Çarşamba, Şubat 28, 2018

Oya Baydar, Murat Sevinç, Reha Ülkü


Oya Baydar, benim için son 20 yılda kurgulanmış bir proje köşe yazarı. Bunlardan hanım olarak 20 tane falan biliyorum. Geliyorlar gidiyorlar. Bazıları 1-2 tur daha geliyor ve gidiyor yeniden. Sonunda hep gidiyorlar, projeli olsun olmasın, tüm köşe yazarları gidicidir zaten. Moda olan, demode olur zaten. Güncelden tarihi genelleyemeyen Cüneyt (Arcayürek) Bey tarihi olur zaten.
Kendisi, liberal demokrat denilen türden. Kürtperver olan türden.
Kendisini insan olarak çok infialle karşılarım. Ulagay ileki ortak anı-söyleşilerinde, bizzat kendisinin yarattığını anlattığı bir olay ertesinde, bir kız çocuğunun psişik çöküşünü ve o kız çocuğunun 20 küsur yıl sonraki ve şimdiki durumlarını bilen biri olarak böyle yaparım. Süreç, rezil rüsva bir şey. Baydar da bunu ödemedi, manen yani.
Benim için, bunu yapabilen biri, öz çocuğunu bırakıp Moskova’ya da gider (ki bunu yaptığını da da anlatıyor), insani hiçbirşeye de uyamaz.
İnsani olmayanın politik yanı da, böyle melokomik oluyor işte.
Kürt gerillaların öldürdüğü Kürt sivillerini ve çocuklarını yazamıyor işte.
Dezenformasyoncu oluyor işte.
Proje yazar oluyor işte.
Bir kenara atılıyor işte.
Kendisi hakkında şunları yazdım bir yerde:
“Eksik bilgi: 2010 oylamasındaki HSYK düzenlemeleri, AKP uyanmadan, (Fetö değil, en azından o momentte değil) Fethullah tayfası tarafından oralara sokuldu. 2013 Aralık da bunun nerelere varacağını ortaya çıkardı. Sonra, hala az bilinen bir biçimde, yine o oylama zamanında Fethullah-Tayyip kopması da başladı. Oya ve Aydın, Abant Toplantıları üzerinden, birer Fethullah projesi durumunda idi o zaman, Zaman'da yazan epeyi eski solcu da dahildi buna.
Artı, T24 ve Taraf politik çizgi zigzagları, yamalı bohçanın parçalarının bazılarının aykırı yönlere gittiğini de imledi.
Bugün Oya'nın oryantal rakkaseliklerinin açmazı, Fehim Taştekin ve Aydın Selcen üzerinden yürütülen yoğun Kürt taraftarlığının, referandum ertesiki melokomik açmazlarında, Oya'nın bu konuda takılıp kalması, anne şefkatinden başka hiçbirşey yazamazlığı ile kilitlendi.
Yani, Oya yakında emekli edilir veya edildi belki. Bir ara Oya ve Aydın kızağa alınmıştı zaten.
Yani, bu türden borazanların susmaları ve hönkürmeleri, hem sufle, hem de kişisel hezeyanları ile ilintili. Çıkar gidişleri ile ilintili.
Not: 2010'da geçersiz oy kullandım. Mahallenin AKP'li muhtarı bunu sandık üzerinden izleyebildi. O günden beridir İstanbul ikametim silinmiş durumda. Bence, 'yetmez ama evet' veya boykottan daha anlamlı politik bir çizgi bu. Sokaktaki politik aktif için daha çok yer ve zaman kalıyor oy için enerji tüketmemek.”
Not:
Bu metin dizisi, Murat Sevinç’in Baydar hakkındaki metni hakkında ve üzerinden yazıldı.
Onun dediklerini yorumlama gereği duymuyoruz. Eksik bilgileri nedeniyle. Tarihin tüm 50 yıllık perspektifini göremeyecek kadar genç biriymiş kendisi. O nedenle onu pas geçtik. Ancak, referans da onun yazısı.
(28 Şubat 2018)

Distopyaların Melokomikleşmesi


Diktatörlerin parodileşmesi böyle bir şey. Trump böyle bir şey.
Bu, yinelenen trajedilerin komedileşmesi tanımıyla daha önce de bilinen bir şeydi.
Bu, bilimkurguda Vonnegut’vari absürd komedi veya groteskleştirilmiş şiddet ile de ifade edilmişti.
En başa dönersek:
Ütopya, bir cennet midir veya bir dram mıdır?
Distopya, bir cehennem midir veya bir trajedi midir?
Bunların durum saptamaları da göreli, yanıtlar da göreli.
En basitinden şu:
Herhangi bir yerzamanın hegemon popüler kültürüne göre, diyelim nüfusun % 10’u için ütopya olan bir şey, en az % 10’u için de distopyadır ve tersi de.
Buradaki gibi, % 80 içinse, ne ütopya, ne de distopya vardır veya olamaz ve bizce asıl trajedi de budur: Ölümcül ayırtsızlık, cennete veya cehenneme karşı bile, tektanrılı durumlarda bile. Artı bu, bugünlerdeki fiili Allah – Tanrı / Yehova korkusuzluğuyla da / aldırışsızlığıyla da çakışır.
İlk uzay devleti Asgardia 2015’te kuruldu. 2017’de uzay krallığı oldu. Uzayda bir krallık: İşte bu, melokomik kılınmış bir distopyadır.
Tarihsel göreli çöküş dönemlerinde bu türden olaylar daha çok görülür:
Bir önceki kültürel mod tanım veri tabanı silinirken, yenisi de henüz kurulamadığı için, beyazlar ve siyahlar, ütopyalar ve distopyalar birbirine karışır. Ya da, tez antitezi kılınır, yalnızca fiilen ama. Fikren ise, zaten tezin antitezliği, Doğu diyalektiğinde baştan tanımlıdır.
Bu arada asıl trajedi, AB’nin şu anki momenti gibi, bilimsiz – sanatsız / düşünsüz nolektik durumudur. Not: Nolektik, aslında 0’ın da bir sayı olması üzerinden, poliyalektiğe dahil bir tanımdır genel panoramada.
Bu da, ütopyanın ve distopyanın ortadan kalktığı, nolektik bir durumu imler.
Buradan çıkacak sonuç da şu olur:
Nasıl ki çöküş dönemlerinde, devletlerin sayısı artarken güçleri azalıyorsa; yine aynı çöküş dönemlerinde ütopyaların ve distopyaların sayısı artarken, tanım içleri boşalır ve güçsüzleşir.
Asgardia da, böylesi bir boş-tanımlı ütopyamsı oldu.
Dipnot:
İkircikli ütopya ile boş-tanımlı ütopyamsı, kimi zaman birbirinden ayırdedilemeyecek kadar birbirine benzeyebilir:
Le Guin’in taoist anarşist ikircikli ütopyası ile Delaney’nin anarşist seksist ikircikli ütopyası, birbirine çok yakın durur ama birbirine karşıttır.
Le Guin’in taoist anarşist ikircikli ütopyası ile yine Le Guin’in ‘daima eve dönüş’çü matriyarkal faşizmi de yanyana ve içiçe durur, hatta onda bunlar mozaik genetik ikizdir.
Buradan çıkacak tek sonuç, işin kategorik geometrisinin fraktal olduğudur. Malumunuz, fraktalın fraktal sınırları, yine göreli tanımlı olarak çizilir, yani o sınırları, konturları ve tonlamaları değiştirebilirsiniz kolayca. Veya sizin denetiminiz olmadan onlar kayabilir kendiliğinden tarih ve kültür içinde.
(28 Şubat 2018)

Zan’atçılar Cumhurbaşkanına Moral Vermeye gitmişler


O da, onlara ulüfe verecek herhalde.
Çingene’yi kral yapmışlar, babasını astırmış.
Yıldız Kenter’i devlet sanatçısı yapmışlar, gitmiş, 60’ından sonra çırılçıplak soyunup, üstüne bir de poz vermiş.
Hülya Koçyiğit’i akil kadın yapmışlar, gitmiş, hapiste 400 gazeteci ve 4 bin üniversite öğrencisi varken, Türkiye’de özgürlüğün bol bol bulunduğunu belirtmiş.
O zan’atçıların cumhurbaşkanıyla çektirdiği, mutluluğun resmi bu mu lan Abidin?, fotoğrafında hepsi şişiniyor, geriniyor.
Tıpkı, La Fontaine fablındaki, öküz olmak isteyen kurbağa gibi, şişinmekten patlamak üzereler.
Padişah cüceliğinin hazzıyla egoları şişmiş.
Gölgeleri uzun ama insanlıkları kısa: Hem de çok kısa.
(27 Şubat 2018)

CHP Sol-Sağ 1-2


Ecevit’i asla ve kata ne ortanın solu, ne de sosyal demokrat bir lider olarak kabul etmedim. Dolayısıyla, onun 1970’lerin sonundaki liderliği sırasındaki CHP’nin sol bir parti olduğunu da hiç kabul etmedim. TC’de mecliste sol kabul edilebilecek tek parti, TİP idi, 1965-1971 arasında.
İşte, belli ki taa o dönemden kalan bir tüzük maddesi değiştirilecekmiş:
“CHP tüzüğünün 'Kuruluş ve İlkeler' bölümünde değişiklik yapılacak. Mevcut tüzükte 'çağdaş demokratik sol bir siyasal parti' olarak tarif edilen CHP'nin 'sosyal demokrat parti' olarak tarif edilmesi planlanıyor.”
Bu türden demokratik sol, sosyal demokrat, demokratik sosyalist, halkçı sol, şu bu tanımlar, hep uyduruk kaydırık şeyler.
Batı için de böyle.
Ne demek Hristiyan demokrat?
Papa’sı ve engizisyonu olan katolikliğin, söylem savsaklamak için Hristiyan olarak parti adında sıfat niyetine kullanılmasının anlamı nedir?
Papa hala hemen her AB ülkesinden zorla para alıyor mu?
Alıyor.
Ya Hristiyan demokrat partili Almanya’dan?
Evet: Yılda 9-10 milyar avro olarak hem de.
Öyleyse, hangi laiklik, hangi demokratlık?
Hangi şu, hangi bu?
Dönelim CHP’ye:
O tüzüklerde, solun veya sosyal demokratın tanımı belli mi?
Hayır.
Birileri de kendine, liberal demokrat, müslüman demokrat, muhafazakar demokrat, muhafazakar liberal, gak guk, bir şeyler diyor.
Siyasetçe değil mi?
Uydur uydur söyle.
Daha açıkseçik konuşalım:
Baykal’ın Erdoğan’ı seçtirdiği 2003’ten beridir CHP, eğer orta 0, faşist veya engizitör olma 10 ise, sağa doğru en az 4-5 puanda demektir.
Ha, şimdi 5’i de geçmeye karar vermiş demektir. Ki zaten İhsanoğlu ile o yolu bir kere daha geçmişti.
İronik olan şu:
Siyasi partiler, genel politik duruma, kafasına taş düştükten 3 saat sonra ahlayan kuçu Rin Tin Tin gibidir. Seçmen sağa kaydıkça veya sağa kayıyor diye, onlar da pozisyon ayarlıyorlar yalnızca. Ancak, artık seçmen yavaş yavaş sola doğru da kayacak veya kaymaya başladı, en azından AB’de: % 20 uç sağ var ama % 20 de uç sol artık oralarda.
Nasıl ki CHP, 1960’lar yerine, 1970’lerde global konjonktüre intikal ettiyse, önümüzdeki 10 yılda da sola doğru intikal edecektir ve / ama yine çok gecikmiş olarak.
1960’ların TİP’inin oluşum süreçlerini, 2020’lerde bir kez daha tahmin etmiyoruz. Onun yerine, boş yere kitlesel patlamalar ile epey süre harcanacak. O da bir şerh olsun.
(27Şubat 2018)

Muzaffer Buyrukçu’nun Beyhude Aşkları


Batan 1. Cumhuriyet’te yalnızca kadınlar değil, erkekler de beyhude ve nafile aşklar yaşamış.
Şerh:
Beyhude ve nafile olmayan aşk var mıdır?, ayrı konu.
Buyrukçu gitmiş, kendinden çok genç bir kıza aşık olmuş. Olay, bildiğimiz minibüsçünün liseli aşkı durumuna indirgenmiş.
Yetmemiş, bunları o 8 ciltlik güncesine kaydedip, yayınlamış.
Not:
Buyrukçu’nun, Nesin’in, Yıldız’ın ve Dinamo’nun çocuklarıyla aralarının şekerrenk oluşu, ilginç bir not. Yani, her türden aile yaşamının alaturka yazarlar için pek yürümediği gibi bir durum var ortada.
(27 Şubat 2018)

Sevgi Yenen’in Beyhude ve Nafile Aşkları ve Yaşamı


Öncelikle Yenen, Soysal değil.
Yenen, anne tarafından Alman kökenli.
Her 2’si de Alman kökenli olan Feyerabend ve Handke’nin her 2’sinin de annesi intihar eder ve ölür. Her ikisi de şöyle der:
Sonunda.
Sonunda. Sözcük bu.
Alaturka Lili Marlene’lerimiz, Yenen için bu sözcüğü kullanacaklarına, abidik gubidik ağıtlar düzmeyi bir halt sayarlar, 40 küsur yıldır. Oysa Yenen’i gömenler, biraz da onlardır.
Yenen’in yaşamını ve eserlerini, yine bir alman kadın, zayıf politik veya apolitik bulur.
Çünkü:
Alman kadınlarında, önceden Rosa Luxemburg vardır, Hannah Arendt vardır, sonradan da Ulrike Meinhof vardır. Birinci ve üçüncü savaş/ım alanında ölmüştür. Arendt ise, Musevi aforozu yiyebilecek bir Musevi eleştirisi ve özeleştirisi yapmış bir Musevi’dir aynı zamanda.
Bizimkilerse melodram takılır hep.
Yaşam ve politik mücadele bölümü böyle.
Eserlerine söz söylemiyoruz: Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu ve Tante Rosa hala severek okuduğumuz kitaplardır.
Aşklarına söz söylüyoruz ama:
Özdemir Nutku ile şahsen tanıştım. Parodi gibi adamdı. Hasbel kader tiyatrocu / kuramcı olmuştu. Erkek olarak tipi de parodi gibi.
Mümtaz Soysal ise, parodi-ötesi oldu. Bir insan herşeyi bu kadar yalan yanlış anlayarak abartabilirdi.
Başar Sabuncu yaşam ufkuma hiç izdüşmedi.
Bu 3 erkek, Yenen’in ünlü aşkları.
Ne yazık ki bula bula bunları bulmuş.
Erkek olarak, yazar olarak, entelektüel olarak, Yenen’den de beyhude ve nafile tipler. Hani, 1. Cumhuriyet’in köküne benzin dökecek veya dinamit koyacak kadar sakar ve beceriksiz tipler.
Tamam, olabilen oydu, bulunabilen buydu ama bunlarla da parodi bile olamıyor aşklar, melokomik oluyor. Mümtaz Soysal’ı aşıktan çok, morg bekçisi rolünde izleyebiliriz sahnede örneğin.
Eğer, Yenen’in aykları bu kadar deşifre olmasaydı, kitaplarda anlatılmasaydı, bu konuya bu kadar derinine girmezdik ama sonuçta bunun yapılması, çıbanın deşilmesi gerekli.
Aşkı alaturka, marazi, sentimental faşist olan birinin, eserleri de dejenerasyona kayar, hep kaydı da zaten.
İşin en ilginci, acısı, tuhafı; Batan 1. Cumhuriyet’in Malları, 1971’den 1980’a cömbür cemaat birlikte yol aldılar ama hep mazlum görümünde. Kimsenin aklına da, lan bunlarda zerrece beyin yok muydu da, hiç ayamadılar duruma?, demek gelmiyor, 47 yıl sonra bile hala.
O nedenle bizimi tezimiz şu:
Bir yazar çıkıp da ortalığa aşık olduğunu söylemese gerekir. Oturup yazar ayrı konu.
Yenen gibi yapınca, kendisi de Lili Marlene / Maria Braun olmuş oluyor ya da Tante Rosa. Luxemburg, Arendt, Meinhof değil.
Bunu notlamak istedik.
Dipnot:
Batıda ötanazi geleneği var. Atay’ın, Yenen’in (Duygu ve Sevgi olarak duble olarak), ölümüne hasta olmadan önceki veya sonraki süneçte, ötanazi ve intihar hakkındaki bilgilerini ve düşüncelerini hiç bilmiyoruz.
Aşklar kayıtlı ama bunlar değil nedense.
(27 Şubat 2018)

İşitsel Halüsinatif Rüya


27.02.17, 04:00.
İşitsel Halüsinatif Rüya
Ceylan Ertem söyledi.
Enstrüman, elektrosaz ile elektrogitar arasında gidip geldi.
Türkünün ne olduğu belliydi ama uyanınca hemen unuttum.
Çok canlıydı. Sanki dışarıdan geliyor gibiydi ama onun böyle bir parçası olmadığını kesinkes biliyorum. Rüyada yeni parçasının bu olduğunu düşündüm zaten.
Uyanınca da, gerçek yaşamda o parçayı dinlemeyi bekledim ama olmadı. Arada böyle olur.
Çok canlıydı.
Rüyayı yeni gördüm. Çok iyi anımsıyorum.

Tao ve Ma


İkisi aynı şey gibi görünüyor, daha doğrusu aynı şey olması gerek gibi görünüyor ama değil.
Ve ben buna 32 yılda ayabildim.
Nüansa yani.
Sonucun kaotik distürbansına yani.
Tao, eksik varlığı tanımlamaz, yalnızca mantıksal açıdan eksi varlıklı artı varlığın bir bütün olduğunu varsayabilir veya önesürebilr.
İşte bu noktada hata yapmış oldum:
Tao 1976 Mülksüzler ile Butoh / Ma 1976 momentini eşlenik saydım veya sandım.
Mülksüzler ve Le Guin bana poliyalektiği 1990’da tasarlattı.
Ancak, 1986’da Doğusal / sentetik diyalektik tanımlıydı benim için ve Lao Tzu / taoizm üzerinden ama fikir var ve ifade yok idi.
Şimdi farklara bakalım:
Eksi varlık bir süreç ve bu, tao’nun sürecinden daha aşkın bir şey ve bir yol. Evet, ma, tao’dan daha tao bir şey.
Bir trans-tao, bir post-tao, bir meta-tao.
Homo Posterus 2001-2020 sürecine bakarsak, ma bunun için tao’dan daha taşıyıcı, eksodus, iletici bir şey tao’dan.
Çünkü aynı ma, Japonlar’ın 2000 gibi, artık mazlum değil, emperyalist olduğunu dürüstçe Japon entellektüellerine de söyletebildi.
Ayrılma, kendi kültürel kimliğinden de ayrılmayı içeriyor yani.
Bu açıdan, tao galiba tam ayrılıcı değil, daha çok yola bağlanıcı gibi.
Evet, tao yoldan ayrılmıyor, sorun da bu imiş.
Ma, varlık ve hiçliği aşıp, eksi varlık olabilmişken, onu da terkediyor.
Bu durumda tao n, ma N adım demek.
İşin tuhafı, ben bunları tanımlamadan da, tao’yu değil, ma’yı ve butoh’yu kullanarak eksodus yaptım / yapmışım.
Onun için hep, epistemik oryentasyonumun ve idsel kognisyonumun benim için ana yönlendirici olduğunu belirtirim.
Kavramlar beni taşıdı ama taşıyamayabilirlerdi.
Bu durumda ma+1 ve ma+n tasarlama zamanı demektir.
Son 25 yıl için sonunda bir tao görebildim:
Benden önce var olmayan ve eksi varlıktan söküp aldığım bir eksodus olacak bu.
Yaşlılığın ölüme giden, en korkak ve en cesur yolu.
O nedenle düşmanını küçümsemeyeceksin, o nedenle düşmanından öğreneceksin.
Teşekkür ve saygı düşman.
Gelecek tao’suna ve ma’sına devam.
Şimdilik yani.
(26 Şubat 2018)

Salı, Şubat 27, 2018

Anekdot / Aforizma: Sevgi Soysal, Halit Kıvanç, Ümit Kıvanç


Sevgi Soysal ve Halit Kıvanç, 1960’ların sonunda TRT’de birlikte çalışmış. 1971 gelmiş. Bir gün ikisi karşılaşmış, Soysal selam vermiş, Kıvanç kafayı çevirmiş.
Kıvaçn, Orhan Bora gibi, kokmaz bulaşmaz eski tip sunuculardan. Biraz da maç anlatıcısı. Koyunun değil, tavuğun olmadığı yerde, Abdurrahman Çelebi olmuş.
Ümit, onun oğlu. Feci solcu. Hesapça öyle yani. Aslen öyle değil yani. Tam Ankara kurağı gövde ve beyin yani.
Sevgi’ye selam vermeyen, bundan korkan Halit, o oğlu 50 yıldır sineye çekiyor.
İronik.
(26Şubat 2018)

Paralı Asker veya Devlet Kurucu Terörist


Bu, 2001 ertesiki bir moment.
Bir haber:
“İlk olarak 2015'te Ukrayna'da ortaya çıkan Wagner Grubu’nu, Rusya uzmanı Dr. Has ve Bechev anlattı. Bu savaşçı gruplar kamuflaj kıyafetlerini giyiyor ama asla Rus bayrağı ya da ordudan olduklarını gösteren bir sembol taşımıyorlardı. Uzmanlara göre grup 3 bin kişiden oluşuyor. Ele geçirdikleri petrol sahalarının gelirinin 4'te 1'ini alıyorlar.”
Bu türden marjinal savaşçılar hep kayıtlı:
SSCB’nin vahşi kadın savaşçıları, Osmanlı’nın delileri, ABD’nin Pasifik’teki Japon melezi askerleri, Almanlar’ın cezalılar taburu, Fransa’da Almanlar’a karşı ilk sürülen ve anında dağılan benzeri birlik.
Bunlar, zekat keçisinin zekat keçisi tipler.
Ancak, bunların bir bölümü konuyu aşıyor:
Wagner topluluğu gibi.
Bir de bunlara karşı antitezi olarak, ABD’yi vurmamak için ABD’den para alan ve devlet kurma niyetli ama kuramayan FKÖ ve devlet kurmaya niyetli ve kurmuş Hasan Sabbah / Alamut grubu var tarihte kayıtlı.
Yani, bu türden marjinal savaşçılar hep var ama tarihsel momentlerde özel fenomenler oluşturuyorlar.
Çakal Carlos’un da 1970 momentiyle terörden 20 milyon dolar kazanan biri olduğunu hesaba katarsak, bu tuhaf bir gelenek olarak kayda geçmiş demektir.
Asıl öykü:
“Putin’in gizli askerleri, sahneye önce Ukrayna ve Kırım’da çıktı. Ayrılıkçı grupların yanında savaşan ve önceleri nereden geldiği sadece tahmin edilen bu savaşçı gruplar kamuflaj kıyafetlerini giyiyor ama asla Rus bayrağı ya da ordudan olduklarını gösteren bir sembol taşımıyorlardı. Çatışmalar ilerledikçe, dünya kamuoyu bu savaşçıların aslında Rus askeri olduğundan emin oldu, ancak Kremlin her defasında bunu reddetti.
Rusya, Suriye savaşında sahada ağırlığını artırmaya karar verince, paralı askerler bir kez daha ortaya çıktı. Batı basınındaki iddialara göre aralarında Wagner’in de olduğu pek çok Rus şirket -ki hatta birinin merkezi Hong Kong’daydı- ülkeye savaşçı gönderdi. Son olarak Deyrizor’daki çatışmadan sonra gözler üzerine çevrildi. Rus, hatta ABD’li yetkililer, “paralı asker” lafını ağzına dahi almadı. Ancak, önce Amerikan basını, sonra da Kremlin yanlısı yayın kuruluşları, ölen savaşçılardan “Wagner güçleri” olarak bahsetti. Ukrayna’daki ayrılıkçı grupların başındaki eski Rus Albay Igor Strelkov da sosyal medya hesabından “Bölgede Wagner’in 2 birliği vardı, birinci birlik tamamen yok oldu, ikincisi de paramparça...” açıklamasını yaptı.”
Tümüyle bir ‘Vahşi Kazlar’ romanı öyküsü.
Sorun, Putin gibi profesyonel bir stratejistin bunu tercihi.
Ancak Putin, Apo’yu Moskova’da tutma hatasını da yapabildi.
Yani, bu güçler maşa ama çok sıcak maşa, el yakmaktan çoğunu yapabilirler, yaptılar da.
Çok basit:
Eğer bu güçler bugünkü Suriye’de devlet / beylik kurmaya kalksalar, IŞİD’den daha çok dayanırlar, yeter ki kamufle olabilsinler. Sarıkafalılık bunun için ofsayt bir nitelik tabii ki.
Burada 2 panorama var:
Bir: Savaş AŞ ÇÜŞ’ü.
İki: Gayrınizami savaşın da gayrınizami savaşı, yani gayrınizami-n savaş.
Eğer işin içine mafyözleri de soksak, ortaya ‘Predators’ filmi çıkacak neredeyse.
O nedenle savaş, yinelene yinelene acıklılığını yitirip komedi olmuş bir trajedidir.
Ve artı o nedenle savaş simülasyonu ve filmi, gerçek savaşlardan daha çok uygulanabilir savaş tasarımı içerir.
(26 Şubat 2018)

Oğuz Atay ve Sevgi Soysal Notları


30 küsur yıllık soru kipi:
Acaba, Atay ve Soysal bir çift olabilir miydi?
Yoksa Atay, yine Sevgi ileyken sevgisiz mi kalırdı?
Ve Soysal, onu da mı bırakırdı / terkederdi?
Hem güzel soru, hem de gerçek yaşamdaki bilgi kaydı yok, bunun notlanması gerekti. Diğer bir deyişle, Soysal’ın olmuş erkeklerini biliyoruz ama olabilirdi ve olmadı erkeklerini bilmiyoruz.
Devam:
Soysal’ın biyografisinin adı, ‘Tanısaydım, Aşık Olurdum’. Herhalde, ben de 1984’te tanısaydım, ona aşık olurdum ama en geç 2004’te öyle değildi.
Artı not:
1984’te onun kızı sandığım ve ona çok benzediği için bir gençkıza aşık oldum.
Devam:
Ancak, Atay ile arkadaş olamazdım. Bana aşırı hissi ve kasnak gelirdi. Taa en başından beridir hem de. Çünkü onu tam okumaya başladığımda, Tanpınar’ın kıtıpilliği üzerinden beyhudelik ve nafilelik konusunu çalışmış ve öğrenmiştim. Atay tam da öyle biri.
Üstelik, Atay da Soysal da, yani biyografileri (ama eserleri tam değil), beyhude ve nafile öyküler olarak kayda geçmiş.
Yine de, onların hakkını ezmemek gerek. 1930-1940 doğumlu idiler. Erken Cumhuriyet çocuğu idiler. Eh, Batan Cumhuriyet’in Malları idiler de.
Onların zamanının ruhunun mayası bu kadar tutabildi ancak. Daha çoğu mümkündü tabii ki ama ortalama-normal de buydu. O denli batırmadılar olayı yani. Olayı asıl batıranlar, Osmanlı artığı olanlar idi.
Burada bir not:
Soysal’ın adam yerine koyduğu Attila İlhan’ın ona 1980 darbesini haber vermesi ve o olaydan 20 yıl sonra o çizgiye gelmesi acaip.
Artı, yine Soysal’ın adam yerine koyup, eserini vasiyet ettiği Özdemir İnce’nin İlhan’dan beter düzen işbirlikçisi olması da acaip.
İzleklerini bilmiyorum. Ne zaman zıbıttılar bilemem.
Bildiğim, İlhan’ın ve İnce’nin hiç okuma gündemime girmediği ama Soysal ve Atay’ın hala okuma gündemimde olduğu. Sezar’ın hakkı Sezar’a, mahalle futbolunun hakkı miskete.
Atay ve Soysal, bugün hala okunuyor.
Kaç yıl daha böyle gider acaba?
(25 Şubat 2018)

Neden Meclisteki 5 Parti de Savaş İstiyor veya Onu Onaylıyor?


Öncelikle bu, Dünya’nın genel durumu: 3. Dünya Savaşı yerine 3. Dünya Savaşçıkları olarak, göçmen ve AB nüfusu çatışmasının faşizmi, cihad x haçlı seferi üzerinden engizisyon, tarihin 1920’ler türü yinelenmesi ve artı genel global politik absürdleşmesinin (Trump gibi) diktatör parodileri yaratması, artı Fransa örneğinde olduğu üzere, cüzdanı sağdayken vicdanı sağda olanların, cüzdanı sola kayınca vicdanının sağa kaymasının itelediği bir tür diktatörlük eğilimi / arzusu (ki bu Macron’u ve AfD’yi yarattı) birleşimi bir durum bu.
Türkiye de, 1983 ertesinde girdiği neo-liberal oyundaki ekonomi denizinin (tüketim olanağının) bitmişliğinin ve artı 1,5 trilyon dolar borcun ve artı 10 yıldan öteye ittirilen AKP uzatmalı iktidarının birleşik katkısıyla bundan payını aldı. Penguen kapağındaki espride olduğu gibi, Erdoğan’ın Baykal’ı ve CHP’yi biraz daha sağa, biraz daha sağa ittirmesiyle, 2011 seçimlerinden beridir, meclisteki tüm partiler sağcı oldu çıktı, hem şeriatçıya yakın dinci, hem de uca varan milliyetçi olarak.
1968’in 50 yıl ertesinde, Dünya bu kadar sağa kadar geldi. Bir süre sonra yeniden sola salınır. Burada kesin bir süre tahmini veya kehaneti yapmak sözkonusu değil. Yalnızca, şu an savaş herkesin işine geliyor, o kesin. Savaşa karşı durmak da, seçmen yitirme ve meclise girememe cesareti gerektiriyor, o da bizim partililerde yok.
Bizim kısa sonul çıkarımcık olarak buradan hareketle söyleyebileceğimiz şey, 2019’da CHP başa geçse bile, ne başkanlıktaki / yarı diktatörlükteki, ne de savaş genel koşullarındaki gidişatta herhangi bir ana yön kayması olmayacağı ve olamayacağı yönünde.
O nedenle de, en az 3-4 yıl tam siper saklanmak gerekli. Eğer sağ kalabilirsek, 2. Cumhuriyet’i yine biz 1968’li ve 1978’li tekne kazıntıları kuracağız. Yurtdışına kaçan kaçtı ve kurtuldu çoktan zaten.
(25 Şubat 2018)

Referanslı Eleştiri Nasıl Yapılır?


Öncelikle, lise 1 kompozisyon dersinde yazıldığında, 5/10 alabilecek bir bütünlükte kompozisyon yazabilmek gerekir.
Devamında:
Askeri: 1945 sonrası savaşlar tarihi bilinecek.
Siyasi: 1789 kralcı x kral karşıtı (sonra tutum ve yer değiştiren), 1889 muhafazakar x işçi parti, 1989 neo-liberal x anti-neo-liberal olarak sağ x sol tarihi bilinecek.
İktisadi: 1929 ertesiki global ekonomik tarih bilinecek. Özellikle de, iflas eden devletler tarihi.
TC: 3 adam, 3 darbe, 3 liberalizm tarihi bilinecek.
Dünya: Dünya Sistemi ve tarih atlası bilinecek. Tarihsel çöküş denilen şey akla girecek.
Bunlar referanslanacak. Tayyip hakkındaki herhangi bir metin, üçüncü alaturka liberal dalga referanslanmadan ve adreslenmeden anlamsız oluyor.
Tüm Dünya’nın neden toptan faşizme, engizisyona, diktatörlüğe, savaşçıklara gittiği açımlanacak.
Bu şematik, düşünce atlası, vd olmadan, havada kalan parçalar yazıktırılır.
5-10 bin parçada yapıldığını gördüğüm de o zaten:
Birbiriyle hiçbir ilintisi olmayan parçacık metinler dizilimi.
Konu hemen dağıtılıyor.
Espri diye ergen düzeyinden aşağıda seyrediliyor.
Referans olarak, global gazeteciler değil, AFL’li diye nedense Cimi gösteriliyor.
60-70 yaşındaki insanlar, sanki okumamış, hiç yaşamamış gibi şeyler yazıyorlar hep.
Referans Dünya, kapalı devre AFL cemaati değil.
15 yıldır aynı sonsöz:
Sürekli yazmayan biri, bu forum köşelerinde abuksamasın boşuna.
(25 Şubat 2018)

Dene-Yanıl veya Deneme-Yanılma: That’s the Question


Ön-negasyon:
Beckett’vari bir, ‘gene denedim, gene yanıldım ama daha yanıldım’ teranesini tutmayanlardanız ve yutmayanlardanız. Çünkü bu terane ile yeni denemenin yitiriciliği baştan kabul ediliyor ve ettiriliyor.
Alaturkada / bizde ise:
Tezer Özlü; Almanca yazmayı, genç erkeği, delirmeyi denedi ve yanıldı. Kanserden erken öldü.
Ceteris paribus niyetine: Erkek kardeşi Demir Özlü, sürgünde depresyona girdi. Burada yanılan, güneş görmeyen Ortadoğu güneşi genleriydi.
Sevgi Yenen, 3 yazar kocayı denedi ve yanıldı. Kanserden erken öldü.
Ceteris paribus niyetine: Sevgi’nin küçük kızkardeşi Duygu, tek kocayı denedi veya denemedi yani ve yanıldı. Kanserden erken öldü.
Leyla Erbil, 3 yazar erkeği denemedi ve yanıldı. Uzun yaşadı.
Adalet Ağaoğlu 0 yazar erkeği denemedi ve yanıldı. Uzun yaşadı.
Son ikisi, tam ot gibi yaşadı birer kadın olarak. Son biri, hala sağ.
Tüm bunları, 1936 doğumlu ve üniversite terk Sevgi Yenen’i, ilkokul mezunu fiili ümmi annemle dene-yanıl için karşılaştırmak için yazdım.
Annem de, 18’inde kocayı seçti. Aynı yıl, 18’inde çocuk yaptı. 38’inde delirdi. Denemedi ve yanıldı yani.
24 eğitimli ve onun oğlu kendimi düşündüm:
Hep özgür aşk yaşadım. Hiç nikah kıymadım. 20 kadın bana koyarak geldi ve yine koşarak gitti. Bu yanılma mı idi, ona emin değilim.
Ama özgürlüğü becerdim, özgür aşkı da.
Özgürlüğün cılkını çıkarıp, kapıda bilet kestiren hanımlar da, er veya geç kuyruğu indirip, çoluk çocuk sahibi oldular. Bazıları, fizyolojik olarak treni kaçırdı yalnızca, geç kaldılar yani.
Yine de, 1960 kuşağından en yakından tanıdığım 100 kadından 2’si ve erkeklerden 6’sı çocuk yapmadı hiç. Bu, bizim kuşağımız için kesin bir rekor.
Demek ki bu konudaki dene-yanıl veya deneme-yanılma açmazı, bir biçimde bu yoldan aşılabiliyormuş ya da aşılması denenebiliyormuş.
Hala sağım.
Nokta.
(25 Şubat 2018)

Türk Edebiyatı’nda Aşkı Abartanlar


Refik Erduran, bilmem kaçıncı kez olarak bir hanımla evlendi. Sonra ondan boşandı. Sonra, onun kendisinden önceki kocasından olan kızıyla evlendi. 70 yaşında çocuk sahibi oldu.
Yaman Koray, son evliliğini 50’sinden sonra yapıp, 70’inde son çocuğuna sahip oldu.
Yusuf Atılgan, 60’ında çocuk sahibi oldu.
Tomris Uyar; şair Ülkü Tamer ile evlendi, Cemal Süreya ile birlikte oldu, şair Turgut Uyar ile evlendi. Edip Cansever ise, ezeli ebedi aşık kaldı.
Sevgi Soysal; yazar Özdemir Nutku ile evlendi, yazar Başar Sabuncu ile evlendi, yazar Mümtaz Soysal ile evlendi. Sonuncusu, edebi yazar değildi. Tuhafı, birincisinden doğan çocuğuna, ikincisi babalık etti. O çocuğun öyküsünün sonu hala bilinmiyor.
Leyla Erbil aynı anda; yazar Sadun Tanju, yazar Sait Faik, yazar Ahmed Arif ve yazar olmayan ilk kocası ile erkek olarak muhatap oldu. (Bakınız: Mektup Aşkları.) Birinci ve üçüncü ile yazıştı. İkinciyi gömdüğü söylenir. En sağlam at olarak seçtiği dördüncüden de boşanmış.
Abdülhak Hamid, 60’ında Lüsyen Hanım ile evlendi. 70’inde onu başkasıyla evlendirdi. Gerdek gecesi kapısının altından beddua etti. Kaynak: Yakup Kadri Karaosmanoğlu.
Ahmed Haşim, ölürayak hemşiresiyle evlendi.
Genel bakış: 1923-1978 arasındaki 55 yıl için, 55-110 yazar dersek, bunların % 10’unun aşkı abarttığını söyleyebiliriz.
Bildiğimiz epeyi eşcinsel erkek yazar var, onu yazamıyoruz. Cinsel tercihlerini saklayan epeyi yazarımız olduğunu yazabiliyoruz.
Temiz aile kadını yazarları, asıl abartılı aşk/lı/sız örnek sayıyoruz, onu yazabiliyoruz.
Yazar ilişkilerinin sorunlu ama ortalama ilişkilerden daha sorunlu olması geremeyen ama daha çok göze batan olduğunu yazabiliyoruz.
Evliliğin o dönemde kaçınılmaz bulunduğunu yazabiliyoruz.
Hiç evlenmemiş erkek yazarların durumunun göze battığını yazabiliyoruz.
(25 Şubat 2018)

Pazartesi, Şubat 26, 2018

Bahadır Baruter’in TC Cumhurbaşkanları Çizimi



Erdoğan olmadığına göre, Ağustos 2014 öncesine ait bir çizim bu.
Evren hiç olmamış, oturanlardan soldan dördüncü.
En acımasızı ise Gül olmuş, daha çok Creepy dergisindeki Poe öyküsü çizimi gibi olmuş.
Gövde oranlarının tutmadığı kanısındayım, Gül epeyi uzundur çünkü.
Genel olarak ise:
Baruter, soyut-karikatür veya benim yaptığım grafikonlar tarzında baktığımda, sevdiğim çizimlere sahip. Öznel olarak görsel ağız tadıma yakındı onlar. Ama bu değil.
Sonuçta ticarileşti de. Resim sergisi açtı. Katalog yaptı, demek ki resim de sattı.
Grafik sanatlar, benim deyimimle / terimimle çizin, Dünya’da bile hakkı verilmeyen bir sanat lezzeti.
İllüstrasyon, poster, afiş, hep hep reklam için yapılagelen şeyler.
Graphis türü dergiler de, bu çizgiyi belki 50 yıl korudu ve taşıdı.
Oysa, bu türden disiplinlerarası veya çokdisiplinli çizimler önemli. Gönüllü yapılması, sanatçısal t/özü yansıtması önemli.
Hep Baruter’in dans koreografisi çizinlerinin nasıl bir şey olacağını hayal edegelirim. Duygudurumları veren soyut karikatürleri vardı, hatta adları da belli duygudurumlar idi onların. Bunları da dergilerde yayınlardı zamanında.
Ancak bunlar, onu alıp ötelere taşıyamadı hiç.
Woodward gibi bir çizgiromancının Oblivion için yaptığı çizgifilm gibi bir örnek hiç üretemedi hiç kimse, ne Baruter, ne de başkası (Amentü Gemisi’nin ilkel bile sayamıyoruz). Türk karikatüristler değişik sanatsal alanlarda başıboş gezmeyi sevseler de, o kadar özgür olamadıkları için, tasarımları hep kıt kalagelmiş.
Bahadır’ın bu cumhurbaşkanı panoraması da öyle. Bedri Koraman ve Mesut Yavuz gibi 40-50 yıllık bir politik portreleme geleneği varken ve bunların örnekleri Baruter’in zaman / mesai menzili içindeyken, sonucun bu olabilmesi, kopya bile çekememişsin, otur eksi bir, demeyi gerektiriyor.
Ancak biz, Baruter’in kastettiğimizi becerebileceği savındayız hala: Yapabilir ama yapmayı düşünemiyor.
Yalnızca, o tür örneklerin satmayacağını düşündüğü için dene-yanıl tarzı çizmenin peşine düşmemiştir.
Çünkü artık, her tür sanat ve popüler kültür ürün, maddi / manevi olarak satar / satmaz çizgisi içinde irdeleniyor.
Baruter de, nitelikli işin değil, satmanın peşinde gibi görünüyor.
(27 Şubat 2018)

Pazar, Şubat 25, 2018

Eksi Varlık Tanımlarım


En sonki en başta:
14-41 yaş arasıki kendi-değil, erkek, insan-değil, 58 yaş itibarıyla; kendi, erkek-değil, insan bakışımına geçti gibi ama ne dirimsel, ne de zihinsel erkekliğimden vazgeçmek gibi, en küçük bir eğilimim yok. O nedenle, kendi varlığıma aykırı davranacağım. Erkekliğimi bıraktığım an, kadınlar beni öldürürler çünkü: Yani, bir biçimde bu yaştan sonra onları yöneteceğim.
Yeniden başa dönelim:
Afektif-donatif x kognitif karşıtlığım.
Ek: Bu, en başlarda genel bir davranışsızlık, sıfır davranışlılık, katastrof kuramının sabit sayılı sıfırıncı durumu gibi örnekler demek oldu.
İd-süperego başaşağılım.
Çokparçalılık / çokkişilikçiklilik ile normal insansal bütün-kişi karşıtlığım. Biri, parça sayısı sonsuza giden ama toplamın sabit bir dizi olarak, 40 yılda falan ikincisine limitlendi değer olarak. Ki bu yeniden insan olmak demek de oldu.
Standart biyografiye karşıki astandart nekrografim.
Ek: Burada çok sayıda farklı ölme ve epsilon sayıda yenide doğma biçimlerini literatüre ekleme önemli.
İç x dış yolculuk poliyalektiklerim.
Ek 1: Burada, tao’dan çok, ma sözkonusu ve benim ikisinin farkını 1986’da yazmış olmam gerekirdi ama 2018 itibarıyla bunu hala yaz-a-mamış durumdayım.
Ek 2: İç yolculuk, bana Batı’dan çok Batılı olma olanağı verdi, çünkü reel bir Batılı dış yolculukla Doğu’ya giderken batılılığını yitirdi. Ancak bense, olduğum yerde kalarak, bilim, sanat, düşün Batılı’sı oldum. Ancak, 2001-2010 arasında bir noktada Doğu-Batı geçici veya kalıcı olarak ayırtsızlandı ve bu da bildiğimiz cihad x haçlı seferi diyalektiği üzerinden işletildi.
Geçmişbilimde de, gelecekbilimde de eksi varlık durumum. Bu; bir tür zamandışılık, şizofrenlik, zamanı durdurma ve bölünmez anlar içinde yitme demek.
Ek 1: Bu bana tarih ve fütüroloji sentezini ilk ve en iyi yapan insan bilimci olma olanağı sağladı yan ürün olarak.
Ek 2: Ancak son 2-3 yıldır kesin emin olabilsem de, bu tuhaf zaman yapım, bana zamanı, yani geleceği bükme ve geleceği yaratma olanağı verdi. Şerh: Benim umacağım gelecek beni içermedi. Bu geleceği yarattım ama beni içersemeyebilir ve yalnızca mantığımla böyle yaptım, hissimle değil.
İşte, son cümledeki his benim eksi varlığım:
Ancak ve ancak, konmuş koşullar nedeniyle, eldeki varlıkları negasyonlayarak ve simetrikleyerek efor gösterebilme ama bu da, kavram kayması yarattı.
Gerçek eksi varlık, vardığım menzilde, ne ma, ne de kendiminkisi.
Ancak, Homo Posterus’un 2001-2020 koşullarında bir eksi varlık kategorisi olduğu kesin. Yani, benim reel eksi varlığım şimdilik o.
Ek: Burada bilimkurgu-gelecekbilim ve kurmarca-gerçek sentezleri ve praksisleri alıntılamaları ve yaratıları olmasaydı, bunları dilegetiremezdim, çünkü konu hala bilimkurgu söylem düzleminde bir yerlerde. Sonuçta, ikircikli taoist anarşizm bir bilimkurgu kavramı, gelecekbilim kavramı değil hala, 40 küsur yıl sonra bile öyle.
Tüm bunları, eksi varlık üzerinden veya değil, reel yaşama ve kültüre izdüşürdükçe, ölmeden önce, sanırım bazı izlekler çizebilmiş olacağım. Bu da benim asıl reel mirasım olacak. Hatta Post-Homo Posterus olarak bile hesaba dahil burada, çünkü ben buradan bakınca, onun da ardını görebiliyorum. En azından özdek-değil, canlı-değil, zeka-değil ve artı -öte, -öte, -öte olarak.
Nokta. Es.
(25 Şubat 2018)

Görerek İktidar, Görülerek İktidar


Bir kitabın başlığı ‘Görmenin İktidarı’ ama ‘Görülmenin İktidarı’ konusu kitapta yok.
Görülmenin iktidarı, en güzel John Berger’in ‘Görme Biçimleri’ kitabında sunulur ilk kez.
Ancak o hatalı olarak, bunun faturasını patriyarkal kültüre çıkarır, oysa fatura matriyarkal kültüre çıkarılmalıdır.
Açıkseçik sav:
Kadınlar görülme olayını bir iktidar aracı olarak kullanır ve bunun erkeklerle ilintisi yoktur, çünkü kadınlar en çok birbirlerine görünerek birbirleri üzerinde iktidar kurmayı denerler ve çook ironik olarak, bunu en çirkin imajlar üzerinden yaparlar.
Kadın çantalırın çirkinliği, çağdaş kadın imajının sürekli hegemon olduğu son 50 yılki Batı ve Doğu toplumlarında aynı rezalet çirkinlikte 50 yıl ısrar gibi, acaibin acaibi bir fenomen silsilesi durumunda.
Zaten bizim tezimiz de, kadınların aslen çirkin oldukları, birbirlerine oldukları gibi, yani çirkin görünmekte beis görmedikleri, bibirleri üzerinde çirkinlikleri ile iktidar kurdukları, yani en çirkinin en muktedir olduğu gibi bir panorama bütünü.
Ki bunu Ömer Seyfettin ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu, annlerin ve kızkardeşlerin, oğullarını ve abilerine mahalllenin en çirkin, en aptal, en cahil kızını zevce olarak neden, nasıl seçtiğini yana yakıla anlatırlar, hem de 100 küsur yıl önceki 3 İstanbul 1915 koşulları için geçerli olarak.
Burada önemli olan şey, kadının cici kız imajını terkedip, yelloz kadın varlığına bürünmesidir. O narin kırılıp dökülmeler birden cırlak bir hönkürdemeye kayar. 1 saniye bile sürmez bu.
Bizce bu kümesteki tavukların birbirini gagalamasının antropomorfik karşılığıdır. Çinliler ‘bela’ sözcüğünü, ‘aynı çatı altında 2 kadın’ (anne ve eş olarak) piktogramı ile boşuna dilegetirmedi bilmem kaç bin yıl önce.
Burada, bunun böyle olmasından çok, bunun böyle olmasının erkekler tarafından inkarı önemli. Kadınlar, birbirleriyle kalınca veya kadınlar gününde bunu kendi aralarında açıkça ifade edip, iktidarlarını savunurlar zaten.
Buna aldırdığımız yok. Bizi için faşizm veya engizisyon ne kadar olumsuzsa, bu da o kadar olumsuz ama onlar ne kadar olağansa, bu da o kadar olağan, çünkü bu istatiksel bir asimptot, yani toplum yapısı varacağı yere çoktan varıd ve zaten bu olgu, tüm kültürel modlarda mevcut, üstelik hem Doğu’da, hem de Batı’da tez-antitez ikilisi olarak.
Kendi hesabıma, benim gibi külyutmaz birini bile, 20 dişi olarak, en az 40 yıl kandırabilmelerini ancak takdir ediyorum. Bunun faturasının yarıdan çoğu bana yazar şazdı da zaten, yazıyor da zaten, 5 yıldır ayrı olduğun kadının çirkinliğinin sana hala dayatılmasının zulmü olarak.
Ek açıklama.
İşte bu, benim alaturka Lili Marlene açılımım.
Kafka’yı bu konuda kaale almam. Ancak Fassbinder’i alırım, onu solladığım 1995’ten 23 yıl sonra bile hala ciddiye alıyorum üstelik.
Ancak olay, kadına kırbaçla gitmek değil. Onların bu acaip matriyarkal faşizmlerinin panzehirlerini açımlama sorunu bambaşka bir konu ve onu da ayrıca çalışmak gerekli.
Ben kadını bilgiyle ve zekayla gittim, gidiyorum, gideceğmi.
Yanılırım, kazanırım. Fark noke.
Bu erkek olarak kadınlara karşı tao’mdur.
(25 Şubat 2018)

Ümit Kıvanç’ın Suriye 24.02.18 Panoraması


Bu metin, benim için birkaç açıdan şaşırtıcı oldu:
Bir: Kıvanç, bu bilgilere nasıl sahip olmuş? Son birkaç yılda konuyu içeriden yazan Aydın Selcen ve Fehim Taştekin, bunu böyle hiç yazmadı.
İki: Onun TC’yi değillemek için yazdığı metin, savaş taktiği açısından TC’yi haklı çıkarıyor. Bunu görmemiş mi?
Üç: Beni haklı çıkaran panorama ise şu: Eğer, gerçekten bu kabileler gerçekten oradaysa, bu savaş birkaç yüz yıl daha sürer. Örneğin, sözkonusu edilenlerin bir bölümü 3 bin yıldır savaşan halklar olan Orta Asyalılar. Dün şamanlık için, bugün şeriat için, aynı takıntıyla savaşabilen halklar, sözkonusu edilenler.
Dört: ABD ve Rusya, bu bilgilerin ne kadarına sahip acaba? Eğer bu bilgiler geçerliyse, ayvayı koçanıyla yediler demektir. En basitinden o kalıcı sanılan üsler, bu halklar tarafından habire vurulur ve olay aynen Afganistan kilidine döner.
Beş:
Bizim 2001 momentli silahsız savaşımız, olmuş sana 2018 momentli tam imhasal, topyekun, amaçsız- anlamsız-nedensiz savaş. Bu, Hasan Sabbah döngüsünü veya Cengiz Han dalgasını aşan yıkım gücünde bir girdap.
Dönelim başa ve bakalım Kıvanç neler demiş:
“Aileleriyle birlikte on bin kişiyi bulan nüfuslarıyla Uygurlar, her şeylerini satıp savıp, terk edip, kimisi TC yardımıyla Suriye’ye gelmiş, buraya yerleşmiş bir kitle. Ankara ile ilişkileri hep dostça oldu; ne var ki, bildiğiniz El-Kaide’ci ve Taliban’cı bu insanlar.”
Bu 1 kabile mi, daha çok kabile mi demek, onu yazmamış Kıvanç ama 10 bin kişilik kabile fazla büyük gibi.
“Bu bozulmanın bir zamandır inşa edilen zemini de var: Türkiye, HTŞ bünyesindeki örgüt ve grupların ne kadarını becerebiliyorsa o kadarını oradan kopartıp, daha sonra masaya oturtulabilir muhalefete katmayı amaçlayan bir örtülü faaliyet de yürütüyor. Bu, Astana’da Ankara’ya verilmiş görevlerden. Yaklaşık bir buçuk senedir art arda HTŞ önde gelenlerini hedef alan suikastlar, İHA ve bombalı araç saldırılarının kimin marifeti olduğu ise hâlâ belirsiz.”
Bizim tahminimiz, bunun zaten 5 yıldır aşağı yukarı tüm gruplar için ve arasında olduğu, çünkü hiç olmadık kaynaklar, bunu anımsatan bilgiler veregeldi.
Grupların kişi sayısı, adı, tuttuğu taraf, neyi savunduğu sürekli değişti ve bunun 100-150 grup kadar olduğu dışında, kesin kayıtlı hiçbir bilgi yok.
Cihatçılar arası savaşta da taraf olmaya doğru
Suriye savaşının devletlerarası platformundaki didişmelerin, Suriye rejimi ile silahlı muhalifleri arasındaki iç savaş düzleminde cereyan eden boğuşmanın yanı sıra, üçüncü bir düzlemde de, Ankara artık bir (f)aktör: cihatçılar arası yerel iktidar mücadelesi.”
Burada Kıvanç’ı açıkça eleştirebiliriz:
Biz; Taliban’dan (en son bittiği önesürülen) IŞİD’e dekki onlarca halkalık İslam terörü silsilesinin / zincirinin, onu yaratıp sürdürenlerden muaf ve azat bir yıkım süreci olduğu savındayız.
Bu, zamanında tüm Haçlı Seferi dizisinde de aynen yaşandı. Kimin kime neden saldırdığı, nereden gelinip, nereye gidildiği bile belli olmadı. Savaş için savaş gibi bir durum oldu.
Neden böyle oldu peki?
Tüm AB, 400-1500 arasında, 1.100 yıllık bir girdaba girdi; 800, 1200 ve 1350 ile oradan çıkamadı ve daha derine itildi ve ancak 1500’de yeniden fetih ve sömürgecilik ile çıkış gelebildi.
İslam için ne bu kadar zaman, ne bu kadar mekan, ne de bu kadar tarih libidosu var buna yetecek.
TC ise, emperyalist olacak. Bunu, kendi ülkesini emperyalistlere peşkeş çekenler ve kendisini besleyen elleri ısıranlar olarak becerecek. Muhafazakarların böyle becerileri mevcut: İngiltere’de sol-muhafazakar iktidar, eski sömürgesi olan ABD’ye kendi ülkesini yeni sömürge yaptıydı örneğin.
TC emperyalist olacağı için, çok acaip rotalardan geçti, geçiyor, geçecek de gibi. İç savaş, bunların en acaibi değil, çünkü Batı ülkeleri de benzerini yaşamıştı. Seçim ertelemesi, acaiplerden biri olabilir, meclisteki 5 partinin 5’inin de savaşı desteklemesi şimdilik en acaibi.
Kıvanç’ta tarih bilinci ve Dünya Sistemi atlası yok. Parçaları bütündeki yerlerine oturtamıyor, ağaca bakarken ormanı göremiyor ve görse de dilegetiremez, onun yerine tersini dilegetirmeye çabalarken düzünü anlatmış.
En son Kıvanç momenti saptaması şu:
“Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) örgütü, bir “resmî” açıklama yayımladı ve Ankara’nın, hâlihazırda Efrin’de YPG’ye karşı savaşa sürdüğü ÖSO’cuları İdlib’e sokarak, kendisine karşı savaştıracağını ileri sürdü.
Bu tam da, “ay çok karışık, hiç anlamıyorum”culara haklılık kanıtı oluşturabilecek cinsten bir durum.”
Anlamayacak bir şey yok.
Rusya ve ABD, TC’yi savaşa sokup kullandığını sanıyor; TC ise, cihatçılara öyle yaptığını sanıyor. Libya’da olup bitenleri hepsi görmezden geliyor: Kimse kalıcı ve sabit mekanlı iktidar değil orada.
Artı not:
Biz, 2000’de TC’nin Hizbullah’ı kullanabildiğini falan da sanmıyoruz. Zamanında PKK için aynısı söylense de, onu da sanmıyoruz. Hepsinin verdiği hasarlar belli.
Burada en ironik saçmalık:
Satılık-paralı bir askerin bile herhangi bir anda kimin ve hangi hedef için savaştığı bellidir. Bu cihatçılarınki ise belli değil. Ülkeyi parçalayamazlar, ülke kuramazlar, iktidarları kısa ve geçici, savaşçıları ve malzemeleri geçici. Nükleer kirli silah kullanabilecek zekaları, bilgileri, cesaretleri yok.
E, noluyor?
Kördöğüşü. İtiş kakış.
Kıvanç, böyle bir saçmalığın en ince ayrıntılarını bilgilemiş sürpriz olarak. Bu bilgileri nasıl aldığını gerçekten merak ettim.
Dipnot:
Bir kişi hakkındaki bir metnimizde ilk kez, ne olumlu, ne olumsuz, hatta ne de soru kipi kullanmadık, kullanamadık.
Şimdilik, ‘ne yav bu?’ modundayız.
Ve duruma hem ağlıyoruz, hem gülüyoruz.
Bu süreç, gerçekten tarihteki bazı ilk saçmalıklardan oldu, oluyor, olacak gibi.
Sonnot:
Tarihsel düğüm momenti, Ankara / Gordiom düğümünün akışkan girdabı olsa da, kesilerek çözülür: Ya savaşanları çıkarırsın oradan, ya da daha kalabalıkları yığarsın oraya.
(24 Şubat 2018)

Alaturka Lili Marlene’ler Erkekleri Dolandırıyor


Önaçılımlar:
Fassbinder, sentimental faşizmi çok çok iyi açımladı. Bunu açımlayan filmler yaparken, bir zamanlar sevgilisi olan Hanna Schygulla’yı ve kendi annesini, feci aşağılık işler yapan kadınları canlandırdıkları rollerde kullandı. 2’si de bunu hakaretengiz bulmadı.
Bizim yerli / milli Lili Merlane’ler ise acaibin acaibi:
Bildiğimiz nitelikli dolandırıcılık peşindeler.
Erkeklerse, bu dolandırılmaya dünden razı, sıraya dizilmişler.
Kadınlar bunu şöyle yapıyorlar:
Ne kadar köleleleştirildiklerinin ve ne kadar aşağılandıklarının edebiyatını yapıp, köleliklerinin fiyatını yükseltiyorlar. Üste para vermeleri gereken ticaretler için, erkeklere fahiş fiyatlar ödetiyorlar. Maddi ve manevi olarak. Her ikisi de.
Yetmiyor:
Slaktivizm üzerinden, ne kadar aşağılık lümpen azınlık kesim varsa, onları metalaştırıyor ve şeyselleştiriyorlar. Onları da imaj olarak pazarlıyorlar ve satıyorlar.
Ek.
Bu, evsizliğin finansmanının bile bir pazar durumuna gelmesini sağladı: Birileri birilerine, bol kepçede 2 lira olan 1 tas çorba için, tas başına 10-20 lira ödeme yapıyor. Birileri, bu işten nemalanıyor. Kadınlar da; kendilerine, o nemalananlara ve nemalandıranlara imaj düzüyorlar.
Konu:
İşte tüm bunlar, bizim bakış açımızda, alaturka sentimental faşizm olmakta.
Duygusallık üzerinden, artı-değer aktarımının ve yeniden dağıtımının yeniden sömürüleştirilmesi:
Parasız gençlere burs var, evsizlere çorba var, sokak çocuklarını koruma var, göçmenlere ev temini var, var kızı var…
Bunlarla meşgul sivil toplum örgütlerinin on milyonlarca liralık toplam masraf bilançosu var. Ve bunların yöneticileri, 5 yıldızlı otellerde yıllık toplantılar düzenliyorlar.
Bunlarla uğraşanlar:
45 yaş üstü, bekar, dul veya boşanmış, üniversite mezunu kadınlar koroları. En çok ve en sık yani.
Ve erkekleri feci aşağılıyorlar. Bildiğimiz duygusal şike gırla gidiyor. Söylem, bildiğimiz kadınlar veya altın günü ağda muhabbeti ve erkeklerin balta / geyik muhabbeti kadar bayağı: 5 yaşımda da dinledim, 55 yaşımda da dinledim, eminim.
Çıkış ve muhalefet şerhi notu:
Ursula K. Le Guin’in baba ve koca desteği üzerinden, aşırı pozitif destek ile entellektüel sınıfı atlaması ile ümmi hizmetçisine okumayazma öğreten Rosa ve emekçi Emma durumunu, aynı biçimde, ilkinin aleyhine aşağılayıcı buluyoruz.
Ki zaten bizde de, cezayı göğüsleyen Tezer ve Sevgi ile, cezadan tüyen Adalet ve Leyla var ve işin tuhafı, bunların hepsi arkadaş imiş zamanında. Bizim bildiğimiz, kadınların kadınlara ettiğini, erkekler kadınlara etmedi.
Sonnot:
Bu konu kezlerce yazılacak, çünkü ‘Batan Cumhuriyet’in Malları’ dizisi, kadının gündelik yaşam kültürolojisi olmadan eksik kalacak. Kadının kadınlığına ihaneti ise, ub konunun % 1’idir belki ancak.
Yani:
Cumhuriyet’i yazarlar da, entellektüeller de, kadınlar da, kadın yazarlar da, kadın entellektüeller de batırdı ve bunu ödemeliler ve bunun için önce bilanço çıkarımı gerekli.
Biz ödetme bölümünden değiliz. Bu muhasebe vakanüvisçisiyiz.
Bilançomuz da böyle.
(24 Şubat 2018)