Önaçımlama:
Bu
metni, 1960 doğumlu bir orta dönem Cumhuriyet aydını, yarı-ümmi
büyükebeveynleri 1900 doğumlu, 1. Dünya Savaşı’nda değil ama Kurtuluş Savaşında
yer almış, ilkokul eğitimli düzeyindeki ebeveyni 2. Dünya Savaşı görmüş, erken
Cumhuriyet döneminin (1940 doğumlu gibi kuşağın) sıradan insanı olan, 24 yıllık
lisansüstü eğitimli ama 30 yıllık işportacılıklı bir biyografisi olan, proleter
bir entellektüel-yazar olarak yazıyorum. Resmi yaptık, resmin içine kendimizi
yerleştirdik, resmi de kendi içimize yerleştirdik yani.
Giriş:
Orta
Cumhuriyet deyince, 1923-2013 tarihli 1. Cumhuriyet tarihçesinde, 1960-1983
arasıki dönemi anlıyoruz. Birinci dönem erken Cumhuriyet yazarları, Osmanlı’dan
aktarmalı gelmiş idiler. İkinci dönem erken Cumhuriyet yazarları, özellikle
1940 kuşağı, Türkiye’nin ilk tam politik
özgürlük mücadelesi veren kuşaktı, ağır ceza gördüler. Üçüncü döneme ait,
orta dönem Cumhuriyet yazarları, çileli dönemlerin üzerine gelen / getirilen
1960 ertesindeki göreli özgürlük, sol dalgası, kentleşme, sanayileşme, ama
burjuvalaşamama, feodalizmin yarım kırılması gibi süreçler yaşadılar: 1940’lı
kuşakla oranlanınca, özgürlüğü bedavaya aldılar, hem de bir askeri darbe sayesinde.
İşte
bizim derdimiz ve polemiğimiz bu kuşakla. Bu kuşak hem ceza, hem ödül gören, ödülün cezadan daha zararlı olduğunu
açımlayan ilk yazar kuşağı oldu. 1960-1983 arasındaki şöyle böyle politik
mücadeleleri, 1983 ertesinde tam bir teslimiyetçiliğe ve hatta işbirlikçiliğe
dönüştü. Bitmiş libelarizmin 35 yıl sonrasında bile, önemli bölümü sağ, ünlü ve
hala yazıyor durumda bu yazarların.
Bunların
ilk dönemi, Füruzan’ın 1947’liler romanıyla simgelediği 1968’liler oldu. Onlar,
5 yıl kadar önce, 1963’lü ve TİP’li olarak da mücadelede adı geçen durumunda
idiler.
Çoğu köy
kökenli, kıtlık nedir bilen insanlardılar. Onları bolluk bitirdi yani. (Bakınız
Schipesi’nin ‘Bolluk’ filmi, Meryl Streep.)
Kırma
burjuvalar ise, tam memur zihniyetli idiler. İstiklal Marşı’nda hazırola geçen
ruhta, ruhsuz, kahverengi sıkıntılı Ankaralı kadın yazarlar kuşağı, tam bir
simgedir bu konuda benim için: Adalet Ağaoğlu, Sevgi Soysal, Nazlı Eray, şu bu.
Aranot:
Sevgi Soysal’in kadınsal ve sol mücadele tarzının, Türkiye için kof olduğunu kabul ettim. Ancak
aralarındaki en dayanıklı tipti denebilir. Öbürleri kof bile değil, ruh çürüğü idi resmen.
1983
ertesinde gazetecilik, ansiklopedicilik tarzı işlerle sisteme entegre oldular.
Nezih Meriç gibi, az ve öz yazmak yerine, nitelik seyreltmesine uğradılar.
Erbil; hem nicelik, hem nitelik düşüşüne uğradı ama.
Peki,
noldu da, bu insanları sopa yenemezken, havuç nasıl yerlerde süründürdü?
Satın
alınmanın, küçük mülkiyetliliğin (Aydın Engin’in Marmara Adası’ndaki evinin),
taşralı zihniyetinin (Tanıl Bora gibi örneğin), şuyun buyun, öldürücü olduğuna
bir türlü ayamadılar bunlar. Bazıları, ayırsasaydı, özeleştiri yapacak
dürüstlüğe sahipti ama. Olmadı.
Baykurt ise,
değişik bir izlekten geçti:
Ağasız
köyün ağalı köy romanı yazarı iken, köyü, kasabayı, kenti, büyükkenti by-pass
geçip, makro G-7’li ülkeli oldu, tersi durumda erken ölmüş olacaktı çünkü.
Ancak, oralardaki
çokkültürlülüğe hiç ayamadı, bunu hiç açımlayamadı. Bizce, algılayamadı bile
onu.
Yani, kıtlık
ertesinde gelen bir biçimde bolluk içinde bulduğu kültürel çevren genişliği, onun dar bakış açısında yitti gitti.
Hepsi için böyle bu. Baykurt, bir simge yani.
Solculukları
sığdı, bilgileri sığdı. 1983-2018 arasında yaşadıklarından hiçbirşey öğren(e)medi
hiçbiri. Ferhan Şensoy, en iyi örnek bu konuda:
Denizcinin
tanımındaki gemi direği gibi,
Fransa’ya gidip dönüp, Laz kalabildi. Düşünün ki 1968 olayları dönemini
Fransa’da yaşamışlıktan söz ediyoruz. Ferhan Abi, şu an darbesever matkap durumunda ama.
Hiçbirinin
aklına, ya şu Cumhuriyet’i kurtarabilir miyiz, neyi saklayabiliriz veya
kaydedebiliriz acaba?, diye sorular hiç gelmedi. Ölenler, ot gelip sap
gidemeden, kayıt da bırakmadan ölüp gittiler.
En az
100 yazardan söz ediyoruz. 1965-1980 arasında yoktan var ettikleri 18 bin yeni
sözcükten bahsediyoruz. Ama teslimiyetçiliklerinden
de, hatta işbirlikçiliklerinden de söz ediyoruz.
Selim
İleri çizgisi belli. Engin Ardıç çizgisi belli. Bunlar, Tahir Alangu’nun kendi
eliyle yazar yaptığı kişiler üstelik.
Çıkış:
Bu
Cumhuriyet korunabilir miydi, yazarların böyle bir görevi var mıdır, bunlar o
Cumhuriyet’i koruyabilirler miydi?
Bunlar
da ayrıca yanıtlanması gerekli sorular…
(15 Ocak 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder