…
İnsanlar,
hala inkardalar…
İnsanlar,
hala benden nefret ediyorlar…
Toplama
kampının içinde, zehirli gaz duşunun kapısında bile, durumuna aymayanlar
gibiler…
Ben, felaket
zembereğinin pimini çekmiyorum, ne zaman birileri
tarafından çekileceğini yazıyorum yalnızca…
Sonra da
oturup, Nasreddin Hoca’nın güğümlerinin, yerden göğe çöküşünü izliyorum…
Seyreyliyorum
gümbürtüyü yani…
Psikopat
mıyım neyim lan?
(9 Ocak 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder