Pazar, Kasım 29, 2015

Çin-Japon İt Dalaşı

Geçtiğimiz günlerde Çin ve Japon savaş uçakları it dalaşına girdi:
Eğer olacaksa, 3. Dünya Savaşı çıkacaksa, bu ikisi arasında çıkabilir ancak.
3. Dünya Savaşı’nın Pasifik civarında olacağı da kesin. Global ekonominin ağırlığı oraya kaydı çünkü.
Japonya ilk jet uçağını üretti.
Çin, ilk jet uçağını üretim kayışına koydu, 2016’da ürünler başlıyor.
Savaş içinse, bahane çok:
Güney Çin Denizi’nde bir ada grubu var, üzerinde 10 ülke falan hak iddia ediyor.
Çin, Pasifik ortasına yapay adalar konduruyor, karasuları hesabı için.
Rusya, önce Çin’e, sonra Japonya’ya ulaşacak, boru hattı döşüyor Orta Asya’ya.
Çin’in Japonya’ya karşı, 1930’ların işgal döneminden kalma bir garezi var.
Çin, nedense 1500 civarında bıraktığı, global güç olma stratejisine geri döndü.
Japonya, başkenti Tokyo’yu füzeyle koruyacak denli militarist paranoyak.
Çin ve Japonya birleşip, Çin Denizi’ndeki petrole el koydu şimdiden ama aralarında paylaşma anlaşması yok. Ahan da, kendin pişir kendin ye, hazır savaş nedeni.

Biz, hala Ortadoğu’yu Dünya’nın merkezi sanaduralım.

Cumartesi, Kasım 28, 2015

Yanki Bombasıyla Türk Nükleeri

Babam, emekli askerdir, o nedenle onyıllardır bu ABD atom bombaları konusunu bilirim ama ilk kez bu denli açıkseçik bir yorum gelmiş karşı taraftan:
“İncirlik’te bir saldırı anında bombaları doğrudan hedefe götürebilecek Amerikan savaş uçağı bile yok.”
Ondan sonrası çok mavra:
“İncirlik Üssü’ndeki 60-70 kadar B61 bombasının büyük bölümü (50 kadarı, ABD uçakları tarafından taşınacak şekilde tasarlandı. Ancak, Amerikan Hava Kuvvetleri’nin İncirlik’te savaş uçağı yok. ABD’nin buraya uygun uçakları konuşlandırma talebi, Türkiye tarafından reddedildi. Dolayısıyla İncirlik üssü, ‘tam NATO pozisyonu’nda değil, ‘yarım pozisyon’ diye tanımlanan durumda. Bir kriz anında, Amerikan uçaklarının başka bir üsten İncirlik’e gelerek bombaları alması gerekiyor.
Üsteki diğer 20 kadar bomba, Türk F-16A/B uçakları tarafından taşınmak için bekliyor. Fakat Türkiye’nin F-16’larının nükleer başlık taşıma misyonu için sertifikası yok ve nükleer bomba yüklü değiller.”
Yani bomba çok, uçak yok ve atılamıyorlar.
Tabii, tüm bunları Putin de biliyor.
Artı Putin zamanında, yeni her türden bombayı Rusya’ya yönelik savaş ilanı sayacağını da bildirmişti TC’ye.
Gerçi tersinden bakarsak:
Sertifikayı kim takar nükleer bir savaşta?
Gerekli uçakların gelmesi 1 saatı bulmaz ve yükleme de aynen o kadar.
Asıl sorun şu:
Acaba, o bombalar atılınca patlayabilecekler mi?
Çünkü onyıllardır öyle lök gibi duruyorlar orada, yani İncirlik’te.
Bir de şu soru:
Nükleer savaşa gidiyor muyuz?
Hayır.
Eğer, nükleer bir şeyler kullanılacaksa, ilkin SU yoğunlaştırımlı bir şeyler olacaktır. Deneme babından yani.
Ayrıca, İsrail neden nükleer silah kullanamayacaksa, Türkiye de aynı nedenle kullanmasa gerekir:
Atılan bombaların serpintisi, atan ülkenin topraklarını da vurur.
Gelecekbilimci olarak notum:
1980 doğumlular değil belki ama 2000 doğumlular, Türkiye doğumlular, er veya geç nükleer serpinti yaşayacaklar o ya da bu biçimde.
En mavrası da şu:

‘İstanbul’a atom bombası atılırsa ne olur?’ konulu metnim, birden çok okunmaya başladı ve ben de bu habere o yüzden ulaştım.

Cuma, Kasım 27, 2015

Heil Hitler Fransa

Neo-liberalizm sonunda buralara da geldi:
Önce mesaiyi ve emekliliği yok ettiler.
Şu an ise, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’ni:
“Fransa hükümeti üç aylık Olağanüstü Hal boyunca İnsan Hakları Bildirgesi'nin kişilik özgürlükleri konusundaki bazı maddelerini askıya alacağını Avrupa Konseyi'ne bildirdi. Bu tür bir uygulama, çok nadir olmakla birlikte, İnsan Hakları Bildirgesi'nin içinde öngörülmüş durumda.”
Sosyalist bir başkan diyor ki:
‘Takmıyoz lan, o ne ööle insan hakları minsan hakları?’
Bu ne şimdi?
Bal gibi diktatörlük değil mi?
E, bunun sonu nereye varacak?
Tabii ki halk isyanlarına...

Hep öyle oldu ve hep öyle olacak...

FB Savaş Diyaloğu

Türklerin Savaşçı Zihni
Herkesin, insanlığın gelişimini engelleyen, insan varlığının yok edilmesini biricik amaç haline getiren, hırsın ve çıkarın yol açtığı haksız savaşlara karşı çıkması gerekli. Savaşın olumsuz niteliklerini görebilmek, özellikle ruhları savaşçı bir topluluk olan biz Türkler için önemli.
Erol Göka
Psikeart "Şiddet", Eylül-Ekim 2009.
(Alıntı da, yanıtla aynı gün yapıldı.)
+
Reha Ülkü
Çook hata: Bir: Türkler, 1923'ten beridir savaşmayı unuttular. İki: Savaş, uygarlığı bitirmez; budar, mayalar, başkalaştırır yalnızca. Üç: Savaşın haklısı veya haksızı yoktur, savaş vardır yalnızca. Dört: Savaşın olumlu yanlarını yeniden anımsayıp, savaşçı ruha geri dönmek, biz Türkler için önemli, çünkü 1. Cumhuriyet sizlere ömür şu sıralar ve yeni cumhuriyet savaşsız pek kurulmuyor ki bunu Fransa tarihinden biliyoruz (ki hatta ilk devrimi ve ilk terör dönemini yapanlar da onlardı). Beş: TC'liler için ya savaş / emperyalizm var, ya da parçalanma, 1983'ten beridir, Kürt iç savaşından ve neo-liberalizmden beridir: Bazı beyaz-yumuşak Türkler, TC'nin parçalanması için, irade beyan ettiler ki yanlıştı. Altı: Rusya'ya saldırmamız, sözcüğün en hafif biçimiyle deli saçmasıydı ama Dünya'nın tüm G-20'leri (47 ülke birden) dondu kaldı, Sun Tzu'nun ülkesi Çin bile bloke oldu ki biz şavalak Türkler'in savaş kuramına veya herhangi bir kurama şerh yazabilmesi de yeterince eğlenceli. Yedi: Evet, savaş çook eğlenceli olacak, savaş zenginleri çıkacak, Lili Marlene'ler çıkacak, Niyazi desen bol. O nedenle de: Wittgenstein'ın dediğince, insan bilmediği konularda susmalı bence, Göka dahil.
(27 Kasım 2015)



Hollywood: Son Moment

Holywood, 1995 gibi, sinemanın ilk yüzyılının bitiminde, sıfırı tüketmiş, epeyi de eksiye geçmişti.
Bunun üzerine, tipik bir Yanki tavrıyla, 1995-2005 arasında, yaratıcı ithaline geçtiler.
Sanat film (AB) yönetmenlerini tükettiler.
Sarı Sinema (Uzak Doğu Asya) yönetmenlerini tüketemediler ve onlar da kendi mekanlarına ricat eyledi.
Bolywood (Hindistan), tam da Holywood melodram dejenerasyonuna uygun filmler yapıyor ve ABD’de çok fazla Hindistan / Pakistan kökenli göçmen var.
2005-2015 arasında bunların parlak örnekleriyle, son bakışta aşk ile, havai fişek gibi yanıp sönmelerini izledik.
2015’e gelince:
Artık, ciddi oyun, bilgisayar oyunu aktarımı / adaptasyonu, çapraz öyküleme, çizgiroman dünyası sıfırlama alanları var.
Bu çizgi, katarsis alanında seyreden süper-ahraman öykülemelerinde en açıkseçik oluştu:
2006 tarihli, süperkahraman iç savaşı, 2016’da sinemalara sürülecek.
Bu konuyu, 5-10 yıl daha sömürür Holywood ama o sırada sinema artık bambaşka şeyler olacak ve ABD’liler, tüm alanlarda olduğu gibi artık tarihin önünde değiller.
Yani Holywood, eşeğini sağlam kazığa bağlayarak, kendini sanatsal mezbahaya mahkum etti ki zaten bu, genelde böyle yaşanır ve yaşandı.
Dipnot:

Bu metin, ölen bir kültürsüzlüğün, ölen bir sanat dalını izleme taslağı oldu yalnızca.

Poliello Orjisi

Suriye orjisinde TC, en olmadık bir iş yapıp da, Rusya uçağını düşürünce, o Dünya’nın en hayın kutupları ve cücükleri / cüceleri bir acaip davranmaya başladı.
Çin:
Valla, anlaşsalar iyi olur gibi..
ABD:
Hiç haberim yok valla.
İran:
Aslan Rusya, arkandayım layn.
Rusya:
Dağıtırım layn burayı.
AB:
Tık yok.
Ukrayna:
Rusya’yı biz de vuralım yav. Neden aklımıza gelmedi daha önce? Cıks, cıks, cıks.

İşte, tüm bu nedenlerle, 7 milyarın geleceği nanay, 5 milenyumluk Dünya Sistemi çook-gayrı-gayrıciddi bir şey.

Neo-Poliyalektik Tezler

İnsanların sağduyusal ve sezgisel kabulleri vardır. Var oldukları ve oldukları gibi oldukları, sorgulanana dek, bilinmez.
Bunlardan biri, 1 birim uzunluğundaki bir doğrunun kendi çevresinde dönmesi için gereken alandır.
Kakeya adlı bir matematikçi bunu eşkenar üçgenle yanıtlamış. Eşkenar üçgen geometrik konvekstir, yani herhangi 2 noktasından çizilen bir doğru parçasının tamamı konveks alanın içinde kalır.
Oysa, hesapla bakılınca görülmüş ki gereken bir deltoiddir ama o da konkavdır ve daha küçük alanlıdır.



Ancak, birileri uğraşmış ve başka çözümler de bulmuş:





İzlendiği gibi gereken alan, giderek küçülmekte: [(π / 24) x (5 – 2 √ 2)] ki o da ‘0,2’ falan ediyor.
Sonul alan, krınım geometrisinin adımları ilerletildikçe, giderek sıfıra yaklaşıyor.
Diğer bir deyişle, bir tezin antitezine dönüşmesi ve/ya sentezlenmesi ve/ya praksisi için, pratikte / limit 0 alan / hacim gerekli ve yeterli olabilmekte.
Bu, olağan vakalarda değil de, olağanüstü durumlarda gerçekleşiyor olabilir.
Burada anlamlı olan durum, bir kültürel sistemin karşıtına başkalaşması için gereken mekanın ve zamanın, savaş veya devrim kadar büyük olması gerekmediği gerçeği. Tam tersine, bu başkalaşımın, bir insanın zihninin anlarına kadar epsilonlaştırılabileceği gerçeği.
Poliyalektik, poli-diyalektikleri inceler.
Negatif diyalektik, birbirinden uzakta etkileşen tez-antitez ikilileri demektir.
Tersine diyalektik, sentez-dışı durumlarla ilgilenir.
Poliyalektik, 20. Yüzyıl’da bunları çalışmıştı.

Neo-poliyalektik, 21. Yüzyıl’da bunun ötesindeki ve böylesi durumları çalışacak.

Perşembe, Kasım 26, 2015

Fotogen 30. Yıl Sergisi

1978-1979 gibi, o zamanların genç profesyonellleri olan Armağan Tekdöner’i ve Nuri Bilge Ceylan’ı, BÜFK amatör mensupları olarak, takvim fotoğrafçısı diye eleştirirdik. Ondan önce de, bugün 1-2’si sağ kalan, 10 yıl boyunca yüzümüze bakmaya bile tenezzül etmeyen, moruk profesyonelleri de, turizm postercisi diye eleştirirdik.
O zamanların fotoğraf derneği sayısı 1-2 idi, şimdi onlarca. Aradan yaklaşık 40 yıl geçmiş. Dijital teknoloji işin içine girmiş. Bizim bugünün profesyonel morukları, hala aynı noktada görünüyor: Satış / pazarlama için klişe / şekil yapma.
Renkli olsun, siyahbeyaz olsun, tüm fotoğrafçıların tüm fotoğrafları, pitoresk-klişe üretmek derdinde ama o takıntı, 500 yıl önce klasik ressam Bosch tarafından çöpe atılmıştı zaten.
Sergideki fotoğrafçılar, yeni eser üretme veya aktarma derdinde bile değiller. Yıllardır orada burada ezberlediğimiz örnekleri göndermişler sergiye yasak savma kabilinden. Yani, kendilerince işi sağlama almışlar.
Birinin bu fotoğrafçılara, siyahbeyazda çok doymuş ton kullanmanın, sanatsal görgüsüzlük olduğunu söylemesi gerekiyor sanırım.
Tüm fotoğraflar, ne’den / içerikten çok, nasıl / zarf ile ilgilenmiş. Bir tek, Kumral Kepkep’in, engelli birinin yer aldığı, dans tiyatrosu enstantaneleri, içerik ve ne ile ilgilenmiş.
Bu fotoğraf ve tüm diğerleri için, internette hiçbir bilgi yok. Serginin girişinde paralı sergi kataloğu var. Ücretsiz broşür dağıtma zahmetine katlanmamış kimse.

Yazık, diyorum. Başka bir şey demiyorum.

Çarşamba, Kasım 25, 2015

Deprem mi? Hayır, Savaş Düzeni

Deprem mi ? Hayır, Savaş Düzeni
Bu ‘300’ filminin ilk savaş planının repliği.
Başta bildiğimiz klasik laga lugalar var ve sonra ekşın.
1:21 / 4:58.
Şu an TC’si de bu.
Şu an Dünya’sı da bu.
Bu, adam adama değil, adım adıma bir savaş:
3:17 / 4:58.
TC, ilk adımı ve ilk adımda vurdu, Rusya’yı, eski SSCB’yi, Stalin’i, Lenin’i, Çar’ı, diktatörü, Troçki’nin salak Balkan Savaşı yorumunu ve 1920-Mahno için.
Ve 1850-Bellegarrigue için.
TC, Dünya’nın en salak askerlerinden biriyle vurdu. Ya da birkaçıyla.
TC, reel 3. Dünya Savaşı’nı başlatan adımı / adımla vurdu.
Evet bu, Batı ile Doğu’nun savaşı ama ne Batı batı, ne Doğu doğu.
1945’te Kuzey ve Güney olduydu çoktan çünkü.
Sonra, 2 Dünya(lar) yerine, 4.-7. dünya’lar oldu çoktan çünkü.
Bunlar 1990’a kadardı.
1990’da, kutupsuzluk ve çok-çok-Dünya’lar oldu çünkü.
2015’te 200 Dünya(’lar) oldu çünkü.
2025 için 500 Dünya(’lar) oldu çünkü.
Yani, Dünya’lar yok artık.
Dünya var ve o da 2010’da bitmiş idi.
Artık Dünya yok, artık insan yok.
Artık Evren var, artık Homo Posterus var.
Çok yaşa sen savaş...
Çok yaşa sen Hiroşima ve Nagazaki.
Çok yaşa sen Sputnik.

(25 Kasım 2015)

Tübitak = Fahrenheit 451

Tübitak = Fahrenheit 451
TC’mizin güzide bilim kurumu Tübitak, kendi bastığı bilim kitaplarını yok etmeye başlamış:
“50.000'den fazla kitap, piyasadan 2015 yılı içerisinde imha edilmesi amacıyla toplatılmıştır. Halen geriye dönük olarak tüm kitapları 'kültürel uygunluk ve yerlilik testi'nden geçirmekteyiz.”
Bunu Tübitak başkanı Ergin söylemiş.
Yaklaşık 30 yıllık kitapçıyım. Tübitak bilim kitaplarının her zaman arandığını gözlemişimdir. Son yıllarda basılmadıklarını da. Ancak yok edildiklerini bilmiyordum.
Bu, nasıl bir engizisyon kafasıdır?
Bu, nasıl bir hurafeseverliktir?
Bu, nasıl bir bilim düşmanlığıdır?
Hoşgetirildin Yeni Orta Çağ...
Dipnot:

Şu an için, yangında ilk kurtarılacak eşya yok ortada.

Salı, Kasım 24, 2015

Rus Uçağı Düşürmenin Gelecekbilimi

Bu metni yazıp yazmamayı çok düşündüm. Haziran 2015’ten beridir, bir gelecekbilimci olarak, tuhaf durumlarda kaldım.
Bazı metinleri ben tasarlarken, oradaki olaylar gerçekleşti. An önce, an sonra.
Ben de, bir bakayım, yazmamayayım ama yalnızca düşüneyim ne olacak, dedim. Yine, tahminlerim gerçekleşti.
O nedenle, bu metni yazıyor ve yayınlıyorum.
AKP, son 13 yılda TC’nin geleceğine inanılmaz zararlar verdi.
Ancak, Haziran 2015’te sonunun geldiğini anlayınca, daha inanılmaz zararlara yöneldi ve savaş şıkkını kullandı.
Kasım 2015’te 4 yıllığına bir daha başta kalması kesinleşmişken de, bunu (bir kez daha) yaptı:
Rusya ile savaş durumu yarattı.
Bir savaş uçağını düşürdü.
Bu, Erdoğan’ın bilgisi dahilinde ve onun onayı ile oldu, bu belli.
Rus savaş uçağının konumu, Putin’in bilgisi dahilinde ve onun onayı ile oldu, bu da belli.
Suriye’de, Dünya’nın tüm G-20’leri (aslında 47 ülke, bakınız internet) var.
Kabağın TC’nin başına patlayacağı belliydi ama Rusya ile olması, inanılmaz.
ABD’nin konuyla ilgili bilgisi olmaması mümkün değil.
Biz, bir piyon olarak (gönüllüce) ortaya sürülmüş oluyoruz ama bu bir zwazong / piyon matı olacak gibi.
Bu hatayı, 200 küsur yıl önce müstakbel ABD’ye karşı, onun kolonicisi İngiltere de yapmıştı. Ancak, Fransa araya takoz sokarak, ABD’nin İngiltere’yi yenmesini sağlamıştı.
İngiltere de, karşı hamle niyetine, Fransa Devrimi’ni desteklemişti.
Suriye’nin İspanya 1935 gibi, bir genel savaş provası alanı kılındığını daha önce yazdık.
TC’de ve Dünya’da biten, daha önceki tüm diğer kapitalizmler gibi, bu 1980 momentli neo-global neo-liberal kapitalizm de, işi savaşa vurdu.
Şerh:
Burada, 70 yıldır silahlanması yasak olan ve şu an savaş alanının çook dışında olan Japonya’nın asıl savaş harcamalarını ve icatlarını yaptığını belirtelim. İlk jet uçaklarını ürettiler bu ay. Bu bilgi de, yeni savaşbilimin öncekilerden epeyi farklı olabileceğine ilişkin bir moment.
AKP de, kendi çıkışını savaş vektöründe gördü, görüyor. Haziran Erdoğan momentli idi ama bu şu an, Kasım Davutoğlu momentli ve destekli. Onun teorik metninde (kendi yazdığı kitapta), bu türden bir çıkış içerilmiyor, bunu da belirtmiş olalım.
Her iki politikacı da, Haziran-Kasım vektör yönü değişmesini böyle okudular ya da uzmanları / danışmanları böyle okudu ama bizce yanlış okudu. Sonuçta, yanlış düşünüp, doğru davranmış oldu her ikisi de.
Evet, TC halkları da savaşı onaylıyor. Oohhh, suyundan da koy. Kendi kanına ekmek doğra, pasta doğra, cep telefonu doğra.
Burada, ara bilgi niyetine, Kürt momentlerine bakalım:
Barzani, Talabani, Öcalan, Müslim 4’lemesinin tümü de ayrı yönlere yönelik şu an için. İlk 3 makrosu hiç anlaşamadı zaten ve 4. mikro da kendi yoluna gitme arzusunda görönüyor.
Türkmenler’in Şii’liği artık önem kazanmaya başladı. Esed, bu güçlenmiş eliyle, ne Türkmenler’e, ne de Kürtler’e anlayış göstermez bundan sonra ve bir süre daha.
Çin, sessizce Rusya’nın yanında gibi idi ama şu andan sonra TC, Rusya ile kapışırsa, hiç çekinmeden, TC’ye gizli lojistik destek verir. Sonuçta, Pakistan’a atom bombası sağlayan ve Hazar Denizi’nde TC ile kendini komşu sayan ülke de Çin.
AB’yi hiç saymayın. Fransa, Suriye’de güzel bir sopa yiyecek.
Kaldı ABD, Rusya, Çin ve TC.
ABD ve Çin, 1,5 artı, Rusya 1 eksi eder. TC, kendi aleyhine eksi 0,5’ten aşağıya inmedi mi sorun yok yani.
Yani, bu uçak vurma eksi ataktı ama epsilon pozitif sonuç verdi: Birisini ısırdık. İlk kez ve emperyalist emperyalist. Eksi zekalı ve eksi bilgili Yalçın Küçük’ün emperyalist TC geyiklerini boşverin.
Savaş ayrı, iç savaş ayrı. Dünya’nın 2 nolu askeri gücüne saldırdık şu an. Günü gelince, ABD’ye haydi haydi saldırırız demek bu. O kadarını AB bile tahayyül edemedi 70 yıldır. 40 yıl önce de ABD’ye hayır dediydik, unutmayalım.
TC, artık kendini gerçek bir savaşın içine soktu.
ABD, bundan sonra istese de istemese de, Esed’e karşı olan kara savaşında, TC’nin kartlarına ve kozlarına göre oynamak zorunda artık.
Bizim için en önemli noktalar:
Savaş sınırlarımız dışında olacak ve artık (bedava) göçmen yok.
Tuhaf bir alaturka mafya devlet anlayışı kullandık kaçak (kimi sahte çıkan) İran altınlarıyla.
Tuhaf bir alaturka militarist devlet anlayışı yaratıyoruz bu atakla.
Para sorunumuz yok. Artık tüm sıcak paralar ve veresiye silah satışları bizim. Hurmalar ne zaman tırmalar, ayrı konu.
Tüketim sorunumuz yok, 2 bin dolara salak cep telefonu yerine, 20 tane kalaşnikof daha yeğ.
Çin, Rusya’dan 2 milyar dolara 24 SU-35 alacak. Onları SU-34 yapar, bize kaşkallar. Savaş oyuncağı bol yani.
Bundan sonra, bu yeni savaş oyunu, böyle inanılmaz absürd oynanacak. Bu konuda ciddiyim. Neo-Sun Bin şerhi bu.
İşte o nedenle, yazmamayım, dedim ama artık klavye veya bilek kilitlemenin ecele yararı yok.
2017 duvarı tezim artık netleşti.

Yol ayrımı var ama seçenekler % 50-50 o zaman için.

Olmayan Sözcükler

Bu, Metis Yayınları’nın 2012 ajandasının başlığı ve tematiği.
3 bölümden oluşuyor:
Bir:Yazarların yeni sözcükleri yarattığı metin alıntıları (daha çok son dönemde eserleri basılan yazarlar sözkonusu).
İki: Divan-ı Lugat-üt-Türk ve Eskimoca gibi sapa sözlük sözcükleri.
Üç: Müge Gürsoy’un ve adları anılan katkıcıların yarattığı sözcükler ama kim hangi sözcüğü tasarlamış bilgisi yok.
2 not:
Bir: Türkçe’nin bin yıl önce bile, epeyi soyut terim içermesi çok çok ilgimi çekti.
Örnek:
Adguk: Kim olduğu belli olmayan sığıntı adam. (‘Bozkır kurdu’ desen olur, ‘yalnız kurt’ desen olur, milyonlarca kilometre karelik Orta Asya steplerinden söz ediyoruz burada.)
İki: Eskimoca’da gerçekten epeyi kar sözcüğü varmış. Bu, benim 40 yıldır dinlediğim bir şehir efsanesi idi, doğruymuş.
+
Kendi hesabıma, Türkçe’ye 1.500 küsur sözcük kazandırmış biriyim. Kitap olarak henüz basılmadı.
Bunların tamamına yakını terim.
Bir bölümü, Enis Batur’un editörlüğünde, ‘Geceyazısı’ dergisinde yayınlandı.
+
Türkçe’de yazar sözlükleri de var.
Yaşar Kemal sözlüğü var, basılmış.
Fakir Baykurt sözlüğü var, Kemal Ateş hazırlamış ama basılmamış. 600 sözcük içeriyormuş. 300’ü derleme ve tarama sözlüklerinde varmış ama 300’ü Baykurt’unmuş. Baykurt’un 8 ciltlik otobiyografisinde onların bir bölümünü ve konunun bahsini görüyoruz.
Asıl önemlisi, hiç basılmamış ama 18 bin küsur sözcük içeren ve 1960-1975 döneminde, Türk yazarlarının yarattığı sözcükleri içeren bir TDK derlemesi sözkonusu.
+
Shakespeare, bu konuda tarihsel Dünya rekortmeni. 1.700 küsur sözcük tasarlamış ve bugün onların 200 küsuru hala kullanılıyor. (350 küsur yılda % 15 verim yani.)
+
Facebook’un (şimdilik) 71 ve psikolojinin (hastalık kabul edilen)  belki 100 seks tercihi sözcükleri var.
Burada, her ikisinin arakesitinin oldukça düşük olduğunu imlemek gerekli.
Yani, Facebook cinsel psikopatoloji kullanmıyor ve yine Facebook gerçek yaşamdaki epeyi cinsel tercihi kendi sitesine yansıtmıyor.
Tuhaf bir ikilem bizcesi.
+
Tüm bunlar olmayan sözcükler.
Bence, bir yazarın öldükten sonraki yazarlık değeri, o yazarın yaşarken yazdığı dile kattığı sözcüklerle de ölçülür. Ancak, 1930’lardaki resmi TDK akımı gibi değil de, 1960’lar gönüllü akımı gibi.
Şunu hiç unutmayalım:
Bugünkü Türkçe, yoktan var edildi veya bugünkü sözlüklerddeki 50 bin küsur sözcüğün tamamına yakını, son 85 yılda icat edildi. Bunu yazarlar yaptı. En gerici ve o dili katletmek isteyenler bile, onları kullanıyor şu an.
Bu, Dünya’da bilinen tek örnek.
+
Bugün Dünya’da 6 bin civarında dil var. Bunlardan belki ancak 250’si yazıya geçirildi, o da 20. Yüzyıl’da ve zorla.
Bugüne dek, belki 54 bin, yani var olanın 9 katı kadar dilin yok olduğu ve var olan o 6 binin de her yıl 5-10’unnu yok olduğu kabul ediliyor.
Yani, var olan sözcükler var olmayan sözcükler oluyor.

Yani, çok çok az sözcük (%o 1) dışında tüm sözcükler, başta veya sonda var olmayan sözcük olmaya mahkumdur.

Pazartesi, Kasım 23, 2015

Neo-Ateist Tezler

Basit bir tezimiz mevcut:
2010-2015 itibarıyla, Avrupa Birliği Parlamentosu’nda en az bir reel ateist parti ve en az bir reel anarşist parti görmek istiyoruz. ABD, Rusya, Çin bizi bağlamıyor.
ABD’de ‘ne olsa gitmez’ veya ‘hiçbirşey gitmez’ (tuhaf bir anti-post-modern tez). Rusya ve Çin ise, 2 dünya devrimleri ertesi yarattıkları ateist engizisyonla, hem sosyalizme, hem de ateizme, silinmesi zor kara lekeler çaldı. Üstüne üstlük, bugünkü 7 küsur milyarlık Dünya’da, fazladan en az 1 milyar ateistin yokluğunu sağladı bu ikisi. 2015 itibarıyla yaklaşık 1 milyar kişi gibiyiz biz atesitler, panteistler, dini pratik uygulamayanlar, vd.
AB, çok ironik bir momentte:
1492-1945 AB’sine, koloniyalizm ve savaşlar tarihine baktığımızda, en güçlü hegemonun bile, burada İspanya-Portekiz 1500, İngiltere-Hollanda 1650, Fransa 1800, Almanya 1900 gibi, pek pek 150 yıl hegemon kalınabilen bir tarih dönemi görebiliyoruz.
Savaş bir işe yaramamış yani.
Ardından gelen 1945 sonrasında ise, savaşsızlığın bu denli zararlı olduğunu ilk kez ve gözlerimiz faltaşı açılmış olarak izledik 70 yıldır. İktisat-siyaset-askeriye triyalektikleri battı, bilim-sanat-düşün triyalektikleri battı. Hem de hiç savaşmadan. ABD’ye karşı duydukları aşağılık kompleksi nedeniyle.
Barış da bir işe yaramamış yani.
Bugün ABP’de ve AB ülkesi meclislerinde, onlarca Hristiyan sözcüğünü içeren adda parti var ama bir tek ateist parti yok ama bugünkü AB, Dünya ateistlerinin belki 150 milyonunu barındırıyor. Uygulanmayan ekolojinin bile partisi var ama ateizmin yok. Son 70 yıldır hiç de olmadı.
Yani:
Olabileceği, olmasına değeceği ve olması durumunda işlevi olacağı tek yer, bir ateist parti için mekan olarak ABP.
Olabileceği şu:
AB ülkelerinin herhangi birinden ABP’ye seçilmek çok kolay, ister bağımsız, ister parti adıyla. Bunu Korsan Parti pratiklerinden biliyoruz. Ne kadar küçük, farklı, yeni, marjinal parti varsa, kendine ilk önce ABP’sunda, sonra ülke meclislerinde yer buluyor.
Olmasına değeceği şu:
O muazzam hoşgörülü ABP entellektüellerinin ve milletvekillerinin, Bir ateist tarafından, Hristiyan Haçlı Seferi ve İslam cihadı konusunda ağır eleştiriye tutulması durumunda, neler yapacaklarını görmek istiyoruz. Öldürmek dahil, her türden tepkiyi göstereceklerdir.
Olması durumunda işlevi şu:
Dünya ülkelerinden kaçan ateistlerin iltica mekanı olarak AB’nin bazı ülkelerinden başka yer yok sığınak olarak Yeryüzü’nde.

Politik mücadele olarak, AB üzerinden. global bir savaş(ım)ı olacaktır bu partinin yani.

Yeni Terör Tipleri

Önnot: Bu haber, ilk 10 gazetenin sitesinde yok, Onedio gibi bir eğlence portalının sitesinde var.
Kırım’da yüksek gerilim hatları havaya uçurulmuş ve 1,6 milyon kişi elektriksiz kalmış:
“Rusya'nın geçen yıl ilhak ederek topraklarına kattığı Kırım'da Ukrayna'dan gelen 4 yüksek gerilim hattı sabote edildi. 1,6 milyon kişinin karanlığa gömüldüğü Kırım'da olağanüstü hâl ilan edildi.”
Bu, yeni bir terör türü.
Bu, aynı zamanda bizim de tezimiz:
2 milyon kişiyi öldüreceğine, süründürürsen, daha ibret-i alem, daha tarih dersi olur.
Ulaşımı, elektriği, suyu, iletişimi, interneti sabote edersen, ortada büyükkent diye bir şey bırakmazsın.
Tarihteki iniş dönemlerinde kentlerin hızla küçüldüğü çok görüldü. Ancak, 21. Yüzyıl’da henüz o aşamaya gelmedik ama geleceğiz er veya geç.
Göründüğü kadarıyla bu da, sivil terör ile olacak.
Bu, İkiz Kuleler’in bilmem kaçıncı katları vurulunca, o binaların ancak çökebilmesi gibi, stratejik bir hesap da gerektirmiyor.
Bu, aleni olarak orada veya burada duran ve bildiğimiz görünen hedefleri dikkate alıyor.
Bu, en azından şimdilik idamlık bir suç değil.
Bu, en azından şimdilik savaş suçu, nefret suçu, vd de değil. Hatta insan öldürmeye oranla, gayet ahlaki bile sayılabilir bazı uzmanlarca.
Bu, barbarlık mı?
Hayır.
Uygarlığını nimetlerini yiyip, sorumluluklarını almayanların elinden oyuncaklarını alıverme yalnızca...

Geleceğin gerçeklerine hoşgeldiniz...

Pazar, Kasım 22, 2015

Ghost in the Shell 3 Olamadı

Aslında 2014’te olamamış ama ben bunu Kasım 2015’te öğrendim.
Üçüncüyü Oshii yapmadığı için olamamış da olabilir ama asıl neden o değil:
Holywood sinemasının en ciddi hatalarından birini, bu kez anime kadrosu yapmış:
2014 ve 2015 gibi olan 2 momentte de, konuyu ergenleştirmişler. Holywood, bunu hiç olmazsa aynı çizgiromanın 2 versiyonunu, biri ergenler için, biri yetişkinler için olarak yapıyordu.
Linkler:
2014:
2015:
Daha önce, temayı dizi çizgifilm de (Stand Alone Complex) yapmışlardı ama ana çizgiden o denli kopuş yoktu orada. Biraz cıvıma ve gayrı ciddileşme vardı ama. Adı zaten berbat:
Yalnız Kalma Takıntısı.
Bunu ciddiye alarak değil, gayrıciddiye alarak yapmışlardı.
Varolma sorunsalını, aslında tam da o an yapmaları gerektiği halde, post-4-modern ergenler ergenliklerinde yapamıyorlar. Aslına bakılırsa, gerçek düşünceyle ilgili hiçbirşeyi yapamıyorlar. Beyinleri yok ve ‘Kabuktaki Hayalet’ dizisi, doğrudan beyinle ve düşünceyle ilgili bir sanat eseri.
Olamayabileceğini biliyordum ve bunu 2008’de daha önce yazmıştım:
Bilimkurgu romanların gerginliğinin, Soğuk Savaş / 1990 / post-modernizm sonrası çözülmesini, 2000 sonrasında yeniden militerleşen ve başkenti Tokyo’yu füzeyle koruyan, yılda 50 milyar doları savaşa ayıran bir ülke durumuna gelen, 1945 iki atom bombası mağduru Japonya da yaşadı.
1945-2015 AB’si bunu barışla yaşadı:
Bilimi, sanatı, düşünü terketti. Mutluluk, sevinç, vd uğruna. Bir hedonizm akımına girdiler.
Tarihten biliyoruz ki kriz, büküm, çöküş, fermentasyon, aşkınlaşma dönemlerinde toplumlar 3 tür tepki verir genelde:
Bir: Püritenleşme veya kinikleşme (olumsuz).
İki:Skeptikleşme (nötr).
Üç: Hedonikleşme (olumlu): ‘İç bade, sev güzel’ Lale Devri lümpenliği.
Japonlar’dan kinikleşme beklemezdik, AB’lilerden hedonistleşme beklemezdik.
Bugün nasıl ki Eratosthenes’in epistemik devrimi, 1.800 yıl boyunca boşta kaldıysa ve bu kayda geçtiyse, 20. Yüzyıl’ın her türden (sanatsal, düşünsel, bilimsel) epistemik devrimleri de bir bir boşa çıkıyor ve bu da kayda geçiyor. Yani, çok çok tuhaf bir absürd-boş küme ‘Fahrenheit 451’ kitapsızlığı mevcut, tüm Dünya’da 2000’den (11 Eylül 2001 bile öncesinden) beridir.
‘Ghost in the Shell 1’ 1995 momentli idi. Not düşmüş olalım.
Dipnotlar:
Bu durumun somutlaşması, son 5 yıldır filmi bir türlü yapılamayan ‘Neuromancer’ ve filmi yapılması akıl dahi edilemeyen ‘Mülksüzler’ ile birleştirilince, avangard sinemanın epeyi bir regresyon yaşamış olduğunu da kayda geçirmiş oluyoruz böylelikle.
Asimov’un Robot ve Vakıf dizileri, bir türlü televizyon dizisi yapılmıyor. 12 cilt ve 4 bini aşkın sayfalık, hazır, aksiyonlu-bilimkurgusal metinden söz ediyoruz burada.

Her 2 yeni versiyon da, aşırı disneyleştirilmiş çizim stili taşıyor. Bu durumda 2 yeni örnek de, birer anime olamıyor.

Neden 'Ghost in the Shell 3' Olamayabilecek?

Tam başlık: “Neden ‘Mona Lisa Overdrive’ ‘Neuromancer 3’ Olamadı ve/ya Neden ‘Ghost in the Shell 3’ Olamayabilecek?”

20. Yüzyıl’ın son 11 yılı çok büyük değişimlere sahne oldu ve bunun izleri siyasetten tüm alanlara yayıldı. Aradan geçen 20 yıldan sonra, bunları yorumlamak bir nebze daha kolaylaştı.

Başlığımız uzun ama kısa biçimiyle bir negasyon. Negasyon; değilleme, olumsuzlama, hayırlama, eksileme, öteleme gibi, birbirinden oldukça farklı anlamlarda olabilecek vektörleri imler. Felsefecilerin çoğu, felsefenin negasyonsuz bir hiç olduğunu önesürer, çünkü her yeni akım, bir öncekini değillemiştir ve böylelikle düşünce evrimi dizileri yaşadık. Örneğin, felsefe tarihinde 10 büyük metafizik ekol vardır ve hepsi birbirini değiller.

Görmek istediğimiz, yaşanan olayların olumlu ve olumsuz yönleri. Bunları birbirinden ayırıp, olumluları seçmek gibi bir niyetimiz yok, çünkü bu, düşüncelerin bütünlüğünü bozmak olur. Aristo’nun kategorilerini 2.500 yıl sonra bile, tüm yanlışları ve eksikleriyle olduğu gibi kullanıyoruz. Bu, tarihsel ve sanatsal moment belirlemede daha kesinlik sağlayan bir uslamlama.

Şimdi, konumuzu başlıklar olarak irdelemeye çabalayalım:

Bir:

‘Soğuk Savaş = Post-modernizm’ dönemi bitti. Bunları kategorik olarak özdeşlemiyoruz, dönemsel olarak aynısını, 1945-1988’i imliyoruz.

İki:

Japonya için, butoh-anime avangard sanat dönemi bitti, yani Japonya bu sanat dallarını besleyen mazlum (büyük A ile ‘Acı çeken’) rolünü terketti. Şimdilerde, aynen anime Vexville’de olduğu gibi, Tokyo kentini füzelerle koruyor ki bunu ABD’nin New York için yapamadığı, 11 Eylül 2001’de ortaya çıktı. Artı: Japonyalı düşünürler, Hiroşima-Nagazaki kurbanlığının, Japonya için artık geçerli olmadığını yıl 2000’de belirtmişlerdi (bakınız ‘The Drama Review’ 2000 sayıları).

Üç:

Bilimkurgu romancılar, yazarlar, sanatçılar, stres altında, gevşekken olduklarından daha yaratıcı (idi / imiş). (Bakınız: Rollo May ‘Yaratma Cesareti’.)

Dört:

Yaratıcılık açısından kişi, değil kültürel momentleri, kendi momentlerini bile koruyamayabiliyormuş. Yani, tarih alçalırken yükselen sanatçılar, Bosch gibiler, 500 yılda 1 çıkabiliyormuş. (Bakınız: Modern resmin 1. Dünya Savaşı’ndan sonra inişe geçmesi, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra bitmesi.)

Beş:

Sanatsal fütürizm (1907), fütüroloji (1940), teknolojik neo-fütürizm (2000’ler), zaman ve mekan olarak çakışmayabiliyormuş. (Her birinin tarihi için bakınız Wikipedia.) Bunun birkaç anlamı var: Bir: Eşdeğer düşünce kategorileri, Aristo mantığı, Euclid Geometrisi, Newton Fiziği gibi ayrı yerzamanlarda yaratılabiliyor. İki: Gelecek için farklı tasarımlar var ve bir bölümü geleceği yok etmek üzerine dayalı, buna ‘gelecek faşizmi’ diyebiliriz ve bunu uygulayan örnek ülke olarak ABD’yi verebiliriz..

‘Neuromancer’ 1984, ‘Count Zero’ 1986, ‘Mona Lisa Drive’ 1988 yazımı, yani hepsi sözü edilen tarihsel değişimlerden önce yazılmış ama sonuncunun içindeki gerilimsizlik aşırı ortada.

‘Ghost in the Shell 1’ 1995, ‘Ghost in the Shell 2’ 2004 yapımı, yani ikisi de sözünü ettiğimiz tarihsel olaylardan sonra yaratıldı ama öyküsünün sonunda herşey boşta kalıyor ve sünüyor. Oshii, çok az film yapan biri ve selüloit film ‘Avalon’u çok zayıf bir film örneği, yani normal film yapamıyor. ‘Amazing Lives of the Fast Food Grifters’ 2006 yapımı ve deneysel bir film. Yani, ana anlatı ve siberuzay izleğini bırakıyor. Oralara bir daha geri dönemeyebilir.

Siberuzayla ilintili sanat eserleri yaratıldığında, siberuzay yalnızca bir tasarımdı. Bugünse, 15 yılda dünyaya tümüyle yayılmış internet var. İlginçtir, ‘Ghost in the Shell 2’de adı geçse de, fiilen internet bu eserlerin hiçbirinde yoktur ama taa 1974 yazımı John Brunner’in ‘Şok Dalgası Süvarisi’nde vardır. Siberuzaysa, 1982 yapımı ‘Tron’da vardır.

Demek ki durumumuz şu:

Bir: Sanatçılar, Kafka’nın deyimiyle, çıplak derili bireyler olarak, geleceğe karşı daha hassastır, Kafka ‘Ceza Sömürgesi’nde toplama kamplarını öngörür ama bunu bilinçlice ayırsamaz, yoksa kaçardı ki ailesi kaçamadı. Bunu yitirirlerse, yaratıcılıkları uçar gider.

İki: İşte bu nedenle, yani siberuzay zehirlenmesi tasarlanmadığı için, internet insanları daha öncekinden daha aptal ve daha cahil yaptı, çünkü tıpkı 1. Sanayileşme sonunda metaya olduğu gibi, üretim tüketimi geçti ve beyaz gürültü oluştu. İnsanlar, 360 derecelik her yöne öteleyen düşünce vektörlerini okuyunca, oldukları yerde kilitleniyorlar. Eğriyi doğrudan ayırma yetileri sıfıra limitleniyor. Toplumsal zihinbilimin kurallarına göre, bir bölümü ilk, bir bölümü orta, bir bölümü son duyduklarına inanıyor. Kavramları birbirinden ayıracak okumayı, üniversite mezunları bile yapmamış oluyor. (Bakınız: G-7 ülkelerinde kitap okuma oranı ayda 1.) Bu koşullarda birşeyler bilebilmek veya eğriyi doğrudan ayırabilmek için, en az 1.000 temel kitap okunmuş olmak zorunda. NASA’da veya CERN’de çalışan biri bile bu 1.000 kitabı önbelleğinde her an tutabilecek yetiye sahip değil. O nedenle, batıda ırkçılık ve haçlı seferi zihniyeti yeniden yükseliyor.

Üç: Bu durumda, sanatçılar da tarih aşağı gider, öyle de oluyor. Oysa, öncü olmayan sanat, sanat değildir. Öncü sanatın öldüğü, 1968’den beridir önesürülüyor ama butoh ve anime ondan sonra yaratıldı. Öncü sanat sürekli yer değiştirir ama bu süreç hemen ayırsanmayabilir.

Sinema, 9 temel sanatsal alan içindeki öncülüğünü yitirdi mi? Hayır. Bu konuda hiçbir ipucu yok. İnanılmaz deneysel örnekler sergileniyor, herkes arayış içinde ama ‘iç gözünde doğru yön bulma yetisi’ olanlar azaldı gibi, çünkü stres azaldı. Oshii ve Gibson da, bunlardan 2 tanesi yalnızca. Gibson’un ‘İdoru’su 10 üzerinden 1 alabilir, öncülük açısından. Düşünce içeriği sıfıra yakındır ve en güçlü savlarından biri olan, popüler kültürün geleceği gösterdiği, daha 1930’larda toplumsal gerçekçi eleştirmenler tarafından değillenmişti.

Öyleyse ne yapmalı?

Kendi hesabıma, ‘Ghost in the Shell’ için, öykü parçacıkları tasarlıyorum. Gibson içinse, ‘Sprawl Üçlemesi’ndeki siberuzaydaki yıldız-zeka nasıl bir şey olabilirdi konusu var. Gerçekçilik sınırları içinde, bu yol şimdilik kapalı. Onun yerine, Dünya’yı ev-gezegen kabul etmeyen, insan değil, trans-, post-, meta-hümanizm vektörlerini araştırıyoruz. Sanat ve sinema eserlerinde tabii...

Bilim ve teknoloji, şu anda uygulamada bilimkurgunun tahayyül gücünü geçmesine karşın, kuramda tahayyül gücüne sahip değil, çünkü bu 1. Bilim’in mekanik determinist takıntısından ileri geliyor. Daha 2. Bilim kurulacak ve daha sonra da Tam Bilim, tıpkı 1. ve . Sanayileşme’nin birleşip, ‘Tam Sanayileşme’ olacağı gibi...

Yıl 2250’den söz ediyoruz.

Demek ki bu durumda kültürel bir duralama tanımlıyoruz. Tarihte ve sanatta böyle boşluklar çok görüldü. Sinemada da görüldü. Televizyon ve video, sinemaya 2 kere feci darbe vurdu. Bu arada, dünya bilgisayar oyunu cirosunun sinema cirosunun yarısına ulaştığını da eklemek gerekli, çünkü oyun demoları tümüyle kısafilmler ve filme çekilen oyun çok, oyuna geçirilen film de çok. Gelecekte bunların birleşik olacağını böylemek için kahin olmaya gerek yok, bugün diziler de film sayılıyor ve ‘imdb’de yer alıyor ve yalnızca video için çekilen filmler hala var, yalnızca VHS yarı yarıya gitti, VCD gitti, DVD geldi, galiba o da gidici (Bakınız Bluray).

Demek ki bir harmanlanma, melezlenme tanımlıyoruz. Eski ustalar bunu ıskalayabiliyor. ‘Ghost in the Shell 3’ü, 1951 doğumlu Oshii yerine, 1991 doğumlu biri tasarlayabilir belki. Onlar, bilgisayarsız ve internetsiz hiç yaşamadılar.

Oysa, sözünü ettiğim her 2 sanat eserinin de çoktan yaratılmış olmasını dilerdim. Öncülleri olan, yalnızca o 4 sanat eseri, bana en az 1.000 sayfa yazdırdı. Yıl, 10000’e (on bin) uzanan bir dünya sistemi-gelecekbilim sentezini artı 2.500 yıldır becerilemeyen Aristo-Lao Tzu sentezini becertti.

Kültürel dedem Kafka ve kültürel babam Fassbinder, 1995’te yolda kaldı. Tam da o zaman animeyi, butoh’yu, siberuzayı birarada ve peşpeşe buldum. Müthiş bir zihinsel ivmeydi: Değil Dünya’yı veya Güneş Sistemi’ni, Samanyolu’nu bile aştım, ‘Neuromancer’da da daha az da olsa, öyle oldu.

O ivmeyi özlüyorum. 50 yaş eşiğindeyim. Bu, yaşıtlarım için ‘ortalama yaşam beklentisi’nin aşağı yukarı sonu demek. Kuyruğu titretmeden önce, o kitabı okumak ve o filmi seyretmek, ya da kendim yaratabilmek isterdim. 10 sene daha yaşarsam zor ama 20 sene daha yaşarsam, yaparım sanırım.

Kafka’nın ve Fasbinder’in erken öldüğünü görmek çok üzücü ama çok yaşayan Arthur C. Clarke’ın bilimkurgu romanlarının yerlerde sürünmesini (‘Rama’ dizisi) görmek de üzücü. Bertrand Russell ve Bernard Shaw gibi 90’ında yaratıcı kalabilmeyi tüm sanatçıların başarabilmesi imkansız. İngilizce bile bilmeyen Mamoru Oshii’nin bir Doğulu olarak ve Japonlar’ı meta-kültü yapan bir Batılı olarak William Gibson’ın yaratıcılık açısından yokuş aşağı gittiğini görmek de üzücü ama herkesten de Rainer Werner Fasbbinder gibi 36 yıla 50 film, 20 oyun, 10 kitap, bilmem kaç tiyatro yönetmenliği sığdırmasını beklemek imkansız. Onunla ilgili bir belgeselde, onu tanıyan herkes, onun arkasından 10 yıl sonra bile hüngür hüngür ağlıyordu ve erkek sevgilisi onun yüzünden AIDS’ten ölüyordu ama hala ona aşıktı.

Demek ki neymiş?

Santçının yayaşımnda ve yaratısında ‘trajik’ ve ‘ontik’ olanın eksikliği başlamış. Post-modernizm, tam da bunu bayrak yapmıştı zaten ama post-2-modernizm 11 Eylül 2001’de bitti ve şu an post-3-modern dönemdeyiz.

‘Dün dündür cancağızım, yarın için bize yeni şeyler lazım’... Uzayın ve siberuzayın ötesinde, hatta ölümsüzlüğün ötesinde... Onu da, Oshii yapamayacağa benziyor. Başkası muhakkak yapacak ama ne zaman?

(24-26 Şubat 2008)

Dipnot: 2008’de ‘Ghost in the Shell 1’, ‘Ghost in the Shell 2.0’ adıyla yeniden kurgulanarak piyasaya sürüldü. Bu durum, öngörümüzün gerçekleşmesi yönünde bir ipucu oluşturdu.

Cuma, Kasım 20, 2015

Neo-Anarşist Tezler

Kendim de dahil olmak üzere, 7 küsur milyarlık tüm insan nüfusunu ve 80 milyonluk Türkiye nüfusunu bir anda gömülesi buluyorum politik olarak.
Yani, sonul barbarlığı göze alıyorum.
Yani, sonul barbarlığın olmayacağını da biliyorum.
Bunun global kaos demek olmayacağını da biliyorum. 
7 milyarın veya 80 milyonun hepsinin yok edilemeyeceğini de biliyorum.
İktisadi, askeri, siyasi düzenin sıfırlanması, hatta eksilenmesi, bilimi, sanatı, düşünü bitirmiyor. Onları saklama koşullarının şimdikinden çok çok daha kötü olduğu, binyıllar önce bile bitirmedi.
Yine de, bilimi, sanatı ve düşünü de sıfırlamayı, hatta eksilemeyi göze alıyorum.
Biliyorum ki iyi ve kötü yanlarıyla insanlık, kendini yeniden yeniden üretecek. 5 milenyumluk kayıtlar bunu kanıtlıyor.
Budama, kimi olumlu, kimi olumsuz sonuç vermiş tarihte ve tarih öncesinde.
Benim neo-anarşizmim tüm bunların üstünde ve kapsamalı olmakta.
Çünkü ben doğduğumda insan türü, kendini yok olmaya, kendi ellleriyle yok etmeye koşullanmıştı.
Çünkü ben doğduğumda insan türü, başka bir türe doğru yol ayrımına girmişti. Bu yol ayrımı, Neanderthal’larla Sapiens’ler arasındaki gibi, biyolojik değil, kültürel oldu.
Sapiens’lerin Neanderthal’ları yok ettiği gibi, Posterus’lar Sapiens’leri yok edebilir ama etmeyebilir de.
Dönelim şu ana:
Bu Dünya’ya pek pek 2 milyar nüfus yeter.
2070  gibi başlayacak global nüfus sabitlenmesi, kültürü aşırı statikleştirecektir, bunu onyıllar öncesinden biliyoruz. Ancak insan türü, sabit nüfusla yaşamayı öğrenmek ve o durumda da dinamik kalmak durumunda.
1914’te 50-100 arasındaki Dünya ülkesi sayısı, bugün 200 küsurda. Rusya’dan 100, ABD’den 50, Hindistan’dan 50 ülke daha gibi, oluşumlar dizisiyle, 500 ve ötesine bile gidebilir.
Gözlendiği kadarıyla, çok veya az ülke durumuyla, barbarlık veya uygarlık yoğunlaşması arasında bir ilinti yok tarihte.
Bugün, bir zamanlar Aydınlanma Çağı’nda Avrupa’ya yüklendiği üzere, bir bilim / sanat / düşün kültürleri üstlenmesi yok Dünya’da ama 3’ü de düşe kalka sürüyor, göründüğü kadarıyla bu durumdan bağımsız olarak.
Bilimin, sanatın, düşünün tama yükseltgenmesi, insanı tam insan yapmayacak.
İktisadi, siyasi, askeri sorunların bitirilmesi, insanı tam insan yapmayacak.
İnsan türü, 5 milenyumun sonunda, kendini çıkmaz bir sokak olarak mahkum etti.
Bu durumda argüman, tarihin sonu veya ortası, barbarlık veya uygarlık, çekirdek hegemon veya kutupsuzluk arasında sürmüyor.
Devletsizliğin anarşizm olmadan da, fiilen yapılabildiğini, reel sosyalizm ve neo-global neo-liberalizm kanıtladı.
Devletin yokluğunun, hem iktisadi-siyasi-askeri yapıyı, hem de bilisel-sanatsal-düşünsel yapıyı oldukça zedelediğini izledik.
Kitlenin yazıyı inkar ederek, bunları dışladığını da izledik.
Anarşizmin iktidar olduğunda, diğer ideolojilerin yaptığı hataları yinelediğini de izledik.
Yani bu koşullarda anarşizm, sonul bir ideoloji olma savında olamaz, olmasa gerekir.
Artı anarşizm olmadan da, tarihsel / geleceksel eksodus bulunabilir. Bulacaklar da çıkacak.
Şu an, 2015 Dünya’sı tam bir açmazda ve kendi haline bırakılırsa, yıkımla kendi yolunu bulacak, daha önceleri olduğunca. Yıkıma ve kaosa karşı değiliz, hiç olmazsa kültürel fermentasyon yaratıyor, bunu gözledik. En az Acı arzusundayız ve ilkesindeyiz.
Bu durumda, anarşizmin fiili ve demokrat ateizm gibi destek ideolojilere gereksinimi olmakta.
Bu durumda anarşizm, yalnızca geçici bir araç olmakta, bir amaç değil.

Neo-anarşizmin başlangıç tezlerinden biri de bu olmakta.

Perşembe, Kasım 19, 2015

Çizgiroman ve Politik Metafor

Önbilgi:
Bu metin, yaşamımın en uzun vadeli ekstrapolasyonlu metinlerinden birisi olacak.
+
Bu metnin öncülü 16 yıl önce yazıldı. O metni yazdıran çizgiroman öyküsü dizisinin aslen 1970 tarihli olduğunu Ekim 2015’te öğrenebildim ancak.
Bu durumda, o politik metaforlu çizgiroman, hem Dünya Sistemi’nin az ardılı, hem de Glasnost 1986’nın ve yanısıra Çernobil (nükleer reaktör) 1986’nın ve Challenger (uzay mekiği) 1986’nın tam öncülü imiş.
+
Metnin devamı:
Yukarıdaki örnekte, ana kahramanın 7 müttefiki vardır. 3’ü savaş boyunca ölür. Bu ölenlerin 2’si tam iyi, 1’i sonradan kötülük tarafından ele geçirilen biridir, Conan onu ikinci kez öldürür. Müttefiklerinin içinde, yukarıdakinin haricinde, 2 tam kötü, 1 yarım kötü vardır. 2 tam kötünün 1’i ona sürekli ihanet eder, 1’i sözleşmeleri bitene dek, ona tam itaat eder ve onunla işbirliği yapar. 2 iyi, 1 kadın ve 1 erkek ona kötülük yapar, bir yanlış anlama sonunda, kadın Conan’ın kadınıdır ama onun kendisini aldattığını düşünüp, öbür erkekle Conan’ı aldatır. Böylelikle, bu 880 sayfalık maceranın üzerine, belki ondan daha uzun bir macera daha eklenir, yani o kadın ve o erkekle Conan, yıllar sonra bir daha karşılaşır. Ve o da, politik metafor doludur. (Onu bu inceleme için, şimdilik pas geçiyoruz.) Diğer bir deyişle, 1 ölen ve 1 kalan olarak, 7 kişiden yalnızca 2 kişi, Conan’a tam bağlı kalır.
Bu diziyi, 16 yıl önce akledememiş ve yazamamıştım.
Şimdi günümüze geliyoruz:
+
2015 çizgiroman realitesi:
Süper kahramanlarda 2 kümelenme var:
Düzenle işbirliği yapanlar ve düzene karşı olanlar. Bu durumda süper kahramanlar birbiriyle savaşıyorlar. Düşman yerine birbirleriyle.
Bunun, ilkin ve çok açıkseçik olarak, ‘Hulk Gezegeni’ dizisinde gördük.
Sonra, tam 85 yıldır en çok sevilen 2 çizgiroman süper kahramanının, Batman’in ve Superman’in kapışması var. Hem çizgiroman olarak, hem de film olarak. Çizgiromanda politik metaforlar çok daha bariz. Film, bildiğimiz Mc Carthy tipi Yankicilik taşıyor daha çok.
Artı bir durum daha var:
2016-2017 için tasarlanan, çizgiroman uyarlaması bir filmde, çizgiromanların kötü kahramanları, kurbanlık koyun olarak daha kötülerin üzerine salınır. (Suicide Squad)
Dipnot:
2020 için, tüm çzigiroman kahramanları aşağı yukarı sıfırlanıyor şimdiden. 30 yılda birlik, 3 çizgiroman rönesansı dalgasının ve tarihsel perspektifinin üzerine, 2020 dalgası da gelecek gibi.
+
Politik realite:
Espri şu ki greçek yaşamdaki global politik durum da buna benziyor gitgide:
Suriye’de Çin ve Rusya, tarihlerinde ilk kez olarak, pasif olarak da olsa, işbirliği yaptı. Daha da beteri, AB ve ABD de onların yanında yer aldı.
Sonra hepsinin ortak düşmanı IŞİD, önce Rus uçağını düşürdü, sonra Paris’i kana boğdu. Peşpeşe gelen olaylarda, bin ölü ve 50 milyar dolar doğrudan hasar yarattı.
Yaratılan şiddet görüntüleri, hem çizgiromanlardakini, hem de filmlerdekini fersah fersah geçti.
+
Ve iktisadi-siyasi-askeri triyalektiği ve artı bilim-sanat-düşün triyalektiği bireşimi Dünya Sistemi praksisi:
Dünya Sistemi çöküş dönemine girdi 2000-2200 için. Süper kahraman geçinen süper devletler, yangını söndürmek yerine, yangına benzin döktü. (Gerçi bu, yangının kendini bitirmesine de neden olabilir.)
Bu durumda, politik metafor yapan çizgiroman örneği olarak, yalnızca ‘Suicide Squad’, bir adım önde gibi tarihten. Ötekilerin hepsi, tarihten 3-5 adım geriye düştü.
(Bu politik metaforlama, çizgiroman yaratıcıları tarafından isteyerek olabilir ama tarihsel bilinçle olamaz, çünkü bildiğimiz kadarıyla Dünya Sistemici’ler bile bunu yapamadılar. Dolayısıyla daha çok toplu bilisizlik ile klasik popüler kültür ürünlerinin tarihsel gidişi imlemesi durumu olabilir.)
+
Panorama:
İyi-kötü ayrımı, gerçek yaşamda hiç ama hiç olmadı. (Kötülük yapanlar, kötü oldukları için değil, cahil veya aptal oldukları için kötülük yaptılar.) Maddi ve manevi çıkarlar oldu, onları koruma yolları oldu yalnızca.
Çizgiroman kahramanlarının bir bölümü ve neo-entellektüellerin çok-çok azı, realitenin yanında yer aldı.
Kimi kitleyi destekledi, kimi iktidar seçkinlerini ama hiç kimse gerçeği ve bilgiyi değil.
Oysa çizgiroman, tam 85 yıldır bize tarih bilgisi veriyor. Daha çok metaforlarla veriyor ama veriyor.
Bildiğimiz, banal popüler kültür ürünü çizgiromandan söz ediyoruz burada.
+
Çıkış:
Tarih sürüyor ve şimdilik hep sürecek.
Gelecek hep gelir ve çook uzun sürer.
Çizgiroman da öyle görünüyor.
2 farklı çzigiroman-bilgisayar oyunu şirketinin çapraz medya melezlemesi denemesi, bu vektörü okumayı beceremedi (Capcom-Marvel). ‘Hulk Gezegeni’ becerdi, ‘İntihar Timi’ tam becerdi gibi şimdiden.
Linkler:
Planet Hulk:
Suicide Squad:

(19 Kasım 2015)