Çarşamba, Ekim 26, 2016

NEK: Biyoloji: Doğrulanan Evrim Tahminim

Benim savlarım şuydu:
Neahderthaller alttürlere sahip olmuş olabilir. Çekik gözlülük insana onlardan gelmiş olabilir.
Yeni olasılıklar ise şunlar:
Dr Ryan Bohlender ve ekibinin çalışmalarının sonuçlarının linki:
Denisovanlar, Neanderthaller’den farklı genetikte. Onlar da insana katkıda bulunmuş. Artı, belki bir tür daha insan genetiğine katkıda bulunmuş.
Ara bilgiler şunlar:
Neanderthaller de, Denisovanlar da mağara kültürü insanları. Dünya’nın ilk sanat eserleri de mağara duvarlarında. Tamam, kapalı hava açık havadan daha koruyucu ama kazıma olayı aynı sayılır ve mağarada da su var. Yani insanlar, sanatın başlangıcını onlardan almış olabilirler.
Çekik gözlülük gibi, mor-siyah ten rengi gibi, aşırı kıvırcık saçlılık, yassı basık burunluluk gibi bazı nadir ve çok belirgin genetik özellikler var. Onları izlemek daha kolay. Sarışınlık da öyle.
Ancak, sarışınlık ve açık tenlilik arasında ilinti az gibi.
O nedenle ben bir ara, sarışın bir Neanderthal alttürü bile düşündüm ama bunu yazmadım arada. Açık tenliliği ise Denisovanlar’a mal ederdim, çünkü en çok açık tenliler (Gürcüler) onlara en yakın bölgede.
Açık renk tenliliğin Gürcü ve Nordik tipi gibi 2 ayrı türü var. Siyah saçın ise onlarca ayrı türü var. Kıvırcık saçlılığın bir türü, aşırı kıllı beden de demek: Buna Babil-Asur-Med tipi diyorum ben.
Tüm bunlar da, Basra Körfezi üzerinden az bilinen bir tür çaprazlaması rotası imliyor bize. Alanlar (MS 400 Kuzey Hazar) bile aslen oralı sanılıyormuş eskiden.
Sumerliler’in en azından bir bölümünün Ortadoğu’ya denizden ve güneyden artı doğudan gelmişlik olasılığı da var. Onların dili özgün ve yalıtık ama proto-Aramca’yı yaratıyor. Bu da bir topolojik yoğrulma demek.
Tüm bunlar, bizlere yeni modelleme olanakları sağladı.

(27 Ekim 2016)

Cumartesi, Ekim 22, 2016

Tavuk Dönerin Tarihi

Döner onyıllardır var olan bir Türk yemeği.
Tavuk döner ise, pek pek son 20 yıldır fenomen olan bir olgu.
Ara şerh: Yatay döner olan, Erzurum cağ kebabı ara bir parametre. Tutmadı ve yaygınlaşmadı.
Tavuk döner fenomenin alt-parametreleri.
Viralite 1: Mutfak konusu, internet durumundan bağımsız olarak bir viralite taşır. Kumpir 1990 tarihlidir örneğin. 1995’te şu anda var olanın 20 katı kumpirci vardı İstanbul’da. Sonra meyve suyu sıkıcıları geldi. Tutan var, tutmayan var yani.
Sucuk dönere üstünlüğü: Sonuçta tavuk döner leziz bir yiyecek. Sucuk döner ise pişerken kuruyor ve sucuk ekmekten bir üstünlüğü yok. Burada önemli olan şey, piliç çevirmenin, fiyatı nedeniyle, tavuk dönere yenilmesi. Yoksa 50 yıldır piliç çevirme var Türkiye’de, en az 10 vilayette izledim bunu. Tabii asıl parametre fiyat: Çevirme yarım 12 lira yarım tavuk döner 3 lira ve dükkanlar yanyana.
Viralite 2: Eski Beyoğlu karakolu ışıklarındaki tavuk dönerci, 120 yıl önce başladığında günde 10 kilo satıyordu, şu an günde 90-100 kilo satıyor. Satıcı, güleryüzlü, temiz işli, vd. Yine de 10 katına çıkmak 10 yıl aldı.
Bitmedi daha var:
En son 5 yıl önce, tüm AB’yi gezen bir arkadayım, İtalya7nın en ücra taşra ilinde bile tavuk döner gördüğünü söylemişti ve tamamına yakını Türkler’in elinde onların. 5 avro AB standartlarına göre ucuz imiş, o yüzden satıyormuş. Sonuçta, 300 milyon AB’li öğle yemeğini dışarıda yiyor ve şirketler bunu ödemiyor, dolayısıyla ucuz ve doyurucu şıkkı önemli.
Tavuk döner tek başına Türkler’in kişi başına yıllık tavuk tüketimini 3-5 katına çıkardı 15 yılda.
İlginç bir tarihçe oldu yani.

(18 Ekim 2016)

Türkiye’liler Uzaya Kaçıyorlar

Madem AB bizi almıyor, biz de uzaya gideriz.
Asgardia tarihteki ilk uzay devleti olma savında bir site kurdu.
18.10.16 22:25 itibarıyla başvurular şöyleydi.
Asgardians
COUNTRY RATING APPLICATIONS
1.China                       122.348
2.USA             48.952
3.Turkey         34.245
4.Brazil                       20.670
5.United Kingdom      18.461
6.Italy              18.316
7.India 10.001
8.Russian Federation   9.404
9.Iran   8.684
10.Australia     8.585
Asgardia, 443.982 vatandaşıyla, Dünya’nın 167. büyüklükteki ülkesi olmuş.
Projenin önümüzdeki aylarda nereye gittiğini hep birlikte izleyeceğiz.

(18 Ekim 2016)

Çarşamba, Ekim 19, 2016

Mikerim Lan Seçiminizi: ABD Realitesi

ABD gençleri böyle diyormuş:
“Ankete katılan 18 ile 35 yaş arası 1.247 gencin dörtte biri, dünyanın sonunu getirecek bir göktaşını, 2 adaya tercih ettiğini söyledi ama bu tek şaşırtıcı sonuç değil.
Ankete katılanların yüzde 40’ı Başkan Barack Obama’nın kendini ömür boyu başkan ilan etmesini tercih edeceğini açıkladı.
Bir başka bulgu da, katılımcıların yüzde 26’sının yeni başkanın rastgele seçilmesini kabul edeceği yönünde.
...
2016’nın seçmenleri, 2008’de Obama’nın seçilmesini sağlayan genç seçmenlerin tam tersi bir duruş sergiliyor. Zira bu ankete katılanların büyük bir kısmı da sandık başına gitmeyeceğini söylüyor. Ekim başında yapılan anketin yanılma payı yüzde 3,2.”
Yalancı çobanlara artık kimse inanmıyor. Anketi yapanlar ABD’li, ankete yanıt verenler ABD’li, yayınlandığı site resmi ABD sitesi.
Dünya’da da böyle, Türkiye’de de.
Sonra mı?
Halk isyanı ama başarısızından. Halk çok uzun süredir sopa yemediği için hamladı. 5-6 yılda sopa yiye yiye kendine gelir isyancı formuna girer. Tarih öyle söylüyor.

(19 Ekim 2016)

Pazartesi, Ekim 17, 2016

Türkiye’nin Musul Planında Son Moment: 17.10.16, 17:00

Kurtulmuş’un açıklaması şöyle:
“Kurtulmuş, Başika'da Türkiye'nin eğitim kampı kurduğunu ve bu kampta eğitilen 4 bin kişinin eğitim gördüğünü belirterek, "Eğitim görenlerden 3 bin kişi, peşmergelerle birlikte Musul operasyonuna katılmıştır" diye konuştu.”
Yani, o 3 bin kişi Arap, yani C planı, yahi Barzani Türkiye’yi sattı, yani ağır ödeyecek, yani baraj yıkılacak, yani ABD bunları hesaplamadı.
Peki, PKK Barzani’ye dalınca ne olacak?
Peki, koskoca ABD Türkiye’yi 1 yıldır nasıl Başika’dan çıkaramadı?
Peki, Halepçe’yi Barzani’yi yaşamadı mı?
Peki, TC IŞİD’e hafif bilgi sızdırınca ne olacak?
Haa evet, TC accaip riskli oyunu seçti ama Barzani ve Obama daha da beterini seçti. Operasyon Kasım 2016 başında bitememiş olacak.
Var mısınız bahse?

(18 Ekim 2016)

Yanki Komedisi: Musul

2 yıl bekle, seçimden 1 ay önce operasyon yap, seçimi kazan.
Oha lan.
Kürt’ü, Türk’ü, Arap’ı önüne kat, bombala babam bombala, hepsine silah sat.
Bunları zenci bir başkan müstakbel kadın bir başkan için yapıyor.
Thatcher bunlardan daha edepliydi.
Golda Meir, İsrail’de fuhuş olduğunu kabul ediyordu.
Bu kadın, kocasını fuhuşa itip, onu istifa ettiren bir kadın.
Bu, güç belirtisi değil, cıvıklığın son raddesi belirtisi.
Sonra da, Bloomberg’de Rose’un programına çıkıp da, ‘bu ülkeyi kim kurtaracak?, bizim zamanımızda herşey güllük gülistanlıktı,’ demiyorlar mı, bitiyorum valla. Bunu diyen de, Reagan’ın danışmanı.
ABD’nin kafaüstü gideceğini öngörmüştüm ama bunun gözümün önünde vuku bulacağına, hem de bu kadar çabuk olacağına pek inanmamıştım doğrusu. Bu durumda, 2028 öne alındı, 2024 veya 2020 seçimleri diyorum. Çünkü, her 2 başkan adayı da, Obama’nın 8 yılda kırıp döktüğünü, kafadan 4 veya 3 yılda halleder.
Harbi komedi, melokomedi ama: 100 bin ölü, 100 bin göçmen daha.

(17 Ekim 2016)

Asgardia'nın Kısa Vadeli Gelecekbilimi

Projenin gerçekleşmemesi için neden yok.
Daha önceki uzay istasyonlarından epeyi uzağa, 1 milyon kilometre öteye kurulacağı için, kurulma maliyeti diğerlerinden daha yüksek olacaktır. Ancak, diğerlerindeki başarı ve başarısızlıklar, epeyi bir veri tabanı elde var demek.
Finans işine gelince:
Gönüllü ve çoklu katılım planı var. Wikipedia ve Transhumanism projelerinden gözlediğimiz 3 gerçek var:
Bir: İnsanlar 1 kerede 100 verebilirler ama 10 parçada ve uzun dönemde 10’ar vermeyi yürütemezler.
İki: 100’den büyük finansman parçaları gerekince, birey olsun, şirket olsun, müdahaleler devreye girecektir. Asgardia onlarca özel şirket uzay projesinden yalnızca biri. Onu kösteklemek veya diğerini kösteklemek için onu öne çıkaran destek gibi Bizans-insan oyunları yüzyıllarca daha sürecektir.
Üç: Kurucu babasının bir görevlisi olduğu BM gibi resim kurumlar, er veya geç böyle bir özel projenin ayağına dolanır. Sonuçta BM, 5 ülke için var ve Asgardia bunun antitezi. Ashurbeyli, ya Asgardia’yı bırakacak, ya da BM’yi yani. (BM, kafa naklini yasaklayarak, ölümsüzlüğü yasaklayan bir kurum şu an, 10 yıldır.)
UİS’nun kuruluşu sırasındaki başarısızlıkları, tarihsel sorunları (1990 global olayları ve 2003 mekik düşüşü), bunların projeyi geciktirme yönündeki etkilerini izledikçe, en az 25yıllık bir proje olacak Asgardia’nın aynı sorunları yaşayacağını düşünüyoruz. Çünkü 2017-2042 arası, en az 2 makro-global sorun demek: Muhtemelen gıda ve ekonomik. O sırada epeyi ülke haritadan silinecek, yenileri kurulacak, projeyi destekleyen insanların yaşamları yörüngesinden kayacak.
Dolayısıyla Asgardia, hem bir ilk olarak, hem de tarihin oldukça ekstrem bir dönemine denk geldiği için,en azından başarısızlık verileri bile çok önemli. SSCB çökerken, uzay projelerine ne olduğunu biliyoruz. Asgardia ile ise, Dünya-tarih çökerken uzay projelerine ne olduğunu öğreneceğiz.
Asgardia başarısızlığa mahkum yani.
Olsun:
Beckett hesabı, yine deneyeceğiz, yine yenileceğiz ama bu kez daha güzel, daha iyi, daha doğru yenileceğiz.

(17 Ekim 2016)

Cumartesi, Ekim 15, 2016

İlk Uzay Devletinin Vatandaşıyım

Asgardia ilk resmi uzay devleti olma yolunda adım attı. Para, malzeme, insan, plan, zaman ve enerji var ortada. Çünkü, arkasında Rusya kökenli bir özel uzaycılık şirketi var.
Başvuru siteden yapılıyor. Yaptım. Oldu.
Gidişatta gelişmeler olmuş:
“Dünyanın 197. ülkesi yörüngede kuruluyor
...
Asgardia’nın yasalardaki yerini United Nations Office for Outer Space Affairs’a (UNOOSA) soran Business Insider da henüz net bir cevap alamamış; ancak Asgardia’nın uzayda yalnızca bir istasyon olmayı bırakıp, bir ülke olması için uzay yasalarını değiştirmesi gerekebilir.”
Bu, er veya geç olacak.1945 iki atom bombası ve 1957 Sputnik ilk yapay uydusu ile bu yol açıldı. Zaten Asgardia da, ilk adımını Sputnik’in 60. yılında atacakmış.
1990’a kadar Dünya siyasi gerilimi yüksekti. Nükleer bombalar her an patlayabilirdi. Sonra, 1990-2010 arasında gevşeme oldu. 2010 sonrasında ise gerilim geri geldi. Çok basit yöntemlerle büyükkentleri nükleer kirlenme ile yaşanmaz duruma getirmek mümkün artık. Bir şey tasarlanabiliyorsa, muhakka yapılır.
Ancak, bildiğimiz kadarıyla bugünkü insan fizyolojisi, uzayda doğumdan ölüme kadar yaşamaya uygun değil. En uzun uzayda kalma süresi 600 gün civarında.
Dolayısıyla Asgardia vatandaşları yaşamlarının limit tamamını yine Yeryüzü’nde sürdürecekler. Bugün % 4 göçmen ve % 1 çalışan deplasmanda var. Yani, Dünya’nın % 5’i (350 milyon küsur kişi), doğduğu topraklarda yaşamıyor. Onlar, paraları olduğunda nasıl ki ülkelerine gönderiyorlarsa, Asgardialılar da öyle yaparlar herhalde.
Çünkü bir uzay devletinin süreğenlik finansmanı bugünkü koşullarda epeyi yüksek, bunu anlamak için uzay istasyonu maliyetlerine bakmak yeterli.
Yine de bir Homo Posterus (insan sonrası tür) olarak, ölmeden önce Dünya’dan ve insan türünden simgesel bir ayrılma yapabildiğim için çok mutluyum.

(15 Ekim 2016)

Cuma, Ekim 07, 2016

Metin-Çekim İlintisi

Kurmaca ve uzun metrajlı filmler için, kabaca 1 sayfa eşittir 1 dakikalık çekim kabul edilirdi 30 yıl önce.
1 sayfa eşittir 2 bin karakter, 4-5 paragraf, 20 cümle olabilir.
Hemingway (İngilizce olarak) eşittir 30 karakter ve Feneon (Fransız olarak) eşittir (3 satır) 180 karakter eder.
Klip ve reklam çekim metni / senaryosu var mıdır bilemem ama herhalde Türkiye’de yoktur.
Yine de:
180 saniyelik klip senaryosu, 3 sayfadan 6 bin karakter edebilir.
20 saniyelik reklam senaryosu, 667 karakter edebilir.
Vine video metni, 200 karakter edebilir. Hem Hemingway’i, hem de Feneon’u geçer böylelikle.
Twitteratür, 180 karakter ile, vine video sınırında ve 6,6-6,7 saniyelik çekim demek.
Metinden çekime ve çekimden metine böyle yol aldık.

(5 Ekim 2016)

Felsefe Olimpiyadı Soruları İrdelemeleri

Kabaca 20 yılda Dünya’da, 10 yılda da Türkiye’de yıllık felsefe olimpiyatları yapılıyor. Katılımcılara 4 metin verilip, onlardan bunlardan 1’ini yazması isteniyor. Alıntıların hepsi de felsefecilerden değil, sanatçılardan da var. Soruların alanı da geniş. Dolayısıyla her epistemik alanın felsefesinin olabileceği varsayılmış oluyor.
Sorular, bol düzelti hatalı olarak şu linkte mevcut:
Bunlardan 2 tanesini yazdım:
Platon ve Arendt olanları.
Sonra düşündüm:
Bu 1 kitap projesi.
Metafizik Deyişler 2-4 olabilir, onlara parçalı yerleştirilebilir yani, çünkü onlardan biri zaten ‘Ustalarla Hesaplaşmalar’ idi. 4.’sünün başlığı ‘Usta Metinlerden’ olabilir.
Bunun için de, önsöz babında, bir irdeleme metni gerekli diye düşündüm.
1986-1987 ders yılında Arda denkel’den Zihin Felsefesi dersi aldığımda onu dellendirmiştim. Ona özdeşlik ilkesinin geçersiz olabileceğini söyleyince, beni felsefeyi 10 üzerinden 1 bile bilmemekle suçlamıştı. Veri tabanı akademisyen / akademik/ bol alıntılı felsefe idi. Ancak tüm önemli felsefecilerin de hiçbir alıntı yapmadan yazdığını gözönüne almamıştı. Zaten bu nedenle felsefecilik hala öznel-bilimcilik modunda. Eğer felsefecilerin tamamı temel bilimler eğitimi almış olsaydı, bu kadar saçmalamazlardı. Bilim felsefesinde hem Feyerabend, hem de Popper saçmaladı, çünkü kendi zamanlarındaki bilim tarihini eksik biliyorlardı. Dünya Sistemi’ni ise muhtemelen hiç duymamışlardı.
Ek: 1981-1982 ders yılında Zeynep Davran’dan felsefe tarihi dersi alıyordum. Ona da, Platon’un yazdıklarını diyalog değil monolog olduğunu söylemiytim. O da dellenmişti ama beni ne dersten bırakmış, ne de sınıftan kovmuştu. Denkel dersten kovmuştu. Kıssadan hisse: Akademisyen felsefeciler, kütkafa / dunkof oluyor.
Gelelim sorular için öznel yeğlemlerime:
20 x 4 = 80 eder. 10 x 4 = 20 eder. Arakesitlerle kabaca 100 diyelim. Bunlardan yazılası 10 alıntı bulurum ama 20-30 tanesi, yalnızca bu kitabı tamamlamak için olabilir ve ikinci ve üçüncü taramaları / elemeleri gerektirir.
Arendt alıntısını ise, ağzımın suyu akarak yazdım. Çünkü ona tapmaya yakın severim, en son yapılan film (von Trotta) ve oyuncusu Barbara Sukowa nedeniyle de.
Alıntı, bana Arendt’in ‘Şeytani Kötülüğün Bayağılığı’ kitabının bile düşündürtemediği bir şey saptattı:
Arendt’in öğrendiği biçimiyle felsefi sorulamada (sorgulama değil) aksaması. Kaygı konusu ettiği konu, tam baktığı yerde ama kimi hafif sağda, kimi hafif solda. Ayrıntıda ıskalamış yani. Şeytani kötülüğün bir temel insan hakkı olduğunu ise görmesi mümkün olmamış ki bunu ne Naziler, ne de onun büyük aşkı ve Nazi sempatizanı Heidegger bile söylemedi ama Brecht söyledi: Faşizme karşı daha büyük faşizm ve bugünün mazluum, arının zalimi.
İşte, felsefeyi bu nedenle seviyorum.
Saf düşünce hala bilimin değil, felsefenin alanında Bu, metafiziğni tam bir bilim yapılmasına kadar sürecek. Tarih bile tam bilim yapıldıktan sonra, metafizik bence haydi haydi tam bilim yapılabilir.
İşte benim irdelemelerim bunlar.
Kitabın önsözü niyetine kabul edilebilir.

(5 Ekim 2016)

Twitter Sinema Monoloğu

Önnot: Sondan başa gidiyor.
+
Çokdilli çekilen film gibi, siyahbeyaz-renkli çok renkliliği çekimi de, kamera düzeni ile 1 kezde mümkün diye düşündüm. Bu, yeni dil demek.
+
Başta, yalnızca benim çekebileceğim konuları seçiyorum. 2. Antika Festivali renkli-siyahbeyaz çeşitlemesi öyleydi. 20 saniye için bu kolay.
+
6 saniyelik vine video, 20 = reklam, 180 = klip, Hemingway, Feneon, Twitteratür senaryo çekimi, 10 kadar seçenek. Faşizm-engizisyon bolluğu.
+
Anımsadığım 53 yıldır ilk kez, kendimi tam ve hatta tamdan çok duyumsuyorum. Yazı zorunlu seçimdi, sinema huysuz moruk özgürlüğü oldu.
+
37 bin sayfa yazdıktan, 6 bin film seyrettikten sonra, 56 yaşında, 20 saniyelik ‘vine video’lar ile sinemaya merhabam: https://www.youtube.com/results?search_query=%22reha+%C3%BClk%C3%BC%22

(4 Ekim 2016)

Çarşamba, Ekim 05, 2016

Film Çekmek ve Yayınlamak

04.10.16, 22:25.
Film Çekmek ve Yayınlamak
Bana tamlığımı ve hatta tamdan çokluğumu hissettirdi ve yaşattı. Yaşamımda ilk kez.
Sinemanın bana en uygun sanat veya anlatı aracı olduğunu hiç düşünmedim. Sinemanın en yüksek anlatı gücüne sahip olduğunu biliyorum üstelik. Ancak, benim kurmaca-dışılarımın anlatı gücü, sinemanınkinin çok çok üzerinde.
Bu tamdan eksiklik, yaşam boyunca sürekli kafeslenme durumundan geliyor. Bunu yazdıklarımı okuyanlar da yaptılar.
Ancak kısa-kısa film için öyle değil. Sonuçta en düzünden naturalist belgeseller çektim. Buradaki rahatlama, duygusal dışavurum özgürlüğünden geldi.
İşte ben buyum. İşte ben böyleyim. İşte ben oldum ve aştım.
Ölümün gözlerine bile mutlulukla baktım bu akşam. 3 kısa filmi Youtube’a yükledikten sonra.
Rahatça ölebilirim yani.
E, bir de 25 yıl daha var tabii ki.
Hiç yazmayabilirim’i yazmıştım, sinemadan bağımsız olarak. Demek ki sinema için, yepyeni ve fapfarklı zihinsel bir ‘boş alan’ (Brooke’sal) gerekliymiş.
İşte o yepyeni-fapfarklı boş alan, beni yaşama 56 yaşında 0’dan başlattı.
Ama tam olarak.
Ne güzel ikilem oldu bu.
Şiir gibi.
Möbiüs şeridi mantık gibi.
Kendime varmam için, kendi-değil kök kere kendi-değil kök gerekti.
Ölüm-yaşam, fizik-metafizik, geçmiş-gelecek gibi. (Bunu daha önce ama epeyi önce imlemiştim.)
Kendi-değil, erkek, insan-değil gibi. Asimetrik asimetri gibi. Ki bu asal asimetri olmakta. Asal-yalnızlık da öyledir.
Ancak, bunu fizik mecaz / metafor karşılığı kara delik değil, beyaz delik olmakta. Kara enerji gibi.

Bakalım, filmin devamını ben de çok merak ettim şimdi.

2. Beyoğlu Antika Festivali 2016

Festival tamamlandı.
Bir anekdotla durumu özetlemek arzusundayım:
Tüm satıcıların, Eğilmez’in ‘Arabesk’ filmindeki ‘Tecavüz Coşkun’ tişörtlü adama benzediğini düşündüm hep. Bunu bir arkadaşa söyledim. Kabul etti ama müşterilerin de öyle olduğunu söyledi.
30 yıllık seyyar sahhafım. 30 yıllık müşterilerim var. Artık onlarla arkadaş gibiyiz. Anababamı gördüğümden daha sık gördüm onları aynı sürede.
Bu insanlarla karşılıklı bir incelik içindeyiz. Benim için yetersizdir. Onlar da, benim ‘Fatih ilçesi davranışı’ dediğim, yontulmamış bir doğulu kabalığı içindedirler. Öyleyken bile, hiçbir zaman Tecavüz Coşkun gibi görünmezler.
Bunu 2 fotoğrafla semantikçe sembollemek isterim:
40 çapında mumdan küllük ve kırılmış sandalyalardan oluşan bir yığın.
Mum gibi eriyen bir şeyi, sigara ucu gibi 100 derecenini üstünde bir şeye temas ettirmeyi ancak biz beceririz.
İlk oturuşta kırılan sandalyayı da biz yaparız, hiç kırılmayacak sandalyaya bile öyle bir otururuz ki onu da kırarız.
Ticari açıdan ise gözlemim şu:
İkincisi olmasına karşın, esnaf dersini almamış. Tezgahı en çok kalabalık ve satışı en çok esnaf, 10-50 lira arasında, küçük ve taşınabilir, aşina objeler sattı. Yüzlerce ama. Diğerleri ise, abidik gubudik şeylere basmışlar 100’ü 200’ü, siftahsız gidiyorlar sonra.
Türkiye’nin güvenlik açısından en riskli olduğu günlerde, Taksim Meydanı’na 50 günlük bir stand dizisi açmak, tam babayiğitlik olmuş. Sonucunu ancak 50. günün ertesinde bilebileceğiz.
Bir de, AKP’nin kafasına taş mı düştü, bilmiyorum, konu habire Atatürk’e getirildi ve alkış istendi. Cılkı çıktı konunun. Fidan ve ortakları, değişik bir taktik önermişe benzer ama epeyi geç oldu bunun için.
Sonuç:
Antika yok, festival çok.

(4 Ekim 2016)

2012 Uluslararası Felsefe Olimpiyadı Konusu 1 / 4: Arendt ve Yorumum

“Acı gerçek şu ki en büyük kötülükler, kötüye ve iyiye kafa yormayan insanlar tarafından yapılır.” Hannah Arendt.
Çook eksik bir saptama.
Acı gerçek şu ki insanlar, iyi-kötü veya herhangi başka bir şey üzerine kafa yormazlar. Yani, eylemleri düşüncesizcedir.
Acı gerçek şu ki tarihteki en büyük kötülükler, insanlara iyilik yaptığını önesürenlerce yapıldı, bakınız en yüksek sayılı katliamlar: Stalin’in sanayileşme hamlesi eşittir 30 milyon açlıktan ölüm, Mao’nun sanayileşme hamlesi eşittir 2 milyon açlıktan ölüm.
Acı rgrçek şu ki insanların yaşamında kuram yoktur.
Acı gerçek şu ki liderlerin de yaşamında kuram-eylem birliği yoktur, yani onlar bile düşünmeden davranırlar.
Acı gerçek şu ki insanlar, iyi veya kötü üzerinde düşünmüş olsalardı bile, o büyük kötülükleri yaparlardı.
Acı gerçek şu ki düşünmek varken yaşamak yoktur, yaşamak varken düşünmek yoktur.
Acı gerçek şu ki iyi-kötü irdelemesi yoktur veya geçerli değildir, geçerli olanı (veya öyle olduğunu düşündüğünü) uygularsın,  düşünmek veya düşünmemek seçimi veya seçimsizliği / eylemi vardır.
Acı gerçek şu ki Arendt, iyi-kötü ayrımı üzerine çok düşündü ama o ayrımı ne kuramda, ne de eylemde belirleyemedi. Ölümüne yakın, Nazi sempatizanı Heidegger’ine yine geri döndü. ‘Şeytani Kötülüğün Bayalığıl’ kitabında bazı gerçekleir gösterirken, bazılarını da göremedi, kendisinin Eşkenazlar’a karşıki ırkçı şeytani kötü yanını örneğin.
İyi-kötü ayrımı irdelemesi ve iyi-kötü ayrımında davranışlar, yerlerde ve zamanlarda çok değişir. Bir insan, bunların herhangi birini sergileyebilir. Önemli olan, sonucun hesabını kendine ve tarihe yazılı olarak kayıtlayabilmesidir.

(3 Ekim 2016)

Salı, Ekim 04, 2016

Sinema Oyuncağım

03.10.16, 11:55
Sinema Oyuncağım
Sonunda istediğim görüntüyü çekebileceğime ikna olduğum bir dijital video kameram oldu. Bir cep telefonu kamerası (Huvay) ama istediğimi elde edebildim.
Yazmayı tek tek cümle kurarak öğrendim.Sinemayı da öyle yapacağım.
Bunun en uygun yol olduğunu düşünüyorum. Tersini düşünen de çok. Bunlardan hemen başlarda başarılı olan % 1 gibi.
Vine video (6 saniye) ve klip (3 dakika) arasındaki, Hemingway, Feneon, Twitteratür seceneklerini de katarsak 5-10 seçeneğin hepsini deneyeceğim.
Naturalist belgesel stili ile başlıyorum. Her zamanki gibi.
İlk olarak içinde yaşadığımı odayı çektim. Bir görsel günce olarak. Oldu.
Şimdilik metinsiz gideceğim. Bir metni görsele dökmek hiç bilmediğim bir alan. Özellikle de belgeselde. Kurmacada insan ve öykü var hiç olmazsa.
Ancak, şu an yaşamının en parlak renkli oyuncağını almış olan bir çocuk gibiyim. İşlerim bitsin de, bir şeyler sinemalayabileyim diye kıpır kıpırım olduğum yerde.
Muazzam bir keyif.
Merhaba sinema.

İlk kez.

Leonardo di Caprio Başkan Adayı Olma Yolunda: Selden Önce Belgeseli

Oğul Bush’a karşı yitiren başkan adayı Al Gore, bir belgesel çekmiş, bununla bir Oskar almış, ardından bir Nobel ödülü almış ve ikisini de alan tek kişi olarak tarihe geçmişti. Seçimi satmasının karşılığı olarak. Bazı itiraz haklarını kullanmamıştı çünkü.
Politikaya atılan tüm Yanki Hollywood yıldızlar o da aynı yolda.
Leonardo’cuğumuz, çok dandik, suya tirit bir iklim belgeseli çekmiş. Gore’unki de öyleydi.
Film boyunca, omuz atıyor, gerdan kırıyor, racon kesiyor kameranın önünde. Başka bir numara yok.
Yani:
Kurt-artiz kocayınca, eşşeğin maskarası olmuyor, sinemanın maskarası oluyor.
120 yıllık belgesel tarihi yokmuş gibi davranamıyorsunuz.

(1 Ekim 2016)

Otoportrem: 30.09.16

2007 Ocak’ta ayağım burkulduğundaki otoportrem, yıkık ve yılgındı.
2007 Mayıs’ta Ankara’daki portrem, dalgın ve teslim olmuş idi.
Eylül 2016’daki otoportrem, olmuş, aşmış ve savaşçı. Yeneceğini hissediyor ve düşünüyor ki bu, benim 56 yıllık yaşamımdaki anımsadığım 53 yılda ilk kez gördüğüm ve onayladığım bir duygu.
Nedenleri şunlar:
Bir:
Hem global, hem yerel sistem çöktü.
İki:
Ben çıktım.
Tuhaf olan şey, hep bunun tersinin olmasıydı. Tabii anti-neo-liberal olarak, neo-liberal sisteme teslim olmayan birinin başına gelecek olan da buydu. Zaman beni ezip geçti. 42 yıl ve yol boyunca.
Gördünüz mü ananızınkini?, diye bakmıyorum.
Haa, böyle de olabiliyormuş yav, diye bakıyorum.
Ancak, şu önümdeki son 25 yılda neler becerebileceğimi, inanın ben de çok merak ediyorum.
Ancak, Homo Posterus yazılmış olacak, o kesin. O da başyapıtım olacak.
İşte o otoportrem, Homo Posterus’u başaran Odo gibi, Hari Seldon gibi bakıyor: Başardım ama  projenin dışındayım artık. (Hoş, tüm 42 yılım, beni içermeyen bir gelecek tasarlamakla geçti, ayrı konu.)
Ama hala çocuk, hala ergen, hala çok çok az genç, çok yetişkin, az orta yaşlı, epeyi yaşlı bakıyorum merceğe. Dolayısıyla, şizofreni harmanı.
Saçlarım uzun, kepekli, dağınık, kırlaşmış. Sakal desen, ak sakallı dede gibi.
Bunlar efekt yapıyor tabii ki: Derviş hesabı.
1 numara saçla ise, daha çok tetikçiye veya fedaiye benziyorum.
Çok yakında belki, bir neo-savaşçı (oto)portresi de çekerim, çizerim, vd.

(1 Ekim 2016)

Pazartesi, Ekim 03, 2016

Halk Referandumda Savaşa Evet Dedi

Hem de 52 yıldır savaşın içinde olan Kolombiya’da:
“Kolombiya hükümeti ile FARC arasındaki barış anlaşması referandumda reddedildi!
Kolombiya hükümeti ile FARC arasında imzalanıp halk oylamasına sunulan barış anlaşması, yüzde 50.24 oyla reddedildi.”
Yorumlar:
Savaş gerçekten istenebilir bir şey olabilir veya bazı dönemlerde bazı savaşlar, epeyi barıştan daha iyidir ve Dünya tarihi öyle bir döneme girdi.
Halk, ne istediğini bilmiyor.
Halk, savaştan para kazanıyor, burada kokadan.
Halk, devleti değil, gerillayı istiyor, bu da, gerilla-devlet düzeninin devlet-devlet düzeninden daha iyi olabileceğini imler, en azından bazı açılardan. Ki bu, IŞİD için de geçerlidir.
Halk, feleğini şaşırmış olabilir.
Bazı seçimler ve referandumların sonucunun nereye gideceği belli olmaz:
Sırbistan’daki mülteci referandumu (düşük katılımı) gibi, İngiltere’nin Brexit referandumu (İngiltere’nin sürpriz çıkışı) gibi, İsviçre’nin ömür boyu beleş maaş referandumu (ve hayır oyunun çok çıkması) gibi.
Yani:
Tarih çökerken, aynı zamanda belirsizliğe her zamankinden daha çok kayar. Seçimler muğlaklaşır ve kaypaklaşır.
O nedenle, 10 tarafın savaştığı, tüm tarafların birbirine ihanet ettiği ve bir türlü bitmeyen savaş gibi poliello oyunları ortaya çıkar.
Ki biz buna, kaos denkleminin kozmos denklemine galebe çalması diyoruz ama yüzde oranını kesin veremiyoruz. Yani, bu sonucu verebilecek, süreksiz birden çok yüzde oran tayfı / dağılımı var.
1 yıldaki bu 4 makro tarihsel olay, bize bunları düşündürdü.
Dipnot:
ABD başkanlık seçimine katılım % 50, adaylar % 50-50 oldu, 2000’den beridir. Bu da, bir ön-gösterge idi.
Bundan sonra seçimlere katılımlar, tüm ülkelerde düşecek, bir zamanların topraklarının savaş ve isyan nedeniyle (kelle korkusuna karşın) terkeden köylüler gibi.
(3 Ekim 2016)