Çarşamba, Kasım 30, 2011

‘Shrink’in İnternete Bağlanıp Malum Kalanı

Engin Geçtan, ‘Hayat’ adlı romanını şöyle bitirmiş:

“Bana göre, hayat bir dizi rastlantı ve bizim o rastlantılarla birlikte nasıl varolduğumuz ya da olmadığımız. Önce günaydın, sonra biraz haz, biraz acı, biraz aşk, biraz hayal kırıklığı, biraz sıcaklık, biraz yalnızlık, biraz boyun eğme, biraz başkaldırı ve ardından iyi geceler. Düş gücü ve tutkuları engellenmişler için ise hayat çocukken oynadığımız oyunların büyüyünce izin verilmeyen oyunsuzluğu. Bence hayat, burada saydıklarımla ve saymadıklarımla, tartışılması gerekmeyecek kadar sıradan ve yalın. İnsanlık tarihi boyunca onu karmaşık bir hale getirme yönünde öyle ustalaşmışız ki bazılarımız bununla ilgili bir şeyler söyleme ihtiyacını duyuyoruz; hayatın kendisinden çok, onu çözülmesi zor bir yumağa nasıl dönüştürdüğümüzü anlatabilme umuduyla.”

Yaş 70, iş çoktan bitmiş.

Bu adam, başkalarının zihnini düzeltmek gibi bir işi 50 yıl yapmış, hala da yetkili ve etkili:

Vah ki hastalarına vah.

Onun sandığının tersine: Yaşam, düşünen yaşam, öyle karmaşık bir süreç ki dolanmış yumak gibi çözemiyoruz.

Genelde ihtiyarların beyinlerinin yaşlanınca çözülmesini anlayışla karşılarım, çünkü yaşlanmadan önce de yaşlılığın ne olduğunu biliyordum, yaşlanmakta iken de ne olduğunu biliyorum.

Gelişim psikoloğu Piaget hesabı, insan 10’ar yıllık 7 dilimde gerçekten farklı insanlar oluyor. Gençken dahi olup, ortayaşında gerizekalının teki olanlar var ve tersi de var. bu durumda tek 1 yaşam bakınca, karman çorman bir yumak görüyorsunuz.

Artı, bizim gibi ülkelerde yaşayanlar, yaşama Taş Çağı evresinden başlayıp, yaşamı Uzay Çağı evresinde bitirince, yaşam iyice dolanıyor.

Artı, 1980 öncesi hızlı solcuyken, sonrasında liboşlaşanların darma dumanlığı var.

Bu nedenle, bu yaşlı adam katlanılmaz şeyler söylüyor.

Asıl sorun şu: Nüfusun onda birini teşkil eden üniversite mezunu ile milyonda birini teşkil eden tarihe birşeyler katmış olma arasındaki bireyler için herşey feci karman çorman. Örneğin, milyonların yaşamını kurtarabiliyorsun ama kendi yaşamını değil. Bundan büyük karmaşa olur mu?

Bir de böyle ‘bilmez, bilmediğini bilmez’ler çıkınca, insan iyice zıvanadan çıkıyor.

Bu adamı 25 yıldır bilirim. ‘Shrink’ işinden deve yüküyle para kazanmıştır. Sonra tahtaları gevşeyince, yani 5 yılda 1, 5 puan IQ kaybedince, beyninde kaybedecek fazla hazinesi olmadığından dolayı, kendini edebiyatçı sanmaya başlamıştır, çoğu eksik zekalı edebiyatçı gibi.

Sorun bu adamın örnek ve model teşkil etmesinde. Hümanist geçinirken, benden beter anti-hümanist olduğunu ve işler eylediğini pek kimse görmedi. Meslektaşları bilir ama meslekte omerta vardır.

Eline düşseydim, beni paspastan beter yapardı herhalde.

Kendimi paspas gibi hissettiğim bir günün kapanışında onu okumak beynimi bulandırdı.

Toplama Kampı Psikolojisi

Türkiye öyle bir duruma geldi ki artık sağ kalabilmek için, toplama kampı psikolojisi bile yeterli olmayacak:

Toplama kampı psikolojisine göre, ilk 7 öncelik sırasının 6’sı kişinin kendisine aittir. (Nedense) 4.’sü başka birine ayrılabilir.

Türkiye’de 7’sini de kendine ayırman gerekli.

Peki, bu sağ kalmaya yeterli mi?

Belki.

1929’u bilirim, 1939-1945’i bilirim, 2 atom bombasını bilirim, 3 darbeyi bilirim, 3 liberalizmi bilirim. Bu gelen şok dalgası, bu bildiklerimin hiçbirine benzemiyor.

Neye güveniyorum, biliyor musunuz?

Ben ölmeyi bilmem. Eğer varsa, sağ kalabilme şansımı buna bağlıyorum.

Dipnot: Toplama kamplarında ölmeyi istemeye, ‘Müslümanlaşmak’ denirmiş. (Bakınız Serol Teber, ‘Toplama Kampı Psikolojisi’) Yani, bu konuda da ateistim.

Pazartesi, Kasım 28, 2011

Biz Salak mıyız?

Evet. Hem de eksi zekalısından.

‘Time’ dergisi, ABD’ye ayrı kapak, AB’ye ayrı kapak yapıyormuş. Tahmin edileceği gibi, ABD’liler için kapak konusu olarak, ‘ultra-light’ konular seçiliyormuş.

“Dergiye yönelik eleştiriler ‘Time Amerikan okuyucu kitlesinin ağır konuları anlamayacağını mı düşünüyor?’ noktasında birleşiyor. Kimi Amerikalı ‘blogger’lar, ‘Biz salak mıyız?’ diye isyan ediyor.”

http://gundem.milliyet.com.tr/biz-salak-miyiz-/gundem/gundemdetay/28.11.2011/1468250/default.htm

Evet canım: Sırılsıklam salaksınız.

Öyle ki alışveriş yapacağım derken, AVM’nin girişinde yerde yatan ölü adamı atlayıp geçiyorsunuz.

http://www.huffingtonpost.com/2011/11/27/black-friday-target_n_1115372.html

Link olarak verilen ve şu anda ABD’nin en çok okunan haber sitesi olan Huffington Post sitesinde, 100 haberden / başlıktan 1’i – 2’si ABD ile ilgili olmayan konular hakkında ki Türkiye bile bu düzeyde değil.

Başkanlık seçiminin heyecanını 1 yıl önceden başlatıp, aday adaylarının Yıldırım-Tayyip kırması davranışlarını 32 puntodan verenler de onlar. Yine, seks suçlamaları uçuşuyor ortalıkta. Bizdeki sınıf başkanı seçimleri bile daha ciddi olur.

Salaklık sorun değil: Osmanlı da salaktı, Çin de. Gücüne güvenen tüm ülkelerin halkları içedönükleşir, narsisisitleşir. Ancak yenilgi geldiği zaman anlamazlar ve aval aval tirihi seyrederler. Şimdi yenilgi sırası ABD’de.

Ne AB krizinin kendilerine yansıması, ne Arap Baharı / BOP çöküşü, ne giderek artan nükleer savaş riski gündemde yok. Noel alışverişi var gündemde / puntolarda: Ekonomi canlanacakmış.

Hayır, canlanmaz.

Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: ABD’nin borçlarını parçalanmış topraklarının selefleri, 100-200 yıl boyunca ödeyecek. Biz, ilki 1854’te başlayan Osmanlı borcunu 1954’te bitirdik (ve bizden ayrılan diğer ülkeler de borç üstlendi), Almanya 1918 borcunu 2010’da bitirdi, İngiltere 1945 borcunu bitiremedi, tersine daha çok arttırdı. ABD içinse, 50-100 trilyon dolar borçtan söz ediyoruz.

Daha da komiği var: Bu para sanal olduğu için, keriz silkeleme operasyonu uygulayan ve paçayı sıyırtan 10-100 CEO dışında, o paranın hayrını kimse görmeyecek.

Yani:

Salağız, salaksınız, salaklar.

Yuh Artık

Bizdeki eksi zekalılar ve eksi bilgililer bitmiş gibi, Avrupa’dan yenilerini ithalata başladık.

‘Avrupa Sosyalistleri Partisi’ kongresi liderler oturumunda Norveçli sosyal demokrat şunu demiş:

“... sosyal demokrasinin ılımlı İslam’la uyumlu hale

getirilmesi...”

http://haber.gazetevatan.com/kilicdaroglu-akpyi-oven-norvecli-bakanla-tartisti/413592/30/Dunya

Kafası emme basma tulumba kadar çalışmayan Müslümanlar’a ılımlı İslam’ın olamayacağını ve laiklere de laikliğin Türkiye’ye yetmediğini 50 yıldır anlatamadık.

Bir de başımıza bunlar çıktı.

FKÖ ve PKK mensupları, zamanında solculuk oynamışlardı, şimdi hem faşistlik, hem de engizitörlük oynuyorlar.

Bu örnekler varken, hangi ılımlı İslam?

Şeriat ya vardır, ya yoktur. Azıcık hamile olunamayacağı gibi, azıcık şeriatçı da olunamaz.

Fas, Tunus, Libya, Mısır diktatörlükten mi kurtuldu, parayı Batı’ya yedirmeyenlerden mi? Şimdiki yönetimler ılımlı İslam kanadında mı, ‘katl-i tiz vaciptir’ kanadından mı?

Gülerim gülerim, en çok Marx’ın anarşistleri sosyalist enternasyonalden kovup, onu bu şavalaklara devretmesine gülerim: Afyon niyetine din kes halklara, damardan olsun.

Cuma, Kasım 25, 2011

Suyundan da Koy

Oohh oh.

Sıfır sorundan, 3 komşuyla savaş aşamasına geçtikten sonra, komşu olmadıklarımızı da savaş adayı yaptık.

“Rusya, Türkiye’de kurulmasına karar verilen füze kalkanına tepki gösterdi.”

http://dunya.milliyet.com.tr/rusya-fuze-kalkanini-hedef-aldi-/dunya/dunyadetay/23.11.2011/1466497/default.htm

Üstelik, bu sorun yeni de değil, 10 yıllık. Biz yalnızca sorun yokmuş gibi davrandık.

Yunanistan ile Kıbrıs nedeniyle, Bulgaristan ile soydaşlarımız nedeniyle zaten daha önceden kapışmışlığımız var.

Soğuk Savaş döneminden de beter duruma girdik.

NATO bizi koruyabilir mi?

Hayır. (Korumaz da zaten.)

İsrail’in veya İran’ın füzeleri Ankara’yı bulamayabilir ama Rusya’nınkiler, hem Ankara’yı , hem de İstanbul’u bulur. Hoş, böylelikle Türkiye, artık sonuna kadar hak ettiği, Yeryüzü’nden Cengiz Han işi tam silinmek durumuna vasıl olabilir: Resmen aranıyor duruma geldi.

Daha da komiği, tüm bunları yaparken, yaranmak için debelendiğimiz ABD de, bizi bugün uyardı: İran ile fazla yakınmışız.

Meali şu:

BOP için sizi yeterince kullandık, artık sifonu çekebilirz.

Tarihin kuburuna hoşgeldiniz.

Oohh oh, şuyundan da buyundan da kooyy koy.

Dipnot: Bu ülkeden ve onun 75 milyonluk halkından gerçekten nefret ediyorum ama doğmamışlar böyle bir geleceği hak etmedi. Yazık ki ne yazık: Alt tarafı, 5 yıldız yerine, 7 yıldızlık lüks maddiyat için, maneviyatçı geçinenler tarafından, 1 ülkenin 90 yıllık cumhuriyeti ve 100 yıllık geleceği çöpe atıldı.

Çarşamba, Kasım 23, 2011

Bilimsel Devrimlerin Yapısı 5

2010-2050 arasında gerçekleşecek bilimsel devrimler, hem bilimi tam bilim yapacak, hem de onu öte-bilim yapacak. İkisinin vektör yönleri farklı. Yani tam bilimden sonraki adım, bilim-öte değil, daha çok bilimsel çöküş olacağa benzer.

Tam bilim aynı zamanda, şu anda felsefenin ‘sorulmamış sorular sorma’ işlevini yerine getirememesi gibi bir durumda kalacağa benzer. Zaten, bilim-ötenin onun yönünde olmamasının bir nedeni de budur.

Burada sorun bilim dilidir.

Bilim dillerinden en çok matematikte sorun var. 350 yıldır yeni bir matematik alt-dalı ve yeni dili icat edilemedi.

Yanısıra, kimyanın ve fiziğin temel denklemleri, yeniden ve farklı bir dille formüle edilse gerek ki en büyük sorun burada.

Örnekleyelim:

Bir: Fizik: E = m x c2. Burada, Einstein’ın Newton’un denkleminde v’nin yerine, c’yi denklemlemesi gibi, basit bir parametre değiştirme gerek ama x, y, z, t’yi 10 değişkene dönüştürecek ara denklemlere ilişkin hiçbir ipucumuz yok elimizde. Bu tam bilime yönelik bir denklemleme yolu.

İki: Kimya: P x V = R x n x T. Buradaki R, farklı elektron dış bulutsu kümelerinin birbirini itme (veya başka etkileşimlerde bulunma) kuantum kimyası söylemi / paradigması yer değiştirmesi gerekiyor ama buna ilişkin de hiçbir ipucu şimdilik görünmüyor ortalıkta. Ancak, ısının tümüyle çekirdek fiziğiyle (elektron-elektron itimi ve elektron-proton çekimiyle) ilgili bir söylem olması durumu ortaya çıkıyor. Bu öte-bilime yönelik bir denklemleme yolu.

Görüldüğü gibi, söylemsel bir açıkuçluluk var ortada. Bu özgürlük de getiriyor ama yerine yenisi konana kadar bilimsel çöküş geleceği için de, bilim-geriye dönüşü de imliyor.

Burara sorun, bilim bilim-geriye çökmesin diye, elimizdeki paradigmanın düşünce özgürlüksüzlüğüne sığınıp sığınmayacağımızda. Kişisel seçimim, bilimsel çöküş riski olsa da, yeni bilim arayışı yönünde. Dünya’da ise, elde olanın tutulması yönünde muhafazakar bir bilimci kümesi egemen.

O nedenle 2010-2050 arasında, az bilimsel devrim, çok ‘gereksiz bilimci kavgaları’ sözkonusu olacağa benzer.

Dipnot: Bu metnin geçerlilik sıkı örüntülülüğü 6/10’dur. Bu onu, yönü öte-bilim söylemli bir metin ve aynı zamanda yönü belirsiz bir metin kılar.

Pazartesi, Kasım 21, 2011

3. Cumhuriyet'in Sorunları

Türkiye Cumhuriyeti tarihçesi tuhaflıklarla dolu bir ülke. O nedenle, henüz 2. Cumhuriyet kurulmamışken, 3. Cumhuriyet’in sorunlarını tartışmak da, bu tuhaflıklara bir katkı olsun.

Aslına bakılırsa, 3 adam, 3 darbe ve 3 liberalizm, 1. Cumhuriyet’i toplamda 9 kez bitirmiş durumda. Bu durumda, 2. Cumhuriyet’in çoktan kurulmuş olması gerekirdi. Ancak, nasıl ki Osmanlı’nın bitişine Cumhuriyet döneminde bile intikal edemeyen çoktuysa, 3. Cumhuriyet döneminde bile, 1. Cumhuriyet’in bittiğine intikal edemeyen çok olacak.

Asıl sorun tarihsel intikalsizliklerde:

Marksist devrim 1789’da olacağına, 1917’de ve 1949’da olunca, geç kalmış oldu.

Bizim Cumhuriyet de, Tanzimat’ta (1839’da) olacağına, 1923’te olunca, geç kalmış oldu.

Geçelim parametrelere:

Bugünkü anlamıyla, parlamenter demokrasiye dayalı cumhuriyetlerin bazı varsayımları mevcut:

Güçler ayrılığı:

Yasama, yürütme ve yargı ayrılığının yeni bir biçimde yorumlanması mümkün. Milletvekilleri, bakanlar ve yargıçlar ayrı ayrı seçilebilir. Hiçbiri, emekli olsa bile, diğeri olamaz.

Cumhurbaşkanlığı-başkanlık:

Bu mevki tümüyle ortadan kaldırılabilir veya ‘en az 20 kitap yazmış olmak’ gibi, yeni niteliklilik önkoşulları uygulanabilir.

Temsili, kozmopolit, katılımcı demokrasi:

Batılılar, bizim gibi kendilerini kandırmayı pek sevmedikleri için, şu anki durumuyla demokrasinin işlerliğinin pek kalmadığını (belki de hiç olmadığını), dolayısıyla tüm halkın yönetime bir biçimde dahil olmasının (ya da edilmesinin) yeni yollarının aranıp bulunması, yoksalar da, icat edilmesi gibi seçenekler peşindeler. Bizde de, hiç olmazsa tüm seçmenlerin yaşamsal kategorileri (emekli, öğrenci, özürlü gibi) nezdinde kurulmuş veya ilkelerini ona göre ayarlamış partiler aracılığıyla temsil edilebilmeleri yolu denenebilir. Bizde, Kürtçü parti sözde yasak, ortalık ve geçmiş Kürtçü parti dolu. Demek ki daha reel politik deneyimler gerekiyor.

Kültürel mod çelişkileri:

72 milyonluk Türkiye, 18’erden 4 moda bölünmüş durumda: Göçer, tarım, sanayi, internet. Bunlar birbiriyle arakesiti olmayan ve birbirine yaşam hakkı tanımayan modlar. Zaten dünya da, bunu ikili veya üçlü olarak yaşıyor. Tüm bunların dışında kalan 7’de 1,5 milyarlık bir kitle, globalistler tarafından yeryüzünden silinmeye uğraşılıyor. 3. Cumhuriyet’in anti-globalist olması zorunlu, çünkü G-7 kaynaklı globalizmde, ‘Türkiye Cumhuriyeti’ adlı ülke haritadan silinmiş durumda.

En temel sorun:

Henüz doğmamış, var olmamış, tasarlanmamış olana yaşam hakkı. Çocuklarımız bizim malımız değil. Gelecek de bizim malımız değil. 12.000 yıldır yediğimiz tüm herzeler ertesinde, insan türü yok olma aşamasında. Nükleer tehdidin gevşemesi bizi aldatmasın, artık herkes ona ulaşabilir duruma geldi.

Tamam, uzaya gidenler kurtuldu ve yepyeni bir ütopya denediler. Ya, geriye kalanlar ne olacak? 12 milyarda duracak ve belki yüzlerce yıl o düzeyde kalacak global popülasyon için, yaşanabilir bir gelecek ve hacim yaratmak durumundayız.

Örneğin, bugüne bakarsak, aslında bilgi toplumu bireylerine yaşama hakkı bu toplumda yok. Standart biyografiler, yaşamının 30 yılını öğrenmeye ayıracak kognitif-informatik kişilere herhangi bir olanak sunmuyor, sunmadığı gibi onları ölümüne cezalandırıyor.

Görüldüğü gibi, bazı sorunlara ortaya çıkmadan bakmanın, halk sağlığı ve epidemiyoloji gibi yararları var, sorunları oluşmadan önleyebiliyorsunuz.

2. Cumhuriyet, henüz yaratılmadan yaşama şansını yitirdi. Tarihte böyle ironik durumlar olmuştur. Sonuçta, Aboricinler’in veya Yanomamöler’in de bir anlamları yok, onlar da kültürlerini sürdürme şansını yitirdi.

Hain bir sürprizle, bize aslında gerekenin 4. Cumhuriyet olduğunu belirterek, ufkumuzu bugünde bırakalım.

Bilimsel Devrimlerin Yapısı 4

Paradigma: Maddeden yapılma hiçbirşey ışık hızından hızlı yol alamaz.

Bu paradigmayı Einstein 1905’te kurdu. 100 yılı aşkın bir süre paradigma öylecene durdu. Bilimcileri yanına bile yaklaştırmadılar.

Oysa ki 1980’lerdeki Şişme Dönemi paradigmasıyla, proto-radyasyon olsa bile, Evren’in saniyenin 10 üzeri 30’da 1’i filan kadar (tam hesaplanan 10 üzeri eksi 36 saniyeden 10 üzeri eksi 33-32 saniyeye kadar) bir sürede 10 üzeri 78 katına genişlediğini öngörülmüştü. Bu da onun yarıçapını, Evren’in yaşı kadar olan 13,5 milyar ışık yılından daha genişe, 78-98 milyar ışık yılına genişletti. Bu durumda, oralardan bize görüntü ulaşmaması gerek ama bilimciler ulaştığını açıklıyor.

Ondan önce faz içi hızın ışık hızından hızlı olabildiği görülmüştü.

Yine de bilimciler paradigmanın yanına bile yaklaşamadılar.

En sonunda, CERN deneylerinde nötrinoların ışık hızından hızlı yol aldığı gözlendi.

http://gundem.milliyet.com.tr/notrinolar-isiktan-bile-hizli-/gundem/gundemdetay/23.09.2011/1442032/default.htm

Buradaki paradigmatik sorun şu:

Denklemle hesaplanmış bir paradigma, birçok gözleme karşın orada öylecene bırakıldı. Çünkü onu Einstein Usta söylemişti. Tıpkı mantıkta Aristo’nun ve geometride Euclid’in 2.000 küsur yıl boyunca yaptı(rıldı)ğı gibi.

Oysa, daha denklem önesürüldüğünde sorun vardı.

Kaluza 4 boyuttan fazlasını öngörüyordu. Bunu Einstein’a yazdı ama Einstein uzun süre o bilgiyi hasıraltı etti, tıpkı Freud gibi. Ana akımda hala Görelik Kuramı’na 4’ten çok boyut sokulmamıştır.

Gelelim ışık dalgasına parçacığına (fotona):

Işık 2 farklı düzlemde salınan dalgaların bileşimidir. Sorun şu ki bir dalga ilerlediği görünen yönde değil, ondan farklı bir açıda devinir. Bir dalga paketçiğinden oluştuğu kabul edilen tanecik de, bu durumda gerçekte yer değiştiriyor mudur, ayrıca nasıl / hangi yönde değiştiriyordur, gibi yanıtsız 2 soru ile karşılaşılır. Bu sorular hala yanıtsız. Usta’ya / Hoca’na sorunca azar işitiyorsun, deneyimle biliniyor.

Gelelim şu ana:

Işık hızı paradigmasının aşıldığı paradigmasının dünyanın tüm ders kitaplarına girmesi epeyi süre alcak. Küsurlu türev tamlı türev zamanında icat edildi ama hala analiz / kalkulus kitaplarında yok.

Bu toplam durumda, bilim devrimlerin oluşumu ve kabulü, ne Kuhn’un, ne de Feyerabend’ın tezlerine göre yürüyor: Her zamanki milyonda bir azınlık devrimi öngörüyor, uzun zamandan sonra yapıyor, daha da uzun zamandan sonra önce bilim kilisesine, sonra sıradan insanlara kabul ettiriyor.

Ya da bilimsel devrim 2.000 küsur yıl gerçekleşmiyor. Dünya’nın yuvarlaklığı ve çevresinin hesaplanması gibi.

Dipnot. ‘Bilimsel Devrimler’ metinler dizisinin ilk 5-10 metninde, geçmişte ve şimdide karşılaşılan somut durumlar irdelenecek. Ardından konunun gelecekbilimine geçilecek ve epistemolojik faşizmi engellemenin yolları irdelenecek.

Cuma, Kasım 18, 2011

4. Kuşak Savaş

2000’lerde 4. kuşak savaş egemen oldu.

2002 yılında dünyanın 30 ülkesi 37 silahlı çatışmada yer aldı ki bu o zamanki global nüfusun üçte birini kapsıyordu.

  1. kuşak savaş, tümüyle düzen üzerine kuruluydu.

  1. kuşak savaş, yıpratma ve üstün ateş gücüyle kazanılırdı.

  1. kuşak savaş, taktik değişiklikler ile kuvvetlerin yerinden oynatılmasına dayanıyordu.

  1. kuşak devlet dışı savaş demek oldu. Taraflar, zayıf biçimde örgütlenmiş, birbirinden ayrımları çok az belirleyici olan gruplardan oluşuyor. Bu düşmanların yerini belirlemek ve onlarla savaşmak çok güç.

İronik olan durum, bu yeni ve en son savaş türünün, Einstein’in balta ile yaplacağını söylediği savaş türü olması ama o bir stratejist veya savaşçı olmadığı için gerisini getiremedi:

Bu savaş türü, IRA’nınki gibi 150 yıl sürebiliyor ki tarihteki en uzun savaş bile, o da aralıklarla ancak 90 yıl sürdü (İngiltere-Fransa).

Hutu-Tutsi çatışmasında olduğu gibi, öldürülen maktullerin cesetleri, salgın hastalık yaratıp, kazanan savaşçıları da gömebiliyor: Bilmeden biyolojik savaş.

Göğüs göğüse yakın savaş ve pala gibi, en ilkel savaş araçlarına geri dönüş var. Bunun antitezi olan, ABD yüksek teknolojili askersiz savaş türünün 2 kere Irak’ta ve 1 kere Afganistan’da kaybettiğini ve bu sayede oralarda proto-feodal kültürel moda geri dönüldüğünü de anımsatalım.

Espri şu ki bunun böyle olacağını 10 yıldır söylüyorum. Yani bu durumu, 11 Eylül 2001 kritik savaşı yarattı: Silahsız savaş türünün doğuşu, yani en ilkel savaştan da öncesine dönüş: Birbirinin gırtlağını ısırma.

(PKK’nin burada nereye konduğunu şu anda yazsam, Silivri yoğurdu olurum. O açımlamayı pas geçiyoruz.)

Bu arada geçmisel retrospektifle şerh: Sun Tzu, bu 4 kuşağın etiketlendiği Clausewitz türü (1. kuşak) savaştan çok önce, düzensiz savaşın ve savaş hilelerinin en az savaş stratejileri denli işlevsel olduğunu 2.500 yıl önce belirtmiştir.

2001 aynı zamanda, ABD-AB düşmanlığını ve onların kendi aralarındaki savaşı başka topraklara taşımak niyetinde olduğunu gösterdi. Küçük savaşların öne çıkmasının bir nedeni bu. Örneğin., 1980’lerde Orta Amerika’daki savaşlarda, ana kuvvetler CIA ve MI5’ten başka, Mossad’dan FKÖ’ne dek, birçok Ortadoğu savaş kurumu, konuya lojistik ve stratejik olarak katkıda bulundu. Bir tür model sınaması yaptılar yani.

ABD’nin uzay mekiği projesinin fecaatine 30 küsur yılda ayıp, üstüne bir de NASA’yı fiilen tasfiyesi gibi, inanılmaz eksik zekalıca ve eksi bilgilice bir yanlışlar silsilesini, ABD’nin askersiz / yüksek teknolojili savaş türü de bu süreç sırasında aynen yaşadı.

AB daha feci durumda: Aynı TC gibi savaşmayı unutmuş durumdalar ve acilen savaşmayı biliyor olmaları gerekli. Yoksa, millet elini kollunu sallaya sallaya, atom bombasını kraliçenin koynunda patlatacak.

Tüm bunlar 5.-n. kuşak(çık) savaş stratejilerini yaratmayı ve gelecekbilimsel olarak irdelemeyi gerektiriyor.

O da, başka bir metnin konusu olacak.

(13 Kasım 2011)