Birden
kafama şu dank etti:
Cumhuriyet’te
taşralılık konusuna ilk takan Nurettin Topçu, 0. Liberalizm ve Menderes; ikinci
kez takan Tanıl Bora ise, 1. Liberalizm ve Özal dönemi aydınımsısı idiler.
Çünkü:
Her iki
durumda da, taşradan, köyden kente göç vardı. Büyükkentler, özellikle İstanbul,
bu göçler karşısında büyükköyleşti / büyükkasabalaştı, 1946’da başlatılan ilk
gecekonudlaşmadan 72 yıl sonra bile hala böyle.
Cemal
Süreyya’nın nezdinde simgeleyebileceğimiz, kahpe / köhne Bizans kültür odağı düşmanlığı da, bir tür taşralılık ve
taşraseverlik ama orada azınlıkçılık
da var. Oysa asıl taşraseverlik, bildiğimiz ulus-devletçi bir taşraseverlik.
Anlamayacak
bir şey yok.
Kasabadan
indim şehire, şaşırdım birdenbire.
Yusuf
Atılgan için de böyledir bu.
Şerh:
Bizce onda ikirciklilik ve muhalefet şerhi vardır taşralılık karşısında.
Ve ek:
Mehmet Seyda’ın Hasan Sabri için yazdığı güzelleme öyküdeki dişil taşra, muazzam bir simgedir ve
edebiyat tarihçilerimizin gözünden kaçmıştır:
Yarı köy
ağası bir kadın, gözüne hapisteki bir solcu aydın erkeği kestirir ve onu
kafesler. Sonra da erken ölür.
Melodram
değil, tam sınırda durmuş duygusal doz.
İşte o
sınır geçilince ama epeyi geçilince, Topçu’nun Taşralı öyküsünün anafikri /
özduygusu ortaya çıkıyor:
Aney
aney, ben taşralıyım aney aney, alın beni de aranıza aney aney. Aradan 3-5 yıl
geçer. Taşralı kentlilere der ki: S.ktirin gidin lan, buralar benim.
İşte
bunun nedeni, liberal dalgaların kenti
yağmasının taşralılık üzerine izdüşmesidir.
Bunun karşıtı,
çarıklı köylüleri Ankara bulvarlarına sokmayan Cumhuriyet aydını elitizmi değildir. Bunun koşutu, Zazaca yazamayan Cemal Süreyya’dır.
Yani:
Bilader,
ya taşralısın, ya değilsin; öyle hem ondan az buçuk, hem bundan fiske ekleme,
altı kaval üstü Şişhane Tanzimat kafası, 21. Yüzyıl’da jöleli Ali Suavi saçı taşıyan sağ yazar, şu bu olmaz.
Çünkü,
bunun da panzehiri mevcut:
Ağasız
köyün köy romanı yazarı Baykurt, Almanya’ya gider ve büyükkentli değil,
büyükülkeli olur ama o büyükülkenin taşra kentlisi olur: İronilerden ironi
beğen, durumu yani.
Sözü
bağlayacağımız yer belli:
Taşra
demek, sağ ve satılık oylu seçmen deposu
demektir. Taşralı demek, satılık entelejensiya
demektir. Taşralılık, liberalizm
işbirlikçiliği demektir. Kısacası taşralılık, işbirlikçilik demektir.
Sömürge
valisi, manda mal müdürü, Düyun-u Umumiye şeysi, vd, vb yani…
Topçu
gibiler de, örtülü ödenekli dergicilik
ile bir ömür harcamışlardır işte…
Bora
gibiler, de, onu 1980 sonrasında direksiyonu aşırı sağa çeken ama sol görünüşlü
kisvesindeki yayınevlerinde yapmışlardır.
Yani
anlayacağınız hepsi de, devlete
başkaldırınca bile, devletten mutasarrıf maaşı bekleyen ve alan kapıkulu
zihniyetindeki insanlardır.
Tanzimat’ın
180. yılı kutlu ve mutlu olsun efems…
Bu
arada, Osmanlı’nın yanında, 1. Cumhuriyet de sizlere ömür efems…
(18 Ocak 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder