Bir
insanın beyin işleme düzeyi ancak bu kadar düşebilir, ancak bu kadar mental / kültürel regresyon / konfüzyon
yaşayabilir.
Yeğin’den
söz ediyoruz.
Şöyle
bir laf etmiş:
“İnsanların
bir evlerinin olması, mülkiyet değil, barınma hakkıdır, ancak fazlası mülkiyet
olur.”
https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/01/25/ursula-k-le-guinin-ardindan-mulksuzler-utopya-mi/
Ev bir
mülktür, ya kiradır, ya da sahipliktir.
İnsanlar,
sokakta yatsalar da, bir yerlerde barınırlar; barındığı koşullar, onu
öldürebilir ya da yaşatabilir, o ayrı konu.
Evin
fazlası ne, azı ne?
Ev ne?
Kaç oda,
kaç salon, kaç salomanje? Kaç tuvalet-banyo, kaç yatak odası?
Kaç
metrekare, hangi semtte? Hangi kentte, kasabada, köyde?
Bunun
optimumu, ergonomiği hangisidir, nasıl saptanır, kim saptar?
Yeğin,
bunlara değinmeden sallamış.
Ancak Le
Guin de, sıkı sallamıştı zamanında.
Anarres,
bir ev idi. Anca,k işgal edilen bir
ev-gezegen idi. Bildiğimiz koloni
yani. (Bu arada Anarres, bir ay değildir, ikiz gezegendir.)
Anarresli
Shevek, Mülksüzler’in sonunda daima eve dönüyordu ve Le Guin bununla
yetinmeyip, bu başlık altında ayrıca bir roman daha yazdı.
Daima eve dönüş anafikri, Mülksüzler’de
7-1-8-2-9-3-10-4-11-5-12-6-13 gibi olan bir iç zaman sıralaması ile veriliyordu. Roman, evden ayrılma ile başlayıp, eve
dönme ile bitiyordu böylelikle.
Ev,
tabii ki bir mülktür.
Barınma
olsa da, olmasa da bir mülktür. İnsanlar, bir evsahibi olmak için, onyıllarını
verirler, köpek gibi çalışırlar, (Türkiye 1980-2010’da) % 15’i evsahibi olur ve
sağlığını yitirir. Yeni düzende kira, 10 yılda 1 bir ev parası götürür.
Yeğin’in
sonrası, bilek kalınlığında ve üç bukleli etmik:
“Brezilya’da
MST-Topraksızlar Hareketi’nin kendi çocuklarıyla kendi evlerinde yaşadıklar şey
ütopya iken, K. Le Guin’in Ay’daki mülksüz öyküsü distopyadır.”
Kolektif
olarak toprağı işliyorlardı. Bütün kararlarını toplanarak kendileri alıyordu.
Karar verme haklarını ceketlere ve kravatlara devretmiyorlardı. Herkes 8 saat
çalışıyor, eşit ücret alıyordu. Geri kalan geliri zaten ne yapacaklarına,
-dedim ya- onlar karar veriyordu. Kadınlar 4 saat, yani yarı yarıya çalışıp
aynı ücreti alıyordu. Kadının evdeki yükünü kaldıramadık ama en azından
eşitsizliği azaltıyoruz, diyorlardı. Kendi okulları vardı, bütün çocukların
derslerle ilgili her şeyde söz ve karar hakkının olduğu ve farklı yaşlarda
çocukların bir arada olduğu. Tabii ki ‘bankacı eğitimi biçimi’ değil, yani sadece
sözlerden ibaret olmayan bir eğitimdi. ‘Teori ve pratik’ içiçeydi. Kendi ilaç
tarlaları vardı. ‘Senin yetiştirdiğin bitki seni iyileştirmek ister’
diyorlardı. Brezilya Topraksızlar hareketi-MST’nin Rio Grande Sul’daki
komünlerinden biriydi.”
Adamın
ütopyası bu. Bu konu, Tolstoy’dan bu yana, tüm anarşist sayılanların ilkel komünal topluma (yani anasının
damına) geri dönüşü, ideal toplum düzeni diye yutturması, ham hum şarulop
illüzyonistliğinin bir parçası.
Anarşizm
ve komünizm 1840-1845 gibi, kafa kafaya yarışa başladı (Engels ve Stirner
tanışırmış). Komünizm / reel sosyalizm / marksizm; tam 4 kez, 1848’de, 1871’de,
1920’de, 1935’te anarşizme ihanet etti, onu arkadan vurdu. Yeğin, anarşist tarafta
değil, reel sosyalist tarafta. Onlar sürü cemaati oldukları için, kalabalıklar içinde asal yalnız bir birey
olmayı, yüzyıllardır kavrayamadılar. Kendi kafalarındakini okuyup, anarşizmi
böyle abuk sabuk şeyler sanıyorlar.
Uygarlık
demek; kent, savaş, yazı, mülk, bilim, sanat düşün, şu bu demek. İlkel komünal
toplum, bunların antitezi demek. Anarşizm ise, öyle demek değil.
Bir
bütünü, parçalarının bir bölümünü beğenip, diğerlerini beğenmeyerek ayıklamayamazsın.
Ya bu durumuyla uygarlık, ya şu andaki durumuyla barbarlık. Yeğin, ihanetle
karşı tarafa geçip, barbarlara hizmet eden bir eski uygar gibi: Lümpenlerin istilası onu orgazm etmiş.
Kendisi yazısız toplumda yaşayabilir, insanlığa
bunu dayattığı an bu, antropomorfik
faşizm olur, olmuş da.
İnsanöncesi
tarihöncesi 45 bin, insan-tarih 5 bin yıllık. Halkların % 95’i devletsiz, %
90-95’i yazısız, % 50’si kentsiz hala. Devletin 5 bininci, yazının 6 bininci,
kentin 10 bininci yılında böyle.
Anarres
/ Mülksüzler, bu problematiğin yanıtını, uygarlık için bir alt sınır koyarak
çözdüğünü sanır. Yeğin, onu da dağıtıyor.
Romandaki
zaman sıralamasını ayırsamayan ve o romanı okumuş onlarca kişi gördüm. Le Guin
de neyi ima ettiğine yaşam boyu aymadı, tıpkı Kafka’nın Ceza Sömürgesi ve Açlık
Şampiyonu ile toplama kamplarını öngördüğüne hiç ayamaması gibi.
Asgardia,
ilk uzay devleti olarak 2016’da kuruldu ve bir ütopyayı, çok değil 3 ayda
distopya kıldı. Bir Asgardia vatandaşı olarak, bunun eleştirisini ve
özeleştirisini yaptığımda, binlerce kişiden bunu anlayan olmadı hiç.
Yeğin
de, o Brezilya ütopyasının bir disütopya olduğunu kavrayamayacak bir beyne
sahip.
İşte bu nedenlerle,
bu insanlarla, ütopyalar distopya oluyor. Bu Marx ile marksizm disütopya oldu.
Bu Stalin ile reel sosyalizm uç-uç distopya oldu. Bu le Guin de, anarşizmi
ıskaladı ama o o kadar distopya yaratmadı, kadın konusu hariç. Onun distopyası,
matriyarkal faşizmidir.
Onun panzehiri,
Ghost in the Shell’de enginleşen dişi robokop Motoko, Hiçi Buluşması’nda
enginleşen Hiçi dişi olmakta: Bu 2 kurmacayı da birer erkek tasarladı. Oysa bir
kadın kurmacacı olarak Le Guin, ne kadın kuramcı Odo’yu aşkınlaştırabildi, ne
de onun izlekçisi erkek edimci Shevek’i. Shevek’in eşi dişi Takver ise,
Breaking Bad’deki eş gibi biri, savaş yolunda erkeğin hep ayağına ayağına dolanıyor.
Yeğin’in
panzehirine ise gerek yok, zehri yutmayın yeter. Ham hum şarulop’u yutmayın
yani.
Çok şükür
ki tarihte, birbirinin tezi-antitezi olarak hem de, Arendt-Goldmann var, onlara
triyalektik trilemma dikme Luxemburg var.
Le Guin,
ne yaşamıyla, ne de eseriyle, ütopya veya disütopya şeyttiremedi. Ama onlar,
hem eserleriyle, hem de yaşamlarıyla onlarca eksodus üretti. Biz hala onları
izleyebiliyoruz.
Biz Homo
Posterus aday adayları da, oradan yürüyüp geleceğe gidiyoruz.
Ne
ütopyaya, ne de distopyaya gereksinimimiz yok, çünkü biz insan-değil’iz.
Ev-gezegeneninizde antropomorfik orjinize devam edin, 50 bin yıldır yaptığınız gibi…
Biz
çoktan gittik, ayrıldık, koptuk, çözüldük…
Ma olduk…
Dipnot:
Ma da, (butocu / modern dansçı) Japon erkeklerin tasarımıdır, kadınların değil.
O nedenle kadınlar, erkek düzeninin gönüllü-kul
işbirlikçileridirler, tıpkı Le Guin’in entellektüel muktedir kocası ve
babası aracılığıyla yaşadığı gibi.
(25 Ocak 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder