Çarşamba, Aralık 30, 2015

Alternatif Kerhane, Jentrifikasyon, Fine Eating

Sözün neresinden başlasam?
‘Alternatif kerhane’ denilen yer, Karaköy’ün asıl kerhanesinin bir zamanlar alternatifi idi. Para olarak yani. Kalite düşüklüğü olarak yani.
Karaköy dediğin yer, Tophane’nin komşusu  olmakta. Orası da papikçi konsantrasyonlu bir yer. Orada da para çok düşük. Yani o eski mekan, daha çok onlara hizmet verirdi.
Bizlerse, 1960 doğumlular olmaktayız. 1980 öncesinde vatana millete hizmet niyetiyle başlayarak, 1990 sonrasında kendimize kendimize hizmet niyetiyle devam ettik. Cukkalar doldu. Paraları nereye saçacağımızı bilememeye başladık. O nedenle, içmek veya yemek için, en abidik gubudik mekanları bulmakta usta olduk. Son yıllarda Beyoğlu ilçesi, bunlarla dolup taştığı için, kıtlık çekmiyoruz doğrusu.
E tabi, para kazanmakla uğraşmaktan, ‘para nasıl yenir?’i öğrenemedik pek.
Onu da hizmet ettiğimiz sistem bizim için / yerimize çözdü.
İstanbul’u kompleta jentrifikasyona tabi tuttu.
Karaköy’ün alternatif kerhane sokağı, oldu çıktı bir ‘fine eating’ sokağı.
Selahattin Duman, zamanında bu hoş-yeme ve gurme olayını sıkı makaraya sardırmıştı bir yazısında.

2016 yılbaşısı gelirken, ben de böyle bir makaraya sarıldım.
Bir hoş-boş yeme mekanına götürüldüm.
Menüde rizotto ve kokreç birarada idi.
Valla.
Yalanım varsa, yediklerimi Romalılar gibi çıkarıp, bi daa yiyiim.
Ancak hesap oldukça makuldu.
Adam başı, bir buçuk porsiyon etli (balık, kırmızı et, beyaz et) ve 1,5’ar duble rakılı hesap, 100 küsur lira geldi ki bunu ayakçı meyhanelerinde bile bu kadar ucuza getiremezdiniz.
Kelle olmadık ama doyduk.
Asıl ‘fine eating’ bu bence...
Devamı ise, ‘Haneler’ oyununun ‘Meyhane’ bölümü  alternatifi oldu.
Kulağı az duyan bir moruk olarak, 20 yaşındaki genç hanım garsona sürekli müziğin sesini kıstırmaktan sesim kısıldı.
Müşteri yaş ortalaması 25 falandı. Biz 55 yaşındakiler, huzurevinden yaramazlık için kaçmış yaşlılar gibiydik aralarında.
Bir tane zenci the penis vardı ki evlere şenlikti:
‘Gösteririm ama vermem’ tarzının maço Afrika versiyonuydu. Kendini kasmaktan kabız olmuştur ve orada yediklerini sindirememiştir herhalde.
Partneri hanım ise, ‘alırım lan, ben o penisi işte’ niyetine masaya çıkacaktı neredeyse.
Biz 10 kişi olacakken, 7 kişi kaldık. 3 ihtiyar gelirken yolda telef olmuştu çünkü. Olağan koşulda gençler küçük sürüler halinde gezen yaratık türünden olduğu için, bizi nereye sığdıracaklarını bilemediler. 10 kişilik masaları yoktu yani.
Ben de, ‘üşüyen adam’ efektini gayet canlı oynadım, çünkü bir gece önce 10 derecelik bir yerde uyumuş biri olarak, zatürreye doğru tam gaz yol alıyordum.
Montum dahil, hiçbir giysimi çıkarmayıp, üstüne bir de boynuma kaşkolumu düğümleyince, garsonlar infial yaşadı ama biz kapı önündeki masamızdan başka masaya geçmeyi, huysuz moruklar olarak ısrarla reddetik.
Gavur müşteriler de vardı. Bu gavur milleti hakkındaki Tanzimat’sal hoşgörüm ve sempatim, son 1,5 yıl içinde silindi gitti. Bizim Muhteşem Yüzyıl sakallı yeni ürünlerimizle birlikte, bir yerli bir Türkçe, ‘malım ve mallığımda ısrar ediyorum da aman’ türküsünü ısrarla çağırır duruma gelmişler ya da hep öyleydiler. Evveliyatlarını  bilemediğim için, durumun sorumluluğunu neo-liberalizme yıkıyorum hemencecik.
Çalan müzik ise, en yumuşak tabirle yönelimsizdi. Yani, bir halta benzemiyordu kısacası. Gürültüydü, ‘volume’ anlamında değil, ‘tarz’ anlamında.
Asgari ücretin yarısından azla bir ay karnını doyuran evsiz biri olarak, benim orada ne işim vardı peki?
Lise arkadaşlarım var. Biz böyle yılda bir buluşup, 40 yıl öncesini yadederiz. Bir zamanlar dahi gençler oluşumuzu anımsayıp, nostalji yaparız.
Sonrasında, alternatifli veya alterrnatifsiz kerhaneye ve ‘at tarağında kelebek’ kaçan ‘fine eating’e devam...
Jentrifikasyon tutmadı amcası, size taşra-köy İstanbul ‘shitville’ini onun görmemiş kılıklı 40 yaşındaki ergenlerini verelim...
Dipnot:
Gittiğimiz mekanın övgülü tanıtım yazısı, Salahattin Duman tadını bile aşmış ama ciddi ciddi yazılmış.

Salı, Aralık 29, 2015

Toplama Kampının Kapısında Ben

Yılbaşı Momenti: Babavatan Repliği
“Aslolan sağ kalmak, yaşlanınca onun da önemi kalmıyor.”
1993 gibi seyrettiğim, ‘Babavatan’ (Fatherland, Ken Loach) filminden bir replik bu.
Bugüne kadar katılmamıştım bu repliğe, nötr kalmıştım ama katılmamıştım. Bugün katıldığımı gördüm.
Yani, bu kadar Acı çekmeye değmiyor doğrusu.
Yaşamak için bir nedenim kalmamış.
Yazmak, benim için artık yaşamak için bir neden değil. Yıllar yılı öyle olmuştu oysa ki.
Yaşama nedenim ne olabilir?
Bir kadın mı? 56 yaşındayken mi? 20 ilişkiden sonra mı? 19 yıl süren, üzerine ayrılıp da, 2 yıldır bir türlü ayrılamadığım bir ilişkiden sonra mı?
Yaşamak için bir nedeni kalmamak, ölmek istemek demek değil ama her koşulun insanı toplama kampında ölmeye sürüklediği koşullarda, ölüme karşı dayanıksızlık demektir bu. Bu da, kafama vurula vurula  kendimde yaşayıp, hiç mi hiç sevmediğim bir şeydir / durumdur.
Museviler’in bir bölümü, taa 1930’da intihar etti, bir bölümü taa 1940’ta gaz duşunun kapısında bile öleceğine aymadı. Arada da kaçan kurtuldu.
Ayrıca, bu koşullarda yaşama arzusunun düşüklüğü, intihara yakınlık demektir.
İntihar etmem ama belli bir süredir intihar etmeme gibi bir takıntım kalmadı.
Ve hala, ve hala, sağ kalacağıma inancım tam.
Not: Bunu kabulleniyorum, yani sağ kalmayı ama daha çok Acı çekmeyi. Demek ki bu artık, pasif bir libido-survival dürtüsü.
İstatistik Şeytan’ına inancım tam...
Yeşil-Acı bir hüzün bu (hani ikonagrafilerimden birindeki gibi) ve kırık, çok kırık (kırgın değil, kırık).
Bilgi: 2 gece önce 20, 1 gece önce ise 10 derecede uyudum. Şu anda akciğerlerim acıyor (ama kanamıyor hiç olmazsa). Kendimi yeniden evsiz duyumsadım ki zaten öyle. Şu an, yan binada kompresörlü matkap çalışıyor, benim binada ise bina için tadilat nedeniyle kapı açık ve hava 0 derece. Dışarıda ise, sulu kar yağmakta.
Şikayetim yok, herşey kabulüm.
Demek ki zaman bulunca, 10 kitabı daha internete yüklemenin zamanı.
Yine de, kendi kabuğumda ve kendi kurallarımca mutluyum.
Yeni Orta Çağ’ın eksi zekası ve eksi bilgisi beni vuramadı. Benden epeyi zeki olmuş insanların, ümmilerden berbat bir aptallık ve cahillik denizine gönüllü daldığını izliyorum melankolik melankolik.
Evet:
Öksür ve sağ kal.

Kalp krizi ve akciğerler öyle söylermiş.

Dipnot: Bu metni, bir zamanların dahilerine adıyorum.

Süper Kahramanlar İnsanlardan Nefret Ederler mi?

Süper kahramanlar insanlardan nefret eder mi?
Oktay Şılar, Psikeart "Nefret".
+

Reha Ulku: Süper kahramanlar insanlardan nefret eder mi? Bu soru, psikolojinin / zihinbilimin sorusu değil. Bu soru, çizgiroman estetiğinin ve gündelik yaşam kültürolojisinin sorusu. Evet, süper kahramanlar insanlardan nefret ederler. 1930, 1960, 1990, 2020 dizisindeki, 4 kerelik 30'ar yıllık çizgiroman / süper kahraman metamorfozu dizisinde, süper kahramanlar insanlardan artık nefret etmeye başladı. Çok ilintisiz / beş benzemez nedenleri olabiliyor bunun: Bir: Nietzsche'ci bir insanın alt-insan ve Reich'çı 'Dinle Küçük İnsan' kalma durumuna karşıki nefret. İki: Süper kahramanların faşistleşmesi ama sıradan insanların faşistleşmeyi, burada yönetilmeyi ve kurtarılmayı reddetmesi (bunun en iyi örneği 11 Eylül'ün hemen ertesiki çizgiromanlarda görülür). Üç: Süper kahramanlar da insan ve üst-insan ve alt-insan olarak birbirlerinden nefret ettiler: Örneğin Hulk, ciddi ciddi İlluminati ‘elit iktidar seçkini’ci bir grup oluşturan ve kendisini yok etmeye niyetli bazı / diğer süper kahramanlara (Hulk Gezegeni'nde) 3 bacakla birden daldı. Bu, daha epeyi açılımı olacak bir konu. Güzel soru. Soruyu soran, atmadığı taşla kuş vuran arkadaşa tebrikler.

Pazartesi, Aralık 28, 2015

ABD Hakkında Yanlış Bilinenler

ABD yenilmezdir.
Yanlış.
ABD, 1945’ten beridir girdiği hiçbir savaşı kazanmış değil. 2 dünya savaşına da geç girdiği için azandı, yani dövüşen tarafların pili bitmişti, ABD hangi tarafa girerse, o taraf kazanacaktı. ABD, çoğunluk yaptığı gibi, çift elle oynadı ve Almanya’nın karşı tarafından savaş girip onun Nazi askerlerini de sonradan işe aldı.
ABD’nin gücü sonsuzdur.
Yanlış.
2 dünya devrimi, onun sayesinde oldu sayılabilir. Yani, onun bilgisel ve stratejik sonluluğu sayesinde.
Ayrıca, reel sosyalizmi ister bıraksalar, ister bırakmasalar da, ne Rusya, ne de Çin, ABD tarafından yenilmiş falan değildir.
ABD, Dünya’nın en büyük ekonomisidir.
Yanlış.
Den büyük ekonomisi, CIA ve IMF kabuluyle, 2014’ten beridir Çin’dir.
ABD’liler, Dünya’nın en müreffeh insanlarıdır.
Yanlış.
Ne en yüksek asgari ücret, ne en uzun yaşayanlar, ne en iyi eğitim, ne de Dünya’nın yaşanası en iyi kenti ABD’de.
ABD, uzay yarışında en önde.
Yanlış.
Tarihin en büyük 2 uzay kazasını ABD gerçekleştirdi.
Mars’a ilk ABD gitmeyecek.
Bir asteroide ilk uzay aracını ABD değil, Japonya indirdi.
Vb, vd.
ABD, Dünya’nın en ileri tekonolojik gücüdür.
Yanlış.
Androidlerde Japonya, tıpta bazı AB ülkeleri önde. Bir tek, yasaları izin verdiği için, en yüksek GDO’lu tarım ürünleri oranı ABD’de.
ABD, Dünya’yı yönetiyor.
Yanlış.
Dünya’yı şu anda hiçbir süper güç yönetemiyor.
Ayrıca, MS 200-2200 arasında tarihsel iniş dönemi olduğu için, herkesin kaybettiği bir oyun oynanmakta.
ABD bitmez.
Bitti bile.
Birkaç kez iflas etti. Bütçesi donduruldu.
Siyaseten çözülmesi vadesi ise, 2100-2200 olarak görülüyor.
ABD, Dünya’nın En Demokratik Ükesidir.
Yanlış.
Sol partileri bile yoktur, çünkü buna izin verilmez.
Vatana ihanet suçu, orada da var ve şu anda birileri o suçlardan yargılanıyor ve artı hapiste işkence görüyor.
ABD, AB Kültürünün Devamıdır.
Yanlış.
Nedense, en başta bile AB kültürünü inkar ettiler ve üstlenmediler.
Bugün ABD kökenli bir tek sanat dalı yoktur. Caz öyle sayılır ama onu yapanlar Afrika kökenlidir.
Çıkış:

Görüldüğü gibi, siyaseten, iktisaden, ve askeriye olarak ABD Dünya’nın 1 nosu değil. En azından artık değil: Bazı alanlarda 1 no yok, bazı alanlarda geçildi.

Pazar, Aralık 27, 2015

TC Lümpen Halkları Toplama Kampı Kapısında

İlk kez 1981 gibi benzeri bir söz duymuştum:
“Ülen, savaş çıksın, ölen ölsün, kalan sağlar doyar hiç olmazsa...”
Sarhoş ve evsiz biri, Sirkeci-Halkalı banliyö treninde söylüyordu bunları...
TC’nin 100 küsur halkı var.
Hepicüğü de şu anda savaşa girmiş durumda.
TBMM’ye de Ermeni ve Çingene girmiş durumda. Daha önce de Musevi Türk girmişti sanırım.
E geriye kalan 100 tanesine nolecek / noldu?
Lgbti’lere ne oldu, delilere ne oldu, keşlere ne oldu? En önemlisi: 300 bin savaş gazisi engelliye ne oldu?
Kürtler, savaş kabinesine girdi örneğin...
Sonra, seçmenleri onları lanetledi, onlar da kabineden çıktı. Duşakabin tabii bu... Giriş çıkış bedava...
Ama savaş ve tarih öyle değil...
En son Ermenistan-Azerbeycan savaşının çiş molasını bitirmesiyle, ‘TC bölünmesin, biz bölünelim; siz ölmeyin lan, biz ölürüz’ başlıklı, (İran’ın iktidar değiştirmesinden beridirki) 35 yıllık, 32 kısım tekmili birden tefrika sürüyor.
A evet, TC emperyalist olacak. O, artık kesinleşti. Ancak, bu ciddi dozda (1-5 milyon ölülü) iç savaş veya geçici parçalanma olmaması demek değil.
2001 sonu gibi, AKP’nin kurulacağı, kurucu adlarıyla birlikte, fısıltı gazetesiyle bana ulaştığında, ‘yok canım’ demiştim, ‘var canım’ oldu.
Şimdi de, Barzani’nin bağımsızlık ilan edip, TC’ye ilhak edeceği bilgisi, yine fısıltı gazetesiyle bana ulaştı. ‘Valla, olur mu olur canım, biz neler gördük’ diyorum bu kez.
Kürtler’in 2015-2035 arası geleceği için tüm yollar saçmasapan. En az saçmasapanı da bu.
Talabani’yi 2-3 yıl derin dondurucuda uyutup, sonra çözüp, Barzani’nin başına geri sardılar. Hideo öyküsü gibi bir şey yani.
İran PKK’ye 3 bacakla birden daldı.
Mahalle takımı antrenörü Müslim bir anda, halkların umudu yapıldı. PKK bile, onun peşine takıldı, çünkü İran’da / Kandil’de onlara ekmek kalmadı / bırakılmadı.
PKK, IŞİD’den feci dayak yedi. İntikamını alması gerek.
Barzani, maşaalah dansöz kıyafeti takmadan da iyi kıvırtıyor.
Ne o? Bu 4 kelle, Birleşik / Megalo Kürdistan’ı kuracak. IRA’da hiç olmazsa, 1922’de 2 no 1 noyu temizledi, oldu bitti. Tek kişi kaldı geriye.
TC desen, Tayyip fantazistanı aştı, uzaya gitti, Zagor Tenay gibi.
Olabilir, bunlar iktidar seçkinidir, her haltı yerler.
Da halka ne oluyor?
Haziran’dan Kasım’a 2015’te TC’nin % 10 seçmeni, savaşa onay verdi. Bunun 5’i Kürt olmakta.
AKP, kentleri kuşatıyor, sivillere dalıyor. Olabilir. Fransa da Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’ni paspas yapmaya karar verdi.
Devir Orta Çağ devri.
Kıtlık, salgın, savaş, iç savaş devri...
Tüm Dünya halkları, şu anda en azından nominal olarak okuryazar sayılıyor. Tari(lerin)i bilmekle yükümlüler.
Entellektüeller ise, Dr House hesabınca, bilinmeyenleri de bilmekle yükümlüler.
Yani, toplama kampları tarihlerini...
Toplama kamplarını Naziler icat etmedi. Onlar kopya çekti yalnızca.
Naziler, 1 milyon Çingene’yi toplama kampında yok ettiler ama koskoca AB de, 1860 gibi bir tarihte bile, esir kampında, Çingene köle satıyordu.
Yani entellektüel, bunları bilecek.
Yani, fıkra gibi:
Toplama kampında sabun olmak sorun değil, ama insanların seni kullanırken ellerini ovuşturması sorun olacak...
Ya da:
Yok canım, o kadar da acımasız olamazlar...

Vs, vd, vb...

Why High One Why

Bu, rahmetli Fikret Kızılok’un bir parçası idi. Kendisi, yine rahmetli Aşık Veysel’in sazını devralmıştı. (Bence o saz, Neşet Ertaş’ın hakkıydı ve o ölünce de aşıklık bitti, ayrı konu.)
Bu parçayı Aziz Sancar’a adıyorum.
Ülkücü, TC vatandaşı Kürt ve Nobel’li bilimci olarak, ona...
Kendisine çemen ve beyaz çorap gönderebilmek isterdim. Zaten 3 aylı anahtarlığı belindeymiş hala...

Onun yerine bu parçayı gönderdim...

Cumartesi, Aralık 26, 2015

Türkler ve Çingeneler

Çarpıcı bir giriş olsun:
Onca tarih mecmuası vardır ama oralarda, Türkler’in ve Çingeneler’in Anadolu’ya eşzamanlı olarak girdiği yazmaz. Yalnızca Çingeneler, Türkler’den az biraz sonra gelmişler gibi.
Türkler de, Çingeneler de göçer haklar.
Türkler habire devlet kurup batırırlar, Çingeneler ise 900 yıldır henüz bir devlet kuramadılar ama niyetleri en azından AB’de var gibi.
Gelelim bu halkların ırklarına:
Türkler:
Türkler, MS 750 gibi Talas Savaşı’nda, bir Koreli komutasındaki Çinliler’e yenilmektense, Araplar’ın kucağına oturma hatası işlemişler.
Talas Savaşı’nı Türkler kazanmış. Koreli komutan ölümle cezalandırılmış. Türkler de Müslümanlık ile.
Oradan itibaren, sürekli dış evlilik (egzogami) yaptıkları için Türkler, başta çekik gözlülük olmak üzere, epeyi genetik ırksal özelliklerini yitirmişler. Bugün Orta Asya’daki uzak ırk akrabalarımız, bizi ırksal açıdan yozlaşmış sayıyorlar ve bunu da açıkça beyan ediyorlar.
Devamında:
Talas, Afganistan, İran, Anadolu yolculuk izleğinde, Türkler kıllanmış ve esmerleşmiş. Bugün kendini has Türk sayan Anadolu Türkmenleri, Türkmenistan Türkmenleri ile hiçbir bedensel-görüntüsel benzerlik taşımaz. Bu, başka bir halk adı almak gibi bir şey ve uzun menzilli ve uzun vadeli göçlerde gözlenebiliyor.
Bugünkü Bulgarlar’ın, eski bir Orta Asya kökenli kavim olan Bulgar Türkleri ile hiçbir ilintisi yok örneğin. Yeni Uygurlar’ın eski Uygurlar ile de.
Çingeneler:
Çingeneler endogami yaptığı için, ırklarını korumuşlar. Erkekleri zayıf ve kısa, kadınları ise biraz daha uzun ve epeyi kilolu olmakta. Bu açıdan, diğer bazı Hindistan halkları ile birlikte, insan türünde dişinin erkekten iri olduğu nadir örneklerden birini oluşturuyorlar.
Çingeneler’in göç yolunda tosladıkları diğer marjinal halklar da onlara katılmış. O nedenle bugün beyaz Çingeneler de mevcut. Trakya Çingeneleri’nin bir bölümü öyledir örneğin. Avrupa’daki epeyi Çingene altkümesi beyaz tenlidir. (Ancak bu, endogami değil.)
Gelelim karşılaştır-karşıtlaştır momentine:
Türkler asker eğilimli. Bir de, köle-asker bile olsalar, devlet yönetimine el koyma eğilimli ki Mısır’da böyle yapmışlar.
Çingeneler ise, hiç böyle eğilimler taşımamışlar. Buradan onların barış eğilimli halk kökenli olduğu kanısına varıyoruz. Çünkü toplama kampında bir milyonu yok edilmecesine, sürekli eziyet gören bir halk durumundalar hep. Anadolu’da halk isyanı çok ama Çingene isyanı yok bildiğimiz kadarıyla.
Ancak Çingeneler, epeyi oportünist olabildiklerini de kanıtlamışlar. Fatih zamanında, İstanbul’a girecek gemilere çivi yapıp, karşılığında Kasımpaşa’yı padişah fermanıyla sabit mekan tutmuşlar. Eh, 550 yıl da sabit yaşam ve yerleşik bir halk olmak için, yeterince uzun bir süre.
Çingeneler, Kuzeybatı Hindistan-İspanya arasını 500 senede falan geçmişler.
Türkler ise, Moğolistan-Avusturya arasını bin küsur senede.
Genel panorama:
Afro-Avrasya Dünya sistemi, 5 bin yıl boyunca, onlarca büyük kavimler göçü yaşamış. Burada ana ilke, tek bir kavimin başlayan göçünün diğer epeyi kavimi önüne katarak gitmesi. En iyi kayıtlanmışlardan biri olan MS 400 Avrupa Kavimler Göçü, bunun epeyi ilginç örneklerini sunar.
Kavim göçleri, kültürü yoğurur ve değiştirir. Bu, çoğunluk yıkımla olur ama aynı zamanda etkileşimlerle de. Yani savaşın yıkımları denli büyük değildir göçlerinki.
Örneğin, 1915-1925 arasında Anadolu, % 25-35 gayrımüslim nüfustan pratikte sıfır gayrımüslim nüfusa oransal çok az ölümle geçmiştir: Tehcir (Ermeni), mübadele (Rum) ve 100 yıl sonra bile hala adı olmayan diğer Hristiyan Levant halklarınınki (Süryani., Asuri, Keldani, vd) ile...
Türkler ve Çingeneler, tek başlarına ve başlı başına göçer olmanın niteliğini taşıyorlar. Hem uzun süreli, hem de uzun yollu. Bugün ne bin yıllık Anadolu Türkleri, ne de 500 yıllık İstanbul Çingeneleri sabit yaşam kurallarına alışamamış durumda.
Burada serbest çıkış ve boş uçlu bitiş:
Sonuçta, Türkler egemen-devletli halk olmuş, Çingeneler mazlum, göçer ve devletsiz halk. Aynı ülkede ve aynı zamanda...
İşte bu konunun, sıfırdan başlanıp, üzerinde çalışılması gerekli bizcesi. Çünkü böyle başka bir örnek var mı bilmiyoruz.
Dipnot 1:
Bugün Türkiye’de 2,7 milyon Çingene olduğu yabancı kaynaklarda önesürülüyor. Bu, bizce çok uçuk bir sayı ama Çingeneler de federasyon isterse ne olur, sorusu bizce epeyi ironik yanıtlar içerebilir.
Dipnot 2:

Araplar, 10. Yüzyıl’da Pakistan’dan Afganistan’a kuzeye ilerlerken, Türkler güneybatıya, Çingeneler ise kuzeybatıya göç etmiş. Yolları aşağı yukarı güneydoğu İran’da kesişmiş gibi. Bu sıralarda batıdaki Bizans, artık Doğu Anadolu’da iktidarsız durumda gibi. İşte, 800 gibi, Yakındoğu’daki nüfussal ve devletsel topolojik yoğrulmalar, henüz açıkseçik olarak yazılmamış durumda gibi. Çünkü eldeki bilgiler, bu denli büyük bir dönüşümü imlemiyor.

Perşembe, Aralık 24, 2015

Bitpazarı Şerefsizliği

Önnot: Alıcı ve satıcı olarak, o bitpazarı şerefsizliğini yaklaşık 30 yıldır yaşayan ve yaşatan biriyim. İğneyi önce kendime, çuvaldızı sonra başkalarına...
Oya Baydar, Doğu Almanya çöktüğünde oradadır. Oradaki bitpazarlarını şöyle anlatır:
“Sonra Frankfurt’ta nehir kenarından kurulan bitpazarının o yıllardaki hali... Doğu’dan gelenler neler çıkarmamışlardı ki pazara: delinmiş, yırtılmış, ortalarındaki komünizm simgeleri kesilip çıkarılmış Doğu Almanya ve Romanya bayrakları; yırtılmış parti afişleri, halk milislerinin kızıl yıldızlı kasketleri...”
Liste uzayıp gidiyor. Aradan 25 yıl geçti ama biz TC’de onları hala satıyoruz.
Bu durum, Dünya’da da böyle, Türkiye’de de böyle yani...
TC, bunu bildiğim kadarıyla en az 2 dalga olarak yaşadı:
Bir:
1928-1929’da eski yazı tasfiye edildiğinde.
İki:
1990’larda köyleri yakılanlar, İstanbul’da azınlıkların evlerini yağmaladığında. Kapılar bile söküldü.
Bitpazarlarında herşey satılır, bir evden çıkabilecek herşey.
Bunların önemli bir bölümü kişilerin mahrem eşyalarıdır.
Ayrıca bunların içerikleri, tam bir gayrıresmi tarihtir ve gündelik yaşamın kültürolojisidir.
Ölmüş insanların nasıl yediğini, nasıl içtiğini, nasıl ettiğini, nasıl aşk yaptığını öğrenirsiniz onlardan.
Bunu fotoğraflardan okumayı Kaan Akoba iyi yapıyor.
Bunu kişisel / mahrem mektuplardan okumayı Reha Ülkü yapıyor.
Ancak, biz yine de belli saygı kalıpları içinde kalıyoruz bunları yaparken.
Asıl satıcılar, herşeyi parçalıyor, aşağılıyor, özellikle de meslek-içi sohbetlerinde, vd, vb...
3 sol cenah kişisinin terekesinin hurdacılarda ve ardından bitpazarlarında ayaklar altında ezildiğini bizzat gördüm:
Mehmet Ali Aybar, Tarık Zafer Tunaya ve Emil Galip Sandalcı.
İlki ailesinin, diğer ikisi terekelerin bağışlandığı kurumların bilgisi dahilinde.
Ve o sayede bugün o 3 kişinin öznel tarihçesi, asla ve kata yazılamayacak duruma geldi.
Osmanlı’nın önemli kişilerinin de başına aynı şeylerin geldiğini, yakılan (arkaları eski yazılı) Fruchtermann kartpostallarından biliyoruz, torunlarının anlatılarından biliyoruz.
2015’te satılan Enver Paşa terekesine devlet el koydu ki hukuken böyle bir hakkı yoktur.
En acı bölüm, ümmilerin okumuşların herşeyine karşı olan aşağılık kompleksinde.
Bir de esnafın kendi malına karşı olan saygısızlığında ve kişisel şeysellişmişliğinde.
Çünkü Osmanlı-ardı dönemde ilk adım antikacılardı, bitpazarları değil.
Kendimce, sıradan insanlara saygı ve ilgi duyarım epistemik açıdan, Enver Paşa gibilere değil. 2 tane, sıradan insanların mektuplarından oluşan kitap hazırlamış durumdayım. Ölümümden sonra yayınlanacaklar.
Bu bir günah çıkarma değil, ‘yangında kurtarılabilir ne var?’, sorusunun yanıtını arama, şahsi yanıtımda.
Teselli ikramiyesi ise şöyle:
Onları alan ilk kuşak koleksiyonerler ölmeye başladı. Artık aynı malları ikinci ve üçüncü devir olmak üzere satar olduk. Ki bu batıda da aynen ve kezlerce böyle yaşanmış.
Yani:
Mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi?
Bu yazıyı tüm esnafa ve koleksiyonerlere ithaf ediyorum...

Siz başkalarının mezarına ederseniz, birileri de sizin mezarınıza eder...

Doğruyu Kazara Bilen Paranoyalar: Swordfish, Blindspot, Quantico

Bu bir ironikomedi...
Sanat ürünlerinin kültürel vektörleri, yaşamla başabaş gidiyor, çoğunluk olduğu üzere...
Swordfish’te 1 adım önde, Blindspot’ta ve Quantico’da 1’er adım arkada. Yanki usülü mehter adımı yani, 1 adım ileri, 2 adım geri...
Evet, ABD’yi dost ateşi öldürüyor.
Da, ne farkeder ki?
Zaten bütün büyük devletler, sonları gelince cami-kilise-sinagog duvarına işerler, yani kendi kendilerini vururlar.
Ayrıca:
ABD yok olsa ne olur, olmasa ne olur?
Tarih, önümüzdeki 200 yıl boyunca, her koşulda inişte...
11 Eylül’ü kim-ler yaptı?
Lojistik kesinlikle Çin’den ve Çin’in ABD’ye ateş için nedeni vardı. Çünkü ABD daha önceden, Belgrad’da Çin konsolosluğunu vurmuştu.
AB, ABD’ye ateş etmeye cesaret edemez ama belki birkaç gizli servis elemanı, buna niyetlenmiş olabilir. Çünkü ABD, AB noktalarının vurulmasına yardım etti.
ABD, içeride(n) vuruldu ama kimin vurduğunun o anda da, şu anda da hiçbir önemi yoktu.
Bu, silah satışını klasik biçimde arttırmadı.
Silah alan, bu sıralar Japonya ki çok yakında birçok silah icat ettiğini de göreceğiz. Hani, 2. Dünya Savaşı’nda yenildiği için 70 yıl boyunca silah alması yasak olan Japonya. Başkentini füze ile koruyan ilk ülke olan Japonya. Bir asteroide uzay aracıyla inen ilk ülke olan Japonya.
Japonya, 11 Eylül’ün lojistik bilgisini kullanır mıydı?
11 Eylül 2001’de henüz değil / hayır. 11 Eylül 2011’de evet.
Orji gibidir bu:
O kadar kalabalıkta şaapırsan, popoyu kaptırmamanın yolu yoktur.
Sana girecek olan da, baktığın tarafta olmaz genellikle, çünkü adı üzerinde: Arkadan vurulmak.
Örneğin, o kadar kalabalık dolar milyarderinden en az biri, kendisini dolar milyarderliğinden geri düşüren ülkesine dost ateşi açar mutlaka / elbette. Soru(n), ihanette değil, neden hepi topu 1 tane olduğunda.
Gates’in ‘Dünya’yı Kurtaran Adam’ olmak isterken, dünyayı batıran adam olması gibi...
Aşırı bir narsisizm:
ABD’yi yok etmek gerekirse, onu da biz yaparız, gibisinden bir megalomani...
Ecel gelmiş cihane, televizyon dizisi / film bahane...
Evet, doğruyu bilen bir paranoya bu:
‘Enemy inside’...
Ya da:
Kapitalizm, kendi savaşını kendi yaratır, kendi düşmanını kendi yaratır ama kendi sonunu kendi getirmez. Tarhisel büyük sayılar yasaı bütün büyük sistemleri kendiliğinden çözegelmiş hep.
Ya da:
Hatice’yi geç, neticeye gel:
ABD’yi gerçekten, kim, nerede, nasıl, ne zaman yok edecek?
That is the question...
Dipnot:

NSA, CIA, FBI, şu bu... Bu kadar kalabalık güvenlik kurumundan en az 1’inin ölümcül hata yapması olasılığı, pratikte % 99 dur. Buna hiç kimse dikkat etmiyor mu? Çünkü, hepsi de kahraman ya, birinin yaptığını diğeri yapmaz ve üstüne bir de bozar. Haa, bir de 100 ulustan göçmen alırsan, olacağı budur ancak.

Çarşamba, Aralık 23, 2015

Trabi’leştirmek = Trabi Alkışlamak

Önnot: Metnin dert ettiği bilgiyi, okuyarak kendisinden edindiğim Oya Baydar’a ve söyleşi kitabına sevgilerimi sunuyorum.
Şu Almanlar, çok tuhaf insanlar. Gündelik yaşamlarında, taa Nazizm’den önce bile tuhaf faşizm eğilimleri var.
500 yıl Roma’ya karşı direnip devletsiz kaldıktan sonra, Roma yıkılınca kurdukları ilk devlete Roma-Germen adını vermeleri öyle örneğin...
Sonra, Museviler’i toplama kampına doldurup, orada ‘müslümanlaşmak’ diye bir gündelik yaşam deyimi icat etmeleri de öyle...
Müslümanlaşmak, bir Musevi’nin toplama kampında ölmeye yatması, demek. Bu da, dosdoğru dikenli tellere yürümekle oluyor. Dikenli teller elektrikli ama ondan önce askerler, hemen yaylım ateşle onu öte yana postalıyorlar. Çift dikiş ölüm yani.
Etimolojik anlamda Müslüman üçüncü şık, ne Musevi, ne Hristiyan. Aslında aşkınlaşmak da demek ama ölerek aşkınlaşılmıyor, en azından şimdilik.
Not: Bugün Almanya, üçte birlik oranla en yüksek ateist nüfus oranına sahip ülke. Diğer üçte birler de, protestanlık ve katoliklik, yani din savaşı potansiyeli orada hala baki.
En son da, ‘Trabi’leşmek’ fiilini icat etmişler.
Doğu Almanya sınırı ortadan kalkınca, Doğu Almanya’lılar çok çok dandik bir araba olan Trabi’lerine binip, batıya gelir olmuşlar.
Almanlar’ın yaptığı ise vahşet ötesi:
Yol boyunca dizilip, onları alkışlayıp onlara muz atmak, davranışı...
Doğu Almanyalılar ise, yaşamlarında ilk kez muz yedikleri için onları kapışırlarmış.
Ancak, dinsizin hakkından imansız, barbar Alman’ın hakkından daha barbar Türk gelir değil, geldi bile...
Bizim Alamancılar, koskoca Almanyı’yı türkleştirdiler yalnızca 50 yılda. 30 yaş altı Almanlar, tavuk dönerini alman yemeği sanıyor örneğin...
Yani Türkler, trabileştireni bile trabileştirdiler...

Bu, gündelik yaşamdaki faşizm açısından bizi, Hitler-ötesi aşamalara öteler...

Salı, Aralık 22, 2015

Halil İnalcık ve Epistemik Fiyaskoları: 5

Hoca ve 1968
Hoca, 1968’lileri nihilist saymış.
Ayıp-ötesi...
Ve hatta daha ötesi.
Asıl önemlisi, karşı-devrimci bir duruş.
Hoca, Atatürk inkılaplarına bile karşı:
Fazla değişim olmuş ona göre o zamanlar.
Devlet dediğin, bir milenyum mal gibi uzanır yatar ona göre.
Hoca, anarşizmi ve/ya nihilizmi bilmiyor. Cehalet hocayı söyletiyor.
Hoca, devletin illa gerekli bir şey olmadığını da bilmiyor. 6 bin halkın hepi topu % 5’inin devlet kurmuşluğu bilgisini, hiç mi hiç dikkate almıyor. O devleti yüceltiyor kendisine göre. Oysa aslında, devleti aşağılıyor. Onu sabit (ezeli ve ebedi) bir faşizm kılıyor.  Otoriteye sığınıyor. Hiyerarşiye bayılıyor. Özgürlük, onun için boş küme anlamlı.
Hoca, bildiğiniz kapıkulu. Bağlanacak kapı arıyor. O nedenle neo-liboşlar gibi Neo-Osmanlı’cı. Osmanlı’nın hala sürdüğünü ve sürmesi gerektiğini de önesürüyor.
Oysa gerçek şu:
1968, 2. Dünya Savaşı’nın bittiği 1945’in 1 kuşak ardılı. Yani, 2 atom bombasının...
Aile kurumu savaş boyunca çökmüş. Babasız çocuklar özgür kalmış. Tarihte ilk kez.
Ancak o sayede, bugün G-7’de kadınların % 25’i tek başına yaşayabiliyor.
Hoca’nın havsalası bunları alamamış.
Doğrudur, 1968’li devrimciler devrim haklarını feci israf ettiler.
Ancak Hoca, ABD’nin müsrifliğini de bolluk sayıyor. O kadar Dünya’dan habersiz yani.
Hoca’da tarih bilinci yok.
Hoca’da otobiyografi bilinci yok.
Hoca, ağaca bakmaktan ormanı görememiş.
Hoca, tam neo-con.
Uysa da gelenek koyan, uymasa da gelenek koyan muhafazakar türünden.
Neyi koruduğunu bilmeyen, gelecek bilincinden yoksun biri.
Sorun, 2015’te değil, 1940’ta bile böyle olmuşluğunda...

Yani, beyni gençken bile, baştan durmuş-kokmuş imiş ve hep öyle kalmış.

Halil İnalcık ve Epistemik Fiyaskoları: 6

Putları Kırmak
Gençliğinde farklı ve yeni bir şey yapmışların hep başına gelir:
Kendileri de yaşlanınca, aynı putsal duvarı kendi çevrelerine örerler.
Einstein, kendisine nasıl engel olunduysa, Kaluza’ya öyle ve aynen engel olmuştur ve o nedenle, bugün ışık hızı paradigması, epistemik faşist bir empozedir yalnızca, Einstein’ın bize dayattığı bir empoze. Ayrıca Einstein, daha beterini de yapmış, Kaluza’yı harcarken, kendisine en sert muhalefeti yapmış olan Minkowski’yi huzuruna ve yanına kabul edebilmiştir, yani baskı altında uzlaşmıştır. (‘Baskı altında uzlaşma’ konusu için bakınız Adorno ve Lukacs tartışmaları, Estetik ve Politika, Eleştiri Yayınları, 1984.)
Nazım, kendisi nasıl putları kırdıysa, aynen onların yerini almakta beis bile görmemiştir. Bir kadınla yatabilmek için, o Türkçe, kendisi İtalyanca bilmeden, kendi şiirlerini onunla birlikte, ara-dil Fransızca üzerinden, İtalyanca’ya çevirebilmiş: Bir vajina uğruna ya rab, ne şairler rezil oluyor. Bunu, ona bir başkası yapsaydı, ne yapardı, merak konusu. Ayrıca, ona en büyük kötülükleri yapmış olan İsmail Bilen’i öven şiir yazarken, kendisine tek çocuğunu doğuran kadını, yine o çevirmen kadın yurtdışına kaçırdıktan sonra, onun yüzüne bile bakmamış. Öz oğlu, bugün hala ondan nefret emekte ama paracıklarını şakır şakır yemekte. ‘Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste’ durumu.
Bu  çizgiden İnalcık Hoca da geçmiş.
Gençken, birçok paradimatik jandarma onun yolunu kesmiş ama şu an kendisi Osmanlı tarihi konusunda paradigmatik bir jandarma olmuş pozisyonda:
O, ‘zinhaar olmaz’ dedi mi bitti.
Daha da beteri, kendine eksik bilgili hayranlar da kazanmış.
Onunla ilgili bir metne bir yorum geldi:
“böylesine bir saçmalığı kaleme alma cesaretinize şapka çıkarıyorum...”
Yanıtlarımdan biri ise şu oldu:
“Bilgisel hatalarımı bekliyorum. Boş laf değil.”
Yanıt: Tıss...
Nesnel bakış açısı budur bence:
Metni alırsın, önce parça parça, sonra bütün olarak irdelersin ve eleştirirsin. Kağıt üzerinde. Kalıcı olarak. Sözel, meyhane sofrasında,  internet geyiğinde ve geçici olarak değil.
İnalcık, hayranlarından ne kadar sorumludur onu geçelim ama şundan kesinkes sorumludur:
Hayranlarını mürit kılmayacaktı. Onları kendinden uzak tutacaktı. Onlara karşı bir peygamber statüsünde olmayacaktı. Kendi putunu ve kendi imajını kendi yıkacaktı. O yüzden oto-anarşizm ve taoist anarşizm diye bir şeyler var.
Oysa İnalcık, en başından beri bağımsız federe bir entellektüel değil, şu ya da bu sisteme, şu ya da bu biçimde entegre olmuş bir entelejensiya pozisyonunda.

Sonuçta peygamber ve müritleri, hep birlikte paradigmatik kabire ve kubura doğru yol alıyorlar.

Pazartesi, Aralık 21, 2015

2. Cumhuriyet Tezleri

Kötü haber:
Bir Atatürk, bir daha çıkmayacak.
İyi haber:
Artık, Atatürk gibilere gereksinimimiz yok.
İngilizce bilen, yetişkin, üniversite mezunu, 1 milyondan çok nitelikli insanımız var. O zaman yoktu.
Bilim ve edebiyatta 2 Nobel ödüllümüz var, çok şükür. İkisi de cacıklık ayrı konu: Pamuk malum, Sancar ise ülkücü çıktı: Kürt ve ülkücü. Ne diyeyim ki?
Bir şey demeyeyim: Lgbti ve AKP’li de, Lgbti ve ülkücü de gördüm çünkü. Bu ülkenin cacık altyapısı, maaşallah çok güçlüdür.
Eksik olan da vizyon, hani Özal’a derriin olarak atfedilen şey.
Şu sıralar, peşpeşe Halil İnalcık, Nermin Abadan Unat ve Mualla Eyüboğlu’nun anı-söyleşilerini okudum.
Vizyonu bırak, at gözlüğü bol bol mübarek.
Hep birlikte birlikte, gömdüler Cumhuriyet’i işte.
İnalcık, 1968’lilere ‘nihilist’ demiş.
Hanımlar desen, temiz aile kadını, Özlü ve Soysal değil.
Tam Sait Faik’in dediği gibi:
Kravatları sola kaymış, kendilerini solcu sanmışlar.
Üçü de yabancı diller biliyorlar ama Dünya’dan çok-çok habersizler.
Futbolda nasıl ki bir yabancı eliyle Dünya seviyesine çıktık ve alaturkalığımızla geri düştük, dil devrimimizi bile Ermeni birileri ile yapıp, herşeyde olduğu üzere, dilde de bugün geri düştük.
Eh, tarihin acelesi yok: Fransa beşincide, İspanya altıncıda, hem de krallı krallı.
İnsanlar, ellerine verilenin değerini bilmeyip, gömdüler Cumhuriyet’i yani.
Eh,  zaman biz de ikincisini kurarız, napalım?
Hapis, mezar, sürgün olmazsa, 2. Cumhuriyet’in akil insanlarından biri olacağımı gördüm.
Bu ülkeyi ve 80 milyonunu günahım kadar sevmem ve atom bombalarını hak ettiklerini düşünürüm, ayrı konu.
Yalnızca benim yapabileceğim beyinsel bir şey varsa yaparım, ayrı konu.
İnternet bana şunu gösterdi:
Sen beyin çiçeğini aç, arısı Büyük Çöl’den gelir, kutuptan gelir.
Vizyonumla, emperyalist olmak zorunda kalan ama bunu hiç onaylamayacağım bir 2. Cumhuriyet TC’si yaratacağız hep birlikte birlikte.
Uzaya gitmek de kolay, değil 2., 3. Sanayileşme’yi yaratmak da.
Yeter ki beyin olsun.
Bu, jakobence bir bakış açısı değil.
Bu, takım anlayışı.
10 kişilik gerilala gruplarının 10 bin kişilik orduları tarumar ettiği zamanlar yaşadık.
O zaman:
100 tane 3. Dünyalı beyniyle, tarihi yerinden oynatalım gelin.

Siz yabancı sayılmazsınız, 10 tane de olur.

Yazı'nın Gelecekbilim

MÖ 3000 Mezopotamya, MÖ 1200 Çin, MS 600 Orta Amerika olmak üzere, yazının 3  kez icadı var elimizde.
Dördüncü adım, MS 2400 ediyor.
Meta-yazı olan mantığın notasyonunun icadı MÖ 300.
İkinci adım ise, yine MS 2400 ediyor.
MS 2000-2200 arası iniş dönemi demek. MS 2200-2400 arası çıkış dönemi demek. Bu da uyuyor.
Burada determinizm yok, büyük sayılar kuramı var.
MS 2400 gibi, yani 400 yıl sonra, meta-meta-mantık-yazı olan bir şey icat edilecek.

Olabilir, gelecekbilimin hiç acelesi yok.

Cumartesi, Aralık 19, 2015

Halil İnalcık ve Epistemik Fiyaskoları: 4

İnalcık Can’t Meet Braudel
1950 gibi okumuş onu.
Hemencecik, Annales Okulu’cusu olmuş.
Nasıl olmuşsa?
Olayı yaka çiçeği sanmış. Akdeniz sisteminin Wallerstein tarafından Dünya Sistemi kılınmasını ıskalamış. Üstelik, Braudel hakkındaki bir metni, 1978 gibi Wallerstein’ın çıkardığı dergide yayınlanmış.
Annales Okulu’nun evrelerini hiç öğrenmemiş. Annales Okulu’nun bittiğine de aymamış. Wallerstein’ın post-Annales’çi olduğuna da aymamış. Bu kitap yazıldığında, en az 3 aşamanın daha geçilmişliğine de aymamış. Hepsinin marksist sayılıp, romancı Emile Zola gibi, aslen burjuva gerçekçisi olduğuna da, yazdıklarının proleterya aleyhine olduğuna da aymamış.
Ayrıca şu an, Dünya Sistemi’nde Wallerstein, yalnızca % 20’lik bir ağırlık taşıyor.
Ayrıca hala Amerikalar, göçebe kültürler, deniz kültürleri (Endonezyalılar’ın Madagaskar’ı ve Hawai’si), Vikingler gibi kültürel mutantlar, genel denkleme sokulmamış konumdaki veriler. Onu bırakın, Doğu-Batı çizgisi olan Talas Savaşı’nın tam yeri bilinmiyor hala.
Yani İnalcık, tam 75 yıldır tarihsel boş-bilgi’de seyrediyor.
Ekonomi tarihçisi olduğunu söylüyor ama Dünya Sistemi’ndeki, Osmanlı bölgesi olan bölgenin % 25’lik ağırlık taşıdığını, bu oran % 10’dan aşağıya düşünce de, Osmanlı’nın battığını anlamıyor ve anlatmıyor.
Onun tarihi, Dünya Sistemi’nin tersine olduğu gibi, ne askeri, ne iktisadi, ne de siyasi, yalnızca hikaye. Hala, Viyana Muhasarası hikayelerine takılıp kalmış.
TC tarihçesine de, 3 adam + 3 darbe + 3 liberalizm = 9 dönem = 90 yıl gibi basit bir şemayı bile uygulayamamış. Kendisi liboşsever biri üstelik. Özal’ı öve öve bitiremiyor.
İnalcık, bir türlü Braudel ile karşılaşamıyor yani.
O nedenle, Bardakçı gibi, Ortaylı gibi, yalnızca bir bilgi parodicisi konumunda.
Yani:

Teferruatfuruşluk, tarihçilik değildir.

Halil İnalcık ve Epistemik Fiyaskoları: 3

Osmanlı Limitleri
Osmanlı, tarihin en uzun süren 3. ve yorumuna göre değişerek, en geniş alanlı 3.-10 devleti nasıl olabildi?
Bir:
Osmanlı, en küçük, en son kurulanlardan biri olan, Bizans’a en yakın ve Anadolu Selçuklu devletini yıkan Moğollar’a en uzak beylikti.
İki:
Bizans ve Selçuklu gibi, 2 büyük devlet geleneğinin tam ortasındaydı.
Üç:
Kendisinden önce, Abbasiler Anadolu’yu (700-800 arasında) islamlaştırmış, Anadolu Selçukluları ise (1072-1091 arasında) türkleştirmişti.
Dört:
Belirsiz bir veri: En uzun süren ikinci devlet olan Endülüslüler zamanında İspanya’nın nüfusu yüzyıllarca hiç artmamış. Savlara göre, Anadolu’nun 1100 ve 1900 nüfusları da aynı. Eğer öyleyse, bu istikrar demek.
Beş:
Osmanlılar, İpek Yolu rotasının en önemli yerinde devlet kurdu.
Altı:
Osmanlılar, Anadolu’yu tarihte ilk kez doğru dürüst ve uzun süreli olarak birleştirdi, yani bu da istikrar demek.
Yedi:
Doğu-Batı gelgitleri ve 400 yıllık Dünya tarihi dönemsellikleri içinde, kendisinin yer aldığı zamanda 1350 global salgını ve 1600-1800 global gerilemesi vardı. Bunlar, Osmanlı’ya 400 yılı aştırmış olabilir. Oysa Türkler, ortalama 90-95 yıllık devletler kuragelmiş.
Sekiz:
Anadolu, maden, tarım, vd açısından, Kafkasya ve Balkanlar da işin içine katılınca, çok uygun bir coğrafyada yerleşik.
Dokuz:
Fetret Devri ve hemen ardından gelen İstanbul’un fethi gibi, iç savaş ve ardından dş emperyalizm ikilisi, Osmanlı için de geçerli.
On:

Osmanlı bir mozaik oldu. Onu batıran da aynı nitelik oldu ama uzun yüzyıllar boyunca onu birarada tutabildi aynı zamanda.

Cuma, Aralık 18, 2015

IŞİD Analizi

Uzmanlar IŞİD’in nasıl olup da ayakta kaldığını analiz etmeye çabalıyorlar:
“Öncelikleri belirleme ve merkezi kontrol, iki temel kavram burada.
İsminin açıklanmasını istemeyen eski bir muhalif komutan "Daeş, her iki ayda bir büyük bir saldırı düzenliyor. Esad ve müttefikleriyse, bizi yarım saatte bir bombalıyor. Bunun sonucunda meydana gelen ölümleri siz hesaplayın." diyor.
Suriye'de silahlı muhalefetin başlıca önceliğinin cumhurbaşkanı Esed'le mücadele olduğu açık.
Muhalif örgütlerin komuta ve kontrol yapılarının merkezi olmaması, ABD önderliğindeki koalisyonun IŞİD'e karşı yürütülmesini önerdiği stratejiye önemli darbeler vurabilir ve vuracaktır da.”
Artı:
“ABD Merkezi Haberalma Örgütü CIA, Eylül 2014'te IŞİD'in 20 bin ila 31 bin dolayında militandan oluştuğu tahmininde bulunmuştu.
Yalnızca Irak ordusu ve güvenlik güçleriyle kıyaslandığında bile bu, ‘8'e karşı 1’ gibi bir oran anlamına geliyor.”
Artı:
“10 Haziran 2014 tarihinde 30 bin Irak güvenlik görevlisinin bulunduğu Musul garnizonu, 800–1.500 kişi oldukları tahmin edilen bir IŞİD gücüne yenik düşmüştü.
Yani her bir militana en az 20 asker düşüyordu.”
Artı:
“Amerikan Savunma Bakanlığı'na göre, hava operasyonlarının başlamasından beri IŞİD, 8 binden fazla hava saldırısına maruz kalmasına ve 10 bini aşkın militanını kaybetmesine rağmen ayakta kalmayı başardı.
Bütün bu saldırılara rağmen IŞİD, örgüte yeni elemanlar toplama ve güçlerini seferber etme konusunda önemli bir sorun yaşamıyor -- özellikle de koalisyon güçlerinin müdahalesinin ardından.”
Neden bu böyle?
Bitti artık, ‘ceddin deden, neslin baban’ 2 adım ileri, 1 adam geri, mehter savaşı.
Bitti artık, meydan muharebesi...
Çok basit:
11 Eylül 2001 silahsız savaşı icat etti ve getirdi.
Yok öyle, ‘tüfek icat oldu, mertlik bozuldu’ geyikleri. Şam’da senden önce 200 yıldır var olan teknolojiyi, ayağına gelip seni vurana kadar çoktan öğrenmiş olacaksın:.
Yani:
Ya ABD işi yüksek teknolojili savaş, ya da IŞİD işi yüksek savaşçı nitelikli savaş.
IŞİD geçici kazanıyor, ABD de ondan sonra geçici kazanacak.
Bu iki saptama da, çok-çok önemli.
Çok basit:
IŞİD militanı ölmek ve öldürmek için savaşıyor, kazanmak için değil. Öldürünce de, 1’e 10, 1’e 100 öldürüyor ve yerini hemen yeni 1 kişi daha alıyor.
Çünkü davası var, çünkü cihadı var.
Bir neden daha var:
Dünya merkezi devletleri parçalanırken, IŞİD tipi gayrı-merkezi bir gerilla tarzının gelmesi de, tarihsel olarak bir raslantı değil.
Dipnot:
Bu IŞİD tarzının, çok daha geliştirilmesi gerekiyor.
Kutup için, çöl için, orman için, dağ için, ova için, vd vb...
Ve dahası:
Siberuzay için...
Birileri IŞİD’in ABD’yi siberuzayda yeneceğini söylüyor.

Savaş Planı Açıklaşıyor

Bir:
TC, Suriye’den dehelendi, çünkü orada yaptıkları hiç kimsenin hoşuna gitmedi.
Şerh:
Rus uçağının vurulması, ABD’nin bilgisi ve onayı dahilinde oldu. Böylelikle ABD, TC eliyle, Rusya’ya küçük bir elense çekmişc oldu. Putin’in karizması epeyi sarsılmış durumda ama TC de yaptığını pahalı ödeyecek, çünkü aslına bakılırsa, yaptığının, en azından kendisine, maddi veya manevi hiçbir katkısı yok.
İki:
Böylelikle TC, Batı-Kuzey Irak’a girdi.
Üç:
Ardından ABD, Irak ordusunu vurdu. Böylelikle Irak’a ortalıkta fazla dolanmaması mesajı verildi.
Dört:
Bu durumda YPG batıdan, TC doğudan IŞİD’e bastıracak.
Beş:
Müslim-Barzani işbirliği ufukta görünmüyor. Mümkün olduğunca, birbirlerinden yalıtık tutulacaklar. Batı-doğu ayrımı bu nedenle zaten.
Altı:
Talabani-Barzani çatışması zaten başladı.
Yedi:
Öcalan, TC’de devreden çıkarılacak / çıkarıldı bir biçimde, ama geçici, ama kalıcı olarak.
Sekiz:
TC, bir biçimde Kuzey Irak Kürdistanı’nı onaylamış oldu, Barzani’li olarak tabii ki.
Dokuz:
Bu koşullarda IŞİD, 2-3 yılda ağır presle yok edilir. Maddi girişleri birer birer kapatılıyor.
On:
Bu plan gecikmiş bir plan ve artık kimseye faydası yok. 5 milyon daha çok Suriyeli göçmen, 1 trilyon dolar harcama, şu bu olacak ama kalıcı hiçbir emperyalist kazanım olmayacak.
Yani:
Tekkutuplu dünya jandarması ABD, artık günü kurtarma peşine düştü.
ABD, eski ABD değil, durumu ne dişi şahin Clinton, ne de NSA kurtarabilir artık.
AB, giderek daha çok kendi kabuğuna çekiliyor ve ABD’den uzaklaşıyor. 30 milyon Müslüman göçmeni olacak olan ABD değil çünkü.
Not:
ABD’nin hemen hiç Müslüman göçmen almadığına dikkatleri çekeriz.
ABD’nin ekonoik denizinin bittiğine dikkati çekeriz.
Avronun hala yükseldiğine dikktati çekeriz.
Çin, bu bölgede hala hiçbir kart kullanmadı şimdiye dek. Yalnızca izledi. Bu, onu oyunun dışında bıraktı ama zararın da dışında bıraktı.

TC, ulusal savaş sanayisini ucu ucuna devreye soktu sokuyor: İlk ulusal silahlı İHA’nı yaptı ve kullandı, Dünya’da bunu yapabilen beşinci ülke olarak. Zurnanın zırt deliği de bu zaten.