Evrim,
canlılarda yer alan karbon atomu sayısını, kireçli deniz kabukluları döneminde,
o kabuklar aracılığıyla karbonu biyosferden çekerek, önce denizin dibine, sonra
da magmaya gitmesine neden olarak azaltmıştır.
Ayrıca
ve artı olarak, bu dönem öncesinde başlayan fotosentez döneminde serbest kalan
oksijen atomları, önce kalsiyum atomlarını oksitlemiş, ardından onlar da
(kalsiyum oksitler de) karbon dioksiti soğurmuştur. Bildiğimiz kireçtaşı
oluşumu budur.
Not: Her
2 paragrafta yer alan oluşumların oranlarına ilişkin internette kayıt
bulamadık.
Sonuçta,
var olan karbonun yalnızca milyonda biri biyosferdedir şu an. Geçmişteki en
yüksek oran kaydı veya tahmini de yok.
Evrimde
sağ kalmak değil, yok olmak en büyük
başarıdır. Çünkü evrim tarihinde en
büyük yeni tür ve yeni birey oluşumları, 5 veya 6 büyük evrimsel yok oluş
ardılı dönemlerde yaşandı. Diğer bir deyişle onlar olmasaydı, bugünkü türlerin
bir bölümü olmayacaktı. Memeliler, en sonki (165 milyon yıl önceki) toplu yok
oluşun ardından, Yeryüzü’ne yayılıp, türce ve sayıca arttılar (toplam 22 bin
tür).
Ya da: Türlerin
evrimiyle, evrimin bütünü birbirinden farklı veya birbirine aykırı / karşıt
olarak evrilir veya evrilebilir.
Tekhücreliden
çok hücreliye geçişin en az 46 kez olduğu saptamasına bakılırsa, yaşam olmayandan
yaşam olana da birden çok kez geçiş olduğu ve tersine de (yaşam olandan yaşam
olmayana) geçiş olduğu gözönüne alınması gereken bir model olmakta.
Bugün
yaşam saydığımız epeyi nitelik, diyelim genetik / DNA, yaşama sonradan katılma
nitelikler.
Virüs-bakteri
arasındaki ayrım, virüsteki susevmez proteinlerin sitoplazma oluşumuna izin
vermemesinden geliyor. Ayrım, virüsün canlı sayılıp sayılmamasında değil yani.
Suyun
Yeryüzü’nde DNA’nın fizikokimyasal kuvvetler gözönüne alınınca, fermuar gibi
ikiye açılıp kapanmasına izin veren tek molekül olduğu kanıtlanmış. (Bunu
kanıtlayan Oktay Sinanoğlu.) Yani bu açıdan bakılınca su, yaşam için karbondan daha gerekli.
Gerçekte
22 değil, 500 olan amino asit sayısının, birebir mantıklı evrim akışı
açısından, o 22’nin seçilmiş olmasının, yalnızca belli bir yerdeki fiziksel /
moleküler koşullar nedeniyle olduğu söylenebilir.
Sonuçta,
DNA’nın olabilmesi için fosfor atomu gerekli, hem de epey fosfor atomu gerekli.
İlk DNA yaratan ve sonradan mitokondri olarak diğer çokhücrelilere entegre
olduğu kabul edilen canlılar, bu türden dar tanımlı koşullarda yaşamış olsa
gerekli.
Dolayısıyla
işin içine, taa Güneş’in oluşum evrimi, Dünya’nın oluşum evrimi ve molekülsel /
atomsal kaynak ölü yıldızdan gelen
moleküllerin ve atomların istatiksel modeli işin içine giriyor. O fosforlar
geldi, gezegenin yüzeyine çıktı, orada kaldı, belli bir bölgede yoğunlaştı ve
DNA da orada oluşabildi sonuçta.
Yaşamı
başlatan koşullar, sonraki birçok aşamayı imkansız kılacak koşullardı: Yüksek
ısı (> 50 C), yüksek radyasyon gibi. Şimdilerde de, (bir yüzyılda 2 katına
çıkarak bugünkü oranına ve miktarına gelen) şimdikinin dörtte biri karbon
dioksitte fotosentezin durabileceği öngörüsü var.
Atmosferin
evrimindeki hidrojenden metan ve amonyak karışımına geçişin, yaşamlılık ve
yaşamsızlık veya ikisinin birlikte etkisi ile mümkünlüğü mümkün. Bu konu henüz
tam bilgileştirilmedi.
Mikroorganizmaların
evrimi ile makroorganizmaların evrimi, epeyi noktada birbirine karşıt
özellikler içeriyor: Oksijenli atmosfer, ototrof x heteotrof canlı karşıtlığı,
vd.
4 milyar
yıllık evrim tarihinde, son 165 milyon yıldır yeni bir üsttür (memeliler gibi)
oluşmaması ilginç. Bunun evrimsel anlamı belirsiz.
İnsan
türü, özellikle antibiyotik kullanımıyla, bakteri evrimine doğrudan müdahalesi
nedeniyle, kabuklu deniz canlıları gibi, fotosentez yapan mikroorganizmalar
gibi, evrim tarihinde bir öte-etkin canlı türü.
İnsan
türünün de, Homo Sapiens ile Homo Posterus (Evren’e giden insan türü) ile bir
evimsel yo çatallanmasına girdiği düşünülürse, bizim bakış açımızla evrim
bitti, öte-evrim başladı. Bu, canlı-canlı-değil ve tekhücreli-çokhücreli ayrımı
gibi makro-makro bir ayrım.
Tüm
bunlara bakınca biz, bir tür Verhulst denklemi görüyoruz: Evrimi sağlayan
etkenler, aynı zamanda kendilerini kısıtlıyorlar.
Bu
biçimiyle canlı evrimi tarihi, yalnız ve yalnız Dünya’ya özgü bizce. Çok aşama
ve çok özgün önkoşul var çünkü.
Bizce
canlılık, negatif entropinin çok özel bir biçimi ve diğer dış gezegenlerde
bunun başka formları da oluştu (ve hatta bitti).
Yeryüzü’ndeki
evrim ise, önce zihinöteye, sonra da canlıöteye gidiyor, hem de birden çok
yoldan: Örneğin insan türü için yazılım ölümsüzlük ve donanım ölümsüzlük, 2
örnek bunun için. Ki bu da bizce negatif entropiye dahil olan ama yine Dünya’ya
özgü bir yol örneği.
Dünya
üzerindeki evrim ise, Güneş yıldızı ölene dek devam edebilir, olduğu gibi ve/ya
evrilerek.
Çıkış:
Kuantum
kimyası ve özellikle de karbonun kuantum kimyası tam modelli değil. Her
molekülün (10 bini atomlu olsa bile) farklı bir atom bütünü gibi kabul edilmesi
gerekli. Yoksa, dördüncü derece proteinleri modelleyemeyiz. Bir de, hem modüler
mantık, hem de 10 üzeri N molekülün / atomun aynı anda reaksiyonlaştığı makro-makro
sistem modelleri gerekli.
Yani şu
anda görebildiğimiz ve modelleyebildiğimiz olanı, epeyi düşük bir kesridir.
Nokta.
Es.
(11 Mart 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder