Fetret
Devri’lerinin temel farkı, o dönemlerde iktidar / hegemon boşluğu olması.
1402-1412 Osmanlı’sı için bu, padişah babaları savaşta esir düşen şehzadelerin
10 yıl alan iç savaşıydı.
Bu;
Fransa 1795-1805 için (devletin yarattığı) Terör Dönemi, İngiltere 1600’ler
için 2 kızkardeşin taht kavgası olagelmiş.
ABD için
bu, 1861-1865 İç Savaş’ı ama bu, aynı zamanda ABD’yi emperyalist olmaya
vektörleyen bir iç savaş olmuş.
Türkiye’nin
2013-2023 arası için de böyle: Yargı tasfiye, ordu tasfiye, Tüsiad tasfiye
(monta ekonomisini Tümsiad da benimsedi, Müsiad da, üstüne asgari ücretin üçte
birine Suriyeli çalıştırmakla övünür oldular), medya tasfiye. Entellektüeller
hep kendini tasfiye. Kitle ise, sınıf atlayacağım derken, açlığa doğru sınıf
düştü, en azından 80 milyonun 20 milyonu için böyle.
Yani,
her tür politik grup, konuyla ilgili
ayrı ayrı sorumluluk taşıyor.
İngilizce
ve tarihte böyle dönemlere ‘interregnum’ deniyor, ara dönem, geçiş dönemi gibi
ama bu, restorasyon ve reformasyon değil, daha çok dingildeme dönemi: araba devrilebiliyor da, yalnızca
dingildeyebiliyor da.
Tarihin,
duruma göre değişin uzunlukta olan, 300-400 yıllık makro siklusları var.
1600-2000 arası, önce 200 yıl iniş, sonra 200 yıl çıkış olarak, 400 yıl olarak
yaşandı. Şimdi de 2200’e kadar önce 21. Yüzyıl bocalamaları (11 Eylül 2001’den
sonra yokkutuplu / yokhegemonlu bir Dünya’ya geçildi ve bunu tüm düşman
ideologlar böyle yazdı), üzerine 22. Yüzyıl asıl makro krizleri (enerji, %
20’den % 30’a göçmenli G-7, su gıda, 2029 gibiki ekonomik kriz (ki bu taa 2050
ertesine bile kayabilir) ertesi global ekonominin yıkımı ve çözülmesi) ile, 200
yıllık bir inişle geçecek gibi şimdiden görünüyor.
Bu, bir
yazılı kader değil. Binlerce yıldır tarihte ve kültürde birikmiş zemberek enerjileri. 3.-N. Dünyalılar
için bu, beyaz ırktan nefret olarak tezahür etti, çünkü hesapça Batı, 500 yıl boyunca
onların herşeyini aldı ama kimsenin aklına beyazlar Amerikalar’a geldiğinde,
asıl yerli halkların iç savaş ve salgınla zaten yıkılmış olduğunu söylemek
gelmiyor nedense ve artı Afrika’sal köleliği beyazların değil, Müslüman
Araplar’ın (ve hatta Romalılar’ın) başlattığını ve kabilelerin birbirinin
üyelerini yakalayıp sattıklarını.
Sonuçta;
Hitler’ oy verip 50 milyon kişiyi mezara yollan Almanlar da yargılanmadı, 500
bin Müslüman’ı gömen Sırplar da.
ABD ise,
1950’den bu yana 10 milyon sivili mezara yolladı ama yargılanmasını kimse
umamıyor henüz.
İşte bu
biriken, haklı ve haksız nefret zemberek kendini gerer ve sonra atar gibi, birikip birikip patlıyor, halk
isyanları, kargaşa, talan, vd, vb olarak.
Bilinen
ilk köle isyanı Spartacus’unki ama 20. Yüzyıl’da bile kölelik vardı hala ve 21.
Yüzyıl’da 90 milyon köle ile bu süreç geri döndürüldü. Yamyamlık da hala baki.
Batı,
özellikle de AB, kendi yarattığı Aydınlanma Kültürü’nü kendi eliyle terketti ve
yıktı. ABD, konuları hiç üzerine alınmadı ve bilim, sanat, düşün sahipsiz
kaldı.
İskender
Dünya’yı fethetti, İskenderiye Kütüphanesi’ni kurdu ve Sezar / Roma onu yaktı.
Şimdi benzer süreçlerin zamanı.
Kitle,
aşırı absürd abuksamalar içinde. Entellektüeller ise, 200 yıllık kavramların
işlememesini algılamayamıyorlar. İktidar seçkinleri ise, her zaman balyozdan ve
kendilerini de, başkalarını da yok etmekten yana.
Birinci
Cumhuriyet için de böyle oldu:
Kadınlara
verilen özgürlükler, zorunlu okuryazarlık, oy hakkı, şu bu halklarımıza lüks
geldi, geri tepti ve topluca yeni bir Fetret Devri’ne girdik.
Yerel /
ülkesel ve global Fetret Devri’leri her zaman çakışmıyor. Global açıdan sözünü
ettiğimiz gerileme dönemi için Brezilya ve Hindistan’ın eğer çaba gösterirse,
yıkım-dışı kalabileceğini hesapladık, böyle düşünen başkaları da var, çünkü en
yakın muhtemel global hegemon odaklar onlar: Brezilya, İspanyolca konuşanları
ezdiği, mafya devletli bir Portekizce imparatorluğu (ki böyle bir şey tarihte
de vardı), Hindistan ise, binlerce yıldır işgale uğrayan olmaktan çıkıp,
Pakistan’ı ve Bangladeş’i ilhak, işgal, istila edebilirlikle makro bir
imparatorluk kurabilir. Konunun ikinci başlığı, Türk gazeteci Amberin Zaman’ın
Bangladeşli babasının kitaplarında izlenebilir.
