“X1: (#y1yazarevi)
Üst kattaki cumbayı tabii ki derhal yazma mekânım seçtim!
Ulkureha:
Başka bir kente başka bir eve gidip, görev gibi yazmada bana ters gelen bir
şeyler var.
X1:
Şöyle, sanırım: Galiba önemli olan, illa farklı bir kent olması değil, farklı
bir mekân da olabilir. Kendi evinizde sizi avare eden pek çok şey oluyor
-gündelik hayatın rutini, çamaşır, koro çalışması, apartman işleri... Oysa
şimdi, hem bunlara uzağım, hem de "madem bana bir kıyak geçildi,
dağılmadan çalışmalıyım" psikolojisine girdim... Bir de, mekân değişimi
yazmaya çok iyi geliyor (kafelerde vs yazmaya bayılırım!) "Görev
gibi" olmaz zaten; yazmak zevk! (Kimse zorlamıyor!)
X1:
Sağolun, bu arada! Söylediğiniz, kendi mantığı içinde gayet anlaşılır ve
geçerli bir görüş...”
Konumuz
şu yani:
Rahmetli
bir yazarın adına kurulmuş, yazarların yazması işlevini taşıyan bir evde yazmak
ve/ya yazmamak.
O evin o
yazarın adını taşıması o yazara saygı mıdır, saygısızlık mıdır?
O eve
giden herhangi bir yazar o yazara saygı mı gösterir, saygısızlık mı?
Yazmlak
için böyle bir ortama gereksinim duyan bir yazar, yazmaya saygı mı
göstermiştir, saygısızlık mı?
Bildiğim
kadarıyla bu yazarevi, Türkiye’deki benzeri tek proje değil. Ayrıca, Dünya’da
benzeri örnekleri çok ve belli ki belediye onlardan kopya çekmiş.
Biz en
kestirme yanıtı vereceğiz:
O
yazarevi, Batmış Cumhuriyet’in Malı olmuştur.
Cumhuriyet
batmadan önce yazarlar, belki yazdıkları için cezaevine konurlardı ama yazmak için
öyle yerlere de gereksinim duymazlardı. Ellerinde dandik kağıt kalemlerle
içeride, dışarıda; kalabalıkta, yalnızlıkta hep yazdılar…
O
nedenle o yazarevi bir simgedir, bir imajdır, bir idoldür, bir eşyadır, bir
metadır, bir şeyselleşmedir…
(18 Ocak 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder