Çarşamba, Ocak 24, 2018

Metin Yeğin Negasyonu: Ursula K. Le Guin ve Mülksüzler Ütopya mı, Distopya mı?

Bir insanın beyin işleme düzeyi ancak bu kadar düşebilir, ancak bu kadar mental / kültürel regresyon / konfüzyon yaşayabilir.
Yeğin’den söz ediyoruz.
Şöyle bir laf etmiş:
“İnsanların bir evlerinin olması, mülkiyet değil, barınma hakkıdır, ancak fazlası mülkiyet olur.”
Ev bir mülktür, ya kiradır, ya da sahipliktir.
İnsanlar, sokakta yatsalar da, bir yerlerde barınırlar; barındığı koşullar, onu öldürebilir ya da yaşatabilir, o ayrı konu.
Evin fazlası ne, azı ne?
Ev ne?
Kaç oda, kaç salon, kaç salomanje? Kaç tuvalet-banyo, kaç yatak odası?
Kaç metrekare, hangi semtte? Hangi kentte, kasabada, köyde?
Bunun optimumu, ergonomiği hangisidir, nasıl saptanır, kim saptar?
Yeğin, bunlara değinmeden sallamış.
Ancak Le Guin de, sıkı sallamıştı zamanında.
Anarres, bir ev idi. Anca,k işgal edilen bir ev-gezegen idi. Bildiğimiz koloni yani. (Bu arada Anarres, bir ay değildir, ikiz gezegendir.)
Anarresli Shevek, Mülksüzler’in sonunda daima eve dönüyordu ve Le Guin bununla yetinmeyip, bu başlık altında ayrıca bir roman daha yazdı.
Daima eve dönüş anafikri, Mülksüzler’de 7-1-8-2-9-3-10-4-11-5-12-6-13 gibi olan bir iç zaman sıralaması ile veriliyordu. Roman, evden ayrılma ile başlayıp, eve dönme ile bitiyordu böylelikle.
Ev, tabii ki bir mülktür.
Barınma olsa da, olmasa da bir mülktür. İnsanlar, bir evsahibi olmak için, onyıllarını verirler, köpek gibi çalışırlar, (Türkiye 1980-2010’da) % 15’i evsahibi olur ve sağlığını yitirir. Yeni düzende kira, 10 yılda 1 bir ev parası götürür.
Yeğin’in sonrası, bilek kalınlığında ve üç bukleli etmik:
“Brezilya’da MST-Topraksızlar Hareketi’nin kendi çocuklarıyla kendi evlerinde yaşadıklar şey ütopya iken, K. Le Guin’in Ay’daki mülksüz öyküsü distopyadır.”
Kolektif olarak toprağı işliyorlardı. Bütün kararlarını toplanarak kendileri alıyordu. Karar verme haklarını ceketlere ve kravatlara devretmiyorlardı. Herkes 8 saat çalışıyor, eşit ücret alıyordu. Geri kalan geliri zaten ne yapacaklarına, -dedim ya- onlar karar veriyordu. Kadınlar 4 saat, yani yarı yarıya çalışıp aynı ücreti alıyordu. Kadının evdeki yükünü kaldıramadık ama en azından eşitsizliği azaltıyoruz, diyorlardı. Kendi okulları vardı, bütün çocukların derslerle ilgili her şeyde söz ve karar hakkının olduğu ve farklı yaşlarda çocukların bir arada olduğu. Tabii ki ‘bankacı eğitimi biçimi’ değil, yani sadece sözlerden ibaret olmayan bir eğitimdi. ‘Teori ve pratik’ içiçeydi. Kendi ilaç tarlaları vardı. ‘Senin yetiştirdiğin bitki seni iyileştirmek ister’ diyorlardı. Brezilya Topraksızlar hareketi-MST’nin Rio Grande Sul’daki komünlerinden biriydi.”
Adamın ütopyası bu. Bu konu, Tolstoy’dan bu yana, tüm anarşist sayılanların ilkel komünal topluma (yani anasının damına) geri dönüşü, ideal toplum düzeni diye yutturması, ham hum şarulop illüzyonistliğinin bir parçası.
Anarşizm ve komünizm 1840-1845 gibi, kafa kafaya yarışa başladı (Engels ve Stirner tanışırmış). Komünizm / reel sosyalizm / marksizm; tam 4 kez, 1848’de, 1871’de, 1920’de, 1935’te anarşizme ihanet etti, onu arkadan vurdu. Yeğin, anarşist tarafta değil, reel sosyalist tarafta. Onlar sürü cemaati oldukları için, kalabalıklar içinde asal yalnız bir birey olmayı, yüzyıllardır kavrayamadılar. Kendi kafalarındakini okuyup, anarşizmi böyle abuk sabuk şeyler sanıyorlar.
Uygarlık demek; kent, savaş, yazı, mülk, bilim, sanat düşün, şu bu demek. İlkel komünal toplum, bunların antitezi demek. Anarşizm ise, öyle demek değil.
Bir bütünü, parçalarının bir bölümünü beğenip, diğerlerini beğenmeyerek ayıklamayamazsın. Ya bu durumuyla uygarlık, ya şu andaki durumuyla barbarlık. Yeğin, ihanetle karşı tarafa geçip, barbarlara hizmet eden bir eski uygar gibi: Lümpenlerin istilası onu orgazm etmiş.
Kendisi yazısız toplumda yaşayabilir, insanlığa bunu dayattığı an bu, antropomorfik faşizm olur, olmuş da.
İnsanöncesi tarihöncesi 45 bin, insan-tarih 5 bin yıllık. Halkların % 95’i devletsiz, % 90-95’i yazısız, % 50’si kentsiz hala. Devletin 5 bininci, yazının 6 bininci, kentin 10 bininci yılında böyle.
Anarres / Mülksüzler, bu problematiğin yanıtını, uygarlık için bir alt sınır koyarak çözdüğünü sanır. Yeğin, onu da dağıtıyor.
Romandaki zaman sıralamasını ayırsamayan ve o romanı okumuş onlarca kişi gördüm. Le Guin de neyi ima ettiğine yaşam boyu aymadı, tıpkı Kafka’nın Ceza Sömürgesi ve Açlık Şampiyonu ile toplama kamplarını öngördüğüne hiç ayamaması gibi.
Asgardia, ilk uzay devleti olarak 2016’da kuruldu ve bir ütopyayı, çok değil 3 ayda distopya kıldı. Bir Asgardia vatandaşı olarak, bunun eleştirisini ve özeleştirisini yaptığımda, binlerce kişiden bunu anlayan olmadı hiç.
Yeğin de, o Brezilya ütopyasının bir disütopya olduğunu kavrayamayacak bir beyne sahip.
İşte bu nedenlerle, bu insanlarla, ütopyalar distopya oluyor. Bu Marx ile marksizm disütopya oldu. Bu Stalin ile reel sosyalizm uç-uç distopya oldu. Bu le Guin de, anarşizmi ıskaladı ama o o kadar distopya yaratmadı, kadın konusu hariç. Onun distopyası, matriyarkal faşizmidir.
Onun panzehiri, Ghost in the Shell’de enginleşen dişi robokop Motoko, Hiçi Buluşması’nda enginleşen Hiçi dişi olmakta: Bu 2 kurmacayı da birer erkek tasarladı. Oysa bir kadın kurmacacı olarak Le Guin, ne kadın kuramcı Odo’yu aşkınlaştırabildi, ne de onun izlekçisi erkek edimci Shevek’i. Shevek’in eşi dişi Takver ise, Breaking Bad’deki eş gibi biri, savaş yolunda erkeğin hep ayağına ayağına dolanıyor.
Yeğin’in panzehirine ise gerek yok, zehri yutmayın yeter. Ham hum şarulop’u yutmayın yani.
Çok şükür ki tarihte, birbirinin tezi-antitezi olarak hem de, Arendt-Goldmann var, onlara triyalektik trilemma dikme Luxemburg var.
Le Guin, ne yaşamıyla, ne de eseriyle, ütopya veya disütopya şeyttiremedi. Ama onlar, hem eserleriyle, hem de yaşamlarıyla onlarca eksodus üretti. Biz hala onları izleyebiliyoruz.
Biz Homo Posterus aday adayları da, oradan yürüyüp geleceğe gidiyoruz.
Ne ütopyaya, ne de distopyaya gereksinimimiz yok, çünkü biz insan-değil’iz.
Ev-gezegeneninizde antropomorfik orjinize devam edin, 50 bin yıldır yaptığınız gibi…
Biz çoktan gittik, ayrıldık, koptuk, çözüldük…
Ma olduk…
Dipnot: Ma da, (butocu / modern dansçı) Japon erkeklerin tasarımıdır, kadınların değil. O nedenle kadınlar, erkek düzeninin gönüllü-kul işbirlikçileridirler, tıpkı Le Guin’in entellektüel muktedir kocası ve babası aracılığıyla yaşadığı gibi.

(25 Ocak 2018)

Hiç yorum yok: