1940’larda
olsun, 1960’larda olsun, Türk edebiyatında toplumcu yan ağır bastı. Demir
Özlü’nün ‘Bir Burjuvanın Gençlik Yılları’ romanı basıldığında, toplumcular
tarafından aşağılanmıştı.
Oysa,
sanıldığının tersine birey ve bireycilik, daha 1935’te, Sait Faik eliyle olsun,
onun antitezi sayılan Sabahattin Ali eliyle olsun, Cumhuriyet edebiyatında
mevcuttu.
Şerh:
Orhan Veli’nin o dönem için bireyciliğin doruğu sayılmasına, muhalefet şerhi
koyarız.
Yanısıra,
toplumcu eküriden sayılan Rıfat Ilgaz’ın ‘Hababam Sınıfı’sı, (40’ların lise
gençliğ 68’in üniversite gençliğine karşılık gelir) isyankar genç tanımı üzerinden, bireye damardan girer.
Yanısıra,
Reşat Enis’te bile bağımsız federe bireyler mevcuttur.
Aslına
bakılırsa, bu da bir gelenek:
Abdal,
aşık, derviş gibi, tek kişilik yaşamlar süren tiplemeler hem yaşamda, hem de
yazında gelenek olarak mevcut, Yusuf Atılgan gibi.
Ancak,
bizde bir ‘Bozkır Kurdu’ çıkmamış, bunun geleneği de oluşmamış. Bir tek Nmet Arzık
var: ‘Tek At, Tek Mızrak’ diyor ama bunu siyasi anlamda söylüyor ve yaşıyor.
Geri
kalanında, toplumcu Türk yazarları ne yazık ki bireylikle toplumsallığı çelişki
olarak yaşamış hep.
Alegori
anlamında bu, Atay’ın, Soysal’ın, Özlü’nün erken ölümüne yol açmış.
Bir de,
Adnan Veli gibi biri var. Olayların onu bireysel yalnızlığa savurduğu, Türk
röportaj alanında rakipsiz bir yazar.
Vüsat O.
Bener de birey ve bireyci sayılır ama bizcesi taşralılık bunu engeller.
Biz
bunun, Doğu’nun toplumsallığı sürü olmaya daha yakın yaşamasında buluyoruz.
Sürüden ayrılma korkusu, 100 yıldır, sağlısından sollusundan tüm TC
aydınlarının kabusu; Türk yazarı için bağlanma, bildiğimiz kölelik.
Edebiyat
mahfilleri var, topluca gidilen meyhaneler var ama ilkede sürekli tek başına
içen kayıtlı bir solcu yok.
Bunu bir
tek değişik edebiyat altkümelerinde serbestçe dolanan Muzaffer Buyrukçu
yapabilmiş bir nebze. O da kendini tam nereye oturtacağını bilememiş.
Eğer,
güncelerindeki edebiyat tezlerini ayrıca deneme-eleştiri biçiminde ayıklasaydı,
şu anda bambaşka bir edebiyat tarihi yazmış konumunda olurdu.
Diğer
yandan kuramsal edebiyat metni yazanlara baktığımızda, aşırı bir muhafazakarlık
görüyoruz. Jules Verne’ler ta Osmanlı’dan beridir Türkçe’de varken,
bilimkurguyu kaçış edebiyatı saymak
densizlik. Kemaletin Tuğcu yazdığı her kahramanı bizzat tanıdığını söylerken ve
o dönemin tarihi zaten benzeri örneklerle doluyken, onu da gerçeklerden kaçan melodram saymak densizlik. Örneğin,
şundan kimse ders çıkarmamış: Niyazi Berkes Cumhuriyet’in başlangıç döneminde,
ilkokul çocuğu intiharlarını araştırmak üzere bakanlıkça görevlendirir.
Halikarnas Balıkçısı, 10-20 yıl boyunca evinden uzakta savaştığı için, evine
yakın geçen trenden kaçan biri idama mahkum edildiğinde, bunu eleştirdiğinde
yıl 1920’lerdir.
Tüm bu
kırınım saçakları şunu imliyor:
Yoksayılan
ve gözardı edilen bir bireyler öyküsü dizisi.
Bizce,
Sait Faik’in ‘Sinağrit Baba’sı, bilmeden yapılmış olsa da, bireyin doruğuna bir
övgüdür. Çünkü, bizimki gibi bir toplumda Sinağrit babalar hep yenilegeldi. 100
yıl sonra bile hala öyle.
(16 Haziran 2020)