2.
Dünya Savaşı sonrası Batı düşünürleri, çenemi düşürmeye devam ediyor:
“Derrida
bu kitapta, batı felsefesi tarihi boyunca yazının, konuşmanın ikincil bir
türevi, bir sapkın biçimi olarak düşünüldüğünü ileri sürer. Sözün dopdolu
mevcudiyeti karşısında yazı, sahipsiz, öznesiz ve mesnetsizdir. Sözün sahibi
sözün elinden tutarken yazı, düşünce için bir düşkünlük ve acziyet olarak damgalanmış
ve bastırılmıştır. Saussure'den Rousseau'ya ve Husserl'e bütün batı metafiziği
Platoncu söz-logos merkezli tavrın hükmü altındadır.”
Derrida,
bu tanımlamasıyla resmen hem sopa yememiş, hem de sayı saymayı bilmiyor.
Aquinolu
Thomas üzerinden, Aristo’nun mantığının yazılı ve tam duruma dönüştürülmesini
yok saymış. SiP tanımlaması, bırak yazılı dili, öteyazılı dildir yahu. 56 tane,
önerme kipleri dizisi adlandırması da keza öyle.
Keza
yine aynı adam, hermenötiki, bizim dille kelamı, önce söz vardı, kıldığında, bu
söz edilen herhalde yazılı dildi. Kaldı ki onun Eski Yunanca’dan veya herhangi
başka eski bir dilden çevirisi, yanlış çevirisi ve/ya aşırı yorumu da yazılı
metin üzerinden oldu.
Bu
Fransızlar hep böyle:
Süslü
bir söz ediyorlar, pek beğeniyorlar. Yalan yanlış onu kullanmaya devam
ediyorlar. Sartre da böyle, Foucault da.
Derrida,
ayrıca cahilliğinden o çok kalabalık ve karmaşık matematik notasyonunu ve
dilini de yok saymış ve görmemiş. 0’ı yazmayı icat etmenin önemini, bunu
tarihte yalnızca 3 toplumun becerebilmesini de atlamış. Yalnızca o olmadığı
için, tam 3.500 yıl aritmetik ve cebir gelişemedi. 0 (okunması değil) yazımı
olmasa, kalkulus da / analiz de olamazdı.
Buradan
tek bir sonuç çıkarabiliyorum:
Derrida’nın
bizim cami, kahve, vd önü yaşlı erkek geyikleri düzeyinde bir sözdiline takılıp
kalarak yazdığını…
(24 Mart 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder