Perşembe, Ocak 18, 2018

Orta Cumhuriyet Dönemi Yazarlarının Neleri Yanlıştı?

Önaçımlama:
Bu metni, 1960 doğumlu bir orta dönem Cumhuriyet aydını, yarı-ümmi büyükebeveynleri 1900 doğumlu, 1. Dünya Savaşı’nda değil ama Kurtuluş Savaşında yer almış, ilkokul eğitimli düzeyindeki ebeveyni 2. Dünya Savaşı görmüş, erken Cumhuriyet döneminin (1940 doğumlu gibi kuşağın) sıradan insanı olan, 24 yıllık lisansüstü eğitimli ama 30 yıllık işportacılıklı bir biyografisi olan, proleter bir entellektüel-yazar olarak yazıyorum. Resmi yaptık, resmin içine kendimizi yerleştirdik, resmi de kendi içimize yerleştirdik yani.
Giriş:
Orta Cumhuriyet deyince, 1923-2013 tarihli 1. Cumhuriyet tarihçesinde, 1960-1983 arasıki dönemi anlıyoruz. Birinci dönem erken Cumhuriyet yazarları, Osmanlı’dan aktarmalı gelmiş idiler. İkinci dönem erken Cumhuriyet yazarları, özellikle 1940 kuşağı, Türkiye’nin ilk tam politik özgürlük mücadelesi veren kuşaktı, ağır ceza gördüler. Üçüncü döneme ait, orta dönem Cumhuriyet yazarları, çileli dönemlerin üzerine gelen / getirilen 1960 ertesindeki göreli özgürlük, sol dalgası, kentleşme, sanayileşme, ama burjuvalaşamama, feodalizmin yarım kırılması gibi süreçler yaşadılar: 1940’lı kuşakla oranlanınca, özgürlüğü bedavaya aldılar, hem de bir askeri darbe sayesinde.
İşte bizim derdimiz ve polemiğimiz bu kuşakla. Bu kuşak hem ceza, hem ödül gören, ödülün cezadan daha zararlı olduğunu açımlayan ilk yazar kuşağı oldu. 1960-1983 arasındaki şöyle böyle politik mücadeleleri, 1983 ertesinde tam bir teslimiyetçiliğe ve hatta işbirlikçiliğe dönüştü. Bitmiş libelarizmin 35 yıl sonrasında bile, önemli bölümü sağ, ünlü ve hala yazıyor durumda bu yazarların.
Bunların ilk dönemi, Füruzan’ın 1947’liler romanıyla simgelediği 1968’liler oldu. Onlar, 5 yıl kadar önce, 1963’lü ve TİP’li olarak da mücadelede adı geçen durumunda idiler.
Çoğu köy kökenli, kıtlık nedir bilen insanlardılar. Onları bolluk bitirdi yani. (Bakınız Schipesi’nin ‘Bolluk’ filmi, Meryl Streep.)
Kırma burjuvalar ise, tam memur zihniyetli idiler. İstiklal Marşı’nda hazırola geçen ruhta, ruhsuz, kahverengi sıkıntılı Ankaralı kadın yazarlar kuşağı, tam bir simgedir bu konuda benim için: Adalet Ağaoğlu, Sevgi Soysal, Nazlı Eray, şu bu.
Aranot: Sevgi Soysal’in kadınsal ve sol mücadele tarzının, Türkiye için kof olduğunu kabul ettim. Ancak aralarındaki en dayanıklı tipti denebilir. Öbürleri kof bile değil, ruh çürüğü idi resmen.
1983 ertesinde gazetecilik, ansiklopedicilik tarzı işlerle sisteme entegre oldular. Nezih Meriç gibi, az ve öz yazmak yerine, nitelik seyreltmesine uğradılar. Erbil; hem nicelik, hem nitelik düşüşüne uğradı ama.
Peki, noldu da, bu insanları sopa yenemezken, havuç nasıl yerlerde süründürdü?
Satın alınmanın, küçük mülkiyetliliğin (Aydın Engin’in Marmara Adası’ndaki evinin), taşralı zihniyetinin (Tanıl Bora gibi örneğin), şuyun buyun, öldürücü olduğuna bir türlü ayamadılar bunlar. Bazıları, ayırsasaydı, özeleştiri yapacak dürüstlüğe sahipti ama. Olmadı.
Baykurt ise, değişik bir izlekten geçti:
Ağasız köyün ağalı köy romanı yazarı iken, köyü, kasabayı, kenti, büyükkenti by-pass geçip, makro G-7’li ülkeli oldu, tersi durumda erken ölmüş olacaktı çünkü.
Ancak, oralardaki çokkültürlülüğe hiç ayamadı, bunu hiç açımlayamadı. Bizce, algılayamadı bile onu.
Yani, kıtlık ertesinde gelen bir biçimde bolluk içinde bulduğu kültürel çevren genişliği, onun dar bakış açısında yitti gitti. Hepsi için böyle bu. Baykurt, bir simge yani.
Solculukları sığdı, bilgileri sığdı. 1983-2018 arasında yaşadıklarından hiçbirşey öğren(e)medi hiçbiri. Ferhan Şensoy, en iyi örnek bu konuda:
Denizcinin tanımındaki gemi direği gibi, Fransa’ya gidip dönüp, Laz kalabildi. Düşünün ki 1968 olayları dönemini Fransa’da yaşamışlıktan söz ediyoruz. Ferhan Abi, şu an darbesever matkap durumunda ama.
Hiçbirinin aklına, ya şu Cumhuriyet’i kurtarabilir miyiz, neyi saklayabiliriz veya kaydedebiliriz acaba?, diye sorular hiç gelmedi. Ölenler, ot gelip sap gidemeden, kayıt da bırakmadan ölüp gittiler.
En az 100 yazardan söz ediyoruz. 1965-1980 arasında yoktan var ettikleri 18 bin yeni sözcükten bahsediyoruz. Ama teslimiyetçiliklerinden de, hatta işbirlikçiliklerinden de söz ediyoruz.
Selim İleri çizgisi belli. Engin Ardıç çizgisi belli. Bunlar, Tahir Alangu’nun kendi eliyle yazar yaptığı kişiler üstelik.
Çıkış:
Bu Cumhuriyet korunabilir miydi, yazarların böyle bir görevi var mıdır, bunlar o Cumhuriyet’i koruyabilirler miydi?
Bunlar da ayrıca yanıtlanması gerekli sorular…

(15 Ocak 2018)

Hiç yorum yok: