Kendisi
senaristlik üzerinden Türkiye sinema camiasından imiş. Filmi eleştirirken,
aşırı klişeler kullanmış. Biz o klişeler üzerinden onun düşüncelerini
değillemek arzusundayız. Alıntı ve yorum sırasıyla gidecek.
“Hayatın
ya da kaybedilen her neyse onun öcü alınırcasına, anlamsızlığa mıh
çakılırcasına, sürekli seks ediliyordu. Olan bitenin ‘sevişmek’le pek ilgisi yoktu
ancak yerine kullanılabilecek başka kelimeler cinsiyetçi baskınlıklarıyla rol
çalacakları için böyle diyeceğim.
‘Seks
etme’nin ya da aşk dışı seksin kötü, yanlış bir şey olduğu türünden bir ima yok
burada. Ama işte, iki adet dünyayı yemiş bitirmiş, gözü seks (drugs and
rock’n’rol) dışında her şeye doymuş adamın kadın bedenleri üstünden yer yer ruh
solduran hezeyanlarını da izliyorduk yani.”
İnsanlar
gençken, eğer yapabiliyorlarsa, böyle yaparlar. Bazıları bunu yaşlanınca da
sürdürürler.
Eleştirmen
olarak Çelenk’in burada saptayamadığı durumlar var:
Bir:
İnsanların bulunca, bunaması.
İki:
İnsanların kolay olanı seçmesi.
Üç:
Seksin seks dışında her iş için ikame olarak kullanılması.
Dört:
Bolluğun kıtlıktan daha zararlı, havucun sopadan daha zararlı olması durumu.
Beş:
Bazı sosyal ortamların böyle olduğu. Hele hele (hepsinin içinde yer aldığı)
sinema camiasının da böyle olduğu. Hava, meni ve uzing kokar oralarda. Sonra da
hapse evlenir ve çoluk çocugğa karışır. Sonra da hepsi birbirini değil, kendini
aldatır. Den den de den den.
Yani
olay, çok daha geniş bir açmaz panoramasının seks versiyonu.
“Filmde
hikâyeleri anlatılan Kaan Çaydamlı ve Mete Avunduk’un radyo programlarını hiç
bilmiyorum. 6:45’se iyi bilip takip ettiğim bir yayınevi. Alt kültürü, Beat
ruhunu günümüze taşıyıp sürdürme çabalarını önemli buluyorum.”
Şenol’u
da ve ‘Sub’u da ekle. 1995-2000 arasında çıkış yaptılar. Şu sıralar, Google
Translate çevirili kitaplar basma noktasındaymış Şenol kardeş. Bizde
yayıncılar, kabzımal ve celep arası bir şeydirler. Doğru meyveyi veya eti
buldular mı, değmeyin keyiflerine. Ancak, batan yayınevinin haddi hesabı yoktur
ve başta çıkan yayınevinin, sonraki öyküsü adını andığım ikisinin şimdiki
durumudur.
Yani,
filmdeki kişilemelerin gerçek yaşamdaki izdüşümü / karşılığı asıl irdelenmesi
gerekenler ama Çelenk bu konuda eksik bilgi sahibi imiş demek ki.
“Söz
gelimi dünyaya düşmüş en çekici adamlardan olan Marlon Brando’nun belli
açılardan korkunç bir adam olabileceğine dair ipuçları var.”
Türk
kadınlarının en bir erkek seçimi beni hayrete düşüregelir. O kadar adam içinde,
Brando’yu seçmek tuhaf. Adam eşcinsel öncelikle. Bunun psişik analizi bile
sayfalar alır. Pas geçiyorum.
“Bu arka
sokak, alt kültürden beslenen kentli bıçkınmış-gibilik, maalesef üstüne bir de içselleştirilmemiş
solculuk eklendiği zaman, sırf aşk ilişkilerinde değil iş ilişkilerinde bile
can sıkıcı sonuçlar doğurabiliyor. Tek tek olumlu tüm düşünsel, siyasi
elementler ego suistimali altında fena hale gelebiliyor. Arkayı toplamak
genelde kadınlara düşüyor ve merhametten de itinayla maraz doğuyor, onu da
söyleyeyim.”
Kadıköy
kültürünün 2000 versiyonunun açımlaması olmuş. Yinelemeler çok. Eski solcu Türk
erkeği gibimsisi açısından yani.
Ancak,
arkayı toplamanını kadınlara kalması, ‘ammaan, bu erkekler de çok çocuk ruhlu
canım’ diyen anarerkil alaturka kadın kültürü işi.
Söylenmeyen
şu.
Artık
kadınlar da hegemon. Çünkü 1975 sonrası doğumlu ezeli-ebedi ergen kuşaklarda
erkek aşırı iktidarsız, odaksız, yönelimsiz. Dolayısıyla, Türk kadınının
geleneksel anne rolüne çok uygun veri tabanı mevcut.
“Hesabından
sabah akşam Dalai Lama Türkiye şubesi gibi çiçekli lirikli, yaşam sevinçli,
kişisel geliştirmeci özlü sözler paylaşan birinin şahsen hiç tanımadığı, yapıp
ettiklerine bile belli ki pek hakim olmadığı bir kadına gecenin bir vakti
kendini tutamayıp sosyal medya hesabından giydirmesi ve bunun görünür tek
nedeninin bir kadının bir nebze öne çıkıyor oluşunun yarattığı haset olması
gibi feci feci haller…”
Ben,
Dalay Lama’nın Türkiye şubesi, demiyorum. Öldüren sevgicilik, diyorum. İnsanı,
ya intihara, ya cinayete sürükleyebilecek bir sahtekarlık, diyorum. Kadınlar
hep sahtekar, bu da yeni moda bir sahtekarlık, diyorum.
“Kadın-erkek,
şapkamızı önümüze alıp bu erkeklik krizinden beraberce çıkmamızı, aynı
sıkletteki kadın-erkeğin birbiriyle barışabilmesini, her şeyden önce de
gelişmeye ve gerçek anlamda ‘konuşmaya’ açık olmamızı diliyorum. O erkeğin her
durumda ayrıcalıklı olup paşalar gibi motor koşturduğu ‘yol’, bitti. Beraberce
yeni yollar keşfetmek gerekiyor.”
Erkekliğini,
40’ında maç-kılıbık eşleniğinden nötral moda almış biriyim. Beyin sıkleti
tavanlarda çok kadın tanıdım. Çok sorunlu ve tümüyle açmazda idiler erkek
seçimi veya daha doğrusu seçimsizliği açıszından. Kadın-erkek demokrasisi diye
bir şey yoktu onlar için. Ya dominant, ya resesif oldukları bir oyunu
ezberlemişlerdi ve ezberleri bozulunca da, küsüp / mızıkçılık yapıp oyunu
bıraktılar.
Genel:
Görüldüğü
gibi film ve eleştirmen, aslında orada olmayan ama yaşamda var olan şeyleri
tartışmak için filmi kullanmış. Film, yokken varmış gibi yapmış, eleştirmen
kendi odaklanmalarını yazıya dökmüş.
Öncelikle
şunu belirtelim.
Türk
sinemasınnın ifade-anlatı sorunu-açmazı var. Yani, filmin sözü geçenleri
dilegetirmesi mümkün değil. Çünkü, bir Türk filminin bir şey anlatması, yani
doğru dürüst anlatması mümkün değil. Filmin fragmanını ama en önemlisi filme
sosyal medya üzerinden gelen eleştirileri yanıtlayan başrol 2 oyuncusunu
izledim, daha film bir şeydi. Gibi yapmanın, bomboş bir oyunculuğun ve bomboş
bir reel kişiliğin gösterimi idi.
Yani,
film ve eleştirisi, tam da, körlerle sağırlar, birbirini ağırlar, durumu olmuş.
Yani,
filmi ne niyetine yutarsan, odur, omuş…
Çelenk’in
film eleştirisi ile pek sorunu yok ama kadınlık ile ilgili olarak ciddi
sorunları var gibigörünüyor. O da olağandır, sinema camiasında herşey sahtedir
çünkü. Korukla yatan ekşi kalkar, oyuncuyla zaman geçiren sahteleşir, üzüm
üzüme baka baka kararmaz, koruklaşır. Toplumsallık ve altkültür, 7 kişiden
büyük gruplarda, insanları aptallaştırır, cahilleştirir, vd, vb…
(27 Mart 2018)