Pazartesi, Eylül 30, 2013

Anarşist Parti: Almanya 2013



Bir anarşist parti, seçime girer mi (girmek ister mi)?

Bir anarşist parti, meclise girebilir mi (düzenin partileri onu aralarına alırlar mı ya da buna yasal olarak izin verirler mi)?

Bir anarşist parti, hükümete girer mi (girmek ister mi)?

Almanya 2013’teki farklı, yeni, marjinal, küçük partiler furyasında pekala mümkün.

Anarşist partinin belli farklılıkları olur ama diğer politik partilerle bazı benzerlikleri de olur.

Legal anarşist bir parti yeni bir parti olur, hem de yepyeni bir parti.

Bu kadar marjinal parti varken bile, anarşist parti en azından başlangıçta daha da marjinal kalır.

Anarşist parti, epeyi uzun süre küçük parti kalır. Bunda bölünmelerinin de etkisi olabilir, olmayabilir de.

Bu politik momentte konunun 2 yönü var:

Bir: Aslında post-4-modern dönemde olmamıza karşın, politik partilerde post-1-modern dönemin muğlaklığı ve karışıklığı devam ediyor. Partiler, hem muhafazakar, hem de liberal olduğunu, 30 yıldır öne sürebiliyor örneğin.

İki: Anarşistlerin politik ve iktidarsal geçmişi / tarihi.

İkinci maddeye bir göz atalım:

Uzun yıllar boyunca anarşistler tek iktidar ol(a)mamış sol / devrimci politik görüş sayıldı. Sonra ortaya çıktı ki onlar da iktidara geçmiş bazı zamanlarda ve yerlerde:

1921 Kronstadt, 1922 Ukrayna, 1936 Katalonya...

Anarşizm devlete karşıyken, bir anarşist partinin devlet yapısının içinde yer alması çelişkili görünse de, anarko-kapitalistler (ve/ya kapito-anarşistler), devletin kapitalist yapı içinde yok edilebileceği kanısındalarmış.


Son 30 küsur yıllık neo-globalist neo-liberal ideoloji, kendini de yok edecek bir biçimde devleti fazlasıyla tasfiye etmiş durumda. Bu durumda, hem bir bakıma anarko-kapitalistler biraz haklı çıkmış gibi oluyor ve hem bir anarşist parti bu koşullarda pekala seçimlere girebilir gibi oluyor.

Bunun şöyle ya da böyle olacağı kesin demek ki...

Ancak, çok önemli olan bir durum var:

Burada epey tez-antitez ikilisi var ve epeyi durumda, antitez tezin savunduklarını (yani aslında kendisinin savunması umulanların tam tersini) gerçekleştirmiş durumda. Üstelik bu da, dünya sistemicilerin ve neo-liberalistlerin globalizmi ile birebir çakışıyor durumda.

Bu; hem dekadans, hem rönesans, hem ayırtsızlık, hem de engizisyon demek olabilir. Kanımızca, henüz veri tabanı saptanamayan bir biçimde bir zaman serisi olarak (yani hangisinin ne zaman ve nerede ne olduğu değişerek) bunların hepsi ve hatta üstüne bir de hçbiri (novum) olabiliyor. Tarihsel bükülme dönemlerinde bu vaka-yı adiyendendir, onu da biliriz.

O nedenle bizce, bir politik avangard ülke olarak Almanya’da, yakın zamanlarda, bir anarşist parti üzerinden ilginç politik olay gergefleri işlenecek...


Pazar, Eylül 29, 2013

Alternatif Parti, Korsan Parti, Sol Parti: Almanya 2013




Bugün AB’de 200 küsur yıllık sol-sağ parti ayrımı, birkaç onyıldır bir dengeye ve açmaza dayanmış durumda.

Bunun sonucunda da seçmende arayışlar başladı.

Almanya 2013 genel – federal seçimlerinde küçük partilerin oy dağılımları şöyle:

Seçime katılık:                       % 71,7

Toplam geçerli oy:               44.289.652

Alternatif Parti:                     2.052.372

Korsan Parti:                         958.507

Sol Parti:                                3.752.577


Bu durum, Avrupa haber sitelerinde şöyle yorumlandı:

“Almanya'da sonucu merakla beklenen genel seçimler geride kaldı. Muhafazakârların oy patlaması yaşadığı seçimler sonrası gerek hükümet kurma görüşmeleri gerek bazı partilerin aldıkları oylardan kaynaklı revizyona gitmesi ile seçimlerin etkileri devam ediyor. Hür Demokrat Parti (FDP) nin & 5'lik seçim barajını aşamaması ve başta Yeşiller olmak üzere sol partilerin düşen oylarında Alman siyasi hayatına yeni dâhil olan ve programlarındaki uç noktalar nedeniyle kimi çevrelerce ‘marjinal’ olarak nitelendirilen küçük partilerin payı olduğunu savunanlar hiç de az değil.”


Tarih bilincinden ve perspektifinden yoksun bir yorum.

ABD gibi siyaseten fiks mönü bir yere bile baktığımızda, meclislerdeki partilerin habire değiştiğini görürüz.

Son 30 yıl açısından günümüze izdüşen ama o da silinen en güçlü örnek, muhafazakar-liberal karşıtlığı idi. 1980’ten itibaren Kohl-Thatcher-Reagan kadrosu, bunu birleştirdiğini önesürdü.

Doğu Bloğu’nun yıkıldığı öne sürüldü ama bugün AB ülkelerinde eski komünist partilerin ardılları % 20’ye kadar oy alabiliyor ve aynı zamanda faşist partiler de % 20’ye kadar oy alabiliyor. Bu ana akım / blok çizginin doğrultusu.

İkinci çizgi, yukarıda örneklediğimiz kaotik / fraktal / kırılgan / çatallanan çizgi. AB ülkelerindeki % 4-5’lik barajı, son 10 yılda epeyi yeni parti geçebilir duruma geldi.

Yeni parti, küçük parti, marjinal parti ve farklı parti: Bunlar Duverger türü ana akım çizgisindeki siyasal partiler tarihi açısından bambaşka şeyler ama tıpkı muhafazakar-liberal ayrımında olduğu gibi, bugünkü yeni partiler bunların hepsini birden olabildiğini önesürebiliyor.

Bir bakalım:

Yeni partiler, birkaç on yılda bir çıkıyor.

Küçük partiler seçim sistemine bağlı. Belçika ve İsrail’de 50 parti falan var ve kimse de yakınmıyor. Başka ülkeler 3-5 partiye tav.

Genelde, marjina parti farklı parti de olabiliyor ama tam tersi geçerli olmayabilir, yani farklı parti, marjinal olmayabilir.

Tüm bunları irdelerken, en önemli olgu şu: Ateist parti AB’de yok parti. Hristiyan parti Almanya’da birden çok ama nüfusunun üçte biri ateist iken ateist parti orada yok. Eşit ve diğer üçte bir olan protestan-katolik ayrımını ise, Almanya ilk ve en ağır yaşayan ülke durumunda hala. Bu da, gelecekte etkili olacak.

Bu perpektifte siyasal parti geleceğinin değişeceğini tahmin edebilir miyiz?

Geleceği bambaşka kılmak açısından, bu partilerden yalnızca Alternatif Parti bir anlam taşıyor, çünkü Almanya’nın AB ilişkilerine karşı. AB’nin gelecekteki 50 yıl içinde parçalanacağı veya bir AB iç savaşı çıkaracağı bilindiğine göre, bu anlamlı bir yaklaşım durumunda.

Korsanlar, Yeşil abileri gibi, apartman çocuğu ve idrar zoruyla parti durumunda.

Sol Parti ise, bir 50 yıl daha komünizm / reel sosyalizmi iktidar yapamaz. Devrim olabilir ama reel sosyalist bir partisiz olur.

Böylelikle:

Evet, bir perspektif açıldı.

Evet, ortada feci bir absürdizm var.

Evet, Fransa’nın bu sağ-sol kilitlenmesininin üzerine gelen ilk çıkış da bu gibi.

Evet, ilk denemeler başarısız olacak gibi.

Bundan sonraki çeşitlemeler okura kalır.


Starlar ve Filmler



Klasik anlayış, filmleri starların seyrettirdiği yönündedir ama bir bakalım öyle midir:

Eylül 2013 itibarıyla en çok para kazanan 10 star, film sayıları ve ciroları (milyon dolar):

Tom Hanks                            40            4.003

Harrison Ford                       34            3.557

Eddie Murphy                      36            3.344

Tom Cruise                            34            2.997

Johnny Depp                        38            2.612

Robert Downey Jr.               35            2.611

Bruce Willis                          43            2.566

Matt Damon                          32            2.553

Nicholas Cage                      52            2.474

Robin Williams                     34            2.473


En çok para kazanan filmler ve ciroları:

Rank      Title       Worldwide gross                 Year

1              Avatar    $2,782,275,172  
2009
2              Titanic    $2,186,772,302  
1997
3              The Avengers      $1,511,757,910  
2012
4              Harry Potter, Deathly Hallows – 2     $1,341,511,219  
2011
5              Iron Man 3 film currently playing      $1,214,713,994 
2013
6              Transformers: Dark of the Moon       $1,123,746,996  
2011
7              The Lord of the Rings: The Return of the King              $1,119,929,521   2003
8              Skyfall    $1,108,561,013  
2012
9              The Dark Knight Rises        $1,084,439,099  
2012
10            Pirates of the Caribbean: Dead Man's Chest   $1,066,179,725   2006

Görüldüğü gibi tek bir film, en iyi starın 15-50 filminin cirosunu kazanabiliyor.

İronik olan, bunun Holywood gibi bir yerde, yönetmen sineması demek olması. Oysa ki Holywood ‘eşşeği bağlasan, yönetmen olur’ anlayışındadır genelde.

Starların ve ciroların Oskar ile çok yakın ilintisi olmayabilir gibi görünüyor.

Film cirosu, aksiyon janrı ile yakın ilintili ama star cirosu tam öyle değil gibi.

Robert de Niro gibi biri, bu listede yok.

1 star 30 yıl star olsa, yılda 1 film çevirse, 30 film eder ki starların epeyi bunu aşmış durumda.Yani iş seri üretime (sürümden kazanmaya) geçmiş durumda çoktan.

En önemlisi: Listede kadın star yok. Dikkat edilirse, en çok ciro yapan filmlerin asıl starları da erkek.

Sonuç

Demek ki Holywood’da bir şeyler epeyi değişmiş çoktan.


Cumartesi, Eylül 28, 2013

Tarih Dersleri 4




TÜMEVARIM X TÜMDENGELİM

Tümevarım:

Tarihçilerin epeyisi, tarihi hikaye sanır. Bu açıdan yaklaşım, vaka nüvislik nezdinde tezahür bulur.

Bu gelenek, Çin’de neredeyse 4 milenyumluk, Avrupa’da ise 1 milenyumluk bir kayıt perspektifi yarattı.

Bunların yine epeyisi, binlerce kaydın içinden genelleme yapamazlar.

Tümdengelim:

1960’larda Wittgenstein Dünya için ve hemen ardından da Braudel Akdeniz için tümel modeller önerdi.

Öncelikle belirtilmesi gereken şey, bu anlayışın artık neredese bitme noktasına gelmiş olan Annales Okulu’nun marksist demeyelim ama realist tarih anlayışı sayesinde, buralara kadar bilgisel olarak getirilebildiği.

Devamında, tarih tümdengelim kaldıracak bir bilim değil ama 5 milenyumluk yaşanmışlığın ardından da bir model gerektiği çok açıktı.

Toparlama:

Biri diğerine yeğ değil.

Tarihin başka bir şeye dönüşmeye başladığı ve belirsizliğin ağır bastığı bir dönemde yaşadığımız için, bu ikilem geçici olarak devredışı bırakılmış gibi görünmekte.


Cuma, Eylül 27, 2013

Sivil Şiddet


Sivil şiddet olur mu?

Yanıt, şarkı sözü gibi: Olur oluur, bal gibi oluurrr...

Neden?

Çünkü Homo Sapien Sapiens’in 50 bininci, tarihin 5 bininci yılında bile, hala  evrimden devir aldığımız biyolojik şiddet duygumuz bakidir. Ayrıca, tüm kültürler şiddet içerir ve kendiliğinden onu  yaratır.

Kadın şiddeti de vardır, çocuk şiddeti de vardır, yaşlı şiddeti de vardır ve bunların alt-alanları da vardır ve bunların tamamı (yok sayıldıkları için) listelenmemiştir. Şimdiki tarihsel dönemlerdeki gibi durumlarda, yeni vaka kaydı olarak yeni şiddet incileri dizilir...

Sivil terör nasıl olur?

BJK-GS maçındaki gibi olur.

Mahalle baskısı olarak olur.

Kahve sohbeti vakası olarak olur.

İnternet kafesi cinayeti gibi olur.

Akraba ve töre kapışması (diyelim kan davası) gibi olur.

Asker emeklilerinin kaldığı huzurevinde biri, diğerini çok horluyor diye öldürdüğünde olur (bu gerçek bir vakadır ve 1998 gibi İstanbul’da yaşanmıştır).

Kadınların mahalle kavgasında veya liseli kızların sevgili kapışmasında olur ki bu sonuncusu son 10 yıllık yeni bir olgudur.

Bunun anlamı nedir?

Feodal kültür açısından, Fakir Baykurt bunu mizahi olarak bir romanında çok güzel açımlar:

Köylü; devlet, jandarma, tahsildar, ağa, imam baskısından bunalır. Bir gün birbirine girer. Akşama kadar birbirini döver. Akşam yorulur. Jandarma gelir, bir posta da onlar cila geçer. Ortalık süt liman olur: Bir sonraki kapışmaya kadar.

Yani bu durum, vaka-yı adiyedendir.


Çarşamba, Eylül 25, 2013

Avrupa ve Gelecek: Bir Kısa Film: 2: Açıklamalar

Birinci metin, daha önce de belirtildiği gibi, Youtube’daki bir link hakkında yazılmıştı:



Daha metin yayınlanmadan önce, filmi yaratan kişiye mesaj atılmış ve film hakkında bilgi istenmişti. Birinci metin yayınlandığı anda, henüz yanıt alınmamıştı. Yanıt sonradan geldi.

Mahremiyete bir tür uyma olarak, mesajlaşmanın içeriği yalnızca özetlenecek. Birinci metin, bu açıklamalar olmaksızın biraz boşta ve havada kalır kanımızca.

Öncelikle şunu belirtmek gerek: Son 10 yıldır internette yazılı ve görsel olarak karşılaştığımız öznel milliyetçi haritalı çabaların tersine, bu haritalama toplumbilimsel bir deney için hazırlanmış: İnsanların milliyetçilik tepkileri ölçülmek istenmiş.

Başta, gerçekleşmesi neredeyse kesin olan öngörüler kullanılmışken; sonlara doğru, bir tür kontrol parametresi olarak,  gerçekleşmesi neredeyse imkansız olan harita değişimleri de filme konmuş. Böylelikle, tepki dozu baştan sona artacak biçimde bir düzenleme olmuş.

Bunun bilimsel açıdan doğru bir tavır olduğu gelen tepkilerden belli.

Yineliyoruz: AB’lilerin bu denli milliyetçi, hatta tabiri caizse faşist olduğunu bilmiyorduk, öğrenmiş olduk.

Ayrıca, aklıselim eksikli olduklarını da... (Çok çok az kimsenin aklına bunun bilimsel bir deney olacağı gelmiş.)

Buna nasıl ikna olduk?

15 yıllık Türkçe ve İngilizce internet yolculuklarımızda, hemen her tür demografik kesimden kişinin ne düşündüğünde ve/ya düşünmediğinde, internette neyi nasıl ifade ettiğini aşağı yukarı biliyoruz. Zaten kendi metinlerimize karşı da benzeri tepkiler alıyoruz, ister Türkçe yazılsın, ister İngilizce yazılsın.

Filmi hazırlayan kişiyle bilgi değiş tokuşu yapmak da istiyoruz. Eğer, bu iletişimin devamı olursa, bu metin dizisinin devamı olarak yazılacaklar ve açımlama sürecek.

Vurgu:

Hem sanatsal, hem de bilimsel açıdan, benzerleri olsa da, izleği ve sonuçları açısından bu çalışma, henüz biricik duruyor gibi ama tabii ki benzerleri yapılacak ve biz de bunu arzu ediyoruz. Tek çalışma tüm zihin paletini kapsamaz sonuçta.

Saptama:

Hem tarihçiler, hem de fütürologlar, tarihi yapanların tarihi yaptıklarını bilmediklerini örtük olarak varsayarlar. Bu çalışmada ise, göstere göstere tarihsel bir olay gerçekleşmeden ona tepki alınıyor ki bu da tarihi yapanların tarihi bilmeleri anlamına gelir. Temel eğitim almış biri tepki gösterdiği an, bu yükümlülükte olur.

Asıl önemlisi bu, tarihi yapanların tarihi yapmanın sorumluluğunu üstlenmesi demektir.

Marx bile, o denli tosurdamışken, bunu becerememişti. (Bizce taa o zaman becerebilirdi, ayrı konu.)

Böylelikle, bu çalışma üzerinden, bir eksodusu, bir yol çatallanmasını, bir devinim yalpasını apaçık olarak imlemiş olmaktayız.

Böylesi 10 çalışma, yepyeni bir kuram-edim ve geçmişbilim-gelecekbilim bireşimi yaratır. Çabamız da onun içindir.

Dipnot: 22 Eylül 2013, 16:45 itibarıyla bu film, yaklaşık 4 yılda, 735.518 kez izlenmiş ve 6.857 yorum almış. Yalnızca bu kadarlık veri bile, internetin epistemolojik (informatik ve kognitif) gücünü ve bu çalışmanın yerindeliğini tek başına imliyor: Belli ki AB vatandaşlarının hassas yerlerine dokunulmuş. Yoksa, kimse bilimsel bir makaleyi bu kadar iştahla okumaz, bunu bloglardan biliyoruz.


Islander: Nightwish: Klip





Klibe duman-figür dijital animasyonları için bayıldım.

Bu, ‘300’deki kahin kız planından sonra, yepyeni bir yol demek.

Bundan yola çıkılarak, opak-figürlerin akışkanlar devimseline göre devinimi gibi, aslında imkansız görünen bir koreografi becerilebilir, becerilecek de. Belki becerilmiştir de...

Klip, öyküselik açısında olağan. Yani, bir öyküsü var ve onu anlatıyor görsel olarak... Makul dozda...

Bir tek, yalnızca bu gruba özgü olmayan, illa ki kendi klibinde kendi görüntülerini de kullanma takıntısını bu grubun aşması gerek kanımızca...

Müzik ise klasik, kelt-rak diyelim... Epeyi Nordik ve Anglo grup bu  türü kullandı. (‘Nordik-Anglo’ diye bir bölüntü var mı acaba?) Bir olağanüstülüğü ve çok farklılığı yok.

Grubu ilk keşfedeceklere ‘Imaginerium’ fragmanı klibini öneririm.

Grup, tür olarak senfonik metal alanında kabul ediliyor.

Enstrümentalleri iyi ama sözlülerde insan seslerinde tekliyorlar gibi... Bir de solistte fazla Ian Anderson takıntısı var gibi...

Şarkı sözleri linki:



Radikal Blog, Bloglar, Yazarlar ve Okurlar

18 Eylül 2013 itibarıyla kabaca:

27 bin blog.

5 bin 670 yazar.

18 milyon okunma.

Günde okunan ortalama blog sayısı: 54 bin 545 (> 27.000 = blog sayısı).

Blog başına ortalama okunma sayısı: 666.

Yazar başına ortalama okunma sayısı: 3 bin 174.

Yazar başına ortalama blog sayısı: 4,7.

Bir yazarın metin yayınlama ortalama süresi: 38,7 gün.

Gün başına yazılan ortalama blog sayısı: 80-100.

1 yıl dolmadı henüz...

Başarı...

Gün başına 600 dolar reklam geliri (yıllık 220 bin dolar ve maliyet bunun belki üçte biri, belki daha azıdır).

Dijital basın için hızlı bir başlangıç...

Tek mahzur şu: RB’un yazarları da okurları da genç kuşaktan ve onlar çabuk yaşlanır, yani mesaiye girer ve bir de ayran gönüllüdürler.

Okur olarak da, yazar olarak da, işletmeci bakış açısıyla da, yeni ve farklı bir deneyim yaşamış olduk...

Dipnot 1: RB, blogculukta da sanal yayıncılıkta da, Türkiye’de KOBİ’lerin hala güçlü olduğunu gösterdi: Küçük işletmeler, büyüklerden daha verimli ve daha güçlü işleyebiliyor.

Dipnot 2: T24 gibi bir sanal gazete, blog alanına girmeyi düşündüğünü ama buna cesaret edemediğini açıkça itiraf etti. Neden maddi olamayacağına göre (çünkü bu işte para var, özellikle de yakın gelecekte), manevi, yani blogların özgürlüğü onları gerdi.

Dipnot 3: Yine de, basın sektörü dışındaki girişimler hala zayıf kalmakta.

Dipnot 4: Türkiye’de blog siteleri olsun, sanal basın siteleri olsun, hala uzmanlaşmaya gidemedi, çünkü o kadar çok eleman girmedi bu boş alana. Meslek odalarının desteklediği zmanlık siteler bu saptamamız dışındadır ama Uzmantv, her yönüyle bu saptamanın içindedir, hatta olumsuz ve güçlü bir örnek olarak durmaktadır.


Çokuluslu Terör



Önce askeri kuvvetler çokuluslu oldu. Sonra mafya çokuluslu oldu. Şimdi de gerilla ve teröristler çokuluslu oldu.

Aslına bakılırsa, bu durum ilk değil: ETA, IRA ve PKK arasında işbirliği olduğu ortaya çıkmıştı ama bağlantı daha çok irtibat-organizasyon gibiydi. Ancak o, biraz da devletlerin bilgisi ve muhtemelen desteği sayesinde olmuştu gibi.

Ancak asıl ilk, bizce 11 Eylül 2001 idi. Nasıl ki bombalama olaylarında bombayı yapanı bombayı koyanlar tanımıyorsa, orada da sonucu aldıran şey, İkiz Kuleler’in lojistik bilgisine sahip olan ve onu aşırı yorumlayıp, o binaları yıkılır duruma dönüştüren üst düzey birilerinin bilgi kompleksiydi: Uçaklar, dosdoğru binaların yakıt depolarına daldı, hem de kendi yakıtlarıyla; böylelikle, tarihte ilk kez silahsız bir saldırı gerçekleşmiş oldu. O kamikaze uçakları kullanan pilotlar, bu bilgiye sahip değildi kuşkusuz.

En son Kenya’daki olayda benzeri şeyler ortaya çıkmış gibi:

“Independent gazetesi de manşetinde saldırıda hayatını kaybedenlerin ‘çokuluslu bir terör gücü’nün kurbanı olduklarını kaydediyor. Gazete, Eş-Şebab'ın saldırı sırasında yazdığı Twitter mesajlarına atfen, kurbanlar gibi militanların da Amerika'dan Dağistan'a dünyanın farklı yerlerinden geldiğine dikkat çekiyor.”


Bundan neler çıkarsanabilir?:

Bir: Bu iş, profesyonel işi. Askerlik gibi, teröristlik de giderek profesyonelleşiyor.

İki: Dünya’nın bütün neo-liberalleri birleşirken, bütün anti-neo-liberalleri de birleşiyor gibi. Tabii bu yenilik, maçı daha da korkunçlaştıracak ve güzelleştirecek, çünkü savaş güzeldir. Daha korkuncu, daha güzeldir. Ya da başka bir deyişle. Neo-liberalizm terördür ve kendi karşı-terörünü doğurdu sonunda (1960’ların (Ulrike’nin) rövanşı geliyor yani).

Üç: Bu iş, dandik bir 4. Dünya ülkesinde yapıldığında bunun tek anlamı, bunun bir prova olduğudur. İstanbul 2003’teki 2 x 2 = 4 gibi, atak dizileri denendi ama sonra yöntem değişti. Demek ki ya yetmedi, ya da düşman bunu kavradı ve yenilik gerekti. Eğer öyleyse, sivil hedefler ‘dene-yanıl’ ile sıralanacak demektir. 62 ölü, 10 öldürücü ile çok çok az bir sonuç. Demek ki daha çok panik sonucu hedeflenmiş, ya da henüz görülmeyen başka bir hedef var. Örneğin, birine veya bir şeye dolayılı mesaj var ortada. (Beceriksizlik de hesaba dahil.)

Dört: Hala açıkhava hedefleri, en çok potansiyel ölülü hedefler durumunda. 1 konser 1 milyon, 1 maç 250 bin ölü demek olabilir. İkincisinin romanı yazıldığında 1970 falandı ve İkiz Kuleler’in de romanı yazılmıştı. Bu da er veya geç olacak. (Ya da. Bu konuda sanat, tarihten önde gidiyor hala.)

Beş: Medya gestaltı değişiyor. Artı, Leyla Halid’den bu yana terörist kuşakları da değişiyor. Örneğin, kimse artık uçak kaçırmıyor. Oysa, o da hala 500 ölü demek. (Medya geştaltının, yani kültürün, zihni çok etkilemesi; yani kişilerin, teröristlerin bile,  başkalarının ne düşündüğüyle davalarından daha çok ilgilenmesi anlamına gelir ve Carlos bunu yaptığında çok eleştirilmişti.)

Beş-Bir: Medya geştaltı, şaşırtıcı bir biçimde Unabomber yönünde değişmiyor. Keza, Çakal Carlos’un her tür hedefi her tür yöntemle vurma çeşitliliği de...

Beş-İki: Yani, nasıl ki askerlerin lojistik sınırları varsa, teröristlerin de var.

Beş-Üç: Canlı bombanın Sri Lanka kökenli olduğunu pek kimse bilmez ve onu Filistin icadı sanır. Bu da, Dünya’nın yaklaşık 100 ülkesinden yepyeni, fapfarklı ve apacaip yöntemler çıkacağı anlamına gelir, hatta bunu yapanın ülkesi bulunamayabilir, hatta kim olduğu bile bulunamayabilir.

Altı: Aptallar yaşar ve ölür. Şaşkınlar seyreder. Akıllılar ise aptallardan ve cahillerden öğrenir. Tarih budur.

Ey kari, bu yazıdan ne öğrendin?


Almanya 2013 Seçimleri: Dersler



Almanya’da genel seçim oldu ve sonuçlar, daha bir hükümet kurulmadan tarih incileri sergilemeye başladı.

Konuya Cem Sey’in bakış açısıyla alıntı ve yorum getirelim:

“Almanya’da seçim oldu, siyasi partiler ne yapacağını şaşırdı.

Çünkü seçmenin oylarıyla ortaya çıkardığı tablonun içinden çıkılır gibi değil.”


Yoo... 3 ana sağ partinin oyları olan % 48 ile % 50 arasında, Almanya gibi bir yerde pratikte fark yoktur. Sonuçta, bir önceki seçimde katılım % 70 falandı (şimdi de % 71,5 gibi görünüyor). O fark, bu farkı yaratır kolayca.

“... AB’deki “dost halklarla dayanışma” düşüncesi Almanları ürküttü.

İşte bu ortamda yapılan seçimde Almanlar, başka hiçbir icraatından memnun olmadıkları halde, Güney Avrupa’nın yoksul halklarına açlığı, sefaleti ve kemer sıkmayı dayatan hükümete, daha doğrusu onun başkanlığını yapan Angela Merkel’e sığındı.”

Doğru. Bu Almancılık (ulusalcılık değil) demek. Sağ siyasal dozun artması demek. Neo-Nazizm demek aynı zamanda.

Asıl incileri Yeşiller döktürüyor ve Merkel ile koalisyon peşindeler:

“Önde gelen bir Yeşil politikacı seçimin ertesi günü verdiği bir demeçte baklayı ağzından çıkardı.

Renate Künast, partisinin oy kaybetmesinin nedenlerini sayarken, en başta, Yeşillerin arzuladığı ekolojik dönüşümün sanayi kuruluşlarıyla (Türkçesi: kapitalistlerle) işbirliği içinde yapılabilecek olduğunun halka anlatılmamış olmasını saydı.”

Almanca meali: Biz iktidarı çok sevdik ve ona alıştık.

Yani, dişe dokunur tek parti, Sol Parti:

“... Sol Parti, NATO’nun feshedilmesini savunuyor.

Bu talep, bu partiyi diğerlerinin gözünde koalisyon kurulamayacak bir parti haline getiriyor.”

Sosyal Demokrat kardeşler ise, NATO kafa nato mermer hala 60 yıldır.

Asıl çıkarsama:

Almanya da, parti açısı ne olursa olsun, % 50-50 dengesine geldi. Demokrasinin yumurta sepeti kapıya dayandı. Bunun devrime açılan yol olduğunu biliyoruz (aynı durumdaki ABD’de devrim olmaz ama AB’de olur). Halklar, demokrasiyi sokmadıkları delik bırakmadıktan sonra, devrimi denerler genelde ve onu da yüzlerine gözlerine bulaştırırlar.

CDU Müslüman vekil çıkarır. Yeşiller iktidar olur. Bunlar bizim bir türlü becerilmeyen 67 yıllık oyunumuz gibi olur.

Bu seçimin, bir zamanların Yeşiller’i gibiki tek sürpriz, 962 bin ve % 2,2 oy alan Korsan Parti. E tabii, onun da sonunu görecek kadar yaşayacağız. Yeşiller hakkında yıllardır yazdıklarımız, kimseyi ikna edememişti. İnsanlar hala yaşayacak ama öğrenmeyecek.

Demek ki:

Bu seçim oyunu, trajediyi geçti, komedi oldu.


Parasıyla Emperyalizm



Nasıl ki köleleri özgürleştirip onları asgari ücrete çalıştırmak daha ucuza gelmişse, bir ülkeyi işgal ekmektense, topraklarını satın almak veya kiralamak daha ucuza gelmeye başladı. Bu, ekonomi tarihinden yeni ve ilginç bir moment. Ayrıca, robotlu ve genetikli tarıma geçememeyi de imliyor.

“Çin sıradışı bir alışverişe girdi. Ukrayna'dan 3 milyon hektar toprak alacak. Alınan topraklar Hollanda ve İsrail'den büyük.”


3 milyon hektar alan, 30 bin kilometre kare yapar. (Bilmiyorum, haberde virgül veya 0 kayması var mı?) Hollanda 5 bin 500, İsrail 22 bin kilometre kare.

Çin burada ne yapacak?

En azından buğday yetiştirecek. Çin’in ulusal gıdası olan pirinç, Ukrayna iklimi için uygun bir tarım ürünü değil, o da şimdilik.

Çin; hem sulu hem susuz, hem geleneksel hem GDO’lu tarım ürünlerini birarada karışık yetiştirmekte özgün bir ülke örneği yarattı.

Biz ise, bu konuda da çift değer yargılı davranıyoruz. Kendi topraklarımızda, buğday para etmediği için ekilmeyen alan sürekli artarken, biz de gidip Sudan’dan toprak kiralıyoruz:

“Şimdi Türkiye Sudan'dan 99 yıllığına toprak kiraladı.”


TZOB başkanı Şemsi Bayraktar’ın açıklaması:

“Bayraktar, Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 1995-2010 arası tarımsal alan büyüklüğünün 268.3 milyon dekardan 243.9 milyon dekara gerilediğini, bu azalmanın Trakya'dan daha büyük bir alana tekabül ettiğini ifade etti.”


Nasıl ama?

Herkes, çarşıdaki pirince giderken evdeki bulgurdan olur, biz evdeki pirinci yakıp çarşıdan bulgur satın alıyoruz.

Yine de takdir etmek gerekli:

Tarım tarihine yepyeni bir sayfa yazmış olduk.

Herkes gider Mersin’e, biz gideriz tersine...



Pazartesi, Eylül 23, 2013

Gelecekbilim Dersleri 1



Bir:

Gelecek hep gelir ve uzun sürer: 5 milenyumluk tarihten daha uzun...

Gelecek hep gelir ama şimdilik: 200 bin yıl önce Afrika’da ve 1945’teki atom bombalarıyla birer kez olmak üzere, insan türü şimdiye dek en az 2 kez tümüyle yok olma tehlikesiyle karşılaştı. 2010’dan beridir Dünya olanaklarının geriye dönüşsüz olarak tüketilmesi nedeniyle de bir risk var ama şimdilik ölümcül değil o. 21. Yüzyıl makro krizleri (su, gıda, enerji, nüfus önce çokluk, sonra sabitlik olarak), insan türü için yok oluş tehlikesi arzetmiyor.

Bunların böyleliğini, geleceğin bittiği sanılan 2. Dünya Savaşı sırasında, gelecekbilim bilimsel açıdan icat eden Flechtheim da,  sanatsal açıdan icat eden Asimov (ki düşünceyi büyük olasılıkla Flechtheim’dan aparttı) da, göremedi.

Geleceğin bitmişliğine (yani 2 atom bombasına karşı), 1957 Sputnik uzay yolu ile bir eksodus açtı. Ondan sonra robotçuluk, ölümsüzlük ve yapay zeka geldi.

*

İki:

Tüm gelecekler geçmiş olur: Yani yarın, bugün dün olur.

Geçmiş algıları, psişik ve kültürel olarak çok çok farklı olabilir ve bunlar tam listelenmemiştir. Gelecek algıları da öyledir.

Gelecek değiştirilebilir.

Geçmiş de değiştirilebilir: Bugüne dek tarih, antropolojik, etnolojik, folklorik ve sosyoloji kültürel modlarda hep yeniden yazıldı, aynı dönemin tarihi yani.

Geçmişbilim olarak tarih ve gelecekbilim olarak fütüroloji sentezi, zamanbilim etmez. Zaten henüz bir zamanbilimimiz yok. Olacaksa da, bu aksis üzerinden inşa edilmeyecek.

Tarih ve fütüroloji, ironik olarak şimdiyi kapsamaz. Oysa, insanların tamamı yalnızca şimdide yaşar.

*

Üç:

Gelecekler, geçmişlerin potansiyellerinden aktuellere dönüşümlerle yaşanır ve gerçekleştirilir. Bazan potansiyelsiz aktuel ve aktuelsiz potansiyel, yani nedensiz sonuç ve sonuçsuz neden de mevcut olabilir.

Bir potansiyelden birden çok aktuel gerçekleşebilir ki bu bir genin birden çok protein sentezleyebilmesine benzer.

Birden çok potansiyelden bir aktuel gerçekleşebilir ki bu çok genin birarada bir proteini sentezlemesine benzer.

*

Dört:

Geleceğin belli bir yönelimi yoktur. Zaten tarih, Dünya Sistemi modeliyle bize determinist bir model de sunmaz.

Birden çok gelecek vardır ve bunlar birbirini öldürebilir, öldürmeyebilir de...

Dünya gezegeni üstündeki gelecek, insan türünün kendini er veya geç bitirmesiyle bir yolda noktalanacak. O sırada büyük olasılık insan sonrası tür evrilmiş olacak ama en azından Dünya üzerindeki post-insanı insanın yok etmesi pekala mümkündür.

Dünya gezegeni dışındaki insan sonrası ve insansal gelecek boştur. Zeka-öteye, canlı-öteye ve özdek-öteye evrim şimdiden öngörülebilyor.

İnsan sonrası türlerden birinin evrim sonulu, 10 üzeri 67 yıl içinde, bugünkü Evren’in yok oluşunu tersine döndürmek ve/ya onu metamorfozlamak olabilecek. Gelecekbilim şimdi ve burada bu menzil tanımını kapsıyor.

*

Nokta.

Es.

Şimdilik bu kadar doz yeter.


Eşkiya Dünya’ya Aman da Hükümdar Olmaazzz




Acaba öyle mi?

Değil gibi...

Sonuçta, Türkler Mısır’da köle-asker iken iktidar olunca, eşkiya dünyaya pekala hükümdar olmuştu ama... Öyle olunca, şanlı tarihimiz oluyor ama... Böyle olunca su koyveriyorsunuz ama... Bu haltları siz yediniz ve bu işi buraya siz getirdiniz ama...

Günümüze bakalım:

“Beşiktaş - Galatasaray arasında oynanan derbi karşılamasının 90+3. dakikasında Felipe Melo'nun kırmızı kart görmesinin ardından ortalık bir anda karıştı... Beşiktaşlı taraftarların bir anda sahaya inmesi sonrasında, ortalık karıştı.”


Maç tatil edildi, hem de biterken...

Bekir Ağırdır diyor ki:

“Niçin gündelik hayat da ve toplum da şiddet yayılıyor? Bu toprakların insanları şiddete çok yatkın oldukları için mi?

Son otuz yıldır bu topraklarda hayat değişti. Hiçbir şey ne toplum, ne kentler, ne gündelik hayat aynı değil. Ne yazık ki bu ülkenin siyaseti, medyası, kanaat önderleri ve hatta akademik dünyası bile her şeyi siyasetten okumaya ve anlamlandırmaya çalışıyor.”


Soruyu yanlış soruyor. Veri tabanını yanlış koyuyor ortaya.

Önce saptamalar.

1980’den itibaren getirilen neo-globalist neo-liberalizm, devleti sömürü niyetli olarak aşırı zayıflattı. Buna siyasilerin sürekli sağ-sol zigzagları eklenince, kitlenin kıblesi kalmadı. Devlete biat kalmadı. Bu genellikle orta çağların dolaylı bir göstergesidir.

Benzeri örnekler, Osmanlı’da Yeniçeri’lerin boşta kalınca İstanbul’da sivil terör yaratması gibi olarak epeyi mevcuttur. Osmanlı’nın son zamanlarında da böyle olmuştu, kimse gecey sokağa çıkamaz olmuştu, yani bir devlet bu durumu çözemezse, biter, zaten devletler hep biter. Çocuğun adı da budur: Başıbozuk ve ayaktakımı.

Gelelim günümüze:

O nedenle Geziciler, bardağa son damlayı koyarak taşma yarattılar.

O nedenle Geziciler’in arasında futbol taraftarları da vardı ve o nedenle statlara siyaset taşınmış gibi oldu ve genelde kuzu tipli, ‘ne sağcıyım, ne solcu, futbolcuyum futbolcu’ kitle, birden zıbıttı.

Bundan sonra ne olur?

Ne AKP, ne de başka bir parti, bu bitirlmiş TC’yi toplayamaz ve 2. Cumpuriyet’e daha çok var. O vakte kadar, tarihsel zebehe gaden Fetret Fetret Fetret...

Bavulları toplayın küçük burjuvalar, yoksa son vapuru da kaçırırsınız...

Gitseniz de, Beyaz Ruslar ve hala tuvalet kağıdı niyetine kullanılan rubleleri gibi olacak. (Bakınız: 3 İstanbul.)

Ve evet, hala 3 İstanbul var: Cennet, cehennem, araf...

Siz hangisindensiniz ey kari?


Pazar, Eylül 22, 2013

Tarih Dersleri 3




TÜRKLER’İN TARİHTEKİ YERİ VE YERSİZLİĞİ

Türk olarak, 1,5 milenyumdur falan, tarih podyumunda arz-ı endam eyliyoruz.

Moğollar ve Tatarlar gibi, Orta Asya’nın olumsuz doğal koşullarından dolayı göçer yaşayan olduğumuzdan, üstüne bir de atları ilk evcilleştiren bölgede gezer mukim olduğumuzdan naşi, o pek övündüğümüz asker millet yanımız, talan ve yağma ekonomisi olarak tezahür etmiş. Anadolu’ya geleli, neredeys, bir milenyum olacak olmasına karşın, bir yerin kökünü kurutana kadar yağmalama zihniyetimiz hala baki.

Bu konudaki en olumsuz örnek biz değiliz. Eski Mezopotamya ve Eski Yunan uygarlıkları, üstelik kendi topraklarının öyle bir canına okumuşlar ki aradan milenyumlar geçkiten sonra bile, doğa kendini toparlayamamış durumda. Oraların halkları da, Babil bahçelerinden cehnenem çölüne dikey iniş yaptı.

Biz Türkler’in tuhaf ve pekala uygarlık öncüsü sayılabilecek yanlarımız da var:

Yazının 6. milenyumunda bile alfabeye geçmiş halk oranı 6 binde 300 falan iken, biz göçer ve göçebe halimizle, taa milenyum önce Orhun Yazıtları üzerinden yazıya akmaya başlamışız. Bugüne kadar, bir rivayet 13, bir rivayet 15 alfabe kullanıp, bu konuda bilindiği kadarıyla bir dünya rekoru da kırmışız.

Bu da yetmemiş:

10’e yakın dine girmişiz. Dünya’daki ünlü halklar içinde 3 tek tanrılı dinde de alt-halkı olan tek ulus biz olabiliriz.

Hunlar’ı saysak da saymasak da, Gagavuzlar’ın ve Nahcıvan’ın devletimsiliği ve Kuzey Kıbrıs’ın üç çeyrek devletliği hesaba katılınca, bizim hesap 16’yı geçer. Tabii, sonuncu devletimiz olan 1. Cumhuriyet de dahil olmak üzere, olandan 1 eksik veya olana eşit sayıda devleti gömdüğümüz de bir gerçek. Demek ki hafif oto-anarşiist veya mazohist bir milletiz vesselam.

Kamçatka’dan kalkıp da, Viyana kapılarına kadar gidip de, iki kere geri postalanınca, yılmayıp, aradan birkaç yüzyıl geçince, Viyana’yı ‘by-pass’ yapıp, Berlin’e doğrudan havadan inme becerisini de göstermişiz. Şimdilerde Berlin’deki cumhurbaşkanı sarayının önünde mangal partisi ile meşgulüz. Ayrıca, Almanya’daki Almanlar olmasa, Almanya’nın pekala çekilir bir yer olduğu kanaatine bile vardık son 50 yılda Allah’a şükür.

Tatarlar’ın Türkler’e 2 kere ihaneti tarihte kayıtlıdır ama Türkler de Ortadoğu’daki ilk devletlerini, köle asker olarak var oldukları devletin yönetimine ihanetle el koyarak kurmuşlardır. Yani, askeri darbe geleneğimiz çok asırlık netekim.

Son 30 yıldır AB’ye ve ABD’ye açık pazar olarak hizmet ediyoruz.

Çıkmadık candan umut kesilmez. Türkler de, er veya geç tarihe önemli bir katkıda bulunacak elbette, Tabii, o zamana kadar tarih ölmez de, ömrü vefa ederse...

Şaka bir yana, Türkler’in varlığı, negasyon ve olmayana ergi ile bize epeyi tarih dersi veriyor. Çok tepindiğimiz için çok da hata yapıyoruz ve hatalarımızdan pek ders almayıp, ‘benim oğlum bina okur, döner döner gene okur’ tarzında, örneğin 3 tam askeri darbeye, 3 de (asker asılmalı, post-modern olanlı, vd) buçuklu darbe ekliyoruz: Bir tür kontrol parametresi gibi.

Tarihe verebileceğimiz dersler:

Kültürel mod geçişi olarak, at sırtındalıktan tarım toplumuna geçişi beceremeyip, hala doğru dürüst bir ev tasarlayamayıp, ‘Türk evi’ denilen şeyin, düpedüz oba çadırına aynen benzemesi ile eski kültürel modun direncini göstermiş olduk.

Ancak, ABD’yi bile bu konuda geçerek apartmacılığı, türk mutfağının Dünya’daki 3 mutfaktan biri sayılması; garibim 11 milenyumluk bulgurun, bugün Dünya’da Türk yemeği olarak Türkçe adıyla kabulü ve AB’nin en ücra köyünde bile tavuk döner büfesi açılması ile mutfak emperyalizmi tarihine önemli katkılarda bulunmuş olmaktayız. Tabii, bu yine de Hintliler’in biber dolmasını niye patates-peynir ile yaptığını veya Çinliler’in pirincin anavatanı iken, neden biber dolmasını icat edemediğini açıklamıyor. Biz de böylelikle, bunu Türkler’in uygarlık hanesine yazabiliriz.

Türkler’in bilime, sanata ve felsefeye katkısı pratikte sıfır. İkinci Sanayileşme henüz yeni başlamışken; robotlaşma veya uzaycılık dalında da atak yapabilecekken, 30 yılda trilyon dolar lüpletip, 1 trilyon dolar ödeyip, 1 trilyon dolar da borçlanarak, başkasını talan edemeyince, kendini ve geleceğini talan eden biri durumuna düşmüş olmaktayız.

Çok şükür ki 2010 yılında Dünya bitti. Konya Ovası’nda da su bitti. 600 bin kilometre kare orman kesilince, Anadolu’da ağaç da bitti, İstanbul için de öyle.

Bu durumda Türkler’in gelecekbilimi için 3 yol kalıyor:

Yamyamlık, intihar ve yeni bir eksodus...

Hamiş: Genelde ‘c’ şıkkını seçmişiz.


Tarih Dersleri 2


GÖZLEMLER ve GENELLEMELER:

5.000 yıllık devletli tarihe ve Dünya Sistemi sayılana bakınca:

1.


Devletsizliğe geri çözülme aşamasının, global nüfusun en azından % 50’sinden çoğu için aşıldığını gözlüyoruz. Bunun kanıtı olarak, Avrasya’nın yatay coğrafyasının da etkisiyle, bu nüfusun yarısından çoğunun yaşadığı bölgede, herhangi bir uygarlık veya devlet, herhangi bir barbarlık tarafından yıkıldığında, epeyi uzun bir süredir, barbarların o bitirilmiş uygarlıkça uyruklaştırılmasını görüyoruz:

Geçmişte bunun en güçlü örneği, Roma ve onu yıkıp onun yerini epey sonraki gelecekte alan Kutsal Roma-Germen devletleri ve zamansal yakın örnek de, bugünkü biçimiyle AB ve ABD ikilileridir, bir zamanlar ABD AB’nin kolonisiydi, şimdi tam tersi.

2.

Toplumsallığın tarihten epeyi önce de, özellikle beyinleri daha çok çalışan % 1 azınlık için olmak üzere, bireyler için tam bir kölelik sistemi durumuna dönüşmüşlüğü mevcut.

Bunun nedeni de, Homo Sapiens Sapiens’in Afrika’dan onlarca eksodusu sırasında, türün / sürünün tümüyle yok olma aşamasına kezlerce epeyi yaklaşmış olmasıdır. Böylelikle, toplu bilisizlikte (collective unconscious) çok ve tek arasında, çoğun lehine epeyi normal faşizmi eğilimli bir ağırlık oluşmuş olmakta.

Tarih boyunca da böyle sürmüş gitmiş.

3.

Bunun üzerine bugünün tanım kümeleriyle epeyi askeri, iktisadi ve siyasi ağırlık ve deformasyon yaratıcı etken birikti. Savaş, sömürü ve yönetme / iktidar, bize evrimsel kalıtlar ama birçok alanda insan türü bu evrimsel kalıtların epeyisini gerisinde bıraktı. Öyle olmasaydı, dünya üzerinde epeyi salt barışçı toplum yaratılmazdı. Onların yalıtık korunmuşluğu bozulduğunda, genelde yamayam sonraki akrabaların, önceki barışçı akrabaları yemesinin gerçekleştiği Pasifik toplumlarını gözlersek ve örnek alırsak, bunlarda yine Avrasya’nın itiş-kakış ve birbirine fazla kolayca erişimli toplumsal yapısının sorumluluğu olduğunu görürüz.

Ortalıkta bu kadar barış müezzini varken, insan türünün çoktan sonul barış evresine girmesini beklerdik ama nasıl ki bir yerde ahlaktan çok söz ediliyorsa, o söz edenler genelde başta omak üzere, orada yaşayanlarda ahlak eksikliğinin yaşandığını bildiğimize göre, bu perhiz-turşu tersliğini yadırgamamamız gerekir bizce.

4.

Bu 3 gözlem-genelleme kümesi, bizi hangi çıkarsamalara götürmüş olmakta?:

4.1:

Ya yalıtık toplum olarak istediğin toplumu kurar ve barışçı, sömürüsüz, yönetcisiz bir düzen kurarsın, ya da bu itiş-kakışı olmayana ergi kullanarak ve sonuna kadar yaşayıp tüketerek, sonul karşıtlığa varma diyalektiğini eyleyebilirsin ki bu birinci şıkka göre daha az olasılıklı bir olanaktır ki tarih göründüğü kadarıyla oraya limitleniyor şimdilik. Geçmişbilim-gelecekbilim bireşimcisi olarak bize düşen şey, açmazlara karşı eksodusları imlemek ama herhangi birini seçip onu empoze etmemektir.

4.2:

Yaşadıklarımız, epeyi tarih tekerrürünü yarattığına göre, elimizde ders çıkaracak epeyi istatiksel birikim vardır, demektir. Bu koşullarda yaşayarak öğrenmenin tümevarımsallığı yerine, beynini kullanmanın tümdengelimseliğini kullanacak kültürel-evrimsel aşamaya geldiğimizi kabul edip, kitleye de bilinçli düşünme sorumluğu (hakkı değil) yüklememiz gerekir, demektir.

O nedenle, artık bazı halklar artık toptan yargılanıyor. Nazi Almanyası halkı pas ve Sırbistan halkı teğet geçildi. Demek ki bu olgunun gerçeksenmesi yakında. En yakın aday adayı ABD halkı bu durumda.

4.3:

Bu perspektiften bakılınca tarihte açmaz yok, aslına bakılırsa hiç yoktu ama bakıp da bunu gören ve yazan hiç kimse de yoktu ama şimdi var. Tabii henüz gerçeği uygulayacak yeterince cesur-düşünen beyin yok ama bunun da yaşanması eli kulağındadır bizce...

Burada es... Yenilip yutulması zor düşünceler sergilediğimizin bilincindeyiz. Okur, belki bunları bir tartar beyninde...