Salı, Mayıs 31, 2016

Fransız Bilimkurgusu

Renaissance, Immortal ve Snowpiercer üçlü demetini düşününce, en azıdna çapraz-medyalama açısından fransız bilimkurgusunun sıralamada en önlerde ve avangard olduğunu ayırsadım.
Bunu sağlayan şey, Renasaissance’ın siyahbeyaz çizgifilm diline hakimiyeti (ki bu günümüzde oldukça ender raslanan bir nitelik), Immortal’ın çizgiroman ve çizgifilm-film kırması olarak 2 dalda başarılı karma-dil ifade başarısı, Sonsuzluk Rayları temasının ise, günümüzün konuşmayı unutan yeni barbarlarına tıpatıp uyması  dizisi.
Artılar:
Renaisance’taki yan tema olarak göçmen konusu.
Enki Bilal’in göçmenliği ve biseksüel faşizmi.
Snowpiercer’ın tren tematiğinin 5 romana yayılabilecek denli, yüksek değerlikli bir içerik kılınması. Şimdiye kadar içinde tren geçen veya başkahraman tren olan klasik (aynı veya ayrı yazardan) 50 roman sayamayız kolayca.
Bu konunun yeniden ama daha başka açıdan yazılması gerekir. Nokta. Es.

(30 Mayıs 2016)

Naturalizm x Realizm: Nordikler 1950-1980

Bunu bu açıdan düşünmemiş olmam çok ilginç.
Haldor Laxness İzlandalı bir yazar. 1946-47’de Atomüssü’nü yazmış (yayın yılı 1948).
O romanda, suç işleyen bir polis var. Üstüne bir de, ondan hamile kalıp hapiste ona bakan bir hemşire var.
Olayı anlatısı dümdüz. Çok daha sonra ‘Uykusuzluk’ta da görülen bir düz anlatı sözkonusu. Yani, bu bir tür Nordik uç-üslup.
Maj Sjöwall ve Per Wahlöö ikilisi İsveçli çift bir yazar. 1965-1975 arasında Martin Beck onlamasını yayınlamışlar.
Bu bir polisiye dizisi. Suç işleyen polis tematiği, tüm romanların problematiği.
Ancak, Atom üssü’nde suç yaşamın bir ayrıntısı yalnızca. Martin Beck’lerde ise, temel sorunlarından biri.
Atom Üssü, naturalizm ötesi bir naturalist üslupta, yani naturalizmin tanımının epeyi ötesinde bir duruluğa ve sadeliğe sahip dil olarak. Martin Beck ise romantik ve süslü dilli bir gerçekçilikte.
Böyle bakınca, gerçeğe ulaşmak için, donmak gerektiği ortaya çıkıyor.
Epeyi ironik bir durum bu.

(30 Mayıs 2016)

Rasyonelite Tarihi Terkederken

1960’lardaki çocukluğumda ve 1970’lerdeki ergenliğimde, tarih açısından 3. Dünya gecikmeli olarak, rasyonelizmin, yanısıra pozitivizmin ve mekanik gerekirciliğin aşırı yüceltildiği bir dönem yaşadım.
1980 neo-libearilizmi kendiliğinden tanımlı olarak irrasyonel bir ideoloji oldu. Sürdürülebilir artan borçlanma gibi, ekonominin tüm rasyoneltisine aykırı bir ideolojiciğe dayandırıldı.
Bunun tüketim ideolojisi 30 yılda, Aydınlanma’dan beridir yaratılan tüm akılcılığı sildiği süpürdü, 1. Dünya’da bile.
İnsanlar yürümeyi ve konuşmayı bile unuttular, o kadar yani.
Nasıl ki bir anarşist olarak fiili devletsizliğin feci sonuçlarını dehşet içinde izliyorsam, ister istemez rasyonelist kanatta kalan biri olarak, irrasyoneliteyi kitlede gözlerim faltaşı gibi açık izliyorum.
Bunun bir yararı oluyor:
5 bin yıllık tarihte akılıcılık, hepi topu 300-400 yıl egemen oldu. Geri kalan 4.600-4.700 yılın saçmalığını yeniden bizzat gözlemek şansıın buldum.
İbn Fadlan metinlerim, bunlara ilişkin notlar.
Bu konu daha yazılıcak. Nokta. Es.

(30 Mayıs 2016)

Tarih ve Çizgiroman: Eşzamanlı 2 Moment

Bir:
Suicide Squad’daki gibi, kötüler gönülsüzce de olsa, iyilere yardım ederler.
İki:
Batman x Superman’daki gibi, kendi aralarında çatışan iyiler, diğer iyilere kötülük ederler, yani zarar verirler.
Aslına bakılırsa, tarih ve siyaset bu ilke üzerinde yürür:
Bir iyi diğer bir iyi veya diğer tüm iyilerden üstün ve en iyi olduğuna ikna olur, ABD gibi diyelim ve ortalığı kırıp dökmeye başlarlar. Filler tepişse de, sevişse de otlar ezileceği için, gücü süper güçlerden düşük olan diğerleri ezilirler. Ayrıca bu durum, o süper gücün de sonunu getiren ilke olur. Üstelik tarihte Roma, Osmanlı ve şimdi de ABD gibi, epeyi makro güç, bu biçimde kendini bitirdi.
Ancak, bunun çizgiromanda ilk kez ve aynen yaratılması çok ilginç.
1930’ların iyileri mutlak iyi idi. 1990’ların iyileri muğlak iyi idi. 2020’lerin iyilerinin aslında kötü olduğu anlaşılacak çizroman tarihinde.
ABD çizgiromanı buna çare olsun diye; eşcinsel, Müslüman, zenci çizgiroman karakterleri ve süper kahramanları da üretti. Durumu çifte sakilleştiren de bu zaten. Bu gidişle, Batman x Superman değil, Ms. Marvel x Superman olacak.
Bunun 2015 gibi bir momentte çakışmasını imlemek istedik ve yazdık.
Dipnot:
Şu anki iyilik eden kötü, IŞİD olmakta.

(28 Mayıs 2016)

ABD’de Tüm Antibiyotiklere Dirençli İlk Enfeksiyon Görüldü

Daha önce bu, Avrupa ve Çin’de görülmüş.
Bunu yapan MCR-1 adlı gen parçası imiş. Farklı bakteri türleri arasında geçiş yapabiliyormuş.
En önemli durum ise, hastanın seyahat etmemiş olması imiş:
Yani bu, yerel bir mutasyon.
Bu durum, gelecekte bir felaket demek olabilirmiş.
Tek yol da, yeni ve farklı antibiyotikler üretmek imiş.
Dipnot:
Bu süreci bilimciler, en az 10 yıldır izliyorlardı ve hiçbirşey yap(a)mıyorlardı. Eğer antibiyotik sıfırlanırsa, ilk global grip salgınında 350 milyon kişi ölür ve diğer enfeksiyonlardan da bir o kadar daha insan ölür ve dünya nüfusu pek pek 5 yılda 700 milyon eksilir (bu, kötü bir şey olmaz ayrı konu). Bilimcilerin asıl engel olamadığı da bu. Bunu yalnızca seyrediyorlar.

(28 Mayıs 2016)

Kılıbık, Maço, Rekabet

Kılıbık erkek, dominantlığı yarışsız ve rekabetsiz olarak kadına veren kişidir.
Maç erkek, dominantlığı yarışsız ve rekabetsiz olanak kadından kendine alan kişidir.
Ben, hem kılıbığım, hem de maçoyum.
Farklı farklı kadınlara kılıbık veya maço olabildiğim gibi, aynı kadına da hem kılıbık, hem de maço olabildim.
Kadınlarla hiç yarışmadım. Hatta kadınlarımı seçmediğim bile söylenebilir. Onlarla karşılaştım, çarpıştım, onlara yapıştım, en son da onlardan koptum.
Kadın-ilişkisinin yarış veya rekabet içermediğini düşünenlerdenim. Hatta eş olarak kadının seçilmediğini düşünenlerdenim. Olacaksa olur işte, o kadar. Öyle de oldu zaten.
2000 sonrasıki ergen ve genç ilişkilerinde, rekabetin idrar yarışı niceliğine ve niteliğine taşındığını gözlüyorum.
Aşktaş-sekstaş, arkadaş veya beyindaş olarak kadınlarla yarışmadım.
Özellikle de beyindaş olabileceklerimle.
Kendimden zeki kadın çok gördüm ve bu bana misler gibi keyif verdi. Sonra onların kendi istekleriyle zekalarını azalttıklarını da gördüm, topluma uyum sağlamak için.
Beyindaş olduklarımla projedaş olabilmek isterdim, hiç olamadım. Projedaş olduklarımla da beyindaş olamadım.
Proje, yarış veya rekabet yerine, işbirliği ve işbölümü isteyen bir şey.
Zaten evlilik de / eşlilik de bir proje. Kimi zaman her iki kişiden de alan ve vermeyen bir proje ki çocuk yapmak böyle bir şey zaten. Çocuksuzluktan çocuğun evden gitmesine kadar olan 25 yılda çook eksilirsiniz, her iki taraf olarak da.
Kılıbık ve maço olmanın çelişip çelişmemesine gelince:
Statü ve rol gibi bir şey bu. Topun gelişine vurmak gibi bir şey bu. Doğaçlama gibi bir şey bu.
Üstelik, her ikisi de keyifli.
Keyifsiz olan yarışmak ve rekabet.
Zaten, başka erkeklerle de partnerlerim için yarışmayı hiç yeğlemedim. Rakibim olunca uzaklaştım. Yine de 20 partnerim oldu. Kültürel olarak buna olanak sağlayan ortamlarda yaşadım hep.
Dolayısıyla, tüm bu saydıklarımın hepsinde demokrasiyi ve oto-anarşist özgürlüğü savunurum.
Dışında da...

(28 Mayıs 2016)

Bir Savaşı Anlamamak

ABD’liler Kürt devleti konusunu hiç anlamıyorlar veya anlamazlıktan geliyorlar:
“Greer, “Açıkcası Türkiye’nin Kürt güçlerinin bu kadar ilerlemesine izin vermesi bile şaşırtıcı. Bununla beraber, IŞİD’e karşı alınan fiziksel başarılara baktığımızda, bu başarıların büyük bir bölümünün Kürtler tarafından yapıldığını görüyoruz. Bu nedenle bizim de onları desteklemeye devam edeceğimizi düşünüyorum. Ancak Kürtler’e, fazla ileri gitmeleri durumunda, bölge hükümetlerinden karşı bir hamle geleceği ortada. Bu da herşeyi zora sokar. Ancak herkesin öncelik verdiği konu IŞİD’in durdurulması ve bunu da bu güne kadar en iyi yapan Kürtler. Devlet ve ordusu olmayan güçlere yardım etmememiz gerektiğini biliyorum çünkü bu bir süre sonra başka bir istikrarsızlığa neden olacaktır. Ancak şu an, insanların kafasını kesen IŞİD, herkes için en büyük tehdidi oluşturuyor,” diyor.”
Oysa, gerçekler şunlar:
IŞİD’i de, 4 Kürt oluşumunu da yaratan ve besleyen ABD’nin kendisi:
Taliban, el Kaide çizgisinde ABD parmağı çok.
Irak’ta Talabani-Barzani ikilemini, 1991’de ABD yarattı. PKK’yi uzun yıllar destekledi. Şu anda da, YPG’yi destekliyor.
IŞİD insanları öldürüyor doğru ama PKK de, TC’de en az 20 bin Kürt’ü öldürdü ve Irak’ta en az 500 Kürt köyünü haritadan sildi ve bunu Barzani dilegetirdi. Yargısız infaz ve falili meçhul döneminde, devletin arkasına saklanarak, kendi işlerini yaptı.
PKK aynı zamanda, AB’nin uyuşturucu trafiğinde birkaç onyıl boyunca tekelleşti. IŞİD ise, hiç uyuşturucu işine girmedi.
Biri bok, biri kaka yani. (ABD ise, en bi feçes.)
İkisinin de haklı olduğu tek nokta şu:
İkisi de, kendi topraklarındalar.
Gözenekli coğrafyalı devlet kurulmuyor yalnızca: Çünkü her ikisi de, bazı-aynı bölgeler için hak önesürüyor..
İkisinin de azınlıkları, örneğin Hristiyan Süryaniler’i taktığı yok ayrıca. İkisi de Müslüman sonuçta.
ABD’nin işine gelen tek şey, IŞİD-YPG savaşı ama PKK-IŞİD anlaşmasının olmayacağına ilişkin hiçbir dayanak yok ortada. ABD’nin zorladığı durum da bu zaten.
ABD; Libya’yı, Suriye’yi ve Irak’ı fiilen haritadan sildi ama İran’ı silemedi. Nedense, Suudi Arabistan’ı da silmek istiyor. Evdeki hesabı çarşıya uymadı ama aymıyor buna.
Dönelim alıntıdaki savlara:
Kürtler IŞİD’i yenmiş falan değil. Korkudan Kobane’ye giremediler bile ilk 1 ay 2015’te.
IŞİD kafa kesiyorsa, YPG Kürt olmayanları bölgeden sürüyor.
Yani:
ABD bölgede feci çuvalladı: Geri de çekilemez, ilerleyemez de.
Çin ve Rusya, pusuya yatmış bekliyor kenarda. İran, beklemiyor bile, doğrudan savaş meydanında şu an.
ABD, MS 1900’de yaşayan 50-100 milyon kişiyi, MS 1200’e geri itti. Yeni Orta Çağ yangınına benzin döktü yani.
Bunu, önümüzdeki 150 yıl için kimse temizleyemeyecek.
Roma’nın çevresindeki tüm ülkelerin kanıı içmesi ve kurutmasının aynısını ABD de yapıyor.
Roma, tasarımını yarattığı barbarlar tarafından yıkıldı sonuçta. ABD de öyle olacak.

(27 Mayıs 2016)

Hollande: Geri Adım Atmayacağım

Önce girizgah:
Bilinen bir savaş hilesidir:
Kendiniz için gerekeni, düşmanınızın yapmasını sağlarsınız.
Tony Blair, ABD başkanı oğul Bush’a hizmet ederken, bunu yaptırılmış oldu. Savaş suçu bile işlemesine karşın, bir sosyal demokrat sayıldığı için yargılanmadı.
Ancak, bunun tersi de var:
Muhafazakarlar, en çok savundukları aile kurumunu  ve hatta devleti tasfiye etti.
Bu, tam anlamıyla bir tez-antitez ayırtsızlaşması değil.
Bu, kitlenin ve artı entellektüellerin aksiyolojik-kıblesiz kalması ve tarih bilinçsizliği.
Neo-liberalizmin oligarkları ise, yarını ve geleceği ipotekleyerek, insanlara kısa ve orta vadede, kendilerine gerekmeyen metaları tükettirdi ve geleceğin artı-değerine el koydu.
Deniz de bitti sonunda.
Böylelikle, artı-değeri sömürülecek bir emekçi kesim kalmadı.
Emeklilik, mesai, şu bu geri alınmaya başladı bir bir böylelikle.
Fransa’da ve bir sosyalist gibimsi eliyle hem de.
Şimdi haber:
Fransa'da sendikalar grev ve eylemlerini tırmandırma tehdidinde bulunurken, Cumhurbaşkanı Francois Hollande çalışma yasasındaki değişiklikler konusunda geri adım atmayacağını söyledi.
Canınıza okuyacağım, diyor yani.
Ancak AB, ABD değil: Kitleyi kısa vadede bastırmazsın, uzun vadede belki, açlıkla ve bedava çalışan göçmenlerle belki ama o zaman da sorunun başka şeyler olur ve oldu bile çoktan.
Hakkını savunan canhıraş grevler var ortada: Fransa devleti, futbol maçı ve bisiklet turu için bunları zulümle bastırıyor.
Buradaki püf noktası, AB’deki bu çözülmenin ABD-Absavaşını öteliyor olması.
ABD, kendini şu an avantajlı sayıyor ama yanılıyor, çünkü ABD lümpenleri ve göçmenleri, AB’dekilerden daha gayrı-uygar. ABD, bunu 2020 sonrasında görecek.
Artı, ABD’de bile, polislerin polislere, polislerin devlete silah çektiğini görecğğiz. Fransa’da gördük zaten.
Bunlarıny patığı ise, yangına benzin dökmek yalnızca, Obama ve Hollande’nin yani.
1980 Haziran’da bunları öngörmüşüm ama 2015’e dek, işin nerelere varacağını kabul etmekte zorlandım. 35 yılda da zulüm çook yol aldı ayrıca.
Bir kez daha komprador burjuvazi ve koloniyel asalaklar, kan emici tözlerine ger dönüyorlar.
Kitle, duruma 20 yılda falan ancak ayar.
İşte o nedenle, 2029 ilk isyanı / devrim provası ıskalayacak.
Sonra, banka hesapları çökecek, oligarklarınki yani.
Buradaki asıl soru şu:
Küçük vahalar nerelerde olabilir?
Hiçbir aday öngöremiyorum şu an için...
Dipnot:
Üniversite fikri, yüzlerce yıl boyunca Avrupa’da kent kent gezerek olgunlaştı, keza medrese ve Ön Asya 1100 için de öyle oldu. Bu küçük-vahalar için de, 2000-2200 arası için öyle olacak gibi. Levant dili (lingua franca), şimdilik hala İngilizce kalacak gibi.

(27 Mayıs 2016)

Pazartesi, Mayıs 30, 2016

Sır, İtiraf, Saklamak

Alıntı 1:
Biz mi sırrı, sır mı bizi saklıyor?
Kültegin Ögel, Psikeart, "Sır".
+
Alıntı 2:
Sır itiraf ile sevişmek ister.
F. Sibel Ağlamaz, Psikeart, "Sır".
+
Çok sır dinledim. Bütün sırları sakladım.
İnsanlar beni papaz ile psikiyatrist arasında bir yere koydular hep ve hep anlattılar. Ben de sustum ve dinledim.
Ayrıca çok sır da okudum. Çünkü sıradan insanların mektuplarının koleksiyonunu ve hatta kitabını yaptım.
Seks tabusu sırları, pusuda adam öldürme sırları okudum.
Beni en çok eğlendirenlerden biri, bir psikiyatristin bir hastayı şehirlerarası koli gibi, diğer kentteki bir psikiyatriste havale ettiği mektuplar dizisiydi. Hasta, kendi metni de içinde bulunmasına karşın, yazışmalardan habersizdi. (Bakınız İstanbul Metinleri, Blogspot.)
Kendi hesabıma saydamım. Tüm sır sayabileceklerimi bizzat kendim söyleyebilirm, söyledim de, yazdım da, ensesti olağan saymam gibi örneğin.
İnsanların psişik öğelere, kültürel olarak öğrenilmiş yüklemeler (anlamlandırmalar, kondurmalar) yapması çok ilginç.
Sırrı saklamak, itiraf etmek veya dedikodusunu yapmak, hep kültürel tepki konuları.
Sakladığım sırlar nedeniyle erdemli olduğumu düşünmedim hiç. Kaldı ki sırrın sahibi, sırrının bende olduğunu hiç bilemedi kimi. O psikiyatristler gibi.
Birden çok ikilemsel görünse de:
İnsanları yargılarım, mahkum ederim ve hatta kabire veya kubura gömerim metinlerimle.
Polemik benim için budur, zombileri ve zombileşmiş değer yargılarını imha etmek.
Sır fikrinin de, zombice (bir ölüyü yaşatmak gibi yapmak) olduğunu düşünenlerdenim.
Artı:
İyi-kötü kavramım pusludur, yer değiştirebilir ve en önemlisi,öz-üretimlidir. Yani, bildiğimiz toplumsal ve kültürel ahlağı değil, kendi ahlak ilkelerimi uygularım. Kendime de, başkalarına da. Onları değiştirebilirim de. 56 yaşımda bile. Yapıyorum şu an zaten bile.
Ve bu, ne narsisizmdir, ne de megalomani.
Yalnızca birseysel oto-anarşizmdir.
Tüm bu açılımları toplarsak, sır:

Benim bakış açımdan insanlararası ilişkide meta kılınmış bir maldır.

ABD'nin nükleer silah sistemleri disketlerle çalışıyor

Önce bilgi:
Şu an hard-disk var. Ondan önce DVD-ROM, ondan önce CD-Rom, ondan önce de disket sürücü vardı.
Her biri 5’er yıl önce.
Sonra haber:
ABD'de nükleer silahları kontrol eden sistemlerde hâlâ 1970'lerden kalma bilgisayarların ve 8 inçlik disketlerin kullanıldığı ortaya çıktı.
8 inçlik yumuşak disketler, disketlerden de 5 yıl önce vardı.
Nasıl ama?
1 numaralı ülke bu işte.
Ayrıca:
Raporda eski teknolojilerin bakımı için yılda 61 milyar dolar harcandığı, bu miktarın çağdaş bilgi işlem teknolojileri bütçesinin üç katı olduğu vurgulandı.”
TC’yi bile aşmışlar sağolsunlar.
“Pentagon Sözcüsü Yarbay Valerie Henderson, AFP Haber Ajansı'na yaptığı açıklamada, eski sistemlerin kısaca "hala çalıştığı" için kullanıldığını söyledi.”
Özrü kabahatinden ne acaba?
“ABD Hazine Bakanlığı'nın da hala ilk olarak 1950'lerde kullanmaya başlanılan bir bilgisayar programlama diliyle ve bu dilin gerektirdiği donanımla çalıştığı da vurgulandı.”
Yutkunuyor ve susuyoruz.

(26 Mayıs 2016)

Robotlaşma: Foxconn 60 bin işçinin yerine robot istihdam edecek

Bir haber:
“Çin’de Apple ve Samsung’a üretim yapan Foxconn şirketinde 60 bin çalışanın işine son verildiği, bu kişilerin yerine robotların kullanılacağı bildirildi.”
Bunun anlamları şunlar:
Çin’de en son asgari ücret aylık 100 dolar idi. Bu robotlar, ondan da ucuza üretim yapacak demektir.
En son Japonya’daki otomotiv sektöründeki % 10 robot işçiden sonra, başka ülkelerde ve başka sektörlerde bu oran geçilecek.
Bir biçimde Uzakdoğu Asya’da da istihdam sorunları başlayacak.
Fransa’daki geriletilmek istenen emekçi hakları ile birleştirilince, bunun global isyana dönüşmesi olasılığı orta vadeli de olsa, yükselmiş demektir.
Çıkış:
Tarih, sikluslarını işletiyor.
2000-2200 arası gümlemeye devam.

(26 Mayıs 2016)

Murat Meriç: Kimse Cizre'deki savaşı şarkılarında anlatamıyor; içinde rakı geçen şarkı yapamıyor

Cehalet insanı söyletiyor.
“Arabesk Protest: Senin Yüzünden: İsmail Altunsaray” metnimizde buna ilişkin bir örnek vermiş idik.
Özel haklı mahkum Deniz Seki de, içeriden çıkıp çıkıp yaptığı kliplerde pasa rakı götürüyor.
Sıla var.
Candan Erçetin var.
En güzeli de, hepsinin hanım olması.
Şöyle demiş kendisi.
“Bugünse içinde rakı geçen bir şarkının hiçbir yerde yayımlanmayacağını biliyor insanlar ve buna göre davranıyorlar. Cizre’deki savaşı kimse şarkılarında anlatmıyor. Böyle bir şarkı yaptığında linç edileceğini biliyor insanlar.”
Zurnanın zırt dediği yer burası:
Müzik kanalları hala dayanıyor, haber kanallarının tersine ve sahipleri aynı.
Peki ama niye?
That is the question.
Şık olmayan şıklarımız şunlar yanıt niyetine:
A: Arabesk kanala baskı yok, çünkü ciddiye alınmıyor.
B: Arabesk devrim olmak üzere.
C: Arabesk, çaresiz isyandır, bunu da yapar.
D: Valla, var bi numara ama ne bilmiyorum.
E: Hiçbiri.

(26 Mayıs 2016)

Cumartesi, Mayıs 28, 2016

ABD özel kuvvetleri YPG Armalı

Baştan belirtelim:
Bu bir savaş suçudur ve doğrudan kurşuna dizilmeye götürür adamı.
Bir de şunu belirtelim:
ABD’nin bu herzeyi TC’ye karşı ilk kez yemesi değil bu, Kurtuluş Savaşı’nda da Türk ordusundan kaçan Yunan askerlerine ABD üniforması giydirmişlerdi.
(Bakınız Hemingway.)
Şimdi habere bakalım:
“PKK'nın Suriye kolu YPG, ABD özel kuvvetlerden askerlerin ve koalisyon hava saldırılarının desteğiyle IŞİD'in kontrolündeki Rakka'yı ele geçirmek için saldırıya geçti. Saldırıda ABD askerleri de ön saflarda YPG'lilerle birlikte görüntülendi.”
Şimdi:
YPG’lilerin Abd nüiformasi giyip, TC askerlerine ateş açtığını düşünelim, ne olur?
Bir de tersini:
TC askerleri, Rusya üniforması giyip ABD askerlerine ateş açtı, ne olur?
ABD, gelecekteki olası bu durumlara mesnet yaratmış olmaktadır.
NATO kurallarına da aykırıdır bu, Cenevre ilkelerine de.
Herşeyi bırakalım, en trajikomik olan şudur.
ABD bu türden göz boyamalara gereksinim duyabilmektedir, 21. Yüzyıl elektronik savaş koşullarında bile.
Bu da, ABD’nin yenilmesinin neden artık kesin olduğunun dolayıla kanıtıdır bizce.

(26 Mayıs 2016)

Arabesk-Protest: Senin Yüzünden: İsmail Altunsaray

Demek ki oluyormuş:
Alaturka faşizm, bilmem kaçıncı momentinde kendine karşıki isyanını bir kez daha arabesk formunda inşa ettirir imiş.
Her zamanki tez.
Baskı artar, ima da artar.
Burada yepyeni olan bir kullanım var:
Dümdüz acı. Büyük A ile kılınamamış ama yine de acı.
Çekim tasarımı çok çok iyi.
Şarkı sözleri şöyle:
Kıyram oldu evim barkım senin yüzünden yüzünden
Viran oldu evim barkım senin yüzünden yüzünden
Aklımı firara saldım
Türlü hayallere daldım
Bir deri kemik kaldım
Senin yüzünden
Aklımı firara saldım
Türlü hayallere daldım
Bir deri kemik kaldım
yüzünden
Yaşıyorum ölü gibi
Esir olsam yeri gibi
Dolaşıyorum deli gibi
Senin yüzünden yüzünden
Yaşıyorum ölü gibi
Esir olsam yeri gibi
Dolaşıyorum deli gibi
Senin yüzünden yüzünden
Gel gör düştüm bak ne hale
Çektiğim bunca dert çile
Başımdaki türlü bela senin yüzünden”
Unutmayın:
Kimi, bir tek suskun bakış bile devrim yaratır.
Kanal ve iktidar henüz aymadı buna.
Dipnot:
CD’yi Kalan Müzik çıkarmış. Ancak o yapabilirdi zaten.

(25 Mayıs 2016)

Cumhurbaşkanlığı'ndan 'başkanlık' açıklaması: Rejim değil, sistem değişecek

Bilmez, bilmediğini bilmez, anlatsan da dinlemez.
Başbakanlık ile başkanlık arasındaki fark, sıcak şey ile soğuk şey arasındaki farktır.
İkisi de politik değişim sayılmaz yani. en azından 1945-2015 Dünya için böyle yani.
Bu nominalizmdir.
İçerik parlamenter demokrasi değildir.
Çünkü, demokrasi değildir.
Çünkü, ortalıkta halk falan yoktur.
Rejim ile sistem arasındaki farka gelince:
Sistem daha makro bir yapıdır.
Bu anlamıyla sistem, bir tek Neolitik Devrim ile değişmiştir ik zaten devrim olan tek devrim de odur insanlık tarihinde.
Rejimler ise:
Monarşi, oligarşi, teokrasi, parlamenter demokrasi olmakta.
Anayasal monarşi ile anayasasız monarşi fiilen farketmemektedir. İngiltere’de ralıın kaldırılması teklif dahi edilemez ama hesapça anayasal monarşi vardır.
Bunlar siyasal rejimlerdir.
Kapitalizm ( x n), reel sosyalizm, karma ekonomi ekonomik rejimler sayılabilir.
Askeri rejimler ise, 1970 İspanya AB ve 1980 Portekiz AB’ye kadar uzanabilmiştir.
Bugünün ikili tez-antitezi, Dünya Sistemi de neo-liberalizm de, Dünya’yı askeri, siyasi, iktisadi üçleme içinde yorumlamakta.
Erdoğan ise, cumimam olduğu bir molla rejimi istemekte:
2017’de başkanlık seçimi olsa, 2 x 6 yıl başkanlık arzusu olsa, 2029 hayali ile ne demek istediği anlaşılır olur.
Nokta.

(26 Mayıs 2016)

Twitter, Kadın Düşmanlığı, Feminizm, Vs

Bir haber:
“Twitter'da paylaşılan kadın düşmanı içerik taşıyan mesajların yarısının kadınlar tarafından atıldığı belirlendi.
İngiltere merkezli düşünce kuruluşu Demos'un üç hafta süren araştırmasında paylaşımlarda kullanılan iki kelime kadın düşmanlığının belirtisi olarak tanımlandı.
Araştırmada "Slut-Sürtük" ve "Whore-Fahişe" kelimelerinin üç haftalık dönemde 200 bin kullanıcıya gönderildiği tespit edildi.”
Biz bu durumu daha geniş panoramalı olarak şöye saptamıştık ve hep yazmıştık:
Bir:
Bugün patriyarki olarak sunulan sistem, aslıda içinde negatif sembiyöz olarak yoğun bir matriyarki / anarerkillik barındırıyor.
Örnek:
Yarı-feodal olan günümüz alaturka kültüründe bir kadın kocasının evden çıkmasını her gün isteyebilir ama erkek bunu karısından isteyemez, çünkü ev, kadının egemenliğindedir. Ev ve ailede devletin mekrezi çekirdeğidir.
İki:
Kadınlara zulmü, özellikle de marjinal olanalra kadınlar daha çok yapıyorlar, çünkü erkeklerden daha hoşgörüsüzler / normaller ve kötülük yapabilmek için hemcinslerine daha yakın mesafedeler.
Üç:
Erkekler bedensel şiddete daha çok tercih ederlerken kadınlar psikolojik şiddeti daha çok tercih ederler. Hakaret de, psikolojik şiddet olmakta.
Hep aynı şeyli söyledik:
Genelgeçer klişe söylemlere takılmayın.
Bilginin üzerini örtmeyin.
Bugünün mazulmalır, yarının zalimleri.
Lümpen azınlıkçılık (kadın, emekçi, şu bu için) olmaz.
Entellektüel yalan söylereyerek bunların ayakçılığını yapmaz.
Bir kez daha haklı çıktık ama eski tas eski hamam, yalanlara devam edilecek.

(26 Mayıs 2016)

TC’yi Terketmek ve/ya Ülkende Gönüllü Sürgün 2

Baştan söyleyeyim:
Bu adam ve kültürel odağı, benim TC’yi terk etme neden türlerimden başta gelenlerden birini oluşturuyor.
İnterneti cahillik ve aptallık mekanı kılmak.
Bu adam Ekşi Sözlük’ü berbat.
Bakın neler demiş:
“1999 yılında günümüzde bildiğimiz içerik geliştirme mecralarının hiçbiri yoktu. Mesela blog’u kitlelere yaygınlaştıran blogger/blogspot siteleri Ekşi Sözlük kurulduğunda yoktu.”
Oha lan. Egroups vardı, tüm blogların büyükbüyükannesi.
Ha, ona ne yapıldı?
İnternet tarihinin en büyük yüz karalarından Yahoo, Geocities’e yaptığı gibi, onu da satın alıp, sıfırladı: İkisinin yerine de hiçbirşey koymadı. Böylelikle de, bu Ekşi Sözlük gibi şavalaklıklara yer açıldı.
“Bu esnada Ekşi Sözlük’ün popülaritesi düzenli olarak artmaya devam etti. Bunun için özel bir çaba harcamadım. Reklam gelirleri arttı.”
Wikipedia, Google Translate, Google Books iş değil ama... Bunu söylemiyor kendisi.
Para para para... Bunu söylüyor.
Bir de şu var:
Microsoft, Süreyya Ciliv ve bu adam gibileri seçerek, hiçbir üretici ve geliştirici bir yön taşımadığını kezlerce kanıtlamış oldu. Bu Pamuk’a edebiyat, Sancar’a bilim ödülü vermek olayı ile aynı: Kötü olanı ödüllendir, özellikle de 3. Dünya’da. Ceylan’ı da yönetmen olarak ödüllendir. Oh mis, o ülkenin sırtı tuştan kalkmasın bir daha.
“Kendimi, bir etiket ya da kalıpla tanımlamakta zorlanıyorum çünkü siyasi görüşüm zamanla ve organik olarak çok değişti. Özellikle Ekşi Sözlük’ün bunda etkisi çok olmuştur. Orada, diğer sosyal mecralardan farklı olarak, alternatif görüşler de önünüzde.”
Ha ha ha. 40 yaş altı ergen eksi zekası ve eksi bilgisi.
Milliyet Blog 2006-2016 var ortada.
Radikal Blog 2012-2015 var ortada.
Bunların yanında Ekşi Sözlük, 10 üzerinden 1 bile alamaz.
“Her konuda hak eşitliği olmalı buna inanıyorum. Bu değişim, bende Ekşi Sözlük’te ufak ölçeklerde şekillendi.”
Br kez daha ha ha ha.
Ekşi Sözlük’ü binlerce kişi, orada hak eşitliği olmadığı için terketti.
““Darbeler olmasaydı Türkiye siyaseti nasıl gelişirdi?” sorusunun yanıtını bizzat tecrübe ediyoruz şimdi.”
Vah vah vah.
Şu anda deneyimlediğimi şey “ancak 3 darbe ertesinde, 3 liberalizm nasıl sokulur?” sorusunun yanıtı olmakta.
En kötüsü en sonda:
“Dönme kısmını henüz planlamadım ama bu keşif macerasından aradığımı bulamazsam, dönerim elbette.”
Sıçtık. Bu herif de, Perihan Mağden gibiler gibi başımıza kalacak.
Yaşamı içilecek meşrubat gibi görmek rezilliktir, diyorum ve sözü bitiriyorum.
Dipnot:
1980 ertesinde bu ülkeyi 35 bin kişi terketti ve hepsi sonradan geri dönmedi. O O süreçte okuma kisvesi altında on binlerce kişi daha gitti. Yani, şu anki moment, ne ilk ne de son olmakta. Bir de şu an için, gitmek isteyip de gidemeyenler, 20-25 milyon kişi oldu çıktı: onların öyküleri de önemli bence: Ceteris paribus veya kontrol parametresi babından.

(25 Mayıs 2016)

3. Bahar Notları

AFL mezunları, 2003’ten veya 2006’dan beridir, bir 3. Bahar projesiyle meşgul. Bir tür site sözkonusu.
1967 mezunları içinde 1949 doğumlular var. Evler en erken 2018’de teslim edilecekmiş. 2019 onlar için yaş 70 iş bitmiş demek. 1015 senede bitirilemeyen proje demek.
Sonra, kendi açımdan düşündüm:
Yaşlılığımda, ne AFL’lilerle, ne de BÜ’lülerle birlikte olmak isterim. Zaten şu an için bile onlardan görmek istediğim 1-2 kişi var ancak.
Kimlerle yaşlanmak isterim peki?
Yalnız yaşlanacağım belli. Bu bir isteme veya istememe durumu değil. Durum yalnızca.
Ancak olabilseydi, felsefe veya matematik köyü veya Gümüşlük Akademisi hayalimdi. Onlar da becerilemedi. Türk gibi başlandı ama devamı getirilemedi.
Benden önce ölen aydın yaşlılar, 70 gibi el ayak kesilmesinden söz ederler. Benim en büyük ajantajım, yürürken zaten hep ızdırap çekiyor olduğum için, beynimin gövdeme zulmetmesinin, göreli daha kolay olacak olması gibi bir şey.
Akademik kuralları habire değiştiriyorlar. Tezsiz mastır için hocalık hakkı verilebilir. Bana uygun, bir İstanbul ili dahilinde ama merkez dışında bir kampüste, yarım / çeyrek gün çalışma olanağı olursa, önümüzdeki 5 yıl içinde bana en uygun seçenek o olur. Kampüs olanakları ile huzurevi olanakları aşağı yukarı aynı zaten.
Burada bendeki en büyük değişim şu:
Bir zamanların en ezki ve en bilgili AFL ve BÜ mezunlarının en geç 2000’de ve yaş 40 gibi, beynen kafaüstü indiklerini gördüm. İstisnasız.
Zaten halktan gelmeyim. Ayılaşmış kibar yerine, ayı oğlu ayı tercihimdir. Bu  da, seyyar sahhaflık mesleğimin halk-içi durumu için bir not.
Yolculuk ve sürgün seçenekleri, zihnimde giderek sönmekte.
Gerisi, 56 yıllık zulmün devamı yalnızca.

(25 Mayıs 2016)

İbn Fadlan Metnine Zeyl

Farklılar öldürülüyor. Bunu doktorlar yapıyor. Liderlerini liderlik süresi bitince öldürüyorlar. Liderlerine liderlikten önce ölüm dersi veriyorlar.
Ancak şu bilgi yok:
Lider olmak seçilen kişinin bunu reddetme hakkı var mı?
Ek:
Anadolu için MÖ 3000 gibi tarihlenebilecek fallus kültü, MS 750 gibi hala Ön Asya’da ortalıklarda. Bu da, fallus kültü ile birlikte indo-Avrupa dil yolu imliyor ama melez-kültür olarak.
MS 300 gibiki Alanlar, Hunlar, Gotlar göç etkileşimi dışında, bu türden içiçe göçler silsilesi ile ilgili yeterli kayıt yok elimizde. Benzeri bir kayıt, çok çok yakın bir tarih, MS 1850 Dog Soldiers ABD için var. MS 800 gibiki, Kuzey Karadeniz’deki Hazar, Macar, Göktürk etkileşimleri gibi bir etkileşim sözkonusu. Ve bu da, Vikingler’in yendikleri ve sağ kalanlarla işbirliğine girmesi gibi bir durum aynı zamanda.
Şerh: Sivil göç, askeri istila ve ticaret yollarının aynılığı ve ayrılığı konusunun modellenmesi gerekli.

(25 Mayıs 2016)

Tweet Dağılımı

Ağustos 2009 tarihli saat 11:00-17:00 arasındaki İngilizce 2 bin tweet’in içerik yüzdesi dağılımı şöyleymiş:
“Havadan sudan konuşma                  40
İletişim                                                           38
Paylaşım                                             9
Kendini tanıtma                                  6
Spam                                                  4
Haber                                                 4”
16 Mayıs 2016 itibarıyla en çok takipçisi olanlar şunlarmış:
“Katy Perry: 88,500,000
Justin Bieber: 81,500,000
Taylor Swift: 77,300,000
Barack Obama: 75,000,000
YouTube: 62,000,000
Rihanna: 60,600,000
Ellen DeGeneres: 59,800,000
Lady Gaga: 59,200,000
Justin Timberlake: 55,300,000
Twitter: 54,800,000”
(Perry ve DeGeneres kim bilmiyorum.)
Türkiye’deki top trending topics linki:
Saat başı yenileniyor bu liste.
Çıkış dipnotu:
Wikipedia, Google ve Twitter listeleri, 20 yıllık internetin insanları daha da aptallaştırdığına ilişkin kanıt oluşturdu yeterince.
İnsanlar özgürlük ve bilgi istemiyorlar. Nokta.

(25 Mayıs 2016)

Cuma, Mayıs 27, 2016

TC’yi Terketmek ve/ya Ülkende Gönüllü Sürgün 1

TC’yi terketmeyi, 2001’den beridir düşünüp, bunu becerememiş ve artık burada geberip gitmeye teslim olmuş biriyim.
Red Kit’teki kuçu Rin Tin Tin, kafasına taş düştükten 2 saat sonra ahlar. Bizim aydıncıkcıklar da, AKP’nin ancak 13. yılında aydılar açmaza ve TC’yi terk etmeye başladılar.
Bir gazeteci, Murat Aksoy, güzel bir dizi röportaj yapmış. Biz de onu parça parça irdeleyelim dedik.
Damardan girelim:
“Beni umutsuzluğa düşüren iki şey var: Birincisi, şu an iktidara sahip rejimin hukuku, özgürlükleri, hatta ahlakı, temel insani değerleri ne kadar ayaklar altına alırsa alsın çoğunluğun desteğini yitirmemesi. İkincisi ise, muhalefette olan kesimin – sadece siyasi partileri değil toplumsal muhalefeti de kastediyorum – bölünmüşlüğü, iktidarın bencilliği ve yozlaşmasını paylaşması.”
Tersinden bakarsak:
TC sözü geçen açılardan en kötü durumda değil. Sonuçta, bir siyaset akademisyeninin Özal-Akbulut, Demirel-Çiller, Erdoğan-Yıldırım çizgisini bilmesi ve tarih bilinci açısından imlemesi gerekir kanısındayız. Bu, sudaki balık gibi suyu bilmemek olmuş.
Yani:
Bir:
TC, ilk kez bitmedi: 1938, 1950, 1960, 1971, 1980, 1983, 1993, 2013 ile 8 kez bitti. Fransa’nın bilmem kançıcı cumhuriyeti de izansız, bizimki de izansız. Yani, cumhuriyet ölçeğinde ve ölçütünde tarihsel mantık ve düzen yokmuş, bunu gördük.
İki:
En büyük sorunumuz, her zaman olduğu gibi entellektüelsizlik ki buna o söyleşisi yapılan da dahil.
Üç:
Bir ülkede bilimi, sanatı, düşünü iktidar veya muhalefet yapmaz. Akademisyenler yapar, marjinaller, ar-ge’ciler yapar, sanatçılar yapar, bilimciler ve düşüncüler gündem-dışı gibi oldular. Sancar ve Pamuk, gündem-dışı veya tarih bilinçsiz örneğin.
Röportajın bu parçası bir noktada zayıf kalmış:
Bu kişi, iş nedeniyle gitmiş ve dönmeyi düşünmüyormuş.Yani, politik bir protetsto veya can havli sözkonusu değil.
İşin berbatı, özgürlükçü biri değil. Bilgili biri değil: Özgürlükçü olmayan solun olmayacağını söylüyor, sanki SSCB ve Çin tarinte yok.
Dolayısıyla, bu kişinin ve bunun gibilerin iyi ki gittiğini düşünüyoruz. Kalıp, ortalıkta dolanıp, bozuk greyder gibi, yolun ortasında yatıp, yol açacağına, yolu tıkardı.

(25 Mayıs 2016)

Paradigmaların Ölümcüllüğü

Sanıldığının tersine, insan kültürlerinde en doğru olan paradigma, en uzun yaşayan veya yaşatan paradigma değildir.
Lao Tzu, bir şeyin hem var, hem de yok olabileceğini önesüren bir mantık önerdi.
Aristo, bir şeyin ya var, ya da yok olabileceğini önesüren bir mantık önerdi.
İkisinden de 2,5 milenyum sonra bugün ve burada, 3,5 milyar kişi aristo, 350 milyon kişi Lao Tzu mantığı tarafında. Oysa Lao Tzu mantığı daha yaşamcıl ve meta-epistemik.
Lao Tzu mantığı, Aisto’yu içersetilmiş olan İslam düşüngüsüne de girdi ama onu tam başkalaştıraamadı. Tasvvvuf, Evren’in Tanrı tarafından yoktan var ediliş olması gerekmediğini söyleyemedi. Keza, hiçlikten ve eksi varlıktan da varlık üretilebileceğini.
Bugünkü İslam ve Hristina engizisyonlarının temel nedeni, aristo’nun üçüncü ve dolayısıyla ikinci nedeni / tezi inkarı. Ki bu da bir paradifmatik fatalizm olmakta. Hem kendinden farklı düşüngülere varlık hakık tanımıyor hem de farklı düşünen insanları öldürtüyor.

(24-25 Mayıs 2016)

NEK: Kozmoloji

NEK: Kozmoloji
Kara deliğin olay ufku ilintisi ile çekirdeğin elektron yörüngesi ilintisi benzerlik taşıyabilir. Bir tür oransallık sözkonusu.
Kara delikte kütle oranı artışı 1 trilyon kata kadar olabilirken, çekirdekte bu uranyum-proton-nötron ilintisi ile 200 olabilir en çok.
Nötron yıldızlarının da birer çekirdek-atom sayılabildiği düşünülürse, kara delik onun da ötesi olmakta.

(24-25 Mayıs 2016)

Trollesek de mi Saklasak?: ‘Kürtler Tehcir Eilmelidir’ ‘Hashtag’i

Amacı o olmayabilirse de, sıkı trol bir başlık.
AKP’nin şu andaki momentiyle AKP trolü gibi görünüyor.
Bunun açılması beni şaşırtmadı. Beni şaşırtan, lehtarların da aleyhtarların da, gakguklamaları.
Bol slogan. Bol hamaset.
Benim girdiğim linkte, 25.05.16 12:15 itibarıyla, 1 nolu başlık olarak görünüyor.
İlk okuduğum 100 tanesi, sıfıra sıfır elde var eksi zekada ve bilgide.
Gerçek adlı kullanıcı az görünüyor.
Taraftar sayısı kafa kafaya görünüyor.
Akış yoğunlaştığı için, araya Türkçe ve İngilizce reklamlar giriyor. Bu da, Twitter’da ilk kez görüp, epeyi eğlendiğim bir durum. Haber arası reklam gibi olmuş: Ağz soğraa...
Bence bu başlangıç ve çakma ama devamında ivmeli ve gerçek yazılar olacaktır.
Dipnot 1:
Alıntılamaya değer hiçbir metin parçası bulamadım.
Dipnot 2:
25.05.16 13:45-18:15 arasındaki 4,5 saatta 9 bin tweet eklenmiş ve konu başlığı içeriği sayısı 31 binden 40 bine çıkmış, Necip Fazıl’dan bile fazla tweet almış bu başlık. Ancak, 00:00-13:45 arasındaki toplam 14 ama aktif 6 saatta 31 bin alması, ardından gelen 4,5 saatta 9 bin daha alması, viral yayılmanın yavaşlaması demek.
Dipnot 3:
25.05.16 15:30 itibarıyla, Türkiye’deki top trending topics şunlar imiş:
“#NecipFazılKısakürek
#ÜlkücüİtlerSınırDışıEdilsin
#KürtlerTehcirEdilmelidir
#GönülİsterdiKi
#BirinciSarayHükümeti
AkpUrfa BelediyesindenZulüm
BarışlıElçinli KABitmesin
Fehriye Erdal
Muharrem Usta
Zülfü Livaneli”
Bu sayfada görünen, bu başlığın saat 12:00 gibi bir no olduğu. Fehriye Erdal’ın gıyabında Belçika’da yargılanması ve Zülfü Livaneli’nin istifası gibi 2 gerçek olay, ilk 10’da kendine böyle yer bulmuş.
Vurgu:
Yine de, yarım günde 40 milyon kullanıcıda, olsun olsun 40 bin tweet, bir şey demek değil. Bu oran, Türkiye’de Twitter’ın pek etkili olamadığını imliyor.
Benim açımdan günün olayı, cumhurbaşkanının bakanlar kurulu başkanlığı.
Kendi tweet’lerimi de imleyeyim:
Günde şimdilik ortalama 5 tweet (Blogger linki) dışında, ek olarak ayda 10-20 tweet atıyorum ve onlar da, Facebook’taki siyaset özetlerinin de özetleri oluyor genelde.

(25 Mayıs 2016)

Yine Bob Dylan’lı Bir Rüya

25.05.16, 09:40.
Yine Bob Dylan’lı Bir Rüya
Noluyoz lan?
Ben bu adamı sevmem ki.
Bir stadyum dolusu zencinin içinde Bob Dylan konserini alkışlıyordum. I was not There’in afişini gördüm bir de. Hızla uyandım. Dışarıda gürültü falan yoktu, uzaklarda veya dipte vardı belki.
Bir de sabah uyanıp yeniden uyudum. Bir bilgisayar oyununu (Li Ti) 2 kez gördüm ki o da müzikliydi, hem de acaip gürültülü olarak. 30 x 50 santimlik yatay-panorama ekranda, ayrı konsolda, robokop tipli birinin aşırı mavi renkli bir oyundu. Ben en iyi oyunculardan biriymişim.
Bir de, bu sıralar rüyalarıma fon olarak giren, abime karşıki nefretim vardı. Onu rüyamda konuşmayla acaip boyadım.

Da toplamda bu rüyalar ne ola ki?