Salı, Ocak 31, 2012

2010 Ne Demektir?

20. Yüzyıl biteli çok oldu demektir.

2025’in, yani 21. Yüzyıl’ın 4 büyük krizinin ilkinin yarıyolu demektir.

2. Sanayileşme’nin kesinleşmesi demektir.

2000-2010 arasında özel uzay yolculuğu, zihin okuma, beyinle robot çalıştırma, hayvanla robot çalıştırma, insan klonlama, ‘anne+baba+mitokondri’ genli üçlemeli çocuk, ölümsüzlük becerildi.

Üzerinde insan yaşayabilir gezegen bulundu sayılır. Mars’a gidileceği kesinleşti. Ay’a yerleşileceği kesinleşti.

Çin uzaya gitti.

Felsefe ve ideoloji yok, yenisi yok yani. Neo-liberaller ve neo-globalistler, 2. Sanayileşme’nin üzerine faşistçe çöreklenmiş durumda ama durumları hiçbir biçimde güvencede değil. Tarihsel zemin çok kaypak, katastrof kuramının geçerli olduğu veri tabanları var.

Kitle duruma aymamaya inatlı. Yolu mezbaha yani, bir kez daha...

Entellektüeller de apışıp kaldı, özellikle de 11 Eylül 2001’den sonra.

Bu mayalanma, gübrelenme, hafriyat, kısaca topolojik yeniden yoğrulma plastisitesi demek. Tarih oldukça akışkan kıvamda. Direnç fayları zayıf. Burjuvazi içeriden vurulabiliyor, kendilerine ihanet halindeler, aristokrasi ve Bizans İstanbul’u da öyle olmuştu.

Geriye hep olduğunca ayrallar kalıyor.

Kamikaze nihilistlerimiz canlı bombalar var.

Silahsız savaş icat edildi. Herkes savaş dahil, yani tüm dünya yüzeyi bir savaş alanı.

7 milyar kişide 7 kişi yeter.

Elde var 1.

2009 ve 2029

2009 krizi global bir krizdi. Bu kadar makro olacağı öngörülmüyordu ama tarih boyunca en makro-makro olanlardan biri de değildi.

1949 Çin Devrimi’nin 1848 Devrimi’nin simgesel bir ardılı sayılması gibi, 2029-2030 muhtemel makro-makro global ekonomik krizini de, o 1929 ve bu 2009 krizinin ardılı sayarsak, 2009 krizi 2029 krizini büyültmüş mü olacak, küçültmüş mü?

Ön-hafif depremler, daha büyük art-ağır depremlere de neden olabilir, onu hafifletebilirler de.

1929 krizine ve 2009 krizine bakarsak, 2029 krizinin 5-10 sene boyunca % 5-10 olmak üzere, global ekonomide % 50 civarında bir küçülme demek olacağını öngörebiliriz. Çin hesabıyla % 50 büyümemeyi de ekleyebiliriz.

2007-2009 krizi ise 3 yılda yıllık % 3-4 küçülmeyle, Dünya ekonomisinde % 10 küçülme demek oldu. % 10 da büyümemeyi ekle, % 20 demek. Bu % 20’yi Dünya kaldırdı, biraz inledi ama şoku atlatacağa benzer. Ya % 100 de ne olacak?

Öyleyse kestirim ne?

Araya su ve gıda krizlerinden en az birisinin alt-dalgalarından birkaçının gireceği kesin. Cep telefonsuz ve internetsiz ölmezsin ama susuz ve yemeksiz ölürsün. Ayrıca bu tür toplu ölümlerin ardından salgın hastalıkların başgösterdiği de biliniyor. Kuş gribi 300 milyon can alabilir, diye hesaplandı.

Abartalım:

Dünya 10 yılda yılda % 2 nüfus kaybıyla, toplamda % 20 nüfus kaybına uğradı diyelim ki bu tarihsel örneklere bakınca aşağı yukarı en yukarı limite yakın bir durum sayılabilir.

Söylemesi hoş değil ama bu sonuç, tarihe ve kültüre zararlı değil, yararlı bir durum olur, olacaktır, olmuştur.

Olumsuz olarak bundan en çok nasiplenecek 3. Dünya olacak ama enerji krizinden AB asıl nasibi alacak, yani 1. Dünya da global felaketlerden muaf değil.

Dönelim şimdiye:

Bu kriz, bir büyük krizin ön-provasıydı. Kriz yönetiminde G-7 ve 1. Dünya sınıfta kaldı çoktan.

Demek ki şimdi panik azdı ama daha büyük krizde panik olacak, hani biz Türkiyeliler’in hep yaptığı gibi. Ayrıca, 11 Eylül 2001’de New York yönetimi ve halkı da ambale olmuştu.

Demek ki halklar ve iktidar seçkinleri tarihten ders almıyor, daha önce almadığı gibi.

Nedensellik açısından bakarsak 2009 krizi, biraz kendi ellerimizle yarattığımız bir şeydi, kapitalizmin asıl doğasının getirdiği depremlerden değildi.

Kapitalizmin yapısallığının, gerçekten kısırdöngüsel bir açmazlar dizisi içerdiğini, 250 yıldır kimse öğrenemedi, daha kötüsü Dünya Sistemi savunucuları bile. Avrupa’nın onlarca kez yaşadığı granülleşmeyi koskoca tarih dehaları göremiyor.

Şimdi de, G-7, G-8, G-20, AB-ABD granülleşmeleri var. Çıkarları çakışmadığı gibi, bakış açıları da uyuşmuyor. Peki, nasıl birlikte karar alacaklar da, onu uygulayacaklar? Kyoto Protokolü’nün açmazı onyıllardır ortada.

Aslı duvar ve travma burada. Hiç önlem yok. Hiç ihtiyaç akçesi yok. Hiç kriz yönetimi A, B, C, ... , Z planları dizisi yok.

Budalalar gemisi tam gaz fırtınaya yol alıyor.

(9 Haziran 2009)

Pazar, Ocak 29, 2012

'Post-Reification'

Şeyselleşme (reification) çok kritik bir terimdir. Bıçak sırtında durur. Yanlış anlamaya oldukça açıktır. Çoğul okumalara açıktır. Kimse de, kendi aşırı yorumunun en geçerli olduğunu kanıtlayamaz. Tam da, post-modernlerin sevdiği türden bir muğlaklıktır bu.

Ancak, durun. Bir olaylar dizisi ortaya çıkıyor. Ortaya yepyeni bir kavram çıkartıyor:

‘Post-reification.’

Şeyselleşmenin, ‘nesneleşme’ ve ‘nesnelleşme’de olduğu gibi, nüanssal ayrımlara sahip birden çok anlamı var. Ancak, günümüz kullanımında marksist estetikçilerin burjuvazinin proleteryanın sırtına yüklediği bir yabancılaşma yükü olarak tanımlanmış.

Zaten sorun burada başlıyor:

Sevgili proleteryamız, ‘kitsch’ / banal / bayağı / popüler kültür ürünlerini, yalnızca burjuvazi kendisini sömürsün diye tüketmiyor. Düşünün ki bir zamanların TRT’sinde bu bayağı ürünlerden olan arabesk şarkıların çalınması yasaktı. Yani, elitler avamlara avamlık hakkı tanımıyordu.

Buna benzer bir durum da Almanya’da ortaya çıkmış:

“Berlin Bienali daha başlamadan sansasyona neden oldu. Nisan ayında yedincisi düzenlenecek Berlin Bienali’ne davet edilen Çek sanatçı Martin Zet’in projesi şimdiden merak uyandırıyor ve eleştirilere yol açıyor.

Martin Zet, Almanya’nın en çok satan tartışmalı ‘Almanya kendini yok ediyor’ adlı kitabın okuyucularına, kitaplarını başkent Berlin ve Almanya’nın başka kentlerinde belirlenen ‘toplama noktaları’na teslim etme çağrısında bulundu. Bienal başladığında toplanan kitaplardan bir enstalasyon oluşturacak olan Zet, Bienal bittikten sonra da bu kitapların geri dönüşümünü sağlayacak. Zet, Almanya merkez bankası eski yönetim kurulu üyesi Thilo Sarazzin’in yazdığı Müslüman karşıtı kitaptan en az 60 bin adet toplanmasını bekliyor.”


Pek sayın sanatçımız, bu kitapları geri dönüştürecekmiş. Yani, yakmanın daha kibarcası.

‘Reification’un bir anlamı daha var ki çok önemli:

‘Somutlama’ anlamına da geliyor. Böylelikle, soyutlamanın karşısavı oluyor.

Zaten sorunsal da tam da bu noktada:

Proleteryanın da, burjuvazinin de düşüncesel soyutlama kabiliyeti sıfırdır, hatta eksidir. Entellektüellerinin çoğununki bile öyledir.

Açmazın ‘somut x soyut düşünce’ karşıtlığında yattığını, marksist estetikçiler 100 yıldır açımlayamadılar, çünkü buna intikal edemediler.

Açımlayalım:

Soyut düşünce olmadan ya da ileri derecede soyutlama yetisi olmadan, 5.000 yıllık ‘dünya sistemi tarih’in haritasını 5-6 boyutlu olarak zihninizde toparlayamazsınız. Üstüne bir de dikmeler / çıkmalar alıp, tarihsel artı-değer vektörlerinin genel alan dağılımını da göremezsiniz. Bu paragrafı okuduğunda, çoğu okurun olacağı gibi, ‘hö?’ olursunuz.

Kulağı tersten göstererek de olsa, haberdeki kişi doğru savı dile getirmiş oluyor: Almanya kendini gerçekten yok ediyor. Çünkü multi-kulti toplama kampında bile bitirilemedi. Çünkü Türkler kolay kolay asimile olmazlar. Çünkü Türkler asimile olsalar bile, yasaklanmadıkça, hatta yasaklandıktan sonra bile, cumhurbaşkanlığı sarayı önünde mangal yaparlar. Hatta, bununla da  yetinmezler, ülkelerindeki cumhuriyeti tarihe gömerler.

Tabii şunu da anımsamak gerek: Ta Hunlar zamanında, zaten Germen kabilelerin kanı karıştırılmıştı. Yoksa, siyah saçlı Germen nasıl olacak ki?

Şimdi, kim bunun neresine nasıl neden ne zaman hangi hakla müdahale edecek?

Karıştırılmasın:

Anti-hümanist benim, hümanist olan bunu alkışlayan veya yuhalayan kesimlerin ikisi de. Yani, çifte değilleme var: Hümanizm her durumda geçersiz. Üçüncünün olurluğunu da ben söylüyorum, her 2 birbirine karşıt hümanist kesim değil.

Tabii, bunu yine bir eleştirmen aşırı yorumla ortaya koyuyor, sanatçının kendisi değil.

Cumartesi, Ocak 28, 2012

2050 Türkiye Ekonomisi

“Goldman Sachs’ın yeni verilerine göre, 2050’ye giden süreçte, ülkelerin ekonomik büyüklüklerine göre sıralaması büyük ölçüde değişiyor ve 2007’de dünyanın 18. en büyük ekonomisine sahip olan Türkiye 2050’de Japonya, Fransa ve Almanya gibi ülkeleri geride bırakarak, dünyanın 9. en büyük ekonomisi haline geliyor.

Türkiye’nin 5,9 trilyon doları aşan bir milli gelire sahip olacağı ve şimdi önünde olan pek çok ülkeyi geride bırakacağı görülüyor.”


Osman Ulagay böyle alıntılamış ve yazmış.

Öyle mi bir bakalım:

Sayılar 2007 dolarına göre hesaplanmış.

Dolar son 30 yılda 1/5 oldu ya da o zamanki 1 dolar şimdi 5 dolara eşit. 42 yılı 45 yıl sayalım ve 5’in 1,5. üssünü alalım: 11 küsur çıkıyor.

Bu da 2007’nin 5,9 trilyon doları, 2050’nin 60 trilyon doları demek. Bu da Türkiye ekonomisinin şimdikinin 100 katı olması demek. Bu da, 42 yıl boyunca % 11-12 büyüme demek.

Önümüzdeki 42 yılda 3 kriz kesin: Su, global ısınma ve gıda. Türkiye’nin artık su ve gıda açığı var. Çevresel ısınma ise, şimdiki coğrafi bölgelerde yetiştirilen bazı ürünlerin o zaman yetiştirilememesi demek. Bu bir risk etkeni.

Türkiye 85 yıllık Cumhuriyet’te yılda ortalama % 6 büyüdü. Bunu epeyi krizle ve Osmanlı’nın bugünün parasıyla 30-90 milyar dolar arası eden borçlarını ödeyerek gerçekleştirdi. İnönü döneminde 10 yılda % 0 büyüdü, çünkü o borçların % 15’i, 1943 gibi bir yılda, savaşın göbeğinde ve kıtlıkta yapıldı (ikinci büyük ödemenin ise 1929 global kriz yılında ve % 10 olarak yapılması da ilginç).

Şu anda 470 milyar dolar borcumuz var. Bu da diğer bir risk etkeni.

Eğer neo-globalizm, yumurtlayan tavuğu kesmezse, sorun yok. Dünya’da 10.000 dolara otomobil ihraç edip, 100.000 dolara otomobil ithal eden ve satışlarının 2/3’ü yabancı araba olan bir ülke daha yok.

Ancak, Dünya’da nakit sıkıntısı başladı. Bir de kapitalizmin savaş ve global kriz gibi, garantili 2 negatif yönü var. Savaşları görüyoruz, 1929’u da görmüşler.

Bu koşullar altında yukarıdaki hesap, Nasreddin Hoca’nın ‘beleş parayı gördün, ondan gülüyorsun, değil mi?’ fıkrasına benzer.

TÜSİAD, 85 yılda ve 4. kuşakta montaj sanayisini aşamamış durumda.

Tabii, bir olasılık var:

Militarist ekonomi. (Bunu daha önceki metinlerimizde epeyi açımlamıştık.)

Askeri iktisat, 10 yıl sonra, yılda 100 milyar dolarlık bir ciroyu yakalayacak. (Krizler olsa bile böyle, çünkü OYAK’ın denetiminde olan paranın ne olduğunu kimse bilmiyor, sormak bile yasak, yani asker peşin parayla büyüyecek.)

Bu da savaş ihraç etmemiz demek. TSK bunu öğrendi. Kuzey Irak’ta uyguladı ve uyguluyor. Talabani ve Barzani bunu hak ediyor ama siviller, liderleri nedeniyle, mezbahalık koyun oluyor.

Fuller de, Attali de söyledi: Türkiye emperyalist olmazsa parçalanır.

Bir de şu gerçek var:

3 liberalizmin son 25 yılında 1’er çocuk daha az yapmış ve hiç ithal araba almamış olsaydık, o borç olmayacaktı.

Önümüzdeki 42 yıl boyunca bunu yaparsak, 1 trilyon dolar yatırım kazanmış oluruz.

Zaten daha önceleri de belirtmiştim: 3 darbe ve 3 liberalizm olmasaydı, şu anda 10. ekonomi olmuştuk çoktan.

50 yıl gecikme, 1950-1960 doğumlu bizlerin hiç yaşanmamış 80 yıllık yaşamları demek.

Kendi hesabıma bunu üstlendim. Bana işkence yapan devletin bütün olarak kalması yönünde irade kullanıyorum. Kapıkulu olduğumdan değil, öbür türlüsünde 1 milyar kişinin kanı akacak. Orman yangınını durdurmanın bir yolu, bazı ağaçları kesmektir. Onlar da biz olduk netekim.

Helal olsun demiyorum, haram olsun diyorum ama yine de oyumu değiştirmiyorum.

Kendine gel Türkiye, ayaklarının üstüne kalk artık, elalemin değneğiyle yürünmez.

Bir gelecekbilimci olarak, A’dan Z’ye tüm planları sergilemiş durumdayım. Tuvalet kağıdı olmak istemiyorsan, Avrupa’dan kaçan Musevi olacaksın ama sonra İsrail olup da, sana zulmedenlerle işbirliği yapıp, sana iyilik edenlere zulmetmeyeceksin. İşte o zaman Türkiye, senin 100 milyonluk bir mezarlık olman seçeneğini kullanırız. Cengiz Han’ın Yeryüzü’nden bir kalemde sildiği 50 devlet gibi olursun. Kur artık şu 2. Cumhuriyet’i ve 17. devleti. 1. Cumhuriyet kalmadı artık.

Cuma, Ocak 27, 2012

2023

2023 yılı, Cumhuriyet’in kuruluşunun 100. yılı olacak.

1923-2013 arası 9 evreydi.

9 evre = 3 adam + 3 darbe + 3 liberalizm.

3 adam = Atatürk (1923-1938) + İnönü (1938-1950) + Bayar (1950-1960).

3 darbe = 1960 + 1971 + 1980.

3 liberalizm = 1983 (Özal) + 1993 (Çiller) + 2003 (Erdoğan).

Kabaca 10’ar yıllık 9 evre eder.

3 adam, 10’ar yıllık döngüleri zorlamış oldu.

3 darbe’nin 2.’si 1 yıl kaymayla 1970 yerine, 1971’de oldu.

3 darbenin dışında, asılan Talat Aydemir, 1997 3,5. post-modern darbesi gibi küsur sapmalar da var.

3 darbe ve 3 liberalizm, Türkiye aydınlarını ve proleteryasını tuş etmedi ama eli kulağında. İstenilen de buydu.

Önümüzde 2011 genel seçimi, (çok turlu olacağından dolayı) 2012 cumhurbaşkanlığı / devlet başkanlığı seçimleri, 2014 yerel seçimi var. Cumhuriyet’in 90. yılı olacak olan 2013, bunların tam da ortasında yer almış konumda.

Dünya’de neo-liberalizm ve neo-globalizm, 2007’den beridir tuş olmak üzere ama yenilen pehlivan misali güreşe doymuyor.

Bu koşullarda 2013-2023 için 4. liberalizm olur mu?

Olabilir.

2011 genel seçimi için; AKP, CHP, MHP, BDP parti dağılımı kesin görünüyor ki bu 2007’dekinin aşağı yukarı aynısı. Diğerlerinin % 10 barajını geçmesi çok zor ama bağımsızlarla TBMM’nin dağılımı çok değişebilir. Bunun dışında eski tas eski hamam olacak.

2010-2023 için, eski ve yeni liberalizm ne yapabilir?

Hiçbirşey.

3 liberalizm ne yaptı?

Hiçbirşey. Ya da olumsuz anlamda çok şey.

Özelleştirme ile sıfır makro devlet malı kaldı. Borsanın, reel ve finansal sektörün ağırlığı yabancı sermayeye geçti. Bir yıllık GSMH’yi aşan borcumuz var. Tüketici kredileri ve kredi kartı borçları toplamı da, epeyi insanın 1 yıllık maaşını geçmiş durumda.

Dünya Sistemi, aynı dönem için ‘iflasın öncesi aşama’ (kış mevsimi) dönemi öngörüyor. Yani, o çok güvenilen global sermaye birikimi çökmek üzere. Bunu global sermayenin kendisi de dilegetiriyor.

(Bu arada, Dünya Sistemi’nin öngördüğü ama açıkça adını koymadığı bir durum var: Uzun vadede geleceğe aktarılan reel ekonomik birikim pratikte sıfırdır. Bunun nedeni, azalan girdiler kuralı nedeniyle, global ortalama harcanabilir gelirin, bir bölü kare oranıyla azalmasının sözkonusu olmasıdır. Altın ve uranyum gibi dayanıklı ve değerli metaller dışında, en dayanıklı tüketim malının yaşam süresi 50 yıl. O nedenle, geleceğe aktarılan donanım değil, yalnızca yazılımdır, yani bilgi, yani informatik ve kognisyon. Bu dönemin bu yönü ise, ayrı bir metnin konusudur.)

Global konjonktürde Türkiye orta vadede; ne AB’nin, ne ABD’nin, ne Rusya’nın, ne de İslam ülkelerinin yanında kendine yer bulabilir. Çin’in yanında yer bulabilirdi ama geç kaldı.

Tek başına bir Türkiye uygulaması için, vizyon sahibi bir tek iktidar seçkini yok. Olsa da, uygulanması şu anki koşullar nedeniyle madden ve manen çok pahalı olacak bir seçim olurdu bu.

4. liberalizm olacak mı?

Büyük olasılık evet.

Türkiye gaz pedalına tuğla koymuş Alamancı gibi, tam gaz duvara doğru yol alıyor: 2010-2023 arası, 4 makro-global krizin (kıtlık, susuzluk, enerjisizlik, çevre) 1 veya 2’sinin ilk ve sonraki aşamalarının duvarlarıyla dolu.

Askeri darbelerden nasıl kaçınabilirdiysek ama kaçınmadıysak, liberalizmlerden nasıl kaçınabilirdiysek ve kaçınmadıysak, bu duvarlardan kaçınabiliriz ama kaçınmayacağız ve bunu çok pahalı ödeyeceğiz.

Parçalanmaktan söz etmiyorum. Yaşamda, ölümden beter zulümler vardır. Türkiye, 1999 depreminde gözlendiği üzere, eksi ahlaklı bir toplumla dolu durumda. Devlet otoritesi ise, bu sıralar sizlere ömür. Ortalık başıbozuklara kalıyor. Herkes mafya oluyor, kendi mahallesinde, kendi ailesinde.

Bu durumu ne temizler?

Hep olduğunca; kan, ter ve gözyaşı.

Gerçeğin çölüne hoşgeldiniz.

2023’e ne kalıyor?

Belki, 2013-2023 arasında bir restorasyon dönemi. O da belki.

Dipnot: 2. Cumhuriyetçiler, bu gidişata boşuna sevinmesin. 1. Cumhuriyet 1960’ta (aslında 1938’de) bitti ama 50 yıldır ortada hala 2. Cumhuriyet yok. Kursalardı, çoktan kurarlardı.

Çarşamba, Ocak 25, 2012

2013 Ne Demektir?

2023’e 10 yıl var demektir.

Yani, 100. yılda 2. cumhuriyet’i kurmaya hepi topu 10 yıl kalmış demektir.

1 veya 2 genel seçim demektir.

1 veya yere seçim daha demektir.

3 adam + 3 darbe + 3 liberalizm = 90 yılın sonu demektir.

Nasıl ki AP’nin / DYP’nin, ANAP’ın sonu geldiyse, AKP’nin sonu demektir.

Belki 4. liberalizm demektir.

Belki Fetret-Terör-Fermentasyon dönemi demektir.

Belki sosyal demokrasi başlangıcı demektir. 30’dan çok bağımsız milletvekili olabilir demektir.

AB üyeliği demek değildir.

ABD ile en azından küçük ve ciddi bir askeri çatışma yaşamışız demektir.

ŞİÖ demek değildir.

Salı, Ocak 24, 2012

NEK'ler ve Wikipedia

NEK, novum-epsilon-kristal düşünce demektir. Genelde 1 paragraf ile dilegetirilen, yeni, farklı, küçücük ve saydam düşünce parçacıklarıdır.

NEK, 2004’te basıma girdiğinde 500 parça içeriyordu, şimdilerde 1.000’i geçtiler.

Bunlardan bir bölümü doğrulandı, bir bölümü yanlışlandı. Yanlışlananların bir bölümün yanlışlanmasını, tümüyle dilsel sorun olarak kabul ediyorum.

Örnek, yıllarca Einstein’ın ünlü denkleminin yanlış dilegetirildiğini ve o nedenle, o koyutlarla geçersiz olduğunu önesürdüm. Herkes bana güldü. Ondan sonra, 2011’de CERN deneyinde, bunun ilk ipuçları ortaya çıktı. Ancak daha da önemli olan bir biçimde, benim de fizik hocalığımı yapmış ola, Ömür Akyüz’ün, denklemin farklı biçimde yazılışını belirttiği bir makalesini, 2010 tarihli bir bilimsel dergide yayınlanmış olarak Aralık 2011’de gördüm. Tüm bunları hala kabul etmeyen çok kişi var. O nedenle, ben de yanlış yapabilmeyi göze alıyorum.

NEK’leri farklı biçimde, çözülmemiş problemler listesi olarak Wikipedia da listeliyor:


Ancak, onlarla aramızda notasyon farkı var. Onlar alıntısız bir problem yayınlamazlar. Alıntılı problemi de, resmi bilim söyleminin tanımladığı içimde yayınlarlar. Örneğin, dilbilimin çözümlenmemiş sorunları arasında, sözcüğün evrensel bir tanımı olup olmadığını listelenmiş.

Ben soruyu bu biçimde tanımlamam, çünkü Çince türü hece-dillerde zihinlerin farklı düşündüğü, canlı beyin taramasında ortaya çıkarılmış. Bu da, Wikipedia’dan bir bilgi.

Benim yaptığım şudur:

Sorulmamış sorular sormak. Sorulmuş soruları sorulmamış biçimde yeniden sormak.

Yani:

Sözcük sözcüğünün farklı dillerdeki tanımları nelerdir?

O zaman, soruma birden çok yanıt alabilirim.

Yıllar yılı takıldığım açmazlardan biri de, Darwin paradigmatik duvarıdır: Sağ kalmanın evrimsel bir başarı olmadığını, çünkü yeni türlerin evriminin eski türlerin belli nedenlerle toptan ve büyük oranda ortadan kalkmasıyla ortaya çıktığını herkes bilir ama susar.

Bir de, bazı NEK’lerim var ki evlere şenlik, 10 üzeri 38 yıllığına geçerli olabilir:

Örneğin, protonun yarılanma ömrü ne olursa olsun, 13,7 milyar yılda bunun muhakkak belli bir oranının gerçekleşmiş ve bunun da evrende iz bırakmış olması gerektiği.

Örneğin, Omega’nın yerel ölçeklerdeki farklılığının o yerel evrenin çökmesine veya yırtılmasına neden olabileceği ve tüm evrenin toptan evrensel bir gidişi olmadığı.

Tabii bir de daha önce yayınladığım boyut fermuarı ki yine 2011 Aralık’ta onun da fantazi bilimsel düşünceler arasında katıldığını öğrendim.

Gelelim Wikipedia’ya:

Wikipedia tarihte görülmeyen bir eğitim / bilgibilim atağı greçekleştirdi. Bilinmesi zorunlu olan İngilizce’yi bilen birinin, çok değil 5 yıl içinde, 1.000 bilimsel alanda, fizikte Einstein’ı olduğu gibi geçecek kadar bilgi edinebilecek bir kaynak durumuna getirdiler.

Ben uzman değil, disiplinlerarasıcıyım. O nedenle, 45 yılda kitaplardan öğrenemediğimi, Wikipedia’dan 4,5 yılda öğrendim.

Yani, Wikipedia da bana epeyi NEK yazdırdı ve bu metin de onlardan biri.

Ancak, global kültürde bilimin modası geçti. Bir AFL mezunu olarak meftunu olduğum bilim aşkının yeni kuşaklarda olmadığını görüyorum. İhtiyarlar da, ‘bilimsel yayınla beleş puan nasıl alınır’ın peşinde.

Oysa Wikipedia bir ilk örnek ve tüm ilk örnekler gibi epeyi hata içeriyor. (Kastettiğim, ‘Encyclopedia Britannica’ düzeyinde hata yapması değil, bilim yolunda sonuna kadar gidemeyecek olması ki bunun için en iyi örnek, global matbu bilim dergisi ‘Scientific American’ın 1990’larda başaşağı gidişidir.)

İnternetin 1.000 yıl kadar kesintisiz bir süreklilik taşıyabileceğini sanmıyorum. Üretilen gürültü bilgi ile tüm bilgilerin saklanması imkansızlaşıyor ve silinecek olan bilgilerin arasında yaşamcıl olanlar da istatiksel olarak var. Düşünün ki dünyanın çevresinin ölçümü hesaplandıktan sonra, 1.500 yıldan fazla bir süre unutuldu ve dünyanın çevresinin dolaşılması ile yeniden bilgi durumuna yükseltgendi.

Bugün nasıl ki Latince bilen bilimci çok azsa, gelecekte de İngilizce bilim dili olmaktan çıkacak ve olduğu gibi saklanan bilgiler de işlevsizleşecek.

5.000 yıllık ‘dünya sistemi tarih’ten öğrendiğim biçimde, tek ilacı var bu durumun: Bilgileri parçalara bölüp, birbirinden uzağa, toplu bilisizliğe şırıngalamak. Bu, saldırıya uğrayan devasa bir kütüphaneyi, onlarca küçük parçaya bölerek, farklı yerlere dağıtmak gibi bir edim.

30-40 yıl daha yaşarım. Bilimin artık sıfırlandığı dönemleri de görürüm. Hatta ucundan kıyısında İngilizce’nin de devreden çıkmasını izlerim. Yine de, NEK’lerimin ve Wikipedia hazinesinin birilerinde bölük pörçük yaşayacağına eminim.

Gerisi, gelecekbilim hesaplarıma göre, 500-1.000 yıl sonra belli olur: Az sonra değil, çok sonra.

Pazar, Ocak 22, 2012

Başka, Diğer ve Öteki

Bunlar, Türkçe’de eşanlamlı olabilen sözcüklerdir.

Diğer ve öteki, ikisi de başka başka kişilerce kullanılarak, toplumbilim ve zihinbilim terimi durumuna dönüştürülmüştür.

Ancak başka, hem az kullanılmıştır, hem de ötekilerle eşanlamlı olmaktan başka bir anlamı da vardır.

Başka başkadır ama diğer ve öteki, benle aynı (şey) olabilir veya benin yerine konabilir.

İşte o başkadaki başka olarak, bize varlıktan başka bir şey gerek.

Düşünde her kavramın üzerine tüneyen bir baron vardır. ‘Başka’ terimi de Lavinas’a kalmış ve mal olmuş.

Ancak bir sözü var ki başka bir söz isteyen, o da şu:

‘İnsanlar kendini evinde hissetmek için felsefe yapar.’

Hayır. İnsanlar evi terketmek için felsefe yapar.

Ev bağlanmaktır. Başka yere ayrılırsın, koparsın, sıçrarsın. İlki statik, sonraki dinamiktir. İlki pozisyon, ikincisi negasyondur.

Negasyonlu olmayan felsefe, felsefe değildir.

Gelelim diğer sözüne:

‘Çıplak yüz karşısındakini de soyar.’

Yine hayır.

Zamanın İsrail başbakanı Golda Meir’in ifade ettiği üzere Yahudiler, o ülkede Musevilik değil, fahişelik de yapmıştır.

Artı, Levi’nin yazdığı üzere Yahudi, Yahudi’nin kurdudur.

Bu durumda o söz şöyle söylenebilir (Kafka’esk biçimde):

Çıplak derilinin derisini bir daha soyarlar, hem de başkaları değil, bizimkiler.

Ancak, Musevi’yi toplama kampına koy, yine de hakkını ver:

Evet: Bize varlıktan başka şeyler de gerek. Yokluk, hiçlik, eksi varlık, sanal varlık, henüz adı konulmamış olan, her ne ise o...

Bunu neden önesürüyorum?:

Çünkü düşünen bir beynin var olduğunu hiç görmedim, kayıtlarda da yok.

Örnek mi?

Buto’cular.

Örnek mi?

Fassbinder.

Örnek mi?

Bosch.

Tao’ist yorumla söyleyelim:

Var olan yol, yol değildir.

Cumartesi, Ocak 21, 2012

TC, BOP ve Ortadoğu

Son haftalarda olanlar, BOP içinde olagelmesi planlanan durumlardı.

Ancak bir gelecekbilimci olarak her zaman şunu vurguluyoruz:

Gerçekten uzman olmayan kişilerin, belli ülkeler hakkında, ansiklopediye baksa yapmayacağı hataları yaparak hazırladığı gelecekbilim planlarını, cidid ciddi uygulamaya çabalamak; dünya devi kalmak isteyen bir ülkeye hiç mi hiç uymuyor.

ABD ne istiyor?

Önümüzdeki 50 yıl içinde zaten bitecek olan petrol kaynaklarını son demlerinde hegemonyasında tutmak.

ABD neyi bilmiyor?

Sudan ikiye bölündü. Şimdi bu, ABD’nin mi işine yaradı, Çin’in mi?

Mısır’da olanlar ve olacaklar, gerçekten ABD’nin işine mi yarıyor?

İsrail gözden çıkarıldığı fikrine kapılırsa, ABD’den değil, Fransa’dan aldığı nükleer silahları kullanmaz mı? O silahlar kullanılırsa, ortalıkta herhangi bir petrol-Ortadoğu bölgesi falan kalır mı?

Krallıkla yönetilen ve global petrolün en az % 40’ına sahip ülkelerin başındakiler, son olanlardan dolayı ABD’ye düşman mı, dost mu oldu?

Demokrasi denilen şey, sol partinin olmadığı iki partili başkanlık sistemi gibi, abuk sabuk bir ucubeliğe mi indirgenebiliyor?

ABD’nin bilmediği bu: Tarihten ders almak.

Türkiye’ye gelince:

Bu hengameden yeni Osmanlı bir düzenini nasıl çıkartabileceğini sanıyor?

AKP, taşıma suyla atlattığı 2008 krizini, 2023’e kadar nasıl erteleyebilecek? (Hesapça Erdoğan, 2022’ye kadar başkan olmak hevesinde ya.) Bu hengameden liderlik payını kendine nasıl alacak? Mısır’daki olayların onda biri Türkiye’de olunca, devletin kolluk kuvvetlerine nasıl davrandırıldığı ortada.

O nedenle ABD ve onun planına uyan AB, feci hesap hesap hatası yapmış duruma düşmüş oldu. Bu değişim rüzgarları, demokrasi değil, şeriat getirir. Daha çok şeriat, nereye varacağı belli olmayan ters reaksiyonlar zinciri demektir. Epey kan döküleceğine göre, gelecek olan istikrarsızlık, tüketim ekonomisinin en son isteyeceği şeydir. Can derdindeki insanlara mal satamazsınız.

O nedenle çıkarsamamız şu:

ABD, ‘tavşana kaç, tazıya tut’ durumuna düşecek. Yeni adamlar gelecek. Eski adamlar dönecek. (Hani, bizim cumbabamız Demirel’in ‘dön baba dönelim’ durumu.) Hiçbiryere varılamayacak.

Kıssadan hisse:

Bu bizim ne işimize yaradı?

O kadar kargaşanın ortasında ülkemiz, güllük gülistanlık görünecek. Yatırımcılar bir süre daha Türkiye’de kalacak.

Anck, kesin görünen şu: Global ekonomik düzen kırıldı ve tektonik plakalarının hangi yön gideceğini, o tektonik plakalardakiler bile bilmiyor.

1 milyarlık bir bölgeye kaos geldi, belki 50 yıllığına. Gelecekbilim açısından söylemiştik: Küpler devriliyor, gelecekbilimci gümbürtüyü seyrediyor.

(3-4 Şubat 2011)

Cuma, Ocak 20, 2012

Erken Devrim 2011

Bazı devrimler erken olur.

Bazı devrimler geç olur.

Bazı devrimler hem geç, hem erken olur.

Rusya 1917 ve Çin 1949 Devrimi, Marx’ın tanımlarına göre, erken (zamansız) ve yersiz / yeri uygun değil idi. Marx’a göre, ya Almanya’da, ya da ABD’de devrim olacaktı. Kesin zaman vermemişti.

Atatürk 1923’te Cuhuriyet’i kurduğunda bu, epeyi TBMM mensubu tarafından bile erken kabul edildi. Görünen o ki Türkiye için cumhuriyet, 2011’de bile hala erken gelmiş bir yönetim biçimi. Demokrasiye gelene kadar 1 yüzyıl daha geçer herhalde.

Devrimlerin zamanlaması kesinkes belirtilemez. Çünkü devrim kestirimi, bir gelecekbilim hesabıdır ve hiçbir gelecekbilim hesabı, büyük zaman ve mekan aralıklarının büyük sayılar kuramına limit alması dışında, birebir işlemez.

Şerh: Bugün her 2 makro karşısav kümesinden ideologların da kabul ettiği Dünya Sistemi, % 50-60 arasında belirgin bir modeldir. % 100 belirgin olması, bir 5.000 yıl daha alır ve ana panorama bu süre içinde pekala epeyi değişebilir, çünkü ve bu ikinci 5.000 yıl için  tarihe tarihdışı ve insandışı etkenler dahil edildi, yine ironik olarak hümanist insanlar tarafından...

21. Yüzyıl’da en az 1 global devrim olacağı, % 50’den yüksek olasılık taşıyor. Çünkü zaten 4 makro global kriz kapıda ve krizler devrimleri tetikler: 2 dünya devrimi, ardarda 2 dünya savaşı ertesinde olmuştu.

Şu anda olagiden savaşım, bitmekte olan petrolün yeniden dağılımı savaşı.

Birinci Dünya / G-8 ülkeleri, zaten hızla fosil-dışı yakıt kaynaklarına yöneldi. Fransa’nın elektrik tüketimi, bugün neredeyse % 50 oranda nükleer reaktörlerden sağlanıyor, bunu pekala % 100 yapabilirler. Keza, Almanya ve İngiltere de öyle.

Dolayısıyla bu petrol savaşı, ABD’nin tek hegemon olma saplantısının ürünü olmaya dönüşmekte.

BOP da bu saplantının ürünü bir projeydi ama tüm bu modellemelerin bağlangıcı olan Askeri Strateji 2000, bugünün koşullarından tümüyle farklı olan 1980 global panoramasına göre tasarlandı.

Örneğin, askersiz savaş projesi savaşı kazanamadı. Çünkü insanlar, kendi ülkelerinde toprağın içinde de savaşabiliyor ve artık silahsız savaş icat edildi.

Gelelim İslam dünyası devrimciklerine:

Erken oldukları kesin. Taşıma suyla oldukları kesin. Kültürel geri beslemesi olmadığı kesin. ABD’nin yangına benzin döktüğü kesin.

Başarılırsa daha büyük kayıplar olma olasılığı, başarılamayınca olacak kayıplardan daha küçük kalabilir.

Tam, ‘1 deli kuyuya taş atmış, 40 akıllı çıkaramamış’ durumu oldu: O deli de, malumunuz ABD.

ABD, başarısız devrimi tabii ki isteyecek. ABD nasıl ki İç Savaş’ında Güney’e serbest bıraktırdığı eski köleleri pamuk tarlalarında ve fabrikalarda daha düşük maliyetle çalıştırabildiyse, şimdi de demokrasimsi rejimlerdeki İslam / Arap ülkelerinin petrol maliyeti, bu devrimler ertesinde daha da  düşebilir.

Şu ekonomik hesap akılda olsun:

Dünya’nın tüm petrol devi ülkelerin ekonomik büyüklüğü toplamı 1 Almanya etmiyor henüz. Çünkü çokülkeli şirketler (ÇÜŞ), çok  petrole sahip ülkelerden daha çok kazanıyor. Örneğin, İran’ın tek bir rafinerisi bile yok.

Erken ve başarısız bir devrimin iyi yanı, devrimciler nasıl olsa öleceği için, kazanılabilir bir savaşta pek yeğlenmeyen manevraların ölümüne yeğlenebilmesidir: Gelmekte olan Libya iç savaşı, böylesi  bir tarihsel atelye oluşturabilecek.

Bir gelecekbilimci olarak kendi hesabıma, ne kendi hesaplarımın, ne de hegemonların hesaplarının, yakın gelecekte tam olarak tutmayacağı kanısındayım. Çünkü yumurtayla çekiç kırılmaya kalkıldı ve yumurta kırılmayıp, o aldığı kinetik enerjiyi tarihe gerisin geri şırıngaladı. Yani olaylar, tam bir patolojik deneye dönüşüyor.

Eğer, Polyanna’cılık oynarsak, gelmiş olan Orta Çağ’ı kesinleştirme pahasına, düşman destekli devrimle ‘demokrasi gerdeğine girilip girilemeyeceği’nin deneyini yaptığımızı ve bu deneyden epeyi şey öğreneceğimizi düşünebilirz.

Sonuç: 2029 devrimi öne alındı. Böylelikle başarısızlığı da öne alındı. Fire çok olacak. Kaos daha da artacak. Sıçramalar olasılığı kuramda artıyor, pratikte azalıyor.

En iyi haber sonda: Bu hengame, ergeç ABD’nin başına devrilecek. ABD şunu unuttu: İkiz Kuleler, henüz Suudi Arabistan ABD düşmanı olmadan önce, El Kaide dost iken, Çakal Carlos danışmanlığında yıkıldı. Usame bin Ladin ise tarihsel bir kahraman yapıldı. Kaos yolunu yürüyecek en az 1 milyar kişi daha arkada bekliyor (bunlar kaybedecek zinciri bile olmayan 2,5-3 milyarın 1 milyarı).

Artı: Artık ABD ve AB, dost / müttefik değil.

Yani: Gelecek biziz, ölüm biziz, devrim biziz. Sizi de bekleriz.

Perşembe, Ocak 19, 2012

Fotoğraf, Resim ve Çizgiroman

Bu 3’ü benim için tümleşik bir sanat dalıdır. Başka alt-dalları da kapsar. Görsel dalın / duyu-dilin tamamını kapsamaz. Son 2 önermenin açımlanmaları ayrı 2 (veya daha çok) metnin konusudur. Pas geçiyoruz

Fotoğrafa resim denmesine karşı çıkanlar çok var.

Çizgiromanı sanat alt-dalı bile saymayanlar var. İlginçtir ama (bant karikatür veya seri macera olarak) çizgiroman, benim için okumayazma öğrenmeden önce de bir sanattı. O zamanlar, konuşma balonlarındaki noktalama imlerini sayardım. (5 yaşımı bitirmenin hemen sonrasını kastediyorum.)

Ancak yukarıda söylediğim tümleşiklik başka bir konu:

Bir: Çizgiroman, çizgifilm, film, bilgisayar oyunu demosu tümleşikliği gibi, yeni bir sanatlar ve sanatdışılıklar tümleşiklikleri demek açısından bir açılım var.

İki: Resim-sinema, çizgiroman-resim, fotoğraf-resim ayrımlarını sürekli olarak bir yelpazeye / spektruma tümleme olarak bir açılım var.

Elimde olsa, bunu ‘Spartacus’ için yapardım ama ‘300’ daha iyi bir örnek gibi ama ‘Spartacus’ten de örnek vereceğim..

Öncelikle, orada yapılmamış olanı, daha doğrusu yapılıp çerçevelenmemiş olanı belirteyim:

Filmin başındaki kahin kadın planı, 4 boyutlu bir anlatıyı 2 boyuta izdüşürebilen ender örneklerden biri. Onu, ‘stop-motion’ ile çizgiromana birebir aktarmak zihnen mümkün, kalemi güçlü olan için fiziken de mümkün.

Devam:

Resim 1, çizgiroman-resim geçişiminde.



Resim 2, fotoğraf-çizgiroman geçişiminde.



Resim 3, resim-fotoğraf geçişiminde.



Peki, bunları sağlayan analitik öğeler neler?

Öncelikle grenleşmeyle oynama. Sonra, kadraj içine fırça darbesi izi efekti vermek de bir yol.

Asıl vurgulanacak nokta şu: Renklilik-siyahbeyazlık öğesini, ‘Sin City’ filmi de dahil olmak üzere, görsel sanatlarda bambaşka yataklara taşımak mümkün oldu. Arada öyle karışımlar yakalandı ki motor-moment, emosyon-moment, epistem-moment olarak çok özel, yeni ve henüz biricik ansamlar kaydedildi.

‘300’ü seyredeli 5 yıl oldu. Bu sürede onun yaptığını yeniden yapabilene değil, yanına yaklaşana, Uzakdoğu Asya aksiyon filmlerinde bile raslayamadım ki onların önemli bir bölümü animedir, artı mangalardan filme çekilmiştir. Onlar daha grafik kalıyor. (Kastettiğim, Yanki tipi yetişkin grafik-roman başlığı değil.)



Resim 4’te ‘Spartacus’ bunu en mükemmel biçimde beceriyor. Resim tarihinde bu denli canlılığı bir tek bir kadın ressam (Artemisia Gentileschi) sağlamış ki o da gençliğinde tecavüze uğramış. Resmettiği de tahmin edilebileceği gibi, (yine) bir erkeğin doğranması ki ona tecavüz eden adamın yüzünü anıştırdığı rivayet edilir. (Resim 5)



Buna sinemasal olarak en yakın duran moment, ‘Ölüm Oyunu 1-2’. Orada da anlamalar (momentlemeler) var ama onlar tümüyle yeni bir çekim tekniği ve kesinlikle sinema alanı içinde kalıyor.

Peki bu, bize ne sağlayacak?

En geniş anlamıyla, görsel duyu-dili kullanan tümleşik sanat dalının tüm olanaklarını haritalayacağız. Önyargılara takılıp kalmayacağız. Örneğin, sinema henüz tam olarak birden çok sanatsal formda (10. veya 11. dal olarak) tezahür etmedi ama bunun ipuçlarını verdi ve o bir 5 duyu-dili birden kullanan henüz tek sanat dalı durumunda. İşte o ‘yeni görsel sanat dalı’ da böylesi bir tümleşiklik taşıyacak. (Bu holografik fotoğraftan tümüyle ayrı bir yönde gelişecek.) Burada örneklediklerimiz, bir hiper-epistemoloji / meta-epistemoloji alanı için önbilgiler yaratıyor. Kastettiğimiz, fotoğrafın 3-4 paradigmatik kritik eşik sonrası. Şimdilik, 1-2,5 adım birden yaratmaya çabalıyoruz ama bunu tamamlayamayacağız. (Çizgiroman formatının duvar halılarında ve dini konularda ilk olarak ortaya çıktığını, sanat tarihi açısından anımsatmış olalım. O nedenle, geleceğin epistemolojisi olacak alanların, şimdilik sanat alanında kalmasını kimse yadırgamasın.)

Kültürolojik anlamıyla da, neden bunun şimdi ve burada başarıldığını açımlayacağız ki en önemli sorunsalımız bu:

Bir ‘son bakışta aşk’, bir ‘son tükenişte son parıltı’ türünden, devasa bir tarihsel çöküş döneminin başındaki en son parıltıyı görüyoruz. Bu sanat dalları ve alt-dalları, yüzyıllar boyu sürecek biçimde, eski parçalarına ve yeni parçalarına yeniden ayrılacak.

Sanatın faşizminin ve engizisyonunun görkemi de böyle bir şey işte:

Goya resimleri gibi ki Goya’da da çizgiroman, resim ve fotoğraf tümleşikliğinin ipuçları vardır. O da doğranmış insan bedenleri grafiklemiş ve resmetmiştir ve onların hepsini de doğrudan gözlemiştir. (Resim 6)



Evet, çok yakın gelecekteki yeni insan mezbahamızın skeçlerini (resimdeki anlamıyla), taslaklarını, karalamalarını, desenlerini görüyoruz.

Arenaya hoşgeldiniz.

3 Yılda 1 Milyon Robot

Apple tedarikçisi Foxconn önümüzdeki 3 yılda (2012-2014) 1 milyon robot istihdam edecek.


Bir espri de var:

Haber 5 aylık. Zaman gazetesi bunu yeni yayına almış. İngilizce özgün metni arayınca, ben de şaşırdım.

Gelelim robotlara:

Bu büyük bir miktar.

Dünya toplam robot sayısı 8 milyon civarında ve bunların çoğu sanayi robotu değil.

Bu açıdan robotizasyon devriminde atılmış çok büyük bir adımdan söz ediyoruz.

Bu arada şirketin mazereti şu:

Robotlar intihar etmiyormuş.

Bunun da anlamı şu:

Uzakdoğu Asya’da çalışma koşulları o denli berbat ki olay toplama kampı boyutunu aşıp, çalışmak insanı mezara doğru özgürleştiriyor.

Sounçta bu robotlaştırma süreci çoktan ilerlemiş durumda şu an.

Benzer 1-2 adım daha atılınca, robotlaşmanın son 10 yılda karşısına çıkan engeller bir ölçüde yıkılmış olacak.

Robotlaşmanın insanları işsiz bıraktığı tartışmasına girmiyoruz. İlk makinalar da öyle olmuştu. onu anımsatalım, yeter. Ayrıca, asla ve kata tekno-liberal değiliz, belirtmiş olalım.

Geriye ne kalıyor?:

Tavşan hızıyla üreyen Uzakdoğu Asya halkları.

Hiç üremeyen G-8 ülkeleri halkları.

Sonuç?:

Elbette, yeni bir genetik ve kültürel melezlenmeler silsilesi.

Artı:

İkinci Sanayileşme’nin kalıcılaşması.

Salı, Ocak 17, 2012

2011 İçin

İnsan yaşlandıkça gelecekten pek bir şeyler ummamaya başlıyor. Türkiye gibi bir yerde, yeninin eskiden kötü olmasına alışa alışa, Pavlov’un köpeği gibi olunuyor: Her yılbaşında tüylerimiz diken diken oluyor.

2011 seçim yılı. 2012 de seçim yılı. 2013, gelecekbilim hesabıyla, Türkiye için ekonomik kriz yılı. Teğet geçirtilmiş gibi yapılan, 2008 ve aslında olağan yılı olan 2015 krizi, erkene alınmış duble kazıklı yol olarak, bizlerin münasip bir yerine girecek.

Türkiye’de yaşlanmanın tuhaf bir yönü de var: Toplumsal sorunlar sana pek dokunmamaya başlıyor. (Bu durum, bizden zengin ve bizden fakir başka ülkelerde nasıl bilmiyorum.) Asıl yük gençlerin omuzuna biniyor.

Bu durumda bakıyorsun:

ABD bastı 1 trilyon dolar, AB bastı 1 trilyon dolar (666 milyar avro); bunların % 5-10’u Türkiye’ye çook sıcak para olarak girecek. 2 seçim salvosu ile bizimkiler, yok yakacaktı, yok yiyecekti, yok seçim gecesi nakit yardımlarıydı derken, en az 10 milyar dolar basacak.

Sonra mı?

Sonra, deniz ve para bitecek.

Ne zaman mı?

En geç 2013 Haziran’da.

2,5 buçuk yıl sonrası için üzülmek istemeyebilirsiniz veya 2,5 yıl sonraki kriz için şimdiden önlem almaya çabalayabilirsiniz.

Ben, ikincisini yeğlerim.

36 içkili yılbaşından sonra, 1 yılbaşına ilk defa içmeden girdim. 2011’in alkolsüz bir yıl olacağını sanıyorum ama başka o kadar çok sağlık sorunum çıktı ki içkiye geri dönmeyi bile düşünmeye başladım.

Benim durumumla, Türkiye’nin durumu benzeşiyor: Hasta gidici, elden gelen sonu birazcık daha uzatabilmek.

Ne öleceğime üzülüyorum, ne de Türkiye’nin yok olacağına üzülüyorum.

Öğrenilmiş çaresizliğin tevekkülü: 2011 bu işte...

Sanal Bir Fotoğraf Sergisi

Acaiplikte üzerime olmadığı için, sergiye gitmem de acaip bir biçimde başladı. 16 Ocak günü Kasımpaşa’dan yayan yola koyuldum.Yolda aklıma, müzelerin ve galerilerin pazartesi günleri kapalı olabileceği geldi. Aklıma gelen başıma geldi. Hüsranla yine yayan geriye döndüm.

Ertesi günü yine yayan yola koyuldum. Galeriye vardım.

Bu arada, memleketimin kentlerine kağ yağmakta ve ortalık Kerbela’ya dönmekte idi. Kardan çok, kaya tuzu patinajı yaptım. Bankalar Caddesi, bazı yerlerde 3 sıra araba ile dolu idi.

Behzat Ç.’nin koruma görevlileri için söylediğinin geçerli olduğunu düşündürtebilecek bir biçimde, tuhaf bir yol tarifi ile içeri girdim.

İlk genel izlenimim şu oldu: Hani, küçücük bir hediyeyi kat kat kağıtlara sararlar da, kocaman bir paket olur ya, bina öyle bir yer işte.

Merdivenlerin en ve boy ayarı yok, ya da bizim yaşadığımız zamanların tasarımı değil. Öyle, çünkü bina yüzyıl öncesinden kalma. Yürüme biçiminizi değiştirtiyor ya da tökezliyorsunuz.

Tuhaf olan şu: Bina içinde yazılı veya görsel hiçbir yönerge yok. Merdivenlerin lokasyonu da standart değil. Yani, bir felaket durumunda, orada çalışanlar bile dışarı çıkana kadar, bina çöker.

Sürreel lavabo muhteşemdi: Giriş katında, dipte sağdaki erkek tuvaletinde. Tarif etmeyeyim, tadı kaçar.

Neyse, danışmayı buldum. Onlar da beni, serginin olduğu 3. kata yönlendirdiler. Metrolarda olduğu türden, önden binilip, arkadan inilen bir asansörle yukarı çıktım. Yine, yönerge yoktu. Önümdeki kapı açılmayınca, çevremde dönenmem gerekti.

Kare ‘U’ biçimi, 3 çeperli, 30 metrelik bir tur atıp, salona girdim.

Serginin tasarımı:

3 ekran var. 1’i dışarı ses veriyor, 2’si kulaklıklı. 1.’si kulaklık taksan bile, diğer ikisinden duyulacak denli güçlü olarak yayında. Yayınlar döngülü ve baş-son açıklaması yok.

‘Açık arşiv’ ile ne düşünülmüş bilmiyorum ama negatiflerin kutularının özgünlerinin oraya konması da, kopyaların oraya konması da anlamsız / sakil kalmış.

Tabii, ortada negatif yok. Yine, labirentperver birinin tasarımı olan bir biçimde, bir karanlık odaya girip, 40x10 = 400 gibi bir görüntü dizisini 10-10 birarada izliyorsunuz. Şekil yapmışlar, gruplamışlar ama yine yazı yok.

Bundan sonrası küçük bir skeç:

2 ekranlı salonun arasındaki salonda  3 sandalye ve 3 ekran var. Bilgisayarlarda, fotorafları pozitif olarak izleyebiliyorsunuz.

Önce, 2 yanımda 2 kişi vardı. Biri sağıma, diğerinin yanına geçti. 1’i babasının, dayısının ve annesinin fotoğrafını buldu. Üstelik, fotoğraflar etiketlenmişt, yani biri onlara doğru ad iliştirmişti.

55-60 yaşında oldukları için, konuyu anlamaları mümkün olmadı. Elimden geldiğince, kendi anladığım bilgileri onlara aktardım.

Bu arada vazifeşinas bir görevli gelip, biraz açıklamada bulundu.

Yine bu arada, bir çift geldi. Diğer 2 kişiye açıklamalarımı dinlerken, bana bazı sorular sordular.

Sonuçta, kısa ve güzel sohbet oldu.

Ancak sorun şu:

Kimse orada kendi kendine yol bulamaz. Özellikle de, bu fotoğraflara meraklı olabilecek, nostaljifilik ama teknofobik 50 yaş üstü kuşağı.

Tüm bunlar sunumla ilgili kişi olan ve geçmişte hocam da olmuş olan Vasıf Kortun’a ait olan bu tasarımmlar, ona epeyi eksi puan yazdırdı. Bu arada müzecilk lisansüstümü okurken, bunları da mı düşünemeyecek eksiklikte mi olunabileceğini düşündüğümden daha eksikçe, bilgisizdi sergiyi gezenler. Özellikle, karanlık odada duran 2 genç çift, sergiden hiçbirşey anlamadan sıkılıp gittiler.

Gelelim içeriğe:

10 üzerinden 11.

Eskiden yılda 100 sergi gezerdim. Yeni moda, gecikmiş post-modernist, şeyselleşmiş yığmaları görmekten gına geldiği için, yılda 10 sergiye düştüm. Ancak son 25 yılda, epistemolojik, kognitif, informatik açıdan bu denli yoğun birikimli bir sergiyi görmedim.

Neden böyle?

Çünkü orada sıradan insanlar var. Hani, Benjamin’in marksist-sosyalist estetiğe kattığı, gündelik yaşamın kültürolojisi olarak proleter-popüler-banal kültürün doğrudan ürünleri.

Sergiden önümüzdeki 100 yıl içinde, 1.000 kitap çıkarılabilir. Kastettiğim, tek başına fotoğraflar değil, onları okuma sonucu elde edilecek eserler. Bir olasılık, eğer hepsi internete konursa, 10 tanesini ben yazacağım.

25 yıllık seyyar kitapçılık yaşamımda milyonlarca kare fotoğrafı beynime kaydettim. Bu konuda 2012 itibarıyla tekim. Tek olduğum başka bir durum var: Disiplinlerarasıyım. Yani, o negatiflerin tekniğini, fotoğrafların konularını, asıl önemlisi fotoğraf konusu olan insanları, kanlı canlı olarak, görsel, işitsel veya yazılı olarak tanımam ve bunlardan sentezler ve praksisler üretebilmemin mümkünlüğü.

Sergi bu nedenle biricik örnek.

Arada, sergi sırasında aldığım notlarımı özetleyeyim:

Aras Yayıncılık’taki konuyla ilgili kişi, aşırı azınlıkperver, kimlik faşizminden habersiz, o fotoğraflardan çıkarılacak bilgileri bilse, o arşivi yok edecek biri. İnanılmaz tarih bilinçsiz biri. Yani yanlış insanlar, doğru işler yapabiliyor.

Bu işi yapması gerekenlerden bri olan Gültekin Çizgen, acaba kendi arşivini bu denli titiz koruyabildi mi?

Nasıl ki 2.000 sözcük bir dile başlamak için temel tabansa, 2.000 fotoğraf da fotoğraf okuması için temel taban. Bu sergide böyle en az 100 tane taban var.

Bu kadar eşcinsel erkek fotoğrafı olması, hele bazı pozlar inanılmaz. 2012’de bile, bir fotoğrafçıda o pozları veremeyecek çok eşcinsel erkek tanıyorum.

Fotoğraflar her demografik gruptan örnek taşıyor.

Videolardaki teknik işleri yöneten de, foto-realist işler yapan da, sanat ve tarih bilinci taşımıyor. Denizdeki balık denli denizden habersizler.

Dönelim sonraki çıkarsamalarımıza:

Ayna yansıması dışında, daha önce başka yerlerdde gördüğüm fotoğraflardan çok farklı grup örnekler yoktu. Grup içi çeşitlilik çok yüksek yalnızca.

Benim daha önce elime geçen ve dağınık olarak sattığım biçimde, aynı kişinin 3-5 yılda birlik portreler dizisi yoktu.

Fotoğraf dizilerinde daha önce çalışılmamış bir konu olan, kadınların ağda biçimi, bu negatiflerden çıkabilir. Bu denli ayrıntılı çalışma yapılabilecek mi, bilmiyorum.

Son olarak:

Bu metni bana yazdıran 20 kişiye ve emeklerine teşekkürler.

Siyasette 2010 Momenti

AKP tükeneli epeyi oldu. Ancak, daha önceki ANAP ve DYP tükenişleri gibi, kitle ve iktidar seçkinleri bu tükenişin bilincine henüz varamadı, dolayısıyla önlenebilir, kalıcı ve fazladan zarar, gereksiz yere büyüyor.

Ne yapılabilir?

İşçiler grev yapıyorlar ama destek az. Memurların bir günlük direnişi türden, kitleyi gerçekten sarsacak (bilincini demiyorum, günlük yaşamını diyorum) eylemlerden bir dizisi gerek.

Olur mu?

Olabilir ama az olasılıkla. İnsanlar korkak.

12 Eylül’den ve Evren’den korkmayı anlarım ama Erdoğan’dan korkmayı anlamam.

Düşünün ki ordu bile sindi, yoksa 1997’deki gibi darbeyi çoktan dayamışlardı. Demokrasi sevdaları nedeniyle değil, generallerin erken emeklilik korkusu nedeniyle.

Liberal-muhafazakar geçinen 3 kuşak iktidar nedeniyle, Türkiye’nin (aile gibi) geleneksel tüm yapıları çöktü. Değişime direniş kalmadı. Yalnızca zayıf bir vızıklanma kaldı geriye.

Bu durumda marjinallere ekstra-larj (XL) bir yol açıldı. Ortada fiilen devlet filan yok. Keşler yakında AKP binasında altın vuruş yapacak durumda.

Kendi biyografim için konuşursam, geçmişte (gençken) gerçekten gereksinim duyduğum bir yaşama hacmi bu. Şimdi bu kadarı bana fazla geliyor ayrı konu. Geçmişte yer darlığından canımı çok yaktılar. Şimdi toplumun yarıdan fazlası marjinal olduğu için, kimsenin kimseye diyecek sözü kalmadı.

Bir de, Fassbinder tipi, melokomik / melotrajik biyografi çöküşleri örnekleri, sağanak yağmur gibi gelmeye başladı. Düşünün ki son 5 yılda kendimden 1-5 yaş genç, en az 10 kişiyi gömdüm. Yakın çevremdeki (100’de) 10’dan çok kişi, ölümcül hastalıklarla mücadele ediyor, üstelik öyle yaşamlarının sonunda filan da değiller. Toplum ve Cumhuriyet gerçekten çöküyor. Bunun ‘3 İstanbul’ romanındaki 100 yıl önceki benzer örneklerden biliyoruz.

Ne olacak?

‘Winds of change’ gürül gürül esecek. Kendini sağlama bağlayan, epeyi sallanıp sağ kalacak, gerisi enkaz olacak. Sonrasında, Berkes’in gözlediği, fırtına ertesi ve yeni dönem oluşurkenki intihar dalgaları gelecek.

Türkiye 3 x 3 = 9 tam dönemi geride bıraktı. Şimdi küsurlu, kırınımlı ve Fetret’sel dönemlerdeyiz. 2023’e kadar böyle gideriz.