Pazar, Eylül 29, 2019

Artık krizden çıkılmaz, onunla yaşamak zorundayız


Korkunç bir bakış açısı.
Hemen tüm ekonomik krizler önlenebilirdir. Önlenebilir olmayşan ekonomik krizler, doğal felaketler veya salgın gibi kolay kolay önlenemeyen makro sonuçlu krizlerin ekonomiye izdüşümlü olanlarıdır.
Bu, ekonomik kriz de önlenebilirdi. Eğer, 2007 krizi, teğet geçirilmeseydi, bunlar olmazdı örneğin.
2007-2006 arasında Batı toparlanamadı. Batı, toparlandığını önesürüyor ama toparlanamadı. Dolayısıyla, o zaman biraz kriz yaşasaydık, şimdiki 2 yerli, 1 global krizin 3’lü W’si olmazdı.
Üstüne de, hem Arap Baharı iflasının global savaşçıkları, hem bizim burada rol kapıp, 3 ülkede savaşa girmemiz eklenince, olayın parasal değil, psikolojik yönü nedeniyle, ekonomik kriz hala üsselleniyor.
Ancak hala çığ düşmeyebilir.
+
Gelelim alıntılara:
“Bazı ekonomik krizler dünya ölçeğinde bir takım radikal dönüşümlerin yaşanmasına etki eder. 1929 Buhranı olarak anılan kriz, böyle bir etki yapmıştır.”
Yıkım, radikal dönüşüm değildir.
O kriz, 2. Dünya Savaşı’nın ve faşizmleri getirdi (bu faşizm desteklemeleri, SSCB’nin yükselen yıldızı nedeniyle de oldu, örneğin Almanya komünizme geçebilirdi).
Radikal dönüşümler; bankalardaki yapısal dönüşümler, tarım veya ormancılık atakları gibi şeylerdir.
Köşe yazarı, elifle merteği birbirine karıştırmış yani.
+
“Bugün yaşadığımız krize dair de, Keynes’in tedavi önerilerine müracaat ediliyor ama ne var ki mevcut kriz 1929’dakinden farklı. Krizin etkilediği ülkeler, aşırı derecede borçlular ve ne yatırım yapacak güçleri ne de araçları var. Yapabildikleri tek şey, gelişigüzel kesintiler yapmak ve bu da durgunluğun vatandaşlar üzerindeki etkisini azaltacak yerde, daha arttırmasına neden oluyor.”
Bu cahilce değil de, bilinemezciliğe kapı açan türde bir yorumlar silsilesi olmuş.
1929 ve 2029 krizlerinin ortak yanı, her ikisinde de ekonomik büyümenin aşırı zorlanması. İlkinde borsa kağıtları, ikincisinde ev fiyatları aşırı zorlandı, ikisi de spekülatif kazanç idi yani, üretim değildi.
1929 Krizi ilk 10 ekonomiyi vurdu, ardından, geri kalanları. 2029 Krizi, zaten 1980 ertesiki adımda, sonraki 10’u da içertildiği için, ve artı diğerleri zaten oyunun dışında olduğu için, daha global: Bu çok önemli.
2. Dünya Savaşı bile global değildi aslında, Dünya’nın yarısını hiç etkilemedi.
1980 ertesiki büyüme zorlaması da, Dünya’nın yarısını hiç etkilemedi.
Ancak, nüfus sayısı ve ekonomik büyüklük nedeniyle, ikisi birbirine denk gelmiyor.
+
Ara nağme:
Tartışılmayan şu:
2. Dünya Savaşı ekonomileri aşırı budadı. Ancak, 1945-1955 ekonomik büyümesini de sağladı.
Oysa 1929-1939 da, ekonomiyi aşırı budarken, devamı bir kez daha ekonomiyi budadı.
Oysa, asıl yıkıcı olan ikincisi. Yıkıcı olanın yıkıcı olmayandan daha yapıcı olması gibi, doğrudan kapitalizme mal edilen ama aslında öyle olmayan, (ilkinde AB’ni, ikincisinde ABD’nin sonunun) hegemonların sonunun başlangıcının imi olan bir görüngüsel-ikilem (ama ontik-ikilem değil) bu.
Yani, burada önemli olan ekonomik siklus değil, tarihsel siklus. 2001-2020 zaten çöküş, gerileme, yıkım dönemi olacaktı. Oldu da. Ancak, olmayacağı önesürüldü ve hala olmadığı önesürülüyor.
+
“Yaşadığımız krizin temelleri 2000’li yıllardadır. 11 Eylül 2001’de New York’taki İkiz Kuleler’in sembolik biçimde yıkılmasıyla temelleri atılmıştır. İkiz Kuleler, Dünya Ticaret Merkezi’nin karargahıydı ve oraya yapılan saldırı, inşa edildiği 1976 yılından itibaren kurulan yeni dünya düzenine yapılan bir saldırıydı. 11 Eylül’den itibaren yeni bir düzene geçiş aşaması başladı.”
Eksik panorama.
1990-200 ABD tekkutupluluğu.
ABD’nin bunu becerememesi.
Yokkutupluluğa geçiş ve bunun süreğen duruma geçmesi.
2001-2020 bu demek oldu.
Ve hala asıl krizlerin adı anılmıyor.
Nüfus, gıda, su, enerji, iklim, salgın.
Nüfus artışının da, duruşunun da bu yeni çöküş dönemini ivmelendirdiği açıkça görüldü. 2015-2020 arasında diyelim. Bu ikili nüfus değişim, tek başına bir etken olarak, G-10’u sıfırladı.
Geriye kaldı 5 makro-makro kriz.
Şerh: 400, 800, 1200’e, 1350 krizi, yıkıcı değil, yapıcı etki yaptı.
+
“Bugünkü kriz finansaldır, 1929 krizi ise endüstriyeldi.”
İşte bu, en-en büyük hatalı saptama.
G-10, Türkiye dahil, G-11-20’nin tarımını, sanayisini, madeninin bitirdi. Sonuçta da, kendine artı-değer kazanamadı yine de. Diğer bir deyişle, Dünya’nın % 20’sinin, 10 yıllık satış değerinin en az % 40’u sıfırlandı ve buharlaştırıldı. Bu da, global % 20 küçülme ve yeniden büyüyememe demek topalmda (hesapları atlayarak yaptık).
Artı: ekonomik büyümeme veya küçülmenin, kriz demek olmadığı gözden kaçırılıyor. Krizi yaratan da, zaten bu gereksiz büyüme takıntısı.
Vurgu: 5 bin yıllık tarihin, tüm hegemonlarının toplam hegemonluk süresinde, ekonomik büyümeme dönemleri toplamı, % 50’nin toplamı ve bu dengeli-geleneksel dönemler demek idi, kriz dönemleri demek değil. Ha, bu geleneksel dönemler, kültürel durgunluk demek ayrı konu ama o da ayrı konu, buranın konusu değil yani.
+
“Bugünkü krizin belli bir özelliği süresidir. Kısa sürede çözülebilecek elverişsiz konjonktürler dönemi sona erdi. Küresel boyutta olduğu, genelleşmiş ve belirsiz olduğu için krizden çıkmak, artık uzun zaman almaktadır. Günümüzdeki krizler, yavaş bir süreçte derinleşiyor ve asla sona ermeyecek şekilde kalıcılaşıyor.”
Bu, bir matematiksel model önerisi.
Henüz oralara gelmedik ama geleceğiz gibi aslında. 2040-2060 gibi ama.
Yavaş muğlak ve göreli bir terim. Sikluslar ise, 1, 5, 10, 50, … , 500 yıllık olarak gidiyor.
Bu kriz, 10-20-30 yıllık dönemde yaratıldı:
Soğuk Savaş 1990’da bitti, 11 Eylül 2001 geldi, 2011 Arap Baharı baştan belli açmazı getirildi. 2007 Krizi de son 10 yıllık siklus demek. Ancak, sağ-sol politik açmazı, aslında daha 1960’larda varıd ve hep yoksayıldı.
Yani:
Şu anki krizde; askeri, iktisadi, siyasi faz binişme var.
Bu yıkımı üsselce arttırabilir de, yaradaki kanamayı durdurabilir de.
Yani:
Bazı ülkelerin eksodusyarı, bazı kültürlerin premature rönesansları, vd hala mümkün…
Ancak, Dünya genelde kafaüstü çakılıyor…
Ki bunnun adı kriz değil, metamorfoz artık:
2. Sanayileşme’nin 10 öncü altkültürü, Homo Posterus, vd…
İnsan türü 200-50 bin yıl öncesinde, 10 kez bundan daha büyük krizler ve Afrika’dan eksoduslar yaşadı. 50 bin yıl önceki ancak başarılı oldu ama başarısızlarla (Andorovo veya Neanderthal ile) az binişimleri yaşadı.
Şu anda da; proto-feodal, feodal, sosyolojik, bilgi çağısal 4 makro-makro kültürel mod faz binişmesi yaşanıyor.
Kriz, fermentasyon demek; fermentasyon da, yeni sentezler demek yani…
Her krizin çıkışı var yani…
(29 Eylül 2019)


Godot’yu, Pardon İstanbul Büyük Depremini Beklerken


Biraz, papazlar melek cinsiyeti tartışıyorlar gibi…
+
Bir alıntı:
“Prof. Naci Görür: 4.6 ve 5.8 büyük depremi öne çekti.”
Neden?
Neden yok. Söylenmemiş.
Tersini söyleyenler de var.
Büyük deprem ötelendi.
Neden?
Yine yok.
+
“Görür, beklenen depremin 7.2 büyüklüğünde olabileceğini ve 40-50 saniye sürebileceğini söyledi.”
Mümkün.
Ama ne zaman?
Yine belli değil.
+
“ ‘Bu iki deprem enerjiyi boşalttı, bundan sonra daha küçük deprem olacak’ lafı yanlış. İki deprem daha fazla gerilmeye sebep oldu. Ve neticesinde fayı kırılmaya zorluyor.”
Neden ama?
Eksik bilgi şu:
Eylül 2019’daki son 2 küçük deprem, ana hatlar üzerinde değildi. Ancak, neden bu ise, açıkça belirtilmeliydi.
Ancak şu kesin:
Deprem, Dünya’nın kabuğundaki enerjiyi dışarı atar, içeri atmaz. Bilmem kaç milyon tonluk katı kütleleri sallar çünkü.
+
“Görür, kıyılarda 4 metrelik tsunami olabileceğini de söyledi.”
Bu en son 3 metreydi, 4 metre olmuş.
4 metre ne demek?
Silivri’de bir yaz zamanı, bir Pazar günü, gündüz zamanı deprem olursa, o gösterilen depremnoktasından kıyıya 15-30 dakikada gelir. Kıyıdan içeriye doğru, en az 2 kilometreyi seller.
Dikkat:
Binlerce arabayı yüzlerce metre sürükleyen bir su gücünden söz ediliyor. İnsanlarsa, koyun gibi kalcaktır oralarda. Ki zaten panik çoktan başlamış olacaktır.
Anımsayın:
İlk 3 gün, herkes tek başına.
Bu durumda en az 100 bin ölü olur, yalnızca orada ama. Binaların içinde değil, kıyılarda.
+
“İkinci köprüden doğu-batı yönünde bir çizgi çekin. Onun kuzeyinde kalan alanlar, 99 depremini nasıl hissettilerse, depremi öyle hissedecekler. Güneyinde kalan alanlar ki bu da İstanbul’un çok büyük kısmı, daha şiddetli hissedecek. Avrupa yakası Anadolu yakasına göre de daha çok hissedecek.”
Bu, çok açıkseçik bir bilgi.
+
Çıkış:
Deprem mi oldu?
Deprem ne tarafta olduysa, tersine yöne doğru yürüyün. Günde 30 kilometre. Bu sürede, er veya geç, size çıkış sağlayacak bir araca ulaşırsınız. Sonra, İstanbul’u terkedin, en az 1 aylığına…
(29 Eylül 2019)

Bir Ermeni Türk Ermeni Toplumunu Anlatıyor: Vercihan Ziflioğlu


Alıntı:
“Ermeni toplumu, her zaman feodal yapısı olan kapalı bir toplum olmuştur, geldiğimiz çağ itibariyle biraz daha açılsalar da, bugün hala feodal bir yapısı var. Kız çocukları şu yaşta evlenmeli, fazla söz sahibi olmamalı, erkek çocuklar babalarının yanında çalışmalı vs…”
Gözlediğimiz aynen böyle olduğu.
Ancak, bir hanım Ermeni’nin bunu söylemesi cesaret ister.
+
“Hrant yaşarken onu ötekileştiren cemaatin büyük bölümü şimdi onun için şarkılar söylüyor.”
Bu; dil, din, ırk farketmeden genelde böyle oluyor ne yazık ki…
+
“Mesela X yargılanıyor, uluslararası ortamda bir yaygara kopuyor, bilmem ne ödüllerinin sahibi oluyor, aslında bu tutumuyla, Türkiye kendine zarar veriyor ve o insanlara kariyer basamağı hazırlıyor. Neden ülkemiz, bu insanlara böyle bir zemin hazırlıyor ki?
Bunu geçen yıl Leipzig’de kazandığım burs sırasında verilen konferansta da dile getirmiştim, bunu bazı kesim sadece kariyer basamağı için kullanıyor ve dediğiniz gibi gerçek mağdurların göz ardı edilmesine yol açıyor.”
Bu durumun son 5 yılda, en az 10 ad için geçerli olduğunun altına imzamızı basarız.
+
Hrant Dink ile çalışmak nasıldı?
… Deli bir şeydi aslında. Çok hareketli bir adamdı. Sahipleniciydi. Neşeliydi ama anında çok ters olurdu. Hele baskı için sabahladığımızda, ertesi gün bütün saçları havaya dikilirdi. … Gerçek gazeteci değildi. Ermeniceyi çok iyi bilmiyordu. Agos, Patrik Mesrob Mutafyan’ın projesiydi zaten ve kısa dönemli bir gazete olacaktı ama Hrant’ın onu uzun dönemli bir mecraya dönüştüreceği ve kendisinin ön plana çıkacağı belliydi. Agos ismi bile onu çok heyecanlandırırdı, devamlı Türkçe anlamını tekrarlardı. ‘Sabanla toprak kazmak’ demek, Agos… Bize, entellektüel kesimi kastederek, ‘beyaz Ermeniler’, kendisi ve işçi sınıfı için de, ‘siyahi Ermeni’ kavramını kullanırdı.”
En başından beridir, Dink’in zeka keçisi olarak seçildiğini imlemişizdir. Bu satırlar da, bunun anatomisini veriyor.
Unutmamak gerek:
Toplama kampında ölen Museviler’in çoğu, fakirlerdi.
Çıkış:
Demek ki bu öykü böyle de anlatılabiliyormuş.
O nedenle, 45 yıldır zenginlerden tiksiniriz…
(29 Eylül 2019)

CHP'li Ünal Çeviköz: Türkiye'nin ŞİÖ'de yeri yok!


Tam lapsus.
Neden?
“CHP Dış Politikadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz, konuşmasında, “Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü’nde yeri yoktur, Şanghay İşbirliği Örgütü, demokratik olmayan ülkeler topluluğudur” dedi. Çeviköz, Türkiye’nin daha demokratik ülkelerin bulunduğu topluluklar arasında yer alması gerektiğini savundu.”
Rusya ve Çin demokratik değil de, AB ve ABD mi demokratik? NATO mu demokratik?
Dolayısıyla bu lapsus şu demek:
Sufle var.
Arkadaş avrasyacı olmayan safta.
Düşüncesini savunduğunu düşündüğü savları ortaya döküyor ve düşüncesini değilliyor.
(29 Eylül 2019)

NEK: Weierstrass Denklemleri


Sürekli ama türevi alınamaz bir fonksiyon. Bir Weierstrass doğrusu, tüm düzlemi doldurur. Bunu, bir nokta tüm doğruyu doldurur, gibi düşünün. O türden noktaları, Poincare transformasyonuna uygulayın. Koch adasını, Möbiüs şeridini, Klein şişesini anımsayın. Yani, başka bir matematikten, başka bir fizikten söz ediyoruz. Bunları 14 yaşımda okumuştum. 59 yaşımda hala okuyorum.
(27 + 29 Eylül 2019)
+
Weirstrass: Ek
Bir noktayı; bir doğru, bir düzlem, bir hacim yapabilen denklemler tanımlı olsa gerek.
Bu türden bir nokta denklemini bir Poincare transformasyonuna uyguladığınızda, o nokta altboyutlarına açılabilir veya düğümlenebilir.
Bizim genel sezgimiz ve kanımız, gerçek Fizik Evren’deki boyutların, her 2 türdenliğin melezi veya karışımı olduğu yönünde.
Yani, burada bir tür düğüm (atma ve açma) topolojisi işliyor.
(29 Eylül 2019)

NEK: Matematik ve Fizik: Sonsuzluk: Makro ve Mikro


Herhangi iki nokta arasına, daima sonsuz nokta konması, dilsel bir koyut. Göreli olarak, Euclid'den beridir tanımlı. Her iki sonsuz tanımı da, parçaların toplamının bütün ettiği Aristo Mantığı'na dayalı. Eğer, parça bütünden büyük olabilirse, süreksiz x, y, z, t tanımlanmış demektir. Fizik Evren için bu, 10 üzeri eksi 10 metreden küçük uzay, 10 üzeri 18 saniyeden küçük zaman demek. Planck zamanı ve mesafesi ile bu ölçek arası çok geniş. Şişme Dönemi, soğuma ve büzülme de içerdiği için, hem süreksizlik, hem üzerine katlanmışlık olabilir. Hiçbir matematikçinin sonsuz tanımı, bu modelleri içermiyor. Kaluza, Weierstrass, Koch, Poincare, konuya farklı açılardan yaklaşıp, sonuca varamamış. Bin yıl daha gerek belki. Epistemik argümantasyon alanı belli ama çözüm belli değil.
(27 + 29 Eylül 2019)            

Yazı Yolu


27.09.19, 15:15.
Yazı Yolu
2005-2014 için, yılda 500 binerden, 5 milyon tıklanmam oldu.
2015-2019 için, yılda 1’er milyondan 5 milyon tıklanmam daha olmuş olacak.
Toplam 10 milyon edecek. Türkiye nüfusu 80 milyon diyelim, internet kullancısı da 40 milyon diyelim, bunun 30 milyonu ezil-ebedi ergen ve akıllı telefon kullanıcısı.
Okurlarımın çoğunun 45 yaş civarında, erkek ve üniversite mezunu olduğunu, bana Milliyet Blog söyledi. Hem de 2006-2015 için, 10 yıl boyunca geçerli olarak.
Okurlarım, tüm demografinin % 1-5’i gibi ediyor.
Tıklayıcılarım, tüm kullanıcıların % 25’i gibi ediyor.
Hala, binder birlik oran geçerli gibi. Yani, 10 bin kişilik bir sürekli okur kitlem var.
Bunların 10-100’ü ile yazıştım. Bu da, istatiksel olarak anlamlı/ geçerli % 1 edebiliyor gibi.
Yazdıklarıma ilgi duyanlar bilgisiz, 80 milyonda 80 kişi diyebileceğisiz, asıl bilgililer ise, ilgisiz veya yazdıklarımı hiç görmedi.
Bugüne kadar, poliyalektik ile ilgilenene, Türk ve dahi olma olanaklı hiç okurum olmadı.
Bu, sanatçı-bilimci çelişkisinin başka bir yüzü. Cesur olanlar güçlü değil, güçlü olanlar cesur değil. Sanatçılar deniyorlar ve yeniliyorlar, bilimciler denemiyorlar ve uzlaşıyorlar gibi…
‘Google Artık Arama Motoru Değil’ metnimin imlediği üzere, geriye kalan 23 yıllık yaşamım gibi kısa bir süre içinde bile, Blogger’ın paralı yapılma olasılığı ortaya çıktı. Yani, yazdıklarımın silinme olasılığı…
Yani, yine iş başa düşüyor:
Yazdıklarımı / yayınlarımı biraz daha kalıcı ve yaygın duruma getirmeliyim.
Bugün 7-10 sayfa yazdım. Bedenim akşamdan kalma, dizimi kendi kendime sakatladım, yani hastayım. Her yerim ağrıyor. Ve yazmak, bu durumda keyif vermiyor, veremiyor. Ama yine yazıyorum, bir görev gibi, ayrı konu.
Motivasyonum giderek azalıyor, sadeleşiyor.
Hala, sonul 3 proje baki:
Poliyalektik.
Geçmişbilim-gelecekbilim bireşimi. (Artı: Dünya Sistemi eklemlemeleri.)
Homo Posterus. (Artı: 2. Sanayileşme’nin öncü 10-15 altkültürü.)
Son ikisi beni çok cezbediyor ama poliyalektik hiç cezbetmiyor. Beni aşıyor çünkü. Bir de, yazdıklarımı içinde en az denetimimde olan, en uçuk, yazdıklarımın en çok yanlış anlaşıldığı alan bu alan.
Son 10-20 yılda, bu alana yeni girdiğimde, yani en başta bu 3 konuyla ilgili olarak çok yazıyordum. Diyelim son 1 yılda, artık her biri için ayda bir bile yazamaz oldum. Yenilik pek olmuyor çünkü.
Bir de, bakterilerin hücre duvarlarını atarak, antibiyotik dircencini arttırması metninde olduğu üzere, sürpriz konular, burada NEK olarak, karşıma çıkıyor.
‘Yazı Yolu’; değil 3, ilk 33 konuya bile girmese bile, severek yazdığım, kendim için yazdığım, ancak hakkımda uzmanlık peşinde olanların okumayı sevebilecekleri metinler dizisi içeriyor.
‘Yazı Yolu’nun imlediği şu:
Neredeyse, sürekli yazmaya başladığım 1984 Ocak’tan beridir, sapa metinler yazıyormuşum. Küsurlu fizik boyutu konusunu, Ekim 1977 tarihli örneğin. 17 yaşındaymışım yani.
Bunu okuyabilicek olan, birincil derecede AFL’li, ikincil derecede GSL, AL’li, RC’li insanlar, bunları okumayı yeğlemiyorlar. Sorun, şimdi değil, 1977’ten beridir böyle olmasında.
Beni ciddiye almıyorlar, bu tamam. Konuyu ciddiye almıyorlar, çünkü konunun ciddiyetini algılayamıyorlar, bu tamam değil.
‘Bugüne kadar hiç gerçek Türk dahi gördüm mü acaba?’ sorusunun yanıtının boş küme olabilirliği gibi bir konu bu.
Meslek olarak o olanları seçenler bile, o konularla ilgilenmiyorlar aslında, gibi bir sonuç çıkıyor. Z. T.’in otistikleri tedavi etmek için genetik araştırma yapması gibi bir durum bu.
Çokdisiplinlilik, onlarda uzmandışılığın ciddiyetsizliği gibi bir  tepkiye yol açıyor, açtı.
Sonuç:
Okurda nicelik var, nitelik yok. Nitelikli olduğu varsayılan okur da, niteliksiz yani.
Bu koşullarda, kalan son 23 yılımda ne yapabilirim?, ona bir bakmam gerekli.

Cuma, Eylül 27, 2019

NEK: Biyoloji / Evrim: Bakteri ve Virüs: 2


Alıntı:
“L-form bacteria, also known as Sam Cannon, L-phase variants, and cell wall-deficient (CWD) bacteria, are strains of bacteria that lack cell walls. They were first isolated in 1935 by Emmy Klieneberger-Nobel, who named them "L-forms" after the Lister Institute in London where she was working.
Two types of L-forms are distinguished: unstable L-forms, spheroplasts that are capable of dividing, but can revert to the original morphology; and stable L-forms, L-forms that are unable to revert to the original bacteria.
Some parasitic species of bacteria, such as mycoplasma, also lack a cell wall, but these are not considered L-forms since they are not derived from bacteria that normally have cell walls.”
Varlıkları 1935’ten beridir biliyormuş.
2 tipleri varmış: özgün durumlarına dönebilenler ve dönemeyenler.
Bazıları da, zaten hücre duvarısızmış, yani sonradan öyle olmuşorlarmış.
Tuhaf olan şey, bunun biyokimyası. Hem hücre duvarının çıkarılması, hem de geriye kalan hücre-içinin ortamda dağılıp erimemesi.
Buradan virüslere geçiyoruz:
Virüsler bunu çoğalmak için sürekli yapıyor.
Bakterilerden farklı olarak, virüslerin çekirdeği yok ya da sitoplazma / su içermiyor.
Dolayısıyla, L-form bakterilerle virüslerin toplam biyokimyası, olağan biyokimyanın dışında, ekstremofillerin biyokimyası gibi ki bu biçimleriyle her 2 örnek de ekstremofil oluyor.
Hücre duvarı ve hücre-içi protein iskeletler, bakterilere form veriyor. Hücre duvarısız bakteriler ise küresel biçimli oluyormuş. Brown hareketinin bir başka türlüsü, tersinesi yani.
L-biçimli bakterilerin insanlarda hastalık yayıp yapmadığı hala bilinmiyormuş. Bu, ilginç.
Hücre duvarısız bakterilerin varlığı, kooservatları akla getiriyor: Yalnızca fizikokimya (basınç, vd) ile varlığını sürdümeyi yani.
Bakterilerin kendi duvarının dışına çıkması, onu yok etmekle olabilir gibi görünüyor.
Hücre-duvarısız sitoplazmalı bakterilerde, hücreyi birarada tutan, protenli iç iskelet var mı?
Buradan da, mitokondrilerin diğer hücrelerin içine girip yerleşmesine, hücre-içi hücre duvarı türü oluşumlara geliyoruz.
Çıkış:
Buradaki soru kipi şu:
Hücre duvarısız bakteriler bunu yapmayı, virüsleri taklit ederek mi ya da bünyelerindeki virüs biyokimyasından yararlanarak mı beceriyorlar?
Ya da:
Bunu doğrudan virüs biyokimyası mı sonuçsuyor?
Tıpkı, virüslerin diğer mikroorganizmalara girip, kendi DNA’larını onların DNA’larına eklemlemesi gibi…
Dolayısıyla: Virüslerde olup, tek hücreli mikroorganizmalarda olmayan biyokimyasal reaksiyonları denetlemek gerekli…
(27 Eylül 2019)

Google Artık Arama Motoru Değil


Google artık arama motoru değil.
Olanların binde birini göstermeye başladı.
Bunu yapması ya da bu kadar yapması için belirgin bir neden de yok. Çünkü Google, tüm maliyetleriyle bu kadar arama yaparken kar eden bir şirketti.
Diğer bir şirketin bunu becermesi en çok beş yıl alır.
Yaptığı şey, kendi kafasına sıkmak.
En iyi yaptığın işten vazgeçersen, diper işlerinde de çuvallarsın, öyle de olacak.
Youtube ve Blogger da paralı olur o zaman.
Bizi ilgilendiren buradaki zihniyet:
Buna ‘Jack Ma’laşma veya ‘Doğulu Zihniyet’ de diyebiliriz.
Bir düzen ve oyunun kuralı var. Herkes kazanırken, sen kalkıp oyunu bozuyorsun.
Google’ın yaptığı bu.
(26-27 Eylül 2019)

Felaket Yönetememe: Depremden Sonraki İk Gün


Bir alıntı:
“İstanbul’da büyük bir deprem olduğu zaman, herkes kendi başına kalacak. İlk 3 gün. Biz buna ‘altın saatler’ diyoruz. Bu altın saatlerde, vatandaşı sadece kendi bilgisi koruyacak. Dışarıdan yardım gelmesi çok zor olacak. Burada vatandaş küçük bir kanamayı durdurabiliyorsa, sevdiği kişi hayata tutunacak, hayatta kalacak. Ulusal bir afete hazırlık seferberliği olması gerekiyor Marmara’da...”
Dikkat etmiştik:
Gölcük’te de 3 gün devlet yok olmuştu. Hem de askerler. Çünkü karargah yıkılmıştı. Çünkü beyin yoktu. Çünkü herkes ayaktı.
20 yıl geçti.
Tek bir eğitim verilmedi.
Onun yerine, tüm toplanma alanları yok edildi. 20 milyonluk kentte açıkhavada uyuyacak yer yok.
Daha da beteri.
26.09.19 günü İstanbul’da bir deprem oldu. Herkes telefona sarıldı. Telefonlar 24 saat iptal oldu. Tüm Türkiye’de, yalnızca İstanbul’da değil.
Çok değil, 1 ay önce, bir sosyal medya gurubunda, bir felakette ilk yapılmaması gereken şeyin telefona sarılmak olduğunu yazdım. Okudular. Dün, ilk iş olarak telefonlara sarıldılar.
O zaman bunlara tüm felaketler ve tüm yıkımlar revadır.
(27 Eylül 2019)

NEK: Biyoloji / Evrim: Bakteri ve Virüs


Bir alıntı:
“BBC’de bazı üreme sistemi enfeksiyonu nedeni bakterilerin, antibiyotiklerden kurtulabilmek için, hücre duvarlarını ‘attıklarına’ dair bir haber vardı…”
:
“Bacteria have been caught "stripping off" in order to evade antibiotics and survive, scientists show.
Researchers at Newcastle University filmed bacteria "undressing" and taking off their outer layer - or cell wall.”
+
Yorumum:
Bunun bakterinin virüse doğru çapraz evrimi olduğu kanısındayım. Tersini de getirirse, virüsler de bakterileşip, DNA koruyucu duvarlarını, üremek için korumayı öğrenirse, epeyi eğlenceli olur. İlk aşamada, canlıların % 50'si yok olur bence.
+
Soru kipleri:
Tek hücreli bir canlı, hücre duvarı olmadan yaşayabilir mi?
(Azı yaşayabiliyormuş, bir tür evrim denemesi ve epeyi de yanılması yani.)
Tek hücreli bir canlı, hücre duvarı olmadan üreyebilir mi?
(26-27 Eylül 2019)

Salı, Eylül 24, 2019

Tarih-Fütüroloji Kavramsal Çerçevesi


5 bin yıllık Dünya Sistemi bilgisi ertesindeki epistemik panorama:
Vardığımız nokta, gerçekleşmesi en az % 51, en çok % 75 olasılıklı olandır. Önümüzdeki 5 bin yıl daha, bunu % 100'e limitleyecektir.
Homo Posterus, şu andaki biçimiyle, olması milyonda bir olasılıklı bir şeydi ama oldu: Bu, Neolitik Devrim’den daha düşük olasılıklıydı, o 11 bin yıl sürdü, bu da sürebilir, daha da uzun hatta.
Andronovo, Denisova, Neanderthal, Sapiens kültür-genetik ozmosislerinin benzerleri yine olacak.
İnsanların tamamına yakını; her ahlaki, hukuki, siyasi, dini sistemde yaşayabiliyor. 107 milyarda 107 bin kişi temel metamorfozları tasarladı veya yarattı. Bugünkü 7,5 milyarın yarıdan çoğu Sümer kültürü aşamasında hala, yani gerçek kültürel evrim sıfır aslında, dibe veya dibin ortalamasına bakınca yani.
Lineer programlamanın sınır doğruları bunlar. Ro'ları hesaplanabilir.
(21 + 24 Eylül 2019)

Britanya İşçi Partisi Genel Başkanı Corbyn, başbakan olmaktan korkuyor


Doğru saptamaya ne denir ki?
Alıntı:
“İşçi Partisi’nden bir kaynak, parti lideri Jeremy Corbyn’in başbakan olmaktan ‘korktuğunu’ ve parti liderliğinin de uzun sürmeyebileceğini söyledi. Dün düzenlenen yıllık İşçi Partisi Konferansı’nda konuşan Corbyn, görevini çok sevdiğini ve eğer genel seçimde seçilirse, tüm dönem çalışacağını söylese de, Independent’a konuşan kaynak, sol kanattan siyasetçilerin Corbyn’den sonrasını kararlaştırmaya başladığını söyledi.”
1 deli Cameron kuyuya bir taş attı, 40 akıllı değil, 400 yarım akıllı hala taşı çıkaramadı. Cameron gtiti, May geldi, May gitti Johnson geldi, o da gidici gibi.
Ancak, Corbyn’in 2 durumu birbirinden farklı:
Şu anda böyle bir ülkede kimse başbakan olmak istemez, çünkü yapacak hiçbirşey yok ve bunun müsebbibi karış parti. Muhalefet partisi başkanlığı ise, bizim CHP gibi, oh keka.
Sorun, İngiltere’nin Türkiye gibi, yani bir 1. Dünya ülkesinin bir 4. Dünya ülkesi gibi olmuşluğu.
(24 Eylül 2019)

CHP IMF ile Görüştü


Biz ne dedik?
CHP ve İmamoğlu iktidar.
Bunun da yolu, Batı’nın onayından geçer.
O onayı vereceklerden biri de, IMF olmakta. Daha önceleri de olduğunca.
+
Alıntı:
“CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, eski Merkez Bankası Başkanı ve İyi Partili Durmuş Yılmaz ile birlikte Uluslararası Para Fonu (IMF) yetkilileriyle yaptığı görüşmeye ilişkin olarak açıklamalarda bulundu. Görüşmenin gizli şekilde gerçekleştirilmediğini, bir kısım basın mensubunun orada bulunduğunu ifade eden Öztrak, gazetecilerin sorularına karşın, "Öküzün altında buzağı aramayın" dedi.”
Neler konuşuldu, nelerin pazarlığı yapıldı?
Belli değil.
+
Tepki ve yakınma:
“IMF Türkiye İcra Direktörü Raci Kaya, IMF'nin CHP ve İYİ Parti ile gerçekleştirdiği gizli görüşmeye ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Kaya, "Saklanan, meşruiyet dışı toplantı, ülkeye karşı farklı bir ajandanın göstergesi" ifadelerini kullandı. AKP Sözcüsü Ömer Çelik de gerçekleşen söz konusu görüşmeye ilişkin bir açıklama yaptı. Çelik açıklamasında, "Burada enterasan olan şu; her gün 'Bu hükümet eninde sonunda IMF'ye gidecek' diye eleştiride bulunuyorlar, ondan sonra da gidip saklı bir şekilde IMF yetkilileri ile görüşüyorlar. Burada çifte standart var. Bir de kendileri açısından yine tutarsız bir durum var" dedi.
Kaya, IMF heyetinin CHP ve İYİ Parti yetkilileriyle yaptığı görüşmelere ilişkin, "Heyetle yapılan toplantılar boyunca böyle bir görüşme niyetinden dahi söz edilmemiştir. Buna rağmen böylesi saklanan, meşruiyet dışı bu toplantı, Türkiye'ye karşı farklı bir ajandanın varlığının göstergesidir" ifadesini kullandı.”
Sanki kendileri zamanında ynı görüşmeleri yapmamış ve onayları almamış gibi davranıyorlar.
Gülünç bile değil.
+
Başından beridir aynı şeyleri yazıyoruz.
AKP’yi CHP değil, kendi bitirir, bitirdi de.
CHP, Batı onayısız iktidar olamaz. Bu da o gidişin imleri.
Yeni iktidarımız hayırlı olsun.
İslam’ın nefti yeşili yerine, çimen yeşiline karar verildi demek ki…
(24 Eylül 2019)

Bilim-Sanat-Düşün 2021-2040?: Bir Soru Kipi


Dünya Sistemi, tarihte askeri, siyasi, iktisadi siklusluluk öngörüyor ve modelliyor ama bilim, sanat, düşün için bir şey söylemiyor: Onları üstyapısal ve manevi uygarlık sayarak gözardı ediyor.
2021-2040 arasının iktisadi, askeri, siyasi gidişatını yazdık. Bizden başkası yazmayacağı için de, bilim, sanat, düşün 2021-2040’ı da yazmayı deneyelim.
Bilim:
Kozmoloji ve fizik olarak bilim, 100 küsur yıldır, Einstein-Heisenberg-Planck trilemması ile bloke edilmiş durumda.
Matematik olarak bilim, topolojinin yine 100 küsur yıldır yeni matematik alanı olarak yükseltgenememesi ile bloke edilmiş durumda. Bu önemli, çünkü 5 bin yılda hepi topu 5 alan var: Aritmetik, cebir, kalkulus, mantık, geometri.
Canlılık, zeka tam olarak tanımlı değil. Bu da, meta-bilim sorunsalı.
Sanat:
Sanat, çizgiromanla, diziyle, çapraz medyayla aldı başını gidiyor. VR ve holografik sinema yolda.
Mimari kendini yok etti.
Moderns dans ve etno-caz olarak müzik kendini 1985’te durdurdu.
Tiyatro, (global kültürel bürokrasi iktidarı ITI ile) modern dansı durdurarak, performans sanatlarını durdurdu.
Görüldüğü gibi, bu trilemmalama veya epistemik duvarlama sorunu, bilim kadar, sanatın da başında bela. Ancak sanat, disiplini ve zorbalığı daha rahat bozan bir epistemik alan.
Düşün:
Heidegger’in kendi ontolojisi ve metafiziği üzerinden, negatif egzistansiyalizme değil de, faşizme varması, en büyük tarihsel ironilerden biri. Dünya’nın Heidegger’i değil de, Sartre’ı seçmesi ise zavallılık.
Görüldüğü gibi, okyanustaki adalar gibi dağınık, bilim, sanat, düşün alanları.
Sorun; bunların bireysel olarak icrası. İktisat, askeriye ve siyaset kitle ile icra ediliyor ve istatistik yasaları işliyor.
Demek ki ara değerler eklenmeli haritaya. Ancak o zaman bütüncül bir bilgi tasarlanabilir bu konuda.
Soru kipi:
Buradaki epistemik ara değer, gündelik yaşamın kültürolojisi mi, popüler kültür mü?
Çıkış:
Bu konu, daha yazılacak. Boşlukta kalsın bu kezlik.
(23 Eylül 2019)

2000-2200 Arasının 2000-2020 Arasının Epistemik Anlamlılığı


1960-1970 Dünya Sistemi, daha tasarlandığı zamanlarda, 2000 ertesinde bir çöküş dönemi öngörüyormuş. Ancak, Wallerstein’dan Attali’sine hiçbir yazar, bunu tümdengelimle yazmadı, tersine, ne zaman ki olaylar oldu ve yaşandı, tümevarımla yazdı.
Şerh: Buradan, dahilerin, yalnızca tümevarım veya yalnızca tümedngelim yürütebildiği gibi bir sonuç çıkarsanıyor. Bu, yazılması gereken ayrı bir konu: Düşüncede tekboyutluluk ve tekyönlülük.
Diyalektik açıdan, 1945-1990 arasının verili bir tez-antitez ikilisi vardı zaten. Dünya Sistemci’ler için de böyleydi yani. Ki zaten Amin, Arrighi, Wallerstein, 1967-1977 momentinde, bu sistem için, bir 1980 Dünya Krizi öngörmüşlerdi.
Şerh: Bunu, 1968 dalgasının başarısızlığına bağlayamadılar ne yazık ki, çünkü onun başarısızlığını kabul edemediler, alaturka 68’liler 50 yıl sonra bile kabul edememişti zaten. Oysa Fassbinder, bunu (1978) ‘Sonbaharda Almanya’ ile çoktan yapmıştı. İşte o yüzden çokdisiplinlilik gerekli.
Hegel’den başlayarak, son 200 yıllık diyalektik tarihi, tez-antitez etkileşimlerini ve etkileşimsizliklerini dağınık da olsa listelemişti. Hegel, daha baştan, Marx’tan önce dekadansı tanımlamıştı örneğin: Marx, o şıkkı görmezden geldi.
Dolayısıyla, ‘kapitalizm-1945-1990 (altevreleri) x reel sosyalizm’ etkileşimi ve etkileşimsizliği de baştan tanımlıydı. O nedenle kimse, Rusya olmuş eski SSCB’nin tarihin arkasından dolanıp, 10 yılda Dünya’nın başına yeniden güç-hegemon olacağıın öngöremedi. (Buna, ABD de katkıda bulundu ama bulun(a)mayabilirdi de.)
Burada algılanmayan şuydu:
Kapitalizmin ve reel sosyalizmin gündelik yaşam kültürolojisi, neredeyse % 99 ortak-arakesitli idi, yani düşmanlar aynı yaşamları sürdürüyorlardı, yemek, sağlık, altyapı ve eğitim dahil.
Artı, her ikisinin görülmeyen kategori-dışılıkları vardı: En önemlisi 2. Sanayileşme öğeleri olarak.
Wallerstein veya Franks, bunları hiç hesaba katmadı, işin tuhafı hala katmıyorlar.
Bunlara bakınca, 1990-2000 arası biraz daha farklı algılanabilir:
Örneğin uzaycılıkta, SSCB ve ABD sürçünce, Çin teknoloji / sanayi casusluğu ile, uzaysal 3. Güç oldu ama AB veya başka hiçbir güç öyle olamadı.
Yani, diyalektik, oldu triyalektik, eksi birleme ve artı birleme ile.
Çarlık, reel sosyalizm, mafyasal-oligarşi çizgisi de hesaba katılmadı. Üstelik, bu en çok yazılan Rusya konularından birisi. Çünkü Rusya, onlar sayesinde yeniden hegemonluğa geri döndü.
1945-1990 arasıki ABD x AB diyalektiği, çelişmesi, çatışması da hiç hesaba katılmadı ve görmezden gelindi. Üstelik, Çin’in 3. Dünya kuramı elde vardı.
Dolayısıyla, Dünya Sistemi ve Wallerstein çizgisi, ağaç-orman arasında bir bakış açısında kaldı. G-7’ci, 1. Dünya’cı veya Avrupa-merkezli de dendi buna.
1990-2000 arasındaki ABD tekkutupluluğu, sanki yokkutupluluğu önceden imliyordu ama bu konuda kesin değiliz. İpuçları kesin vardı ama. Çünkü ABD, 1945-1990 arasında da tüm savaşlarını yitirmişti çoktan.
Kim yaparsa yapmış olsun, 2001’in anlamlarına, 20 yıl sonra bile hala kimse ayamadı:
11 Eylül 2001, 2001-2020 arasını apaçıkça imledi ve kabaca haritaladı aslında.
Burada en önemli nokta:
Gecikmeli olarak, üstelik alaturka bir çıkışla, (1980 momentli olan) en yüksek teknolojili askeri strateji olan, Askeri Strateji 2000’in, daha 1985’te değillenmiş olması. Sonrasında, alanda değillenmesi
1991, ve 2003 savaşları dizisi bunu kanıtladı. Arap Baharı gelmeden, onun ortalığı batıracağı kanıtlandı. Sonra, göz göre göre 3 ülke haritadan bilindi ama hiçbirşey değişmedi.
Burada soru kipi:
2001-2020 arasının olayları, 2001-2200 arasının onda biri dilimi olarak, herşeyi ne kadar açıkseçikleştirdi?
Şerh: İstatiksel açıdan, % 1’lik dilim de yeterli. Örneğin, yaşadığım 50 yıl bana, 5 bin yıllık tarihi tümevarım ile (bizzat yaşayarak) çok iyi özümsetti.
Açıkseçikleşenler:
AB x ABD çelişkisi.
Rusya gücü.
Çin gücü.
Hindistan ve Brezilya güçsüzlüğü.
Yokkutupluğunun devamı ama bu 2021-2040 için Dünya’yı ve tarihi durduracak gibi. 2001-2020 arasında öyle olmadı ama.
Nüfus krizi: Hem artış, hem artmayış olarak.
Açıkseçikleşmeyenler:
Su, gıda, enerji, iklim, salgın krizleri: Olası geliş sıraları hala belli değil ve küsurlu ve sırasız / faz binişik olarak da gelebilirler pekala. O nedenle, o dönem biraz kaotik (çatallanmalı, yalpalı) olacak gibi
Panorama:
Bu veriler, 2021-2040 arasının ne kadar krizli, ne kadar durağan olacağını söylemiyor.
Ama, 2001-2200 arasının krizler, teklemeler, durağanlaşmalar ile süreceğini söylüyor.
Tarih, her zaman global iktidarsal boşluğun doldurulacağını söylüyor ama Çin bunu beceremedi, yani emperyalizmi beceremedi, globalliği az becerdi.
Dolayısıyla, epistemik belirlilik % 50-75 arasında diyebiliriz. Ama önümüzdeki 20 yıl bunu % 50’nin altına bile çekebilir. 2040 sonrasında ile ivmelenmiş bir biçimde o gösterilen limite / asimptota doğru yol alınır.
Sanırız, 2001-2020 arasının gösterdiği bu:
Bükümlülük, osilasyonluluk.
(23 Eylül 2019)

Günce: Dahi Görmüşlük veya Görmemişlik


23.09.19, 12:50.
Dahi Görmüşlük veya Görmemişlik
AFL ve BÜ mezunuyum.
AFL’de, o zaman tek FL olduğu için, orta-altı ve dar gelirli ailelerin zeki çocuklarını gördüm. 96 kişinin en az yarısının orada işi yoktu. Bu da, Anadolu’dan gelmelik, İngilizce bilmeme ile belirlenen, C ve D şubelerindekiler için çoğunluk geçerliydi. C şubesindeydim.
BÜ’de ise, Alman Lisesi, GSL ve Robert Kolej mezunları vardı. AFL sınavına girmeye tenezzül etmeyenler yani. Orta veya üst burjuva olarak genel kültürleri, 18 yaş için bayağı iyiydi.
Bu 2 okulu da, ABD kurmuştu. Kuruluş amacı, 3. Dünya’sal bir deneydi ama o deney bu alanları kapsamıyordu. Araç, amacını aştı yani.
14’ümde lisede, 17’imde üniversitede dahi gördüm (ama ben kültürel olarak aşağı sınıftandım, ortada görelik var yani). O zamanki dahilik, on binde birlik orandı.
Zaman içinde ilk kez, bu oranın elli binde bir olmasının daha makul olabileceğini düşündüm. 1960’lılar ve 1,35 milyon doğum için böyleydi.
Yine zaman içinde, milyonda birliğin bile yetmeyebileceğini düşündüm.
Bildiğimiz yetenek ve zeka sınavları birincil ölçüttü.
Sonra, en temelde soru sorma ve farklı düşünme konusu vardı.
İşte, tüm o sınavları geçen, ister AFL, ister BÜ dahileri burada takılmışlardı. Soru sorma ve farklı düşünme yetileri yoktu veya farklı olmamak-görünmemek için bunu inkar ediyorlardı.
En son, belki son 5 yıl içinde, vardığım nokta şu:
Eskiden benden zeki, sonradan benden daha az zeki olduğunu düşündüğüm insanların ortak noktaları neydi?
Yanıt:
Hepsinde de (aşırı dozda) normalleşme vardı.
Ben bunu 40 yaşımda ayırsadım ama onlar en geç 30’unda öyle olmuş gibiydiler.
İşini içine, Gardner’ın 5-7 farklı zeka kategorisi de giriyor.
Görsel, işitsel, motor olanlar da sanata giriyor. Motor, ayrıca spora da giriyor.
Dolayısıyla, arayışımı tümden genişlettim.
Hepsinde, on binde birlik herhangi bir acaiplik aramaya başladım.
Gördüm ki yokmuş. (Belki yanılıyorumdur veya önyargılıyımdır bilemem.)
Ancak, çok yetenekli sanatçılar tanıdım ve hepsi de, ya yenildiler (hatta erken öldüler, Serdar Sarı gibi), ya da vazgeçtiler.
Düşüncü hiç görmedim. Düşüncü / düşünür olmaya çabalayan gördüm ama (Ulus Baker örneğin).
Ortada bir, tercih sırası vardı, en çok istenenden en az istenene doğru:
Sanat, bilim, düşün.
Yoksullar yokluğa yenildiler, varsıllar ayırtsızlıklarından dolayı oyundan çıktılar, küsüp oynamadılar yani.
Ben hep ortada kaldım, bıçak sırtında.
60 yaşımda hala bunları yazıyorsam, o bıçak sırtı amok koşma durumu nedeniyledir.
Ayrıca, kitaplarda 40 yaş sonrasıki dahilik pakkında bir şey yok.
Bir de, 10’unda, 20’sinde dahi ama sonrasında değiller hakkında da bilgi yok doğru dürüst (ressam Hasan Kaptan örneği).
Biz AFL’liler 15’inde ve soyut alanlarda dahiydik.
1967-1982 mezunları arasındaki 1.500 kişinin yaklaşık profilini çıkardık. Kendi aramızda arşivlidir.
En yüksek düzey sanatçı, Elif Şafak kadar sanatçı (örnek vermiyorum ama yazar, müzisyen, şu bu var epeyi).
En yüksek düzey bilimci yok.
En yüksek düzey düşüncü, ilk vicdani redci Tayfun Gönül.
Yani, yaptıkları için, AFL okumalarına veya mezunu olmalarına hiç gerek yoktu.
Ancak, paradoks şurada:
AFL, herkese çok şey kattı. O katılanlar, sonradan heba edildi.
Tersine bakalım:
Dahilik ne işe yarar veya bir dahi ne yapar?
Bence sözcük veya denklem üretir. Para yoksa, düşünce deneyi vardır çünkü.
Dünya matematik ansiklopedisine girmiş (üstelik bizden 40 yıl önce doğmuş); Kortel, Arf ve İnönü var örneğin ama AFL mezunu yok.
Heykelde de (bizden 20 yıl önce doğmuş), Aksoy, Koman, Acar var. 3’ü de uluslararası-global değerde, gerçekten farklı zihniyette heykeler üretmişler (Aksoy, Meçhul Asker Kaçağı).
AFL’liler bunları yapamadılar, çünkü bunları yapmayı hayal bile etmediler.
Çünkü, orta sınıf ailelerin, temiz aile çocuğu ve vatanına hizmet etmeye niyetli kıt-güdük veletleriydiler.
Çıkış:
Bu konunun devam ettirilmesi gerekli.