Pazar, Nisan 30, 2017

Ben, Ben-Değil, Vd 3

Aynı başlığı taşıyan birinci ve ikinci metinlerin üzerine, şimdi tam da öznelliğimi yerleştirebilirim.
En başından beridir, kognitif-zihin tipli idim. Bilim tarihinde böyle örnekler var ama Türkiye’de kişisel olarak ve/ya yüzyüze hiç karşılaşmadım bunlarla. Asal-yalnızlığım da buradan geldi.
Duygusal bir insandım da. Sevgiye aç bir insandım da.
14 yaşıma kadar, kognitif olarak pratikte 0 idim. Aile evimde doğru dürüst kitap yoktu çünkü.
Sonraki 43 yılda salt kognitif yaşadım ve davrandım.
57 yaşımda istop ve iflas ettim: Beynim öyle oldu yani.
Artı, 48-57 yaş arasında da beynim kezlerce ara-istop etti.
Bunun süreci, ‘Dünya’ya Geri Dönen Astronotun Monoloğu’nda (Metafizik Deyişler) açımlandı. Bir açıdan, ‘Bir Yabancı Gibi Değil’ romanındaki Dr. Marsh’ın ormanda kaybolup, sonra insanlığın içine geri dönmesi gibi.
Bu 3 metin de, 57 yaşımdan ölene kadarki bilançoyu çıkarma yolunda ilk adımlar oldu.
Temel duygularım, insanlara karşı öfke ve nefret oldu. Bu 3 yaşımdan 46 yaşıma kadar sürekli artış biçiminde oldu. Sonraki ilaçla tedavi, duyguların dozunu azalttı ama düşüncelerini silmedi veya silemedi. Öfkem ve nefretim, şu an bile hala baki yani.
Davranış olarak ise, tümüyle batı yönlendirimli olan AFL ve BÜ sayesinde, 13 yıllık kesintisiz ve mükemmel bir eğitim aldım. Bu da, kognitif davranışımı ve yönelimimi ivmelendirdi. (Teorik okumalarıma 26 yaşımda, yani mezuniyetten 1 yıl önce  başladım ancak.)
Yeme, (alkol) içme ve sevişme dürtülerim ve davranışlarım çok güçlü oldu ve kognitif yolumu kimi zaman kesintiye uğrattı.
Mezuniyet sonrasında, mesaiyi seçmemem ise, beni aç bilaç bıraktı ama tümüyle kognitif kıldı.
Hastalıklarım, özellikle son 11 yıldır beynimi çok aksattı.
Bildiğim kadarıyla, 1960 doğumlu ve 57 yaşında başka bir örnek yok benim gibi: Ne AFL’lilerde, ne de BÜ’lerde.Bu öykülerin ne kadarı ben, ne kadarı ben-değil belirsiz kalabiliyor, çünkü 1960-2017 arasında tarih, alaturka biyografilerin öznelliğine aşırı ötesi müdahale etti.
Şerh: Daha çok müdahale görmüş 1940 kuşağı, onlarca yazar çıkarmışken, 1968 ve 1978 kuşağı yarısı kadar acıyla, yeterince yazar çıkaramadı. Bunun tartımı okura kalsın.
Şu an için bildiklerim tümüyle ben, çünkü okuyacağım kitapları aşırı öznel bir seçime tabi tuttum hep. Geceleyin yıldızlara bakarlık ve erken fütüroloji haberdarlığı, beni tümdengelimselce buna çok yönlendirdi zaten.
Literatür, öznellikte ben’in ahlakla veya bilgiyle, ben-değil’e, yani topluma ve insana aşacağını önesürer ama bende hiç mi hiç öyle olmadı. Tam tersi oldu: Homo Posterus’a aştım.
Not: İlk 2 parçada yazdığım, insanları çok etkileyen kitap-ideolojilerin saçmalığı ama asıl etkilemesi gereken kitapların (Neçayef, Bellegarrigue) hiç etkilememesi durumunun insan türüne çok-çok eksi puan yazdığını hep belirtirim. İnsan türü, kendini idama mahkum etti yani. Bu durumda, onların ‘ben = 1, öteki = 2, insan = çok’ dizisini değillemiş oluyorum fiilen.
Bir ileri marjinal ve bir anormal olarak, klasik literatüre göre aşırı normal kaldım, yoksa zaten çoktan ölmüştüm: 2006’da alkolizm tedavisine kuzu kuzu gitmem gibi: Suha alkolden dolayı mezarda sonuçta.
Bu durumda, Reha olarak, ne kadarım ben, ne kadarım ben-değil onu tam bilemiyorum. Post-, trans-, meta-ben’in aynı zamanda ben-değil olması gerçeği var. Artı, yarının 2 gün sonra, dün olması gerçeği var. Post-Reha yarında iken ben-değil idi, 2 gün geçince, ben oldu. İnsanın insan olmayan herşeyi asimile etmesi saptamam (1984) da bu yüzdendi.
Dolayısıyla, sonuç-model olarak içiçe geçişimli ve kaotik kırınım saçaklı bir form-ben kabul edilebilir ve tasarlanabilir. Kaldı ki bu zaten şizofreni oluyor.
Çıkış-son:
Bunları bilmemin bana yararı olmuyor. Hala hiçlikteyim, yokluktayım.

(29 Nisan 2017)

Anarşizmde Kinizm ve/ya Nihilizm

Kinikler, tüm ahlak kurallarını ret eden kategori olarak tanımlıdır. Antik Yunan’da tanımlıdır.
Anarşizm ise, devletle ilgili olduğu, devlet de ahlağın epeyi derece üstünde bir kategori olduğu için, anarşistlerin illa ki kinik olmaları beklenmez.
Dekadansizm ve/ya skandalizm anarşizm değildir. Bunu yapan sürrealistler, anarşist değildi. Kendilerini öyle tanımlamıyorlardı yani.
Ahlak kurallarının hiçbirine uymamak, cıvımak da değildir. Ahlak kurallarını benimsememek ayrı şey ,sana söylenen kuralın illa ki tersini yapmak ayrı şey.
Nihilistler, 19. Yüzyıl Rusya’sında çarlığın hiçbir biçimde devrilemeyeceğine kani oldukları için, ona yönelik her tür şiddet eylemini olağan görmüşlerdir.
Anarşistler, 19. Yüzyıl sonunda ve 20. Yüzyıl başında bu bakış açısını kullanmış ve epeyi çar, başkan, şu bu öldürmüşlerdir. Böylelikle de anarşizm, terörizmle özdeş sayılmıştır.
Tuhaf olan durum, terörizm kavramının 1789 Fransa Devrimi ertesinde, devlet eliyle kullanılan aşırı şiddet nedeniyle icat edilmiş olması.  O nedenle biz, terör-karşıterör ayırtsızlığını tanımladık.
Buradaki sorun çar devletini yıkıp yıkamama olmuş. O da, çarlık ailesinin toptan kireç çukuruna atılmasıyla son bulan bir devrimle, Gordium düğümü biçiminde çözülmüştür.
Anarşistler, şiddet eylemine yöneldiklerinde, devletin kendini ve aslında oligarkların kendi mülklerini korumak için icat ettikleri şiddetsizlik ahlağına ve hukuğuna uymamış oldular.
Demek ki burada:
Kuram x eylem var.
Şiddet / savaşlılık x şiddetsizlik / barışlılık var.
Sana dayatılan x senin kendin için yarattığın normlar var.
Devlet x bireysel özgürlük var.
Doğrusal programlama bakış açısıyla çok fazla sınır doğrusu yok yani.
Yalnızca, davranış hacmi x hacimsizliği sorunsalı var.
Devlet ve hegemonlar, kendi çıkarları uğruna milyonları ölüme ve 0 yaşam hacmine gömebildi hep.
Bundan sonra da sivil itaatsizlik ve sivil direniş devreye girdi. Anarşizm bunlardan epeyi sonra geldi.
Anarşizmin tanımlı olduğu yerzaman aralıklarında, krallılık x kralsızlık ve feodalite x sanayi kültürel modu tanımları da geçerliydi. 1850’de bu limit % 0-100 idi, 2000’de bu limit % 40-60 idi.
Dolayısıyla, 2. Sanayileşme modu tamamlandığı zaman bu koyutlar geçersiz olacak. Artı, reel sosyalizm eliyle, aslında anarşizmin tezleri de uygulandı ve sınandı. Kitlenin, aptal ve cahil olması üzerinden, aşırı işbirlikçi ve köle ruhlu olduğu yaşandı ve gözlendi.
Bu durumda anarşizm, bireysel kinizme ve nihilizme kilitlenmiş gibi oluyor. Bireysel nihilizm 19. Yüzyıl’da denendi ve yanılındı, 21. Yüzyıl’da da canlı bombalar ve yalnız kurtlar ile deneniyor ve yanılınıyor.
Geriye bireysel anarşistin toplum içinde kinik slalomuna. 1968 ertesi toplum yapısı, en azından G-7 ülkelerindekiler için, çok fazla boş hacim gözeneği yarattığı için, 21. Yüzyıl anarşisti buralarda rahatça slalom yapabilir.
İstiyorsa, kinikçe hiçbirşey yapmaz; istiyorsa, kamikaze olur, topluma dalar.
Burada bizi ilgilendiren mümküniyet potansiyeli ki o da mevcut.
Potansiyelden aktuele gerçekseme ise, her yiğidin yoğurdu yiyişi ayrıdır, durumunda.
(30 Nisan 2017)

Cuma, Nisan 28, 2017

Ben, Ben-Değil, Vd 2

İnsanın önüne koyulan bilinecek-bilinebilir herşeyi bilme-bilememe sınırı onu tanımlıyor da. Beni de tanımlıyor.
Evren sonlu veya sonsuz. Onu bükmeyi becerdiğin zaman ,onu 0 veya C = sabit bir büyüklük, yani sonlu kılabilirsin. Zamanı da öyle.
O zaman onu belirlemek kalıyor.
Bu, insan türünde pratik-teroik ayrımını daha genel hali ve teorik saftayım.
Çünkü, parlamenter demokrasi ve hümanizm durumlarının gerçekleştiribelir ama onu saöunanlar tarafından gerçekleşmesi engellenen kavramlar olarak yaşadım. 57 yıl. Özgürlük dahil buna.
Evren’in ‘Big Bang’ ve ‘Big Crash’ hallerini biliyoruz. Belirsizlik halleri de sonsuz çeşitlemede.
Taoist olduğum için, ister teroik. İster pratik yolda sürmek ana amacım. Teolojik veya teleolojik eğilim yok. Yani, varlığımın nedeni veya varacağı bir erek de yok.
Doğarken tahmini 70 yıl ama pratikte 90-100 yıl olarak belirlenmiş, sonra az kaldı yaş 2’de istoplanacak biyografimin saptadığı durumu bu.
En dandik halkların bile önce okuryazar, sonar üniversite mezunu düzeyde bilgi sahibi olabildiği, hatta bu sıraların lingua franca’sı olan (ABD’sel) İngilizce’nin öğrenilebildiği zamanlarda yaşadım. Bunlar bedava yapılabildi üstelik.
Bu durum, ilkti ve uzunca bir süre için de sondu.Sürekli büyüyen Wikipedia sayfalarını okudukça, kafatası sürahimin, bilgi denizindeki teknemin batmayacağını, çatlayıp patlamayacağını yaşadım. Herşeyi zamanı gelince öğrenmeye başladım çünkü. Kafka’yı 11 yaşında görüp, 30 yaşında okudum örneğin. Siyaset yazmaya 40 yaşımdan sonra başladım örneğin.
Yine de, epistemik panik atak çok yaşadım.
Sözünü ettiğim bilgisel duvara toslama durumları bunlardan 2 tanesi yalnızca.
Örneğin, Dünya-dışı ama Dünya benzeri gezegenlerde ne yapılacağı sorusunun yanıtı benim için boş küme hala. Ne yapılacaktıysa, bu 5 bin yılda Dünya Sistemi’nde çoktan yapılabilirdi bana göre.
Ötesi içinse, düşünce-öte, zeka-öte, bilgi-öte, zihin-öte, canlı-öte, özdek-öte gerekli. Ölümsüzlüğün kabaca limitle yakalandığı momentlerde olduğumuz için, canlı-öte’nin yolunun ucunu görebildim ama gerisini göremedim ve göremiyorum henüz.
Sonucu Evren sonsuz genişlee ne olacak, çökse ne olacak? Bunu insan sonrası tür becerse ne olacak, becermese ne olacak/
Bunlar tanımsız ve tanım-öte durumlar benim için hala.
O epistemik vakumlar da, ben-değil’i bile panik-atak’latıyor.
Yanısıra epsilonlar var. Bu son 2 parça-metin dahil.
(28 Nisan 2017)

Ben, Ben-Değil, Vd 1

‘Neuromancer’i Türkçe ve İngilizce olarak 17-18 yıldır okuyageldim. Belki ilk okumamda yazmış olmam gerekeni, şimdi ve son okumamda yazıyorum.
Siberuzayda, ben’i kopyalayarak bir yazılım-Reha-kopya olsaydı ve ben beden-zihin Reha ölseydim, bunu kabul / tercih etmezdim.
Benim bakış açımda, siberuzaydaki kopya-ben de bir ben-değil sayılır. O ben-değil de, bir ben-öte sayılır.
Bedenim öldükten sonra kalacak olan yazdıklarım, zaten ben-öte. Aslına bakılırsa, şu an bile ben-öte.
‘Ben olarak ben’i yalnızca ve yalnız şu bedenli zihnim olarak kabul ediyorum. Biyografimin içine kakılı olduğu tarihsel ve siberuzaysal koşullarda bu böyledir. Benim için böyledir yani.
Bu beden-zihin Reha’yı kimlik veya kişilik olarak savunuyor ve tercih ediyor değilim. Özne olarak belki öyle sayılır.
Kendimi hep kendi-değil saydım, artı çokkişilikçiklilik eğilimliyim ama yine de bu bir Ben çeşidi yine de. Kendi varlığımı yokluk olarak algıladığımda bile bu böyleydi.
Şerh 1:
Bu ‘Ben de Ben’ söylemi, son 1-2 yıllık yaşlılık dönemimde ağırlık kazanmış ve ben bunu bilinçaltımda izleyememiş olabilirim.
‘Sprawl Üçlemesi’nde üzerinde çalışılmayan bir konu olarak, merak ettiğim bir şey olurdu ama:
Özgün Ben ile kopya-Ben birbiriyle nasıl etkileşirdi acaba? Yalnızca 2 zihinsel varlığın diyaloğu olarak olsa da olur.
Şerh 2:
2045’te gerçekleştirileceği önesürülen yazılım-zihin veya bir zihni yazılımsalca kopyalama olayında, zihnin birebir aktarılabileceği / kopyalanabileceği kanısında değilim. Örneğin, insan durur durur, olmadık bir olay anımsar, bu anımsamanın düzeneği, yazılım-zihinde olmayacak, olamayacak. Hele hele genelde hiç anımsanmayan bir rüyanın anımsanması durumunun hemen hiç kopyalanamayacağı kanısındayım şimdiden.
Bunun yerine şunu arzulardım:
Kendi metinlerimle diyaloğa ve etkileşime girişebilmek.
4 bin sayfaya indirilmiş yoğun-özet paragraflardan hiç olmazsa 30 bin tane olacak. Sözcükleri veya rüyaları pas geçersek, geri kalan masif-düşünce-paragraf’lardan herhangi biriyle tam etkileşim, 10 paragraf daha doğururdu gibime geliyor. Çünkü doğaçlama ve esinlenme olarak seyrekçe yaptığım etkileşimler, bu oranda sonuçlar çıkardı ortaya. NEK’i böyle çalışabilmek isterdim. Onları altkonu olarak tam sıraya dizip, farklı yıllarda yazdığım parçalardan yeni parça çıkarsamalar yapardım gibime geliyor. ‘GitS 1-2’ hakkında yazdığım son parçalar öyle oldu örneğin. Onu da 17-18 yıldır seyrediyorum. Ursula K. Le Guin hakkındaki son metnim, bu konuda dediğimin geçerliliğini kanıtlıyor.
Ek not:
Kendi metinlerime zeyl, şerh, açıklama yazma eğilimim, yazma yolumun sonlarına yaklaştığımı imliyor. Son düzlük değilse bile, son dönemeç diyelim.

(28 Nisan 2017)

Perşembe, Nisan 27, 2017

Kazancı Yokuşu'nun Sonu

Ferhan Şensoy, 1 Mayıs 1977 olayları olmadan önce, romanın sonunu bağlayamadığını yazar. Olaylardan sonra ise, mahalle sakinlerinin olaylarda öldüğü, bilinen son yazılır.
Bu, duble-lümpen bir tavır bence:
Bir:
Lümpeni gülünçleştir ve kabul edilebilir kıl.
İki:
Üstüne bir de, onları demokrasi şehidi yap.
Oysa, o zamanla ilgili olarak benim bildiğim gerçek, Taksim Gezi Parkı’nda 1 Mayıs 1977’de parayı çuvalla kazanan köftecinin, ateş başlayınca, köfte arabasını bırakıp tüymesi öyküsüdür.
Artı:
Gümüşsuyu Yokuşu’ndan aşağı kaçarken polise yakalanan bir politikacı kızının, içeride tecavüze uğrayıp kafayı yediğidir (onunla şahsen tanıştım, ben barmen ve o müşterim olarak).
Sonuç:
Mizah, yalan söylemek veya gerçekleri boyayıp yutturmak değildir. Tam tersine, boyalı yaldızı kazıyıp gerçekleri göstermektir.
(27 Nisan 2017)

Konsept Fotoğraf Üzerine

Sony’nin düzenlediği yarışmaya gönderilen ve ödül kazanan fotoğraflar değil.
Onlar, fotoblog bile olmamış.
Çakma metinli fotoğrafçıklar olmuş.
Wikipedia konsept fotoğrafı, bir düşünceyi görselleştiren bir fotoğraf olarak tanımlamış.
Biz konsept fotoğraf örnekleri olarak, Prokodin-Gorskii’nin taa 19. Yüzyıl sonunda ve 20. Yüzyıl başında çektiği, tüm Rusya’yı gezerek çekilmiş, 3 renk filtreli, çekilmelerinden ancak yüzyıl kadar sonra renkli basımları yapılabilmiş fotoğrafları sayabiliriz.
Burada, hem biçim (burada teknik), hem de içerik (Rusya insanları panoraması) olarak konsept sözkonusu.
Konsepti kavramsallık, yani soyutlama derecesi olağandan 1-n derece ileri olma olarak tanımlıyoruz. Siyahbeyaz fotoğrafla renkli fotoğraf yaratıp, sanatta devrim yapmaktan söz ediyoruz.
Şerh: Burada, politik bir devrimin sanatsal bir devrimi geciktirebileceğini görmüş oluyoruz. Ayrıca; Lenin, Troçki veya Stalin’in o fotoğrafları yok ettirip ettirmeyeceği de tarihsel bahis konusu.
Bizim ‘Kuburkent İstanbul’ projemiz de, tümüyle bir konsept fotoğraf dizisidir.
Yanıtlamaya çabaladığımız sorumuz da şudur:
Bir kuburkentin ne’si görselleştirilir?
(26 Nisan 2017)

Çarşamba, Nisan 26, 2017

Sevgili Kırık Beynim

Bir belgesel.
Daha çok bir öz-belgesel.
Bir gençkız beyin kanaması geçirir ve okuma, yazma ve konuşma yetilerini yitirir.
Kendi belirtmesine göre, daha ilk günlerden başlayarak, kendi belgeselini yapmaya karar verir. Kendini selfilemeye başlar. Film, ağırlıklı olarak onun çektiklerine dayalı.
Okuma ve yazma belirtilmiyor ama konuşma yetisini geri kazanmış.
Film için, internette kendi projeni finanse etmek için kullanılan, bir tür yardım fonu olan Kickstarter’da 30 bin sterlin hedefleyip, 37.340 sterlin toplamış.
Dünya’yı değiştirebilen bir filmin maliyeti bu kadar yani.
Sinemada içerik, hala formdan önce geliyor yani. Çekilmemiş binlerce konu var yani.
Öz-yönetmene dönelim biz:
Bu, nasıl bir azimdir?
Bu, nasıl bir mümküniyettir?
Ek bilgi:
Filmin yapımcıları arasında David Lynch de var. Onun kurmaca olarak denediklerini, bu gençkız bizzat yaşayarak sinemalamış.
Şerh: Oliver Sacks’in yazdığı, kendini ‘Mars’ta Bir Antropolog’ hisseden otistik kadının belgesel (Morris) ve kurmaca filmi, metnin çok gerisindeydi. Bu filmin metni yok. Ancak yardımcı yönetmen, BBC’ye bilimsel belgeseller yapan biriymiş. Yine de, Sacks’in yazı gücü, sinemanınkinin üzerindeydi.

(25 Nisan 2017)

Desilets, Ancestors, Amsterdam 1666



Anlaşılan, düşünce sinemasını ve düşünce meta-sinemasını bu adam yapacak ya da yaptı.
Kendisi, ‘Assassin’s Creed’in yaratıcılarından imiş.
Son 2 eseri ise şunlar:
Ancestors: The Humankind Odyssey
Bildiğimiz evrim tarihi.
Amsterdam 1666:
Amsterdam’ın rönesans ve yağlıboya resim sanatı zirvesi dönemi.
Her 2’si de realist ve belgesel eğilimli sinema ama bilgisayar oyunu aynı zamanda.
Şerh:
‘Assassin’s Creed’, bazı bölümlerinde tarihsel gerçeklerden ve bütüncül-model’den epeyi uzaklaşıyordu. Bu epistemik hatayı, bu 2 oyunda yapmadığını umuyoruz.
Gelelim, neden böyle bir gereksinim olduğuna:
Aynı durumu, yetişkinler için üretilen grafik roman alanında da görüyoruz:
Tamam, bilgisayar oyunları eğlendirici ama aşırı basit, standart, yaratıcılıksız, vd, vb. Tamam, Dünya nüfusunun çoğunluğu böyle ama böyle olmayanlar da var ve onlar da ciddi bir tüketici demografik fragmanı.
En güzeli de, yaratıcılık açısından olanı:
Bilgisayar oyunlarının 40 yıldır hep aynı olduğunu ve bunu ancak bu yetişkin oyunlarının bozabildiğini hep yazdık. Pazarda tutunabildiler de.
Zaten bu, sinema filmleri için de böyle:
Filmlerin % 99’u seyredilesi değil ve onları üretenler zaten böyle bir beklentisizlik içinde, yalnızca ‘üretim için üretim’ olarak onları üretiyorlar.
Açın bakın 2017 oyunları listesini, aynı şeyi orada da göreceksiniz.
Devam dizileri her 2’sinde de aynen geçerli.

(25 Nisan 2017)

Salı, Nisan 25, 2017

Naturalist Fotoğraf Üzerine

Sanattaki naturalist terimi, roman alanında ve 1800’lerde tanımlanmış.
Yağlıboya resimdeki ve 1500’lerdeki Bruegel çizgisi, nitelik olarak pekala öyle olmasına karşın, (önce veya sonra) naturalist olarak tanımlanmamış.
Bugüne kadar naturalist fotoğraf olarak bir terim duymadım. Ben uydurdum yani.
Fotoğrafı sanat sayarım. Fotoğrafı aşırı müdahale edilmiş ve süslü sayarım aynı zamanda. Süssüz fotoğraf, naturalist olabilir.
Karşı olduğum bu: Nachtwey’in savaş fotoğrafına bile, kezlerce ve dakikalarca rötüş yapması anlayışı.
Yok kadrajlama, yok kompozisyonlama. Bana ters geliyor. Bana biçim değil, içerik gerekli.
Dolayısıyla benim naturalist fotoğraf anlayışım ve uygulamam, enstantane çekim ile oluyor genelde.
Az konu, az çekim. Az toplam foto.
Yani, aynı zamanda minimalist, benim naturalist fotoğraf anlayışım:
Tek şey kaydet ama uygun epistemiklik’te kaydet. Enstantane de, o tanımlanmamış uygunluğu, rasgele ve şansa bağlı olarak 1-5 saniyede yakalayabilme olayı.
Bunu yapabildim, hem de birden çok kez.
Güler gibi, 2,5 milyon karede 2,5 karedense; kendim gibi, 2,5 bin karede 2,5 fotoğrafı yeğlerim. Kaldı ki en az 25 fotoğrafımı vura vura fotoğraf seminerlerinde gösterebilirim: Yangın, masturbatör, mavna, vd.
Şerh: Otoportrelerim, ölüm yasında ürtiker gibiler haricinde, zayıf kaldığım bir alan. Onu da 2,5’lamak arzusundayım. Yaşlı bir otoportre dizisi olacak.
Bilgi: Algı nörolojisi bildiğim için, gerçek anlamıyla doğal / olduğu gibi görünen cisim de olmayacağını bilirim, fotoğraf da. Dolayısıyla buradaki naturalist, 3. dereceden bir mecaz olmakta: Sonuç natural duygudurum artetkisi olacak. Yapaylık, kurmaca’lık hissedilmeyecek.
Ancak, kolaj-montaj fotoğraf çoğulluğu, bunun dışında tutuluyor.
40 yıldır hep böyle fotoğraflar peşindeyim.

(24 Nisan 2017)

Pazartesi, Nisan 24, 2017

TC'de Kutuplaşma 2

Bir alıntıyla başlayalım:
“Demokrat Parti ve o gelenekten gelen partilerin oylarına 1950’den bu yana baktığımızda, bir tek 1983’te ciddi bir düşüş eğilimi göstermiş olduğunu görüyoruz. En yüksek oy oranını ise 1991’de almış. Bu tarihler dışında merkez sağ partiler aşağı yukarı aynı seviyede seyretmiş. Diğer yandan CHP ve o gelenekten gelen DSP, SHP gibi partilere baktığımızda, 12 Eylül darbesine kadar çok sert iniş çıkışlardan bahsedemeyiz ama 12 Eylül’de ciddi bir kırılma olduğunu görüyoruz. Sol için düşüş orada başlıyor ve ondan sonra da düzenli olarak devam ediyor.”
İşte bu nedenle, akademisyenlere epistemik güvenimiz yok.
Bir de biz yorumlayalım:
Bir: Türkiye’de TİP hariç, gerçek sol parti olmadı, 1977 CHP’si dahil, diğerleri dahil. Atatürkçülük, solculuk değildir. Günümüz solcuları, ne devletçidir, ne de liberaldir. Bir zamanların karma ekonomili TC’si gibi, yeni bir karma düzeni kurarlar ki zaten en kapitalist geçinen ülkelerde bile en büyük şirketler devlet elinde, 900 milyar dolarlık Norveç fonu dahil.
İki: CHP-AP-MSP-MHP ayrımı ile CHP-AKP-HDP-MHP ayrımı bambaşka şeyler.
Üç: Türkiye’de Alevi partisi de oldu, TBP ama sonra onlar bölündü. Şu an Türkiye’de Alevi partisi yok. Aleviler birlikte tek partiye de oy vermiyorlar.
Dört: TİP’i kürtçülük (ve dolayısıyla Kürtler) kapattırdı. Nasıl ki TKP 1977 CHP’sini kullandıysa, Kürtler de hep CHP çizgisini kullandılar. Sonra ayrı parti kurdular.
Beş: Bu Kürt ve Alevi fay hatları, en önemli fay hatları idi. Geçmişte ama.
Altı: 2015 seçimlerindeki 4 parti de sağdaydı. En sağa geçme işini, AKP MHP’yi sağlayarak yaptı.
Yedi: Milliyetçilik ve şeriatçılık binişikliği, 2001’den beridirki cihad-haçlı seferi kilitlenmesinin sonucu. Bu durum, temel milliyetçilik ve temel şeriatçılık kavramlarını değiştirmiyor.
Sekiz: 1980 ertesiki liberal-muhafazakar denilen kesim, bu yolda kendi elleriyle göçertilmiş oldu.
Dokuz: Bu türden ayrışmalar, ne Dünya’ya, ne Türkiye’ye yaramadı. Çünkü bu tür ayrışmalar, tüketiciliği düşürdü. TC halkları 1983-2017 arasında (1,4 borç + 1,5 KİT + 1,1 israf olarak) 4 trilyon doları G-7 ülkelerine aktardı ama önümüzdeki 37 yıl için savaşa girerse, bunu yapamazlar. Bakınız Suriye halkları 2011-2017.
Yani:
Olay, sağ-sol ayrımı değil.
Olay, mezhep ayrımı değil.
Olay, Türk-Kürt ayrımı değil.
Olay, silah satışından kar olmaktan çıktı, 2010 gibi.
Olay, petrol karı olmaktan çıktı, 2015 gibi.
Olay, feci saçma. Yanılmış devlet ve batmış devlet gelmiş cihane; savaş, iç savaş, darbe bahane, tüketim nah şahane gibi, bir tekerleme olay. Tarihin çöküş dönemlerinden birindeyiz yani.
Olay, hegemonların kendilerini batırması.
TC ise, tersine örnek:
Hegemonların batırdığı çevre ülkelerin kültürel basıncının  birbirine yapıştırdığı parçaları, dingildek dingildek birarada giden bir devlet.
Araştırmada, denekler AKP-CHP tiplerini birbirinden ayırabilmişler. Nolcek? Eskiden de, ülkücü-solcu bıyığını ayırmak vardı ve modaydı ki bunlar birbirine çok benzerdi.
Hala kimsenin söyleyemediğini biz hep söyledik, yine söylüyoruz:
Kutuplaşmaya karşı çıkanlar, kutuplaşmayı yaratanlardır. Onu bile becerememişlerdir, ayrı konu.
Kutuplaşma uç noktaya gitsin, TC bu koşullarda 3’e parçalansın. Nolcek? Yine birleşecek.
Şerh: Kürtler (şu andaki momentle 4’e) hep parçalanacak, bunu not etmiş olalım. Devletlilik-devletsizlik geleneği ayrımı bu.
Bizi en çok ilgilendiren olumsuzluk da şu:
Gavur İzmir Cumhuriyeti, asla ve kata özgürlükçü olamaz. Çünkü orada da, çokluk-b.kluk durumu var. Orada da hoşgörüsüzlük-linç durumu var. Orada da hiçbir insani değere değer verilmemesi var. Kitapçılık yürümüyor orada örneğin.
Gerisi 2050’ye kadar, halkların kültürlerinin mayalanma ve paçallanma dönemi.
Yani:
En kutuplaşmış dönemimizde bile, birincil derdimiz kutuplaşma olmadı.
Ya da:
TC halkları, ne faşizmi, ne de engizisyonu beceremedi. O kadar lümpenler yani.

(24 Nisan 2017)

Kutuplaşmanın Nedeni ve Sonucu

Küçük kentlerdeki yüksek evet oyunun nedeni için Neşe Özgen açıklaması:
“Kırsal ve küçük kent kesimleri, üretici değil artık, devletten alacağı ulüfeye bağlı. Devlet onları kıstırmış durumda. Büyükkentte de işsizlik var ama orada baskı kırılabiliyor.”
Yorum:
Bu, bir açıklama. Ancak, yeterli değil.
Büyükkentte de vakıf veya mafya ulüfesi var da, devlet baskısı kırılabiliyor. Yani, küçük-sultan-cık’laşma her yerde var. Ancak, satılık oy durumunu AKP icat etmedi, onu yalnızca kullandı.
“Neşe Özgen, toplumda uzun bir süredir bölünme ve kutuplaşma yaratılmaya başlandığını, "ırkçı ve İslamcı söylemlerle kışkırtılan" bu ayrımın çok tehlikeli olduğunu vurguluyor.”
Her 2 kışkırtma da aşırı çakma, 2 günde unutulur, MHP ve MSP söylemlerinin 1980 ertesinde unutulması gibi.
Bölünmenin, laik-şeriatçı-Kürt üzerinden 3 tane olması, diğerlerinin (örneğin Alevilik’in şimdilik) işletilememesi nedeniyle. Asıl bölünme, eğitim, çalışan kadın x ev kadını, kıyı x kara toplumu, yeni bilinçsiz oy, kırsal x kentsel kesim üzerlerinden işledi. İpsos araştırması bunu açımladı.
Nigar Tuğsuz ise şöyle demiş:
“… eğitimli, şehirli kişiler dediğimiz kitlenin bir kere her şeyden önce demokratikleşme beklentisi daha yüksektir.”
Külliyen geçersiz bir saptama. Türkiye’de eğitimli kesimde de bir demokrasi geleneği oluşmadı. Bugün Erdoğan’a hayır oyu verenler, son 15 yılda Erdoğan sayesinde abidik gubudik işlerden havadan para kazandılar. Erdoğan’ın anti-demokratik hiçbir uygulamasına ses çıkarmadılar. Başta liberal demokrat geçinen o gazeteci taifesi böyle.
Akademisyenlerin yaşamdan uzak yorumları beni deli ediyor. Kimse demiyor ki referandumdan önce de, zaten % 50-50 kilitlenmesi vardı. Her seçimde % 20-40 seçmen kararsızdır. O karasızın bir seçimdeki oyu, yalnızca bir kereliktir. İnsanlar, bir sonraki seçim geldiğinde, 3 önceki seçimde kime oy verdiğini hatırlamaz bile. Her 2-3 seçimde bir, Türkiye’de son 35 yıldır  partiler habire sıfırlanır çünkü.
Kutuplaşma, 70 yıllık becerilemeyen çokpartili yaşamın sonucu.
Varacağı yer, TC’nin parçalanması ama ona da bölgesel yapı izin vermiyor. Çevredeki durumu yaratanların TC’nin parçalanması veya parçalanmaması ile ilgili bir geçerli-beyan’ı yok.
Dolayısıyla, bir yere akamayıp, olduğu yerde mayalanan bataklık suyu gibi TC. Yani melezlenmeler ortaya çıkacak, Alamancılık’ın çıktığı gibi.
En önemli sonuç bu olacak bizce.
(24 Nisan 2017)

Pazar, Nisan 23, 2017

Körlerle Sağırlar Fransa 2017 Seçiminde Birbirini Ağırlar

Yuh diyorum, hem Fransa’daki Türk kökenlilere, hem de yabancı seçim yorumcularına.
+
Öncelikle popülizm:
Bizim Türk kökenliler, ‘AB karşıtlığının popülizm olduğu’nu söylediler.
İlk yuh buraya.
Bunlar, Brexit’i izlemediler mi?
Cameron, başta AB’den ayrılmaya taraftar idi, bu konuda referandum yapacağına söz vererek seçimi kazandı. Referandum kararı aldı, u dönüşü yaptı, AB çıkışına karşı çıktı, seçimi kaybetti, istifa etti, gitti.
Bu; popülist çizgi değil, tam tersi ana akım çizgisi.
Vurgu:
Bu tarihten sonra AB, kimseye yarar getirmez.
Artı:
Almanya, 3. kez ortalığı dağıtmaya geliyor: 4 Reich = 3 dünya savaşı. Taa 1648’in rövanşını aldılar.
+
21:21 itibarıyla ön sonuçlar:
Melenchon      % 19
Hamon                        % 7
Macron                       % 23
Filon                % 19
Le Pen             % 23
Saptama:
2 tane 1., 2 tane 2. var. Yani, sağ-sol arasında olduğu gibi, adaylar arasında da eşitlik var. Bunu hiçbir yorumcu söylememiş.
+
Yorum:
Marchon ilk kez seçime giren bir aday olarak popülist. Burada onun söylemindeki popülizm, birleştiricilik söylemi. Bunun bizde 2 ayağı var: 2002’de 3 ayda % 7 oy alan Uzun ve Genç Parti, artı 4 eğilimi birleştirdiği geyiğini yapan ANAP ve AKP. Kimse, Özal’ın 1980 ile işbirliğini veya YSK’nin 2002’deki hukukdışı davranışını yazmıyor. Yani birleştiricilik, toplu nitelikli dolandırıcılık olmakta aslında.
Le Pen, zaten uç sağ olarak popülist.
İlk 2 sırayı alan adaylar popülist yani.
+
Ancak, şavalak bir yoruma bakalım:
“Popülist akımların yükseldiği yönünde onca tantanaya rağmen, ana akım adaylar oyların yüzde 60’ını almayı başardı. Almanya’da da Afd’nin gerileyişi düşünülürse, Donald Trump’ın ABD’deki seçim zaferi seçmenleri tepki oyları konusunda daha temkinli hareket etmeye itmiş gibi gözüküyor. Belirsizliklerle dolu bir dünyada iyi tanıdıkları siyasi akımlara yöneliyorlar ve daha az risk alıyorlar."
Tim Ash, BlueBay Capital.
Yani, kapitalistler gönüllerinden geçeni sonuç sanıyorlar.
AfD’nin küçülme nedeni, parti içi çatışmalar, genel politik durum değil.
Küçük, yeni, farklı, marjinal partiler ile popülist söylemi eşleştirmek, en kibar söylemle topitop hakemi satın alıp, maçta şike yapmak oluyor. Üstelik bu partiler, Yeşiller ve Korsanlar duble negatif yoluna karşın buradalar.
+
Gelelim, bizim Türk kökenli seçmenlerin de yaptıklarını itiraf ettikleri davranışa:
Le Pen kazanmasın diye, onun rakibine oy vermek, sağa oy veren soldaki veya sola oy veren sağdaki olmak farketmiyor. Bu, Le Pen’lere karşı icat edilmiş bir salaklık, hem de ezme ve süzme salaklık. Fransa seçmeni, sağ-sol arasındaki ayrım ortadan kalkar ve vicdanları solda cüzdanları sağda iken, durum birden tersine döndü.
Cüzdanları solda vicdanları sağda oluv erdiler birden. Son 2-3 yıldır.
O zaman Fransa’da neden devrim yapıldı, neden o kadar kan döküldü, neden oy hakkı verildi ki?
Bu, bizim satılık oy kullanan seçmenimizinkinden farksız bir davranış dizisi: Rüzgar gülü olma. Omurgasızlık. İdeolojisizlik. Döneklik.
Unutmayın, Sarkozy Le Pen’in yapmayacağı ve yapamayacağı çok şey yaptı. Sarkozy de, Hollander de, sarayı kerhaneye döndürdüler. Hollander, inanılmaz işçi karşıtı yasalar çıkartılmasına göz yumdu. Göz yumduran da, şu an 1 no durumundaki aday.
O nedenle:
Körlerle sağırlar seçimde birbirini ağırlar.

(23 Nisan 2017)

Cuma, Nisan 21, 2017

AKP Gidiyor, Alternatif Lazım

Bunların büyük ebeveyni de böyleydi, ebeveyni de: Aymazlardı, onca sopa yediler, yine aymadıler. Komünizm gerekirse, onu da kendilerinin yapacağını savunan DP’lilerin sonlarını unutmuşlar.
AKP gidiyormuş, alternatif lazımmış, onu da kendileri yapacaklarmış.
Kimler mi?:
Yeni Çağ’cılar ve Aydınlıkçı’lar.
Biri şeriatçı-tarikatçı, biri maoculuktan dönme ulusalcı.
Milli hükümet kuracaklarmış. Milli olmanın argo anlamı bellidir. Mezardaki nenemizi bile milli yapmak niyetindeler yani.
Gelelim asıl ne olacağına:
Zarrab davası üzerinden, Trump-Erdoğan uzlaşması bir süreliğine kesinleşecek gibi. Bunu en geç 1 ay sonra öğrenmiş olacağız.
Ancak, bu koşullarda 2 yıl daha Erdoğan’ı bırakırlarsa, 2 yıl sonra sağacakları inek-kitle kalmayacak ortada. Ölü inek şaapıcılığı zoo-nekro-fili’si içindelerse, onu bilemeyiz tabii ki.
Burada sorun, tek denge faktörü olabilecek olan AB’de tümüyle:
Öyle bir iç dertlerine düştüler ki Dünya yanıyor ve onları da yakıyor, hiç aymıyorlar. Paris’te 2 polis öldürüldü, Le Pen % 5-10 oy daha kazandı: Bu kadar basit durum. Faşizmi temizleyemeyecekler bu kez.
Şimdiki durum, ABD’nin 2 dünya savaşına da sonradan yarım ayak girip, parsayı toplamasına benzemeyecek. ABD vatandaşları, ABD vatandaşlarından 1.500 tanesini eşek cennetine gönderiyor her yıl. Onları IŞİD eğitirse, 150 bin olur eğitim zayiatı. Onun altından da kimse kalkamaz. Başta silah satışı savunucuları.
Ekonomik açıdan durum, 2 dünya savaş sırasında AB’yi borçlandırmak kadar basit değil. Dünya’nın en büyük fonları, ABD’li falan değil. Dünya’nın en büyük bazı finansal kurumları bile, kapitalist ülkelerde bile devletin elinde. 37 yıllık zulümde, Dünya halklarının yarısına bile banka hesabı açtırmayı beceremediler. Üstüne, açlıktan ölen 2 milyar kişi yarattılar.
Bu durumda, Erdoğan’ı öyle şakkadanak manipüle edemezler. Tam tersine Erdoğan, onları eder. Etti bile çoktan.
Kapitalizm olayı savaşa sürdü ve tüm kayıplara karşın uç-sağa kaymış kitle, 10 bin sivil kaybına gık demedi. Hatta, olup biteni alkışladı bile.
Erdoğan, Suriye’de veya Irak’ta yamuk yaparsa ne olur?
50 bin G-7’li asker ölür.
Erdoğan gider doğru ama G-7 de Ortadoğu’da kaput olur.
Korkumuz zaten bu:
Tüm taraflar, hiç öyle bir şey istemeseler de, hesabı yanlış yaptıkları için, kitlesel yıkıma sürüyorlar arabayı.
Yeni Çağ ve Aydınlık da.
Dipnot:
Nasıl ki bir anarşist olarak, devletin yokluğunu dehşet içinde izliyorsam; bir psikopat sayılan olarak da, bunların psikopatlığını dehşet içinde izliyorum.
(21 Nisan 2017)

Penguen Kapanıyor

Penguen son 4 sayı yayınına geçmiş, yani kapanacakmış.
Bunun koşutu olan başka veriler de mevcut:
Gazete tirajları düşüyor.
Kafa, Ot gibi dergilerin sayısı ve tirajı artıyor.
Fanzin dergiler ikinci baharlarını yaşıyor.
Yani sorun, maliyet değil, karikatüristlerin artık pasta yiyememesi. Rahmetli Aral ve Gırgır, ergenlere göreli-zengin olma yolu açmıştı, o yol kapandı.
1972 momentli Gırgır düşünülürse, 45 yıl uzun süre.
Kafa / Ot türü dergilere ölü sevici diyorlar ama terim uygun değil: Duygu-sömürüsü-sever çok uygun.
Bu, Gırgır’da da böyleydi.45 yılda yalnızca duyguların niceliği niteliği değişti. Gırgır entekçilik oynamazdı, Kafa / Ot oynuyor. En lümpeninden sapyofili-saplığı bu.
Burada çok yinelediğim bir gerçek var:
Gazeteler, özellikle internet siteleri, inadına inadına görsele geçerken, Kafa / Ot çizgisi, hem mizah dergilerini batırdı, hem de yazıyı görsele üstün kıldı, geçici bir süreliğine.
Burada bir gerçek var:
1977 çizgisi bitti ve Aral öldü ama oradaki yumurtalar 40 yıldır hala piyasadalar. Dergi kurup batıranlar da onlar. Latif Demirci gibi, kişisel girişimci takılan da var.
Bugünkü hakim çizgi-espri yaratıcıları, para kazanamasalar da milyonlara hitap ediyorlar. Ama bir de, henüz binlere hitap eden yeni kuşaklar var. Eskiler yenilerin yolunu tıkıyor yani, Aral’ın o zamanki bazı yeni, şimdiki eskinin yolunu tıkadığı gibi.
Hala feodaller, hala patriyarklar.
O nedenle Doğulu’lar, o nedenle Batılı-değil’ler.
Ancak, notlamak gerekir ki Türk mizahı, en yüksek karikatür kitabı basıldığı dönemini yaşadı ve tirajları, o kitapların varlığını onyıllarca sürdürecek.
Yani, karikatürcüler gidecek, kitapları kalacak. Öyle oldu bile çoktan aslında.
(21 Nisan 2017)

Dar Sokakların Gerçekliği Rüyası

kadarı önemsiz gibi.
Bolu’da mola veriyoruz. Buradaki görüntüler renkli ve çok net.
Eski nostalji ile antika alımı arasında bir duyguda, dar sokaklarda dolanıyoruz. Ben kadına bir şeyler söyledim ama ne söylediğim aklımda kalmadı. Bir dükkan anımsıyorum, daha çok ahşap mobilyalar satıyor. Fonda doğa görüntüleri var.
Beni en çok o dar sokakların gerçekliği etkiledi.
Gündüz zamanı, Cemal Süreya’nın ’99 Yüz’ünün ilk yarısını okumuştum. Oradaki portreler için de tek ve aynı şeyi söyleyebilirim:
Dar sokakların gerçekliği.
Rüyamda kadınla aramda bir şeyler olacak gibiydi.

Rüya kısa sürdü. Uyandım. Toplamda belki 5-10 dakika idi.

Dark Sokakların Gerçekliği ve Cemal Süreya + 99 Yüz

Kitabın ilk yarısını bir gündüz okudum. Gece ‘dar sokakların gerçekliği’ rüyasını gördüm.
Birinci Cumhuriyet öldü diye, fatihasını değil, patolojisini yazayım dedim. (Aslında 1986-2013 arasında da onun ölü patolojisini yazıyordum ki zaten 2.-4. Cumhuriyet tezlerim 2006 ve hatta 2001 momentlidir.)
Birinci Cumhuriyet edebiyatını çok severim. Türkçe gibi, yoktan var edilmiştir ve o gidince görüldüğü üzere, epeyi pahalı ödenerek üretilmiştir. Yenisi, eğer gelebilecekse, epeyi uzun sürede gelecektir ve 1995’ten beridir de, Türkçe’de  edebi bir vakum sözkonusudur.
Onu duygusalca tanımlayabilecek birkaç ifade ibaresi var:
Nafile ve beyhude (Tanpınar, Ataç, vd kuşağı).
Dar sokakların gerçekliği.
Keçi yolu gibi, taşra asfaltsız ara sokakları gibi.
Tek yoldur, nostaljiktir, yürünebilirdir ama tüketicidir, pek de bir yerlere varmaz o yollar.
Süreya’nın kitabını ilk okuduğumda çok şey öğrenmiştim ondan ama son okuyuşumda kesinkes (bence bile bile yapılmış) dezenformasyon gördüm. Süreya o kadar çok şeyi algılayamamış ki. Üstelik, o bu metinleri yazarken, yayınlandıkları dergide ben de vardım ve bir yazım yayınlanmıştı orada (2000’e Doğru ve Akşama Doğru / TRT 1 kanalı).
Yani, ikimizin mekan-zaman momenti raslantıyla çakışmış. Benim, Perinçek’i Apo’culukla ve onun yukarı çıkardığı uyuşturucu kültürünü beslemekle suçladığım zamanlar (tanık Halil Beytaş, yer Rumelihisarı, Sırçacı Sokak, No:9, 1990 baharı).
99 kişinin bazıların adını bile duymamışım. 50 İstanbulaceze tiplememin de, belki 50’sini kimse duymamıştır. Buradaki öznelliğe bir şey demiyorum yani.
Ancak, Murat Belge veya Fethi Naci gibi, kesinkes okuyarak hükümlediğim yazarları, portreleyememiş bile. Naci’deki kızının ölümü yası sahteliğini hiç görmemiş örneğin. Belge’deki yaşlanma mental-kültürel regresyonunu görememiş olabilir, çünkü 30 yıl öncesiydi ve Belge hala sağ, çökmüş olarak.
Yani, portrelemeden muhasebe-bilanço da beklerdim. Demografik dağılımı biraz daha uygun seçmesini beklerdim. Sözün gelişine çakacağım diye, boş ve geçersiz laflar etmemesini beklerdim. İlah.
Bu metin çook uzar. Ben iyisi mi çıkayım:
Süreya kuşağı da, 78’liler kuşağı da, dar sokakların gerçekliğinde nafile ve beyhude olarak harcandı ama kendilerini de harcadılar ve harcattılar. Bu bölümü sakat, yoksa tarihe yenilmek sakat değil.
(21 Nisan 2017)