ABD ve
AB ayrı ayrı olarak, kendilerini bir biçimde tasfiye ettiler. AB Brexit ile
dağılmaya başladı. ABD ise, kendi evinde vur(ul)arak, sonun ilk başlangıcına
girdi.
Burada
sorun şu:
Global
tarihçe 1945-1980 solun yükselişi ve 1945-2010 ile sağın yükselişi ile sağ-sol
karşıtlığını fiilen tasfiye etmiş durumda.
Merkez
partiler, kendilerini politik olarak işlevsizleştirdiler. Küçük, yeni, farklı,
marjinal partiler ise, doğru hedef belirleyebilmekten çok, faşist sağa kayıp,
göçmenlerin kellesi üzerinden siyaset üretir oldular çoktan.
2001-2015
gibi diyelim; hem faşizm, hem de engizisyon yükseldi. Bu türden eşleniklikler,
istisnai olarak da olsa, 11. Yüzyıl Ön Asya’sındaki Müslüman rönesansı (İbn-i
Sina) ve engizisyonu (Hallac-ı Mansur’un ve Nesimi’nin katli).
Ötüken’den
Anadolu’ya avdet eden Türkler de, bunu Nizam-ül-Mülk’ün başkaldırısı, Büyük
Selçuklu’nun parçalanışı ve Anadolu’nun fethi ile içiçe yaşadı. Yanısıra,
Arafat’ın Filistin’ini hala devlet sayamadığımıza göre, tarihte uzun süreli bir
devlet kuran tek terörist aynı dönemde yaşamış Hasan Sabbah’tır hala.
Nizam-ül-Mülk’ün,
Hasan Sabbah’ın ve Ömer Hayyam’ın aynı kurumlarda eğitim aldığı metaforu
tarihte hep kullanılır. Doğru veya geçersiz olması önemli değil, aynı
koşulların kimleri üretebildiğini gösterme açısından, 21. Yüzyıl için uygun bir
metafor bizce hala.
Ne Leyla
Halid, ne Çakal Carlos, ne de Unabomber, bir Hasan Sabbah olamadı. IŞİD ve
kadrosu da öyle.
Ömer Hayyam
da çıkamadı.
Ama
Nizam-ül-Mülk’ler çok: Trump’ın sonsuz sayıdaki ikinci adamları örneğin.
Türkiye
ise, 1. Cumhuriyet’in bilimini, düşününü, sanatını yadsıdı ve gömdü. 2000
öncesinde çok okunan yazarlarla, sonrasında çok okunan yazarların kümelerinin
arakesiti boş küme gibi örneğin.
Türkler,
650’den yana böyle ama. Osmanlı’da bir numara yok. Dünya imparatorluğu sayılan
Roma’da öyle: Onlara özgü bir hukuk sayılan Roma Hukuku’nu bile, onları yıkan
barbarlar kitaba geçirmiş, bir de onların yıkmaya çabaladığı ve sonradan görme
Katolikler’in kafir saydığı Ortodoks Bizans.
İşte bu
yapay ikilemeler / ikilemler / dilemmalar, Papa-Bizans için, Latince-Yunanca
olarak tezahür etmiş. Her ikisi de, o dilleri benimsediklerinde, o diller ölü
dillerdi. 11. Yüzyıl Ön Asya Arapça’sı ile, özgün Kuran Arapça’sının hiç
alakası yok birbirleriyle.
Biz de,
hiç yoktan 100 bin sözcük icat edip, yeni bir Türkçe kurduk ve sonra şimdi de
onu gömmeye çabalıyoruz. 1930’lardaki ve 1960’lardaki yazarların sözcük üretme
furyası, 1990’larda sıfırlandı ve hatta eksilendi, Türkçe Sözlük’ün hacmini
yeni TDK küçülttü bir ara.
Tanzimat’tan
bu yana batılılaşamadık. Ne (ırk, dil, din,vd) olarak özgün Türkler’iz, ne de
özgün Müslüman’ız.
Bizce
asıl Fetret, işte budur…
1.350
yıldır doğudan batıya geliyoruz ama ne Doğu’yu, ne de Batı’yı seçemedik ve La
Fontaine fablındaki taraf seçemeyen yarasa gibi, tabuta çivilenmek gibi bir
kaderimiz olabilir.
O
olmazsa, zaten kendi çapımızda emperyalist olduk bile. 1974 Kıbrıs Savaşı’ndan
beridir de bu böyle…
Ancak,
ABD bile savaş ekonomisi ile yola devam edemiyor, TC bunu hiç yapamaz.
İşte o nedenle,
ne savaş, ne barış olan, 3. Dünya Savaşçıkları var.
İşte o
nedenle Fetret ve ‘interregnum’ var…
Asıl
soru şu:
Asimov’un
Vakıf dizisinde olduğu gibi, o karanlık dönemi psiko-tarih veya başka bir bilgi
disiplini ile kısaltmak mümkün mü?
Gelecekbilimci anlayışımız, sıfır müdahale üzerine kurulu:
Yani, bırakınız budalalar gemisi batsın ve
tayfa boğulsun…
Bunun
gayet anti-hümanist bir tavır olduğunu biliyoruz ve anti-hümanist olduğumuzu da
her zaman yazmışızdır.
(6 Ocak 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder