Pazartesi, Ocak 19, 2009

Medeniyetler Çatıştı, Huntington Sizlere Ömür

“İsrail, Gazze’de Filistinlilerin üzerine bomba yağdırırken, ‘Medeniyetler Çatışması’ tezinin babası, ünlü siyasetbilimci Samuel Huntington öldü. Harvard Üniversitesi’nin internet sitesinde yapılan açıklamaya göre, 81 yaşındaki Huntington, dört gün önce Massachussetts eyaletindeki, ‘Martha’s Vineyard’ kasabasında yaşamını yitirdi.”

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=914641&Date=28.12.2008&CategoryID=79

Ee doğaldır, ne de olsa uygarlıklar insanlardan uzun yaşıyor: Fikir babaları ölür, fikir çocukları savaşa devam eder.

Samuel Huntington, Türkiye ile ilgili çıkışlarıyla da sık sık gündeme gelmiş. Meşhur ‘Medeniyetler Çatışması’nda Türkiye’nin tek parti dönemindeki uygulamalar yüzünden ‘bölünmüş ülke’ vasfını kazandığına dikkat çekip, iktidarın siyasal değişim üzerinden halkı zorlamasının ‘tehlikelerine’ işaret etmiş. En son Yunanistan’da verdiği bir söyleşide, Avrupalıların Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine, ‘Müslüman’ olması yüzünden sıcak bakmadığını savunmuş.

Ee doğaldır, cehalet adamı söyletir.

Türkiye’de liberalizm de, bölünme de, tek parti döneminde değil, çok parti, yani demir kırat döneminde meydana geldi.

Bir böldüler, olmadı. İki böldüler, olmadı. On bölüyorlar, gene olmuyor.

Dile kolay: 3 artı bir sürü küsur darbe, 3 artı bir sürü küsur liberalizm, onlarca halk isyanı, birkaç dış savaş. Olmuyor, bölünmüyor, bölemiyorlar. İçeriden de destek var üstelik. Hala olmuyor.

Neden?

Çünkü uygarlıklar çatışıyor ama ülkeler için katı faz alegorisi tutmadı. Sıvılarsa bölünmüyor, sıcaklığın, yani entropinin, yani kaosun arttığı durumlarda bile akışkanlar, pek pek geçici ara duvarlar yaratıyor, suyun ısınırken yaptığı gibi.

Kaynama noktasına gelindiğindeyse, zaten uygarlıkların fazı değişiyor. Örneğin şu sıralar, 1. Sanayileşme fazından 2. Sanayileşme fazına geçiyoruz.

Eğer faz alegorisi kullanılacaksa, bunun için plazma kullanmak gerek. Orada atomlar bile bölünür ve başka atomlara dönüşür (gerçek yaşamda buna zihinsel ve/ya kültürel şizofreni deniyor ve her altkültür için farklı görüngüleri var).

Olabilir: Aynı köken dile ve ırka sahip İsrailliler ve Filistinliler birbirini boğazlayabilir; Hristiyanlar ve Müslümanlar 1350 sene boyunca birbirleriyle savaşabilir ama o arada proto-feodal, feodal, sanayileşme, ikinci sanayileşme ve ardılı kültür modları gelir geçer.

Medeniyetler çatışmıyor, Huntington hala sizlere ömür. Çatışan şu: Hümanizm ve anti-hümanizm, Dünya’cılar ve uzaycılar / evrenciler, işçiciler ve robotçular, ölümlü insancılar ve ölümsüz yazılım / donanım öte-insancılar.

Yıl ne 650, ne de 1650. Yıl 2650. Onu kurmaya şimdiden başlarsak, o zamana ancak yetiştiririz. Dün dündür cancağızım, yarına yeni uygarlıklar lazım.

Siz hala annenizin dilini mi, pardon uygarlığını mı kullanıyorsunuz?

Japonya Olgusu

Japonya 2. Dünya Savaşı’nın Asya’nın bir numaralı askeri gücü idi.

Yenildiler.

Yeryüzü’nde topraklarında, üstelik 2 kez atom bombası patlayan tek ülke durumunda.

Bu durumun sanatçılarda yarattığı etki-tepki süreçleri, onlarda 3 öncü sanat dalı ortaya çıkardı: Anime (Japon çizgifilmi), buto (Japon modern dansı) ve Miike tarzı sinema (Katil İchi).

Yıl 2000’de bazı Japon entellektüeller, Japonya’nın artık Hiroşima ve Nagazaki’nin mazlumluğunu taşıma hakkı olmadığını imledi.

Bunun anlamı şuydu:

Eski Japonya geri geldi.

Bir de, ‘Battle Royal 2’de çok açıkça ortaya konan, 60 yılda 26 ülkede 8 milyon sivili öldüren ABD ile işbirliğinin yüz kızartıcılığı. Örnekse, biz Irak’a asker yollamadık ama Japonya yolladı.

Neden?

Babasının hayrına değil elbette.

Japon mucizesi sayılan ekonomik kalkınmanın temel beslenme kaynağı, sıfır militarist harcama idi, çünkü ABD bunu yasaklamıştı.

Sonra ABD, geç de olsa, duruma aydı ve bundan vazgeçti.

Japornlar ilk iş olarak, başkent Tokyo’yu askeri füzelerle sivil koruma altına aldılar.

Şimdi de:

“Japonya da rakibi Çin’den geri kalmıyor. Başbakan Taro Aso, Somali açıklarına destroyer yollanması için Savunma Bakanlığı’na talimatı verdi. Japonya’nın 2. Dünya Savaşı’ndan kalma pasif anayasası askeri manevraları kısıtlarken sadece Japon bandırası veya Japon vatandaşı taşıyan gemilerin donanma tarafından korunmasına izin veriyor. Japonya, Irak’ta sadece yeniden inşa çalışmalarında yer aldı. Somali açıklarında bu yıl saldırıya uğrayan 110 gemiden 42’si korsanların eline düştü. Korsanlar hâlâ 14 gemiyi ellerinde tutuyor. Korsanlar eylülde (2009) bir Japon gemisini 2 milyon dolar fidye ile bırakmıştı.”

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=914471&Date=27.12.2008&CategoryID=100

Japonya robotçulukta Dünya’da 1 numara, Dünya’nın robotlarının yarısı orada.

Uzay çalışmalarına başladılar. Ay’daki kalıcı ilk insanlı üssünü kurmayı düşünüyorlar.

Genetikte geriler. Ancak, Dünya’nın en uzun ortalama yaşam beklentisi orada.

Dünya’nın en çok okuyan toplumu durumundalar ve bilimkurgunun gelecek tasarımlarına çok açıklar ama yine de feodal artığı yolsuzlukları, yakuzaları, vd var.

Yani, Japonya tam bir vaka.

Ancak, kesin bir durum var: 2. Sanayileşme kültürüne açık değiller. Yani, 2250’de lider ülke, 1 numara olma şansları yok. Bunun olabilmesi için, yeni yıkımlar yaşamaları gerekli ama Dünya’da o koşullar şimdilik yok.

Onlara Hiroşima-Nagazaki benzeri bir yıkımı, gelecekte ancak Çin yaşatabilirdi ama Güney Çin Denizi’ndeki petrol yüzünden, dövüşeceklerine el sıkıştılar. Petrolün % 100’üne el koyup, paylaşmayı sonraya bıraktılar ki bu gelecekte bir savaş nedeni yaratabilir. İkisinin arasında savaşma eğilimi çok yüksek, tarihten biliyoruz.

Japonya Asya’nın İngiltere’si gibi, yalıtık bir ada durumunda. Bu onu anakıta geleneklerinden uzak ve farklı tutuyor.

Yine de tüm bu koşullar, ona birkaç kez daha tarihi değiştirme olanağı veriyor. Bu, 3. Dünya Savaşı’nın başlatmlaktan, Dünya-dışı ilk ülkeyi kurmaya kadar değişebilir.

Japonya’nın vakalığı, 100 yıldır sürüyor ve 100 yıl daha süreceğe benziyor.

Çek Cumhuriyeti Olgusu

Çek Cumhuriyeti’ne, Çekya veya Çekistan demeye kimse alışamadı. Türkçe’de genelde doğudaki AB ülkelerine ‘-istan’ kullanılageliyor ama Yugoslavya bölündü ve Hırvatistan ortaya çıktı. Benim dilim, ‘Çekistan’ demeye yatkın, ‘Çekya’, daha çok ‘çekyat’ı anımsatıyor.

Başkent Prag, yazar Kafka’ya evsahipliği yaptı.

Çekistan, 20. Yüzyıl’da 6 kez başka ülke oldu.

1938’de Dünya’nın 6. sanayi gücüydü.

1968’de Çekoslovakya iken, eski SSCB’ye karşı direndi ve Rus tankları Prag’a girdi.

Çekoslovakya, 1993’te Çekistan’a ve Slovakya’ya kavgasız döğüşsüz bölündü. Şimdi, ikisi de AB üyesi.

Çekoslovakya döneminde muhalif olan, Vaclev Havel sonradan cumhurbaşkanı oldu ve oyunları denli absürd bir siyaset adamı oldu.

Çek vakaları bitmiyor:

“1 Ocak 2009'dan itibaren, AB'nin dönem başkanlığını Fransa'dan devralan Çek Cumhuriyeti'nin çok ilginç bir cumhurbaşkanı var.

Ülkesi AB'nin yeni dönem başkanı ama o AB'ye karşı. 67 yaşındaki eski ekonomist ve Doğu Bloku döneminde ateşli bir Sovyet karşıtı olan Çek Çumhuriyeti Cumhurbaşkanı Vaclav Klaus, şimdiye kadar gelen geçen tüm AB dönem başkanı ülkelerinin liderlerinden çok farklı. İşte onu farklı yapan görüşleri:

AB'nin yeni Sovyetler Birliği olduğuna inanıyor.

Lizbon Anlaşması'na şiddetle karşı çıkıyor. Bu anlaşmayla ülkesinin egemenlik haklarının zedeleneceğini savunuyor.

AB'nin ortak para birimi Euro'ya şiddetle karşı çıkıyor.

Prag'daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı'na AB bayrağı takmamakta kararlı.

AB'nin çevre konularındaki hassasiyetlerini bir ‘lüks’ olarak görüyor.

Geçen yaz, Kafkaslar'daki gerilim sırasında, AB ülkelerinin aksine, Gürcistan'dan yana tavır almak yerine, Rusya'dan yana açıklamalar yaptı.

ABD ve AB yanlısı Çek Başbakanı Mirek Topolanek'le görüş ayrılığı içinde.”

http://www.hurriyet.com.tr/dunya/10697194.asp?gid=229

2., 4. ve 8. paragraflardaki tavırları birbiriyle çelişik. AB, yeni SSCB değil, yeni ve ikinci ABD. 1968’te Rusya’ya karşıysan, Gürcistan’da da Rusya karşı olursun. AB, eski SSCB ve yeni Rusya olan ülkeden şu anda daha zayıf: Ekonomik olarak, askeri olarak, siyasi olarak.

Çevre konusunu lüks görmek, aslında bir lüks.

Vaka olan durum, böyle birinin bu ülkenin 1 numaralı adamı olabilmesi ve üzerine bir de AB’nin 1 numaralı adamı olabilmesi.

AB, İrlanda’yı ikna etti ama Çekistan’ı ikna etmesi zor görünüyor.

Yine de, AB’yi dağıtan kişi bu adam olmayacak, ona eminiz. Oraya daha çok yol var.

Norveç Olgusu

Norveç, 20 Yüzyıl’da tüm tarih boyunca önemli sayılabilecek bir olgu yarattı:

1970’lerden başlayarak, Kuzey Denizi’nde petrol ve doğal gaz arayıp bularak, yüz milyarlarca dolarlık bir fonu gelecek kuşaklara aktaracak duruma geldi.

2006’da 200 milyar dolar olan bu birikim, 2017’de 900 milyar dolar olacakmış.

http://en.wikipedia.org/wiki/Norway

Yeryüzü’nün en büyük ikinci yekpare fonu onlardaymış. Birincisi ise, kendi topraklarındaki petrolü arayıp bulup çıkarma zahmeti göstermeyen Dubai (B.A.E.) Fonu imiş.

Norveç, bu fondan 20 milyar dolarlığa kadar bir bölümü, emekli Norveçliler için, Türkiye’de kurulacak yerleşim merkezleri için harcamak istediğini belirtti.

http://www.stargazete.com/ekonomi/norvec-ten-25-bin-emekli-25-bin-istihdamla-geliyor-151785.htm

Bugün, özellikle 11 Eylül 2001’den sonra, ırkçılık yoğun bir biçimde mevcut. (Bunu, Oslo’da yaşayan bir Türk arkadaşımdan doğrudan bilgi olarak aktarıyorum.)

Bunun nedeni, tüm Avrupa ülkelerinde olduğu üzere, asıl Norveçliler’in nüfusunun azalması ve giderek artan göçmenler.

İşin ilginci Norveç halkı, 1972’de ve 1994’te AB üyesi olmayı reddetti ve bazı ülkelere dayatılan başka oylama da denenmedi.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Norveç

Şimdi bize bakalım:

1983-2008 tarihleri arasında 1 trilyon dolardan fazla borç ödedik. 400 milyar dolar civarında borcumuz var. Kişi başına iç borcumuz (krediler nedeniyle) 10.000 TL civarında.

Yani: Hem gereksiz yere üredik, hem gereksiz yere israf ettik.

Bunu yapmayan, Norveç veya Almanya gibi ülkelerin yaşlıları gelip, 50 milyon Anadolulu’nun yaklaşık 1.000 yıldır sırtını döndüğü deniz, kum ve güneşin tadını çıkaracak, üstelik yerli turistten ucuza...

Sanki, kulağıma ağustos böceği vızıltısı geliyor gibi, yanılıyor muyum yoksa?