Çarşamba, Mayıs 31, 2017

Nasreddin Hoca'nın Suriye Petrolü Hesabı

ABD’ninki böyle bir şey.
Levant’tan çıkacak petrol ve doğal gaz, yalnızca o bölgeye ve ancak 20 yıl yetecekmiş:
(S: 3 / 29)
ABD’nin dişinin kovuğuna bile yetmez.
Kanada’da çıkan kaya gazı, global rezervleri katladı ama ABD Kanada ile dalaşmaya hiç mi hiç niyetli değil. Onun yerine, garibanlara yükleniyor habire.
Irak petrolü için yaptıklarının sonucunda, o bölgenin kalan tüm petrolünü doğrudan alsa, oraya son 25 yılda harcadıklarını karşılamaz oldu.
Savaş ekonomisi söylemi de bir noktaya kadar geçerli.
ABD yenilmez falan değil. Rusya bunu Suriye’de söke söke gösterdi. Üstelik, eskiden olsa rahatça 3. Dünya Savaşı çıkaracak olan bir Rusya uçağı düşürülmesi olayına karşın.
Tuhaf olan şu:
ABD, 1980 momentli bir ‘yoğun elektronik-teknolojik savaş 2000’ projesi tasarladı. 1991’den başlayarak bunu uyguladı. Tarihin ‘fethedersin ama yönetemezsin’ ilkesini, ‘bombalarsın ama yönetemezsin’ olarak onayladı yeniden.
26 yılda Irak’ta madden ve manen zarara girdi.
5 yılda Suriye’de en çok manevi zarara girdi.
Gözü hala, hem İran’da, hem Suudi Arabistan’da. Yenilen pehlivan güreşe doymazmış, ABD’ninki o hesap.
İronik olarak, 3.-7. Dünya’nın kendi kendine yapması gereken ‘doğum kontrolü yoksa, ölüm kontrolü vardır’ ilkesi ve 1. Dünya’daki % 20’lik göçmen oranı ile nüfus düzenlemesini de bizzat yerine getirmiş oldu. İnsan, düşmanına bu kadar yardım edebilir.
Şimdi de, Levant’ın bütün petrolü ve doğal gazı İsrail’e kalsın isteniyor.
Hesap tam da şunun gibi:
Koyun geçecek, tüyü çalıya takılacak, vd, vb…
Biz de bu hesaba gülüyoruz ve ABD Hoca, beleş para bulduk diye gülüyoruz sanıyor.

(30 Mayıs 2017)

Yanılmış Devlet, Hegemonlar, Dünya Sistemi

Dünya sistemi; hegemonları kaka sömürenler, devleti de hegemon sömüren olarak ele alır ve bu tanımlar aslında geçerli değildir.
Gerçek durumda ise, günümüz tanımıyla iktidar seçkinleri ve kitle, negatif sembiyöz ile sömürüde ortak davranır. Burada, proleteryanın kendi sınıfını sömürmesi sözkonusudur. Bu da, bildiğimiz sınıf atlama durumudur. Sınıf geçişimi (düşme ve atlama olarak), klasik söylemlerde çok ihmal edilmiştir.
Hegemon devletlerin hegemonluğunun da, tarihte hegemonluğun da çatladığı, iç savaşlarla birlikte çok görülmüştür:
Çin (birkaç kez) Savaşan Beylikler, Osmanlı 1400’ler, İngiltere 1600’ler, ABD 1860’lar gibi. AB’de de IRA savaşı, Eski Yugoslavya / Bosna-Hersek (iç) savaşı oldu.
Dolayısıyla burada, mekanik determinist model geçerli değildir.
Sömürenler, hegemonlar, geçerli devletler, birebir çakışmaz.
Yanılmış devlet oranı, 2000-2020 için % 60’tır ve bu, tüm tarihte de böyle olmuş olabilir büyük olasılıkla.
Not: Devlet sayısı, 100-200 arasında değişir, böylelikle ortalama 150 devlet kabul edilebilir. 150 yıllık devlet ömrü ortalaması ise, tarihte toplamda 5 bin devlet sayabiliriz böylelikle. Bunların en az üçte biri de, bugünkü küçük devletler gibi, işlev-tanımı-dışı devlet durumunda. Devletçik de denebilir buna. Devletçiklerin Dünya Sistemi modeli açısından önemi, pratikte 0 değerli olmalarıdır. O zaman Dünya Modeli çok küçülür, istatiksel hata fonksiyonu ana fonksiyon ile başabaş olur.
Yani özetle, tarihteki hegemon odak sayısını, aynı zamanda 5-10’dan, toplamda 100-200 arası bir sayıya çekebiliriz. Bu da, Avrupa, Ön Asya, Orta Asya, Uzakdoğu Asya / Çin olarak coğrafi-bölge’lenebilir. İstenirse Avrupa da, ikiye bölünebilir, batı-doğu veya kuzey-güney olarak.
Diğer bir deyişle, tarihin çöküş dönemleri dışında da, hegemonlu dönemlerde bile, şu anki gibi, devletlerin en az yarısı sömüren-sömürülen ve hegemon-kültür üreten durumundan muaftır ve azattır.
Örnek: Neo-global hegemoni, 1980’de % 15 global nüfusla başladı, 2015’te maksimum % 50 global nüfusla miyadını doldurdu. Bunu geçmişte Akamenidler de, % 45 global nüfus ile yapmışlardı ama topraklarında güneş batmayan imparatorluk İngiltere bunu yapamadı, 400 yıl boyunca ve hiç. Ancak, 200 devletin belki 75’i ondan çıktı, mikro ve/ya adasal  devletler olarak ama.
Sonuç:
Ana akım 3 Dünya Sistemi modeline bir şeyler ekleyerek ve ondan bir şeyler çıkararak, asıl modele varmaya çabalıyoruz. Bu metin, bir eksiltme metni oldu.

(30 Mayıs 2017)

Türkiye’de Tablo Toplamak 1990-2020: Siz Hiç Yılın Koleksiyoneri Seçildiniz mi?

Seçilmeyin, derim. En azından Türkiye’de seçilmeyin bari.
2010’da başına bu gelen Ahmet Merey, konuyu Aziz Nesin’i aratmayan incelikte bir mizahla anlatmış:
“Her şey tamam oldu ve Fuar resmen açıldı. Biz de Stantta nöbete başladık. Bir de baktık ki yanımıza köfte, dolma, sucuk neyi almayı unutmuşuz. Allahtan komşu Stanttakiler tanıştı da onlardan çimlendik. Derken ziyaretçiler gelmeye başladılar. Kitap Fuarından çıkan soluğu bizim stantta alıyor. Malum Onur’uz ya; bizim stant en başta. “Ressam Bey, elinize sağlık ne güzel resimler yapmışsınız.”  İnsanları kırmamak için “ayıptır söylemesi, ama ben biraz yetenekliyimdir de” gibi cevaplar vermeye başladım. Veya “hepsini siz mi yaptınız?” yahut “Hepsi sizin mi?” “Ay ne güzelll bir sergi, bayıldım valla” vs. vs. Sonra fiyat sorup, satın almaya kalkanlar oldu. Yan taraftaki stanttan daha ucuz fiyatlar vermeye başladım. Sonra baktım ki tablo satarsam, Komşu Stant hiç iş yapamayacak. Satmaktan vazgeçtim. Bu arada kedimiz dahil tüm ailemizin resmedildiği tablo önünde, bilumum insanla beraber fotoğraf çektirmeye başladık. Anı defterine yazanlar oldu. “Sevgili Anı Defteri; iyi ki varsın”.”
Hikaye bu minval üzere gidiyor. Tamamının okunmasını şiddetle öneririm. İnsanı koleksiyonsal kazadan beladan korur hiç olmazsa.
1990 gibi Yahşi Baraz, Türkiye’de koleksiyoner olmadığından yakınıyordu. 2010’da durum buralara kadar gelmiş: Bir koleksiyonere yılın koleksiyoneri ödülü bile verilmiş yani.
Bendeniz de o sırada nacizane, tezimin konusunu belirliyordum: İlk özel müzenin 2000’den önce açılmaması gerektiği. Eczacıbaşı Müzesi açıldı, müzecilik ve resim sanatı açısından, yukarıdaki kadar mizahi durumlar yarattı.
Bunun böyle olması gerekmiyordu. Türkler rollerini abarttılar yalnızca. Rüyasında cennete girip, oradan bile kendini kovduran Baba Karamazov ve züccaciye dükkanındaki fil yavrusu gibi davrandılar bu nazik alete karşı.
Ancak Merey ailesi, Türkiye açısından epeyi istisna durumlar yaratmış, kendilerini bilcümle tebrik ederim:
300 adetlik portre ve otoportre sergisi. Ayrıca, o zaman 30 yaşından küçük olan bir ressama bile, kişisel ve ailesel portrelerini yaptırmışlar. Yağlıboya tablo geleneğindeki bu, burjuvaların kendi portrelerini yaptırması geleneği, bugüne kadar epeyi ressamın ekmek ve hatta pasta yemesini sağlamıştır.
Merey ailesi, bir biçimde mülkiyet ve sanat bilincine haizmiş.
Kabakçı ailesinin başına ise şunlar gelmiş:
“Bundan 10-15 yıl önce elimde 2 bin resim vardı. Acaba doğru mu alıyorum diye endişeye kapıldım. 100 yıl sonra torunlarımın benden aptal diye bahsetmesini istemiyorum çünkü. Avrupa’dan üç ünlü müze müdürünü davet ettim, bir yarışma yaptık. Sonunda elimdekilerin çoğunun hiçbir sanatsal değeri olmadığı ortaya çıktı. İlk etapta 1.900’ünü sattım, sonra elek daraldıkça, 54 tane kaldı.”
Söyleşi 2009 tarihli ve rahmetlinin ölmeden önceki son röportajı imiş.
Diğer tüm koleksiyon alanlarında olduğu gibi, resim alanında da buna panzehir olarak, Cingıllıoğlu’nun yaptığı gibi, koleksiyonu tümüyle yabancı ressamların resimlerinden oluşturmak ve onları da yurtdışından temin etmek.
Oluyormuş.
Cingıllıoğlu, Dünya’nın en önemli 10 koleksiyoneri listesine girmeyi başardı.
Bunun yanısıra başka koleksiyonlar da var.
Eczacıbaşı, Kıraç müzelerindeki koleksiyonlar. Kurum koleksiyonları.
Sonuçta, 20-30 dolar milyarderimiz ve 20-30 yağlıboya tablo koleksiyonerimiz olmuş. Fena bir oran değil gibi.
Sonuçta siz siz olun, Türkiye’de belki ama Dünya’da asla ve kata yılın koleksiyoneri seçilmeyin. Maazallah değil 2 bin, 200 bin dandik tablo alıverirsiniz birden.

(30 Mayıs 2017)

NBA 2016-2017 Notları

C. Cavaliers ve G. S. Warriors ile diğer takımlar arasında büyük fark var. Bu fark oyunculardan kaynaklanmıyor. Takım ruhundan kaynaklanıyor.
Bireysel hatalardan dolayı hala maç kaybediliyor.
35 sayı farktan maç döndürmek veya 40 sayı maç farkı gibi sonuçlar, takımlar arasındaki farkı vurguluyor.
Cavaliers’in bu sene uyguladığı; ikincilik, James’ döndüre döndüre oynatma gibi biraz ağız tadı bozan taktikler, Warriors’a avantaj sağladı.
Warriors ve Cavaliers arasında final durumu 1-1. Bu koşullarda Cavaliers 2-1 yapar bizce. Biraz ağız tadı kaçırıcı olur ama.
Curry türü oyunculuk, James’i bile 3 sayıcı yaptı ve gözümde Curry’i aşırı antipatik yaptı. Maçların sonucunu 3’lük atışların başarı oranı belirliyor artık. 3’lük atışa karşı henüz savunma geliştirilemedi.
James türü oyunculuk, hala biricik örnekli bir durum. O kadar devasa olmasa da, çok güçlü. 4 kişiyi gövdesiyle taşıyıp smaç çakıyor adam. Bir de; teknik, sempatik, akıllı bir oyunculuğu var. Yine de, maç yitirten hataları da oldu.
300 milyonda 300 bu oyuncu çıkabildiyse, NBA için sorun var demektir. Bunların 30’u da ABD dışından üstelik.
Sonuç: NBA sinyal veriyor artık. Olumsuz gidiş sinyali. Hala zirvede ama.

(29 Mayıs 2017)

Salı, Mayıs 30, 2017

Eratosthenes Küresi, Madeni Rubu, Saz Rubu

Eratosthenes MÖ 200 gibi, Dünya’nın küre biçiminde olduğunu önesürdü, yarıçapını ve çevresini hesapladı. Yerküre’yi (veya bildiği bölümünü) enlemlerle ve boylamlarla haritaladı.
Avrupa’nın bu bilgileri kullanması MS 1500’ü falan buldu. Arada Araplar, hem dinen Dünya’nın düz olduğunu kabul edip, hem de madeni rubu ile Dünya’nın yuvarlak olduğunu kabul etmiş oldular, Dünya’nın yuvarlak olduğunu önesürenlerin cezalandırılmasına da ses çıkarmadılar.
Madeni rubu, çeyrek daire biçiminde bir madeni parça. Üzerinde, ölçekler ve yönler var. Güneş’i kerteriz alarak, Yerküre’nin neresinde olduğunu hesaplayabiliyorsun onunla.
Araplar’ın ve İslam’ın Endonezya’ya deniz yoluyla 1400’ler-1500’ler gibi geldiği düşünülürse, rubu daha çok Hint Okyanusu’nun batısında kullanılmış demektir.
Oysa Tayvanlılar, ilkede yine bir rubu olan, bir kare içinde, köşeden köşeye 4 çeyrek çember saz kurgulu alet ile, batıda Madagaskar’a, doğuda Hawai’ye gidebildiler. Bunu da MS 1000 gibi yaptılar.
MS 1000 gibi, Amerika’ya giden Vikingler’de de yarıküre mercekler olduğu ortaya çıktı son zamanlarda.
Sorun, bu teknolojik bilgilerin kaynağının neresi olduğu.
Vikingler, kuzey-kuzey İpek Yolu ile Çin hakkında bilgi sahibi olmuş olsalar gerek. Onların zamanında bunu becerebilecek tek uygarlık onlarınki çünkü.
Araplar MS 600 gibi yükselişe geçtiğine göre, Eratosthenes bilgisine ilk onlar ulaşmış demektir.
Avrupa ise, 1400’lerde o bilgiye ulaştı.
Sonuçta herşey; çember, onun parçaları ve çemberciklerden, yani matematikten oluşuyor.
Bir şeyin düşünülmesi ile yapılması arasında, bu örnekte olduğu gibi, 1.800 yıl geçebiliyor.
Burada 3 nokta var:
Bir: Kuramsal ve uygulamalı bilgi ayrımı.
İki: Aynı bilginin aynı uygulama alanında farklı kullanımları.
Üç: Farklı kültürlerin aynı düşünce çekirdeğini çeşitlendirmesi.

(28 Mayıs 2017)

5 Milyon Çeşit Kibrit Üretmek

20 yıldır izlediğim bir konu olduğu için biliyorum:
Dünya’nın en büyük koleksiyonu, 20 yıl önce 1,5, şimdilerde 5 milyon kutu kibritten oluşuyor ve bu Guinness Rekorlar Kitabı’ndan onaylı.
İşin birkaç yönü var:
Dünya’da neden 5 milyon çeşit kibrit üretilmiş?
Herhalde adamın biri, onları toplasın da rekor kırsın diye değil.
Kibrit genelde, kullanılmak için ve reklam olsun diye üretilir. Bu kadar çeşidi yaratanlar da, o reklam olsun diye üretilenler.
Demek ki Dünya’da kabaca 5 milyon şirket reklam olsun diye kibri ürettirmiş.
Neden?
Ucuz da ondan. Her yerde kullanılıyordu da ondan.
Koleksiyonculuk açısından bakıldığında ise, işin sonu yok. 20 yılda 3,5 milyon, yılda 175 bin demek. Her yıl için böyle bu.
Koleksiyonculuğun temel ilkelerinden biri, eğer mümkünse, topladığın nesnenin sınırlı sayıda olması yeğdir. Koleksiyona başlarsın, 50 yıl uğraşırsın, takımı tamamlarsın. En sonunda da sen ya da mirasçıların, onları satar.
Mülkçülüğün yasası bu.
Koleksiyonculuk, onun küçük bir yansıması yalnızca.

(28 Mayıs 2017)

Birinci Cumhuriyet'in Edebiyat Bilançosu

Birinci Cumhuriyet, 1923-2013 arasında tanımlı bizim bakış açımızdan.
Osmanlı’dan devralınıp süregelenler dışında, bizim için 1. Cumhuriyet edebiyatı 1940 kuşağı ile tanımlı. Onlar da, 1910-1915 doğumlu ama bilinç gözlerini Cumhuriyet’e açmışlar, Osmanlı’ya değil. Bunda köy enstitülerinin payı yüksek. Kültürel ortam ve toplu bilisizlik demek bu.
Memet Fuat, Fethi Naci, Semih Gümüş, Feridun Andaç dörtlüsü için yazdığımız eleştiri metninin belirttiği üzere, 90 yıllık dönemin kabaca son 50 yıllık dönemi, 25’er yıllık, biri toplumcu, biri şeyselleşmiş 2 dönem gibi ele alınabilir. Bu şeyselleşmeyi Batı da, sanatın ve kültürün hemen her alanında yaşıyor. Yarı kapalı özgürlükten vassallığa, vassalıktan da tam sömürgeliğe uzanan bir yolda, batılılaşma ve tanzimatlaşma buralara kadar vardı.
Türkiye’de 1975-2000 doğumlular hiç-olmamış-olmayacak kuşak olarak tarihe geçti. Çukur bile değiller. O kadar berbat yani.
İşte, onların ürettiği ve tükettiği yazın da bu oldu.
Ot-Kafa çizgisindeki yazın, tam da onları simgeler.
Ancak, Dünya’sal, AB’sel, ABD’sel olanlar gibi, alaturka duvarlar da çatladı. Her zamanki gibi, milyonda 1-5 kişi tao’yu yürüyüp gidecek.
Diğerleri ise, tarihin kuburuna gömüldü çoktan.
Sözünü ettiğimiz 25-30 milyon kelle. Yaptıklarından tümüyle kendileri sorumlu. Toplama kampına konmayı hak ettiler çoktan.

(28 Mayıs 2017)

Pazartesi, Mayıs 29, 2017

(Memet Fuat – Fethi Naci) ve (Semih Gümüş – Feridun Andaç) Eleştirmen Çizgisi

Son 50 yılın eleştiri alanına bunlar ağırlık koydu.
1967-1992 ilk ikisi, 1992-2017 son ikisi diyelim.
Bunlar, kişiden çok anlayış simgesi olarak seçildi.
1967-1992 arası, Türkiye’de kentleşme, sanayileşme, solculaşma dönemi oldu.
1992-2017 arası ise, Türkiye’de liboşlaşma dönemi oldu.
Yani, bu 4’ünün biyografilerinin ve eserlerini içine nakşedildiği panorama böyle bir şey idi.
2 dönemin edebiyat çizgisi birbirinden tümüyle kopuk ve birbirine tümüyle aykırı idi. 1. dönem toplumcu, 2. dönem şeyselleşmiş idi. Yazın ürünleri de öyle oldu.
Tuhaf olanı, romanın hep çok yazılan bir alan olması ve bu 4’ünün edebiyat eleştirmenliğini temelde roman eleştirmenliği sayması gibi, ortak bir durum olması.
Oysa roman, burjuva altkültür alanı ve Türkiye’de burjuva romanı ve romancısı hala yok.
Bu 4’ü, beyhude ve nafile, artı muhteris ve kifayetsiz idi. (Bunu, Naci’nin ‘Eleştiri Günlüğü’nden 1992 tarihli bazı parçaları yeniden okuyunca, bir kez daha anladım.)
Nobel verilen yazarlar bakılınca, Dünya’da da edebiyatın yolunu epeyi yitirdiğini görüyoruz.
Bunun nedeni çok basit:
Roman artık miyadını doldurdu. Okunabilir romanlar da, polisiye ve bilimkurgu olanlar. Bu eleştirmenler ise, o alanları ise yazınaltı alan sayageldi hep. Oysa, Nobel ödülü bilimkurgu yazmış bir yazara, Doris Lessing’e gidebildi aynı dönemde.
Sanatın ve yazının bazı alanlarının sürklase olduğu, işlevselliğinin devreden çıktığı dönemler hep oldu. Ancak eleştiri, bu dönemlerde en önemli alan durumuna da yükseldi.
Türkiye’de eleştiri az yazılır, azdan da az okunur. Yani, 1. Cumhuriyet’in eleştiri geleneği çok kof. Bunda da bu 4’ü, 50 / 94 oranda sorumlu.
Bu metin de, bunu imlemek için yazıldı.

(28 Mayıs 2017)

Sinemada Momentler 2015-2020

Sinemada 1995 gibi; tür-sanat, kurmaca-belgesel, uzun-kısa ayrımları bulanıklaştı.
1995-2015 arasında ise, çapraz medya gibi yeni türler ortaya çıktı.
2015-2020 arasında ise, bilgisayar oyununun kart oyununun sinemasal fragmanı gibi, daha ilginç örnekler oluşturuldu.
Daha önce de, amiral battı gibi, kareleri karalamaca ile oynanan çocuk oyununun, o oyunla hiç ilgisi olmayan filmi de yapılmıştı. Bu da bir çapraz medya örneği sayılır ama çıkış ve varış ürünleri arasında ilinti yok gibi olur.
Bunun dışında; çizgiroman, çizgifilm, film, dizi, bilgisayar oyunun arasında, her tür kombinasyon ve permütasyon denendi. 2’li olanakların 20 tane ve 2 yönlü akışlı ( = 40) olabildiğini unutmayalım.
Çizgiroman şirketi, bilgisayar oyunu şirketi, ticari kart şirketi (Panini), hep sinemaya geçti. Hatta, internet ticareti yapan Ali Baba bile sinemaya girdi. Tuhaf olan şey, sinemanın en yüksek cirolu, en yüksek sayıda izleyicili olan sektör olmaması. Birim başına en pahalı ve en yüksek cirolu sektör, bilgisayar oyunu sektörü.
Sinemada son 10 yılda en yüksek hasılat yapan filmler, hep bu türden çapraz medya ürünleri.
Ancak çapraz medya alanı, daha 2015’te yaratı duralamasına girmişti. 2017 momentiyle çapraz medyada yaratıcı olan ürünler, yine marjinal, avangard ve az izlenen olanlar.
Bunun sinema için de hep böyle olmuş olduğunu belirtmiş olalım.

(28 Mayıs 2017)

Politik Moment

Erdoğan, yarı-başkan olduktan sonra temkinli gidiyor. TBMM’ye girmeyeceğini açıkladı. Yani, 2019 cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar.
Planı her neyse, kuşları çok ürküttü şimdiden.
Kimse, şeriatın kestiği parmağın acımayacağını düşünmeyecek.
Ancak, Fuat Avni gibi yüksek bilgilere sahip birinin yeniden çıkması ve konuşması, çok rasgele olacak.
O zamana kadar, son 1 ayki belirsizlik durumu sürecek. AKP de, Erdoğan da ne yapacağını bilmiyor yani.
HDP de öyle.
CHP ve MHP içi çatışmalar bir sonuç verebileceğe benzemiyor ama onlar da böylelikle aylar yitirirler.
Hiçbir parti, AKP dahil buna, AKP sonrası ne olacağına ilişkin bir tasarım içinde değil. Ancak, AKP’nin sonun sonuna geldiğini, AKP’liler bile gördü. Olay isterse 2 yıl uzasın, ne olacak? 2 yıl böyle mi gideceğiz?

Tarihte ve tarihçelerde böyle dingildek dönemler olmuş zaten. Politikacılar, hiçbir zaman satrançta 3-5 hamle sonrasını düşünebilen türden insanlar olamamışlar. Şimdiki belirsizlik ondan dolayı.
34 yıl neo-liberalizm diye bir saçmalık dayattılar. Şimdi de muhtemelen neo-sosyal demokrasi diye bir şey dayatacaklar. Oligarkların uç sağ partileri yeğlemesi ve Krupp’laşması için henüz erken. O duruma, halk isyanları başladıktan sonra geçilecek: Hitler Almanya’sında, % 60 çoğunluk olarak, hem sosyalistler vardı, hem de komünistler.
Türkiye; askeri olarak çıkıştayken, siyasi ve iktisadi olarak inişte. Bu neo-militarizm, klasik Türk asker milleti söyleminden farklı bir momentte.
Ancak, Türk ordusunun kadrosu aşırı silkelendiği için, bu militaristleşme de çok yavaş yürüyor.
Dolayısıyla en geniş panorama şu:
Birinci Cumhuriyet’ten İkinci Cumhuriyet’e geçerkenki fetret devrinin duralamışlığı. 2. Cumhuriyet de kesin kurulacak diye bir şey de yok. Süreğen uyumsuzluk ve süreğen fetret de mümkün pekala.

(27 Mayıs 2017)

Marx'ın Malthus'çuluğu ve Anti-Malthus'çuluğu

Marx, Darwin ve Freud, öyle ya da böyle Malthus’çudur. Temel parametrelerinin ortalıkta yetersiz bulunduğunu varsayarlar. Marx için bu meta, Darwin için sağ kalacak yiyecek, Freud için ise sekstir.
Yani, üçü de üretimin tüketimden çok olduğu bir durumu tahayyül edemedi.
Malthus’un konuyla ilgili ana eseri, 1790 tarihli.
Onun antitezi olan Verhulst denklemi ise, 1830 tarihli, yani Komünist Manifesto’dan epeyi öncesi momentli. Ancak Marx, öyle ya da böyle Malthus’u anarken, Verhulst’u bilmez gibidir.
Bu durum, Darwin ve Fredu için de geçerlidir.
Verhulst’a göre bir parametre kendi kendini sınırlar:
Marx için, meta üretiminin meta üretimini (azalan girdiler nedeniyle) durdurması gibi.
Darwin için, güçlünün sağ kalmasının güçsüzlere de yer açtığı ve güçsüzü daha güçsüze doğru çektiği gibi.
Freud için, onunla eşzamanlı olarak, cinsel haz sınırlılığına karşı, vibratörün icat edildiği gibi.
Dönelim asıl konumuz, Marx ve Malthus’a:
Proletarya diktatörlüğü ile İngiliz İmparatorluğu doğrulaması ayırtsızdır ve bu, Marx’ı Malthus’çu yapmıştır.
Bu düşünce parçalarını, Dünya’da milyarlarca kişiyi etkileyen temel ideolojilerin, en basit gerçekleri nasıl yok saydığını, nasıl güneşi balçıkla sıvamaya kalktığını ama bunu beceremediğini ve dolayısıyla da marksizmin nasıl bir din durumuna dönüştüğünü açımlamak için yazdık.

(25 Mayıs 2017)

Perşembe, Mayıs 25, 2017

Witcher Kart Oyunu Sinemasal Fragmanı

Bu, benim ilk gördüğüm bir örnek. Bilgisayar oyunlarının sinemasal fragmanları olurdu ama bu, bir bilgisayar oyununun kart oyununun sinemasal fragmanı.
Witcher çapraz medya olmakta, Assassin’s Creed ile baş edecek düzeyde. Aslına bakılırsa, onun sinemasal fragmanları, toplamda Assassin’s Creed’inkilerden daha çapraz medya ve daha meta-sinema oldu şimdiden.
Bu yılki Assassin’s Creed’s sinema filminin vasatta kalması ve onun üzerine bir de bu gelince, aradaki fark bir adım daha açılmış oldu.
Aranot:
Bu arada ıskalamışım. Bunun 2016 öncülü de varmış:
(Yorumu: Reel-aksiyon formlar % 99 başarısız oluyor, bu da öyle olmuş. Gwent rolündeki delikanlı, onun parodisi gibi. Bu arada vurgulamak önemli: Grafik sanatlar, görsel ifadelilikte hala fotoğraftan üstün.)
Kart oyunlarından çizgifilm ve sinemasal fragman üretme, daha önce denenmemiş örnekler yaratmış. Youtube’da başka örneği yok.
Buradaki örnekte, bilgisayar oyununun kart oyunu versiyonu, bir çizgiroman statikliğinde ve farklı çizgiyle gösterilmiş. Böylelikle, aynı kadraj içinde 2 farklı çizer kullanılmış gibi olmuş. Bu da, ekstra yaratı puanı demek.
Başlangıçta öyle olmadığı halde Witcher’in Gwent’i giderek, daha nuar bir çizgiroman-Conan-1970’ler olmaya doğru tam gaz gidiyor. Onun yaratık-canavar avları, Conan’ın o dönemki momentiyle onu aşarak çakışıyor.
Çıkış:
Burada önemli olan durum, yaratı yarışının hiç durmadan sürmesi. Mangalar tekledi, bilgisayar oyunu sinemasal fragmanları duraladı ama çapraz medya evrimini sürdürüyor.
O nedenle:
Avangard olmayan sanat, sanat değildir.
Hala ve hep.

(24 Mayıs 2017)

2001-2017 Kaç Dünya?

Bu çok Dünya söylemi, 1945 ertesiki ve Soğuk Savaş dönemindeki, Çin kökenli bir söylem idi:
O zaman için 1. Dünya, ABD ve SSCB, 2. Dünya şimdiki AB, o zamanki NATO ve Varşova Paktı / Comecon üyesi, 3. Dünya da diğerleri olmaktaydı.
Hindistan’ın 77’ler Grubu, bunun koşutunda ama ona aykırı olarak BM içinde pratikteki (ekonomik değil) politik bir söylemdi.
O zamandan bu yana, çok ülke kuruldu. Asıl önemlisi de, 2017 itibarıyla bu 198 devletin 166’sı ‘yanılmış devlet’ tanımı içinde kaldı.
Çok Dünya söylemi, temelde ekonomik bazlı olduğu için, 2001-2017 arası için de o bazı kullanacağız. O dönem için:
Birinci Dünya, G-8 ülkeleri: ABD, Kanada, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Japonya, Rusya idi. Çin, 2010-2015 gibi, onu G-9 yaptı.
İkinci dünya, G-20’deki ülkeler temelde. Burada, AB’nin tek ülke sayılması, Türkiye’nin asansör ülke olması, 20’nin 9 haricinde sayılmaması ve dolayısıyla da sayı hesabının tutmaması gibi durumlar var.
Üçüncü Dünya, 100 küsur ülke olmakta ve eski ‘gelişmekte olan ülkeler’ tanımını karşılayamadıkları için bu tanım, ekonomik kategori olarak muğlak kalmakta.
Dördüncü Dünya, küçük ve adasal ülkeler olmakta. Kabaca 40 ülke böyle. Ekonomik büyüme kavramları olamıyor, çünkü ekonomik birikimleri yeterli olamıyor.
Beşinci Dünya, Afganistan gibi, 200 yıl önceye fırlatılıp, bir daha geri dönemeyebilecek ülkeleri tanımlıyor. 2003’ten önce Afganistan böyle olmadığı için, bu da asansör ülke tanımını içeriyor.
Dördüncü ve Beşinci Dünya, Stratfor ideoloğu Barrett’in ‘ekonomikçe sömürülebilir’ ana kategorisine sokulamadığı için ‘imha edilesi ülkeler’ tanımıyla koşutluk içermekte ama küçük ve adasal ülkeler bu açıdan biraz tanımdışı konumda.
Artı, tarihin çöküş dönemine girildiği, ABD, AB, Rusya ve Çin bocalamaya başladığı için, 1. Dünya da sorunlu epeyidir. 2. Dünya = G-20 ise, onlar olmadan var olamazlar.
Dolayısıyla bu yeni tanım kategori dizisi, yalnızca 2001-2015 arasında geçerliydi, denebilir. 2017 içinse, yarıdan çokça geçersiz durumda.

(23 Mayıs 2017)

Çarşamba, Mayıs 24, 2017

Gaye Su Akyol Üzerinden 2015-2020 Kuşağı Müzisyenleri

Önbilgi:
Bu metin, şu video kaydı nedeniyle yazıldı. Gaye Su Akyol Neler Dinliyor?
Temel bazı saptamalar:
Bir: Türkiye’de son 50 yıldır, 45’lik plak bu ülkeye geldiğinden beridir diyelim, popüler müzikte bazı yollarda 5-10 şeref turu atıldı. Yeni kuşak da aynı hatayı yapıyor. Bülent Ortaçgil’in Anadolu yakasındaki, (kuramsallık da dahil edilen) müzikhanesindeki yanılgısını, onun adını anmadan ve muhtemelen bilmeden yeniliyorlar ve yineliyorlar.
Yani:
Müzikte, en azından başta, başta tek bir şeyi yap ama iyi, çok iyi, en-en iyi yap. Yoksa silinir gidersin. Türk gibi başlarsın ama İngiliz gibi devam edemez veya bitiremezsin.
İlk 10 yıldan sonra, istersen kendi farklılığını da yaparsın.
+
İki: Temel müzik türleri, son 50 yıldır aynı. Granj-alaturka yok yani, henüz yok yani. Paçallamak, sentezlemek ya da harmanlamak değil bu. Feçesle muhallebiyi birbirine karıştırmak bu.
Denersin tamam ama denenmiş ve yanılınmışı denemek zaman ve libido kaybı olur. Oldu da, olmuş da.
Yani:
Gaye Su Akyol, akapella-alaturka yapsın bir. Yapmayı denesin hiç olmazsa. Referansları arasına Sabite Tur da girsin. Müzeyyen Senar çıkabilir. Safiye Ayla olmasa daha iyi.
+
Tanzimat’tan beridir süregelen, son 50 yıllık popüler müzik serüvenimize birebir izdüşmüş olan batılı-doğulu ikilemi, yeni kuşakta da aynen sürüyor. Çok-çok ironik olarak, kendilerini batılı sansalar da yeni kuşaklar, annelerinden ve ninelerinden, yani 1978’lilerden ve 1968’lerden epeyi doğuya geri düşmüş noktadalar. Aşırı statikler, aşırı hantallar, aşırı libido obeziler, eksi oryentasyonlular, 0 kültürolojik haritalılar.
Bunun açılımı şu:
O 2 kuşak, aşırı devrimcilik oynayıp, feci hezimete uğrayınca, ricatı da abarttılar ve Malazgirt’ten öteye kaçtılar. Şu anda TC, Afganistan modunda falan. (Yani yeni kuşak, böyle bir ülkede müzik icra ediyor, bunu yok sayamazlar.)
Çocuklarını da, öyle ya da böyle, bu açıda yetiştirdiler.
Armut dibine düştü: Üzücü olan da bu.
Gaye Su Akyol ve gibiler, 200 ile gidilecek yolda 50 ile gidip, kendilerini ivmeli ilerliyor sanıyorlar.
Unutmayın, Dünya Müziği de 1968 momentli idi, onu geçemeyen bir 2018 kuşağı, şimdiden beyhude ve nafile olmayı kendine hüküm keser.
+
Üç: Klibin bir sentez, bir çapraz medya, bir sanat ve meta-müzik ve meta-sinema olduğunu unutmayın.
Yani:
Teknoloji sizin işiniz olmak zorunda. Dolayısıyla teknolojiyi aşmak zorundasınız.
Yani:
Oturun, bol bol bilgisayar oyunu sinemasal fragmanı müziği dinleyin ve seyredin. ‘Iron’ın 2 parçasının ve klibinin, diğer 2 bilgisayar oyunu sinema fragmanındaki kullanımıyla, müziksel ve sinemasal öte-anlamlar kazanmasını izleyin.
Bunu siz de yapabilin.
+
Dört: İkindi vaktiki padişah cücesi olmayın. Tarih ve avangard müzik, bir çöküş ve gerileme döneminde. Çevrenizdeki göreli referansları unutun. Müziğin mutlak referansı 1968 dönemidir.
Erkin Koray rakına hiçbiriniz yaklaşamadınız bile yani.
Aka Gündüz Kutbay cazını algılayamadınız bile yani.
Müslüm Gürses arabeskinin vektör doğrultusunu ve uzunluğunu göremediniz yani.
+
Nokta. Es.
+
Dipnot:
Punk ve yeraltı üzerine derlenmiş, müzik konulu bir kitapta, yeni dönemi eski dönemle paçallama eğilimi vardı. Bu, çok-çok yanlış ve geçersiz.
Gecekondunun arabeskinden Cihangir’in taşralılaşmasına (taşralılaştırılmasına değil) bir tersyüz edilme ve regresyon yaşadık. (Bunu bir daha yapmayın bize.)
Bunda da, Cem Karaca, Zülfü Livaneli ve Timur Selçuk müzikal temel üçlüsü sorumludur.
Protest marşının geri tepip, öz-faşizm / oto-faşizm yaratabileceğini düşünmediler bile: Biri Ermeni iken türkleşti, biri soldan sağa u dönüşüyle liberalleşti, biri Allah’ına sığındı.
Aynısı sizin de başınıza gelecek yani. Yani, siz getireceksiniz başınıza onu.

(23 Mayıs 2017)

Süreğen Uyumsuzluk

David Wilkinson ‘Dünya Sistemi’ derlemesi içindeki makalesinde bunu önesürüyor:
“Her uygarlık, süreğen uyumsuzluğun yanında, ikinci derecede bütünleşmeye gider… Diyalektiği sona erdiren sonul sentez olmayabilir.” (S: 418)
Büyükkent türü makro toplumsal yapılarda, farklılıkların benzerliklerden çok olacağı istatiksel bir zorunluluk ama bunun uyumsuzluk getirmesi bir zorunluluk değil.
Farklılıklar birbirinden yeterli mesafede yaşarsa, çatışma yıkım düzeyinde olmayabilir. Negatif diyalektik bu türden uzaktan etkileşimli diyalektiği imler.
Diyalektiği sona erdiren sonul sentez olmaması, burada uygarlık olarak kabul edilen bütünün statikliğini imler ve gerçek yaşamda bu pek mümkün olmaz.
Ancak bu tez, başka bir şeyi daha imler: Tezlere ve antitezlere giren ve çıkan altküme öğeler vardır ki bu model, dinamik diyalektik olmakta.
Uygarlığın bütünleşmeye gitmediğini ABD ve AB kültürlerinden doğrudan gözledik. Bu türden tekparça bütünlüğe en yakın aday Çin’dir ama o da 3,5-4 bin yıllık statiklik ile. Yine de bugün bile farklı (yani birbirini anlamayan) Çinceler var ve 20. Yüzyıl’ın en Çinli’si Mao, ana Çince’yi pek bilmezdi. Hindistan ise, bunu denemedi bile. Rusya bu tekdüzeleşmeyi becerdi ama, 1992’den 25 yıl sonra bile tüm o topraklardakiler hala Rusça biliyorlar: Tabii burada sorun, o dillerin Rus Alfabesi’nden önce hep alfabesiz olması.
Gelelim asıl problematiğe:
Klasik söylemde, diyalektiği sona erdiren sonul sentez var mıdır?
Devrim bu mudur?
Klasik söylem, bu konuda kıvırtıyor: Hem komünizmin sonul insan kültürü modu olmadığını kabul ediyorlar, hem de proleterya diktatörlüğünün sınıf çatışmalarını sona erdireceğini önesürüyorlar.
Aradaki fark, statik x dinamik diyalektik olmakta. Sonul durum da devreden çıkınca, insanlık tarihi bir kültürel moddan diğerine salınan (ama sonrakinin daha üstün falan olmadığı) bir modele oturtulmakta. Tabii, Neolitik Devrim’de gördüğümüz üzere, geriye (tarımdan ava) salınımlar da var.
Bu türden karşılaştır-karşıtlaştır’ı nedense Dünya Sistemi modeliciler hiç denememişler. Onlar da statik bir model peşinde ve o nedenle modele geleceği hiç sokmuyorlar.
Wilkinson’un N sayıdaki uygarlık modeline katılmıyoruz. Miken-Minos, Grek, Roma, Mısır uygarlıkları pekala akdeniz uygarlığı olarak derlenebilir örneğin.
Yani, uygarlık makro-kategorilemesi görelidir. Ölçütüne ve ölçeğine bağlıdır.
Kültürolojik kategorizasyon için ise, bize en mantıklı gelen binli Murdock sayılı sınıflandırmasıdır. O bin kategori ise, birbiriyle ilintilendirilebilir biçimde, istatiksel olarak birbirinden karşılıklı bağımsız değildir. Aralarında belli yerzamanlar için birbirlerine dönüşüm denklemleri de kurulabilir pekala.
Nokta. Es.

(23 Mayıs 2017)

Ekşi Sözlük'e Fatiha

Ekşi Sözlük’çüler; kafasına taş düştükten 3 saat sonra ahlayan Rin Tin Tin’den çok, ‘39 Harami’ fıkrasındaki kervan muhafızı gibi olmuşlar.
Sözlükte bir sansür uygulanmış ve infial çıkmış:
24.05.17 günü 01:00-11:00 arasında 400 girdi. Otosansürlüler ve sansürlüler hariç. Sıkı isyan.
Gelelim konunun özüne:
Bir: Sözlük asla ve kata bir Wikipedia değildi. Bunun denemedi ki. Adı yanıltıcı yani.
İki: Sözlük, Onedio’nun görselsiz durumu yalnızca, en başından beridir böyle.
Üç: Sözlükten sansasyonel konuları, futbolu, seksi, şuyu buyu kaldır, geriye hiçbirşey kalmaz.
Dört: Küfürlü dil beni rahatsız etmez, etmedi de hiç. Sonuçta, Can Yücel’li gümrah çiçek geleneğine mensubuz. Ekşi de, İnci’ye oranla, daha az küfürlü idi.
Beş: Sözlük’ün asıl sorunu, 30 yaşındaki ablaların tıfıllara öğütleri gibi konularda yazılanlar. Sözlük’ün yazarları, ezeli ve ebedi ergen, 1975 ve sonrası doğumlular ağırlıklı. Hiçbirşey hakkında hiçbir ilgileri veya bilgileri yok. Buna sansasyonel konular dahil. Yemeyi, içmeyi ve sevişmeyi çok sevip, üçünü de berbat eden ebeveynleri ve büyük ebeveynleri gibiler.
Altı: Verim çok düşük. Rasgele seçilmiş % 90 girdi silinse, Sözlük’ün anlamı hiç değişmez. Aşırı yineleme var yani.
Yedi: Ancaak: Sözlük gündelik yaşamın kültürolojisi açısından bir ayna gibi. Benden gençlerin neyi nasıl düşündüğünü en az 10 yıldır oradan öğreniyorum. Son zamanlarda da, Onedio gibi platformlardan.
Şerh: Aynı şeyi, Facebook veya Twitter için söyleyememem,  bu da oralardaki samimiyet ve samimiyetsizlik oranlarını imler.
Çıkış:
Sözlük üzerineki metinlerimle bir kitabı tamamlayamadım ama hakkında epeyi blog yazdım. İşte bu son moment, o akışın mezartaşı ve fatihasıdır. Bu da, o metindir.

(24 Mayıs 2017)

Salı, Mayıs 23, 2017

Öykü Tipleri

Ağaç tipi: Gövdeden dalları sürekli yolları çatallanan ama uzunluğu da kısalan tip.
Mercek tip: Önce ıraksayan, sonra yakınsayan tip. Öykünün akışı önce dallanır ama sonra tüm öykücükler aynı sona bağlanır. Bunun bir örneğini zamanında O. Henry vermişti erken örnek olarak.
Labirent tip: Ölü sonlu öykücükler içeren yol çatallanmalı akış. Bu tip, tam bilgisayar oyunu öyküsüne uyar: Her çıkmaz sokaktaki duvara gelince, oyuncu ölür ve başka öykücüğe geçer.
+
Notlar:
Bu tiplemeler; öykü, libretto, senaryo ve bilgisayar oyununun öykü hattı için de geçerlidir. Tiyatro oyunu için, daha dar çözümler mümkün olabilir.
Labirent tip öykü, tam da bilgisayar oyunu öykü akışına uygun bir yapıdır.
Labirent tip öykülü bir modern dans librettosu, olabilse, çok ilginç olur. Woodward-Oblivion’da bazı labirent noktalar var öyküde.
Ağaç tipli öykülü bir senaryo, eğer 6’şar çekim yerine, 2’şer çekimli 3 ayrı öykü akışı olarak kurgulanırsa, ‘3 üzeri N’ kadar öykücüklü bir total senaryo olur ortada. Ve istenirse bu, yarısından başlayarak mercek tipine büzülebilir de.
Buradan hiper-tekst öyküye açılım yapılabilir ama nasıl bilmiyorum.

(22 Mayıs 2017)

Gaye Su Akyol: Çok Mutlusun

Dürüstlüğü için tebrikler.
Ya da kendine aymadığı için şaşkınlıklar.
Bu kadına banalite çok yakışıyor.
Tam bir Suzan Avcı ifadesi var yüzünde.
Sesi alaturka-arabesk söyleyebilecek kıvraklıkta ve yanıklıkta.
‘İstanbul Kırmızısı’ onu ünlü yaptı tamam ama bu şarkı, onun asıl yüzü, sesi, rengi olmuş.
Bir pavyon şarkısı edası, pavyon ekosu efekti var şarkıda, ‘a capella’ bile olabilirmiş rahatça.
Fonda mug değil, viyolonsel olsa, daha uyarmış gibi.
Nasıl ki Sıla, Sezen’den 40 yıl sonra çıktıysa, Gaye Su Aksu da, Nesrin Sipahi’den ve İnci Çayırlı’dan 40 yıl sonra çıktı.
Ancak aracman-alaturka türü bizde kullanılmadı. Samime Sanay, o işi kıvıramadı ve günümüze doğru 30 yıl öncesinde bir yol açamadı.
O nedenle güftelerinde epeyi bir osmanlıcalaşma yaşamak zorunda kendisi. Ve absürdü de seyreltmek durumunda.
Dilerim kendisi, Ceylan Ertem’in yaşadığı armut dibine düşer durumuna düşmez.
Gerçekten:
Kendisine başarılar diliyorum. Umutla da izleyeceğim gidişatını.
Çünkü:
Su sesi, para sesi (hışırtı değil, şarıltı), kadın sesi.

(22 Mayıs 2017)

Penguen ve Türk Karikatüründe Bir Dönem

Penguen kapanacağını 1 ay önceden açıkladığı için, bu sürede tüm tepkiler ortaya çıktı.
O kadar tepkiden aklı başında olabilen bir tek Vedat Özdemiroğlu’nun açıklaması çıktı. Onun 2 saptaması üzerinden, bizim Türk karikatürünün bir dönemine ilişkin saptamalarımız gelecek:
“Penguen'inki ise, başka bir durum. Ekonomik zorluklar ya da hükümetin baskıları var ama bir dergi “okuyucu bizi artık almıyor” diye ağlaşarak kurtarılmaz. Sen dergiyi yaparsın, beğenirler, alırlar ve yaşarsın. Kişisel kanaatim, belki biraz ağır olacak ama Penguen'in beyin ölümünün gerçekleştiği yönünde. O mizah tükenmişti ve orada mesela Mustafa Satıcı, Özer Aydoğan, Barış Atar gibi elektrikli, genç yeni solukların dergiden kesilmesi ile çöküş başlamıştı. Takımdan yıldız oyuncuları keserseniz takım çöker.”
Penguen’in beyin ölümü gerçekleşmedi, çünkü beyni yoktu ve kafası kesik tavuk gibi uzun süre beyinsiz yaşayabildi bizce.
Artı, derginin ana kadrosu, senaryo ve reklam gibi çok paralı alanlara girmiş uzun süredir, bunu yeni öğrendik. Dergiyi devretmektense, yemez yedirmez, tavrı ile kapattılar. (Diğer bir deyişle, aynı dergide 3 senarist birden kremalı pasta yiyemedi.)
Selçuk Erdem ve Erdil Yaşaroğlu, neredeyse 20 yıl aynı mizahı yaptılar. O kadarını Oğuz Aral bile yapmadı, örneğin Avni’yi değiştirdi. Bu da bir etken.
Geleneksel usta-çırak zinciri akışı son 10 yılda dağıldı. Yeni kuşaklar, 1970’lerdeki veya 1980’lerdeki gibi, mizaha saldırmadılar, başka alanlarda seyrettiler. Yaşlanan yumurtalar ise, bir zamanlar nefret-sevgi (veya baba-oğul) ikilemi ile bağlı oldukları Aral’ın onlara açtığı yolun onda birini yeni kuşaklara açmadılar. Diğer bir deyişle, uzun süredir yeni kuşaktan biri, kendi özgün çizgisini geliştiremedi, 10 yıl çizip, hala 10 yaşındaki çocuk düzeyinde kalan çok aralarında.
Artı Ot-Kafa çizgisi, karikatürden yazıya ağırlıklı geçiş ile, yeni bir trend oldu. Bu çizgiyi yaratan kişi de, tüm sözü geçen dergilerde çalışmış olan Metin Üstündağ. 20 yıl önce, onun çizgisi küçümseniyordu, o dayattı ve ticareten kazandı. Şimdi, onun klişesini taklit eden 10 dergi var piyasada.
“Zamanla tirajlar azaldı, kadrolar küçüldü. Gırgır'ın 80'lerdeki misyonunu 90'larda Leman üstlendi. Penguen ve Uykusuz da Leman'dan ayrılan grupların çıkardığı dergilerdir. Özetle, 80'lere Gırgır, 90'lara Leman damgasını vurdu. Ardından kısa bir Penguen rüzgarı esti. 2000’lerde ise, ben orada yazmama rağmen objektif konuşuyorum, belirgin olan Uykusuz mizahıdır.”
Eksi bazı noktalar var:
Leman değil. Limon.
Limon’u Leman kılan durum, paranın balyoz yumruğu idi. O balyoz şimdi kadife içinde, çizerlerin büyük piyasaya geçmesi ile aynen sürüyor.
Türk karikatürünün beyin ölümünü gerçekleştiren asıl nokta, bu Uykusuz mizahı: Tümüyle sözcük oyunu ve basit-altı akıl yürütmelere dayalı bir mizah. Ergenlere bile, ancak 1 yıl hitap eder böylesi. Ergenler 1 yılda hızla büyüdüğü için, ertesi yıl onlara da hitap etmez. Yaşanan bu.
+
Toplamda:
Bu ‘Uykusuz ve Yiğit Özgür’ mizahının, upuzun metinli mizahının modasının geçmesi ile, semantik açıdan bomboş metinler içeren 10 dergi stilinin ‘karşılaştır-karşıtlaştır’ı çok önemli.
Absürdün illa ki boş-anlamlı-saçmalık olmadığını, bizim alaturka absürd karikatürcüler hiç kavrayamadılar. Yiğit Özgür’ün 15 satırlık metin içerikli karikatürü de anlamsız, şu anki Ot-Kafa metinleri de.
Yani:
Sanatsal ifade, bir yerden başlamıyor, bir yere gitmiyor, bir yere de varmıyor artık. Öyle ortada Mr. Brown hareketleri saçmalıyor yalnızca.
Üstelik eleştirilecek çook siyasal durum ve çook gündelik mizah konusu var.
Yani:
Bolluk, Türk sanatını ve Türk karikatürünü batırdı. Eskiden bunu yokluk yapardı.
Çıkış:
Geçmişte de, karikatürde veya başka sanat alanlarında bu türden tam çöküş dönemleri yaşandı, geçildi, atlatıldı.
Kendi hesabımıza, meydanın artık sanal fanzinlere kaldığını, tek başına derleme-seçki fanzinler (ama albümler değil) yaratılabileceğini ve bunun da yeni bir yol olduğunu savlıyoruz. (Matbu fanzin, kişisel seçim konusu.)
Nasıl ki rahmetli Oğuz Aral kimsenin bakmadığı ve görmediği bir alanı karikatüre sokup, olguyu 45 yıl taşıyabildiyse ve taşıtabildiyse, yeni kuşaklar da bunu yapacaktır, bundan adımız gibi eminiz.
Aradaki dönem ise, duralama, çürüme, mayalanma ve sentezlenme dönemi olacaktır.

(22 Mayıs 2017)

Pazartesi, Mayıs 22, 2017

Robert Fisk: Kürtler Bir Kez Daha İhanete Uğrayacak

Doğru.
Savın alıntı kaynağı:
“Fisk, ABD'ye göre Türkiye'nin öneminin Kürtler’in devlet taleplerinden daha ağır basacağı için Kürtler’in eninde sonunda ihanete uğrayacağını yazdı.”
Bunda sonrasında ise Fisk, CIA’in Türkiye alan uzmanı Graham Fuller’in durumuna düşüyor:
Bakarkör.
Önce bilgiler:
ABD, Kürtler’e kezlerce ihanet ettiyse ve trajediler yinelenince komedi oluyorsa, bu ihanet ve trajedi olmayacak demektir, melokomik ve/ya trajikomik olacaktır.
ABD, önce Kürt Barzani’yi kullandı, kenara koydu. Şimdi bunu açıkça beyan ederek, Kürt Müslim’i kullanıyor ve kenara koyacak. Kürt’e karşı Kürt’e ihanet sözkonusu burada. O nedenle buna, ihaetten çok 2 elle oynamak denir ve Kürtler, zaten 2 el ve 2 ayakla oynuyor oyunu: Onlar da habire büyük hegemonlara ihanet ediyorlar.
Bu da poliello ve/ya polimelokomedi oluyor.
Burada ABD’nin sorunu, Türkiye’yi yeğledi veya yeğlemedi, yeğliyor veya yeğlemiyor, yeğleyecek veya yeğlemeyecek, değil. Kürtler’in iyi bir müttefik olamadığını açıkça ifade edemese de ABD, şu ya da bu biçimde bunu biliyor. Yani ABD, Kürtler’e karşı Kürtler’i yeğlemiyor ve onların altkümeleriyle sürekli geçici ittifaklar kuruyor.
Ancak tarih bize, istediği büyüklükte hegemon olsun, hiç kimsenin böyle bir oyunda bir sonul-kazanmış-taraf çıkamayacağını söylüyor. Çünkü kimse, savaş oyununun kurallarına uymuyor ve böylelikle herkes kaybediyor, ABD de.
Bir de oyun alanının odak noktası kaydı. İran ve Suudi Arabistan ekseni oldu orası. Kuzeyde TC, güneyde Suriye, Irak, İran ekseninden vazgeçildi. 2018 için böyle.
Tabii burada IŞİD’in de, en az 10. yoğun-terörist İslam kurumu olduğunu ve halihazırda en az 10 terör örgütünün IŞİD’e biat ettiğini ve hatta IŞİD’in birini (Ebu Sufyan) kendinden daha sert bularak reddettiğini gözönüne almak gerek. Onlar da, rahatça eksen kaydırabilir yani. IŞİD-İsrail saldırmazlığını gözönünde tutmak yararlı olur.
Yani eksen kayarsa, IŞİD ekseni de kayar ki bugünkü IŞİD, ilk IŞİD’in 3. veya 5. aşaması. Yani, 33. veya 55. Aşama da rahatça olabilir.
Biz kısaca buna, ‘kendi düşmanını beslemek’ diyoruz, dikkatinizi çekerim, ‘kendine düşman yaratmak’ (skiden SSCB, şimdi şeriatçı İslam) değil.
Kürtler de benzer süreçlerden geçti. PKK, 10 altkümeye sahip şu an. ‘4 ülkede 4 Kürt takımı’ demek şu an. Bölünmek ile öz-ihanet arasındaki çizgi, kimi silinir gider.
Sonuçta da, sen kendine ihanet edersen, sana başkaları da ihanet eder.
Sonuçta da, seni daha önce acıtmış birine hala güveniyorsan, o seni yine acıtır.
Sonuçta da ihanet, hile gibi savaşın yöntemlerinden birisidir.
Ek olarak bir de, savaş sırasında taraf değiştirmek, bin yıl kadar önce, (nedense) mesleki saygı görürmüş. Düşünsenize, ABD 1. Ordusu, şakkadanak IŞİD’ci oluvermiş. Ne mavra olurdu ama.
Problematiğe kaleydoskop renklerine kanarak bakmamalısınız. Işık kaynakları ve cam parçaları tahayyülünüzde olabilmeli ki işin özünü görebilesiniz.
Yoksa, kırmızı lazer ışını peşinde koşan kuçu olursunuz.

(22 Mayıs 2017)

Trump, Suudi Arabistan, İran

ABD, 1980’de Irak’ı ve Saddam’ı, İran’ın ve Humeyni’nin üzerine sürdü. Maç, 500 bin 500 bin ölü berabere bitti.
Ardından ABD, Saddam’a 1991’de ve 2003’te saldırıda bulundu. İkincisinde olay, Saddam’ın devrilmesine ve asılmasına vardı.
ABD’nin bu iti ite kırdırma politikası bu kez, Suudi Arabistan ve İran ikilisi için geçerli olacağa benzer.
Trump, Suudi Arabistan’a gitti. 100 milyar dolarlık silah sattı. Arap NATO’su hayalleri kurdu.
Sonra Suudi Arabistan, İran’ı tehdit etti. İran da yanıt verdi:
“Cahilce bir şey yapmamaları konusunda onları (Suudiler’i) uyarıyoruz. Ancak yaparlarsa, Mekke ve Medine dışında dokunulmadık yer bırakmayız.”
2. Irak Savaşı’nda Suudi Arabistanlı pilotların uçakları bırakıp kaçtıkları düşünülürse, bu çatışmada İran daha şanslı görünüyor.
ABD, Suudi Arabistan ile İran’ı birbirine kırdırmak peşinde. Ondan sonra da, Suudi Arabistan’da krallık rejimini değiştirmeye kalkabilir ve İran’a saldırmaya cesaret edebilir.
Ancak, ABD’nin hesaba katmadığı şeyler var:
Selefilik, ne Sünni, ne Şii.
Suriye’de ve Irak’ta, Şiiler ve Sünniler IŞİD’e karşı aynı safta savaşıyorlar. İran’a bir şey olduğunda, bazı Sünniler ABD’ye karşı yardıma oraya gidebilirler. Bunu en azından Çeçenler rahat rahat yaparlar.
IŞİD’in selefi desteği aldığını söylemek mümkün ama tümden selefi olduğunu söylemek zor. IŞİD’in bir mezhebi olduğunu söylemek de zor. Olsa olsa, ölmüş Haşhaşi / Hasan Sabbah geleneğini canlandırıyor olabilirler.
Nasıl ki ABD’nin 1980 tarihli ileri elektronik savaş stratejisi, son 35 yılda olumlu sonuç veremediyse, bu iti ite kırdırma projesi de geri tepebilir. Afganistan’da çoktan tepti zaten: Dün SSCB’ye karşı savaşanlar, bugün ABD’ye karşı savaşıyorlar orada.
Bir de, savaş stratejisi anlamında, bu kadar hile hurda ve dolayım, pek işe yaramıyor artık. ABD, İran’ı ve Arabistan’ı istemiyorsa, doğrudan saldırsa daha uygun ve sonuç alıcı olur yapacağı.
Buradan da, en son Suriye’de Rusya-ABD çatışması olasılığından gördüğümüz üzere, 3. Dünya Savaşçıkları’nın 4. Dünya ülkecikleri arasında olup bitmesini, 2 devin onlara silah satmakla yetinmesini, sürdürülebilir bir proje olarak göremiyoruz. Sonuçta, Doğu Suriye ve Batı Irak’ın herşeyi ABD’ye karşı koalisyon yaptı ve 4 yıldır maçta önde.
4. Dünya’nın nüfus azalması gibi bir sorunu yok ama 1. Dünya’nın o 4. Dünyalılar’dan ülkelerine akan göçmenler sorunu var. Evdeki hesap, çarşıya uymadı yani.
Yani, çıkış:
Suudi Arabistan ile İran, savaşır mı savaşır ama sonul sonuç ABD’nin işine yaramaz.

(22 Mayıs 2017)

Kürtler Açmazda

Kürt olgusunun son 50 yıllık destekçisi Beşikçi, 2015-2017 arasındaki son 2 yıllık Kürt siyasetinin bir açmazda olduğunu ifade etti.
Milletvekili Sırrı Süreyya önder, büyük hayalkırıklıkları olduğunu belirterek, siyaseti bırakacağını Mayıs 2017’de açıkladı.
Bunlar içeriden itiraflar ama hala nesnel analizler yok ortada.
Oysa, durum şöyle:
ABD, kendine de zarar verecek bir Suriye-YPG geçici desteği şıkkını yeğledi. YPG-PKK ilişkisi mevcut olsa da bu, PKK için ‘doğrudan destek’sizlik demek.
Yani ABD, Trump üzerinden, Arap Baharı açmazını nasıl sonlandıracağını bilemiyor ve planların hiçbirinde PKK yok.
AB, konudan tümüyle koptu gibi. Kendi dertlerine kapandılar.
Rusya, durumu kilitlemek pahasına, ABD’yi Suriye’de mat etti ama sonuç ona da yarar sağlamadı, sağlamıyor, sağlamayacak.
Çin, Türkistan sorunu nedeniyle, PKK’yi asla ve kata desteklemez. Sufle verir veya fıştıklar belki ama desteklemez.
Buraya kadarki panorama Dünya.
Türkiye’nin gidişi şöyle:
AKP-Erdoğan, öylesi işlerine geldiği için, çözüm sürecine gidermiş gibi yaptı. Sonra da, u dönüşü yaptı. Şu andaki TC ordusu, 1983’teki TC ordusu değil. Siyasi açmazda, askeri sertliği gösterebilecek durumda. Bunun iktisadi maliyetleri, diğer krizlerle karşılaştırınca, önemsiz gibi kalıyor.
AKP kongresinde daha da sertleşme mesajı verildi ama bundan serti, atom bombası falan olur herhalde.
Yani, bu gidişin geleceği olmasa da, bu açmaz şu an için TC’nin işine geliyor, Kürtler’in değil, ne İstanbul’dakilerin, ne Diyarbakır’dakilerin..
Kürt iç durumuna bakarsak:
Barzani, Talabani, Öcalan, 35 yıldır kanlı bıçaklı kendi aralarında.
Not: Goran liderinin ölümü ama Talabani’nin daha ağır hastalıkta sağ kalması, ayrıca dikkat edilmesi gereken bir nokta.
Müslim’i henüz ciddiye alan yok. Kendisi Öcalan koşutu konumda. Palazlanınca, onun da kendi yoluna gideceği kanısındayız.
Yani, bu 4 ülkenin 4 Kürt liderinin anlaşması mümkün değil. Kendileri de böyle bir şey peşinde değil. Küçük olsun, benim olsun, derdinde hepsi.
Bu büyük-büyük resim, herhangi bir noktasında Kürtler’e açar sunmuyor.
Bu resmi Kürtler’in kendi yarattı.
Ödeyebilecekleri bedelin ancak onda birini belki ödeyecekler.
Önümüzdeki 25 yıllık böyle sallapati gider durum.
Dolayısıyla, büyük çözüm olamadığı için, küçük çözümcüklerle sevinip duracaklar ama açmaz hep orada kalacak.

(22 Mayıs 2017)

Pazar, Mayıs 21, 2017

İsmail Beşikçi: Hendek Politikası Yanlıştı

Ha şunu bileydin ama bunu testi kırılmadan önce söyleyecektin.
Alıntı:
“DİTAM toplantısında konuşan İsmail Beşikçi, şehir merkezlerindeki hendek politikasının yanlış olduğunu söyledi. Beşikçi, "Mücadelenin siyasal mücadele şeklinde sürmesi gerekir. Eğer ana dil mücadelesi olsaydı, daha kitlesel destek alırlardı" dedi.”
Dil konusundan o kadar emin değilim. Dil mücadelesi, barışçı mücadele demek değil. Arada semantik kısadevre yok yani.
Beşikçi üzerinden yanlış yorumlara karşı yorumlar getirelim:
1983’te bugününü PKK sorunu başlatıldığında, başta Özal vardı ki bu zamanlama çok anlamlıydı. Özal, bu işi (ister barışçı, ister savaşçı olarak) kıvıramadı, çünkü herşeyin parayla hallolacağını sanıyordu.
1983’ten beridir Kürtler, hiçbir zaman anadil mücadelesini ana konu saymadılar. Ana konu ayrı bir ülke idi.
Yani, yalan söylem kullandılar.
Yani, yenilince yeni yalan söylem daha kullandılar.
Yani, dil konusunda Kürtçe’nin dil mücadelesinde ana ağırlığı Kırmançi’ye verdiler ve bunu en kalabalık olmak söylemiyle faşistleştirdiler.
Bunu Kuzey Irak Kürtçesi ile şimdilerde Barzani de yapıyor.
Batı, her nedense 4 ülkedeki Kürtler’i aynı anda fıştıklamaya karar verdi ve PKK’yi 2015’te de, 2017’de de alt dereceye deheledi.
Beşikçi’nin ve onun gibilerin bu tür bilgilere ayamaması tuhaf.
Asıl önemlisi, Beşikçi’nin Kürtler’in son zamanlarda ona ve öncesinde de TİP’e ‘kullan at’ zihniyetiyle yaklaştığına 50 yıldır ayamaması tuhaf. Kendini Burkay kılıyor yani Beşikçi.
Beşikçi şu sorulara yanıt aramış:
“Çözüm süreci neden sona erdi? Yeni bir sürecin başlaması için neler yapılmalı?”
AKP istedi ve çözüm süreci başladı. Yine o istedi ve bitti.
Yeni bir sürecin başlaması için, başkanlıkta AKP’ye destek vereleri gerekiyordu. Demirtaş’ın 2014’te Erdoğan’ı ayakta alkışladığı gibisinin aynısı bir durum istendi. Olmadı. Onlar da verdiklerini geri çektiler.
Haa, bu yüzleri asıl yüzleridir, onu da söylemek gerekli.
Beşikçi7nin kısa vadeli gelecek için Kürtler’i ikna etmesi gereken asıl dert şu:
ABD, YPG ile ittifakının geçici olduğunu daha dün belirtti. Bu, PKK için de geçerli oldu ve ABD desteksiz PKK’yi bugün görüyoruz. Beşikçi’nin bunu Kürt akillerine açıklaması gerekli.
Sonuç mu?:
Benim oğlum bina okur, döner döner gene okur. Beşikçi, konuya 50 yılını verdi. Artık çark edip emekliliğine çekilemez. Bu minval üzere yanlışlarını sürdürecektir.

(21 Mayıs 2017)