Pazar, Ocak 07, 2018

Fetret Devri Analizleri 3

Fetret Devri’lerinin temel farkı, o dönemlerde iktidar / hegemon boşluğu olması. 1402-1412 Osmanlı’sı için bu, padişah babaları savaşta esir düşen şehzadelerin 10 yıl alan iç savaşıydı.
Bu; Fransa 1795-1805 için (devletin yarattığı) Terör Dönemi, İngiltere 1600’ler için 2 kızkardeşin taht kavgası olagelmiş.
ABD için bu, 1861-1865 İç Savaş’ı ama bu, aynı zamanda ABD’yi emperyalist olmaya vektörleyen bir iç savaş olmuş.
Türkiye’nin 2013-2023 arası için de böyle: Yargı tasfiye, ordu tasfiye, Tüsiad tasfiye (monta ekonomisini Tümsiad da benimsedi, Müsiad da, üstüne asgari ücretin üçte birine Suriyeli çalıştırmakla övünür oldular), medya tasfiye. Entellektüeller hep kendini tasfiye. Kitle ise, sınıf atlayacağım derken, açlığa doğru sınıf düştü, en azından 80 milyonun 20 milyonu için böyle.
Yani, her tür politik grup, konuyla ilgili ayrı ayrı sorumluluk taşıyor.
İngilizce ve tarihte böyle dönemlere ‘interregnum’ deniyor, ara dönem, geçiş dönemi gibi ama bu, restorasyon ve reformasyon değil, daha çok dingildeme dönemi: araba devrilebiliyor da, yalnızca dingildeyebiliyor da.
Tarihin, duruma göre değişin uzunlukta olan, 300-400 yıllık makro siklusları var. 1600-2000 arası, önce 200 yıl iniş, sonra 200 yıl çıkış olarak, 400 yıl olarak yaşandı. Şimdi de 2200’e kadar önce 21. Yüzyıl bocalamaları (11 Eylül 2001’den sonra yokkutuplu / yokhegemonlu bir Dünya’ya geçildi ve bunu tüm düşman ideologlar böyle yazdı), üzerine 22. Yüzyıl asıl makro krizleri (enerji, % 20’den % 30’a göçmenli G-7, su gıda, 2029 gibiki ekonomik kriz (ki bu taa 2050 ertesine bile kayabilir) ertesi global ekonominin yıkımı ve çözülmesi) ile, 200 yıllık bir inişle geçecek gibi şimdiden görünüyor.
Bu, bir yazılı kader değil. Binlerce yıldır tarihte ve kültürde birikmiş zemberek enerjileri. 3.-N. Dünyalılar için bu, beyaz ırktan nefret olarak tezahür etti, çünkü hesapça Batı, 500 yıl boyunca onların herşeyini aldı ama kimsenin aklına beyazlar Amerikalar’a geldiğinde, asıl yerli halkların iç savaş ve salgınla zaten yıkılmış olduğunu söylemek gelmiyor nedense ve artı Afrika’sal köleliği beyazların değil, Müslüman Araplar’ın (ve hatta Romalılar’ın) başlattığını ve kabilelerin birbirinin üyelerini yakalayıp sattıklarını.
Sonuçta; Hitler’ oy verip 50 milyon kişiyi mezara yollan Almanlar da yargılanmadı, 500 bin Müslüman’ı gömen Sırplar da.
ABD ise, 1950’den bu yana 10 milyon sivili mezara yolladı ama yargılanmasını kimse umamıyor henüz.
İşte bu biriken, haklı ve haksız nefret zemberek kendini gerer ve sonra atar gibi, birikip birikip patlıyor, halk isyanları, kargaşa, talan, vd, vb olarak.
Bilinen ilk köle isyanı Spartacus’unki ama 20. Yüzyıl’da bile kölelik vardı hala ve 21. Yüzyıl’da 90 milyon köle ile bu süreç geri döndürüldü. Yamyamlık da hala baki.
Batı, özellikle de AB, kendi yarattığı Aydınlanma Kültürü’nü kendi eliyle terketti ve yıktı. ABD, konuları hiç üzerine alınmadı ve bilim, sanat, düşün sahipsiz kaldı.
İskender Dünya’yı fethetti, İskenderiye Kütüphanesi’ni kurdu ve Sezar / Roma onu yaktı. Şimdi benzer süreçlerin zamanı.
Kitle, aşırı absürd abuksamalar içinde. Entellektüeller ise, 200 yıllık kavramların işlememesini algılamayamıyorlar. İktidar seçkinleri ise, her zaman balyozdan ve kendilerini de, başkalarını da yok etmekten yana.
Birinci Cumhuriyet için de böyle oldu:
Kadınlara verilen özgürlükler, zorunlu okuryazarlık, oy hakkı, şu bu halklarımıza lüks geldi, geri tepti ve topluca yeni bir Fetret Devri’ne girdik.
Yerel / ülkesel ve global Fetret Devri’leri her zaman çakışmıyor. Global açıdan sözünü ettiğimiz gerileme dönemi için Brezilya ve Hindistan’ın eğer çaba gösterirse, yıkım-dışı kalabileceğini hesapladık, böyle düşünen başkaları da var, çünkü en yakın muhtemel global hegemon odaklar onlar: Brezilya, İspanyolca konuşanları ezdiği, mafya devletli bir Portekizce imparatorluğu (ki böyle bir şey tarihte de vardı), Hindistan ise, binlerce yıldır işgale uğrayan olmaktan çıkıp, Pakistan’ı ve Bangladeş’i ilhak, işgal, istila edebilirlikle makro bir imparatorluk kurabilir. Konunun ikinci başlığı, Türk gazeteci Amberin Zaman’ın Bangladeşli babasının kitaplarında izlenebilir.
ABD ve AB ayrı ayrı olarak, kendilerini bir biçimde tasfiye ettiler. AB Brexit ile dağılmaya başladı. ABD ise, kendi evinde vur(ul)arak, sonun ilk başlangıcına girdi.
Burada sorun şu:
Global tarihçe 1945-1980 solun yükselişi ve 1945-2010 ile sağın yükselişi ile sağ-sol karşıtlığını fiilen tasfiye etmiş durumda.
Merkez partiler, kendilerini politik olarak işlevsizleştirdiler. Küçük, yeni, farklı, marjinal partiler ise, doğru hedef belirleyebilmekten çok, faşist sağa kayıp, göçmenlerin kellesi üzerinden siyaset üretir oldular çoktan.
2001-2015 gibi diyelim; hem faşizm, hem de engizisyon yükseldi. Bu türden eşleniklikler, istisnai olarak da olsa, 11. Yüzyıl Ön Asya’sındaki Müslüman rönesansı (İbn-i Sina) ve engizisyonu (Hallac-ı Mansur’un ve Nesimi’nin katli).
Ötüken’den Anadolu’ya avdet eden Türkler de, bunu Nizam-ül-Mülk’ün başkaldırısı, Büyük Selçuklu’nun parçalanışı ve Anadolu’nun fethi ile içiçe yaşadı. Yanısıra, Arafat’ın Filistin’ini hala devlet sayamadığımıza göre, tarihte uzun süreli bir devlet kuran tek terörist aynı dönemde yaşamış  Hasan Sabbah’tır hala.
Nizam-ül-Mülk’ün, Hasan Sabbah’ın ve Ömer Hayyam’ın aynı kurumlarda eğitim aldığı metaforu tarihte hep kullanılır. Doğru veya geçersiz olması önemli değil, aynı koşulların kimleri üretebildiğini gösterme açısından, 21. Yüzyıl için uygun bir metafor bizce hala.
Ne Leyla Halid, ne Çakal Carlos, ne de Unabomber, bir Hasan Sabbah olamadı. IŞİD ve kadrosu da öyle.
Ömer Hayyam da çıkamadı.
Ama Nizam-ül-Mülk’ler çok: Trump’ın sonsuz sayıdaki ikinci adamları örneğin.
Türkiye ise, 1. Cumhuriyet’in bilimini, düşününü, sanatını yadsıdı ve gömdü. 2000 öncesinde çok okunan yazarlarla, sonrasında çok okunan yazarların kümelerinin arakesiti boş küme gibi örneğin.
Türkler, 650’den yana böyle ama. Osmanlı’da bir numara yok. Dünya imparatorluğu sayılan Roma’da öyle: Onlara özgü bir hukuk sayılan Roma Hukuku’nu bile, onları yıkan barbarlar kitaba geçirmiş, bir de onların yıkmaya çabaladığı ve sonradan görme Katolikler’in kafir saydığı Ortodoks Bizans.
İşte bu yapay ikilemeler / ikilemler / dilemmalar, Papa-Bizans için, Latince-Yunanca olarak tezahür etmiş. Her ikisi de, o dilleri benimsediklerinde, o diller ölü dillerdi. 11. Yüzyıl Ön Asya Arapça’sı ile, özgün Kuran Arapça’sının hiç alakası yok birbirleriyle.
Biz de, hiç yoktan 100 bin sözcük icat edip, yeni bir Türkçe kurduk ve sonra şimdi de onu gömmeye çabalıyoruz. 1930’lardaki ve 1960’lardaki yazarların sözcük üretme furyası, 1990’larda sıfırlandı ve hatta eksilendi, Türkçe Sözlük’ün hacmini yeni TDK küçülttü bir ara.
Tanzimat’tan bu yana batılılaşamadık. Ne (ırk, dil, din,vd) olarak özgün Türkler’iz, ne de özgün Müslüman’ız.
Bizce asıl Fetret, işte budur…
1.350 yıldır doğudan batıya geliyoruz ama ne Doğu’yu, ne de Batı’yı seçemedik ve La Fontaine fablındaki taraf seçemeyen yarasa gibi, tabuta çivilenmek gibi bir kaderimiz olabilir.
O olmazsa, zaten kendi çapımızda emperyalist olduk bile. 1974 Kıbrıs Savaşı’ndan beridir de bu böyle…
Ancak, ABD bile savaş ekonomisi ile yola devam edemiyor, TC bunu hiç yapamaz.
İşte o nedenle, ne savaş, ne barış olan, 3. Dünya Savaşçıkları var.
İşte o nedenle Fetret ve ‘interregnum’ var…
Asıl soru şu:
Asimov’un Vakıf dizisinde olduğu gibi, o karanlık dönemi psiko-tarih veya başka bir bilgi disiplini ile kısaltmak mümkün mü?
Gelecekbilimci anlayışımız, sıfır müdahale üzerine kurulu:
Yani, bırakınız budalalar gemisi batsın ve tayfa boğulsun…
Bunun gayet anti-hümanist bir tavır olduğunu biliyoruz ve anti-hümanist olduğumuzu da her zaman yazmışızdır.

(6 Ocak 2018)

Hiç yorum yok: