Bu, bir
140journos röportajı / belgeseli.
21
dakika 59 saniye sürüyor.
Daha
öncekiler gibi 8 dakika değil hiç olmazsa.
22
dakikada bu konu anlatılabilirdi ama bu biçimde değil.
Adamlar,
10 dakikalık bir animasyon-belgeselde 5 bin yıllık tarihi haritalıyorlar. Bu da
bir not olsun.
Görüntüler
görüntülü akıllı cep telefonu veya bilgisayar kamerası ile alınmış gibi. Bunun
notlanması gerekirdi.
Belgeselin
başlığı küllüm mafiş. Seküler deyince, laik Müslüman anlaşılır bu ülkede.
Bunlar, agnostik mi, değil mi, o bile belli değil.
2 konu
kesin notlansın:
Bir:
Mahalle baskısı (50 yıl öncesinde) 1967’de de aynen böyleydi. Sol elimi
kullanmamın günah olduğu belirtilerek, kullandığımda sol elime her zaman vurularak,
çünkü bunu bizzat kendim yaşadım o zamanlar.
İki:
Mahalle baskısı; ne İslam, ne Türklük, ne de feodalite ile doğrudan ilintili; küçük-dar
yaşamlarla doğrudan ilintili ama. Bugün Avrupa’nın küçük ücra köşelerinde de aynen
böyle. 1968’in giremediği, anarşistlerin giremediği, ateistlerin giremediği
Alman köyleri varmış, bunu yine bizzat (kendisi 1968’li olan) bir Alman’dan
dinledim.
Sonrası
devam:
İstanbul’dan
İzmir’e ve Türkiye’den yurtdışına son 3-5 yılki göç sayıları belli. Bu
istatistikler, belgeselde yer almalıydı.
O gitmek
isteyenlerin tamamına yakını, o yakındıkları iktidar ve yaşam biçimi tarafından
yurtdışına gitmeyi düşünebilecek denli çok para kazandırıldılar. Alınteriyle para
kazandılar değil, havadan para kazandırıldılar. Ve yine o gitmek isteyenlerin
bir bölümü, o iktidar partisine oy verdi. Bu da, doğrudan bir gözlem ve bilgi.
Bu da, belgeselde yok.
Gidemeyenler,
yaşlılar, gidip dönenler de, belgeselde yok. Bu bilgiler de, doğrudan gözlem.
Yani,
140journos’çular bilgisiz iş yapmayı
sürdürüyorlar ve artık bunu kalıcı ilke edinmişler.
Yurtdışına
gitmek isteyen ama parasızlıktan gidemeyen biri olarak, bu belgeselde gidenler
için, ‘la iyi ki gidiyor la bunlar, kurtuluyoruz bu kenelerden’
tiplemesindeler, dedim.
Gereksiz
yere açılan galeri küratörleri, vintaj dükkancıları, kültür idarecileri, kafeciler,
vd, vb, AKP dönemi icadı abidik gubudik işlerde çalışıp, baba parası yiyen,
yurtdışına da aile parasıyla giden tipler. Konunun daha derini, zaten aylardır
Ekşi Sözlük’te var.
Öyleyse:
Batı-Güney
simgesindeki iç göç ve bu dış göçün karşılaştırması belgeselde olmalı ki burada
iç gönüllü sürgün kalanların yaşlarının epeyi yüksek olduğu görülecektir. Çünkü
çocuğunu yollayıp, kendi kalan çok tanıdığım da var.
Konu,
bir biçimde Gezi’ye bağlanmalıydı. Gezi’nin 2. yılında eski Radikal gazetesi
bir röportaj dizisi yayınlamıştı. Orada da o zaman gidenlerin bir bölümü vardı.
Yani,
olayın tarihsel perspektifi de nanay.
Kafe
açmak gibi abidik gubudik konular için eyvallah ama böylesine ciddi bir konu
için eyvallah değil. Bu göç, ülkenin en paralı ve en eğitimli (ki ikisi
biraraya pek gelmez, dışarıda da öyledir) binde bir ikisini (bir buçuk iki yüz
bin kişiyi) götürdü ülkeden. Onun yerine de, 3 milyon ümmi Suriyeli geldi ve
Türkiye’nin ortalama eğitim yılı, 1’den çok düştü.
Bu
belgesel ise, beyaz Türkler’in ‘ay çok içim daraldı vallahi’ dizi filmi gibi
olmuş. Adam, tek başına kamera karşısında konuşurken bile, kıçı ayrı, başı ayrı
oynuyor. Böyle tipler, ishal sıçmığı hızında yalan söyleyici tip demek oluyor.
Yazık.
Dipnot 1:
Format,
gerçekte az da olsa, soru-yanıt gibi iken, belgeselde sorular ve diyalogların
bir taraf monologları silinmiş.
Dipnot
2:
Bir de
Ekşi Sözlük yorumu gelsin:
“hep
söylerim, bu muhalif kesimin derdi, zulüm görmek değil, zulüm edememek diye.
bir kez daha ispatlamışlar bunu da zaten videoda. bahaneleri falan da, kendi
yaptıklarının karşısında komik kalıyor. gittiğiniz yerde mutluluklar, geri
gelmeyin lütfen.”
“Zulüm
edememek” yerine, “mücadele edememek” olarak okudum onu. Gezi’de de
topuklamışlardı zaten.
(31 Aralık 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder