Pazar, Ocak 31, 2016

Felaketi Yönet(eme)mek

30 yıl sonra bir itiraf gelmiş:
“The night before the explosion, Ebeling said in the NPR interview, he'd told his wife: "It's going to blow up."”
NASA’nın bir mühendisi, 30 yıl önce, 1986’da patlayan uzay mekiğinin patlayacağını, 1 gece önce karısına söylemiş.
Duyduğum en çapraz öykülerden biri bu.
Hesapça Feynman, kazanın nedenini aylarca süren soruşturmadan sonra bulmuştu.
Oysa olay, baştan belliymiş.
1986’da internet yoktu.
Düşünsenize:
Şu an internet var ve projede çalışan biri, yarın mekiğin patlayacağını söylüyor ve ertesi günü patlıyor da.
Burada sorun şu:
Son anda mekiğin uçuşunu durduracak babayiğit çıkar mıydı?
Onun yerine, mühendisi terörist diye içeri tıkarlardı gibime geliyor.
TC’de olsa % 100 kesin, ABD’de % 60 kesin.
Ben ne yapardım peki?
Yazılı ve noter onaylı gibi bir durumda düşüncemi belgelerdim.
Basına söylesem, en basitinden işimi kaybederdim.
Zaten diğer soru da o:
Bu mühendis kaç yıl daha NASA’da çalışmış?
Karısından başkasına bir şey söylemiş mi?
Ve son:
Şu an hala sağ kalan yetkililer ne diyecek?
Dipnot:
Adam, Tanrı’sına feryat ediyor:
“Bula bula beni mi buldun, benim gibi bir kaybedeni?”

Tam ABD-arabeski resmen.

Mao’nun B.kunda Boncuk Aramak

Stalin ve Mao:
20. Yüzyıl’ın 2 dünya devriminin 2 ası.
Çin Devrimi 1949 patentli ama, 1911’den sonra Çin hep devrim peşinde, hep savaşta kaldı. Yani ikisi, 1925-1945 arasında da diyalogda olabilirdi.
Birbirlerinden pek hazzetmemişler.
Rusya, Asya’da olmasına karşın, Çin onlar için öteki kıta olmuş.
Yani Stalin, Mao’dan feci kıllanmış. Onun için de onun b.kuna analiz yaptırmış: Koprolojik fal yani.
“Atamanenko, bu soruyu ‘Örneğin eğer dışkıda yüksek miktarda amino asit Triptofan varsa bu, o kişinin sakin ve ilişki kurulabilir bir insan olduğuna işaret ediyordu. Ancak dışkıda potasyum eksikliği varsa, bu o kişinin sinirli bir mizacı ve uykusuzluk sorunu olduğunu gösteriyordu’ diye yanıtlıyor.
...
Stalin'in, dışkıları incelendikten sonra Mao'yla anlaşma imzalamaya yanaşmadığı öne sürülüyor.”
B.k yoluna gitmek bu oluyor. B.k yoluna gitmiş bir işbirliği.
Bizim AKP’liler, kimlerin b.kunu karıştırıyordur acaba?
Yakında Beyoğlu’nda görürüz:               

“B.k falında iddialıyız.”

Cumartesi, Ocak 30, 2016

Bir ve/ya Çok Dahi: Paradigma

Bir haber:
“Milattan önce 1800'lü yıllarda ortaya çıkan Babil uygarlığının, yıldızları izlemek için karmaşık geometrik hesaplamalar yaptıkları ortaya çıktı.
‘Science’ bilim dergisinde yer alan araştırmaya göre, Babilliler gece gökyüzünde Jüpiter gezegeninin hareketlerini izlemek için geometriyi kullanıyorlardı.
Bilim insanları Babillilerin bu tekniği Milattan Önce 350 yıllarında geliştirdiklerini düşünüyor.”
Bu, o kadar sürpriz değil.
Sürpriz olan şu sav:
"Bu, daha önce astronomiye yeni bir yöntem getiren tek bir kişi, bir dahi tarafından yazılmış bir tablet olabilir. Ya da bu yöntem, farklı alimler tarafından daha yaygın biçimde kullanılıyor olabilir."
Yani, bunu söyleyen kişi, Eratosthenes örneğini biliyor gibi.
Adam, MÖ 200 gibi, Dünya’nın yarıçapını, Ay’ın yarıçapını, Ay-Dünya uzaklığını, Güneş’in yarıçapını, Güneş-Dünya uzaklığını hesaplamayı göstermiş.
Sonra da bu bilgiler, 1.800 (yazıyla bin sekiz yüz) yıl boyunca yok sayılmış. Varlığını ve geçerliliğini savunanlar da kafir sayılmış.
Dan astronom Rohmer, ışık hızını hesapladığında, o bilgi bir süre yok sayılmış.
Kaluza çok boyutlu uzayı hesapladığında, Einstein bilgileri hasıraltı etmiş.
Bilim tarihine de, genel tarihe de bakıldığında, başlangıç MÖ 3000’den giderek gerilere gidiyor. Çünkü Neolitik Devrim başlangıcı, giderek daha gerilere, günümüzden 7 bin yıl öncesinden, 15 yıl öncesine doğru gidiyor. Tabii dönüşüm, ileriye sıçramalı ve geri düşüşlü olmuş. İnsanlar tarımı ve kentleri kezlerce terketmişler.
Bilimsel bilgi de öyle:
Yazı da en az 3 kez icat edilmiş, 0 sayısı da: 6 farklı zamanda, 6 farklı uygarlıkta ve mekanda.
Bunun şu an bizi ilgilendiren bölümü şu:
Einstein, Planck ve Heisenberg triyalektik trilemması nedeniyle, temel bilimler 100 küsur yıldır ketlenmiş durumda.
Yani, uzaya gidiş bilgisi de, ölümsüzlük bilgisi de, yeniden yitirilecek ve yeniden icat edilecek.
İşte, Yeni Orta Çağ bu demek.
Dipnot:
Kendi hesabıma bir ve erken öten horoz dahi şıkkını yeğlerim. Okur hangisini yeğlediğine kendi karar versin.

Dünyanın Özgürlükler Karnesi

Bir haber:
“Amerika Birleşik Devletleri merkezli düşünce kuruluşu Freedom House'un raporuna göre, dünyada özgürlükler son 10 yıldır gittikçe geriliyor.
Rapora göre, özellikle ifade özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü son yıllarda ciddi şekilde darbe aldı.”
Tarihin kısa dönemli siklusları 25-30 yıllık, orta dönemli siklusları ise 50-60 yıllık. En son özgürlük zirvesi 1968 gibi idi. En son özgürlük dibi 2018 gibi de olabilir, 2028 gibi de.
1968’i 1945 savaş-ertesi vakumunun özgürlük dalgası yarattı. 2028’i 1980 neo-liberal yıkımı yarattı olacak.
Fransa, 2015’te bazı durumlar için, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nin kurallarını askıya alacağını açıkladı.
Almanya, Baader-Meinhof’a yaşam hakkı tanımadı, 1978 gibi.
İngiltere, IRA’lıların hemen hiçbirine insani koşullar vermedi hapishanelerde ve mahkemelerde, 1970-1990 gibi.
Bu durumda, G-7’lilerin kalkıp da IŞİD vahşetine diyecek hiçbirşeyleri olmuyor.
Bugünkü % 99, 1968’de araba için grev yapanların çocukları veya torunları. Dolayısıyla, ancak onların çocukları veya torunları gerçeğe ayıp da, bu özgürlüksüzlüklere karşı gerçek bir savaş ve savaşım verebilecek gibi.
Eh, bu da her zamanki gibi, genelde kaybedecek zincirler bile gidene dek, açmazın ciddiliğine aymamak demek.
E tabi, bir de insanların bu sıralar özgürlüğe değil de, gönüllü kulluğa daha çok gereksinimi var. Onlara pasta yedirin, kölelik sözleşmesini anında imzalarlar.
Dipnot:
Tarihin dönemselliklerini, uzun dönemde biriken artı ve eksi değerlerin birbirinden ayrışıp, hem artı patlamalar, hem de eksi çöküşler yaratması olarak yorumluyoruz.
Eski deyişle:
Nicel birikimlerin nitel dönüşümler yaratması, epeyi uzun vadede olabiliyor.
Ancak:
2029 kesin ve kaçınılmaz. Daha önce olabilir ama daha sonra olmaz bu global-müstakbel-kriz.
Asıl isyan o zaman. Asıl başarısız devrim girişimi o zaman.

Gerçeğin kutbuna hoşgeldiniz.

Beleş Seks = Tecavüz

Bazı konular yazarken insanın elinde, klavyesinde, zihninde kalabilir.
Bu kez de öyle olmuş.
Bu satırları bir hanım yazmış:
“Para ödemeden bakkaldan şeker çalmak çok masum bir eylemdir tecavüzün yanında.
Aslında mantığı aynıdır.
Ulaşmak istediğin bir ‘tat’ için bedel ödemek istememektir.”
Bunu bir erkek yazsaydı, hayatı kayardı. Ne sapıklığı kalırdı, ne homongolosluğu, ne de ‘political incorrect’liği...
Hayır efenim, seks bir tat değildir.
Yemek, içmek, sevişmek parasız da olabilir.
Ütopyalarda değil, fiili durumlarda.
Aslında hanımın kastetmiş olduğu şey şu:
Evleneceksin, hayatın kayacak, ayda bir seks için, ayda 3 bin lira ödeyeceksin. Tımarhanelik olacaksın. Sonra da erkek olamamakla niteleneceksin.
Hayır efenim.
Sekse maddi veya manevi bir şey ödemek zorunda değil erkekler.
Hayır efenim.
Tecavüz, beleş seks değil.
Tecavüz ne?
(Yazmayayım dedim dedim, yazayım o zaman : )
Erkeklerin kadınları yürüyen delik olarak görmesi.
Kadınların ilk-yalnızca dış görünüşe önem vermesi. En kıymetli mallarını aşırı değerlemeleri.
Yeni dönem, 40 yaş altı / ergenimsi çiftlerin birbirini aşırı tacizkarlığı / aşağılayıcılığı: 35 yıllık bir gelenek bu.
Tecavüz, bitmiş devlet.
Tecavüz, bitmiş kutsal aile.
Bakın, o adam hapishanede öldürülecek. Hep öyle oldu çünkü.
Bunu bile bile, 5 dakkada Beşiktaş için tüm bir ömrünü harcadı.
Bağdat Caddesi gibi bir yer çok kamerasız olmaz.
Adamın adı belli, adresi belli, görüntüsü belli.
Hiçbir seks dürtüsü bunu yaptırmaz adama.
Bir erkek, penisi ereksiyon halinde diye, geceyarısı kentin ortasında yoldan kadın kaldırmaz.
Belli ki o anda katkı maddesi almış.
Belli ki maktulü daha önceden gözüne kestirmiş. İşi rasyonalize etmiş.
Ekşi Sözlük geyiklerine gelince:
Bu tür durumlar, anlık infial olarak yaşanır, sonra unutulur. Madem öyle: Gidin aylarca sözlüğün üstüne. Sildirin o satırları. Afişe edin o mesajları atmış kullanıcıların asıl adlarını. O zaman yaptığınızı mücadele sayalım.
Evet, asıl konu maktul:
Bundan sonra hayatı kaydı. Tek yolu:
Yurtdışına gitmek.
Geziciler’in öyküleri malum. Sırra kadem bastı çoğu.
O nedenle:
Hanımlar, zırvalamayı bırakın.
İstanbul 2016’da tecavüzün kültürel antropolojisi, sizin sandığınız veya bildiğiniz şeyler değil. Daha geniş alanlı; savaşın, şiddetin, faşizmin, engizisyonun, bir çağ bükümünün kültürel antropoloji denklemi sözkonusu: Bir tür Sodom-Gomor durumu.

Konuşamadığınız konuda susun bari...

Öcalan: 50 bin kişilik halk savaşına hazır olun

Bir haber:
“Öcalan: Çözüm süreci başarılı olmazsa 50 bin kişilik halk savaşına hazır olun.”
Bn ne zaman söylemiş?:
2013 sonu, 2014 başı gibi.
Şu an ne diyor?
“Hendek savaşlarını halk desteklemedi.”
Bakın, sayılar açıkseçik ortada.
Öcalan bile, 5 milyon savaşabilir Kürt’ten ancak % 1’inin desteğini alabileceğini baştan biliyormuş. Sonra da, o desteği bile alamamış.
Neden?
Bir:
Kürtler de barış sürecinde çok rehavete kapıldı.
İki:
Genç ve kentli Kürtler pasta istiyor ve moruk yönetici istemiyor.
Üç:
Hendek savaşı konusunda da düşünce ayrılıkları vardı.
Dört:
1980-1983 arasındaki Diyarbakır Hapishanesi ile 50 bin kişi bulmak başka, 2014’te pasta tadı almış Kürt’ten çoluk çocuğu ile birlikte ölmesini istemek başka.
Klasik Musa halkı tavrı:
Köleyken bulguru zor yerken, çölde özgürce salçalı soğanlı bulguru, üçüncü ayında beğenmemek ve peygamberine asi gelmek.
E, peygamber naptıydı?
“Sizi sonsuzluğa dek, mutsuzluğa mahkum ediyorum’ dediydi.
Açıkseçik olanı görmeme arzusu herkeste var. Türkler de, Biden’in TC’ye durup dururken neden geldiğini soruyorlar da, Musul’un ortak alınacağı beyanını görmezden geliyorlar. IŞİD’in üzerine Mehmetçik Mehmet sürülecek yani, bol eğitim zayiatı olacak yani. E çünkü, TC de savaşmayı unuttu çözüm süreci çözüm süreci.
Valla, bana öyle geliyor ki bu IŞİD, hem PYD’yi, hem ABD’yi, hem TC’yi, hem de Barzani peşmergesini feci dövecek. Yani, en azından en başta. Zaten ABD, ceylan olarak bizi o nedenle ortaya sürüyor.
Sonuç:
Öcalan, son 3 ylda çook beyanda bulunmuş da, Barzani ve IŞİD için hiçbirşey dememiş.
Buna dikkat.

O nedenle zaten Apo, bir teorisyen değil. Hiç de olamadı. Küçük gibi, tozutuk yalnızca.

Cuma, Ocak 29, 2016

Makyavelli-Neçayef x Hasan Sabbah – Nizamülmülk Kuadralektiği

Görülebileceği üzere, ilk diyalektik Batılı, sonraki diyalektik Doğulu olmakta.
Batılı ikili, aynı yer ve zamanda yaşamadı ama Doğulu olanı öyle oldu.
Hepsi de, devlet kurma ve yıkma ve terör sentetik olayını / olgusunu, günümüz koşullarından bambaşka anlamlarda yorumlamış gibiler.
Neçayef, Makyavelli’ye veya onun o anki muadili Marx’a değil de, partneri Bakunin’e zarar verdi abrek abrek (Kuzey Kafkasya argosu).
Sabbah ise, bir rivayet Nizamülmülk’ü öte yana yollattı.
Makyavelli, devletçi-kapıkulu-entelejensiya oldu. Neçayef hiç istemediği halde, SSCB’nin kuruluşuna dolaylı katkıda bulundu ve yine (istemeden de olsa) entelejensiya oldu.
Sabbah, Alparslan nezdinde bir biçimde Anadolu’ya girmeye niyetli olmayan Türkler’in, onun da bir suikast ile ölümüyle, 20 yılda Anadolu’yu toptan fethetmesinin yolunu açmış oldu.
Aranot 1: Bu Türkler’in hep batıya gitme olayının, taa MS 500 gibiki gidenler-kalanlar ikileminin, 500 küsur yıl sonra da aynen var olması ilginç.
Aranot 2. Türkler’in hiç batıya gitmeyenlerinin de, devlet kurma x kurmama, (o zamanki koşullarda) çinlileşme x çinlileşmeme ikilemini iç savaşla yaşamışlığı da önemli bir durum. Biz de, 1838-2016 itibarıyla, batılılaşma x batılılaşmama ikilemini yaşayageliyoruz: İç savaş yine var, -lar olarak bir de.
Sabbah’ın kendisi de, bir terörist olsa da, Alamut devletini kurdu. Ki Türkler’e yönelik tavrı da, kendi devletini sağlama alma olarak düşünülebilir.
Gelelim günümüze:
İsrailliler, kendi dindaşlarını da öldürerek, terörle önce devlet kurdular, sonra devlet terörü yguladılar.
Muadilleri Filistinliler ise, önce terörist oldular ama bir türlü hala devlet olamadılar.
İşte bu kuadralektik, ilkin bu ayrımları tasfiye etti.
IŞİD, önce accaip bir terörist olup, sonra da accaip bir devlet oldu.
Böylelikle, ABD’nin terörist devlet uygulamasını (5-7 yıllığına da olsa) tuş etti.
Günümüz koşulları, 1960’lardan başlayarak, savaşla veya savaşsız olarak, 100 olan devlet sayısını 250’ye limitledi.
G-20’nin yerlerde sürünmesine bakarsak, demek ki bu Dünya 15 devlet ve 15 megapol kaldırıyor, gerisi trajikomik oluyor.
İşte bu kuadralektik bunun fiiliyatını komedileştiriyor.
Fikriyat ise, hep aynı idi:
Bir devlet kendini bitirir ve devlete önce kendi vatandaşları ihanet eder.
Bu konuyla ilintili 5-6 metni daha sayarsak, bu durum bizi tuhaf bir meta-anarşizm tezinde konumluyor:
Develt olsa ne olur, olmasa ne olur?
Devleti yıksan ne olur, yıkmasanr ne olur?
Üstelik 1945-1957’den beridir, meta-hümanizm de mevcut...
Uzaycılık ve ölümsüzlük, devleti gülünçleştirdi.
Aranot: Bu ikilinin, birey olmaya zararları da olacak, yararları da...
Hala aynı:
6 bin halk, 100 veya 250 devlet (1960-2015).
6 bin halk, 100 veya 250 alfabeli dil (1960-2015).
İkisi de 5 bin yıldır böyle.
Yani, binlerce halklık insanlar, 5 bin yıldır devletsiz ve yazısız memnun mesut yaşadılar, belki 5 milyon yıl daha böyle gidebilirler.
Çıkış:

Anarşizmin bunu tartışması gerekli.

Yapay Zeka İnsan Zekasını Yine Yendi

Bir haber:
“AlphaGo, ekim ayında yapılan bir maçta son Avrupa Go şampiyonu Fan Hui'yle turnuva kuralları çerçevesinde yaptığı 5 karşılaşmanın 5'ini de kazanmayı başardı.
...
Bilgisayarlar, şimdiye kadar satranç, dama ve tavlada dünya şampiyonlarını mağlup etmeyi başarmış, sadece Go oyununda insanı geçmeyi başaramamıştı.”
Bundan bağımsız olarak, 1970’lerde elekronik hesap makinaları, 1990’larda çeviri programları, 2010’larda ciddi oyunlar vardı. Ve hepsi de, yapay zeka olarak insan zekasını geçmişti.
Bir bilgisayar yazılım, 5 renkli harita problemini 1976’da çözerek, bir ilki başarmıştı.
Artık sıra Turing Testi’nde:
Asıl önemlisi, bu oyundaki insan oyuncunun hissettikleri.
"Eğer kime karşı oynadığımı önceden bilmeseydim, garip fakat çok güçlü bir rakiple oynadığımı düşünürdüm."
Yani, insan olmadığın kesin bilmese, rakibini insan sanacak.
Bunun anlamı şu:
İnsanlar genelde aynı biçimde oynarlar, makina ise insansı ama aynı zamanda farklı biçimde oynamış.
Bu türü yapay zekalarda temel sorun şu:
Yaklaşık 10 disiplin işin içine giriyor. 1 disiplinin uzmanı, diğer disiplin(ler)de 0 çekiyor. Bu, Windows Word’ün 20 yıllık tarihinden belli: Program yerlerde sürünüyor.
Yani yapay zeka, tıpkı insan zekaların çokdisiplinlilikte olduğu üzere, yaya kalıyor.
Bunun tek çözümü şu:
0 10 kişiye, uzmanı olmadığı diğer 9 alanda, belli bir süre temel eğitim uygulamak.
Bunu, bir çokdisiplinli ve Halil İnalcık gibi Osmanlı tarihi uzmanı sayılan birinin, o konuda birçok hatasını bulup yazmış biri olarak öneriyorum.
Diğer bir deyişle:
Google Translate’in İngilizce-Türkçe ve tersi olanlarının, sürekli internet üzerinden sanal sözlüklerden sözcük öğrenmesi gerekli.
Yani:
Yazılımın kendini yazması gerekli.

Hawking’i korkutan bu ve çoktan yapılıyor bile...

Perşembe, Ocak 28, 2016

Musul: Ceeddiin Dedeen Nesliin Babaan

En kahraman Türk milletii...
Pu ha haa...
Allem ettik, kallem ettik, Musul’a göz kırptık netekim.
Zaytung’un, ‘abi, biz bi Malazgirt’ten bi çıkıp geri girsek de, Anadolu’yu yeniden fethetsek’ türü ironisi, ‘abi, biz bi Musul’u işgal edip, sonra Anadolu’yu yeniden fethetsek’ türüne dönüştü.
Hayır, üstüne bi de Yanki onayı var.
Abi, bu iş bize kaça patlar dersin?:
10 ila 100 bin erat ölü sınırdışında. 5-10 üst rütbeli subay ölü.
Üstüne bir de, 200-300 sınıriçi sivil zayiat.
Ortalama 50’den, 4-8 terör olayı yani.
Not: Teröristler de nümerolojist oldu, 1-2-4-8 diye gidiyorlar. Tabii, giderek daha çok yakalandıklarından dolayı böyle bu.
Hedeflere gelince:
Bodrum ve Antalya kafadan favori.
Anadolu’da ise, Hacı Bektaş şenlikleri ve Rize-Trabzon Karadeniz derbisi olabilir.
Hedef gösteriyor değiliz. Olasılık tartıyoruz. Geciken İstanbul-Sultanahmet terörü olayını 6 ay öncesinde yazmıştık ve IŞİD de bunu belirtmişti zaten.
Musul’a gireceğimiz şuradan belli:
PYD’yi toplantıya almadılar. TC istediği için.
Yeniden yazmış olalım:
Buradaki ince tel, Müslim-Barzani diyaloğu veya diyalogsuzluğu. Barzani, Müslim’e bir kere yardım etmedi.
Bizi Musul’a çağıran Barzani zaten.
Karşımızda IŞİD var.
PKK’nin ilk zamanlarındaki TSK’nin hatalarını anımsıyoruz da, püüf. Onun onda birini yine yaparlarsa, eğitim zayiatı 10 katı olur.
Ya da yumurtayı balyozla kırarak, epeyi sivili eşek-Niyazi cennetine yollarlar.
Haydin aslanlarım:

Ceeddiinn dedeen, nesliin babaan...

3. Köprü'nün Ucunu İstemek

Bir evlenme programından bir haber:
‘Ben kriterlerimi tam olarak söylemedim. Ahlaklı biri istiyorum, İstanbul içinden istiyorum, 30-35 yaşlarında olsun. 170 -175 boyları arası istiyorum kesinlikle. Evlenmiş, boşanmış istemiyorum. Adaylarımın Nişantaşı, Etiler, Moda, Cihangir, Caddebostan ve 3. Köprü’nün ucunu istiyorum ille de.’
Kopenhag kriterleri yani.
‘Ben kalende meşrebim, güzel çirkin aramam’ durumu yani...
Gelin adayımız sıkmabaş bir de yani.
O gelin adayına, 3. Köprü’nün 4 bacağıyla birlikte tamamını hediye ediyorum.
Veyl’e kadar kolayca gider böylece...

Bir de kendisine karikatür hediye ediyorum yanında...

Kedi Derisi Nasıl Yüzülür?

Önnot: Bu metnin yazıma vesilesi şu metindir:
TC’ye gelen ABD şeysi Biden, bir sürü lafının arasında şunu da etmiş:
"ABD'de bir deyim vardır. Kedinin derisini yüzmenin birden fazla yolu vardır. Biz Ankara'yla ve Bağdat'la çalışmalarımıza devam edeceğiz. Diğer ilgili taraflarla birlikte, Musul'u geri almak için çalışacağız.
Musul bu bölgede herhangi bir ülkenin emrinde olmayacak. Musul'u işgalden kurtarmamız gerekecek.”
Bam teli şu:
Musul’u geri alacaklar.
Bu durumda biz, Musul’a feci yerleşiriz (ki zaten bi bacağımız içeride), ABD’nin ne dediğine hiç bakmayın. Eh o zaman da Tayyip, en büyük emperyalist başarıyı elde etmiş olur. Neo-Osmanlıcılar, boşuna ‘Musul da Musul’ diye inlemiyorlar.
Bu bir.
Kedi derisini yüzmenin birden çok yolu vardır ama bazı kediler deri yüzeceğim derken, derisini yüzülür. Bunun da birden çok yolu vardır.
Bu iki.
Bir de Türk atasözü ekleyelim:
Erkek kediler, şaapıla şaapıla, şaapmayı öğrenir. Bu hem gerçek atasözü, hem de gerçek yaşamdır, bizzat gözledim bu durumu.
Bu atasözünde kimin ne olduğunu yazmayayım, dava konusu olmasın.
Bu üç.
Osmanlı ordusunda olduğu gibi, talancıları bir kere saldın mı, ‘durun leyn’le durmazlar. Tecavüze (‘uçkur çöz’e) karışırsan, kestaneyi çizdirebilirsin pekala. Viyana kapısında bile aynen vakidir.
Bu dört.
Diğer ilgili bir taraf Barzani. Demek ki ABD, Barzani-TC orjisine okey demiş çoktan.
Bu beş.
Müslim-Barzani ilişkisi hala hasıraltında. Ya gözardı ediliyor, ya da o ileriki kartlar arasında.
Bu altı.
Hem Öcalan, hem de Talabani yok sayılıyor. Bu eksi zekalılık ve eksi bilgililik ötesi bir davranış. Nasıl olsa öderler bunu da. Bağıra bağıra hem de.
Bu yedi.
ABD’nin bu kadar salaklaştığını bilmiyordum. Bilahare feci mutlu oldum.
Bu sekiz.
Bizim kediye gelince:
‘Gel pisi pisi’ dedin mi, kendi kendinin derisini yüzüyor bizim kedi...
Bu da, kedinin dokuzuncu canı olsun bakalım.
Kedi derisini biz 9 pozisyonda yüzdük.

E kari, bakalım sen kaç çekeceksin?

Çarşamba, Ocak 27, 2016

PKK Güneydoğu'yu Kürt'süzleştirecekmiş

Bu PKK, böyle değildi. İstediği sonuçlara varamayınca, hafiften zihinsel dağılmaya başladı sanırım.
Uzunca bir alıntı:
“Altı aydır devam eden şehir çatışmalarında bölge halkından beklediği desteği bulamayan PKK, Kürt sorununu Avrupa’ya taşımak için ‘büyük göç planı’ hazırladı. Plana göre, mart ayından itibaren çatışmaların sürdüğü ilçelerden binlerce kişi batı illerine göç edecek. Ardından da Avrupa’ya geçiş için sınır zorlanacak.
Aynı anda, Kürt sorunu BM başta olmak üzere uluslararası kuruluşlara taşınacak. Konu ABD Başkan Yardımcısı Biden’ın İstanbul’da gerçekleştirdiği görüşmelerde de masaya yatırıldı. Türkiye, planla ilgili olarak ABD’ye bilgi verdi. Aynı konuda Avrupa’ya da bilgi aktarılması öngörüldü.”
Sanki bunu TC de yapmıştı ve plan elinde patlamıştı diye anımsıyorum. 1993 gibi yani.
O sürecin sonuçları şunlardı:
Güneydoğu boşaldı ama Kürt’süzleşti de. Onların yerine, bugün koruculuk yapan ve Kürler’le kan davası taşıyan Orta Asya halkları geldi. Birden nedense, Osmanlı’nın zorunlu iskan siyasetini anımsadım.
Benzeri bir şeyi, Kürtler Ermeniler’e 1915’te yapmıştı.
Dağdaki Kürt’e istediğini yaptırmakla, kentteki Kürt’e istediğini yaptırmak, aynı şeyler değil. Kentteki hayır der ama dağdaki demez.
Kürtler, büyükkentlerde Kürtçe’yi unutmak veya hiç öğrenememek, aşırı tüketicileşmek gibi birçok kültürel dekadans yaşadı.
Kır savaşı ve kent savaşı bambaşka şeyler. O nedenle nizami ordular, kentlerde çuvallar. PKK, kırdaki taktiklerini kentte kullandı ve yanıldı.
Arada örnek: 1971 gibi, koskoca İstanbul, kilometrelerce süren bir askersel şeritle çevrilip, ev eve aranmıştı. Asker, jandarma, polis birarada bunu kentte hala kolayca yapar, yaptı da. Sivilleri karantinaya alır, aç bırakırsın, direniş çöker. Çöktü de.
1983 ruhu 2016’da yok, özellikle araya giren çözüm süreci denilen ertesinde.
Devam:
Kürtler’in bir an önce 4 grup biraraya gelmesi ve kısa, orta, uzun dönemli plan yapması gerek. Ancak önce uzlaşması. Ondan önce de biraraya gelebilmesi. Bu ise, tarihte henüz vaki değil.
Geleceğe doğru bir bakalım:
TC’den 4 milyon kişi yurtdışına gitti, 1960-1990 arasında. 1 milyonu geri döndü. Bunların bir bölümü 100 halktan azınlıklar idi. Süryaniler geri döndü ama Kürtler dönmedi.
Yani, AB’ye giden halklar, ne Kürt olacak, ne PKK sempatizanı, ne de AB kültürülü.
1 milyon kişi giderse sorun yok, 3 milyon kişi giderse, Güneydoğu PKK denetiminden çıkar.
Ve bunu PKK kendi eliyle yapıyor.
E tabii, TC de ‘tavşana kaç, tazıya tut’ durumunda. ‘İstemem, yan cebime koy’ durumunda.
Son şoru şu:
TC, kimleri göçmen alacak?
Eğer Suriyeliler’i Güneydoğu’ya yerleştirirse, çok değil 10 yıl sonra, Güneydoğu’da Kürt yerine, Arap problemi olur.

Makul yol / kaynak, yine Türki Cumhuriyetler...

Sivil Terör ve Dila Karam

Hislerle yazı yazmak, insanı dezenformasyona götürür. Karam’ı da götürmüş:
“O saatte o sokakta, o caddede; her sokakta her caddede ve her meydanda, her şehirde, genç yaşlı her kadının; olmaya, durmaya, yürümeye, koşmaya, hakkı vardır.”
Bir kere burada haktan söz edilmiyor.
‘Kadın’ yerine, ‘erkek’ veya ‘insan’ koy ve ‘o’ de, Türkiye’nin ve İstanbul’un belli yerlerinde belli zamanlarda o olarak olamazsınız. Dünya ağır siklet karate şampiyonu olsanız da böyledir. Taksim’de bir SAS komndosu bıçaklanarak öldürüldü, bunu unutmayalım, üstelik katil tinerci, akli yetersizlik nedinyel az ceza alıp da kurtuldu ve hala ortalıklarda dolanıyor.
Burada, gerçekten söz ediliyor.
Burada, sivil terörden söz ediliyor.
Bu kentin sokaklarında kezlerce ölecek veya öldürülecek durumlarda kaldım. Hala sağım ama kaçarak ve sonra da oralarda bulunmayarak sağım.
Kaçmak korkaklıktır veya değildir ayrı konu ama korkaklık (artık) sağ kalmanın bir önkoşuludur şimdi ve burada.
Çünkü, sivil terör vardır.
Bir anarşist olarak, devletsizliğin sonuçlarını dehşet içinde izliyorum.
Çobansız koyun sürünün kurtlaştığını görüyorum.
Et yiyen koyunlar görüyorum.
O nedenle Karam, dezenformasyon yapıyor, takıyye yapıyor, his şikesi yapıyor.
Çözüm var mı veya varsa ne?:
A)    Sürüyü gömmek

B)     Duruma hiç aldırmamak

C)     Faşizm veya engizisyon ki ona çabalanıyor ama becerilemiyor

D)    Kaçmak veya ortalıkta dolanmamak

E)     İntihar
Liste uzar gider.
Benim yaptığım ise, izleyip, geleceğe ders notları almak.
Haa, bir de sağ kalmak. Her durumda ve daima.

Haa, bir de yazmak. Her durumda ve daima.

1975-2015 Global Terör Perspektifi

Panorama değil, perspektif. Yaygınlık değil, derinlik taşıyan bir manzara yani.
Bu metni, bir bakıma kendim, bir bakıma 18 yaşındakiler için yazdım.
18 yaşındakiler (kabaca 2000 doğumlular), kendilerine iyi bakarlarsa, 98 yaşlarını (kabaca 22. Yüzyıl’ı) görebilirler. Yani, geleceğe doğru 40 değil, 80 (küsur) yıllık bir perspektifleri olabilir.
1975’te Çakal Carlos, Leyla Halid, Baader-Meinhof vardı.
Carlos ihanete uğradı. Şu an hapiste.
Terörden (bugünün parasıyla) 30 milyon dolar kazanmışlık gibi tuhaf bir huyu var.
Halid uzlaştı, şu an haminne.
Baader-Meinhof, hem öz-ihanete, hem dış ihanete uğradı. Toptan mezarı boyladılar. İntihar ve cinayet farketmez, hemen o zaman hapiste öldüler sonuçta.
Bu üçlü, 1968 gidişinin simgesi ve dibi idi gibi.
Kapitalizm ve Kenan Evren, koşulların olgunlaşmasın bekledi. Binlerce ölüyü ellerini oğusturarak izlediler.
Sonra 1980 geldi, hem askeri darbe, hem neo-liberalizm, hem SSCB-Afganistan / Taliban olarak.
Taliban, hala var da yok gibi ama 10 kuşaklık bir dönüşüme uğradı. IŞİD’e kadar geldik.
Arafat’ın ölümünden sonra el Fetih silindi gitti ve Filistin hala devlet olamadı. Hamas var ortada. 1987 kuruluşlu Hamas.
Unabomber, yalnız kurt olarak geldi ve içeriyi boyladı.
Sonra, silahsız savaş ve 11 Eylül geldi.
Ve sonra Batı, reel sosyalizm gidince, İslam’ı keşfetti. Öteki-düşman olarak. Hala da öyle gidiyoruz.
Bireysel çıkışların açmaz olduğu söylenir ama 2015’te 350 ABD’li 1.400 ABD’liyi tek başına öldürdü. Bu bir salgın artık.
(Büyük devletler, dışarıdan olduğu deli, içeriden de yıkılır. Yıkıldı da.)
IŞİD ile de ölümüne savaş var artık. (Bunu Vietnam da denedi ve kazandı ama sonra para için ABD’ye teslim oldu.)
Dönüp dolaşıp, Hassan Sabbah ideolojisine vardık:
Önce öldür, sonra belki devlet kurarsın.
Günümüz Araplar’ını, bin yıllık bir yeni orta çağa sokanın, bu şiddet değil, işbirlikçilikleri olduğu kanısındayız. Suriyeliler’in ilk işi ülkelerini boşaltmak oldu örneğin.
1980-1990 arası, devlet-terörü nedeniyle sessizdi.
Sonra günümüzdeki panoramayı veren çıkış başladı.
Tuhaf olan şey, ABD’nin TC’ye 100 bin ölüye mal olan Apo’yu derdest edip teslim etmesiydi. Diğer oynadığı atların kofluğu, 17 yıldır ortada.
Not 1: Yani ABD, ister uluslararası terörü beslesin, ister beslemesin, eceline yararı yok. Çünkü, tarih kafaüstü giderken, 1 nolar en sert çakılır yere. Ortalık toz duman olunca da, böylesi ayakçı teröristlere de gün doğar, doğuyor da, doğdu da.
Not 2:
Dünya’nın ilk gerçek devriminin ardından, ilk devlet terörü ve terör sözcüğü de geldiğine göre, yeniden bir büküm noktasındayız, demektir.
Not 3: 2029 başarısız proto-Dünya Devrimi’ni, ne IŞİD, ne bu İslam kadrosu yapamaz.
Yani:
1970’lerin terör dönemi, tarihte çok önemli bir yer kazanmış olabilirdi ama bu şansını harcadı.
Örneğin Carlos, o pek övündüğü biçimde, İkiz Kuleler ile uğraşacağına, ve hatta TC’de bula bula o kıtıpilleri bulacağına, ciddi bir kuram tabanı çalışabilirdi. Zamanı bol.
Kaczynski, mektuplarla uğraşacağına, tam kuramsal bir metin yazabilirdi. Tabii yazabilecektiyse...
Evet, sözünü etitğimiz dönemde aksiyon bol ama kuram 0 oldu.
Not 4: Unabomber’ın manifestosunun tamamının onun tarafından yazılmadığı uzmanlar tarafından açıklandı. O biçimiyle Manifesto, çok zayıf bir kuram.
Not 5: Makyavelli-Neçayef çizgisi ve artı devlet kurmak isteyen ve istemeyen Türkler’in (MS 500’lerdeki) iç savaşı çizgisi, hem 1975-2015, hem de 2015-2055’i gergefledi.
Çıkış:
Keyifli bir metin oldu. Taslak oldu. Delikli kavramsal çerçeve oldu (bu geometriyi katlanabilir kılmak gerekli). Ama güzel oldu.
Bu metni önümüzdeki zamanlarda geliştirmek gerekli. Hem bence, hem başkalarınca.
Dipnot 1: 1946’da 1 Musevi, İngilizler’e karşı bir terör eylemi yaptı ve 45 Musevi’yi bilerek ve isteyerek (belgeselde kabul ediyor) ve artı 45 İngiliz’i öldürdü.
Dipnot 2: 1940’da 1 Norveçli, ağır su taşıyan bir gemiyi, Almanlar ve Norveçliler ile birlikte sulara gömdü. Almanya atom bombasını hiç yapamayacaktı, bu sonradan belli oldu. Bombalar Japonya’nın tepesinde patladı.
Dipnot 3: İşte soru bu:
Kim haklı, kim haksız?
Norveçli, kendi halkına veya Japonlar’a karşı insanlık suçu işledi mi?
Musevi’yi boşver, Eşkenazlar’ın Seferadlar’a neler yaptığı, onyıllardır açıkça ortada.
Atom bombası yapılsın da yapılsın isteyen Einstein, Japonya’ya karşı insanlık suçu işlemekten yargılanabilir mi?
İsrail’e atom bombası verdiğini itiraf eden, Fransa cumhurbaşkanı, sosyalist Mitterand, mezarında insanlık suçundan yargılanmalı mı?
İncirlik’ten atom bombalarını IŞİD yürütebilir mi?
Son soru:

TC topraklarında ilk nükleer silah, ne zaman patlayacak?

Battle Royal II’nin Ölümcül Hatası İçin Requiem

Bu film ikilisi, çok ilginç sinemasal ve estetiko-politik momentler içerir.
Bunlardan birisi, lise sınıfı üzerinden, küçük-büyük devlet kavgası metaforudur. (Tıpkı Rıfat ılgaz’ın ‘Sınıf’ adlı şiir kitabı gibi.)
Her 2 filmde de bazı küçükler sağ kalır.
İkincisinin finalinde küçükler, Afganistan olması gereken bir yerde peçelidirler: Dünya küçükleriyle birleşmişlerdir.
Film bu.
Gelelim gerçek yaşama ve tarihe:
Tarih, (bu filmin de dönemini içeren) 2000-2200 arasında kafaüstü çakılıyor.
Bu dönemde küçük devletlerin sayısı ivmeyle artıyor: 1960-2010 arasındaki 50 yılda 100’den 250’ye artış gibi.
Bu gidişat, büyük devletlerin izin verdiği ve işlerine gelen bir gidişat. Köleleri azat eden ABD’nin onları daha çok sömürebilmesi gibi, koloniler de azat edilerek daha çok sömürülüyor.
Not: Bu filmi yapanların, 2. Dünya Savaşı sırasında Japonya’nın işgal ettiği 20 ülkenin Japon mallarını kullanmayı reddettiği ama 1960-1970 döneminde tüm Dünya gibi onların da, Japon malı kullandığı gerçeğini anımsaması gerekiyordu.
Devam:
Afganistan 1980’den başlayarak, Arap Baharı 2010 ile süren süreçte küçükler, çok büyük savaşsal-stratejik hatalar yaptılar. Batı şeyiyle demokrasi gerdeğine girmeye kalktılar. Oysa, 5-6 yılda varılan yer belli: Her küçük ülke 3’er 5’er parçaya daha bölündü. Büyük ülkeyken petrol fiyatını belirleyebilirlerken, küçük ülkeyken üçte bir fiyata petrol satar ve iflas eder oldular (bakınız Barzani’nin Kuzey Irak’ı).
Sonra:
Peçe takmak, bir özgürleşme veya özenme durumu değil. Bir kölelik durumu.
En sonunda da:
İster ABD yaratmış olsun, ister olmasın, kazanma yolu olan tek savaşçı türü IŞİD’ciler.
Bu yolu, Vietnam da denedi ve kazandı ama sonra ABD yatırımına kapılarını açarak, 3 milyon ölüsünü bir daha gömdü. Şu anda Vietnam’da Dünya’nın en düşük asgari ücreti, ayda 25 dolar var.
Ve çocuk olması değil, olmaması gereken durumdayız. Yani, doğum kontrolü gerekli, ölüm kontrolü de var zaten.
Küçüklerin büyükleri yenmesi güzel bir film hayali ama büyüklerin küçüklerin ırzına geçmesi de, feci bir Papa sübyancılığı realitesi.
Dipnot:
Filmin final linki:

Salı, Ocak 26, 2016

Batı’nın Kürt ‘Muppet Shov’u

Bazan bu insanların beyinlerini nerelerine sakladıklarını gerçekten çok merak ediyorum:
Bu abimiz (Ralph Lengler), hesapça Kürt uzmanı imiş, bölgede 7 yıl yaşamış.
Şöyle diyor kendisi:
“Turkish Kurds are naturally born fighters, neither cultured nor born politicians, while the Iraqi Kurds are somewhere in between the two.”
Yavrum Cartegena, kim tutar seni be yav?
Yani:
‘Katil Doğanlar’ filmi gibi, bunlar da ‘döğüşçü doğanlar’ klübündenmiş.
Da PKK’liler de, TC ordusu da 10 bin flan ölü vermedi mi?
Da PKK’liler en başta TC ordusununkinden daha nitelikli askeri donanımı gavurdan almadı mı?
Da, o politikacılar, binlerce döğüşçüyü mezara söğüşlemiyor mu?
O sırada Suriyeli Kürtler moda olmadığı için, onlar hakkında bilgi yok. Onlar da, medya geştaltına göre bir iner bir çıkar herhal.
Tabii, Iraklı Kürtler 100 küsur yıldır savaşıyorlar. Bu bilgi de yok. Türkiye’dekiler 90 yıla erdiler ancak.
Önemli bir bilgi de var:
PKK 1978-1999 arasında Suriye’den savaş yürütmüş.
Bu bilgi kuşkulu.
Tamam Suriye, 1980 sonrası tüm TC’li kaçaklara yolunu açtı ama Hakkari’ye yapılacak bir saldırıyı Hatay’dan başlatmanın anlamı yok ve PKK Hatay’da epeyi sonra göründü. Artı şu anda PKK, Kandil’den Rojaya’ya lojistik taşınma işini 1 yıldan uzun süreye yaymış gibi görünüyor. 800 kilometre, langırt diye gidilecek bir yol değil.
Not: Apo, Suriye’den 1998’de çıkarıldı.
Dipnot:

Bu türden gavur işbirlikçilerin metinlerini irdelemeyi birkaç kişi ile daha sürdürmek mantıklı görünüyor. Geleceğe not bırakmak gerekli.

Bir Berber Bir Berbere

‘Abi, bizim iş batıyor’ demiş.
Kürtler’inki de o hesap:
“Eski Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) Genel Başkanı Kemal Burkay, 'Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi'nin yayımladığı bildiriye sert çıktı. Burkay, ‘Türkiye'deki aydınlar da kendi tavırlarını gözden geçirmeli. Son bir bildiri yayımladılar, 'devlet kıyım yapıyor' dediler. Ama şunu demiyorlar: 'PKK ne yapıyor. PKK niye bu savaşı kentlere sıçrattı. Niye Kürt halkını böylesine bir savaşla yeniden yüz yüze getirdi.’ Yaşanan manzaraları hepimiz artık görüyoruz’ dedi.”
Abi, sen yanlış köşe kapmışsın. O köşede berber olmaz, durumu.
Yeni Orta Çağ’da dezenformasyon olduğu kadar, doğru enformasyonda da kültürel ve zihinsel regresyon vardır. Yani, çeyrek aydınlarımız topluca bunuyorlar berber amcası.
Doğruları dile getirmek denli, doğruları işe yarayacak zamanda ve yerde dile getirmek de önemli.
Örneğin:
2015’te 2 Kürt akademisyenin yayınladığı araştırma ile ortaya çıkan, Kürtler’in Ermeni Tehciri’ndeki iştirakçi durumunu 2013 gibi Fikret Başkaya da dilegetirmişti ama 1965 gibi İsmail Beşikçi dile getirecekti ki bir işe yarasın.
Burkay da, ‘erken öten horozu PKK keser’ durumunda sesini kesti ve İsveç’e 25 yıllığına sürgün gitti. (Yani, bu diyeceklerini o zaman diyecekti asıl.)
Dönünce de, Kürt davasının düşmanlarının ekmeğine yağ sürercesine, bir parti kurdu. Hoş, ona pek gerek yok, zaten PKK’nin kendisi 10 grup oldu.
Şimdi de bu.
Dinime küfreden Müslüman olsa durumu.
Artık söyleye söyleye dilimizde tüy bitti:
Reel bir entellektüel, herhangi bir toplumsal tarafa bağlanmaz. Bağlanırsa, ayakçı ve entelejensiya olur.
Aydın, yanlışları saptamakla yükümlü olabilir, düzeltmekle değil.
Yanlışları saptamak, doğru bilgi sağlamaktır. Doğru bilgiyi işe yarayacağı yer ve zamanda sağlayıp, kenara çekilmek. Patırtıdan uzak durmak. Aydın, aksiyon filmi kahramanı değildir.
Yahu:
Kürtler devlet kursa ne olur, kurmasa ne olur?
Ki 1946’da kurdu da ne oldu?
TC parçalansa ne olur, parçalanmasa ne olur?
Ki zaten ortada 1. Cumhuriyet falan yok.
Şu anda tarih, gaz pedalına tuğla koymuş biçimde, yokuş aşağı ivmelenmekte.
Yangında ilk kurtarılacak şey veya olunacak ‘Fahrenheit 451’ kitap yok.
Dolayısıyla:

Aslolan sağ kalmak, (Burkay gibi) yaşlanınca, onun da önemi kalmıyor.

Entelejensiya ve Entellektüel

Radikal Blog yazarlarıyla, Can Dündar nöbeti ile ilgili olarak aramızda anlaşmazlık çıktı. Onlar aydın olarak orada dikilmeyi anlamlı buldular, ben ise anlamsız buldum, en azından Dündar gibi biri için.
Kendi irdelememize dönelim:
Entellektüel herhangi bir sınıfa bağlanmayandır, entelejensiya herhangi bir sınıfa bağlanandır.
1950-2010 Dünya için (üst-)sınıf, iktidar seçkinlerinin öğeleri olan, generaller, işadamları, medyatörler, siyasetçiler olarak tanımlanabilir. Ekonomik olarak ise genel sınıf; işçi, esnaf, zanaatkar, çırak, evkadını, memur, emekli, çiftçi, teknokrat / bürokrat, işsiz, öğrenci olarak tanımlanabilir.
Günümüz entelejensiyası tuhaf bir biçimde, işadamlarının sahip olduğu medya üzerinden medyatörlüğe ve emekçilere aynı anda bağlanmaya kalkıyorlar. Son 10 yıldır da, Kürtler’e bağlanmak moda bir akım olageldi.
Entellektüel bağlanmaz, hatta bağlanamaz, çünkü negatif egzistanstır. (Sartre’cı egzistans bağlanır yalnızca.) Tarih bilincine sahip olmak için bu gerekir çünkü.
Entellektüel, hiçliğe veya eksi varlığa yol alır, çünkü kendi biyografisini, 100 milyar kişilik ve 5 milenyumluk tarih / Dünya Sistemi içinde, bir nokta olarak haritalayabilmek için, hiçleşmesi veya eksivarlıklaşması gerekir: Matematik ve mantık gereksinim olarak.
Asıl önemlisi entellektüel, doğru bilgi üretebilmek için, özgür olmak durumunda. Bu da bağlanmamak (ayrılmak, kopmak, uzaklaşmak, (Japonca) ‘ma’) demek.
Telif bilgi üretene entellektüel, nakil veya tefsir veya intihal bilgi getirene de, çeyrek veya yarım münevver-cik deniyor.
Telif bilgi üretmek, güneşin altında söylenmedik sözler üretmek demek. Bu çok kolay, negasyon ile oluyor. Yapılmış olan herşeyi değillemek, olumsuzlamak, hayırlamak, eksilemek yeterli oluyor.
Oysa entelejensiya, yapıcı eleştiri için tepiniyor. Neden başkalarının (özellikle de entelejensiyanın)  yıktığını yapmak gerektiğini ise, açıklayabilen yok ortada.
Önce doğru ile yanlışı ayırt edebilmek, sonra da herkese karşı doğruyu savunabilmek gerekiyor burada ve şimdi.
Örneğin Burkay, bu üniversite akademisyenlerinin neden PKK’yi de olumsuzlamadığını sorduğunda, epeyi haklı çıkmış oluyor.
Örneğin Ülkü, Dündar’ın 13 yıl AKP’yi savunduğunu söylediğinde de, epeyi haklı çıkmış oluyor.
Ferhan Şensoy, düşünemez, çünkü kuramdan ve eleştiriden hiç hazzetmez. O nedenle, (‘gelin canlar bir olalım’cı) entelejensiyasal toptan birleşmeyi önerdiğinde de yanılmış oluyor. Beni dost ateşiyle arkamdan vurmuş birini neden destekleyeyim veya onunla aynı kaba edeyim ki?
Entellektüel bireydir yani, cemaat değildir.
Entellektüel tao’isttir yani, kendi yolunda gider tek başına ve asal-yalnız olarak...
Çok basit bir örnek:
42 yıldır, sağdan soldan, aşağıdan yukarıdan hep aynı şeyi duydum:
Böyle yalnızca yalnız yalnız oturup, okuya okuya ne olacak?
Böyle kuramlar ve böyle doğrular ve böyle kavramsal çerçeveler  yazılacak. Yalana meğleyen ve mezbahasına koşa koşa giden koyun olunmayacak. Dezenformasyona isyan olacak.
Asıl entellektüel savaşı bu.
Diğeri, kendine salaktivist slaktivist bir dava arayışı. Bağlanacak kapı arayan kapıkulu / emir kulu anlayışı.
Toplumdan onay alma arzusu.
Savaşta, faşizmde, engizisyonda insanı sevme rezilliği.
Çıbanı dışarıdan okşayarak iyileştirme sanrısı.
Dündar ayakçılığı kıyakçılığı...
Medyada haber olma, reyting arzusu...
Yani:
Nush, tekdir, kötek, katliam, atom bombası...
Hala, hep, şimdi ve burada...

(26 Ocak 2016)