11 Eylül
2001’in yarattığı ve yaratacağı hegemonik vakumun uluslararası neden olarak,
1983’ten beridir var olduğunu kabul ettiğimiz İç Savaş’ın ulusal neden olarak,
TC’nin emperyalist olmasına katkısı, itkisi, vd’si olacağını 17 yıldır
yazagelmişiz. TC’ye bu konudaki en büyük destek, kulağı tersten gösterme
yoluyla, ülkenin çevresindeki tüm devletlerin onları parçalanmaya sürükleyecek
iktisadi askeri veya siyasi dertlerle cebelleşmesinden geldi, TC’nin iç-kendi
başarısından değil. Genel panoramamız budur.
Aydın
Selcen gibiler varken, bu iç-kendi başarısı da pek mümkün olamazdı zaten. Bu
adam ve bunun gibileri, neyi nasıl öğreniyorlar merak ediyorum ama doğruları
söylerken kendi dediğinin tersini kanıtlama / açımlama bile gösterebiliyorlar
ve buna pek dikkat etmiyorlar herhalde. Çünkü biz, en az 10 ana Secel tezinin
feci geçersiz ve savının tersini getiren önermeler olduğunu açımladık negasyon
metinlerimizle.
Şimdi de
şu önermeyi buyurmuş kendisi:
“ABD ile
vize krizi tam da RF’den S-400’ler alınıyorken çözümlendi. Cumhurbaşkanının 5
Ocak’ta Elysée Sarayı’nda Fransız mevkidaşı Macron tarafından kabul edilecek
olması cabası. İşte, Somali ve Katar’ın üzerine Kızıldeniz’de Sevakin Adası’nın
Sudan’dan alınması. Öyleyse sıkışma yok, kenara itilme yok, aksine boyun
eğmeyen bir cihan pehlivanı gibi dimdik yürüyen, heybetli bir Türkiye var.
Pekiyi ama uluslararası ilişkiler, çayır güreşi midir?”
Hayır,
canım. Çayır güreşi değil, deve güreşi: Hem bildiğimiz develerin birbirinin
boynunu bükmek için ayakta itişip kakışması, hem de suda insanların buna
benzerki itiş kakışlı güreşi ki bunda, 2 erkek, biri diğerinin omuzundayken 4
kişi güreşilir ve seyretmesi epeyi komik olur: Hah, işte TC’nin durumu tam da o:
Şamrelle
ve anasının diktiği diz boyu keten donla mahalle plajına gidip, orada bu türden
magandaca işler yapan TC lümpen halklarının oralardan çıkan üst düzey
yöneticilerinin uluslararası ilişkileri de, ancak böyle olabiliyor amcası…
Şaka bir
yana, uluslararası ilişkilerin onda dokuzu gerçekten itiş kakışla geçer. Atom
bombası dediğin, belki yüzyılda, belki üç yüzyılda bir patlar. AB ülkelerinin
dünya savaşlarından sıtkı sıyrıldığı, eski koloniyel hegemonlar olarak, ancak
onlar bu kadar büyük ölçekli savaşlar çıkarabileceği, çıkarmaktan
vazgeçtikleri, dinamik savaş yerine, statik barışı yeğledikleri, o nedenle de 3.
Dünya Savaşı yerine, 3. Dünya Savaşçıkları olabildiği için böyle.
Evet, o
kadar istediği halde ABD, 3. Dünya Savaşı bile çıkaramadı, çıkaramıyor,
çıkaramayacak. 10 milyon sivili kullanımı
yasak bombalarla öte yana yolladı. Nafile.
Lümpen
halklar, Vietnam’dakiler gibi, ülkeden savaşla kovdukları, ayda 25 dolara
çalışıp asgari ücretle içeri soktukları için böyle…
2 dünya
devrimini beceren Rusya ve Çin, değişik bir arkadan dolanıp puan alma türünden uluslararası upuzun bir yolu seçtikleri için böyle…
AB
halkları kendi dertlerine daldığı için böyle…
Aradan
Brezilya veya Hindistan sıyrılamadığı için böyle…
Ortalık
da, 4. sınıf kalitedeki 4. Dünya ülkesi olan TC gibilerine kalıyor. Napalım?
Dünya’yı
da 4. sınıf bile olamamış Trump, Putin gibiler yönetiyor. Napalım?
Selcen’i
negasyona devam:
“Pehlivanlardan
birinin göbeği göğü görünce sona eren, sıfır sonuçlu bir ilişki düzeni midir?”
0
sonuçlu oyun, bu değildir. O sonuç durumunda, oyunda biri kazanır, biri
kaybeder ama ikisinin kayıp ve kazançları kabaca birbirine eşittir ama o da
yalnızca ilk etapta. Sorun şu ki uluslararası ilişkilerin ne başı vardır, ne de
sonu. Yani, maç da öyle, üstelik maç oyununun kurallarını arada iki taraf da
ihlal eder.
Dolayısıyla,
şu anki uluslararası ilişkiler, herkesin şike yaptığı, hakemin olmadığı,
seyircinin de habire kendini sattığı bir japon
kale orji durumundadır. Kazanan kaybeden hemen belli olmaz bu durumlarda.
Artı en
önemlisi şu:
Huizinga’nın başı, sonu, kuralı oyun
tanımı, böylesi kaos ve çöküş dönemlerinde geçersizleşir. Oyunun kuralı
olmayınca, oyun bile kalmaz; Bizans entrikalaraı olur Fetret Devri olur, Orta
Çağ olur, hepsi birden oldu da çoktan zaten…
En geç
2010’dan beridir yokkutuplu,
sıfırkutuplu, merkez hegemonsuz bir Dünya tarihi dönemine girdik. Bu durumda
da, ayaktakımı N. sınıf ülkeler,
bizim Anadolu beylikleri dönemindekiler
gibi, kendilerine rol çalarlar tarihten. TC’nin yaptığı da o. Ama Allah için
takdir etmek gerek: Sıkı rol çaldı, parçalanacakken
emperyalist oldu. (Sanırım bu, tarihsel bir gereklilik eğilimi. İngiltere
de, ABD’de de önce iç savaş, sonra emperyalizm, ya da ikisi içiçe durumları
yaşandı.)
ABD’nin,
NATO’nun, AB’nin, SSCB’nin ve hatta Putin’in bile Öcalan’ı yıllarca
desteklediği düşünülürse, bu mucize sayılır. Elini tersten gösteren, sakar bir mucize. Eh, TC de bu kadarını
yapabilirdi zaten…
“Pehlivanlar
anlaşmazlıklarını uzlaşıya vararak çözer mi?”
Genelde
sonu belirsiz güreşlerde, sonuca hakemler karar verir, pehlivanlar değil.
Berabere biten güreş de vardı eskiden. Oyunun kuralları öyleydi o zamanlar.
“Maazallah,
“yenilen pehlivan güreşe doymazmış” diye de bir deyimimiz vardır.”
Pehlivan;
yenilse de, yenilmese de; güreşe doysa da, doymasa da; güreş hiç bitmez ki…
Kırkpınar yüzyıllardır sürüyor: Bunu bari biliyor ol Selcen.
Uluslararası
ilişkiler de hiç bitmez. Ülkeler biter, yeni ülkeler gelir, yine bitmez.
Osmanlı bitti, TC geldi, oyun bitmedi. 1. TC gitti ama 2. TC henüz gelmedi,
güreş hala bitmedi.
“Çayır
güreşini bırakıp futbola geçersek, ikili-üçlü sıkıştırmaların hem sert hem çok
olacağı (ABD-RF, Araplar-İran-Kürtler), oyun kurmakta zorlanacağımız
(Astana-Cenevre, İran nükleer), şişirme toplarla savunmadan zor çıkabileceğimiz
(ufuktaki başkanlık seçimleri ve içeriye odaklı hamasi dış siyaset), baskı
altında sakin, kafası yukarıda top yapan oyunculara gereksinimin artacağı
(işlevsizleştirilmiş hariciye), tek santrforun çok pas alamayacağı (Beştepe’de
toplanmış opak karar alma düzeneği), gaz vererek değil taktikle set oynamak
zorunda olacağımız (uluslararası hukuk, sessiz diplomasi, BM, AB, NATO) ve
kalemizde beklenmedik goller görebileceğimiz (ekonomik kriz, Idlip, SUDK, nükleer
çekişme), zorlu bir yıl olacağını öngörebiliriz 2018’in.”
O kadar
laga luga yapmışken, baklayı ancak son anda ve son paragrafta ağzından
çıkarabilmiş Selcen.
En
önemli bölüm:
“… baskı
altında sakin, kafası yukarıda top yapan oyunculara gereksinimin artacağı
(işlevsizleştirilmiş hariciye)…”
Hariciye
dediği kendi. Kul olduğu kapılar yüzüne kapandı, yeni kapılar arıyor kendine.
Oysa
yeni koşullar, Trump ve Putin gibi psikopat oyuncular arasında, psikopat
simülasyonlar yapan, psikopati eğilimli
gelecekbilimcilere gereksinim var demek. Hem de bunlardan onlarcasına… Kimi
paranoit olacak, kimi melankolik olacak, vd, vb…
Sonra
bunların ortalaması alınmayacak. Herbirinin katsayısı (o anki momentlerde ve
geçici olarak) saptanacak ve ağırlıklı toplam alınacak. Sonuç, kabaca gidilecek
yön ve uzunluk vektörünü verecek. Ardından o katsayı düzeltmeleri de yapılacak.
Hatalar azaltılabilirse, doğru sonuca 3-5 adımda varılır. ABD varamadı ama.
Kendisini neden olduğu sonuçlara bile hala ayamadı ama.
“… kalemizde
beklenmedik goller görebileceğimiz (ekonomik kriz, Idlip, SUDK, nükleer
çekişme)..”
Gelecekbilim
ve felaket yönetimi, Murphy yasalarını bile aşar, en kötünün de daha kötüsünü
tasarlayabilir. Bu gerekir de, gerekti de, yetmedi bile…
TC’nin
kalesinde göreceği beklenmedik goller
şunlar aslında:
PKK-IŞİD
(veya onu ardılı parçalar) işbirliği…
Kürtler’in
4’lü iç savaşı…
İran’ın
parçalanması: Konuya Azerbaycan girecek o zaman ve TC bu alanda, Elçibey
üzerinden çok berbat hatalar yapmış durumda o bölgede. Nahcıvan cart diye kendini
bize katarsa, ne olur bir düşünün…
Çok az
olasılık olarak Gürcistan: Orada da Nahcıvan’ın yapabileceğini, Acaristan’ın
yapma olasılığı var. Tamam TC, emperyalistçilik onuyor ama paranoyakların en büyük paranoyası da, paranoyalarının gerçek olduğunu
görmektir. Durum feci kubura girer o zaman çünkü.
Tarihte sabunla tuvalet kağıdı olmak arasında seçim
yapıldığı dönemlerden birindeyiz. Herkesin öznel sabun ve tuvalet paranoyaları
da farklı olabilir.
Ekonomik
kriz; ulusal olursa dert değil, 31 yılda beşinci kriz olmuş olur, uluslararası
olursa, asıl o zaman dert olur… O zaman gerçekten ekmek yerine, insan eti
yeriz.
4 makro
(su, gıda, göç, enerji) kriz dert. Global ısınma değil, yeni küçük buzul çağı
olarak çevre dert…
Son
sayılanlar taa 2100’e kadar dert üstelik…
Bizce,
kabaca şu tahmin mümkün:
21.
Yüzyıl’ın ilk 17 yılına 20 diyelim, ona da beşte bir yüzyıl diyelim. Bir yerden kalkıp bir yere vardık mı?
Hayır. Hah, işte 80 yıl daha öyle olabilir, çünkü Osmanlı’nın çöküşü 1600-1900
arasında 3 yüzyıl sürdüydü.
İşte o
zaman tam sıçtık…
Allah,
devlet, baba korkusu olmayan kitleli, iktidarın 1946-2016 arasında olduğu gibi,
2,5 yılda bir değil, 2,5 haftada bir değiştiği, Barbar Conan çizgiromanı
hesabı, beyliklerin gökyüzündeki yıldızlar gibi yanıp söndüğü bir döneme
gireriz…
Bizce
limit ve asimptot tam da orayı imliyor…
Bizden
söylemesi…
(3 Ocak 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder