HDP,
batı ve doğu olarak 40 + 40 = 80 oldu. Yani, % 6,5 + % 6,5 = % 13 oldu. Bunu ben
değil, onlardan biri söyledi. (O röportajı internette yeniden bulamadım ama
başka link buldum.)
“HDP
İstanbul Milletvekili Levent Tüzel’in Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun bakanlık
teklifini reddetmesinin ardından gözler, mektup giden diğer iki HDP’liye
çevrildi.
Cumhuriyet’in
haberine göre, HDP İzmir Milletvekili Müslüm Doğan, kendisinin ve Ali Haydar
Konca’nın HDP MYK kararı doğrultusunda geçici hükümette yer alacaklarını
açıkladı.
Doğan, ‘Bu
anayasal bir zorunluluk. Şuanda bir uzlaşı kültürüne ihtiyaç var. Barışın biran
önce egemen kılınması gerekiyor. Geleceğe yönelik kaygılarımız var. Bir
uzlaşmayı gerçekleştirmek için böyle bir katılım doğrudur’ dedi.”
Hayır,
bu anayasal bir zorunluluk değil, yalnızca teamül. Bu durum, TC tarihinde ilk kez
oluyor ve bir teamül yok bu konuda. CHP ve MHP redleri ile Anayasayı’yı falan
çiğnemedi ama Doğan bunu önesürmüş olmuş. Demek istediği aslında şu:
Ben,
partinin kuluyum. Bireyim yok.
Ama 1
kişi, parti kararına ‘hayır’ dedi. Tabii ki BDP kanadından biri. HDP, CHP’nin 1
ve yalnız 1 kereliğine yaptığını yapıp, ön seçim bile yapamadı.
Ne
yapacaksınız beyler?
Kasım
2015 için onu yine listeye alacak mısınız?
Buna
diğerleri ne diyecek, özellikle de bakanlığı kabul edenler?
1960
doğumluyum. 24 yıl eğitim aldım. Lisansüstü mezunuyum. 28 yıldır seyyar
satıcıyım. Bu durumum ve artı zekat keçisi taklidim nedeniyle, lümpen
proleterya olumsuz davranışlarını bana sergiler hep.
Yine
öyle oldu:
Olay,
27.08.15 21:17 itibarıyla vuku buldu.
Birinci
kasada güvenlikçi vardı. Kendi kendine 5 parçalık olanları, kasasına devat
ediyordu espri yapıyordu kendince. Ben ona yönelince sırıttı ve kasadan kalktı.
İkinci
kasaya geçtim. Kasiyer vardı. Beni görünce, acilen üçüncü kasaya pas etti ve
kasadan kaçtı.
Üçüncü
kasada yine güvenlikçi vardı. 2,99 liralık çekirdeksiz üzümden az aldığım için,
avucumda uzattığım bozuk paralardan 1 lirayı çekti aldı, benimle konuşmaya
tenezzül etmedi. Kasa fişi de vermedi.
Ben bu
arkadaşların kovulmasını istemiyorum. Ancak, haftanın 7 günü Beyoğlu’ndayım. Bu
metni yazdığımı gidip onlara söyleyeceğim.
Ben
yalnızca insan olmalarının, zenginlerin kapıkulluğunu yapmamalarını,
emekçiliklerine öz-saygı duymalarını umuyorum. Sosyalist olmadım hiç,
oto-anarşistim. (Paranın otoritesini tanımam, tanısaydım, banka soyan müdür
olurdum, eğitimim o, BÜ İşletme 1987 mezunuyum çünkü, uzmanlığım da ticari
banka bilançosu.)
Bu
metin, er vyea geç idarecilerin dikkatini çeker, çünkü sosyal medyayı
izlediklerini biliyorum. Dava açmaktan o o çocukları kovmaya değişen tüm
yelpazedeki davranışlardan herhangi birini yapsalar şaşmam.
‘Shit-Will-Age
İstanbul’, bir üçlemenin üçüncü kitabı ve bu metin de orada yerini alacak.
Birincisi İstanbul Banallik Atlası. İkincisi Lümpenlerin İstilası. Bana bu
projeyi yazdıran dürtü, Temmuz 2014’te Kasımpaşa Parkı’nda açıkhavada yattığım
süre içinde geldi. 2 kitap yazıldı. Bunun da, beşte biri yazıldı.
Yeni Orta
Çağ’ın 1.-2 Cumhuriyet arasındaki yeni bir Fetret Devri dönemindeyiz Aralık
2013’ten beridir. İnsanlar toplu delilik histerisinde. Bugün bu yaşadığım
anekdot da, benim için bu anlamı taşıyor. İnsanlar, bir sırıtmayla ölene dek
işsiz kalabileceklerine henüz aymadılar. Kapitalizm, ‘çalışmak özgürleştirir’
aşamasında. Süpermarket emekçileri, günde 16 saat çalıştırılıyorlar, her gün 20
tanesinde bizzat izliyorum.
Göreceğim,
göreceğiz. Yazacağım sonucu.
Dipnot:
Şu anki imajım, internet fotomun aynısı ama saçlarım 1 numara. Bir de, tam bir
evsiz gibi yürüyorum. Ancak, giysilerim temiz ve üzerim parfümlü.
5
milenyumluk Dünya Sistemi modelli tarihe baktığımızda, en kısası bu olmak üzere,
birçok dönemsellikler görürüz. Bunların en kısası, 25-35 yıl arasında değişir.
En uzunu ise, 250-350 yıllıktır. Tüm tarihsel panoramada bunu görürüz, hem de
global olarak. Bir de Avrasya’da, hep doğu yükselirken batı iner ve tersi de.
Bu kezki
döngü, olağan biçimde sürdü. Ancak, olağandışı olan şuydu:
1994,
2001, 2008 ve 2015’te kriz yaşandı. Fazla düzenli ve fazla oranlı: % 40 + % 20
+ % 20 + % 20 oranda = 14 + 7 + 7 + 7 yıl.
Kapitalizmin
kendi krizini kendisinin ürettiği marksistlerce önesürülür de, diğer tüm
sistemlerin de (reel sosyalizmin de, komünizmin de) kendi krizini ürettiğini
pek söylemezler.
Kaos
matematiği bakış açısından bu, değişim parametrelerinin kendilerini de etkilediği
ve parametrelerin birbirinden istatiksel olarak bağımsız olmadığı bir
(topolojik) sistem sözkonusu demektir burada.Yani, neden ve sonuç, hem
birbirini düz yönde etkiler, hem de ters yönde etkiler; yani, kriz çıkaran
öğeler, hem kendini arttırır (belli dönemlerdeki ekonomik krizlerde), hem de
kendini azaltır (nüfus artışında).
Ufukta
2029 Global Krizi’nin olduğu da kesin. 2022’nin büyük olasılık krizsiz olacağı
da kesin. Bir tek bu krizin boyu ve süresi kesin belli değil henüz. 1 yıl da
sürebilir, 7 yıl da. 2022-2029 arası, ambale olma (post-travmatik şok) ve son
şoka hazırlanamama ile geçer.
Çin,
artık global yapıyı biçimlendiriyor, hem de bile isteye. Altın stoğunu ve
devalüasyonunu öyle bir ayarladı ki, krizi Dünya’nın üzerine yıktı. Yani, feda
hamlesini önceden yaptı, kendini sağlama aldı, kenara çekildi. Bedeli diğer
herkese yıktı.
Olay,
ABD’nin 2 mekik kazasının Çin’in uzaya insan yollamasına yol açması gibi
olacak. Çin’in ekonomik kazası, diğerlerini bloke ederken, Çin yerinde duracak.
Bu, savaşı başladığı-bulunduğu noktada
karşılamak stratejisi olarak, ‘Kızıl Uçurum’ (Red Cliff) filminde aynen
var. Çin, Dünya’yı kızıl bir uçuruma saldı ve koyun sürüsünün başı, sürüyü uçurumdan yallah aşağı sürmek
niyetinde gibi ki bu da ABD olmakta.
Artık,
tarihi ABD yönetmiyor, kimse yönetmiyor, işler denetimden çıktı. Herkes kendi
başının çaresine bakacak ve bu global köpük alınması ötesinde bir küçülme demek
olacak. Biz, son 8 ayda % 27 küçüldük ve bu, en kötüsü değil henüz.
Borsanın
daha önceki senkopları 1-3 oranda gidip gelir ama son 5 yılda eski ekonomik
parametreler devredışı bırakıldı, yeni ekomoik parameterleri tam devreye
sokulamadan işler çığırından çıktı. Şu an, global ekonomide ekonominin temel
kabulleri geçersiz yani. Borsa, 10’da birine bile düşebilir yani.
Kürt
konusunda sürekli yazan Ezgi Başaran’ın son zamanlarda jetonları birer birer
düştü ama geç düştü. Perşembenin gelişi çarşambadan belliyken, o dahil herkes,
bunun inkarı kültüne saplandı ki bu gerçeği inkar kültü bir gelenektir bizde: Gerçeği yok sayma, kafasındakini
varsayma, olayları kuramla sınayamama, vb, vd.
Gelelim
yeni duruma:
Kürt
gençleri otonom-gerillasal örgütlenmeye gitti.
Olağandır.
Orada lök gibi, 32 yıldır aynı adamlar, merkezi merkezi fetva verirken, doğma
büyüme İstanbullu olan ve farklı bir Türkiye yaşayan Kürt gençlerinin tepkileri
de farklı olacaktı elbette.
Saptamalar:
Kuşak
farkı oluştu ama 1 değil, belki 3-5 kuşak. Bir bölümü biyolojik, bir bölümü
kültürolojik. Cemil Bayık, asla ve kata bir kentli gibi yaşayamaz ve düşünemez
ama bu gençler, kırma da olsa, kentli / burjuvasal yaklaşımlarda yaşıyorlar ve
düşünüyorlar. Daha düşünen, daha bağımsız, daha kendi sorumluluğunu almış (yani
ölüm orucuna koyun seçilip gitmeyen genç türünden) insanlar.
Yine bu
kuşak, Ece Temelkuran gibilerin, Bodrum gibi yerlerde, beyaz-slaktivist Türk
kızlarla başını başladığı gençler. En azından onların bir bölümü öyle. Davadan dönenleri
diyelim.
Yine bu
kuşak, farklı şeyler okudu. En azından temel anarşist eserleri okudu. Henüz
Neçayef’i keşfetmemişler, o belli. İşte o zaman, zımpara kağıdı oluruz.
İnternette
izleyebildiğimiz kadarıyla bu gençlerin bir bölümü, otonomiyle anarşizmi
birbirine karıştırıyorlar ve kendilerini anarşist olarak nitelendiriyorlar,
devletsiz-tezcisi yani. Oysa bilindiği üzere Kürtler, devlet peşindeler. Bu
nokta, de facto en önemli kuşaksal
ayrım durumunda.
Bu
kuşağın kent gerillalığı olağan olarak, İstanbul’da Diyarbakır’dakinden farklı
oluyor. Orada evlerindeler, burada deplasmandalar. Burada polis korkmuyor,
orada korkuyor.
Bu kuşak
tabii ki hata yapıyor ama kendi hatasını yapıyor ve kendi ödeyecek. Bugüne
kadar gençler, hep yaşlıların hataların ödeyegeldi. Kürtler’de de bu böyle,
Türkler’de de bu böyle.
Belirtildiği
üzere bunlar, kendilerine ‘Apocu’ diyorlar, başka bir şey değil. O zaman bu,
bir tür özüne, eylem silsilesinin başına dönüş arzusu olmakta.
Sonuçta,
Kandil’in pek övülesi ve sevilesi bir noktada olmadığı kesin. Kandil’in artık
savaşmayı beceremediği de (ve belki unuttuğu da) kesin. İran, bu sene resmen
canlarına okudu. Sen kalkıp, 3-4 düşman birden yaratırsan, e onlar da,
birbirleriyle düşman olsalar da, hem birleşip hem sırayla, seni topyekun imha
etmecesine sana saldırırlar. Oysa tanımı gereği, bu hücresel oluşumlar yok
olmaz. Dağılır ve başka kişilerle yeniden birleşir. Bunun da miyadı var tabii
ki, pek pek 5-7 yıl ama 20 yaşındaki bir genç için 30 yaş çook uzaktır ve belki
hiç gelmeyecektir. Gençler intihar ederler, yaşlılar etmezler çünkü.
Moruklar
şunu yarattı:
Suriye,
Irak, İran, Türkiye Kürtleri’nin kesin bölünmesi ve artı Kuzey Irak’ta
Talabani-Barzani kesin bölünmesi. Bunu da tümüyle kendi şahsi iktidar hırsları
için yaptılar.
Görüldüğü
gibi panorama gayek açıkseçik ortada. Bir de, Başaran neler demiş, ona bakalım:
“10
kişilik bir ekibi yönettiğini söyleyen Berman kod adlı YDG-H üyesi şöyle
diyordu: ‘Biz artık her şehirdeyiz.’ Berman geçen yıl İstanbul’daki
üniversitesini bırakıp YDG-H’a katılmıştı. ‘Kendisini ve yoldaşlarını kendi
kendine örgütlenen PKK sempatizanları’ olarak tarif ediyordu.
Dikkat
buyurunuz: ‘Kendi kendine örgütlenen PKK sempatizanı.’
İşte bu
kavram PKK’nin merkezden yönetmesi için zor ve muğlaktır.”
İlginç
ama aşağı yukarı aynı şeyleri yazmış ama kendisiyle hemen hiç aynı düşüncesel
noktada buluşmamışımızdır.
Devam:
“Ne
demişti Baydemir: ‘İş, her iki tarafın da kontrolünden çıkıyor. Bu her iki
tarafın da emin olun, istemediği bir gidişattır. Yani tasarlanmayan,
düşünülmeyen, arzulanmayan bir ‘Suriyeleşme’ye doğru gidiyoruz. Onun için,
hükümetin politikası her ne ise, örgütün politikası her ne idiyse, mutlaka, bir
an önce bu gidişata bir son verilmeli. Bu çatışma, kontrol edilebilir olmaktan
çıkıyor. Her iki taraf için de böyle.’”
Öncelikle
şu:
Bu, bir
suriyeleşme değil. Tam da türkiyeleşme. Tam da PKK’nin bilmeden istediği ve
yarattığı şey. Kendisi de türkiye(li)leşti ayrıca. Üzüm üzüme baka baka
kararıyor demek ki.
Ayrıca,
bunu AKP yaratmadı, PKK ve HDP yarattı. HDP işi resmen imaja ve şekil yapmaya
vurdu. Gençler imaj yutmazlar. HDP’nin son 3 aydır tümüyle kilitlendiği ortada.
Apışıp kaldılar. Tek A planları vardı ve o da kaput oldu. Bu gençler, kendi
yollarını kendileri açıyorlar ama yolu bitiremiyebilirler. Haa evet, ölüme kapı
açıyorlar, olabilir. Başkası seni ölüme yollayacağına, sen kendini ölüme
yollarsın.
Cengiz
Çandar olsun, Ezgi Başaran olsun, hangi odakta saf tutmuş olursa olsun,
gazetecilerin eksiği şu:
Ne yaşam
pratikleri var, ne de gerçek savaş teorikleri. Bu yaşadığımız şeyler, tarihin
çok bilinen bir momentidir, savaşın da öyle.
Sürpriz hiçbirşey yok ama onlar şok olup kaldılar.
İşte o
nedenle gerçek entellektüel, ne kitlenin yanında yer alır, ne de iktidar seçkinlerinin.
Özgür beyinli olarak, bilgisel yenilikçi olur. Öyle bozulmuş greyder gibi,
yolun ortasına serilip kalmaz.
Hepsine
geçmiş olsun. Tarihçenin istop etmiş bağırsakları açıldı, kültüre epeyi feçes
bırakacak.
Churchill
ne demişti?:
Size
kan, ter ve gözyaşı vaad ediyorum.
Amin.
Ve den
den.
Dipnot:
Felaketi
bitirmenin bir yolu, onu hızlandırıp tüketmektir, orman yangını gibi, çığ gibi.
Bir gelecekbilimci olarak bunu tercih ediyoruz.
Tecavüz
kaçınılmaz ama zevk aldığımız falan da yok. Sabırlıyız yalnızca.
"Bizi
anlamalısınız. Ölüm bizim için çok heyecanlı bir şey. Hayattan bezdiğiniz için değil
fakat yeni bir şey edinmek için ölüme
yürürsünüz. Bu yepyeni bir ülkeyi bir yeri ziyaret etmek kadar
heyecanlıdır. Olasılıklarla dolu yeni bir hayatın heyecanını yaşıyoruz."
Bunu,
ibadet olarak ölümü seçen, Caynacı bir rahibe söylemiş ve konuyu aşmış.
İbadet
olarak yaşam, bir tür spiritüalizm, bir tür animizm, bir tür panteizm olur;
tuhaf olan şey, tersinin de öyle oluşudur. Bedenini de, ibadet babında
kullanabilirsin, ölüm veya yaşam babında da.
Bu,
İslam’ın Uzakdoğu Asya ile karşılaştığı dönemde oluşan tasavuufun da tosladığı
bir duvar.
Nazım,
Gazzali için şöyle diyor:
“Kavaklar
pamuklayınca
kiraz
gelir ardından
kavaklar
pamukluyor Gazzali’de
görmüyor
üstad baharın geldiğin
ölüme
ibadeti bundandır”
Bu benim
beynimdeki. Aslı da şu imiş:
“«Pamukladı
mıydı kavaklar
kiraz gelir
ardından.»
Kavaklar
pamukluyor Gazalî'de,
fakat
görmüyor,
üstat,
kirazın geldiğini.
Ölüme
ibadeti bundandır.”
Sonra da
kalkıp, ‘aslolan hayattır Hatçe’m der’ ve duvara duble toslar.
Çünkü:
“Yalaan,
ölümden başkasıı yalaan”
...
olmakta...
Ve şair
feci çuvallamakta...
Bildiğini
sandığı konuda, kendi ayak oyunuyla tuş olmakta...
Şerh:
Ölümsüzlüğün
mümkün olduğu bir çağda bile ölüm, bir seçenek oldu çoktan. Örneğin, Hawking ve
Gates ölümsüzlüğü reddetti.
Dönelim
dine:
Tüm tek
tanrılı dinlerde şehit olma var ve bu da bir ibadet olarak ölüm. Kafadan cennet durumu yani.
Ancak
asıl konu şu:
“Hayattan
bezdiğiniz için değil fakat yeni bir şey edinmek için ölüme yürürsünüz. Bu
yepyeni bir ülkeyi bir yeri ziyaret etmek kadar heyecanlıdır.”
Yani:
Yaşam
yeni bir şey öğretmez veya çok çok nadiren öğretir ama her ölüm öğretir.
İnsanlar,
öğrendikleri herşeyi ölerek veya (büyük A ile) Acı çekerek öğrenirler. Kendi
ölümün en büyük Acı’dır. (Bazıları için değildir, ayrı konu.)
Bu ölüm deneyimi adrenalini, paralı
askerlerin konusu. Onlar ölmeden yaşayamıyorlar, bağımlısı olmuşlar o duygunun
yani.
Bunu
aksiyonla değil de, durarak yapmak, tam din konusu.
Zaten
ölüm, en durgun halimizdir. En
huzurlu, en açıkseçik.
Zamanında
ergenler sormuştu:
Ölümden
önce bir yaşam var mı?
Bir çağ
yangınındayız. Standart biyografiler, artık kimseyi doyurmuyor, kimse artık onları
yaşamaya kölecesine heveslenmiyor.
Dolayısıyla
bu rahibenin söyledikleri, tarihçe momentine cuk oturmuş: Oyunu beğenmiyorsan, oyundan
çıkarsın.
Çıkış:
İbadet
olarak ölümün, faşizmin ve engizisyonun globalleştiği, yani duble kültürel ölümün globalleştiği bir
döneme denk gelmesi raslantı değil.
Kitlesel ölüm arzusu histerisi de, bunun yan göstergeli
olgularından biri durumunda.
Altyazı
dergisinin Ocak 2015 sayısında kendisiyle bir söyleşi yapılmış. Epeyi geçersiz
saptamalarda bulunmuş. Bu metin, onun savlarını irdelemek için yazıldı.
Belgesel;
ucuz, küçük ekiple çekiliyor, sinemadan anlayanlarla birlikte çalışılıyor,
demiş.
Büyük
ekipte sinemadan anlamayanların anlama olanağı artar ama belgesede çalışanların
sinemaman anlaması için bir neden yok.
Artı,
Herzog gibiler, hem kurmaca, hem de belgesel çekiyor.
İroni:
Onun
kurmacaları belgesel gibi olurken, belgeselleri kurmaca gibi oluyor.
Üç:
Her sene
1 film yapıyormuş. Olabilir. Seçimdir. Daha azı da, daha çoğu da yapıldı.
Dört:
Öykülü,
üstses yok, müzik yok.
Olabilir,
seçimdir, tarzdır, üsluptur.
Belgesel
= doğrudan anlatı(m)
Sanat =
dolayım
Doğrudan
sanat yok ama sanat belgesel var. Dolayımla, doğrudanlık daha kısa yoldar
gitmek var. Çünkü zaten tüm sanat dilmeri dolayım, belgeselinkiler dahil.
Wiseman=
nasıl
Flaherty
= nasıl
Morris =
ne ve az da nasıl, kişisl seçim babında
Dolayım
= nasıl
Dolayım
belgesel ≠ nasıl belgesel
Dolayım
= anlatı metamorfozu ve soyutlama derecesi
Metamorfoz
= nitelik
Metamorfoz
≠ nicelik (nicel değişimler, kendiliğinden nitel değişimler olsa da)
Beş:
Belgeselci,
sinemacı, sanatçı; Atay’ın dediği gibi resmin içine kendini yerleştirir ama
resmi de kendi içine yerleştirir, özellikle de burada belgesel tarihine.
Wiseman’ın belgesel tarihi bilgisi ve belgeselci öz-bilinci çok çok eksik.
Bu da,
eleştirmenlerin neden yönetmenlerden daha çok film seyrettiğini açımlıyor.
Bir
savda bulunduğunda, onun resmi de sende olacak, o resimde sen de olacaksın.
2015, 92
yıllık Cumhuriyet tarihinde, aynı yıl 2 genel seçim olan ilk yıl olarak tarihe
geçecek gibi.
Aynı
zamanda 2015; 2014 yerel, 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin dahil edilmesiyle,
21 ayda 4 seçim olan tek dönem olarak tarihe geçecek gibi.
17
Aralık 2013’te fiilen 1. Cumhuriyet bitti. Bu süreç, onun ardından geldi. Bir
süreksizliğin üzerine, 4 seçim ile başka bir süreksizlik eklendi.
2.
Cumhuriyet söylemi, 1960 darbesinden beridir var. 2. Cumhuriyet hala yok.
3 darbe
ve üzerine 3 liberalizm, 55 yılda Cumhuriyet’i bitirdi ama 2. Cumhuriyet için
ortada referans yok. Olsa da, onu yapacak iktidar seçkini odağı veya odakları
yok.
Bu 4
seçim süreci; 1946-2015 arasındaki çok partili seçimli demokrasi oyununun bizde
işlemediğini kanıtladı fiilen:
Başkanlık
sistemi var mı yok mu, merkez var mı yok mu, gerçek katılım ve hile oranı, % 35
kararsızdan % 20’si MHP-HDP arasında seçecek simgesel durumu, son 2 haftada
partisine karar verecekler durumu, 4 sağ parti, kronik satılık oy, ithal
muhafazakar-liberal ayırtsızlığı dizisi, çok absürd bir panorama yarattı. Not:
AB’de bu biraz daha farklı oluştu, yani bu alanda özgün oluşumlarımız var.
2015,
1980 momentli neo-global neo-liberal akımın iflas yılı da oldu. 2015, AB’nin
olası bitiş yılı da oldu. 2015, Arap Baharı’nın ve BOP’in bitiş yılı da oldu.
2015, 4 parçalı Kürdistan’ın kesinleşme yılı da oldu. 2015, emperyalist
(kendisi parçalanma riski taşıyan) TC’nin Batı dünyasınca olabilirliğniin
görüldüğü yıl da oldu.
Çok
fazla değişim. Çok fazla hemen hiç denetlenemeyen etken. Dinamik bir durum ama
dinamizm yerine, kaos ve kargaşa. TC, koskoca bir burgacın ortasında.
2015,
istatistiklerin inanılmaz derecede kesinleştiği ve işlediği yıl da oldu. Olan
hiçbirşey, çok çok sürpriz değil ama geleceğin vadesi kısalmış oldu yalnızca.
Yani,
felaket oluşumu hızlandı ve bitişi kısaldı. Yani, eğer olacaksa 2. Cumhuriyet
için yer ve hacim açıldı.
Bunu
yaratanlar da, onu yarattıklarını hiç bilemediler.
Tahminim:
Global:
2015-2022,
geçiş dönemi; 2022-2029, asıl kriz dönemi.
TC’sel:
2015-2023
Fetret,2023’tek asıl felaketi
burunlayacak bir felaket ve ciddi oyun kadrosu oluşumu olanağı.
Bu
terimi kendi için icat edip kullanan otistik hanımın durumu. Bunu, hem Oliver
Sacks’e, hem de Errol Morris’e gayet güzel anlatmış.
İki:
Levi-Strauss
gibi antropolog birini Mars’a koysan, diyelim onu Mars’taki kolonici insanların
arasında çalıştırsanki durumu olur.
Üç:
Asıl
kastedilen ki o da aslında Dünya’da bir marslıbilimcininki gibidir.
Artı:
Dört:
Bazı
otistiklerin / Asperger’lilerin / katatoniklerin durumu, her biri ayrı ayrı
olmak üzere, bunların dışında kalır. Yani, eğer bulabilmişse, her otistiğin
kendi çözümü farklıdır. Ki bu da, ne Mars’taki antropoloğun, ne de Dünya’daki
marslıbilimcinin durumu gibi olmayabilir.
15.08.15
ve TSİ 10:49 itibarıyla,Youtube’da
218.143.188 kez tıklanmış.
Yüklenme
zamanı 6 Kasım 2006 ve o, bunu ilk viral videolardan biri yapıyor.
Ki
rahatlıkla vine videoya dek kısaltılabilir, çünük anafikri yalnızca 1 saniye
(spoiler).
Reklam
için, ‘LJM Productions Pty. Ltd.,/Wild Candy Pty. Ltd. Authentic t-shirts’
tarafından kullanılmış ama çeken belli değil. Hapşırma sesi efektli, pandalar
öyle hapşırmaz, gürültü eklenmiş insan hapşırması o.
Videonun
geçtiği mekanın ülkesi veya kenti belli değil. Hayvanat bahçesi olduğu belli.
Yahu,
sürücüsüz araba için 1 katrilyon dolarlık zeki yol altyapısı gerekir. İnsan,
azıcık trenlerin evriminden feyz alır.
Tabii
burada sorun, internete bedava kitap
yükleme projesinde olduğu gibi, kene-tenya ABD şirketlerinin, Google’ın
önünü kesmesi nedeni. Beleş de olsa, birinin gelirini kestin mi, seni öldürtür
Yankiler’de.
Peki
Google, ne yapabilir?
Robot
alanına girer ama yaptığı gibi askeri alanda değil. Gerontolojik ve androit
robotlar alanına girer. Bu konuda çok geride ama kendisinde 2 milyar kişilik
bir bedavaya geri besleme temin eden bir kullanıcı kadrosu var. Sıçraya sıçraya
ilerler. Pek pek 5 yılda yetişir ileridekilere.
Devamında,
giyilebilir bilgisayar ve akıllı gözlük / saat projeleri de gereksiz.
Ad
absurdum:
Bunlar
olsun diyelim, da ne işe yarayacaklar?
El kadar
muazzam bilgisayarlar oldu da, ne oldu?
Milletn
başı göğe falan mı erdi?
Selfi
çekip, internete yüklemekten başka, hiçbir halt yemedi 7 milyar kişi.
Teknolojinin
2015-2050 geleceği şudur:
Yapılmamış
olanı bulacaksın.
Düşünülmemiş
olanı düşüneceksin.
Onu
uygulanabilir kılacaksın.
Sonuç,
işlevsel olacak, kültürel ve bilimsel olarak. Bir yerden gelip, bir yerlere
gidecek ve varacak.
Birincisini
onaylamasak da, Gates’in suçiçeğini silme projesi gibi, Allen’ın uzay projeleri
gibi.
Bu
Dünya’nın en büyük pazarı artık yaşlılar.
Onlara
ne gerekli?
Robot,
ölümsüzlük, androit, genetik.
Sanıldığının
tersine bu alanlar, pratikte 0 üretimli durumda. Potansiyelinin milyonda
birinde falan yani.
Sürücüsüz
araba yerine, bakıcı-robot-yapay zeka
araba üretin yani. Ekzoskeletonun
araba versiyonu gibi düşünülsün.
Ve:
Artık
lütfen beyin protezi üretin. Bu iş,
askeri alandan çıkarılsın.
% 15
yaşlının % 50’si bunak yahu. 2 milyar kişi x % 15 x % 50 = 150 milyon kişi
yahu. Hazır pazar yahu.
Google
Translate’i üreten şirket, tüm duyu-dillerin yapayını üretebilir demektir.
Örneğin, yaşlının sesini kaydedip, o konuşamayınca, o düşünürken konuşan makine-yazılım yapın yahu.
“Teknoloji
devi Google, faaliyetlerini ‘Alphabet’ (Alfabe) adıyla kurduğu yeni şirket altında
toplayacağını duyurdu.
Google
üst yöneticisi ve kurucu ortağı Larry Page, yaptığı açıklamada, yeni şirketin
isminin ‘Alphabet’ olduğunu ve kendisinin de bu yeni şirketin üst yöneticisi
olduğunu açıkladı. Page, Google'ın diğer kurucu ortağı Sergey Brin'in ise, yeni
şirketin başkanı olacağını söyledi.”
Dünya’nın
en desentralize şirketinin regresif evrimine
bakın bir.
20
yıllık CEO’lar emekli olurlar, bunlar aile şirketi olmuş, beşinci kuşak da
şirketi yönetir artık.
Bu
moment bize, Google’ın artık ‘trend’ / değişim rüzgarlarının dışına, emin
sulara yol almak istediğini imliyor.
Ki bu
da, inişin başlangıcı demektir işletmecilik açısından bakılınca.
Devletler
de çok büyüdüğü için batar, şirketler de çok büyüdüğü için batar. Bu
tekelleşmenin etkisi değildir, bir noktadan sonraki büyüklük niceliklerinde şirketler,
yönetilemez niteliğe geçerler. Devletler de öyle. Çünkü iç-iletişim / iç-temas
kalmaz ortada. Kim kime dum duma, olur. Bunun ilacı da, daha çok merkezilik
değildir, hiç olamamıştır da.
Hiyerarşisiz koordanisyonu düşünebilirlerdi ama çoktan
düşünüp, deneyip, becerememişler demek ki. Ya da beğenmemişler.
Eh,
istediğin kadar Dünya’nın 1 nosu ol, istediğin denli teknoloji devi ol,
istediğin denli yenilikçi geçin, sonunda dönüp dolanıp varacağın yer bu oluyor
işte: En başa, işin Alfabe’sine.
Oysa
Google, 2 şeyi birden yapabilirdi:
Bir:
Google gözlük gibi geyikleri bırakmak.
İki: 10
dev şirketini bir çeşit desentralize etmek.
Demek ki
birileri Page’den ve Brin’den habersiz davranıp, onlara sıkı kazık atmış.
Şiddette
ve savaşta diri, şiddetsizlikte ve barışta, ölü.
Şerh:
AB, son
500 yıldır içeride / kendine karşı barbar bir kıta değildir üstelik.
Devam:
1999’da
Minc, 1995 momenti için AB’nin ‘Yeni Orta Çağ’ını tanımlar. Ki bu da bir
ölülüktür.
Zihnin
ölümü olarak delilik olarak AB delidir, hem de barışla delidir (göçmenler
nedeniyle ve şimdi neo-foşizm proto’sunda o zaman).
Öyle olması gerekmediği halde, 1920’den 2015’e
dek hep faşisttir. Bunun koloniyalizmin tükenmişliği nedeniyle ve sonucuyla
olduğu kanısındayız. Kendini kenid eliyle bitirip, kendi eski kolonisi ABD’yi
yükseltip, üstüne bir de başına yeni kolonici yapmak, böyle bir süreç dizisi
yarattı gibi. Faşizm de en has kültürel deliliklerdendir.
Hipnozda
ve uykuda olan orta burjuvazidir. Ölümcül sonucu yaratan da o ayırtsızlıktır. Sonu
da ölümdür. Artık AB orta burjuvazisi yok. Cüzdanı sağdayken solcu olup,
cüzdanı solda olunca sağcı olan feleği
şaşmışlar var.
AB’ye
2015-2005 için 60-70 milyon göçmen gerekli. 1960-2015 içinki 20 milyon göçmen
deneyimi belli. Bu durumda, slaktivist AB orta burjuvaları, göçmenlere kendi
kanlarını çiriyorlar, kendi etlerini yediriyorlar, ülkelerininki de. İspanya İç
Savaşı’ndaki Koestler’in durumuna düşüyorlar. TC’de ise, Gün Zileli’nin anılarında
kendi anlattığı üzere, 1980’den önce gecekondularını yaptığı ve o sırada
onların yan gelip yattığı eski-köylü
lümpen proleterlerin, 1980 sonrasında onları askere ihbar etme ve işkenceye
yollama durumu var. O zamanki durumuyla bu da bir feleği şaşmışlık.
Bu
durumda ara şerh.
TC, sen
Tanzimat’tan beridirki AB’ciliğinle bir ölüsün ama alternatifin de yok.
Devam:
ABD’nin
2001’den beridirki kendini yok etme süreci düşünülünce, bunun tüm makro
kültürlerin sonu olması genellemesi işliyor gbi.
Yani:
ABD, sen
de artık bir ölüsün ama seni gömmeye çok var. AB’yi ise, tarihe gömdük çoktan.
1983
Ağustos’tan beridir, yani PKK’nin ve Kürtler’in son yarattığı iç savaştan
başlatılmadan önceden beridir, aynı şeyi söylüyoruz:
Kürtler
TC’den bağımsız bir devlet kurmak istiyorlar.
Buna
nasıl eminiz bu kadar?
Çünkü
bize kendileri anlattı, Gayrettepe’de ve Selimiye’de.
Bugüne
kadarki son 32 yılda, 4 kere, bu fırsatı yakaladıklarını sandılar ve her
kezinde mikro konjonktür değişti, olanağı ellerinden kaçırdılar.
Hal
böyleyken, omo beyazı abimiz ne demiş?:
“Son
haftalarda yaşananlar; bir ‘eskiye dönüş’ mü, yoksa yeni ve daha karmaşık bir
denklemin içinde miyiz? Sorulabilecek çok fazla soru var. Ne olursa olsun; ‘silahın
bir araç olarak kullanımını’ izah etmek, giderek, daha da güçleşiyor.”
Çözüm
süreci bar aldatmaca idi. Tıpkı AKP’nin diğer polemikleri, AB, ŞİÖ,
Avrasyacılık, şu bu gibi.
AKP bir
ABD-Yanki projesiydi ama alaturka kıvırtmaları çok tipikti. Özal-ANAP da,
konuyla ilgili farklı davranmamıştı.
Abimiz,
bunları bilmez mi?
Biliir ama bilmezden, görmezden ve
yazmazdan gelir. Nedense, kendisine verilen suflelerin değiştiğine bile ayamıyor henüz.
1983’te
de Irak, İran, TC Kürdistan’ları sorunu vardı ki Talabani-Barzani proto-feodal
aşiret-familya savaşı, yüzyıldan uzun süredir var zaten. Son 5-10 yılın yeni
parametresi Suriye oldu yalnızca. Böylelikle ABD, Kürt vitesini üçken dörtledi
yalnızca (bakınız: ‘ABD’nin Kürt Kartı’ kitabı).
Çözüm süreci, madden ve manen
kimsenin işine yaramıyor (idi).
PKK
üzerinden, hatta IRA-ETA-PKK işbirliği üzerinden, 1984-2004 arasında, PKK’nin Dev-Sol’un bir
tayfasından söke söke aldığı, AB uyuşturucu pazarı (ki o zamanlar yılda, Dünya
= 900 / 3 = AB = 300 milyar dolar idi) var. % 10’u 30 milyar dolar ve 3 milyon
kişiye ekmek kapısı demek bu, topraksız köylüye, vasıfsız-altıya, ümmiye, kent
talancısı ve yağmacısı 3 milyon köyü yakılmışa ve TC’sel zorunlu iskana
sürülmüşe... Ve 1 milyon Çingene’ye ve 1 milyon Afrikalı’ya ve en son da 1
milyon Suriyeli’ye: Global
jenftirikasyon budur.
(Şerh:
Fakir Baykurt ilginç bir örnek anlatır: Burjuvazi, köylülere yeraltından su
çıkartır. Su acı çıkar. Toprak daha beter olur. Burjuvazi toprağı satın alır.
Acı su kuyusunu betonlar. Tatlı su çıkartır
ve köşeyi döner. Ne kadar tanıdık bir öykü, değil mi?)
Şu an
bunun yerini insan kaçakçılığı ve sigara kaçakçılığı ladı. Onların da yıllık
pazarları belli.
Bunların
olabilmesi için, düşmanların işbirliği ve sınırların ihlal edilebilmesi gerekli
ki o da barış değil, savaş demek zaten. Savaş ekonomisi demek, savaştaki negatif işsizlik (< % 3) demek (bunu
bana rahmetli Demir Demirgil öğretmişti, Tansu’cuğumuzun da hocaşıd kendisi).
E, bunun
için de savaş gerek.
Eh, iktidar
sekinlerinden olan (her 2 tarafsal da) ordu için de savaş gerekli, çünkü savaşı
unutuyorlar savaşmayınca ki bakınız 2010-2015 PKK’si gibi. IŞİD, onları 2015
başında feci ezdi geçti. Şimdi de, İran Kandil’de öyle yapıyor ve Talabani
atına oynuyor, hep yaptığı gibi. Barzani ve Talabani tarafları ise, 25 yıldır
savaşı unuttu.
O
nedenle, ne oluyor?
TC
TSK’sinin başına yavaş yavaş 1993 elemanları getiriliyor. Yakında, Ağar’ı da yeniden bakan olarak
görebiliriz pekala. (Ben de bana DAL’da işkence yapan ve şu anda içeride olan
Doktor ile oturup durumu tartışırım, ‘Balkan Cafe’de oludğu gibi)
Boşluğu
IŞİD doldurdu, hem de öncüllerine yeni şerhler ekleyerek. PKK, TC’yi korkuttu
ama IŞİD, PKK’yi korkudan altına ettirdi, savaşa / Kobani’ye giremediler bile,
askerlerini geride tuttular. (TC’de Niyazi çok, o yüzden pek aldırmadılar
telefata ama PKK’nin elemanı sınırlı ve sonlu sayıda ve onlar da en az 10 yılda
bu işi, yani savaşmayı öğrenebiliyorlar.)
Tabii ki
bu savaş-barış gelgitlerinin ve oyunlarının olabilmesi için, konjonktürel altyapı da gerekli idi:
AB kendi
poposunun derdinde, ABD başkanlık yarışında. Rusya ve Çin, global hegemoni
ısınma turlarında. Dolayısıyla, ortamın böyel küçüklere kalmasının nedeni bu.
Eh, onların da aklı ve gücü, bu kadarına yetiyor ancak. Örneğin Suruç’ta, 30
küsur yerine, 300 küsur kişi ölmüş olabilirdi.
Şerh:
Burada, 30 kişilik ölümün 300 kişilik ölümden,
medya geştaltı olarak daha etkili olabilme durumu var, örneğin genç ölümü
ile HDP mitingi taraftarı ölümü arasında, kitlesel algısal ve etkisel farklılık
var.
Yani:
Eskiye
dönüş falan yok: Cehennemde sigara
molası olabildi yalnızca: Bokun içine başaşağı alalım sizleri yeniden
lütfen: 5. kere ve melokomikleşmiş
olarak.
Soru
kipi:
TC
Kürt’leri, TC’den ayrılabilir mi?
Artık
zor.
Hele
hele, diğer 3 gruba galebe çalmaları ve büyük Kürdistan’ı kurmaları, aşağı
yukarı imkansız gibi. En yakın aday,
fiilen Barzani ama o da fikren en zayıf odak ki o noktaya
getirilmesinin nedeni de bu: Kolay yönetilebiliyor ve kolay taraf değiştiriyor.
Bu
durumda kakafoni ve dekreşendo olur ama özgün
kaotik fraktal örüntüleri oluşur ki her 10 yılda bir de yöle lodu.
Eh, bir
entelejensiya değil de, entellektüel olarak bizim işimiz, durumu nesnel
yorumlamak ve enformasyonizasyon
yapmak, dezenformasyonizasyon değil.
Onu omo beyazı abilerimiz yapıyor zaten gönüllü gönüllü, kul kul.
Dipnot 1:
Bu metin
için, fonda Ceylan Ertem’den ‘Düşmedim Daha’ geldi okurlarım için.
Dipnot
2:
Yani:
Fassbinder’in
sentimental faşizmine ilk şerh, sentimental engizisyon ve sonra da ikisinin 10
diyalektiği, sentezi, dekadansı ve praksisi olarak bendenizden gelmiş olsun.
Dipnot
3:
Bildiğim
ve yazdığım kadarıyla, bunu savaş alanından naklen ve ‘Lili Marlene’ estetiko-politiğinde, tarihte yazan ilk kişi benim.
Salam Pax yok şmdi ve burada, İstanbul = ‘Shit-Will-Age’den ‘Domuz Salamı’
bildiriyor var. Umay Umay’ın ‘Orospu
Kırmızı’sı var.
Dipnot
4:
Ertem,
ne yaptığını biliyor ve bundan gururlu ve kibirli ama yapamadıklarını henüz
bilmiyor, çünkü onun alanında rakibi yok. Oysa bir sanatçı, yapamadıklarını da
bilir, Bosch-Bruegel-Dührer başustasal
engizisyon deparından beridir böyledir bu. Ustaları sollamak muhakkak gereklidir
ama bunu yapmak zordur, çok çok zordur.
Dipnot
5:
Uçurum dağından daha düzdür vadi (Ertem’in şarkısı öyle diyor),
göçerler ise düzlükte ve aşkta yaşayamazlar. Yani, bazıları
benim gibi, savaş, ölüm, delilik, engizisyon ve faşizm insanıdır, çünkü zehiri
çok yuttuk ve artık onsuz olamayız, öyle olmasaydı da ölmüştük, paralı askerler
gibi: Savaşmak için savaşıyoruz, taa
ki son ve kalıcı barışı getirecek son savaşa dek. Ona ise, daha en az 500 yıl
var.
Dipnot
6:
Yani:
Kaçın.
Veya:
Ölün.
Veya:
Tuvalet-zımpara
kağıdı olun.
Veya:
İsrail’i
kurun.
Veya:
Kalın ve
savaşın. Benim gibi. Dost ateşinizi sevmem, benim dost ateşim de öldürür
dedesi. Doğrudan öldürmek için vururum
çünkü. Yasımı sonra tutarım, kendi
ölümlerimde yaptığım gibi.
Dünya’nın
süper bilgisayarlarının önemli bir bölümü askerlerin elindedir, en pahalı
yazılımlar da öyledir, tüm ülkelerde böyledir ama TC için öyle olduğunu
sanmıyoruz, bizimkiler Nuh-u nebiden kalma strateji kitapları kullanıyorlar
çünkü, 50 yıl eskiliğinde falan, o kadar yani.
İşte
uyanık pentagon, başedemediği IŞİD’e karşı öyle bir program kullanmış ve şu
sonuçlara varmış:
Bir:
“Paulo
Shakarian BBC'ye yaptığı açıklamada, ‘Çok fazla hava saldırısı düzenlendiğinde,
çok sayıda piyadeyle düzenlenen eylemlerden, yol kenarına bırakılan bombalara
geçiyorlar’ dedi.”
Araştırmacılar
ayrıca, IŞİD'in çok sayıda piyadeyle düzenlediği operasyonlardan önce, bomba
yüklü araç kullanımının arttığını tespit etti.
Shakarian,
‘İki olgu arasında böyle bir ilişki olduğuna inanıyoruz çünkü Irak Ordusu'ndan
takviyelerin başkent Bağdat dışına çıkmasını önlemek istiyorlar’ dedi.”
Pentagon,
konuya kafasının tek başına basmadığını
baştan ve kendi itiraf etmiş olmuş ve biz bunu hep söyledik.
11 Eylül
2001’de de öyle olmuştu. Pentagon patentli bizim emekli generaller ise, canlı
yayında ‘aa, üü, ee’ sesleri çıkarmışlardı.
Burada
da, 1 ve 2 ilintili gibi de, 2 ve 3 değil gibi. Birinci bomba patlayınca,
sivillerin olsun, askerlerin olsun, ortalıkta dolaşması ve harekat alanı kısıtlanmış
oluyor, Bağdat’tan dışarı çıkması değil, o adamlar oraya sıkışıp kalmış değil ki
muhasara altında kalsınlar orada.
İki:
“Araştırmacıları
başta şaşırtan bir bulgu da, Suriye Ordusu'nun hava saldırılarından sonra
IŞİD'in yaptığı tutuklamalarda büyük bir artış olması.
Shakarian
şu anda bunun hava saldırılarında rol oynamış olabilecek Suriye istihbaratı
ajanlarını temizlemek için, bir misilleme olabileceğine inandıklarını kaydetti.”
Boş atıp
dolu tutmak yönünde bir davranış bu bizcesi. IŞİD’in sivil sağ kalması gibi bir
kaygısı yok. Kuru yerine yaşı yakabilirler rahatça yani.
“Quintana
‘Ordular çok miktarda bilgiye sahip. Bu bilgileri daha kullanışlı ve
sindirilebilir bir formata dönüştürme yoluna ihtiyaç duyuyorlar. Bu tür
analizler de kesinlikle bunu yapmanın bir yöntemi’ dedi.”
Ahan da,
itirafa bakar mısınız?
Bilgi
açısından, ‘midem dolu ama karnım aç’ demenin tam karşılığı olmakta bu.
Sorun
şudur oysa:
Savaş
dahil, her türden kültürolojik veri tabanının % 95-99’u anlamsızdır zaten. Aynı
göstergeler, bazan anlamlı, bazan anlamsızdır (burada hileden söz edilmiyor,
belirsizlikten ve amaçsızlıktan, hatta genelde ne yaptığı bilmemekten söz
ediliyor). Yani, o verileri zaten
insanlar taramak ve ayıklamak zorunda, bilgisayarlar veya yapay zekalar değil.
ABD şunu
öğrenmeli:
Kendisi
askersiz ve insansız savaşı beceremedi ama karşı taraf silahsız savaşı becerdi.
Yani ABD, 2 kere becerildi, kendi elleriyle.
Yazmayı
şehvetle seven biriyim ama son zamanlarda bu denli ‘daha tasarlarken bile hazdan uçtuğum’ az metin yaşadım ve yazdım.
+
Eco’nun
Türkçe’ye çevrilen, devasa hacimli bir Orta Çağ derlemesi kitabı ve oraya
editör olarak yazdığı derleyici bir metni var.
Kitabı
2-3 kere okudum. Bir şeyler yanlştı. Ancak 1 küsur yıl sonra jetonum dşütü.
İşte bu metin, o jetonlardır.
+
Eco, Orta
Çağ’ı kavramamış. ‘Gülün Adı’ romanı ve uzman bir göstergebilim yazarı olarak,
burayı ıskalaması çok tuhafıma gitti.
Sonra
anladım:
Eco bir
İtalyan.
İtalya,
bir rönesans ülkesi genelgeçer söylemde
ki bu onları Orta Çağ konusunda ofsaytta bırakıyor.
AB’de 4
engizisyon ve 4 rönesans var bu daha önceki genelegeçer söylemdeki gibi neden-sonuç ilintili zamansal ardışıklıklar
içermiyor.
Birinci
engizisyon Fransa 11. Yüzyıl tarihli.
Neden?
Roma
çöktü. Sonraki tarihsel yükseliş
döneminde, 400 yıl sonra, ilk AB devleti prototipi Fransa’da kuruldu. İlk
premature-sayılan (ama tam-tanımlı sayılmayan) rönesans da orada oldu, 800 gibi
Şarlman zamanında gibi.
Ancak
Fransa, tüm protestanlarını katletmesine karşın, o olay engizisyon olarak kayda
geçmemiş, yalnızca bir iç-iktidar kavgası olarak kayda geçmiş gibi.
Ara
şerh:
Yani,
hala engizisyon-rönesans eşlenikliği
tarihi yeniden yeniden yazılacak.
Taa 20.
Yüzyıl’a gelirsek, geç merkezi devlet ve geç
koloniyalist olan İtalya’da, ancak 1940’ta Papa İtalya’daki Museviler’i
Hitler’e gizli teslim ederek, bir engizisyon becerebilidi. 1500’de Museviler
üzerinde İspanya’dakinin onda biri bir zulüm oldu İtalya’da.
Haa,
evet:
Engizisyonu
becermek de zor, rönesansı becermek de.
40 ülke,
1.600 rönesans-engizisyon ikilisi eder ama elde yalnızca 8 tane var: %o 5
oranda etmekte yalnızca ve yalnızca.
Artı:
Eco’nun
hesaba katmadığı şu:
İslam Ön
Asya’da 11. Yüzyıl’da (yani Fransa ile eşzamanlı olarak) hem engizisyon, hem de
rönesans yaşadı, aynı yerde ve aynı zamanda, aynı kişide, İbn-Sina ile diyelim:
Adamı
hem içeri attılar, hem vezir yaptılar. O da dedi ki:
“Ben
ülkesizim, demedim, beni barındıracak ülke bulamadım.”
Bu Müslüman
ve doğulu İbn-i sina, tıp kitabı batı biliminin beşiği olan AB ülkelerinde,
1000-1900 arasındaki 900 yıl boyunca okutulan bir adam olmakta.
Eco bir
bilimci, bir insan-bilimci ama bir bilimci. Bunları hesaba katması gerekirdi.
(Orta Çağ ile ilintili kitap, 2010 sonrası momentli.)
Sonra,
boynuzun kulağı geçmesi gerekirdi.
Eh,
Bloch’u geçmek tabii ki sıkar. Braudel’den başlayarak tüm bir Annales Okulu’nun
tüm evreleri ve artı Dünya Sistemici’ler bile, onu henüz bazı noktalarda hala aşamadılar.
Hele
hele Gustav le Goff nezdinde simgeleşen, Orta Çağ ile ilintili Fransızca’sal
yeni uzmanlık alanı, ona rakip bile olamadı açıkçası.
Ve Eco,
bunlardan da geriye düşüyor:
200
İtalyan yazarı, tek bir Bloch’a karşı epistemik olarak, ondan 70 yıl sonra tuş
oluyor. Eco dahil.
Artı:
Fransızlar
süslü lafı sever, en sade sözlüsü bile.
Ancak
(ki bu, çeviriden de olabilir) İtalyanlar süslü sözden de tuhaf bir noktadalar:
Konuya
doğrudan asimptotik dalıyorlar ve sonra ıskalayıp, teğet bile geçemeden, aykırı
kalıp, epistemik açıdan uçup gidiyorlar. Yani, hedefi görmeleri doğru ama
vurmaları yapyanlış.
Neden?
İtalyanlar’ın
elinde binlerce elyazması belge yok çünkü. Şarlman döneminde bir rahip, tek
başına tüm AB’deki tüm elyazmalarını kopyalatmak gibi, çağları aşan dahilikte bir
davranış eylemiş çünkü.
Fransızlar
belgeden bilgi çıkaramıyorlar, İtalyanlar belgesizken bilgisiz kalıyorlar.
(Hakaretime
bakar mısınız?)
Gelelim
asıl Eco’nun epistemik şahsına:
Aquinolu
Thomas hakkındaki metniyle onun epistemik bir dahi olduğunu düşünmüşlüğüm var.
Ancak, epeyi kez de eksi bilgili ve eksi zekalı olduğunu düşünmüşlüğüm var.
Örneğin,
ancak son cümlesindd İstanbul’un görünebildiği, bir İstanbul metni var ki
berbat. Tam bir göstergebilim faciası. Yalan söylem. Bilmediği konuda yazma
edimi. Şu bu.
Tamam
parayla metin yayınlat ama daha önce yazdığın ve onayladığın metinleri sat
bilader. Hani İstanbul konusu, dış kapının mandalı bir konu değil ki.
Çıkış ve
bam teli babında:
Eco’nun
derleme kitabında, Fransa 500-800 var ama İtalya, Roma’yı yıkan barbarların
İtalya’sı 500-1000 yok, ucundan kıyısından kırıntıyla var yalnızca diyelim ya
da.
Yapılacak
şey midir bu?
Önesürdüğün
ve yarıştığın konuda epistemik açıdan boş küme kalmak?
Dipnot:
Bu
metin, 1 küsur yıllık gecikmeyle yazıldı. Beynimin kıyısında bir yerlerde,
içimi karıncalayıp duruyordu epeyidir. Oh be. Kurtuldum ondan sonunda.