Cumartesi, Ocak 31, 2015

Akrep Akrepliğini Yapar, Sorun Kurbağada



“KCK Yürütme Konseyi üyesi Sabri Ok çözüm sürecine ilişkin yaptığı son dakika açıklamada Kürtleri baharda savaşa hazırlık yapmaya çağırdı.”
Bu kaçıncı bozulan ateşkes?
Bu kaçıncı boş atıp dolu tutma çabası?
Bu kaçıncı sözünden dönme?
Biz saymayı unuttuk, onlar ar damarını unuttu.
Bu son adımın da böyle olacağı baştan belliydi ama baştan belli olmayan şey ise, IŞİD PKK’yi dövdü, oldu.
Bir de, IŞİD’in yanında PKK / KCK / YGP, LPG gibins cayır cayır yanar, oldu.
ABD desen, PKK’den oryantal, rakkase büyük kase.
Oohh, AB kaput, ABD kahut, PKK kaput, IŞİD kaput, benim favorim, adı henüz konmamış yeni bir İslat terröist grubu tomurcuğu. Eee, mart ayı geliyor, dağlarda tomurcuklar açar artıkın. Bunlar tohumsuz olarak, mayoz bölünen terliksi hayvan gibi oldukları için, artık kısmete ne çıkarsa...
Vet, akrep akrepliğin hep yapar.
Sorun kurbağada.
Akrebi sırtına almayacak.
Hep birlikte boğulmayacaklar.
Aslında, şu andaki durum daha mavra:
Kurbağa (bu bizim ordu olmakta, Tayyip değil) kendi kendini soktu, akrep yerine...
Şöyle de denebilir:
La Fontaine fablındaki gibi şişti şişti, patladı en sonunda.
İyi mi?

Dipnot: Bu durumda benim faorim durumumda, Sezer’in yaptığı gibi, yeni bir Kadı Burhaneddin devleti daha olur. Sonra da o aile, toptan aynen tarihteki gibi ince kıyım doğranır. Tabii, bu yeni Kadı Burhanettin herhal AYM’den çıkmayacak. Bir kere çıktı, şansları sıfırlandı. Kılıç desen, epeyi paslı zaten.

Pazar, Ocak 25, 2015

Halil Kandok Güzellemesi



Önnot:
Halil Kandok ile karşılaşıp karşılaşmadığıma emin olamıyorum. Tanıdığım birine benziyor ama yaşlılıktan emin olamıyorum.
Metin:
Marjinaller, birbirlerine karşı birçok hata yapar. Bu hataların bir bölümü normallerinkine benzer ilginç biçimde.
Günümüz TC’sinde öteki olarak azınlık olarak; eşcinseller, ateistler ve anarşistler, en nefret edilenler ve en dışlananlar durumundalar.
Kandok eşcinsel, Ülkü ateist ve oto-anarşist. Metin veri tabanı olarak bu bazda irdelense gerek.
Kandok’un eşcinsel ve marjinal olarak yaptığı hata şu:
Kendisinin azınlık ve siyasal mücadeleci biri olarak, kendiliğinden ideolojik durumları anlayabileceğini varsayması. Oysa, herkes gibi onun da, tarihsel bilgileri epeyi eksik gibi görünüyor.
Şöyle demiş:
“Halil Kandok: Benim eşcinselliğimin ülkücü olmakla, dindar bir ideolojiyle ne alakası olabilir ki? Ve üstelik bu ideolojiler eşcinsel düşmanıyken, beni kabul etmeyen siyasi tarzlarla ben nasıl varolabilirim ki?”
Birçok doğru ve yanlış içiçe geçirilmiş onun düşüncelerinde.
Örnekleyelim:
Bazı Museviler, Hitler döneminde Nazi olmuş. Eşcinsellik, ne Almanlık’ta, ne Musevilik’te hoşgörülen bir şey değil ama hem Musevi, hem de Alman eşcinseller olmuş aynı dönemde. Yani, çapraz durumlar oluşmuş
Bu sırada bazı Alman-değiller, bazı Musevi-değiller, bazı eşcinsel-değiller, Alman veya Musevi eşcinsellerin ülkeden kaçmasına yardımcı olmuş. Bunların bazıları da, bu nedenle toplama kamplarında öldürülmüş.
Sonrası mı?
Fassbinder gergefi:
Eşcinsel olup olmadığı bilinmeyen bazı Museviler, Nazisel ‘abwehr’de, bazıları proto-Mossad’da, bazıları KGB’de, bazıları CIA’de çalışmış. Eşcinsel olsalar bile, o 4 ülkede, kendilerine yapılacak olanı eşcinsellere yapmışlar: Onlara zulüm etmişler.
Yani, eşcinsel olmakla bazı siyasal düşüncelerin durumu karşılıklı istatiksel bağımsızlıktır (yani, ‘birbirini etkilememe’dir).
Gelelim bize:
Bizde uygulanmıyor ama erkek eşcinseller, namazda en arkadaki çocukların arkasında saf tutabilir. (Bunun tuhaflığını Müslüman şeriatçıların görmemesi de ayrı konu.) Bunu AKP’lilerin bilmemesi veya uygulamaması bir şeyi değiştirmez. Şeriat değil, alaturka yavşaklık olur yalnızca.
Eh, tabii ki eşcinsel ülkücüler de oldu.
Eh, tabii ki eşcinsel Müslümanlar da oldu. Bunun en az birinin bakanlık yaptığını da biliyoruz.
Bunlar kitaplara ve kayıtlara geçmiş şeyler.
Bu durumda, hoşgörüsüzlüğü tersine çeviriyoruz:
Kandok, Müslüman ve/ya ülkücü bir eşcinsel, daha önce kendisine zulmetmiş olsa da, o zulüm görürse, ne yapacak?
Herkes, mazlum rolünü pek sever de, zalim rolünü üstüne giyen pek çıkmaz nedense.
Bu durumda, bir marjinal olarak diğer marjinallere hoşgörüsüz demeyelim ama anlama çabasıyla yaklaşmaz duruma düşmüş.
Bu bir.
Pozitif de bakalım:
“Bu belki de cinsiyetçi sisteme bir tepki ya da gerçekten insan kendini heteroseksist sistemden soyutlayınca, cinsiyet diye bir şeyin olmadığının bilincine varıyor. Bir kere toplumsal anlamda bir cinsiyetle hiç alakam olamaz. Yani kadın ve erkek rollerine karşıyım ama ben şu anda kendimi gerçekten hiçbir cinsiyet kimliğinde hissetmiyorum.”
Eh, işte bu. Özgür ve oto-anarşist kimliksizlik bu. Çünkü tüm eşcinsel kurumların ve yayın odaklarının, kimlik baskılaycı / tanımlayıcı yöndeki mahalle baskısı ortada.
Ancak, acaba Kandok, özgürlüğü uğruna, hemcinslerini terkedebilir mi? Negatif egzistans olabilir mi?
Burada, acımasızca görünse de şunu panoramalayacağız:
Ülkücüler şöyle diyor:
‘Ne mozaiği lan, mermer mermer.’
Eşcinsel kurumlar şunu diyor:
‘Ya bizdensin, ya da değilsin.’
Tabii ki birden çok eşcinsel kurum ve yayın odağı olduğunu da, aralarındaki iktidarsal köşe kapmacalarını da kayıtlamak gerekli burada.
Ülkücüler adam vururlar, eşcinseller kalpten vururlar. Hangisi daha büyük zulüm: Bedensel mi, zihinsel mi / duygusal mı?
Afrika’da bir genç kabileden dışlanldı mı, ormana gider, oturur ve ölürmüş.
İşte, bunu yapmayın eşcinseller. Özellikle de sizden olanlara.
En son intihar eden trans-’ın intiharında, eşcinseller de rol almış gibi.
Kandok, bunların neresinde acaba?
Özgürlüğünde mi?
Kolay gelsin Kandok. İşin zor. Biliyorum.

Dipnot: Bunu yapmadığın zaman, benim yaptığım gibi, anti-faşist biri olarak, o faşist Ülükcüler’le iletişim kurabiliyorsun. İletişim de, eşcinsellik dahil, tüm farklılıklara hoşgörü yaratıyor. Her zaman değil tabii. Arkanı hep kollayacaksın. Sonuçta bir marjinalsin. Kurbağa nasıl ki akrebi sırtına alıyorsa ve her seferinde ikisi de ölüyorsa, bir marjinal bir normali asla ve kata sırtına almamalı, sırtını da ona dönmemeli. Bakınız: Hayat Bilgisi ünite 3 falan.

Cumartesi, Ocak 24, 2015

Zeki Müren'in Şeysi


Konuyu biraz dolandırayım bari:
Bundan birkaç gece önce, laf lafı açar, sohbetlerinden birinde bir arkadaş, Zeki Müren sergisine gittiğini söyledi. Ben gitmediğimi söyledi.
Söz oradan onun Müren’le içki içmesine, benim de Ferdi Özbeğen’le içki içmeme geldi.
En son da, meşhur bir şehir efsanesi olan, Müren’in Türkçe’yi konuşarak en iyi kullanan kişi olduğu konusuna geldi ki buna hiç katılmam.
Annemle babam da hep öyle demiştir. Ancak kenidleri Müren’in eşcinsel olduğuna asla ve kata ikna olmadı. Her ikisinin de ömürlerinde bir eşcinsel tanımamış olma olasılıkları mevcuttur.
Konu burada geyikleşiyor ve damarlaşıyor:
“... ünlü magazinci Sacit Aslan, Zeki Müren'e cinsel tercihleriyle ilgili söylemlerde haksızlık edildiğini söyleyerek...”
“Zeki Müren'den birkaç kere hamile kalıp kürtaj yaptıran 3 kadın olduğunu, bu 3 kadından birinin vefat ettiğini, diğer ikisinin ise hala hayatta olduğunu açıkladı...”
Bunun üzerine, RB’un ‘best-read’ blogcusu Halil Kandok vermiş veriştirmiş.
Alıntı ve yorum gidecek:
“Biseksüellik neye dahil?”
Kadınlarla ve erkeklerle aktif veya pasif cinsel ilişki kurana, biseksüel deniyor. Platonik kısmı geçtik.
“Eşcinsellerin biseksüel de olması, onları eşcinsel olmaktan kurtarır mı?”
Kurtarmak, uygun bir sözcük değil gibi. Güzedie ülkemizin alaturka popüler kültürüne göre, aktif eşcinsel erkekler öyel sayılmıyor. Beyoğlu’nun arkak sokaklarındaki eşcinsel erkek kerhanesi, her gün kendini asla ve kata eşcinsel saymayan yurdum abazalarıyla dolup taşıyor. Tanım gereği onlar da eşcinsel ama onlar aşağılanmıyor.
“Biseksüelim diye geçinenlerin kaçta kaçının gerçekten heteroseksüel tarafı var?”
Tanıdıklarımın hepsinin. Burada oldukça mavra birkaç durum var gözlediğim:
Biseküsellerin partnerlerinden eşcinsel olanlar, eşcinsel partner (yani poligami) olursa kıskanmıyor da, heteroseksüel partner olursa kıskanıyor.
İnsanların epeyisi, biseksüelitelerini, zamansal ardışıklık olarak, bir heteroseksüel, bir homoseksüel biçiminde, tuhaf bir monogamist-monoseksist açılımda uyguluyor.
Buradan, yaşamının yalnızca bir diliminde eşcinsel ilişkiyi seçen birinin, yaşam boyu eşcinsel sayılıp sayılamyacağı tartışılsa gerek diye düşünürüm. Aynı zamanda, bu heteroseksüelite için de tersyüz edilebilir.
“Bu düşünceyle bu ülkede eşcinsel bile yoktur be; çünkü her eşcinsel aile, çevre ve toplum gibi unsurlar sebebiyle gerçek kimliğini feda ederek heteroseksüel evlilik yapmak zorunda kalmıyor mu?”
Toplum normlarına göre davranan birinin sorunu, cinsel değil. Tinseldir. Normal faşizmine biat eden biri, eşcinselllik özgürülğüneü hak etmez zaten.
Vurgu, vurgu, vurgu: Gerçek kimlik diye bir şey yoktur. Gerçek cnisel kimlik diye de bir şey yoktur. Kandok’un yazdıkları da dahil, tahayyüli dayatmalardır. (Bu konuda Kandok için daha önce yazılmış bir güzellemem mevcut, o da yayınlanacak.) hegemonya kurma çabasıdır. Bir eşcinsel üzerinde bir eşcinsel bile hegemonya kuramaz. O nedenle ‘Triton’ yazılmıştır zaten.
“BUNUN ADI HOMOFOBİDİR; Nefrettir, ötekileştirmedir, ayrımcılıktır, insan haklarını yok saymaktır...”
Bunun adı da, heterofobidir.
Ara not: Erkek Türkler, Dünya’da hem homofobik, hem homopatik (nefret suçu yani), hem de homofilik (eşcinsel erkek düzen) olabilen ender bir yaratık türüdür bizcesi.
Dönelim bizim Zeki Müren’e:
Müren’in yağız ve palabıyıklı erkeklerle fotoğrafları vardır. Daha 1960’larda falan. Benim anam babam onları gördü mü, hep merak ederim. Bir de, görselerdi, ne derlerdi, onu merak ederim.
Benim bilgime ve tahayyülüme göre Müren, ancak dam üstünde döt olabilirdi.
Dipnotlar:
Müren sergisine giden ve beğenen arkadaşım, fena homofobiktir, meyhanede bir homoseksüel olsa, orayı terkedebilen türden. Sergiyi sevmesinin nedeni de, sergideki Müren anıcılarının önemli bir bölümünü şahsen tanıması. Bu da ironik bir ikilem işte.
Kendi hesabıma ise, erkek bedeninin kadın bedeninden daha güzel olduğunu düşünen rahmetli Özbeğen’i erkek bedeninin çirkinliğine ikna etmemin neye mal olacağını düşünürüm hep.

Blünet Ersoy ise, eşcinselliğe adını verebilen bir ikoncan. Dünya’da en sevilen eşcinsel seçilmiş, iyi mi? Tabii bu, onun aynı zamanda en nefret edilen eşcinsel olmasına engel değil. Malumunuz Türkler, hem sever, hem öldürür.



Cumhuriyetsiz Yaşayabilenler



Eelecene, 100 küsur halk olmakta. TC’de değil de, rahmetli TC’de, rahmetli 1. TC’de. Hepicüğü de cumhuriyetsiz yaşayabiliyor, özgürlüksüz yaşayabiliyor, vs, vb...
AKP’nin kendisi, bir cumhuriyet tasfiyesi projesidir, bunu şu an gecikmeli olarak dillendirmeleri durumu değiştirmez. Mart 2003’te Tayyip ge(tiri)ldi. 17 Aralık 2013’te itibarıyla 1. TC küllüm mafiş oldu.
Cumhuriyetsizlik, eski Libya’daki cemahiriyye veya eski SSCB’deki halk cumhuriyeti değil. Cumhuriyetsizlik, Mithat Cemal Kuntay’ın ‘3 İstanbul’u, yeni Fetret Devri, devletsizlik demek.
Tuhaf bir biçimde, AKP’cilerin istediği ve yaptığı bu ama bundan ilk olarak kendileri zarar görecekler, çünkü feci mülklüler ve cumhuriyetsizlik, aynı zamanda (özel ve devletsel) mülkün talanı ve yağmasıdır. Tıpkı 10 yıl boyunca, AKP’lilerin bizzat yaptığı gibi. Talancıların talan edilmesi ise, tarihin ironisi olacak.
Tabii ki kültürde ve tarihte boşluklar doldurulur.
Selçuklu’nun boşluğunu 50 Anadolu beyliği doldurur, Osmanlı’nın boşluğunu 44 devlet doldurur. TC’den ilk aday da, Böyyük Kürdistan.
Fransa, 5. Cumhuriyet’te, 10 yıldır 6. Cumhuriyet bahsi var. Rahmetli TC’de henüz 2. TC bahsi yok (yani fiilen yok, yoksa 1960’tan beridir gazete başlıklarında dolanıyor konu).
Lazistan olur mu? Olmaz. Ankara’nın batısı olur mu? Olmaz. Kürdistan olur mu? Henüz olmaz.
Sonuçta; komşuları olan Ukrayna, Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, Irak, Kıbrıs gibi fiilen parçalı ama ismen tek ülke olur TC.

Yani Fetret Devri’ne 2003’te 10 yıl vade biçtik, yani 2013-2023 dedik. 2 yılı geçti, 8 yılı kaldı. CIA bastırması / imalatı, bir sahte-sosyal demokrat iktidar gelir 2019’da. 2023 sonrası ise, uzak bir hayal şimdilik.

Perşembe, Ocak 22, 2015

Alaturka Kliplerdeki Absürd Grotesklikler 8


Kliplere harcanan paralar:
Öyle bazı klipler var ki onlara harcandığı görünen parayla tam / uzun metrajlı film bile çekilebilir neredeyse. En basitinden, bir Güney kasabasına, parası tam ödenmek koşuluyla, 10-20 kişilik ekibi 10 günlüğüne götürürsen, yüz binlerce lira harcarsın gerçekte.
Eski şarkıların yeniden yorumu:
1 şarkının 10 yılda 1, 50 sene boyunca yeniden yeniden yorumlanması, kültürel antropoloji açsıından çok ilginç örnekler verebilir: Forman’ın ‘All That Jazz’ filminin finalindeki ‘I’m Gonna Die’ şarkısı. Bizde de, klipsel yorum olaram Fatih Erkoç’un ‘Anı’sı var ki her şeyredişimde içim yanıyor, çünkü her kezinde o klibin yeni versinonundaki kişiler birer birer ölmüş oluyor.
Ancak, bizimkiler işi burada da dejenere etti:
Mehmet Erdem’in ve Umut Güney’in Barış Manço şarkısı yorumları gibi. Erdem aslında oldukça güçlü olan sesini burada kullanamamış, Güney’inse sesi hiç yok.
Eski film efekti:
1970’li yılların Yeşilçam filmlerinde, film banyosunda klorlu su kullanılması nedeniyle aşırı bir yeşil ton vardı. Bu ton ve eskimiş filmlerdeki çizikler, yeni kliplerde, uysa da kodum, uymasa da kodum, olarak çokça kullanılıyor durumda.
Uç kültürel konumlar:
Oto-biseksüeliteden çokeşliliğe dek, birçok konu, RTÜK ve benzeri kurumlara karşın, kliplerde habire boy gösteriyor.
Çaka çuka bitti, bir de öpücük:

İrem Derici’nin bu AKP ortamında, kalkıp babalar gibins, rakı sofralı ve Çiçek Pasajı’lı klip çekebilmesine şapka çıkartıyorum.

Çarşamba, Ocak 21, 2015

Önder'i Linç mi?



Bence değil.
“Önder, Burhan Kuzu’yla birlikte olan fotoğrafı yalanlarken, Bekir Bozdağ ve diğer AKP milletvekilleriyle görüntülendiği fotoğrafların doğru ve gülmesinin de doğal olduğunu yazdı.”
Fotoğrafta Önder, AKP’lilerle birlikte Yüce Divan oylaması sırasında gülüyor.
Bu aklımıza şunu getirdi:
Nazi generalleri, gündüz vakti Nazi fıkrası anlatanları kurşuna dizdirirler, sonra da akşamleyin de duydukları fıkraları birbirlerine anlatır, gülerlermiş.
Fotoğraf aklımıza onu getirdi işte.
Önder’in partisinin eşbaşkanı, kendi gençlerini sokağa döküp onlarcasının ölümüne neden oluyor.
AKP’liler, kendilerini 10 yıl boyunca destekleyen dindaşlarını ve davadaşlarını içeri attırıyor.
Sonra da, işte fotoğraftaki gibi birlikte gülüyorlar.
Oysa biz, şöyle olmasını beklerdik:
IRA konulu bir filmde bir plan vardı:
Protestan ve Katolik akiller, kimsenin haberi olmadan, düzenli olarak  görüşürler, karşı tarafın mensuplarının ahlaksızlıklarını ve yasadışılıklarını birbirlerine rapor ederler ve düzeni çift taraflı korurlar ve sağlarlar.
Bunlarsa yangına benzin döküyorlar.
Çünkü can onların canı değil ve başkalarının canı onlara patlıcan...

Gülün bakalım beyler, nereye kadar?

Salı, Ocak 20, 2015

Özeleştiri: Yüce Divan Oylaması



AKP’nin Yüce Divan oylamasında, olumsuz oy ile fire vermeyeceğini düşündüm. Katılımsızlıkla fire vereceğini düşündüm. Pek pek 15-20 tane.
AKP yaklaşık 40 fire verdi. Bunun için özeleştiri yapıyorum ama ek eleştiriler için de, şerh koyuyorum. Ne olup bittiğini henüz bilmiyorum çünkü.
AKP = 312 milletvekili.
264 hayır, 242 evet, 40 küsur boş.
312 – 38 = 274 milletvekili.
İktidar 275-275 milletvekilinde gider.
Eksi 11 kayıp var.
Tamam, bu olumsuzcuların çoğu, 3 dönem kuralı nedeniyle yeniden seçilmeyecek ama izleri kalacak geriye. Hepsi birden siyaset-dışı kalmayacak.
Vee Fethullah son golünü atmadı henüz.

Dipnot: Ben dahil tüm tahminciler yanıldı. Eee TC, her daim sürprizler ülkesi işte.

Pazar, Ocak 18, 2015

Alaturka Kliplerdeki Absürd Grotesklikler 7


1.
Derya Avcı feat Derya Avcı:
Öyle bir klip ki oto-biseksüelite gibi, oldukça ilginç bir yere / seksüel momente gönderme yapmış oluyor.
En baştan ise, ‘feat’ ‘üstün başarı’ demek. İkili klipler, bildiğim kadarıyla, ‘tek tek yutturamıyoruz, ikişer ikişer çakmayı deneyelim’ zihniyetiyle yapılıyor. Ne üstün başarısı, genelde vasıfsız-altı başarısızlık sözkonusu.
+
2.
Cem Özkan: ‘Olmayacak Bir Hayal’
Feci halde erkek-kız kardeş gibi duruyorlar. Bu da akla ensesti getiriyor. Bu da, şarkının olmayacak hayali herhalde.
+
3.
Sezen Aksu’nun bir klibinde, finale kadar mekan, tümüyle minyatür taklit-kopya yapılmış ve sonra sonunda gerçek mekana geçilmiş. Sezen Aksu’nun cismi bile. İşte şeyselleşme, bilmeden ancak ve ancak bu kadar net açımlanabilirdi: Herşey eşyalaşmış.
Sezen Aksu’nun kendindeki yaşlılığın berbatlığıyla ilgili saptaması önemli.
O nedenle, yaşlanmadan epeyi önce, zirvedeyken yarıştan / oyundan çıkacaksın ki sonra yerlerde sürünmeyesin.

Hayat Bilgisi dersinin başlangıç ünitelerinde böyle yazar.

Cuma, Ocak 16, 2015

Dünya'da Hangi Ülkeler Kadınlar Tarafından Yönetiliyor?

“Birleşmiş Milletler tarafından tüm dünyada tanınan ülke sayısı 193. Bunlar arasında kadınların yönettiği ülke sayısı ise, Hırvatistan'ın da son olarak kadın bir lider seçmesi ile ancak 19'a yükseldi.”
% 10.
Fena değil.
% 50 olsa ne olur?
Bugünkünden farklı hiçbirşey olmaz.
Listeye baktığımızda, sürpriz olarak, 3. Dünya ve İslam ülkelerinde bile kadın başbakan görüyoruz.
Türkiye bile kadın başbakan tarafından yönetilmişti ve tarihinin en yüksek enflasyonunu ve en yüksek devalüasyonunu yaşamıştı. Üstelik ekonomi profesörüydü kendisi.
Devamında:
Bugün ABD, bir kadın başkana hala hazır değilmiş. Bunu kendileri söylüyor.
TC’de bir kadın cumhurbaşkanı en erken 2027’de belki olur.
Asıl İslam ülkelerinde kadının seçme ve seçilme hakkı olmadığı için, durum değişmez.
Tarih bir daha Thatcher gibi birini başımıza musallat etmez dileriz.
Suikastle öldürülen kadın lider de var:
İndra Gandi (Hindistan).
Bu panorama ile:
En azından 20. Yüzyıl tarihine bakılınca, kadın liderlerin pek bir şey değiştirmediğini görüyoruz. Şunda epeyi kraliçe var Dünya’da.

Nedense bu basit gerçek inkar ediliyor.

Toplama Kampı Psikolojisi



Kısaca şöyle özetlenebilir:
Öncelik sırasında ilk 7 sırada kendini seçmek, seni belki sağ bırakabilir.
Her an öl(dürül)ebilirsin ki bu da duygu durumunu çook deforme eder.
Yazın 1 ay parkta açıkhavada yattım. 6 ay sonra aydım ki toplama kampı psiklojisinin özel bir durumunu yaşamışım.
Gasp ve darp tehlikesi yaşadım. Uyurken yaşadım. Duygu durumumu dağıtan bu oldu. Uykuya özel önem veren biriyim. Uyuyamazsam, yaşayamam çünkü.
İnsanların zulmünü yaşadım ve bunun dibi ve sonu olmadığını.
Çok çeşitli altkültürler vardı: 3 çeşit Çingene, Suriyeli göçmenler, AKP’li propagandacılar, deli bir evsiz kadın, benim gibi olağan evsizler, vb...
Bu da çok kaf dağıtıcı bir şeydi. Herhangi birine odaklaşıp iletişim sağlayamıyordun.
Herkes birbirine düşmanıd ama ben şanslıydım. Deli hatun bana yardım etti.
Sözü Bukowski ile bağlıyoruz: Bazı insanlar, barışta bile, savaştakinden daha kötü koşullarda yaşarlar.
Ya da bencesi:

Toplama kampı koşulları şimdi ve burada, barışta... Uzakta bir yer ve zamanda, savaşta değil.

Çarşamba, Ocak 14, 2015

Eşcinsellik, Zıtcinsellik, Feminenlik



Bu metin şu metnin çağrışımları nedeniyle yazıldı:
Eşcinsel erkekler feminendir, çoğunluk.
Eşcinsel kadınların pasif rolde olanı feminendir, hatta çocuksudur, aktif rolde olanı maskülerdir.
Zıtcinsel kadınlar feminendir ama feci artizlik olarak.
Bencesi, erkek eşcinsel erkekler de, bu sahte / taklit kadınsılığı taklit ederler, bu da 2 kere parodi olur.
Bu bir.
Dönelim başa:
Cinsel kimlikler öğretilir ve öğrenilir ama kadının feminen rolünü, bu işten çıkarı olan erkekler değil de, kadınlar tasarlamıştır. O yüzden kadın feminenliği, yine kadın tasarımı olan ve aşırı işlevsiz feci kadın el çantaları gibidir, eşya taşımak gibi, ana işlevi dışında her işe yararlar. Kadın feminenliği de, cinsel (çiftleşmesel) mesaj dışında her işlevi görürler.
Bu iki.
Cinsel mesajlaşmaların, gayet banal alaturka olan naz, işve, eda gibi kırıtmalara kalması, üzücü bir durum doğrusu. Bir zamanlar, o filmlerinde, ‘senin yerin mi, benim yerim mi?’ esprisiyle, bu konudaki kısa yolla dalga geçilirdi ama o tarz yine de en dürüstü hala.
Bu üç.
Yani, ister zıtcinsel olsun, ister eşcinsel olsun, feminenliğin ‘gösteririm ama vermem’ aşamasındaki milenyumluk istopu berbat bir şaka gibi.
Bu dört.
Feminenlik eşcinselde de olsa, zıtcinselde de olsa fark noke. Birbimize hiçbir konuda yalan söylemeyelim.

Bu da beş.

AKP Abuksuyor



“Ak Partili milletvekillerinin Türkiye’nin resmi armasının belirlenmesi için verdiği kanun teklifinin görüşmelerine başlandı. Armanın seçim sonrasında oluşturulacak komisyon tarafından belirlenmesi bekleniyor.”
Di mi?
Herşeyimiz tamam, bir armamız eksik. Onu da tüy niyetine dikerler herhalde.
Not: Canlı programda bu konuda abuksayan, akademisyen ve popüler tarih programcısı Mehmet Altan’a karşı nutkumuz tutuldu netekim.
“Divanü Lugati’t-Türk’ü Osmanlıca yazmayan Kaşgarlı Mahmud’u eleştirmiş, “bu Kaşgarlı Mahmud gibiler yüzünden dedelerimizin mezar taşını bile okuyamıyoruz” demiştir.”
O sözlük, Arap Alfabesi ile Türkçe’dir. Hani, senin 16 Türk devleti diye saydıklarının dili yani.
“Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, kimsenin İslam'ın kutsal değerine ya da herhangi bir dinin kutsal değerine hakaret etme hakkı olmadığını belirterek, "Teröre karşı olduğumuz kadar İslam düşmanlığına da karşıyız, yabancı düşmanlığına da karşıyız'' dedi.”
E sen, onların kutsallarına saygı duyuyor musun ki?
Senin dinin hiçbir dinden üstün değil ki...
Kendi dininin kurallarına uymadığın bir din yalnızca...

Senin dinin, ülkeni yabancılara satmamanı emreder. Sen sattın çoktan.

Demba Ba: Ne Sağcıyım, Ne Solcu, Futbolcuyum Futbolcu



1980 öncesinde lümpen apolitikleri tanımlamak için, böyle denirdi. (Bu arada ben de, hiçbir toplumsal eyleme (cenazeye, mitinge, vd) katılmadığım için öyle addedilirdim.)
Beşiktaş’ın Müslüman oyuncusu Demba Ba’nın durumu böyle olmuş:
“Sunucunun ‘Müslüman mısın, yoksa İslamcı mı?’ sorusuna ise Demba Ba, "Mensubu olduğum dinden insanlar yıllardır öldürülüyor. Öldürenlerin hangi dine ait olduğunu sormadık. Katil katildir" yanıtını verdi.”
Neden sormadın peki?
Müslümanlar’ı öldürenler, Hristiyanlar ve Museviler. (Hindular da öldürüyor ama onlar fazla gündem ve medya geştaltı şeyttirmiyorlar.)
Peki, sen ne yapmışsın Demba Ba?
Anakıtanı köleleştiren ve sömürgeleştirenlerin ülkesinde, sınıf atlamak için futbolcu olmuşsun ve atlamışsın da. Seni o ekrana onun için getirmişler zaten.
Ayrıca şu soruyu da sorman gerekir:
Olaylar sırasında Müslüman katiller, Müslüman polisi de öldürdü.
Neden böyle?
Sana sorulacak soru da şu:
Neden, sen dahil Müslümanlar, Hristiyanlar’a 400 küsur yıldır gönüllü kulluk ediyorlar?

‘Ne sağcıyım, ne solcu, futbolcuyum futbolcu’ olunduğu için mi yoksa?

Çocuk İnfazcı

En sonunda bu da oldu:
Çocuklar tetikçiliğe başladı:
“Suriye ve Irak’ta terör estiren IŞİD, yeni bir propaganda videosu daha yayınladı. IŞİD, geçtiğimiz Kasım ayında çocuklara silah eğitimi verdiği görüntüler yayınlamıştı. O görüntülerde Abdullah isimli bir çocuk ön plana çıkıyordu. Dün yayınlanan videoda ise, Abdullah’ın eğitimini tamamladığı görülüyor. Abdullah, Rusya adına casusluk yapmakla suçlanan 2 kişiyi infaz ederken görülüyor.”
Küçük bir ayrıntı var:
O çocuk Arap değil, Orta Asyalı.
İnfaz edilenler de Orta Asyalı:
“IŞİD saflarına sızarak Rusya adına casusluk yapmakla suçlanan Kazak kökenli Mamayev Cambulat Yesenajoviç ve Ashimov Sergey Nikolayaviç, kameraların önünde çocuk savaşçı “Abdullah” tarafından öldürüldü.”
Kadın infazcı. Çocuk infazcı.
Silahsız savaştan sonra kanıtlandı ki savaştan muaf olan hiç kimse yoktur. Biz bunu 1999 gibi yazdığımızda, infialle karşılanmıştı. Eh, şimdi ayarlar mı, o da belli değil.
Buradaki durum, gelecekbilim değil, olmakta olana aymak. O zaman da bunlar yaşanıyordu ama medya geştaltı önünde değildi yalnızca.
Aazz sonra:
Kız çocuklar, annelerini ve babalarını infaz ederler.
Erkek çocuklar, kızkardeşlerine tecavüz ederler.
Naklen.
‘Naklen Ölüm’, 1980 tarihli bir film idi, anımsana ve unutulmaya...
O filmde başrol oynayan Romy Schneider 1982’de, neredeyse naklen ölüm olan bir intiharla yaşamını bitirmişti.
Naklen ölüm istendiğinde vereceklerini bir televizyon yönetmeni söylediğinde, yıl 1985’ti (BBC yapımı ‘Televizyonun 50. Yılı’ belgeseli).
Medya geştaltı 2010 itibarıyla artık işlemiyordu.

Ve şimdi 2015’teyiz.


Salı, Ocak 13, 2015

Terörist vs Terörist



“Tüm bu yaşananların ardından bir internet sitesinden ‘Anonymous’,  yani isimsiz olarak açıklama yayımlayan Fransız ‘hacker’ grubu, ‘Siz teröristlere açıkça savaş ilan ediyoruz’ diyerek, tehdit dolu ifadeler kullandı.”
Tarihçenin küçük boy, devam ederse, orta ve büyük boy kırılmalarından biri olacak gibi bu durum.
Snowden ve Assange başta olmak üzere, epeyi ‘hacker’ veya ‘hacker’lık taraftarı, terörist ilan edilmişti.
Başka bir olgu daha var:
Geçmişte, ETA, IRA ve PKK’nin işbirliği yaptığına ilişkin kayıtlar var. 3’ü de bugünlerde devlet-karşıtı değil, kendine devlet-içi yer bulma pozisyonunda.
Eh, bunların büyük-büyük dedeleri Arafat da, önce ABD’ye saldırmamak için ABD’den 150 milyon dolar almıştı. Sonra marksistlikten vazgeçip Müslüman imajı takınmıştı. Onun hempaları da devlet kurmak üzere.
Bir başka ilginç olgu daha var:
Geçmişteki savaşlarda, savaş sürerken taraf değiştiren generaller de vardı. Parayla, bir savaştan başka bir savaşa kiralanan generaller de.
Yani, toplama bakarsak:
Geçmişin teröristleri, bugünün veya yarının devlet adamları olabiliyor. Oldu da.
Geçmişin kriminal ‘hacker’ları polis olabiliyor. Oldu da.
Geçmişin ‘hacker’ları parti kurabiliyor. Kurdu da: Korsan partiler.
Eh, Çinliler boşuna dememiş:
‘Bugünün evetleri, yarının hayırları olabilir.’
O nedenle, pozisyon almaktan önce, negasyon ile tutumlarının ve davranışlarının haritasını çıkarmak, eylemlerinin hesabını kendine ve başkalarına verebilmek için, oldukça yararlıdır.
Aslına bakılırsa, eğer entellektüel olacaksan, hiçbir sosyal pozisyonun ve/ya sınıfın olamaz. Entellektüel sınıf-dışıdır çünkü.
Eh, şimdi de ‘hacker’lar öyle olabilir. Çünkü onlar da, bilgi çağının ve toplumunun kognikratları ve infokratları sonuçta. Belki de neo-entellektüelleri olacaklar.
Sonuçta, olay ‘sen, ben, bizim oğlan’ olacak. Bu işi Dünya’da çok çok iyi kıvırabilen sayısı 7 milyarda 7’yi gemedğine göre, onlar da er veya geç karşı karşıya gelip savaşacaklar demektir.
Evet:
‘Hacker’ versus (vs) ‘hacker’...
Terörist versus terörist...

Film icabı ‘Blackhat’.

Pazartesi, Ocak 12, 2015

Buz ve Ateş Şarkısı: Bir Poliyalektik Denemesi



Linkler:
‘Ateş ve Buz Şarkısı’, ‘Taht Oyunları’ ile televizyon dizisi yapılan romanlar dizisidir. Henüz tamamlanmamışlardır.
Önnotlar:
Bir:
Dizi ilk yapıldığında, tüm kitaplar henüz yazılmamıştı. Dolayısıyla öykünün gidişatını, yazar değil, dizi yapımcıları belirledi ve sonunu da onlar belirleyecekler.
İki:
Türkçe’de az raslanan bir denk gelmeyle, konu gerçekten ‘Taht Oyunları’, özgün adıyla olan, ‘Tahtlar Oyunu’ değil. Bazan gerçekten gülün adı, klasik Osmanlı esprisiyle, virgülün yeri, gülün kokusunu belirliyor.
Giriş:
Kitap dizisi ve televizyon dizisi, bir fantazya. Fantazya, geçmişte ve bu Dünya’da geçer; bilimkurgu, gelecekte diğer Dünya’larda geçer.
Bu ikilemi, örneklem olarak seçtiğimiz Ursula K. Le Guin, ‘Tehanu’ fantazya dizisi, ‘Mülksüzler’ bilimkurgu teklemesi üzerinden irdeleyeceğiz.
‘Ateş ve Buz’ ise, yine bir bilimkurgu roman yazarı olan Ray Bradbury’nin bir öykü derlemesi kitabının adı. Eser / küsur babında da olsa, o da konuya katkıda bulunacak.
Kitap:
Kitap dizisinin 1. cildine kabaca dizinin 1. sezonu karşılık geldi. En uzun dizi, 8 sezon sürer. Demek ki kitap da 7-10 cilt olacak.
Kitabın adı, dizinin gidişini ve sonunu da belirliyor. John Snow ve Ejderha Kraliçesi er veya geç buluşacak. Birkaç permüstasyon son var ama bizcesi, Kuzey’li erkek bir yazarın romanlarında Güney’li bir kadına Kuzeyli bir kralı öldürtmesi ilginç olurdu ama bunu beklemeyiz, diyelim.
Gelişme:
Sorunsal, iktidar savaşları.
Hem kitabın, hem de dizinin konuya getirdiği yenilik ilk şu oldu:
İktidarın en kuvvetli adayı kazanmaz ya da iktidar oyunları daima sürprizlere açıktır. Tamam, bunu diziyi uzatıp öyküyü ticari açıdan sündürmek için de kullandılar ama ilk kralın öldürülmesi, öykünün gidişatına cuk oturdu.
Gelelim poliyalektik konusuna:
7 krallık ve tüm o 7 krallıkların alt-krallıkları var. Yani durum, tam sayılı değil, küsuratlı. Herkes sürekli taraf değiştirdiği için de, tek 1 kategori asla ve kata kendine özdeş kalmıyor. Kastın bu olmadığı kesin ama semantik sonuç bu oldu. Öykü akışı boyunca, sürekli eksilme ve ekleme ile hesaplıyorsunuz iktidar değişimlerini.
Poliyalektik tanımını, Ursula K. Le Guin’in ‘Mülksüzler’ini ilk kez okuduğum 1990 yılında tasarladım. Orada trilayalektik ve onun saçak küsurları vardı:
Anarres-Urras, İo-Thu-Benbili.
İktidar-anarşi. Heteroanarşi-otoanarşi.
Bir de başaşağı bir taoizm: Dişil sanılıyordu ama erildi, Shevek’ten dolayı.
Ara şerh 1:
Ursula K. Le Guin’in romanları, özellikle de 1976 tasarımlı ‘Mülksüzler’, bilimkurgu sinemaya yepyeni biçim ve içerik rönesansı sokabilirdi. Le Guin hata yaptı, yanlış yönetmenleri seçti ve sonuçlar feci oldu (bakınız imdb). ‘Mülksüzler’ ise hala film yapılamadı.
Burada açılım çok daha geniş.            
Göze fazla çarpmayan ama bugün bile AB’de hala etkili olan bir durum var:
Bütün kraliyet aileleri aslında birbiriyle akraba ve sonuç dönüp dolaşıp Habil-Kabil tipine kilitleniyor:İnsanlar, en yakınlarına ve en sevdiklerine daha çok ihanet ediyorlar. İlk öldürülen kralın kızının babasına ve ailesne karşıki berbat ihaneti gibi.
İlk tipleme: O gençkız, dizi çekilirken gerçekten ergenlikten gençkızlığa geçtiği için, çocukların günahkarlığına ve kronik kriminalitesine inanılmaz bir açılım getirmiş: Mal gibi bir masumiyet ama yemediği herze yok (Bakınız Sait Faik ve ‘Sinağrit Baba’ öyküsü). Bunun da yapımcılar tarafından kastedilmediği kesin. O denli çok politik kültüroloji bilemezler çünkü. Yalnızca, ‘Spartakus’un öncülüğüne rakiplik olsun diye yapılmış şeylerdi ilk başta onlarınkiler, sonra sonra açılımlar ve şekil yapmalar geldi.
Ara şerh 2:
’Spartakus’ dizisi, HBO yapımı olmak aracılığıyla, 1990’larda başlayan ve sansürsüz paralı tv kanalı yapımcılığının hiç umulmadık özgürlüğü olarak, bir öncü yapım.
Seksiyle, şiddetiyle, estetiğiyle, politik tezleriyle ortalığı darma duman etti açıkçası.
İlk sezonun finali: Ev sahipleri dilim dilim doğrandı, ‘köpük köpük kan akacak kardeşlerim’ (bakınız ‘Otomatik Portakal’) ile...
‘Taht Oyunları’, bunu daha rasyonel, daha yenilir yutulur düzeyde sürdürüyor şimdilik. Öldürenler köleler değil de, krallar.
Burada, poliyalektiğin limit sonuz parçalı ama limit sınırlı-sonlu semantikli beklentisi olarak, şunu umardık:
İktidar savaşlarının anlamsızlığı, kazananın olmadığı, ancak kültürü budayıp onu yenileyen şeyin de savaş olduğu, yani ölenlerin tam boş yere öldüğü açımlaması.
Daha dizi bitmeden öyle oldu çünkü:
Habire kral ölüyor ama kimse için yaşam durumu değişmiyor.
İşte burada dizinin artı-değeri epsilon olarak devreye giriyor:
Barbarlar buz duvarını geçiyorlar.
Barbarlar, tüm uygarları ve tüm iktidar sahiplerini öldürecekler.
Ara şerh 3:
Yine bir Ursula K. Le Guin teması olan, soğuk / buz duvarı, sonsuz kış temasına açılmı yapıyor ama bu dizide bu olmayacak gibi. Yani, tüm 7x7 krallık donarsa, nah taht oyunları olur.
Ara şerh 3,5:
Anna Cavan’ın bilikkurgu romanı ‘Buz’, tüm bunlara bir eksik-antitez durumunda. Kadın ruh frijidizmini (‘Mülksüzler’deki Takver’inkini de değilleyerek) sergiliyor.
En büyük iktidar antitezi ama insanlığın düşmanı da bu:
Uygarlığı kadınlar bitirecek ki bunu bizler önümüzdek 100 yıl içinde muhakkak ve muhakkak yaşayacağız, GERÇEKTEN.
Ara şerh 4:
‘Tehanu’ krallı öykülerdeki kadın-erkek açmazını, bir açar yaratma savıyla açmaz olarak kanılıyor ve bu çok ironik. Le Guin, iktidarlardaki kadın faşizmini ‘Hep Yuvaya Dönüş’ (rahime dönme tezi mi?) olarak tanımlıyor. Oysa gerçek durum, ‘Ev Yok’. Le Guin’de trajikomik bir melodramlık var: Büyücü erkek, bekaretini prensese kaptırıyor.
Çıkış selektörü gibisinden:
Öykü yolunun ortasında şu soruların yanıtını merak eder durumdayız:
Buz ateşi donduracak mı, yoksa ateş buzu eritecek mi?
Sentez olacak mı?
Ejderhalar annelerini ne zaman kıskanacak?
Snow, sınıfsızlığını kullanıp, iktidardan çıkacak mı?
Eksikler:
Roman ve dizi, metafizik konuda çok çok eksik kalmış. Öngörülü kahinler, 3 gözlü kuşlar, yürüyen buzlu ölüler falan durumu kurtarmıyor.
Gerçi bu da istenmeden yaratılmış bir natüralizm yaratmış. Yani böylelikle, roman ve dizi, fantazya değil de, günümüz koşullarındaki politik metaforlu bir bütünlük olarak okunabilir. Günümüz için en net çıkarım: Herkes kaybedecek.
Sonuç:
Tüm iktidar oyunları boştur.
Gelecekbilim geleceği boş bırakmak içindir.
Tüm zalimler günü gelir zalim olur.
Tüm yönetilenler gün gelir, yöneten ve zalim yöneten olur.
Poliyalektiğin meta-vektörü, meta-hümanizm olmakta.
İnsanlar yönetmeyi zalimce oyunlar oynayarak öğrenmeyi ve iktidardan er veya vazgeçmeyi (devletsiziliği, ankarkiyi) öğrenecekler.
5 milenyum sonra falan tabiiki, şimdilerde değil.
Dipnot:

Görsel malzeme olarak, dizinin en çok sevdiğim karakterini kullandım. Cüceye bayılıyorum.

İkinci ve Tam Bilimin Neresindeyiz?



Ne yazık ki epeyi, 250 yıl falan uzağındayız.
Birinci Bilim, 1750-2000 arasında, Birinci Sanayileşme boyunca oluşturuldu.
19. Yüzyıl’da, örneğin Engels’teki bilim (wissenschaft), bugünkü bilimsel ve sözlüklerdeki anlamında kullanılıyor değildi.
Bugün ve burada, insan bilimleri % 50 oranda gibi, tam bilim durumunda. Ancak, onlar önemli değil, onlar bir bilim olur, bir bilimden bozulur, asimptotu da bellidir.
Önemli olan, bugün ve burada temel bilimler, fizik, kimya, biyoloji, matematik, % 80 gibi tam bilim durumunda ama o kalan % 20, bazı epistemik ölümcül eksikleri de içeriyor.
Duruma bir bakalım:
1900’lerin başında 2 bilimsel triyalektik vardı.
Bir: Aristo-Euclid-Newton / mantık-geometri-fizik paradigmatik yerzaman eşleniksizliği ama paradigmatik denkliği.
İki: Marx-Darwin-Freud / ekonomi-evrim/biyoloji-psikoloji (zihinbilim değil) triyalektiği.
1915 olduğunda, yani bundan 100 yıl önce, üçüncüsü de oluşturuldu:
Üç: Einstein-Planck-Heisenberg triyalektiği. Bu triyalektik oluşturulduğu anda, temel bilimlere 500 yıllık bir paradigmatik duvar çekti.
Einstein, ışık hızından hızlı gidilemeyeceğini önesürdü ama Evren’in ışık hızından hızlı genişlediği Şişme Dönemi var. Planck, parçanın bütünden büyük olamayacağını önesürdü am mantıksal olarak bu mümkün, onun zamanında da mümkündü ama o bunu göremedi ya da görmek istemedi. Heisenberg, belirsizlik ilkesini önesürdü ama oradaki ‘x, y, z, t’yi kendisi belirsizleştirdi, yani bir totoloji yarattı, yani konumdaki uzay ile hızdaki uzay ayın olmayabilir ama öyleymiş gibi epistemik bir kısadevre yaratıldı.
Herkes, bu dahiler denli eksi zekalı değildi. Kaluza, daha o zamanlar Einstein’a çok boyutlu (4 yerine, 10 boyut) uzayzaman modeli önerdi. Einstein ise, bir zamanlar kendisine yapılanı yapıp, onu engelledi ve bu bilgiyi hasıraltı etti.
Aradan 100 yıl geçti ve bugün 10/11 boyutlu Evren, bilimin gerontokratları tarafından hala engelleniyor (bakınız Brockmann’ın derleme bilim kitapları).
Böylelikle, İkinci Bilim ve artı Tam Bilim oluşumunun tamamlanması, İkinci Sanayileşme bitimi ertesine kaldı.
Bilim tarihine geri dönüp bir bakalım:
İskender ilk Dünya fatihi oldu ama bu Eski Yunan’ın da sonu oldu. Ona öğretmenlik yapmış olan Aristo’nun eserleri dağıldı gitti. Bilim ve bilgi çöktü. İskender’in kurduğu Mısır İskenderiye’li Eratosthenes, 2 küsur milenyum önce, Dünya’nın çapını, Ay’ın çapını, Güneş’n çapını, Dünya-Ay uzaklığını, Dünya-Güneş uzaklığını hesaplanabilir kıldı ama bu bilgilerin ilk koyutu olan Dünya’nın yuvarlaklığı, o Eski Yunan kültürünü bugün miras sayan AB geleneği tarafından, yaklaşık 2 milenyum boyunca inkar edildi.
Bugün aynı (bugünkü adıyla) G-7 kültürü, anti 3-triyalektik paradigma denemelerini inkar ve imha ediyor. Oysa, ‘x, y, z, t’yi dönüştürdüğünüz an, 3. triyalektiğin hiçbir denklemi geçerli olamaz, hatta hiçbiri önesürülemez bile.
Bu, kendisi de özgürlük teraneleri okuyup, gayet epistemik faşist olan Popper’inki gibi bir epistemik faşizm söylem düzlemi hegemonyası yarattı.
G-7 sahte bilimcileri ne yapıyor biliyor musunuz?
Kuadralektiği ve poliyalektiği önce inkar edip, sonra çalıyorlar. Kuilman’a yaptıkları gibi. Minkowski’nin Einstein paradigmasına yaptığı gibi: Önce inkar etti, sonra dejenere etti, 4 boyutlu uzayzaman, Einstein’ın değil, Minkowski’nin uydurmasıdır, Einstein onu kabul etmiştir o kadar.
Eratosthenes, nasıl ki Sokrat, Platon, Aristo’yu değillediyse, bugün 3 triyalektik de, 4. ve n. şıklar tarafından çoktaan değillendi.
Kabulü mü?

2250’de kısmetse...

Pazar, Ocak 11, 2015

Guinness Rekoru: Terörizm


Ahan da bir rekor sizlere:
“Nijerya'nın kuzeydoğusundaki Maiduguri kentinde 10 yaşlarında bir kız çocuğunun üzerindeki bomba düzeneğini patlattığı bildirildi.
Kızıl Haç yetkililerine dayandırılan haberde, kalabalık bir pazar yerinde patlayan bomba nedeniyle en az 10 kişinin öldürüldüğünü söyledi.”
En küçük canlı bomba rekoru, en küçük canlı bombanın en çok insan öldürme rekoru.
Dünya nereye gidiyor mu?
Dünya oralara çoktan vardı bile.
Bunun da düeti karşı yakadan gelmiş:
“Murdoch, ‘Müslümanların çoğunluğu barışsever olabilir ama içlerinde büyüyen cihatçı kanserin farkına varıp ortadan kaldırılana dek onlar da sorumlu sayılmalıdır’ ifadeleri içeren tartışma yaratacak bir tweet attı.”
Japon kale maç ve/ya poliello:
İslam kanadında Sünniler ve Şiiler, Hristiyan kanadında Katolikler ve Ortodokslar.
Eğer birileri sorumlu tutulacaksa, herhangi bir mezhebe / dine mensup biri ölümcül bir eylem yaparsa, o mezhepten herkes sorumlu olsa gerekir.
Ancak Murdoch, Hristiyan / Katolik / neo-con gücüne güvenip zalim rolüne soyunuyor ama tarihte hem Müslümanlar, hem de Hristiyanlar; hem mazlum, hem de zalim rolünü çokça yaşadılar ama kimse maçı nihai olarak kazanamadı şimdiye dek. Bundan sonra da öyle olacağa benzer.
7,1 milyar nüfuslu Dünya’da, 1,9 milyar Hristiyan, 1,3 milyan Müslüman var. Gerisi, yani yarıdan çoğu, her ikisi de değil. Bu bir.
Hindistan’da Hindu-Müslüman savaşı da mevcut. Bu iki.
Özellikle Latin Amerika’da olmak üzere, eski AB sömürgesi ülkelerde Hristiyanlık’tan animizmlere geri dönüş var ama bu durum resmen izlenmiyor ve kayıtlanmıyor. Bu üç.
Dolayısıyla olaylar, özellikle son Arap Baharı üzerinden yoğunlaşan, 1980 ABD Askeri Stratejisi ve BOP planları çerçevesinde ilerliyor. Örneğin Fransa’daki son olaylardan hepi topu 2 gün önce, Fransa Libya’ya asker gönderme eğilimini açıkladı, çünkü orası Çad üzerinden eski Fransız hükümranlık bölgesi sayılıyor.

Bundan sonraki olayların büyük AB ülkelerinde sürmesini bekliyoruz. Bir dizi olayın ertesinde birçok tutuklama ve sorgulama yapılacağı için, olayların arasına aylar girebilir ama artık bu terör dalgası kalıcıdır, bu biline.

Gidenler ve Dönenler 1

Yurtdışında 15 yıl yaşadıktan sonra Türkiye’ye dönen birinin notları, ‘1 paragraf alıntı + 1 paragraf yorum’ olarak gidecek:
“Neden Döndüm? İnsanca yaşamak için. Hayata katılım sağlayabileceğim ve kendimi nesne olarak görmek yerine, özne olup dönüştürülebilecek şeylere bizzat katılabilecek enerji ve motivasyonu sağlayabilmek için.”
Bunun en son yapılabileceği yerlerden biri de Türkiye. Alıntı 2. cümlenin meali: Yurtdışında beni kimse kaale almadı, burada kendi ülkemde, ‘sen, ben, bizim oğlan’ yuvarlanır giderim.
“İlk zamanlar neler hissettim? Şehir yordu. Çok yordu. Sokağa çıktığımda nefes alamaz hissettim. Binalardan, camlardan baktığımda gördüğüm taş yığınları bunalttı. Burada mı yaşlanıcam? Burası mı gerçekten gelmek istediğim yer, dedim.”
Eh, başta aymış duruma ama sonra o aymayı yitirmiş.
“Zaman geçtikçe düşüncelerin hislerin nasıl değişti? Dostlar ve aile ile birlikte olmak çok güzel. Hele de insan seçebiliyor olma lüksü çok önemli. Sırf benzer kültürlerden gelip aynı dili konuşabiliyor diye yakınlaşmayı tercih edebildiğimiz ucube tiplere muhtaç kalmamak çok değerli. Dilediğim insanla görüşüyor, dilediğim kişi ile iletişimi tercih edebiliyorum. Keza ortamlar için de aynı şey geçerli. Politikaya aktif katılıp, sanatsal çabaların bizzat göbeğinde yaşayabiliyorum. Bu olanaklar dışarıda da var gibi gözüksede kendi ülkende yabancı hissi taşımadan anadilinde iletişimle var olduğunu hissetmek bence çok değerli. Dünyanın neredeyse her köşesini gördüm, ancak evim hissini hiçbir yerde yaşayamadım. Evim Türkiye ...”
Tersinden başlayalım. Hiçbir ülke kimsenin evi değildir, olursa kültürel kimlik faşizmi olur, üstelik insanseverce olur. Gavurları ucube sayan biri, alaturkaları ucube bile sayamaz ama son 30 yıldaki yeni ucubeliklerden habersiz, algılayamıyor. Dünya’nın hiçbir yerinden hiç kimse dilediği insanla görüşemez ve iletişim kuramaz. Global kültürün buna izin vermediği bir dönemdeyiz. Onun yaşadığı yalnızca bir ilüzyon, kendini alaturka ilüzyona hapsetmiş, alafranga olana değil.
İş ve arkadaş ortamları nasıl? Herkes işgüzar. ... İnsanlar kendilerine alıştırılan gün kurtarma ve hızla köşe dönme kafasında yeni bir kültür içerisinde hapsolmuş durumdalar. Bu yanı ile, neoliberal bir süreçteki tüketim endeksli bir toplumsal doku içerisinde, ilişkilerden aşklara kadar herşeyi tüketen ve bencilleşmiş yaklaşım genel sorun olarak dünyanın her yerinde olduğu kadar, burada da yaşanmakta. Bunu aşma adına da tercihlerimizi doğru yönlendirip doğru diyebileceğimiz insan ve kişilerle birarada olmaya çalışmak bir çözüm. ... buralarda bu seçme özgürlüğü daha fazla. Dışarıda onca farklı ortamda onca farklı kültürle ... entegrasyon sorunu yaşamadım. Ancak, yine de bir şeyler hep eksik kalmaktaydı. Bir şekilde bunun alternatifin ve kültüren doku uyumunun daha fazla olması yüzünden aşıldığını düşünüyorum.
“Herkes kaçmaya çalışırken dönüyor olmak garip değil mi? Bu bir tercih. Evet ülkemiz daha iyiye gitmiyor. ... Ama eksik kalan şeylerin varlığı ve izole bir yaşamı tercih etmeme gibi bir durum da tamamiyle tercih olarak önümüzde durmakta. ... kaybedilen olanakların bilincindeyim ve bunları bilerek ve tüm bunlara rağmen kazanılan güzellikleri ve insan olduğumu hissettiğim gerek dostlar, gerekse de aile ile birlikte hissettiğim bir ortamı tercih ettim. Aklım başımda ve ne istediğimi biliyorum.”
Hiç de öyle görünmüyor. Tümüyle yüreksel ve duygusal bir seçim bu, akılsal değil.
“Ülke kötüye gidiyor, ne düşünüyorsun? Evet çok iyi bir durumda değiliz. Haklar ve özgürlükler anlamında ciddi felaket bir ortam. Ancak bundan kaçıyor olma durumu bir şeye çözüm üretmiyor. Sadece kişi olarak kendimizi kurtarmış olma durumu yaşandığı ilüzyonu var ki bu da son dönem gelinen bireyselleşmiş birey yapısında normal görünebilmekte. ... bu yaklaşımı reddediyorum. Burası ... bizim insanımızın yaşadığı ve bizi biz eden ortam ve bir şekli ile daha iyi olması gibi bir dileğimiz var ise, bu bizzat bizim çabalarımızla olanaklı olabilecek. ... Hayat kendi ellerimizde. Ne istersek onu yaşamak adına insan olmaktan dolayı olan evrensel değerlerin içerisindeki bir kültürel sorumlulukla bu hayata sahip çıkmayı tercih ediyorum.”

Bu koşullarda bireysel ve/ya grupsal mücadele addedilen şey, ancak ve ancak slaktivizm olmakta. Bakınız Gezi olayları.

Perşembe, Ocak 08, 2015

Tek Yol Ateizm



İslam ve Hristiyanlık, tarihi eksi zekaya ve eksi bilgiye kitledi. İnsan türünü de yokoluşa.
1.400 yıllık bir oyun bu.
Oysa, tarihte ilk kez demokratik bir ateizm mümkün.
Reel sosyalistlerin ateist engizisyonlarını yaşadık. 1990’da çöktüler. İslam ve Hristiyanlık oralara geri döndü.
Şimdi demokratik ateizm zamanı.
G-7’de ABD’den umut yok. Tam bir ‘neo-con’ Haçlı Seferi’cisi onlar...
Belki AB’de ve onun parlamentosunda umut vardır.
Avrupa Birliği Parlamentosu’nda ateist parti görmek istiyoruz.

Tek yol ateizm.

Artizim, Artizsin, Artiz

“Yeşilçam'ın ünlü oyuncusu Kadir İnanır siyasete soyunuyor.
Çözüm sürecinde akil insanlar heyetinde yer alan oyuncu Kadir İnanır HDP'den milletvekili adayı oluyor.”
Şarkıcı İbrahim Tatlıses, 2015 genel seçimlerinde Şanlıurfa'dan milletvekili adayı olacağını duyurdu.
Peki, bu kişiler neden aday oluyorlar?
Seçilebileceklerini düşündükleri için.
Neden seçilebileceklerini düşünüyorlar?
Artiz oldukları için.
Ünlü oldukları için.
İktidar seçkinlerinin bir parçası oldukları için (bakınız: Wright Mills, İktidar Seçkinleri).
Önce para kazanıp sınıf atladılar:
Konu mankenleri ve dandik futbolcular gibi.
Şimdi de, yönetilen olmaktan yöneten olmaya doğru sınıf atlama arzusundalar.
Peki, seçilebilirler mi?
Tatlıses, zamanında Genç Parti’den aday olup seçilememişti, baraj nedeniyle.
Seçilen artiz de çok:
Ediz Hun gibi.
Milletvekili olmaya hevesliler konusunda bundan sonra yazacaklarımız otosansüre uğruyor. Onun yerine ‘Lacivert Burcu’ kitabını önerelim.

Dipnot: Tüm artiz adaylara, kendileri sağkenki başbakanları sormaya yönelik bir anket yapılmasını öneririm. Böylelikle, siyaset bilgisi ve tarih bilinci eksiklikleri ortaya çıkar.


Çarşamba, Ocak 07, 2015

Charlie Hebdo Üzerinden Facebook Monologları




Daha sonra çeşitlendirmek üzere, Hebdo olayıyla ilgili bir açılım: Bizde bir transseksüeli intihar ettirecek denli köşeye kıstırmakla, bir Fransız mizah dergisini taramak aynı şeyler: Şeriatçılık değil, mahalle baskısı değil, yavşaklık ve artı sivil terör. İstanbul'da yılda birkaç kişinin hacemat edildiğini gördüğüm bir lümpen proleterya ortamında dolanıyorum, bunlar bana olağan geliyor. Bir anarşist olarak, devletin bittiği durumda, ayak takımının böyle olduğunu görmek ve yazmak, bana ilginç de geliyor. Nuriye Ortaylı'nın kanlı kağıt esprisini (Fransızca 'düşünce' anlamında) geçersiz buluyorum. Fransa pek övünüyordu, daha 1 hafta önce, 10 tanesini engelledikleri için, 11.'si gol oldu ve daha da olacak. Fransa, 50 bin arabanın 1 haftada yakıldığı bir ülke. Bir proleter entellektüel olarak, hem barbarlara, hem de uygarlara karşı 'survival' bir savaş içindeyim. Bu savaşı yapmayanlar; entelejensiyadır, Gezi geyikçileridir, 'yetmez ama evet'çilerdir, öküzlerdir kısacası: Öküzler genelde mezbahayı boylar. Ya da, gerçek entellektüel sınıfdışı özgürlüktedir, verili olarak değil, ölümüne savaşılmış bir kazanımla. Yeni Orta Çağ'a ve gerçeğin çölüne hoşbulduk.
+
1 triello (ki aslında poliello), 'İyi, Kötü, Çirkin'e yazılmış bir 'hommage': 'İyi, Kötü, Acaip': Parodinin parodisi, Walter Benjamin'e Fassbinder dikmesi (Franz Biberkopf'un durumu), sanatın yaşamı aşması, karikatüristlerin öldürülebilirliğe alışması, Serdar Sarı'nın (önce zihinsel, sonra da bedensel olarak) kendini ölüşe sürmesiyle koşutluk ama o muhteşem Ömer Şerif filminin karşısavı da: Orta Çağ'larda ve 30 yıl din savaşlarında bile, bir köy korunabilir. Evet baylar ve bayanlar, yangında kurtarılacak ilk neyiniz var veya hangi kitapsınız?
+
A evet, beni babam bile öldürmeye kalktı, beyin tapınağım AFL'liler de. Zeka ve bilgi metafiziğimi yok etmeye kalkanlara ne yapma hakkım var?
+
Ertuğrul Özkök, gaf ötesi bir gafla, Hebdo olayı için şöyle bir beyanda bulundu: "Ben, yayın yönetmeni öldürülmüş bir gazetede, o öldürüldükten sonraki 20 yıl boyunca görev yaptım. Belki Fransızlar da artık korkmayı öğrenir." Gerçek durum, Bülent Ersoy'un şeysini asparagas haber yapan biri gibinin (Çetin Emeç'in) bile öldürüldüğü bir gazetede, onun öldürülmesi sayesinde görev yaptığıdır.
+
Vahdet gazetesi yazarı İbrahim Yörük, Fransa’nın başkenti Paris’te mizah dergisi Charlie Hebdo’ya yapılan ve 12 kişinin hayatını kaybettiği saldırı sonrası Penguen Dergisi’ni adeta tehdit etti.
Yörük, Penguen’de daha önce yayınlanan ve dava konusu olan bir karikatürü paylaşarak 'Bak milletin inançlarına hakaret edilerek mizah yapılmaz. Gör bunları' diye yazdı."
http://www.taraf.com.tr/…/nereye-gidiyoruz-katliamin-ardin…/
+
3 tek tanrılı din, Musevilik, Hristiyanlık, Müslümanlık, tanımları gereği engizitördür, yani katl-i vacip emirlidir.
+
2006'da Blogcu'da ateizmle ilgili metinler yayınlamaya başladığımda, ölüm tehdidi almıştım. Şimdi dejenere oldular ve 'atayiz' dememeyi öğrendiler, en azından benim yanımda.
+
Ateist engizisyonu bilsem de, karşı olsam da, demokrat ateist olsam da, şu anki Hristiyan-Müslüman haçlı seferi - cihat çaprazına karşı savaş ilan ettim bile.
+
Stajımı alaturka yavşaklar arasında yaptım.
+
Not: Charlie Hebdo, rahmetli Serdar Sarı'nın en sevdiği mizah dergisiydi. Kendisine ateist olup olmadığını sormak hiç aklıma gelmedi, öyle olup olmadığını bilmiyorum yani.
+
'Cube Zero'nun finalinde, bir adam ateist olduğu için öldürülüyordu. Bu, benim Batı dünyasında gördüğüm en cesur dilegetirimlerden biriydi. Hebdo olayı, aklıma bunu getirdi işte. 11 Eylül 2001'den sonra, 6 Ocak 2015 de 1 adım daha oldu. Şu an post-5-modern döneme girdik. Fransızlar 5. Cumhuriyet'te, biz 2.'yi nah kurarız, 10 yıl bi Fetret görelim de, ondan sonra bakarız.
+
Tarihin bu denli kristalleşmesi oldukça ilginç. Gösteren-gösterilen ilintileri çok belirginleşti. Asimov psiko-tarih modeli olarak, bunun makro-kriz anlamına geldiğini imler ama şu anki Hebdo olayını ve post-5-modern momenti, gerçek makro-kriz saymam, sayamam da. Denklemler, bunun oldukça önemsiz olduğunu imliyor. Bence Çin, ateist engizitör olarak, İslam-Hristiyan / cihat - haçlı seferi savaşının, her 2 tarafın da kellesini koparan ve bitiren global öğesi olur. Çünkü Çin, 19. Yüzyıl'da 30 milyon Hristiyan Çinli'yi ve yüzyıllar boyunca milyonlarca Müslüman Çinli'yi katletti. Bugün bile Müslüman Çinliler, tek adı, 'Ma'yı taşır (ki bu sözcüğün Japonca anlamı çok ilginçtir). 15. Yüzyıl'da Çin donanması, Müslüman bir Ma aracılığıyla, Amerikayı keşfedecekken, donanma imparator eliyle çürümeye terkedildi. Yani, tez-antitez çatışması, her zaman sentez olmaz, dekadans olur, ayırtsızlık olur, negatif diyalektik olur, negatif poliyalektik olur. Evet, geleceğin kapısı açıldı ve mümkünse, neo-globalist neo-liberal gelecek ipoteğini G-7'nin mabadına sokacağız,

(7 Ocak 2015)

NBA ve Holywood

Çocukluğumuzda bir Türk basketbol oyuncusunun NBA’de (ABD basketbol ligi) oynamasını hayal ötesi bulurduk. Şu sıralar, orada oynamış ve oynuyor olan Türk oyuncu sayısı 10’u geçti çoktan.
Bir zamanlar bir Türk sinema oyuncusunun Holywood’da (ABD film ligi) oynamasını hayal ötesi bulurduk. Şu sıralar, birkaç Türk oyuncu Holywood filmlerinde rol almış durumda. Epeyi çok seyredilen filmin Türkiye’de çekilmiş planları var. En son da, Russel Crowe Yılmaz Erdoğan’ı ve Cem Yılmaz’ı arkasına alarak benzeri bir film yaptı.
Bayram değil, seyran değil, Yankiler bizi niye öptü?
Çünkü:
ABD, kurulduğundan beridir, herşeyini ithal eder. Özgün bilimi, düşünü, sanatı yoktur. Tek özgün Yanki sanat dalı sayılan cazı da,  Afrika’dan ithal edilen siyahlar başlatmıştır. Holywood’u da Avrupa’dan ithal edlen yönetmenler başlattı.

İşte büyük Amerika, işte küçük Amerika, işte onların orta boy kültürel orjisi...

Pazartesi, Ocak 05, 2015

Kimyasal Reaksiyonlarda Neden-Sonuç İlintisi



Bir neden bir sonuç yaratıyor dediğimizde, o neden olmazsa o sonuç olmaz olarak anlıyoruz. Bir de zamansal ardışıklık anlıyoruz ama bunun görüngüsel açıdan bozulabildiği, yani nedenin sonuçtan sonra görüngüleştiği durumlar da olabiliyor bazan.
Yani:
N → S
Bazı durumlarda:
S → N (görüngüsel olarak, varlıksal olarak değil)
Kimyasal olarak ise, reaksiyona girenler ve reaksiyondan çıkanlar, neden ve sonuç oluyor.
Yani:
A + B → C + D
Bazı durumlarda katalizör gerekiyor ki bunun yazılışı şöyle:
A + B → C + D | e
Ya da neden-sonuç açısından bakılırsa:
A + B + ε → C + D
Düz mantıkta tek neden tek sonuç yaratır. Bazı kimyasal reaksiyonlarda 2 neden 2 sonuç yaratır. Bazı kimyasal reaksiyonlarda artı epsilon katılır işin içine, katalizör olarak yani.
Temel neden-sonuç ilintileri ise:

‘0, ε, 1, 2, çok, sonsuz’ biçiminde, ‘5 x 5 = 25’ olanak / notasyon içerir. (Epsilon sıfırdan büyük en küçük sayıdır, ‘çok çok az’ olarak da düşünülebilir.)

Alaturka Gündelik Faşizm



Ne demiştik?:
3 durum var:
Şeriat, mahalle baskısı, alaturka yavşaklık: Üçünü birbirine karıştırmamak gerekli.
Çok hüzünlü bir vakanın ardından, bu konuyu yeniden yazmak elzem  oldu:
Bir insan:
“Birçok insan benim arkadaşımdı ama arkadaşım değilmiş. Herkesi vicdanı ile baş başa bırakıyorum. Ben artık yapamıyorum, bunu öğrendim. Herkesin istediği gibi istediği şeyi yapıyorum. Şu anda 24 yaşında olmam lazım ve 24 yaşımda hayatımı sonlandırıyorum. Yapamadım, çünkü insanlar bana izin vermedi, çalışamadım, bir şeyler yapmak istedim ama yapamadım, bana çok engel oldular ve beni çok mağdur ettiler. Herkesi Allah ile baş başa bırakıyorum ve şuan Boğaziçi Köprüsü’ne doğru gidiyorum.”
... demiş ve intihar edip ölmüş.
Buraya kadar, aşağı yukarı bilindik bir öykü. Sonrası farklı:
“... en son bağdat caddesinde ... ve ... kızı çırılçıplak bırakıp bağdat caddesinde döndüler bununla ilgili karakol tutanağı var ve anadolu yakasından kovdular tehdit ettiler lubunyayı eylül sonra beylikdüzünde bir arabasının evinde kalıyordu o kadar konuştum ama bu olmamalıydi sebebi olan kişiler ortada yazık yazık elinizi kalbinize koyun ve size lanet ediyorum conconlarini aldırdı ve aldırmadan 2 saat önce aradım aldırma dedim ona conconunu aldırdılar sonra arkasından dalga geçtiler daha denecek birsey yok...”
Bu, durumun içinde olan bir kişinin yorumu. Aradaki parçaları silmişler herhalde.
Beni deli eden bölüm şu:
İnsanların, yani çevresindeki eşcinsellerin, ona trans olmasını öğütleyip, arkasından aşağılamaları.
Boşuna denmemiştir:
Düşman elinden taş değil, dost elinden gül yareler bizi.
Bu ülkede, insana düşmanları gül atar, dostları taş.
İşte bu, alaturka yavşaklıktır, alaturka gündelik faşizmdir. Bundan ne eşcinseli uzak kalır, ne zıtcinseli...
Yani, eşcinsel ile zıtcinsel iki kişi, zayıf birine karşı, zulüm için birleşir.
O nedenle, İstanbul’a atom bombası atılsa ne olur ki?

Sodom Gomor hesabınca, 15 milyonda 150 kişi çıkar mı ki?

Cuma, Ocak 02, 2015

Otokataliz ve Abiyogenesis



Olağan bir kimyasal reaksiyon şöyledir:
A + B → C + D
Eğer reaksiyon ürünü o reaksiyonun katalizörü ise, o reaksiyon  otokatalizdir.
Otokatalitik küme ise, kümeye dahil olan öğelerin diğer öğeler tarafından katalizlendiği bir kimyasal maddeler kümesidir.
Yani;
A + B + C → A + B + C
Epeyi organik reaksiyon bu türdendir.
Bu, bir bakıma şöyle de olabilir:
A → B
B → C
C → A
Bu küme, şöyle de olabilir:
a + b  → c + d | g
 a + f  → c + b | d
 c + b  → g + a | d f
Burada f ve g katalizör olmakta.
Bu da bizi, canlılığın mantıksal sıfatına, yani oto-poeziye / öz-yaratıya götürüyor.
Başka bir deyişle, canlılıksal yaratı, kimyasal düzeyde, yalnızca ve yalnızca biyolojik olan özel bir şey yok. Ki bu da bizi biyokimyasal indirgemeciliğe götürmez. Lojiko-biyoloji ve biyo-topoloji için özel modellere götürür.

Bu, şimdiye dek hiç yaratılmamış bir model olacak. Yarım yamalak var olanlar geçersizdir.

Bir Facebook Diyaloğu: N ve R

N
bu akşam suriyeli genç bir çiftle akşam yemeği yedik. onların ifadeleri ile: "niye bizden nefret ediyorlar? acaba tv kanallarında çok haber oluyor bu haberlere maruz kaldıkları için olabilir mi? ırkçı bir nedenle olamaz herhalde.” diye sordular. gerçekten anlamak istiyorlardı. cevap olarak ben de anlamadığımı söyledim. ölümden kaçanlara kızmak için nasıl bir ruh halinde olmak veya nasıl bir mantık yürütmek gerekir veya neyi gerekçe göstermek gerekir anlamıyorum. eğer 2015 te anlarsam alex ve mohammed'e de anlatıcam.
(30 Aralık 2014)
+
R
İnsanlar, yanıtlarını kaldıramayacakları soruları sorarken, bir düşünmeliler, derim. İnsanların ölümden kaçmaları, başkalarını öldürmeleri durumunu yaratır, yarattı, yaratacak. Genel-sivil (iç değil, anti-askeri anlamında) savaş durumu budur, çevremizde 12 ülkede savaş var, içeride 2 iç savaş (Kürt-Türk ve Kürt-Kürt) var. Savaşta ve/ya toplama kampında sağ kalmayı ilk 7 dereceye almazsan, seni çiğ çiğ yerler, arada pişirip yerler. Anımsatırım, yamyamlık gerçekten geri geldi ve 1. Dünya Savaşı'nda Anadolu'da yamyamlık vardı. Bazı soruların yanıtları, gerçekten yenilir yutulur gibi değildir.
(31 Aralık 2014)
+
N
Gey bir çift ve bir kadının anlayamadığı bir durumu gelen yorumları sayarsak 4 erkek kendilerince anlatmaya çabaladı. Suriyelilerin bunu niye anlamadığını anlamak için TC den bir komşu ülkeye canınızı kurtarmak için kaçmak zorunda kalabileceğinizi düşünün, örneğin Bulgaristan'a. Bulgarca bilmediğinizi, onların da pek ingilizce bilmediğini düşünün. Matematik öğretmeni olduğunuzu ve 2 küçük çocuğunuz olduğunu hayal edin (bu da gerçek bir Suriyeli durumu, örneğe çocuk girince babalar da empati yapabilr belki). Bir de bulgarların sizden nefret ettiğini düşünün. Bu nefreti anlamaya çalışmayın ve ölüm tehlikesi olan, elektrik, su ve okul olmayan TC ye çocuklarınızla geri dönün.
(2 Ocak 2015)
+
R
Eh, aşağı yukarı aynı konumdayım: Almanca bilmeden, Dünya'nın en çok ateistinin olduğu Almanya'ya siyasal iltica niyetindeyim. Bana orada köküne kadar ırkçılık kullanacaklarının bilincindeyim. TC'de ölmektense, kemiklerimin başka bir ülkede gömülmesini / yakılmasını yeğlerim. Bu benim fikrimin açımlamasıydı. İkinci adım şu oldu: Bir ülkeden Alevi / anti-Esed'çi ve anti-IŞİD'Çi olduğun için kaçmakla, eşcinsel olduğun için kaçmak, epeyi farklı şeyler. Sonuçta eşcinsellere karşı, Suriye'de Türkiye'den daha az acımasız olmaları bile mümkün. Ancak bu, yine de benim tartıştığımın yanıtı değil: Ölmemek için kaçınca, gittiğin yerde birilerini öldürürsün. Ya da koşut ve aynı anda tersi: İçeride tımarhane, dışarıda toplama kampı vardır (Sana Gül Bahçesi Vaat etmedim). Basmakalıp hümanist bakış açıları genelde işlemez, şu anki kaotik koşullarda hiç işlemez. Sonuçta, Suriyeli eşcinseller de, kendilerine yardım eden Türkiyeli heteroseksüellere epeyi zarar verebilir. Benim derdim, yardım edeceğim derken, kelleyi yitirmemenin önemli olduğu. Dipnot: 1980 İran olaylarından beridir, TC'ye 35 yılda en az 10 milyon göçmen girdi, çıkan var, çıkmayan var. O sürede, bizden de 5 milyon kişi dışarı gitti. Nüfusun % 20'sinin bu kadar kısa sürede sirkülasyonu, kesin zulüm ötesi ve insanlık-dışı durumlar yaratır, yarattı da: Çok basit: İstiklal Caddesi'nde kışın ortasında dondurma yiyen Suriyeliler, kendi vatandaşlarına asla ve kata sadaka vermiyorlar, yalnızca tiksinen gözlerle bakıyorlar, onları dilendirenlerse Türkler zaten.
(2 Ocak 2015)
+
Ek bilgiler:
1.
1932-1945 arasında, toplama kampına düşmemek için  Avrupa’dan kaçan Museviler’den, KGB, CIA ve Mossad ajanları çıktı. İsrail askerleri ve bakanları çıktı.
2.
İran karşı-devriminı yapan Humeyni, olaydan yıllar önce Türkiye Bursa’da sürgün kaldı. Ülkesinde başa geçince, en az 300 bin Hristiyan’ı katletti veya sürgüne yolladı veya din değiştirtti.

(2 Ocak 2015)