Cumartesi, Kasım 30, 2019

Türkiye Libya’da Bir Şey Peşinde


Uzun süredir Libya haberi çıkmıyordu. Çıktı, tam çıktı.
+
“Türkiye’nin Libya’da Birleşmiş Milletler (BM) tarafından tanınan Ulusal Uzlaşı Hükümeti’yle (UUH) deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin mutabakat muhtırası imzalaması…”
“Alman medyasına göre Atina, Türkiye’nin Libya ile sınırı bulunmadığını belirterek, böylesi bir mutabakatın uluslararası deniz hukuku açısından geçersiz olduğunu savunuyor.”
“Dendias, Türkiye ile Libya arasındaki mutabakatın, ülkelerin arasında kalan Yunanistan’a ait Girit adasınının kıta sahanlığını gözardı ettiği iddiasında bulundu…”
Bunu kim akıl ettiyse, bravo.
Bu, Ankara’nın Atina’ya Kıbrıs yanıtı.
Bir numara dönüyor ama nereye varacak, belli değil.
+
Olaya Mısır da karışmış.
“Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynakları konusunda GKRY ve Yunanistan ile ortak hareket eden, Libya’daki iç savaşta ise Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi hükümetini destekleyen Mısır’dan da mutabakata ilişkin tepki yükseldi. Mısır Dışişleri, Saraj’ın başka ülkelerle anlaşma imzalamasının yasadışı olduğunu savunan açıklamasında…”
Olay, tam emperyalizm.
Diğerleri, sınır ülkeler. Ancak Türkiye, kalktı gitti, Libya savaşına girdi.
Demek ki orta ve uzun vadeli bir planı varmış.
Uluslararası hukuk açısından gayet makul ama emperyalist girişimli gidişat bu.
+
“Öte yandan, KKTC Enerji ve Ekonomi Bakanı Hasan Taçoy, muhtıraya ilişkin, “Doğu Akdeniz’deki Rumların ve uluslararası güçlerin oyunu bu adım ile bozuldu” ifadelerini kullandı.”
Demek ki Kıbrıs da işin içinde.
+
“Türkiye ise Girit’in karasuları dışında, kıta sahanlığı bulunmadığı ve adaların Türkiye anakarasının doğal uzantısı olduğu tezine sahip.”
Türkiye ve Yunanistan son yüzyılda iki kez savaştı, ikisini de Türkiye kazandı.
Ayrıca, 1922 ve 1974 tarihleri de, 2026 gibi bir tarih akla getiriyor.
Gelecekbilim bu işte.
(30 Kasım 2019)

Doğu Konfederasyonu ve Enis Nakkaş


Aç tavuk kendini buğday ambarında görürmüş. Bu da o hesap.
Bin yıldır birbirleriyle savaşan halklarla bir konfederasyon kurmak.
+
“Evet, bazı ülkelerde seçimler ve partisel çoğulculuk, özgürlükler ve insan hakları alanında son dönemlerde gerileme yaşayan Türkiye’deki gibi olmayabilir. Ancak konfederasyon projesi, bölgenin toplumsal güvenliğini ve istikrarını sağladığında, gelişmişlik düzeyini yükselttiğinde elbette kendi toplumlarına özgürlükler alanında çok daha fazla imkân tanıyacaktır.”
Evet bazı ülkelerde seçimler ve partisel çoğulculuk, özgürlükler ve insan hakları alanında son dönemlerde gerileme yaşayan Türkiye’deki gibi olmayabilir. Ancak konfederasyon projesi, bölgenin toplumsal güvenliğini ve istikrarını sağladığında, gelişmişlik düzeyini yükselttiğinde, elbette kendi toplumlarına özgürlükler alanında çok daha fazla imkân tanıyacaktır.”
Hiç demokrasi geleneği olmayan insanlar, bir konfederasyonda birleşecek, birden demokrasi gelecek.
Zenginlik veya gelişmişlik düzeyi, demokrasi ile ilntili değildir. Naziler de gelişmiş toplumdan çıktı, faşistler de.
+
“Kitabınızın 41’inci sayfasında, 2011 yılında patlak veren Suriye ayaklanmasının ilk günlerinde Beşşar Esat’la MİT Müsteşarı Hakan Fidan arasında geçen, oldukça ilginç bir anekdota değiniyorsunuz. Buna göre Türkiye, önce öğüt vererek, bir sonraki aşamada ise, Suriye tarafına çeşitli şartlar dayatarak, “M. Kardeşler’e hükümet içerisinde yer verirseniz, size ülkede istikrarın sağlanacağı konusunda garanti veririz” dediğini ve buna karşın M. Kardeşler’e oldukça mesafeli olan ve bu yüzden de olumsuz yanıt veren Suriye yönetiminin Türkiye’ye “Nasıl bunu garanti edebilirsiniz” dediğini aktarıyorsunuz. Türkiye böyle garanti sundu mu gerçekten? Bunu kanıtlayabilir misiniz?”
İddia çok büyük.
Varsayalım 2011’de MK hükümete girdi. Arap Baharı olmayacak mıydı yine?
Yani, Türkiye’nin bu tutumundan ABD’nin haberi var mıydı?
Bu konuda bilgi yok.
Bizce bu adam, koyunun bulunmadığı yerde, keçi bile değil, tavukçuluk oynayanlardan, kendine entellektüel bir statü yaratmaya çabalıyor.
+
“Türkiye, bölgesel dengelerin yeniden oluşturulması için ABD tarafından verilen yetkiyle hareket etti.”
Çok tartışmalı.
AB, BM, NATO sorgulanırken, çook tartışmalı. Şu anki TC-ABD çatışması varken, çook tartışmalı.
+
“Öcalan’ın bu projeyi destekleyeceğini düşünüyorum.”
Bak, bu doğru işte.
Öcalan, 2019 içinde bu yönde açıklamalar yaptı. Olayı, Galiyev geleneğine kadar götürdü, hatta Sümer’e kadar.
+
“Bu, bütün halkların yararınadır. Bölen değil birleştiren bir projedir.”
Adam Lübnanlı.
15 yıl iç savaş ve yeniden yaşamak üzere olan bir ülkeden.
Kalkmış bunları söyleyip abuksuyor.
(30 Kasım 2019)

Aforizma: Bu Bir Seçim Değildir: Kafka



Kafka, Magritte, Foucault söylem düzlemi çizgisinde böyle.

1., 2., 3., 4. Dünya çizgisinde böyle.

Cuma, Kasım 29, 2019

FT'den Türkiye analizi: Dış borcun ancak yarısını ödeyebilir


Bu, bir saptama.
İçeriden değil, dışarıdan bir saptama.
+
Sorular şunlar:
Türkiye, 2018’de de aşağı yukarı aynı durumdayken, borçlarını nasıl ödedi?
Türkiye, geçmişteki benzeri durumlarda, borçlarını nasıl ödedi?
+
“Analizde Türkiye'nin döviz rezervlerinin gelecek yıl yapılacak dış borç ödemelerinin ancak yarısını karşılayabilecek düzeyde olduğu öne sürüldü.”
Sayılar nerede?
“Son açıklanan rakamlara göre, MB döviz rezervi eylülde bir önceki aya göre yüzde 0.4 azalarak 101.1 milyar dolar oldu. MB Başkanı Murat Uysal, 9 Ekim'de yaptığı sunumda uluslararası rezervlerin kısa vadeli dış borç ödemelerini karşılayacak düzeyde olduğunu söylemişti.”
Kısa derken, 1 ay mı, 12 ay mı?
O 100 milyar dolarlık rezerv gerçek mi, kağıt üzerinde mi?
Hiçbiri belli değil.
+
Belli olan şu.
Nakit sıkıntısı olursa, Türkiye 2 yol izliyor:
Bir:
Adı sıcak para olan, beyaz veya kara kara-para buluyor.
İki:
Yüksek faizsel yüzdelerle borç alıyor.
Burada sorun şu:
Eskiden borç oranı GSYH’nin % 100’ü idi. Gelişmiş ülkeler için bile bunu % 200 yaptılar.
Oysa, ekonominin bazı temel parametreleriyle oynanmaz. Oynanırsa, oyun zıvanadan çıkar.
Sorun, global neo-liberalizm oyununun da zıvanadan çıkmış olması.
“Örneğin, Lübnan'ın gelecek yıl GSMH'sinin yüzde 170'i oranında dış kaynak ihtiyacı olacak.”
Bu, ödenebilir bir borç değil ama hala Lübnan’ı iflas etmiş saymıyorlar. İnekten hala süt ve et çıkar diye umuyorlar.
Not: Lübnan, G-20’ye dahil değil. Yani, bu duruma neo-liberalizm üzerinden gelmedi, savaş üzerinden geldi. Artı o savaş, Arap Baharı türü, 2010 sonrasıki krizler nedeniyle değil, çok daha önceden gelen bir mirasla, 1975-1990 arasında yaşandı.
+
Madem ki büyükler oyunun kuralına uymuyor, o zaman Türkiye, yine hafiften oyun alanının dışına çıkar ve yine para bulur.
Sonra, AKP gider, CHP gelir, bir bakar borç, 1 değil, 2 trilyon dolar.
(29 Kasım 2019)

Kadınlık / Dişilik, Terf, Trans-Kadın, Biyolojik Varyanslar


İnsanın kadınına ‘dişi’ denmesi, zamanında kadınları çok rahatsız ediyordu. Şimdilerde de, ‘bayan’ denmesi ile uğraşıyorlar.
Bunlar işin görünen yanı. Uğraşılması gereksiz şeyler.
+
‘Terf’ şu demekmiş:
“Trans-Exclusionary Radical Feminist: That group of feminists that claims that trans-women aren't really women, as biological determinism is only a fallacy when it used against them, not when they use it against others.”
(Kaynak: İngilizce Wikipedia.)
Yani, trans-kadın’ları dışlayan ve kadın saymayan bir feministlik durumu.
+
Oysa, işin biyolojik yanı var. Genetik diyelim, sonuçta trans-seks-cerrahisi de biyolojiye ve tıbba giriyor.
Kadınlar için şu durumlar varmış:
İnterseksüalite, androjen sendromu, Swyer sendromu, Klinefelter sendromu, Turner sendromu.
Bunlar; doğalı XX ve XY olan durumların, X0, XXY, XXX olması durumları.
Hem erkek, hem de kadın cinsel organlarına sahip olma durumu olan hermafrodite, bu kromozom dağılımlarının yarattığı bir fenomen.
+
Gelelim işin felsefi tartışmasına:
Öncelikle, ontik açıdan tüm kromozom durumları, ameliyatla gerçekleştirilen trans-kadın’lıktan daha dişil bir durum.
Burada soru şu:
Bunlarda şiddet eğilimi çalışmaları yapılmış mı?
+
Demek 3 çeşit kadın var.
Bildiğimiz lezbiyenlik de var.
Lezbiyenlikle feminizm arasında gereksiz bir yakın ilinti var.
Bu durumda bir lezbiyen, bu 3 tür kadından hangisiyle sevişirse, daha feminist olur?
Saçma bir soru, değil mi?
İşte, Terf’ler böylesi saçma bir tartışma içindeler.
+
En önemlisi ise şu.
Bir kadın Dünya’nın tüm diğer kadınları için fetva verebilir mi?
Bizce veremez.
Çünkü hiçbir insan, tüm insanlar için fetva veremez.
Hem tüm insanlar için geçerli kurallar yoktur, hem de herhangi bir insan, insan-olmama hakkına, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’ndeki ilkeler kadar net ilkelerle sahiptir.
+
Olaya tersinden bakmak gerekli aslında.
Olayı feminist llezbiyenler gürültülü bir biçimde tartışıyorlar.
Ya diğerleri/
Neden kimse onlara düşüncelerini sormuyor?
Özellikle de feminist lezbiyenler.
Çünkü, düşmanın da olsa, oturup tartışacaksın ilkede.
+
Bu, bir başlangıç açılımı.
Konu, pek iler tutar değil.
Konu, pek ipucu da vermiyor, çünkü yeni bir konsept.
+
Çıkış:
Konunun erkek yönüne de bakmak gerekli.
 Örneğin.
Feministler lezbiyenleri savunuyor ama ‘gay’ler için böyle bir kategori yok.
Yani, eşcinsel olmak bile, bir erkeği kadınlar tarafından aşağılanmaktan kurtaramıyor.
İronik, değil mi?
(29 Kasım 2019)

Kafka Aforizmaları


X1: Bebeğini kaybeden küçük çocuk ile Kafka arasında bebeğin mektupları üzerinden anlatılan ilişki benim tanıdığım Kafka’ya aykırı. Kafka’nın kafası ilişki kurmak değil, kurmamak üzerine çalışır.  O kararsızlığı sever. Bir olayın akışını değiştirme tarafına geçmez.
O, yaratılan imaj. Gerçek Kafka'nın ne olduğunu, Kafka bile bilememiş olabilir. Ayrıca, hemen her yazarın böyle aykırılık sürprizleri vardır.
Yazar Kafka marjinaldir, yaşayan Kafka püritendir. Kafka'nın birçok çelişkisinden biri.
X1: Metamorfoz’daki Gregor Samsa bir şey yapmaz, Davadaki K., bir şey yapmaz hemen hemen.
Böcek olmuş adam. Ne yapacak, devrim mi? Böcekler ölür, Samsa da ölür.
Daha uç bir örnek vardır. Beckett'ın bir öyküsünde bir adam, ters çevrilmiş bir kayığın içinde, kendi dışkısı içinde ölür. Ulus Baker de aşağı yukarı öyle öldü. İntiharlık durumda, intihar edememe, ölüme yatma durumu.
Kafka parametrelerini, babayı, Prag'ı, Musevilik'i, Almanca'yı, maraziliği irdeleyen bir kitap vardır. Durumu iyi açımlar. İngilizce okudum. Türkçe var mı bilmiyorum. Kafka, çok vektörlü, limit sıfır hareket toplamlı bir şey.
Gerçek Kafka kendini hiç bilemedi.
(27 + 29 Kasım 2019)

60 Yıllık Bir Ömrün Biyografi-Tarih Eşlenikliği


Sınıfsal kökenimle, maksimum lise mezunu olanaklı olarak doğdum. Lisansüstü mezunu oldum ama tezsiz (nedeni evsizlikti).
Not: Son 5 yılda 1 milyon üniversite öğrencisi, parasızlık nedeniyle öğrenimini bıraktı. Sınıfsal determinizm bu. Beni belirleyemedi ama, üniversiteyi bitirdim ama, iki kardeşim okulu bıraktı ama.
Ana tarafımda da, baba tarafımda da, AFL ve BÜ gibi iki okulu bitiren ilk ve tek kişiyim. Alamancı veya diğer yurtdışı şıkkını deneyen çok ama. Herkes, bulduğu şıkkı oynadı yani.
Bir teyze oğlu ve bir hala oğlu erken (45 gibi?) vefat etti. İkisi de alkolden.
Kısacası, bildiğimiz lümpen orta-alt sınıftık topluca.
Eti ayda bir, muzu beş yılda bir yiyebilirdik.
13 yıllık ABD tipi eğitim, biyografimi ve ontosumu metamorfozladı.
Tam anlamıyla / bütünüyle değilse bile, epeyi bir kültürel yabancılaşma yaşadım. Başkaları durumumu, civciv çıktığı yumurtayı beğenmemiş, olarak gördüler.
1950-1960 arasında bunu yaşayan yüz binler oldu. Çünkü o kuşak, Türkiye’de topluca üniversiteye giden ilk kuşaktı, kızlar dahil.
Eskiden lise mezunları öğretmen veya askerlikte subay olurlardı.
5 yıllık kalkınma planlarına bakıldığında, 1960-1980 arası, kendi yağıyla kavrulmacı geçti.
1983-2019 ise, bildiğimiz gönüllü sömürgeleşme ile geçti.
Eğitim ve sağlık sistemi çöktü.
50 küsur yıllık maraziliğim sırasında, hastanelerin hiç değişmediğini yaşadım. Gövdemde doktor hatası hasar neredeyse 10 tane.
Benim gibi, fakir kökenli olanlar, sınıf atlamayı seçtiler. 1980 öncesinde ister solcu olsun, ister sağcı olsun.
Akir kalmayı seçmişliğim tartışmalı. Latife Tekin tezini hiç kabul etmedim. Fakirdim ve zekiydim. Birini seçebilirdim. Bence bu seçim değildi.
Sonuç, kezlerce ölüm riski oldu.
Türkiye de aynı yok olma risklerini yaşadı, yaşıyor.
Varlığım / ontosum, genelde tarihdışı idi. Apolitikliğin dışında bir şey bu. Bir tür politiklik-üstü, bir tür politik aktiflik benimkisi. Yazarak yani.
14’ümde de eksodusum yoktu, 59’umda da yok.
Mucize yaşama şanslarımı eğitimle kullandım, mucize kotam doldu. Son 9-10 yıldır, felaket, doktor, hastane, ilaç gırla gidiyorum.
En ironiği şu:
Artık dönme/lik şansım bile yok.
Belki acısız ölüm hakkım kalmıştır geriye. Dilerim öyledir.
Ancak bu, TC için de böyle.
TC de tüm haklarını kullandı, hatta daha fazlasını.
Eskiden olsa, Benjamin tarzı, Fassbinder tarzı bir otobiyografi-tarihçe ilintisi kurardım, kurdum da, artık kurmuyorum.
Kafka’nın da, Beckett’in de, anlam ufkunu geçtiğini düşünürsek, benim de anlam ufkunu geçmem, eski söylemin tükenmesi demek. Eski söylemle, anlamsızlığın göbeğindeyiz hepimiz yani.
Kendimi yeni söyleme aktarabileceğimden emin değilim.
TC’nin de.
Yaşlı bir insanı yaşamın kıyısına almak zor, bitmiş bir ülkeyi tarihin kıyısına almak zor.
Tarihin huzurevi nasıl bir şeydir acaba?
Bana da, TC’ye de gereken bu gibi.
(28 Kasım 2019)

Türkiye’de Yeni Parti 2020


Davutoğlu veya Babacan değil.
Herhalde değil.
Olanaklarını kullandılar.
Hatalarını sergilediler.
Tarihin dürülmüş defterine zarar olarak geçtiler.
+
Meclisteki tüm partiler sağ, hem de ortanın epeyi ötesinde sağ.
Demek ki sol bir parti gerek.
Uyduruk kaydırık Türkiye İşçi Partisi değil ama.
Sosyal demokrat.
Laik-ateist arası.
Kürtler’le sıkı pazarlık edebilecek.
Anti-militarist.
Anti-liberal.
AB konusunu tartışacak.
NATO konusunu tartışacak.
Avrasya konusunu tartışacak.
Nüfusu azaltacak.
Ekonomiyi küçültecek.
Finansal sektörü küçültecek.
+
Böyle bir parti mümkün mü?
Hayır.
Kadrosu yok çünkü.
Böyle bir parti oy alır mı?
Hayır.
Seçmen tüketim bağımlısı çünkü.
+
Tersine bakalım:
Türkiye 2020’de halk isyanı gelir mi?
Hayır.
Seçmen tüketim bağımlısı çünkü.
+
Bu durumda süreksizlik gelecek.
Belki 50 yıllık, bol seçimli, hiç iktidarsız bir dönem.
Belki gerçek bir iç savaş ve bölünme.
Ancak, uluslararası politik yapı buna da izin vermiyor.
Türkiye 1970-2020 arasında, diğer tüm benzerleri gibi, 3. Dünya’lıktan 2. Dünya yapılacak derken, 4. Dünya yapıldı.
Özetle: Beslenme, eğitim, sağlık, 50 yıl önceki kadar.
Kişi başına GSYİH ise, 50 yıldır Dünya ortalamasında.
Bu açıdan bakınca, Türkiye tek örnek.
İnen indi, çıkan çıktı çünkü.
Bir parti bunlar için çözüm olabilir mi?
Türiye kadrosuyla zor, Dünya kadrosuyla da zor.
Akla, 1100-1300 arasındaki beylikler dönemi geliyor.
Orada, Cengiz Han 1200-1250 etkisi vardı.
Türkiye’nin olduğu gibi sürmesinde, çevresinde parçalanan 10-15 ülkenin etkisi var. Tersi olursa, önce yıkım, sonra birleşme ve büyüme gelir.
Yani:
Türkler önce parçalanır, sonra birleşir.
(28 Kasım 2019)

Perşembe, Kasım 28, 2019

Türkiye Sınıflararası İlişki 2019


Türkiye, 1983-2013 arasında, (Özal, Çiller, Erdoğan ile) 3 aşamalı liberalleşme süreci yaşadı.
Ekonomik artı-değer, en aşağıdan en yukarıya hortumlandı.
Ekonomik gelir dilimleri olarak, 10’lu, 20’li ve 100’lü dağılımlara bakıldığında, en alttaki gelir dilimleriyle en üstteki gelir dilimleri arasında üssel farklar oluştuğu görüldü.
Her liberal dalga, hem küçük-orta, hem de büyük sermaye birikimi olarak, kendi (potansiyel) seçmenini ulufeledi.
Buradaki en önemli belirginlik, hiçbirinin tarım desteği yapmamasıydı. 1980 öncesiki parti dağılımında AP, bu yolla iktidar olabiliyordu, yani köylü seçmenleri parasal destekleme yoluyla.
Sonra; önce gecekondulaşma, sonra da varoşlaşma yaşandı. Önce köy nüfusu azaldı, sonra da taşra nüfusu. Kentler, önce köyleşti, sonra taşralaştı.
Temelde 3 büyükkente taşınan milyonlar, rant üzerinden zengin veya fakir oldu.
Bu süreç, biraz rasgeleydi. Çünkü, liberalleşme aynı zamanda tüketim toplumu demek olduğu için, çok kazanan kadar, az harcayan da zengin oldu.
Bir ailenin tüm bireylerinin çalışması olağanlaştı.
Bu durumda; iki ölçüte, arabaya ve eve bakıldığında, arabanın bir tüketim malzemesi olarak aşırı alındığı, evin ise, bir rant kaynağı olarak daha az alınabildiği görüldü. Yani diğer bir deyişle, (toplu taşıma kullanıp) araba almayıp, ev alanlar, sınıf atladılar.
Artıkbazıları, kişi başına 2-3 ev sahibi durumundalar. Bu da, milyonların gelirlerinin % 25-33’ünü kiraya vermesi demek.
Sonra, deniz bitti. Dünya’da da, Türkiye’de de.
Şerh: Bunun kabulünün (‘mortgage’ krizinden beridir) 12 yıl alması önemli bir kayıt / veri.
Şimdi ortaya çıktı ki 20’lik gelir dağılımında, en üst 14.-19. gelir dilimleri artık küçülüyor, yani sınıf düşüyor.
Bunun % 85’i, AKP seçmeniyse; % 15’i, AKP seçmeni olmayıp, AKP’nin yaşam biçimlerini tehdit ettiği, AKP sayesinde para kazanan beyaz Türk (doktor, şu bu).
Ki zaten onların 400 bini Türkiye’yi son 5 yılda terketti. Toplam % 5 olsalar, 4 milyon toplam ve 400 bin giden oranı demek olur.
Burada ekonomik inkar kültü var:
İnsanlar, 2010-2017 arasında aşırı kolay para kazandılar, neredeyse kepçeyle altın topladılar sokaktan. Bunu inkar ettiler ama. Namuslarıyla para kazandıklarını söylediler hep.
Şu anda gelen sınıf düşmede, azalan paradan çok, azalmayan tüketimin payı var. Şimdilik böyle.
Burada, her türden ekonomik intikalin 6-18 ay alması ilginç. Yani henüz kimse, gereksiz tüketimi bırakmadı, tersine 28 Kasım 2019 kara cumasını dört gözle bekler oldular.
Burada, yurtdışına çıkarılan, iç ekonomik artı-değer de kayda geçmeli. Bunlar yatırıma gidebilirdi.
Yurtdışına çıkarılmayan iç artı-değer de öyle, yatırıma dönmüyor. İşsizliğin temel nedeni o.
Not: Şu anda kazara ekonomiye 500 milyar dolar şırıngalansa, ekonomi çığırından çıkar. Yani, o paranın kademe kademe geri döndürülmesi gerekir.
Burada, 1 kişiye iş yaratmanın 10 bin dolardan 100 bin dolara çıkan maliyeti de sözkonusu. Yanısıra, toprağı ekmenin çiftçiye zarar getirmesi gibi, yatırım yapmak da, işadamına zarar getirir oldu. Sanal / finansal gelir garanti oysa.
Bu durumda Kasım 2019 itibarıyla şöyle bir panorama var denebilir:
% 1-5 güvencede kesim.
% 25, daha önce sınıf atlamış ama şimdilerde ekonomikçe küçülen kesim. Belli bir bölümü iflas edecek.
% 25 en altta olup, hemen hiçbirşeyi değişmeyen kesim.
Aradaki % 45-49’luk boğulan kesim.
Soru şu:
İsyan hangisinden veya hangilerinden gelir?
Ya da:
İsyan hiç gelmez mi?
Keza, başaltı % 25, AKP ile sembiyöze ve işbirliğine devam eder mi?
Bizce, şimdilik böyle bir sınıflararası dinamik sergileniyor Türkiye’de.
(28 Kasım 2019)

Aydın Selcen, Küresel ve Yerel, Bütün ve Parça


Yaklaşım makul.
Akıl yürütmeler ve örneklemeler yetersiz.
+
Global parçalar:
İngiltere, Brexit, ABD / Obama, Macron / NATO.
Yerel parçalar:
Siyasetçi beğeni (AKP anketi): Erdoğan > İmamoğlu > Demirtaş, Belediye beğeni (CHP anketi): Mansur Yavaş > Zeydan Karalar, kadına şiddet, Kürt meselesi.
+
Oysa kendisinin grafiğini verip, yorumlamayı kaçırdığı gerçek şu:
İngiltere’de 2 merkez parti, 25 Mayıs 2019’daki % 44 toplamdan, 23 Kasım 2019’da % 74’e çıkmış.
Bu, tüm Avrupa’da yeni bir trend.
+
Eksik bıraktığı bilgiler:
Trump’ın ne olacağı belli değil.
Almanya’nın Türkiye için NATO çıkışı belli.
Rusya, ABD’ye fazla yaklaşmasınlar diye, Suriyeli Kürtler’e uyarı verdi.
Irak darma duman. Nereye gittiği belli değil.
CHP’nin gereksiz bir iç karışıklığı ortada.
HDP’nin iç karışıklığı ortada.
MHP ve İP’nin hasifliği ortada.
+
Yani, parçalar eksik olursa, bütün ya kurulamaz, ya da yanlış kurulur.
Bu arada, Ukrayna’da ne olup bittiğine ilişkin haberler kesildi.
Libya’dan hiç haber yok.
+
“Belki anlamlı bütün hemen önümüzde ama biz teker teker parçalara bakmakta ısrar ediyoruz.”
Selcen, kendini tarif etmiş.
(28 Kasım 2019)

Aforizma: Slaktivist Türkler


Beyaz, gri, siyah Türkler.
Bir de kirli beyaz Türkler.
Alaturka slaktivistler yani.
(26 + 28 Kasım 2019)

Aforizma: Arap Baharı, Kürt Kışı


Kürt kışı, karakışı, buzul çağı.
Arap baharı, yazı, sonbaharı, kışı, karakışı, buzul çağı.
Ortadoğu böyle.
Dünya'daki tüm lümpen halklar da böyle.
Sorun şu ki 3.-4. Dünya kıştaysa, 1. Dünya yazda kalamaz, en azından hep kalamaz.
Soru kipi:
Kürtler'in Kasım 2019 mevsimi ne?
Belirsiz. Kendilerini kışa taşıyorlar gibi.
Ya Türkler?
Onlar dengesiz. 60 yıldır dengesiz.
Yani, senkoplu ve mehter adımlı mevsimli.
(26 + 28 Kasım 2019)

Aforizma: Özdeşlik İlkesi


3 cisim problemi  gibi, basit sistemler de kestirimsiz olabilir. Özdeşlik ilkesini bozarsan, tekli sistemler de kestirimsiz olabilir.
(24 + 28 Kasım 2019)

Aforizma: Felsefe


Felsefe; ontoloji, fenomenoloji, epistemoloji demek. Fenomenlerle bilim ilgilendiği için, felsefe somut alanda epeyi ıskalamalar yaşıyor.
+
‘Ne olsa gider’, anarşist ve epistemik bir tez. Bilim kilisesinin indirgemeciliğine karşı uygun bir tez olmadığı görüldü.
+
Post-modern dönem, politik açıdan 1945-1990 arasındaki Soğuk Savaş dönemine denk geldi.
Sanat açısındansa, ABD tipi, neo- önekli sanat akımları demek oldu.
+
1980-2020 arası, post-2-4-modern dönem oldu. 1990 (SSCB sonu) post-2, 2001 (11 Eylül) post-3, 2011 (Wikileaks) post-4.
‘Post-‘ önekli olmayan yeni bir dönemin ne zaman geleceği belirsiz.
Bir çöküş, büküm ve geçiş dönemindeyiz.
Yeni paradigmalar var ama kabulleri onyıllar sürer.
+
Felsefe, bilimi aşarak, saf bilgiyle uğraşır.
Bu da, onu somuttan epeyi uzağa düşürür. Bu metnin yazım nedeni de bunu açımlamak.
+
İnsanı kurtarmak mı, bilgiyi kurtarmak mı?
Kampüsü / akademisyeni kurtarmak mı, kütüphaneyi / ansiklopediyi kurtarmak mı?
Those are questions.
Orta Çağ'dan beridir, öyleydi ve şimdi yeni bir Orta Çağ'dayız.
İnsan gider, bilgi kalır.
(24 + 28 Kasım 2019)

Salı, Kasım 26, 2019

Aforizma: Ötanazi İçin


Paralimbik şampiyon, engelli bir sporcu, çektiği ağrılara dayanamadığı için, bir sürelik psikolojik destekten sonra, Ekim 2019'da ötanaziyle öldü. Yasal ötanazinin önkoşulu, 6 ay içinde ölecek olmak. Onun böyle bir durumu yoktu.
(24 + 26 Kasım 2019)

Ötanazi İçin


Epeyi doktorun bulunduğu, 100 küsur kişilik bir sosyal medya grubunda, ötanazi için anket gibi bir şey yapmak istedim.
İnanılmaz bir inkar geldi.
Ancak, aynı demografik örneklem, intihar için de aynı tepkiyi gösterdi: Red, inkar, yoksayma.
Ancak, özellikle doktor olanları, doktora ölü gömmek kolay (kendi ölüsü hariç), tavrı içindeler.
Sonuçta, 59 yıllık profesyonel bir pastayım. Doktorların elinde epeyi kez ölebilirdim.
Yukarıda saydıklarımın yanında başka bir şey daha var:
Bir hastanın, bir delinin, bir şunun bunun, bir hasta, bir deli, bir şu bu olarak, deontolojik açıdan, kendi anormalliğini normallere karşı savunmasına karşı hazır değiller, kapalılar. Onlara göre bir deli, deliliğini bilemez çünkü. Nokta.
İntiharın ve ötenazinin, bir intiharcı ve bir ötenazici tarafından savunulmasına karşı da kapalılar.
‘Mülksüzler’deki toplumsal-epistemik kapı-duvar durumu ortaya çıkıyor.
Bunun global olarak da böyle olduğu söylenebilir.
Uluslararası ünde, paralimbik yarışmalarda ödüller almış bir sporcu, ölüm tehlikesi yokken, ağrılarına dayanamadığı için, çok yıl psikolojik destek alarak, Ekim 2019’da ötanazi uygulattı kendine.
Şu anda yürürlükte olan yasalara göre bu bir cinayet.
Çünkü, ötanazinin yasal olduğu ülkeler için kural, 6 ay içinde ölecek olmak.
Bu, Nazi anlayışını aşan bir açmaz. En bilinen örnek olan ölümcül kanser hastaları için, öleceklik süresi 5 yıla çıkabiliyor. Yani, 5 yıl tedavi göreceksin, inanılmaz acı çekeceksin ve sağ kalma şansın % 50. O zaman, neden en başta ölümü seçemiyorsun?
Ve bu örnekte de, bu sporcu neden yıllarca acı çekmek zorundaydı?
Burada, bizde intiharın suç olması, vatandaşın canının bile devlete ait olması durumunun daha sulandırılmış versiyonları var.
İntihar edersen, tıp ve ilaç şirketleri senden para kazanamaz.
Bu sporcu örneği, Kevorkyan örneğinin benzerini oluşturdu. Onu ötenazileyen hapse girebilir, Kevorkyan da girdi, 60’ından sonra 7 yıl hapis yattı. Ancak, onun sayesinde ötenazi bazı ülkelerde yasal da oldu. Bu ötenazici sayesinde de, bir şeyler değişecek.
(26 Kasım 2019)

Çıkarsama Bilgi Nasıl İşler?


Bilmiyorum.
Bilebilmek için de bu metni doğaçlama yazıyorum.
Belleğimde 10 bin kitap, 15-20 bin kitaplık makale, yani maksimum 300 bin paragraflık düşünce biriktirdim.
Bunların 10-100 bini, tüm insanlık tarihinin hülasa düşünceleriydi. Bilim, sanat, düşün alanı olması farketmez. Denklem, aforizma, düşünce atlası parçacığı olması farketmez.
Eğer 1 düşünce, ortalama 10 diğer düşünce ile semantik çağrışım, etkileşim, benzetişim, şu bu kurabiliyorsa / kurdurulabiliyorsa,  minimum 100 bin paragraflık çıkarsama bilgi sözkonusu demektir. Maksimumda milyonları geçer.
Şimdiye dek yazmış olduğum 46.500 sayfanın, minimum 100 bin hülasa düşünce ettiğini varsayalım. İşte onların tamamı, okuduklarımdan 1.-N. Derece çıkarsamalar olmakta.
Ancak, bu sürecin (düşünce çıkarsamasının) anlamlı bir haritasını 45 yıldır kuramadım.
Sorun şu ki yakın bir gelecekte, şu anda doğal zeka bunlarla debelenirken, yapay zekaların bunun denklemini kurup, fabrikasyon düşünce üretimine geçmesi mümkün.
Ki zaten nasıl yapılabileceğini bilsem, bunu bilgisayarlar için kendim denklemlerdim.
Ki bu metin de onun arayışı yolunda bir adım.
Benim asıl sorunsalım ise, meta-düşüncenin kaçıncı derece çıkarsama düşünceden başladığı.
Örneğin poliyalektik, geçmişe bakınca, 2.500 yıl gecikmiş bir kavram ama önümüzdeki 2.500 yıl içinde yaygınlaşması ancak mümkün olabilecek gibi.
Homo Posterus’lar ise, bilinçlice ve bilinçsizce çoktan 75 yıldır) başlatıldı ama binlerce yıl daha metamorfozlanacak.
Bir düşünce haritası, atlası, kütüphanesi, ansiklopedisi peşindeyim açıkçası.
Minimum 10 binlik hülasa düşünce derlemesi, insan bilgisinin % 99 alanını kapsıyordu. Dolayısıyla, istatiksel geçerlilik yüksek oranda.
Aranot: Bunu benden başka yapmış bir Dünyalı var mı, bilmiyorum.
Yapmaya çabaladığım, epistemik evrimin 360 derecelik yönlerinde belli vektör haritaları çıkarsamak. Duygufonu: Kendimi, bilgileri 1.800 yıl yok sayılacak Eratosthenes gibi hissediyorum.
Tüm bu bilgilere 59 değil, 19 yaşımda sahip olabilmiş olmak isterdim.
(26 Kasım 2019)

TERF Üzerinden Epistemik Sorgulamalar


‘Terf’ şu demekmiş:
“Trans-Exclusionary Radical Feminist: That group of feminists that claims that trans-women aren't really women, as biological determinism is only a fallacy when it used against them, not when they use it against others.”
(Kaynak: İngilizce Wikipedia.)
Trans-kadın’ları dışlayan ve kadın saymayan bir feministlik durumu.
Batı için ilginç bir moment.
Bir de, göçmen işçiyi destekleyen uç sol ile yerli işçiyi destekleyen uç sağ paradigması da var.
Bu, daha da ilginç bir moment.
İnanılmaz epistemik yanılsamalar.
Zamanında şu tartışma da vardı:
Biseksüel bir kadın lezbiyen sayılamaz.
Tüm bunlar, bir tanımın, bir kavramın, bir paradigmanın, söylem düzlemine belirsiz konmasında.
Örneğin Terf’ler; hermafroditler, xxy’ler ve xxx’ler için bir şey söylememişler. Oysa asıl biyolojik meta-kadın’lar onlar (burada ‘trans-‘ için iki kullanım olmasın istendi).
Terf’lerin dayanağı, trans-kadıların şiddet gösterdiği ama biyolojik kadınların şiddet göstermediği. İşte bu, tümüyle büyük inkarcılık olmakta. Kadınların çocuklarına yönelik şiddetleri, tüm kültürel modlar için kayıtlı, çünkü kadın çocuk üzerinde % 100 otorite sahibi.
Bir de, Musevi ve ‘holocaust’ kullanımı durumu var. Museviler, ‘holocaust’u yalnız ve yalnız 1940-1945 için kullandırtmak istiyorlar. Oysa 5 milyonluk katliam, tarihin en büyüğü değil, belki onuncusu bile değil.
Artı, toplama kampından kurtulan bazı Museviler, orada kendilerine yapılanları ve hatta fazlasını Filistinliler’e yaptılar. Dünün mazlumu, bugünün zalimi, (artı öbür günün yeniden mazlumu) durumu ve söylemleri.
Türkiye gibi bir yerde, Fatma Berktay gibi biri bile, tek bir kadın kategorisi ve söylemi olamayacağını görebiliyor ve söyleyebiliyor.
Bu; Lgbti, işçi, Musevi, şu bu için de böyle. İsrail kurulmasın isteyen Museviler vardı örneğin.
Dolayısıyla geliyoruz, Dünya’nın en büyük kategorileri sayılan sınıfa ve kadına:
Hiçbir kadın tüm kadınlar adına konuşamaz.
Hiçbir kadın veya feminist, tüm kadınlar adına, için, yerine, geçerlilik savında kuram üretemez.
Bu, epistemik faşizm ve epistemik engizisyon olur. Oldu da. Oluyor da. Olacak da.
Çıkış:
Bir anarşist olarak, bunu anarşizm için de den-den’ledim.
Demek ki gereken, birbirinden şimdilik yalıtık olan, bağımsız evrilen, mikro-epistemik eko-sistemler: Komün-kampüs arası ölçeklerde.
Çoğul feminizmler evet ama birarada yaşamaları hayır.
(26 Kasım 2019)

İnsanın Epistemik Evrimi


Disiplinlerarasılık / çokdisiplinlilik ile uzmanlık birleştirilemedi. Disiplinlerarasılık ile çokdisiplinlilik de birleştirilemedi.
Dış bellek ile iç bellek birleştirilemedi.
Yapay zeka ile doğal zeka birleştirilemedi.
Gözlem bilgi ile çıkarım / çıkarsama bilgi birleştirilemedi.
Düşünce ile düşünce-öte birleştirilemedi.
Sezgisel bilgi ile gözlemsel bilgi birleştirilemedi.
Beş duyu-dil birleştirilemedi.
Bilim, sanat, düşün birleştirilemedi.
Görüldüğü gibi, çok fazla kompartman bilgi var. Parçalar bütün oluşturamıyor.
Tüm bunlar, Homo Sapiens’in sorunu, Homo Posterus’un değil. Yani sorunlar, Homo Sapiens kapasitesi içinde çözülebilir aslında.
(26 Kasım 2019)

Pazar, Kasım 24, 2019

21 Kasım 2019 Dünya Felsefe Günü: İoanna Kuçuradi’nin Mesajı


Kuçuradi, erken Cumhuriyet dönemi aydını.
Erdoğan ile yakınlaşarak felsefeye leke sürmüştü bizce.
+
“Dünyanın dört bucağında olan bitenlere baktığımızda, postmodernizmin en uç sonuçlarının yaşandığını görüyoruz: Anything goes / Ne olsa, olur. Bunda dünya felsefesinin payı ne?
İki ay önce, Berlin’de yapılan “robotlar etiği” konusuyla ilgili bir toplantıya katılan bir öğrencimden, oradaki tartışmaların “etiklerden hangisinin seçileceği” sorusu üzerinde yoğunlaştığını hayretle dinledim. Böyle bir tartışma, ancak değer bilgisinden oluşan ‘etik’ ile kültürel değer yargıları normlarından oluşan ‘ahlâklar’ın farkını göremeyenlerin sorabileceği bir sorudur. ‘Etik’ sözcüğünün bunca moda olduğu bir zamanda, böyle bir sorunun sorulabilmesi, dünya felsefesinin değer konularında nasıl yerinde saydığını gösteriyor.
Değer konularına ilişkin bilgisizlik, gitgide yaygınlaşan insanları robotlaştırma, robotları ise “insan”laştırma çabalarına da yansıyor. İnternet yoluyla “intihar edeyim mi, etmeyeyim mi?” sorusunu soran genç bir insana, cevap verenlerin % 63’ü “et!” diye cevap verebiliyor.
Öyle görünüyor ki, insanlık olarak kendimizi silkelemediğimiz ve bazı umut verici gelişmeleri daha çok teşvik etmediğimiz takdirde, 21. Yüzyılın makineleriyle donatılmış bir Karanlık Çağ’ın dünyayı kaplaması olasılığı gitgide artıyor.
Gelip sınırlarına dayanmış olan postmodernizmin aşılmasının, felsefî değer bilgisiyle olabileceği umuduyla, Dünya Felsefe Günü’nüzü kutlar, bu günün olan bitenlere değer bilgisiyle bir hesaplaşma günü olmasını dilerim.”
Yorumlar:
Bir:
“Anything goes / Ne olsa, olur.” Öyle değil. Ne olsa, gider. Anarşist bilimci Feyerabend’ın sözüdür,. Post-modernist bir tez değildir. Bu hatanın olmaması gerekir.
İki:
Post-modernizm, politik açıdan 1945-1990 için tanımlıydı. 1990 SSCB çöküşü post-2’yi, 2001 11 Eylül post-3’ü, 2011 Wikileaks post-4’ü getirdi. Buna genel olarak ppm = post-post-modern dönem diyen de var.
Bu hatanın da olmaması gerekir.
Üç:
Etik ve ahlaklar farkı, formal bir tartışma. Robot konusu ise, tümüyle edime yönelik. Felsefe, tutarlılığı, geçerliliğinin önüe alan bir alan. O nedenle de, gerçek yaşam ile ilgili konularda böyle ıskalamaları olabiliyor.
Dört:
“Değer konularına ilişkin bilgisizlik, gitgide yaygınlaşan insanları robotlaştırma, robotları ise “insan”laştırma çabalarına da yansıyor.” Kuçuradi, Nolitik Devrim yokmuş gibi davranmış, bir de Homo Posterus yokmuş gibi davranmış. İnsan / hümanizm kavramı, Aydılanma momentiyle sınırlı değildir, 50 bin yıllık bir dönemi kapsar.
Sonuç:
Felsefe, yüzyıllardır kendini dar bir alana hapsediyor ve bilgi alanlarını sürekli bilime kaptırıyor. Felsefeciler, tapınağın rahipleri gibi dogmatik davranıyorlar.
Kuçuradi de bu çizgide ve günün bilgilerinin çok çok dışında. Bu da, onu bir flesefeci olarak utanılacak bir duruma sokar. Bilgisevmez bir felsefeci.
(24 Kasım 2019)

Doktorlar vücudundaki tüm kanı dondurulan 'ölüyü' yeniden canlandırdı


“Aort damarından enjekte edilen bir çözelti ile vücudundaki tüm kan aniden dondurulan hastanın beyninin ‘geçici ölüm’ durumuna sokulduğu, ardından canlandırıldığı kaydedildi.”
Bu becerinin 2 alanda çok önemi anlamı var:
Bir: 24 saatı bulabilecek kafa nakli operasyonlarında hastayı dondurabilmek.
İki: Uzun uzay yolculukları için bir yöntem olabilmesi.
(24 Kasım 2019)

Nuray Sancar: Latin Amerika Dersi


Tuhaf bir durum oldu.
Latin Amerika’da 2019’da yaşananları kimi solcular, yeni halk isyaın dalgaları saydılar, kimileri de başarısızlğı önceden ilan ettiler.
+
“Bu, iyimser bir Latin baharıydı ama madalyonun kolay görünmeyen, acısı sonra çıkacak öteki yüzü vardı. Latin Amerika, aynı zamanda çokuluslu tekeller ile, pazarlarını metalarıyla dolduran Çin’in yayılmacı politikalarının da coğrafyasıydı. ABD’ye mesafe koyan, IMF anlaşmalarını askıya alan liderlerin yeni emperyalisti Çin’di. Sosyalizm bulamaçlı Latin kapitalizminin zayıf noktası buydu.”
Dert bu mu?
Emin değiliz.
“21. yüzyıl sosyalizmi, Venezuela’da doğup, Brezilya ve Bolivya’da öldü. Halklar liderlerinin neoliberalizme sadakatinin bedelini ödemeye devam ediyor.”
Buna tümüyle karşıyız ama.
Sonuçta, 1905 olmadan, 1917 olamadı. 1917’nin Şubat’ı olmadan Ekim’i de olamadı.
Sosyalizm de, politik bir sistem de, öyle 10 yılda çıkıp, 10 yılda gitmez.
Sorun, asker ve polis çok taraflı oynarken, liderlerin de çok taraflı oynamışlığı.
Bolivya’da Morales’in ne yaptığı belli değil.
Asıl önemlisi, Ortega Nikaragua 1980’nin 2020’de nereye geldiği belli.
O nedenle bizce asıl sorun şu:
21. Yüzyıl’da bile halk, 1917 Rus Devrimi’ndeki gibi, entellektüellerin gelip tepelerine konmasına hala muntaç mı?
Bu süreç oldukça, asıl-tam halk isyanından söz edemeyiz bizce.
(24 Kasım 2019)

Aforizma: Biyolojik Benlik


X1: Sartre da biyolojik bir varlik olarak benligin nasil kuruldugunu konusmus. felsefe yapmamis mi oluyor? her ontolojiyi konusan metafizik uzerinden mi konusmus?
Orası karışık işte. Metafiziği, ontolojinin üstkümesi sayanlardanım. Tersini değil. Varlık olarak varlık, metafiziktir ve has ontolojidir. Tözün tözü gibi. Limit sonsuz töz gibi. Bu, ne batılı, ne de doğulu. Doğu töz-tözü tao'dur. Batı töz-töz'ü, tek-mutlak Tanrı'dır.
(23-24 Kasım 2019)



Aforizma: Felsefe ve Bilim


X1: Ontoloji ve epistemiyoloji gercek dogru yanlisla ugrasmiyor mu, bilgi ve gercek niye sadece bilimin konusu?
Epistemoloji, şu andaki biçimiyle, kognitif psikoloji. Epistemik-ontos, ontolojinin konusu değil, Heidegger'de bile değil. Neden değil? Hala merak ederim. Sanırım o, bilgiyi töz saymadı ama emin değilim.
(23-24 Kasım 2019)

Aforizma: Doğru, Kötü ve Çirkin


İyi ahlak / felsefe, doğru bilim, güzel sanat alanında tanımlı. Üçünün sentezi henüz yok. Tercihim doğru, kötü ve çirkin. Film adı gibi.
(23-24 Kasım 2019)

Aforizmalar: Felsefe


Felsefe, ontoloji, fenomenoloji, epistemoloji demek.
Fenomenlerle bilim ilgilendiği için, felsefe somut alanda epeyi ıskalamalar yaşıyor.
+
Ne olsa gider, anarşist ve epistemik bir tez. Bilim kilisesinin indirgemeciliğine karşı uygun bir tez olmadığı görüldü.
+
Post-modern dönem, politik açıdan 1945-1990 arasındaki Soğuk Savaş dönemine denk geldi.
Sanat açısındansa, ABD tipi, neo- önekli sanat akımları demek oldu.
+
1980-2020 arası, post-2-4-modern dönem oldu. 1990 (SSCB sonu), 2001 (11 Eylül), 2011 (Wikileaks).
Post önekli olmayan yeni bir dönemin ne zaman geleceği belirsiz.
Bir çöküş, büküm ve geçiş dönemindeyiz.
Yeni paradigmalar var ama kabulleri onyıllar sürer.
+
Felsefe, bilimi aşarak, saf bilgiyle uğraşır.
Bu da, onu somuttan epeyi uzağa düşürür. Bu metnin yazım nedeni de bunu açımlamak.
(23-24 Kasım 2019)