Perşembe, Ağustos 27, 2015

HDP ve BDP Ayrı Yollara



HDP, batı ve doğu olarak 40 + 40 = 80 oldu. Yani, % 6,5 + % 6,5 = % 13 oldu. Bunu ben değil, onlardan biri söyledi. (O röportajı internette yeniden bulamadım ama başka link buldum.)
(Bu, 2014’teki yerel seçimde 2 parti olduklarını göstermek için.)
(% 6,5 açıklaması, karşı cenahtan gelmiş.)
Son durum da şu oldu:
“HDP İstanbul Milletvekili Levent Tüzel’in Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun bakanlık teklifini reddetmesinin ardından gözler, mektup giden diğer iki HDP’liye çevrildi.
Cumhuriyet’in haberine göre, HDP İzmir Milletvekili Müslüm Doğan, kendisinin ve Ali Haydar Konca’nın HDP MYK kararı doğrultusunda geçici hükümette yer alacaklarını açıkladı.
Doğan, ‘Bu anayasal bir zorunluluk. Şuanda bir uzlaşı kültürüne ihtiyaç var. Barışın biran önce egemen kılınması gerekiyor. Geleceğe yönelik kaygılarımız var. Bir uzlaşmayı gerçekleştirmek için böyle bir katılım doğrudur’ dedi.”
Tersinden başlayalım:
Hayır, bu anayasal bir zorunluluk değil, yalnızca teamül. Bu durum, TC tarihinde ilk kez oluyor ve bir teamül yok bu konuda. CHP ve MHP redleri ile Anayasayı’yı falan çiğnemedi ama Doğan bunu önesürmüş olmuş. Demek istediği aslında şu:
Ben, partinin kuluyum. Bireyim yok.
Ama 1 kişi, parti kararına ‘hayır’ dedi. Tabii ki BDP kanadından biri. HDP, CHP’nin 1 ve yalnız 1 kereliğine yaptığını yapıp, ön seçim bile yapamadı.
Ne yapacaksınız beyler?
Kasım 2015 için onu yine listeye alacak mısınız?

Buna diğerleri ne diyecek, özellikle de bakanlığı kabul edenler?

Shit-Will-Age İstanbul’dan İnsan Manzaraları: Carrefoursa Firuzağa’dan Şikayetim Var



1960 doğumluyum. 24 yıl eğitim aldım. Lisansüstü mezunuyum. 28 yıldır seyyar satıcıyım. Bu durumum ve artı zekat keçisi taklidim nedeniyle, lümpen proleterya olumsuz davranışlarını bana sergiler hep.
Yine öyle oldu:
Olay, 27.08.15 21:17 itibarıyla vuku buldu.
Birinci kasada güvenlikçi vardı. Kendi kendine 5 parçalık olanları, kasasına devat ediyordu espri yapıyordu kendince. Ben ona yönelince sırıttı ve kasadan kalktı.
İkinci kasaya geçtim. Kasiyer vardı. Beni görünce, acilen üçüncü kasaya pas etti ve kasadan kaçtı.
Üçüncü kasada yine güvenlikçi vardı. 2,99 liralık çekirdeksiz üzümden az aldığım için, avucumda uzattığım bozuk paralardan 1 lirayı çekti aldı, benimle konuşmaya tenezzül etmedi. Kasa fişi de vermedi.
Ben bu arkadaşların kovulmasını istemiyorum. Ancak, haftanın 7 günü Beyoğlu’ndayım. Bu metni yazdığımı gidip onlara söyleyeceğim.
Ben yalnızca insan olmalarının, zenginlerin kapıkulluğunu yapmamalarını, emekçiliklerine öz-saygı duymalarını umuyorum. Sosyalist olmadım hiç, oto-anarşistim. (Paranın otoritesini tanımam, tanısaydım, banka soyan müdür olurdum, eğitimim o, BÜ İşletme 1987 mezunuyum çünkü, uzmanlığım da ticari banka bilançosu.)
Bu metin, er vyea geç idarecilerin dikkatini çeker, çünkü sosyal medyayı izlediklerini biliyorum. Dava açmaktan o o çocukları kovmaya değişen tüm yelpazedeki davranışlardan herhangi birini yapsalar şaşmam.
‘Shit-Will-Age İstanbul’, bir üçlemenin üçüncü kitabı ve bu metin de orada yerini alacak. Birincisi İstanbul Banallik Atlası. İkincisi Lümpenlerin İstilası. Bana bu projeyi yazdıran dürtü, Temmuz 2014’te Kasımpaşa Parkı’nda açıkhavada yattığım süre içinde geldi. 2 kitap yazıldı. Bunun da, beşte biri yazıldı.
Yeni Orta Çağ’ın 1.-2 Cumhuriyet arasındaki yeni bir Fetret Devri dönemindeyiz Aralık 2013’ten beridir. İnsanlar toplu delilik histerisinde. Bugün bu yaşadığım anekdot da, benim için bu anlamı taşıyor. İnsanlar, bir sırıtmayla ölene dek işsiz kalabileceklerine henüz aymadılar. Kapitalizm, ‘çalışmak özgürleştirir’ aşamasında. Süpermarket emekçileri, günde 16 saat çalıştırılıyorlar, her gün 20 tanesinde bizzat izliyorum.
Göreceğim, göreceğiz. Yazacağım sonucu.
Dipnot: Şu anki imajım, internet fotomun aynısı ama saçlarım 1 numara. Bir de, tam bir evsiz gibi yürüyorum. Ancak, giysilerim temiz ve üzerim parfümlü.

(27 Ağustos 2015, 21:30-21.45.)

Çarşamba, Ağustos 26, 2015

Tarihin (1980-2015 =) 35 Yıllık Siklus (Döngü) Evresi



5 milenyumluk Dünya Sistemi modelli tarihe baktığımızda, en kısası bu olmak üzere, birçok dönemsellikler görürüz. Bunların en kısası, 25-35 yıl arasında değişir. En uzunu ise, 250-350 yıllıktır. Tüm tarihsel panoramada bunu görürüz, hem de global olarak. Bir de Avrasya’da, hep doğu yükselirken batı iner ve tersi de.
Bu kezki döngü, olağan biçimde sürdü. Ancak, olağandışı olan şuydu:
1994, 2001, 2008 ve 2015’te kriz yaşandı. Fazla düzenli ve fazla oranlı: % 40 + % 20 + % 20 + % 20 oranda = 14 + 7 + 7 + 7 yıl.
Kapitalizmin kendi krizini kendisinin ürettiği marksistlerce önesürülür de, diğer tüm sistemlerin de (reel sosyalizmin de, komünizmin de) kendi krizini ürettiğini pek söylemezler.
Kaos matematiği bakış açısından bu, değişim parametrelerinin kendilerini de etkilediği ve parametrelerin birbirinden istatiksel olarak bağımsız olmadığı bir (topolojik) sistem sözkonusu demektir burada.Yani, neden ve sonuç, hem birbirini düz yönde etkiler, hem de ters yönde etkiler; yani, kriz çıkaran öğeler, hem kendini arttırır (belli dönemlerdeki ekonomik krizlerde), hem de kendini azaltır (nüfus artışında).
Ufukta 2029 Global Krizi’nin olduğu da kesin. 2022’nin büyük olasılık krizsiz olacağı da kesin. Bir tek bu krizin boyu ve süresi kesin belli değil henüz. 1 yıl da sürebilir, 7 yıl da. 2022-2029 arası, ambale olma (post-travmatik şok) ve son şoka hazırlanamama ile geçer.
Çin, artık global yapıyı biçimlendiriyor, hem de bile isteye. Altın stoğunu ve devalüasyonunu öyle bir ayarladı ki, krizi Dünya’nın üzerine yıktı. Yani, feda hamlesini önceden yaptı, kendini sağlama aldı, kenara çekildi. Bedeli diğer herkese yıktı.
Olay, ABD’nin 2 mekik kazasının Çin’in uzaya insan yollamasına yol açması gibi olacak. Çin’in ekonomik kazası, diğerlerini bloke ederken, Çin yerinde duracak. Bu, savaşı başladığı-bulunduğu noktada karşılamak stratejisi olarak, ‘Kızıl Uçurum’ (Red Cliff) filminde aynen var. Çin, Dünya’yı kızıl bir uçuruma saldı ve koyun sürüsünün başı, sürüyü uçurumdan yallah aşağı sürmek niyetinde gibi ki bu da ABD olmakta.
Artık, tarihi ABD yönetmiyor, kimse yönetmiyor, işler denetimden çıktı. Herkes kendi başının çaresine bakacak ve bu global köpük alınması ötesinde bir küçülme demek olacak. Biz, son 8 ayda % 27 küçüldük ve bu, en kötüsü değil henüz.
Borsanın daha önceki senkopları 1-3 oranda gidip gelir ama son 5 yılda eski ekonomik parametreler devredışı bırakıldı, yeni ekomoik parameterleri tam devreye sokulamadan işler çığırından çıktı. Şu an, global ekonomide ekonominin temel kabulleri geçersiz yani. Borsa, 10’da birine bile düşebilir yani.
Puslu havayı yalnız kurtlar sever yani...

Birileri kriz değil, felaket satın alacak yani...

Alaturka Neo-Terör



Kürt konusunda sürekli yazan Ezgi Başaran’ın son zamanlarda jetonları birer birer düştü ama geç düştü. Perşembenin gelişi çarşambadan belliyken, o dahil herkes, bunun inkarı kültüne saplandı ki bu gerçeği inkar kültü bir gelenektir bizde: Gerçeği yok sayma, kafasındakini varsayma, olayları kuramla sınayamama, vb, vd.
Gelelim yeni duruma:
Kürt gençleri otonom-gerillasal örgütlenmeye gitti.
Olağandır. Orada lök gibi, 32 yıldır aynı adamlar, merkezi merkezi fetva verirken, doğma büyüme İstanbullu olan ve farklı bir Türkiye yaşayan Kürt gençlerinin tepkileri de farklı olacaktı elbette.
Saptamalar:
Kuşak farkı oluştu ama 1 değil, belki 3-5 kuşak. Bir bölümü biyolojik, bir bölümü kültürolojik. Cemil Bayık, asla ve kata bir kentli gibi yaşayamaz ve düşünemez ama bu gençler, kırma da olsa, kentli / burjuvasal yaklaşımlarda yaşıyorlar ve düşünüyorlar. Daha düşünen, daha bağımsız, daha kendi sorumluluğunu almış (yani ölüm orucuna koyun seçilip gitmeyen genç türünden) insanlar.
Yine bu kuşak, Ece Temelkuran gibilerin, Bodrum gibi yerlerde, beyaz-slaktivist Türk kızlarla başını başladığı gençler. En azından onların bir bölümü öyle. Davadan dönenleri diyelim.
Yine bu kuşak, farklı şeyler okudu. En azından temel anarşist eserleri okudu. Henüz Neçayef’i keşfetmemişler, o belli. İşte o zaman, zımpara kağıdı oluruz.
İnternette izleyebildiğimiz kadarıyla bu gençlerin bir bölümü, otonomiyle anarşizmi birbirine karıştırıyorlar ve kendilerini anarşist olarak nitelendiriyorlar, devletsiz-tezcisi yani. Oysa bilindiği üzere Kürtler, devlet peşindeler. Bu nokta, de facto en önemli kuşaksal ayrım durumunda.
Bu kuşağın kent gerillalığı olağan olarak, İstanbul’da Diyarbakır’dakinden farklı oluyor. Orada evlerindeler, burada deplasmandalar. Burada polis korkmuyor, orada korkuyor.
Bu kuşak tabii ki hata yapıyor ama kendi hatasını yapıyor ve kendi ödeyecek. Bugüne kadar gençler, hep yaşlıların hataların ödeyegeldi. Kürtler’de de bu böyle, Türkler’de de bu böyle.
Belirtildiği üzere bunlar, kendilerine ‘Apocu’ diyorlar, başka bir şey değil. O zaman bu, bir tür özüne, eylem silsilesinin başına dönüş arzusu olmakta.
Sonuçta, Kandil’in pek övülesi ve sevilesi bir noktada olmadığı kesin. Kandil’in artık savaşmayı beceremediği de (ve belki unuttuğu da) kesin. İran, bu sene resmen canlarına okudu. Sen kalkıp, 3-4 düşman birden yaratırsan, e onlar da, birbirleriyle düşman olsalar da, hem birleşip hem sırayla, seni topyekun imha etmecesine sana saldırırlar. Oysa tanımı gereği, bu hücresel oluşumlar yok olmaz. Dağılır ve başka kişilerle yeniden birleşir. Bunun da miyadı var tabii ki, pek pek 5-7 yıl ama 20 yaşındaki bir genç için 30 yaş çook uzaktır ve belki hiç gelmeyecektir. Gençler intihar ederler, yaşlılar etmezler çünkü.
Moruklar şunu yarattı:
Suriye, Irak, İran, Türkiye Kürtleri’nin kesin bölünmesi ve artı Kuzey Irak’ta Talabani-Barzani kesin bölünmesi. Bunu da tümüyle kendi şahsi iktidar hırsları için yaptılar.
Görüldüğü gibi panorama gayek açıkseçik ortada. Bir de, Başaran neler demiş, ona bakalım:
“10 kişilik bir ekibi yönettiğini söyleyen Berman kod adlı YDG-H üyesi şöyle diyordu: ‘Biz artık her şehirdeyiz.’ Berman geçen yıl İstanbul’daki üniversitesini bırakıp YDG-H’a katılmıştı. ‘Kendisini ve yoldaşlarını kendi kendine örgütlenen PKK sempatizanları’ olarak tarif ediyordu.
Dikkat buyurunuz: ‘Kendi kendine örgütlenen PKK sempatizanı.’
İşte bu kavram PKK’nin merkezden yönetmesi için zor ve muğlaktır.”
İlginç ama aşağı yukarı aynı şeyleri yazmış ama kendisiyle hemen hiç aynı düşüncesel noktada buluşmamışımızdır.
Devam:
“Ne demişti Baydemir: ‘İş, her iki tarafın da kontrolünden çıkıyor. Bu her iki tarafın da emin olun, istemediği bir gidişattır. Yani tasarlanmayan, düşünülmeyen, arzulanmayan bir ‘Suriyeleşme’ye doğru gidiyoruz. Onun için, hükümetin politikası her ne ise, örgütün politikası her ne idiyse, mutlaka, bir an önce bu gidişata bir son verilmeli. Bu çatışma, kontrol edilebilir olmaktan çıkıyor. Her iki taraf için de böyle.’”
Öncelikle şu:
Bu, bir suriyeleşme değil. Tam da türkiyeleşme. Tam da PKK’nin bilmeden istediği ve yarattığı şey. Kendisi de türkiye(li)leşti ayrıca. Üzüm üzüme baka baka kararıyor demek ki.
Ayrıca, bunu AKP yaratmadı, PKK ve HDP yarattı. HDP işi resmen imaja ve şekil yapmaya vurdu. Gençler imaj yutmazlar. HDP’nin son 3 aydır tümüyle kilitlendiği ortada. Apışıp kaldılar. Tek A planları vardı ve o da kaput oldu. Bu gençler, kendi yollarını kendileri açıyorlar ama yolu bitiremiyebilirler. Haa evet, ölüme kapı açıyorlar, olabilir. Başkası seni ölüme yollayacağına, sen kendini ölüme yollarsın.
Cengiz Çandar olsun, Ezgi Başaran olsun, hangi odakta saf tutmuş olursa olsun, gazetecilerin eksiği şu:
Ne yaşam pratikleri var, ne de gerçek savaş teorikleri. Bu yaşadığımız şeyler, tarihin çok bilinen bir momentidir, savaşın da öyle.  Sürpriz hiçbirşey yok ama onlar şok olup kaldılar.
İşte o nedenle gerçek entellektüel, ne kitlenin yanında yer alır, ne de iktidar seçkinlerinin. Özgür beyinli olarak, bilgisel yenilikçi olur. Öyle bozulmuş greyder gibi, yolun ortasına serilip kalmaz.
Hepsine geçmiş olsun. Tarihçenin istop etmiş bağırsakları açıldı, kültüre epeyi feçes bırakacak.
Churchill ne demişti?:
Size kan, ter ve gözyaşı vaad ediyorum.
Amin.
Ve den den.
Dipnot:
Felaketi bitirmenin bir yolu, onu hızlandırıp tüketmektir, orman yangını gibi, çığ gibi. Bir gelecekbilimci olarak bunu tercih ediyoruz.
Tecavüz kaçınılmaz ama zevk aldığımız falan da yok. Sabırlıyız yalnızca.
Gelecek hep gelir ve uzun sürer.

Yarının şafağı attı. O epeyi felaketli olsa da.

Salı, Ağustos 25, 2015

İbadet Olarak Ölüm



Bir hak mıdır?
Kuşkusuz öyledir.
İntihar da öyledir, ötenazi de öyledir.
Bu ölüm şöyle imiş:
"Bizi anlamalısınız. Ölüm bizim için çok heyecanlı bir şey. Hayattan bezdiğiniz için değil fakat yeni bir şey edinmek için ölüme yürürsünüz. Bu yepyeni bir ülkeyi bir yeri ziyaret etmek kadar heyecanlıdır. Olasılıklarla dolu yeni bir hayatın heyecanını yaşıyoruz."
Bunu, ibadet olarak ölümü seçen, Caynacı bir rahibe söylemiş ve konuyu aşmış.
İbadet olarak yaşam, bir tür spiritüalizm, bir tür animizm, bir tür panteizm olur; tuhaf olan şey, tersinin de öyle oluşudur. Bedenini de, ibadet babında kullanabilirsin, ölüm veya yaşam babında da.
Bu, İslam’ın Uzakdoğu Asya ile karşılaştığı dönemde oluşan tasavuufun da tosladığı bir duvar.
Nazım, Gazzali için şöyle diyor:
“Kavaklar pamuklayınca
kiraz gelir ardından
kavaklar pamukluyor Gazzali’de
görmüyor üstad baharın geldiğin
ölüme ibadeti bundandır”
Bu benim beynimdeki. Aslı da şu imiş:
“«Pamukladı mıydı kavaklar
                               kiraz gelir ardından.»
Kavaklar pamukluyor Gazalî'de,
fakat
görmüyor, üstat,
                 kirazın geldiğini.
Ölüme ibadeti bundandır.”
Sonra da kalkıp, ‘aslolan hayattır Hatçe’m der’ ve duvara duble toslar.
Çünkü:
“Yalaan, ölümden başkasıı yalaan”
... olmakta...
Ve şair feci çuvallamakta...
Bildiğini sandığı konuda, kendi ayak oyunuyla tuş olmakta...
Şerh:
Ölümsüzlüğün mümkün olduğu bir çağda bile ölüm, bir seçenek oldu çoktan. Örneğin, Hawking ve Gates ölümsüzlüğü reddetti.
Dönelim dine:
Tüm tek tanrılı dinlerde şehit olma var ve bu da bir ibadet olarak ölüm. Kafadan cennet durumu yani.
Ancak asıl konu şu:
“Hayattan bezdiğiniz için değil fakat yeni bir şey edinmek için ölüme yürürsünüz. Bu yepyeni bir ülkeyi bir yeri ziyaret etmek kadar heyecanlıdır.”
Yani:
Yaşam yeni bir şey öğretmez veya çok çok nadiren öğretir ama her ölüm öğretir.
İnsanlar, öğrendikleri herşeyi ölerek veya (büyük A ile) Acı çekerek öğrenirler. Kendi ölümün en büyük Acı’dır. (Bazıları için değildir, ayrı konu.)
Bu ölüm deneyimi adrenalini, paralı askerlerin konusu. Onlar ölmeden yaşayamıyorlar, bağımlısı olmuşlar o duygunun yani.
Bunu aksiyonla değil de, durarak yapmak, tam din konusu.
Zaten ölüm, en durgun halimizdir. En huzurlu, en açıkseçik.
Zamanında ergenler sormuştu:
Ölümden önce bir yaşam var mı?
Bir çağ yangınındayız. Standart biyografiler, artık kimseyi doyurmuyor, kimse artık onları yaşamaya kölecesine heveslenmiyor.
Dolayısıyla bu rahibenin söyledikleri, tarihçe momentine cuk oturmuş: Oyunu beğenmiyorsan, oyundan çıkarsın.
Çıkış:
İbadet olarak ölümün, faşizmin ve engizisyonun globalleştiği, yani duble kültürel ölümün globalleştiği bir döneme denk gelmesi raslantı değil.

Kitlesel ölüm arzusu histerisi de, bunun yan göstergeli olgularından biri durumunda.

Cuma, Ağustos 21, 2015

Belgeselci Wiseman

Altyazı dergisinin Ocak 2015 sayısında kendisiyle bir söyleşi yapılmış. Epeyi geçersiz saptamalarda bulunmuş. Bu metin, onun savlarını irdelemek için yazıldı.
Bir:
Kurmaca = belgesel
Demiş ama:
Kurmaca senaryo
Belgesel  ⊃x senaryo (çekim senaryosu kastedilmiyor)
İki:
Belgesel; ucuz, küçük ekiple çekiliyor, sinemadan anlayanlarla birlikte çalışılıyor, demiş.
Büyük ekipte sinemadan anlamayanların anlama olanağı artar ama belgesede çalışanların sinemaman anlaması için bir neden yok.
Artı, Herzog gibiler, hem kurmaca, hem de belgesel çekiyor.
İroni:
Onun kurmacaları belgesel gibi olurken, belgeselleri kurmaca gibi oluyor.
Üç:
Her sene 1 film yapıyormuş. Olabilir. Seçimdir. Daha azı da, daha çoğu da yapıldı.
Dört:
Öykülü, üstses yok, müzik yok.
Olabilir, seçimdir, tarzdır, üsluptur.
Belgesel = doğrudan anlatı(m)
Sanat = dolayım
Doğrudan sanat yok ama sanat belgesel var. Dolayımla, doğrudanlık daha kısa yoldar gitmek var. Çünkü zaten tüm sanat dilmeri dolayım, belgeselinkiler dahil.
Wiseman= nasıl
Flaherty = nasıl
Morris = ne ve az da nasıl, kişisl seçim babında
Dolayım = nasıl
Dolayım belgesel ≠ nasıl belgesel
Dolayım = anlatı metamorfozu ve soyutlama derecesi
Metamorfoz = nitelik
Metamorfoz ≠ nicelik (nicel değişimler, kendiliğinden nitel değişimler olsa da)
Beş:
Belgeselci, sinemacı, sanatçı; Atay’ın dediği gibi resmin içine kendini yerleştirir ama resmi de kendi içine yerleştirir, özellikle de burada belgesel tarihine. Wiseman’ın belgesel tarihi bilgisi ve belgeselci öz-bilinci çok çok eksik.
Bu da, eleştirmenlerin neden yönetmenlerden daha çok film seyrettiğini açımlıyor.

Bir savda bulunduğunda, onun resmi de sende olacak, o resimde sen de olacaksın.

Çarşamba, Ağustos 19, 2015

İslam'ın Genleri

Bu ne demek?
Bilimdışılık demek.
Akıldışılık demek.
Sürüye dezenformasyon demek.
Bir haber:
“Bugün, İslâm’ın genleriyle ve Müslüman coğrafyanın fay hatlarıyla oynanmaktadır.”
Bunu Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez söylemiş. Hesapça kendi de bilimci.
İslam’ın genleri olmaz, canlıların genleri olur.
Din kültürel bir şeydir, biyolojik değil.
Ayrıca:
Cihat, İslam’da tanımlı değil mi?
Yani:
Şiddet, İslam’da içersenmiş değil mi?
Yani:
IŞİD İslam’da tanımlı değil mi?
Yani:
Katl-i vacip yok mu?

Takıyyelerini kendilerine saklasınlar...

Salı, Ağustos 18, 2015

Duble Genel Seçim Yılı 2015



2015, 92 yıllık Cumhuriyet tarihinde, aynı yıl 2 genel seçim olan ilk yıl olarak tarihe geçecek gibi.
Aynı zamanda 2015; 2014 yerel, 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin dahil edilmesiyle, 21 ayda 4 seçim olan tek dönem olarak tarihe geçecek gibi.
17 Aralık 2013’te fiilen 1. Cumhuriyet bitti. Bu süreç, onun ardından geldi. Bir süreksizliğin üzerine, 4 seçim ile başka bir süreksizlik eklendi.
2. Cumhuriyet söylemi, 1960 darbesinden beridir var. 2. Cumhuriyet hala yok.
3 darbe ve üzerine 3 liberalizm, 55 yılda Cumhuriyet’i bitirdi ama 2. Cumhuriyet için ortada referans yok. Olsa da, onu yapacak iktidar seçkini odağı veya odakları yok.
Bu 4 seçim süreci; 1946-2015 arasındaki çok partili seçimli demokrasi oyununun bizde işlemediğini kanıtladı fiilen:
Başkanlık sistemi var mı yok mu, merkez var mı yok mu, gerçek katılım ve hile oranı, % 35 kararsızdan % 20’si MHP-HDP arasında seçecek simgesel durumu, son 2 haftada partisine karar verecekler durumu, 4 sağ parti, kronik satılık oy, ithal muhafazakar-liberal ayırtsızlığı dizisi, çok absürd bir panorama yarattı. Not: AB’de bu biraz daha farklı oluştu, yani bu alanda özgün oluşumlarımız var.
2015, 1980 momentli neo-global neo-liberal akımın iflas yılı da oldu. 2015, AB’nin olası bitiş yılı da oldu. 2015, Arap Baharı’nın ve BOP’in bitiş yılı da oldu. 2015, 4 parçalı Kürdistan’ın kesinleşme yılı da oldu. 2015, emperyalist (kendisi parçalanma riski taşıyan) TC’nin Batı dünyasınca olabilirliğniin görüldüğü yıl da oldu.
Çok fazla değişim. Çok fazla hemen hiç denetlenemeyen etken. Dinamik bir durum ama dinamizm yerine, kaos ve kargaşa. TC, koskoca bir burgacın ortasında.
2015, istatistiklerin inanılmaz derecede kesinleştiği ve işlediği yıl da oldu. Olan hiçbirşey, çok çok sürpriz değil ama geleceğin vadesi kısalmış oldu yalnızca.
Yani, felaket oluşumu hızlandı ve bitişi kısaldı. Yani, eğer olacaksa 2. Cumhuriyet için yer ve hacim açıldı.
Bunu yaratanlar da, onu yarattıklarını hiç bilemediler.
Tahminim:
Global:
2015-2022, geçiş dönemi; 2022-2029, asıl kriz dönemi.
TC’sel:
2015-2023 Fetret, 2023’tek asıl felaketi burunlayacak bir felaket ve ciddi oyun kadrosu oluşumu olanağı.
Gerisi, Çinliler’in dediği gibi:

Heyecanlı zamanlara hoşgeldiniz.

Pazartesi, Ağustos 17, 2015

Mars'ta Bir Antropolog



Bunun mecaz olarak 3 anlamı olabilir:
Bir:
Bu terimi kendi için icat edip kullanan otistik hanımın durumu. Bunu, hem Oliver Sacks’e, hem de Errol Morris’e gayet güzel anlatmış.
İki:
Levi-Strauss gibi antropolog birini Mars’a koysan, diyelim onu Mars’taki kolonici insanların arasında çalıştırsanki durumu olur.
Üç:
Asıl kastedilen ki o da aslında Dünya’da bir marslıbilimcininki gibidir.
Artı:
Dört:

Bazı otistiklerin / Asperger’lilerin / katatoniklerin durumu, her biri ayrı ayrı olmak üzere, bunların dışında kalır. Yani, eğer bulabilmişse, her otistiğin kendi çözümü farklıdır. Ki bu da, ne Mars’taki antropoloğun, ne de Dünya’daki marslıbilimcinin durumu gibi olmayabilir.

En Kısa Viral Video



Hapşıran bebek panda (16 saniye):
15.08.15 ve TSİ 10:49 itibarıyla, Youtube’da 218.143.188 kez tıklanmış.
Yüklenme zamanı 6 Kasım 2006 ve o, bunu ilk viral videolardan biri yapıyor.
Ki rahatlıkla vine videoya dek kısaltılabilir, çünük anafikri yalnızca 1 saniye (spoiler).
Reklam için, ‘LJM Productions Pty. Ltd.,/Wild Candy Pty. Ltd. Authentic t-shirts’ tarafından kullanılmış ama çeken belli değil. Hapşırma sesi efektli, pandalar öyle hapşırmaz, gürültü eklenmiş insan hapşırması o.
Videonun geçtiği mekanın ülkesi veya kenti belli değil. Hayvanat bahçesi olduğu belli.
Bilgi kaynağı:

Çarşamba, Ağustos 12, 2015

Rin Tin Tin Google

Rin Tin Tin, Red Kit çizgiromanındaki ironik köpek tiplemesidir:
Kafasına taş düştükten 2 saat sonra ahlar.
Google da öyle olmuş:
“Google Will No Longer Build Driverless Cars”
Yani:
Sürücüsüz araba alanından çıkıyormuş Google.
Eh, intikal geç olsun, temiz olsun.
Yahu, sürücüsüz araba için 1 katrilyon dolarlık zeki yol altyapısı gerekir. İnsan, azıcık trenlerin evriminden feyz alır.
Tabii burada sorun, internete bedava kitap yükleme projesinde olduğu gibi, kene-tenya ABD şirketlerinin, Google’ın önünü kesmesi nedeni. Beleş de olsa, birinin gelirini kestin mi, seni öldürtür Yankiler’de.
Peki Google, ne yapabilir?
Robot alanına girer ama yaptığı gibi askeri alanda değil. Gerontolojik ve androit robotlar alanına girer. Bu konuda çok geride ama kendisinde 2 milyar kişilik bir bedavaya geri besleme temin eden bir kullanıcı kadrosu var. Sıçraya sıçraya ilerler. Pek pek 5 yılda yetişir ileridekilere.
Devamında, giyilebilir bilgisayar ve akıllı gözlük / saat projeleri de gereksiz.
Ad absurdum:
Bunlar olsun diyelim, da ne işe yarayacaklar?
El kadar muazzam bilgisayarlar oldu da, ne oldu?
Milletn başı göğe falan mı erdi?
Selfi çekip, internete yüklemekten başka, hiçbir halt yemedi 7 milyar kişi.
Teknolojinin 2015-2050 geleceği şudur:
Yapılmamış olanı bulacaksın.
Düşünülmemiş olanı düşüneceksin.
Onu uygulanabilir kılacaksın.
Sonuç, işlevsel olacak, kültürel ve bilimsel olarak. Bir yerden gelip, bir yerlere gidecek ve varacak.
Birincisini onaylamasak da, Gates’in suçiçeğini silme projesi gibi, Allen’ın uzay projeleri gibi.
Bu Dünya’nın en büyük pazarı artık yaşlılar.
Onlara ne gerekli?
Robot, ölümsüzlük, androit, genetik.
Sanıldığının tersine bu alanlar, pratikte 0 üretimli durumda. Potansiyelinin milyonda birinde falan yani.
Sürücüsüz araba yerine, bakıcı-robot-yapay zeka araba üretin yani. Ekzoskeletonun araba versiyonu gibi düşünülsün.
Ve:
Artık lütfen beyin protezi üretin. Bu iş, askeri alandan çıkarılsın.
% 15 yaşlının % 50’si bunak yahu. 2 milyar kişi x % 15 x % 50 = 150 milyon kişi yahu. Hazır pazar yahu.
Google Translate’i üreten şirket, tüm duyu-dillerin yapayını üretebilir demektir. Örneğin, yaşlının sesini kaydedip, o konuşamayınca, o düşünürken konuşan makine-yazılım yapın yahu.

Rin Tin Tin olmayı bırak artık Google.

Google Alfabe'ye Başlıyor

Şöyle bir haber mevcut:
“Teknoloji devi Google, faaliyetlerini ‘Alphabet’ (Alfabe) adıyla kurduğu yeni şirket altında toplayacağını duyurdu.
Google üst yöneticisi ve kurucu ortağı Larry Page, yaptığı açıklamada, yeni şirketin isminin ‘Alphabet’ olduğunu ve kendisinin de bu yeni şirketin üst yöneticisi olduğunu açıkladı. Page, Google'ın diğer kurucu ortağı Sergey Brin'in ise, yeni şirketin başkanı olacağını söyledi.”
Bu, bir merkezileşme.
Dünya’nın en desentralize şirketinin regresif evrimine bakın bir.
20 yıllık CEO’lar emekli olurlar, bunlar aile şirketi olmuş, beşinci kuşak da şirketi yönetir artık.
Bu moment bize, Google’ın artık ‘trend’ / değişim rüzgarlarının dışına, emin sulara yol almak istediğini imliyor.
Ki bu da, inişin başlangıcı demektir işletmecilik açısından bakılınca.
Devletler de çok büyüdüğü için batar, şirketler de çok büyüdüğü için batar. Bu tekelleşmenin etkisi değildir, bir noktadan sonraki büyüklük niceliklerinde şirketler, yönetilemez niteliğe geçerler. Devletler de öyle. Çünkü iç-iletişim / iç-temas kalmaz ortada. Kim kime dum duma, olur. Bunun ilacı da, daha çok merkezilik değildir, hiç olamamıştır da.
Hiyerarşisiz koordanisyonu düşünebilirlerdi ama çoktan düşünüp, deneyip, becerememişler demek ki. Ya da beğenmemişler.
Eh, istediğin kadar Dünya’nın 1 nosu ol, istediğin denli teknoloji devi ol, istediğin denli yenilikçi geçin, sonunda dönüp dolanıp varacağın yer bu oluyor işte: En başa, işin Alfabe’sine.
Oysa Google, 2 şeyi birden yapabilirdi:
Bir: Google gözlük gibi geyikleri bırakmak.
İki: 10 dev şirketini bir çeşit desentralize etmek.
Demek ki birileri Page’den ve Brin’den habersiz davranıp, onlara sıkı kazık atmış.

Yakında çıkar kokusu.

Pazartesi, Ağustos 10, 2015

Avrupa, Sen Ölüsün



Bunu Trier söyler. ‘Avrupa’ filminin finalinde.
Max von Sydow’un sesiyle. Yönetmen olarak.
1990’da. Evet, 1990’da henüz.
Hipnozda, uykuda, ölü.
Doğrusu:
Şiddette ve savaşta diri, şiddetsizlikte ve barışta, ölü.
Şerh:
AB, son 500 yıldır içeride / kendine karşı barbar bir kıta değildir üstelik.
Devam:
1999’da Minc, 1995 momenti için AB’nin ‘Yeni Orta Çağ’ını tanımlar. Ki bu da bir ölülüktür.
Zihnin ölümü olarak delilik olarak AB delidir, hem de barışla delidir (göçmenler nedeniyle ve şimdi neo-foşizm proto’sunda o zaman).
 Öyle olması gerekmediği halde, 1920’den 2015’e dek hep faşisttir. Bunun koloniyalizmin tükenmişliği nedeniyle ve sonucuyla olduğu kanısındayız. Kendini kenid eliyle bitirip, kendi eski kolonisi ABD’yi yükseltip, üstüne bir de başına yeni kolonici yapmak, böyle bir süreç dizisi yarattı gibi. Faşizm de en has kültürel deliliklerdendir.
Hipnozda ve uykuda olan orta burjuvazidir. Ölümcül sonucu yaratan da o ayırtsızlıktır. Sonu da ölümdür. Artık AB orta burjuvazisi yok. Cüzdanı sağdayken solcu olup, cüzdanı solda olunca sağcı olan feleği şaşmışlar var.
AB’ye 2015-2005 için 60-70 milyon göçmen gerekli. 1960-2015 içinki 20 milyon göçmen deneyimi belli. Bu durumda, slaktivist AB orta burjuvaları, göçmenlere kendi kanlarını çiriyorlar, kendi etlerini yediriyorlar, ülkelerininki de. İspanya İç Savaşı’ndaki Koestler’in durumuna düşüyorlar. TC’de ise, Gün Zileli’nin anılarında kendi anlattığı üzere, 1980’den önce gecekondularını yaptığı ve o sırada onların yan gelip yattığı eski-köylü lümpen proleterlerin, 1980 sonrasında onları askere ihbar etme ve işkenceye yollama durumu var. O zamanki durumuyla bu da bir feleği şaşmışlık.
Bu durumda ara şerh.
TC, sen Tanzimat’tan beridirki AB’ciliğinle bir ölüsün ama alternatifin de yok.
Devam:
ABD’nin 2001’den beridirki kendini yok etme süreci düşünülünce, bunun tüm makro kültürlerin sonu olması genellemesi işliyor gbi.
Yani:

ABD, sen de artık bir ölüsün ama seni gömmeye çok var. AB’yi ise, tarihe gömdük çoktan.

Cumartesi, Ağustos 08, 2015

Savaş ve Bağımsız Kürdistan Hedefi: Düşmedim Daha: Belki Lili Marlene



1983 Ağustos’tan beridir, yani PKK’nin ve Kürtler’in son yarattığı iç savaştan başlatılmadan önceden beridir, aynı şeyi söylüyoruz:
Kürtler TC’den bağımsız bir devlet kurmak istiyorlar.
Buna nasıl eminiz bu kadar?
Çünkü bize kendileri anlattı, Gayrettepe’de ve Selimiye’de.
Bugüne kadarki son 32 yılda, 4 kere, bu fırsatı yakaladıklarını sandılar ve her kezinde mikro konjonktür değişti, olanağı ellerinden kaçırdılar.
Hal böyleyken, omo beyazı abimiz ne demiş?:
“Son haftalarda yaşananlar; bir ‘eskiye dönüş’ mü, yoksa yeni ve daha karmaşık bir denklemin içinde miyiz? Sorulabilecek çok fazla soru var. Ne olursa olsun; ‘silahın bir araç olarak kullanımını’ izah etmek, giderek, daha da güçleşiyor.”
Öncelikle şu:
Çözüm süreci bar aldatmaca idi. Tıpkı AKP’nin diğer polemikleri, AB, ŞİÖ, Avrasyacılık, şu bu gibi.
AKP bir ABD-Yanki projesiydi ama alaturka kıvırtmaları çok tipikti. Özal-ANAP da, konuyla ilgili farklı davranmamıştı.
Abimiz, bunları bilmez mi?
Biliir ama bilmezden, görmezden ve yazmazdan gelir. Nedense, kendisine verilen suflelerin değiştiğine bile ayamıyor henüz.
1983’te de Irak, İran, TC Kürdistan’ları sorunu vardı ki Talabani-Barzani proto-feodal aşiret-familya savaşı, yüzyıldan uzun süredir var zaten. Son 5-10 yılın yeni parametresi Suriye oldu yalnızca. Böylelikle ABD, Kürt vitesini üçken dörtledi yalnızca (bakınız: ‘ABD’nin Kürt Kartı’ kitabı).
Çözüm süreci, madden ve manen kimsenin işine yaramıyor (idi).
PKK üzerinden, hatta IRA-ETA-PKK işbirliği üzerinden,  1984-2004 arasında, PKK’nin Dev-Sol’un bir tayfasından söke söke aldığı, AB uyuşturucu pazarı (ki o zamanlar yılda, Dünya = 900 / 3 = AB = 300 milyar dolar idi) var. % 10’u 30 milyar dolar ve 3 milyon kişiye ekmek kapısı demek bu, topraksız köylüye, vasıfsız-altıya, ümmiye, kent talancısı ve yağmacısı 3 milyon köyü yakılmışa ve TC’sel zorunlu iskana sürülmüşe... Ve 1 milyon Çingene’ye ve 1 milyon Afrikalı’ya ve en son da 1 milyon Suriyeli’ye: Global jenftirikasyon budur.
(Şerh: Fakir Baykurt ilginç bir örnek anlatır: Burjuvazi, köylülere yeraltından su çıkartır. Su acı çıkar. Toprak daha beter olur. Burjuvazi toprağı satın alır. Acı su kuyusunu betonlar. Tatlı su çıkartır ve köşeyi döner. Ne kadar tanıdık bir öykü, değil mi?)
Şu an bunun yerini insan kaçakçılığı ve sigara kaçakçılığı ladı. Onların da yıllık pazarları belli.
Bunların olabilmesi için, düşmanların işbirliği ve sınırların ihlal edilebilmesi gerekli ki o da barış değil, savaş demek zaten. Savaş ekonomisi demek, savaştaki negatif işsizlik (< % 3) demek (bunu bana rahmetli Demir Demirgil öğretmişti, Tansu’cuğumuzun da hocaşıd kendisi).
E, bunun için de savaş gerek.
Eh, iktidar sekinlerinden olan (her 2 tarafsal da) ordu için de savaş gerekli, çünkü savaşı unutuyorlar savaşmayınca ki bakınız 2010-2015 PKK’si gibi. IŞİD, onları 2015 başında feci ezdi geçti. Şimdi de, İran Kandil’de öyle yapıyor ve Talabani atına oynuyor, hep yaptığı gibi. Barzani ve Talabani tarafları ise, 25 yıldır savaşı unuttu.
O nedenle, ne oluyor?
TC TSK’sinin başına yavaş yavaş 1993 elemanları getiriliyor. Yakında, Ağar’ı da yeniden bakan olarak görebiliriz pekala. (Ben de bana DAL’da işkence yapan ve şu anda içeride olan Doktor ile oturup durumu tartışırım, ‘Balkan Cafe’de oludğu gibi)
Boşluğu IŞİD doldurdu, hem de öncüllerine yeni şerhler ekleyerek. PKK, TC’yi korkuttu ama IŞİD, PKK’yi korkudan altına ettirdi, savaşa / Kobani’ye giremediler bile, askerlerini geride tuttular. (TC’de Niyazi çok, o yüzden pek aldırmadılar telefata ama PKK’nin elemanı sınırlı ve sonlu sayıda ve onlar da en az 10 yılda bu işi, yani savaşmayı öğrenebiliyorlar.)
Tabii ki bu savaş-barış gelgitlerinin ve oyunlarının olabilmesi için, konjonktürel altyapı da gerekli idi:
AB kendi poposunun derdinde, ABD başkanlık yarışında. Rusya ve Çin, global hegemoni ısınma turlarında. Dolayısıyla, ortamın böyel küçüklere kalmasının nedeni bu. Eh, onların da aklı ve gücü, bu kadarına yetiyor ancak. Örneğin Suruç’ta, 30 küsur yerine, 300 küsur kişi ölmüş olabilirdi.
Şerh:
Burada, 30 kişilik ölümün 300 kişilik ölümden, medya geştaltı olarak daha etkili olabilme durumu var, örneğin genç ölümü ile HDP mitingi taraftarı ölümü arasında, kitlesel algısal ve etkisel farklılık var.
Yani:
Eskiye dönüş falan yok: Cehennemde sigara molası olabildi yalnızca: Bokun içine başaşağı alalım sizleri yeniden lütfen: 5. kere ve melokomikleşmiş olarak.
Soru kipi:
TC Kürt’leri, TC’den ayrılabilir mi?
Artık zor.
Hele hele, diğer 3 gruba galebe çalmaları ve büyük Kürdistan’ı kurmaları, aşağı yukarı imkansız gibi. En yakın aday, fiilen Barzani ama o da fikren en zayıf odak ki o noktaya getirilmesinin nedeni de bu: Kolay yönetilebiliyor ve kolay taraf değiştiriyor.
Bu durumda kakafoni ve dekreşendo olur ama özgün kaotik fraktal örüntüleri oluşur ki her 10 yılda bir de yöle lodu.
Eh, bir entelejensiya değil de, entellektüel olarak bizim işimiz, durumu nesnel yorumlamak ve enformasyonizasyon yapmak, dezenformasyonizasyon değil. Onu omo beyazı abilerimiz yapıyor zaten gönüllü gönüllü, kul kul.
Dipnot 1:
Bu metin için, fonda Ceylan Ertem’den ‘Düşmedim Daha’ geldi okurlarım için.



Dipnot 2:
Yani:
Fassbinder’in sentimental faşizmine ilk şerh, sentimental engizisyon ve sonra da ikisinin 10 diyalektiği, sentezi, dekadansı ve praksisi olarak bendenizden gelmiş olsun.
Dipnot 3:
Bildiğim ve yazdığım kadarıyla, bunu savaş alanından naklen ve ‘Lili Marlene’ estetiko-politiğinde, tarihte yazan ilk kişi benim. Salam Pax yok şmdi ve burada, İstanbul = ‘Shit-Will-Age’den ‘Domuz Salamı’ bildiriyor var. Umay Umay’ın ‘Orospu Kırmızı’sı var.
Dipnot 4:
Ertem, ne yaptığını biliyor ve bundan gururlu ve kibirli ama yapamadıklarını henüz bilmiyor, çünkü onun alanında rakibi yok. Oysa bir sanatçı, yapamadıklarını da bilir, Bosch-Bruegel-Dührer başustasal engizisyon deparından beridir böyledir bu. Ustaları sollamak muhakkak gereklidir ama bunu yapmak zordur, çok çok zordur.
Dipnot 5:
Uçurum dağından daha düzdür vadi (Ertem’in şarkısı öyle diyor), göçerler ise düzlükte ve aşkta yaşayamazlar. Yani, bazıları benim gibi, savaş, ölüm, delilik, engizisyon ve faşizm insanıdır, çünkü zehiri çok yuttuk ve artık onsuz olamayız, öyle olmasaydı da ölmüştük, paralı askerler gibi: Savaşmak için savaşıyoruz, taa ki son ve kalıcı barışı getirecek son savaşa dek. Ona ise, daha en az 500 yıl  var.
Dipnot 6:
Yani:
Kaçın.
Veya:
Ölün.
Veya:
Tuvalet-zımpara kağıdı olun.
Veya:
İsrail’i kurun.
Veya:
Kalın ve savaşın. Benim gibi. Dost ateşinizi sevmem, benim dost ateşim de öldürür dedesi. Doğrudan öldürmek için vururum çünkü. Yasımı sonra tutarım, kendi ölümlerimde yaptığım gibi.
2. Cumhuriyet, bir gün mutlaka.
Acelesi yok.

Gelecek hep gelir ve uzun sürer.

Cuma, Ağustos 07, 2015

IŞİD x Yapay Zeka

Dünya’nın süper bilgisayarlarının önemli bir bölümü askerlerin elindedir, en pahalı yazılımlar da öyledir, tüm ülkelerde böyledir ama TC için öyle olduğunu sanmıyoruz, bizimkiler Nuh-u nebiden kalma strateji kitapları kullanıyorlar çünkü, 50 yıl eskiliğinde falan, o kadar yani.
İşte uyanık pentagon, başedemediği IŞİD’e karşı öyle bir program kullanmış ve şu sonuçlara varmış:
Bir:
“Paulo Shakarian BBC'ye yaptığı açıklamada, ‘Çok fazla hava saldırısı düzenlendiğinde, çok sayıda piyadeyle düzenlenen eylemlerden, yol kenarına bırakılan bombalara geçiyorlar’ dedi.”
Araştırmacılar ayrıca, IŞİD'in çok sayıda piyadeyle düzenlediği operasyonlardan önce, bomba yüklü araç kullanımının arttığını tespit etti.
Shakarian, ‘İki olgu arasında böyle bir ilişki olduğuna inanıyoruz çünkü Irak Ordusu'ndan takviyelerin başkent Bağdat dışına çıkmasını önlemek istiyorlar’ dedi.”
En önemlisi şu, bu konuda:
Pentagon, konuya kafasının tek başına basmadığını baştan ve kendi itiraf etmiş olmuş ve biz bunu hep söyledik.
11 Eylül 2001’de de öyle olmuştu. Pentagon patentli bizim emekli generaller ise, canlı yayında ‘aa, üü, ee’ sesleri çıkarmışlardı.
Burada da, 1 ve 2 ilintili gibi de, 2 ve 3 değil gibi. Birinci bomba patlayınca, sivillerin olsun, askerlerin olsun, ortalıkta dolaşması ve harekat alanı kısıtlanmış oluyor, Bağdat’tan dışarı çıkması değil, o adamlar oraya sıkışıp kalmış değil ki muhasara altında kalsınlar orada.
İki:
“Araştırmacıları başta şaşırtan bir bulgu da, Suriye Ordusu'nun hava saldırılarından sonra IŞİD'in yaptığı tutuklamalarda büyük bir artış olması.
Shakarian şu anda bunun hava saldırılarında rol oynamış olabilecek Suriye istihbaratı ajanlarını temizlemek için, bir misilleme olabileceğine inandıklarını kaydetti.”
Boş atıp dolu tutmak yönünde bir davranış bu bizcesi. IŞİD’in sivil sağ kalması gibi bir kaygısı yok. Kuru yerine yaşı yakabilirler rahatça yani.
“Quintana ‘Ordular çok miktarda bilgiye sahip. Bu bilgileri daha kullanışlı ve sindirilebilir bir formata dönüştürme yoluna ihtiyaç duyuyorlar. Bu tür analizler de kesinlikle bunu yapmanın bir yöntemi’ dedi.”
Ahan da, itirafa bakar mısınız?
Bilgi açısından, ‘midem dolu ama karnım aç’ demenin tam karşılığı olmakta bu.
Sorun şudur oysa:
Savaş dahil, her türden kültürolojik veri tabanının % 95-99’u anlamsızdır zaten. Aynı göstergeler, bazan anlamlı, bazan anlamsızdır (burada hileden söz edilmiyor, belirsizlikten ve amaçsızlıktan, hatta genelde ne yaptığı bilmemekten söz ediliyor). Yani, o  verileri zaten insanlar taramak ve ayıklamak zorunda, bilgisayarlar veya yapay zekalar değil.
ABD şunu öğrenmeli:
Kendisi askersiz ve insansız savaşı beceremedi ama karşı taraf silahsız savaşı becerdi. Yani ABD, 2 kere becerildi, kendi elleriyle.

Gelecekbilimci acı söyler.

Umberto Eco ve Orta Çağ İçin Şerhler

Önnot:
Yazmayı şehvetle seven biriyim ama son zamanlarda bu denli ‘daha tasarlarken bile hazdan uçtuğum’ az metin yaşadım ve yazdım.
+
Eco’nun Türkçe’ye çevrilen, devasa hacimli bir Orta Çağ derlemesi kitabı ve oraya editör olarak yazdığı derleyici bir metni var.
Kitabı 2-3 kere okudum. Bir şeyler yanlştı. Ancak 1 küsur yıl sonra jetonum dşütü. İşte bu metin, o jetonlardır.
+
Eco, Orta Çağ’ı kavramamış. ‘Gülün Adı’ romanı ve uzman bir göstergebilim yazarı olarak, burayı ıskalaması çok tuhafıma gitti.
Sonra anladım:
Eco bir İtalyan.
İtalya, bir rönesans ülkesi genelgeçer söylemde ki bu onları Orta Çağ konusunda ofsaytta bırakıyor.
AB’de 4 engizisyon ve 4 rönesans var bu daha önceki genelegeçer söylemdeki gibi neden-sonuç ilintili zamansal ardışıklıklar içermiyor.
Birinci engizisyon Fransa 11. Yüzyıl tarihli.
Neden?
Roma çöktü. Sonraki tarihsel yükseliş döneminde, 400 yıl sonra, ilk AB devleti prototipi Fransa’da kuruldu. İlk premature-sayılan (ama tam-tanımlı sayılmayan) rönesans da orada oldu, 800 gibi Şarlman zamanında gibi.
Ancak Fransa, tüm protestanlarını katletmesine karşın, o olay engizisyon olarak kayda geçmemiş, yalnızca bir iç-iktidar kavgası olarak kayda geçmiş gibi.
Ara şerh:
Yani, hala engizisyon-rönesans eşlenikliği tarihi yeniden yeniden yazılacak.
Taa 20. Yüzyıl’a gelirsek, geç merkezi devlet ve geç koloniyalist olan İtalya’da, ancak 1940’ta Papa İtalya’daki Museviler’i Hitler’e gizli teslim ederek, bir engizisyon becerebilidi. 1500’de Museviler üzerinde İspanya’dakinin onda biri bir zulüm oldu İtalya’da.
Haa, evet:
Engizisyonu becermek de zor, rönesansı becermek de.
40 ülke, 1.600 rönesans-engizisyon ikilisi eder ama elde yalnızca 8 tane var: %o 5 oranda etmekte yalnızca ve yalnızca.
Artı:
Eco’nun hesaba katmadığı şu:
İslam Ön Asya’da 11. Yüzyıl’da (yani Fransa ile eşzamanlı olarak) hem engizisyon, hem de rönesans yaşadı, aynı yerde ve aynı zamanda, aynı kişide, İbn-Sina ile diyelim:
Adamı hem içeri attılar, hem vezir yaptılar. O da dedi ki:
“Ben ülkesizim, demedim, beni barındıracak ülke bulamadım.”
Bu Müslüman ve doğulu İbn-i sina, tıp kitabı batı biliminin beşiği olan AB ülkelerinde, 1000-1900 arasındaki 900 yıl boyunca okutulan bir adam olmakta.
Eco bir bilimci, bir insan-bilimci ama bir bilimci. Bunları hesaba katması gerekirdi. (Orta Çağ ile ilintili kitap, 2010 sonrası momentli.)
Sonra, boynuzun kulağı geçmesi gerekirdi.
Eh, Bloch’u geçmek tabii ki sıkar. Braudel’den başlayarak tüm bir Annales Okulu’nun tüm evreleri ve artı Dünya Sistemici’ler bile, onu henüz bazı noktalarda hala aşamadılar.
Hele hele Gustav le Goff nezdinde simgeleşen, Orta Çağ ile ilintili Fransızca’sal yeni uzmanlık alanı, ona rakip bile olamadı açıkçası.
Ve Eco, bunlardan da geriye düşüyor:
200 İtalyan yazarı, tek bir Bloch’a karşı epistemik olarak, ondan 70 yıl sonra tuş oluyor. Eco dahil.
Artı:
Fransızlar süslü lafı sever, en sade sözlüsü bile.
Ancak (ki bu, çeviriden de olabilir) İtalyanlar süslü sözden de tuhaf bir noktadalar:
Konuya doğrudan asimptotik dalıyorlar ve sonra ıskalayıp, teğet bile geçemeden, aykırı kalıp, epistemik açıdan uçup gidiyorlar. Yani, hedefi görmeleri doğru ama vurmaları yapyanlış.
Neden?
İtalyanlar’ın elinde binlerce elyazması belge yok çünkü. Şarlman döneminde bir rahip, tek başına tüm AB’deki tüm elyazmalarını kopyalatmak gibi, çağları aşan dahilikte bir davranış eylemiş çünkü.
Fransızlar belgeden bilgi çıkaramıyorlar, İtalyanlar belgesizken bilgisiz kalıyorlar.
(Hakaretime bakar mısınız?)
Gelelim asıl Eco’nun epistemik şahsına:
Aquinolu Thomas hakkındaki metniyle onun epistemik bir dahi olduğunu düşünmüşlüğüm var. Ancak, epeyi kez de eksi bilgili ve eksi zekalı olduğunu düşünmüşlüğüm var.
Örneğin, ancak son cümlesindd İstanbul’un görünebildiği, bir İstanbul metni var ki berbat. Tam bir göstergebilim faciası. Yalan söylem. Bilmediği konuda yazma edimi. Şu bu.
Tamam parayla metin yayınlat ama daha önce yazdığın ve onayladığın metinleri sat bilader. Hani İstanbul konusu, dış kapının mandalı bir konu değil ki.
Çıkış ve bam teli babında:
Eco’nun derleme kitabında, Fransa 500-800 var ama İtalya, Roma’yı yıkan barbarların İtalya’sı 500-1000 yok, ucundan kıyısından kırıntıyla var yalnızca diyelim ya da.
Yapılacak şey midir bu?
Önesürdüğün ve yarıştığın konuda epistemik açıdan boş küme kalmak?
Dipnot:

Bu metin, 1 küsur yıllık gecikmeyle yazıldı. Beynimin kıyısında bir yerlerde, içimi karıncalayıp duruyordu epeyidir. Oh be. Kurtuldum ondan sonunda.