Kutuplaşma Söylemi Saçmalığı

Bakıyorum, kutuplaşmadan en çok yakınanlar, bir zamanlar kendileri kutuplaşma yaratmış olan ‘68’liler ve ‘78’liler. (Sonra da, yaptıklarına çocukluk, ergenlik, gençlik hatası diyorlar.)
Bakıyorum, kutuplaşmadan en çok yakınanlar, alt sınıflardan gelip sınıf atlamış olanlar. Pastaları incinsin istemiyorlar yani.
Bakıyorum, kutuplaşmadan en çok yakınanlar, 55 yaş üstü emeklileri, üstüne bir de İstanbul dışına yerleşmişler. Onlara giren çıkan yok yani, istedikleri an ülkeyi terkedebilirler de.
Alevi x Sünni, Kürt x Türk, şeriatçı x laik, şu x bu. Bunlar bahane. Türkiye halkları ümmilik üzerinden proto-feodal kültürel moda ve Arap atasözü durumuna geriledi: 2 kardeşsek birbirimizle kavga ederiz, amcaoğlu gelirse, 2 kardeş birleşir, ona karşı kavga ederiz.
‘Kavga’ yerine, ‘savaş’ de: aynı şey.
Evrimdeki geleneksel insan sürüsü büyüklüğü, hepi topu 200 ila 900 kişi olmuş, davranışlar ona göre yani. 80 milyonluk TC’nin veya 7 küsur milyarlık Dünya’nın mayoz bölünmeleri olağan o nedenle. Akışkan hücresi savrulması gibi bir şey yaşanan. Akışkanlıkta blokların niceliği ve niteliği akabilir, faydaki gibi katı hal modeli yoktur.
Beni ilgilendiren, bu fay hatlarının feci yapay olması.
Malını çalmak istediği kişiyi gavur saymak, Aleviler’in 5-10 altbiriminin birbirinin varlığını bilmemesi veya inkar etmesi, Kürtler’in Türkiye’de işgalci bir halk olduğunun inkarı, şeriatı bile beceremeyenlerin işi çirkefliğe vurması, Rusya’nın İstanbul’u kendisinin hak etmişliği ve alaturka-engizitör yeniden fetih savlarının kompleta absürlüğü, vd, vb: Gerçek durumlar bunlar.
Diğer bir deyişle ve yeni söylemle:
Mal varlıkları bir kez daha el değiştirecek: Talanla ve yağmayla. Her zamanki gibi. Ticaretle de değil, savaşla da. Hileyle. Kağıt üzerinde.
Mülk hırsızlıktır, söylemini biraz gereksiz buluyoruz. Mülklerin % 95-99’u dini, siyasi, ahlaki, hukuki suçlar, günahlar, ayıplar işlemeden elde edilmemiştir, diyoruz. Mülklerin % 1-5’i hak edilerek elde edilmiştir, şerhini koyuyoruz.
3 neo-liberal dalgada yükselen dolar milyarderleri hep battı. Sonuncular battığını inkar ediyorlar, sonlarını geciktirmek istiyorlar. Çirkeflikleri oradan geliyor.
Partiler açısından, 10 yılda bir en iyinin / en başarılının bile gitmesi gelenek olmuş. Bu siyasiler o yüzden çirkeflik ediyorlar, yiye yiye doyamamışlar, daha da istiyorlar.
CHP-AP-MSP-MHP (1979) ile CHP-AKP-HDP-MHP (2009) momentlerine bir bakın. Bir tek CHP 1979 biraz merkezdeydi, geri kalan partilerin hepsi sağdaydı.
O zaman neyin bölünmesi?
Çıkarın bölünmesi tabii ki.
6 Nisan 2017’de hayır oyu veren % 50-55’in ne yaptığının bilincinde olduğunu hiç mi hiç düşünmüyorum. Kesinkes biliyorum da. Çünkü 17.04.17 2017 anketi durumu açımladı bile.
Örneğin. En büyük dert eğitimli işsizlik ama kimse ülkeyi terketmeyi düşünmüyor, çünkü zaten yurtdışında çalışabilecek vasfı yok o eğitimli işsizlerin. Alamancılar kadar bile olamıyorlar yani.
Tersten açımlarsak:
Eğer Suriyeliler 2011’de ve hatta 2010’da ülkeyi terketmeye başlasalardı, bu kadar eğitim zayiatı olmazdı.
Şimdi de bu, TC halkları için geçerli.
Ancak, referandum ertesindeki 5 günde vukuat çıkmadı. Tepedekiler aport demedi yani. Bu da, onların kazanma şansını epeyi azalttı, çünkü karşı taraf çoktan aport pozisyonuna geçti. (Onlar da çabuk gevşerler, ayrı konu.)
Hakem topitop, futbolcular şikeci, vd, vb…
Takayım ben böyle tarih maçına…
Kim kazansa, ne olacak?
Hepsi de, eğitim zayiatı olarak, tarihin kabirine ve kuburuna, hafriyat olarak gömülüp gidecek.
(21 Nisan 2017)

Perşembe, Nisan 20, 2017

Twitter, Arap Baharı, Muhalefet

Büyük bir yanılgı içeren bir alıntı:
“2010 yılının sonlarında Arap Baharı başladığında Twitter, bir yandan toplumsal hareketin kendisi, talepleri, olaylarından daha fazla haberlerde başrolü oynar hale gelmişti, diğer yandan da Twitter izlenerek, bir sonraki toplumsal kalkışma tahmin edilebilir hale gelmişti. Biz Stone “Belli bir bölgede atılan tweet’lerin arttığını gördüğümüzde bir telefon açıp ‘hey diktatör, belki ülkenden kaçmak isteyebilirsin’ diyebilirdik” sözleriyle bu durumu ifade ediyor.”
Sonuç ne oldu?
Savaşlar.
Sosyal medyacıların 0 etkisi.
Entellektüellerin 0 etkisi.
O mesajları yazanlar, ya çakmaydı, ya etkisiz kişilerdi, ya da sokağa dökülmediler. Kısacası, slaktivisttiler.
Ayrıca, davranış sayılan mitinglerin de herhangi bir şey ifade etmediğini, 1968’lilerde ve 1978’lilered uzun süreli olarak gördük. En son da Geziciler’de aynı şeyi gördük: 0. yılda 1 milyon kişi, 2. yılda 0 kişi.
Dolayısıyla bu, yazar Funda Başaran’ın yanılsamasıdır.
Dipnot:
Bir toplumsal kalkışma, devrim kadar büyük olsa bile, eğer önceden tahmin edilebilir ise, ya yapaydır, ya da manipülasyondur / ajitasyondur / provakasyondur. Uzun tepişmelerden sonra, limitine / asimptotuna varır ama epeyi büyük genlikli salınmalardan sonra.

(19 Nisan 2017)

Lümpen Slaktivizmin Alaturka Davranış Modları

Son 10 yılda 2 dalga anımsıyorum:
Bir:
Pet şişelerin az-koyu mavi kapaklarını toplamak ve biriktirmek. Çok para ettiği sanılıyordu. 2011-2013 arasında sürdü.
Sonra da aylarca, sağa sola asılı toplama pet şişeleri öylecene ortada kaldı. (Bu, İstanbul-Kasımpaşa gözlemi.) Kimse de ellemedi onları.
İki:
Kedi evleri. 2016-2017 kışında yüzlerce kedi evi yapıldı. Kedi evi tartışmasında cinayet işlendi. Kedi evleri yakıldı. Fabrikasyon kedi evi üretildi. Kimsenin aklına, kedilerin doğada yuva yapmadıkları, evcil kedilerin de yuvasının olmadığı, kedinin evin olmadık yerlerinde (örneğin gardropla duvar arasındaki boşlukta) uyumayı adet haline getirdiği gelmedi. Kedi evlerini ayakaltı veya gözönü olmayan yerlere yapmadılar, yani yapılanı teşhir ettiler.
19.04.17 günü, değiştirme mevsiminde kaşınan tırnaklarını kaşımak için, kedilerin parçaladığı bir kedi evi gördüm. Bu, salgının doruğunun geçilmiş olduğunu bana düşündürttü.
+
Geziciler’in davranışının da bu türden bir viralite içerdiğini düşünüyoruz. O. yıllarında 1 milyon kişiyi biraraya topladılar, 2. yılda 0 kişi topladılar.
Siberuzay / sosyal medya yaygınlığı öncesinde, bu türden sıkı örüntülü bir toplumsal yapı var mıydı, yok muydu, ayrıca tartışmak gerek. Ancak, giysi modasının biraz gevşek olarak izlendiğini imlemek uygun olur.
Asıl parametrenin, 1975 sonrası doğumlularda gözlenen, ebedi ve ezeli ergenlik yaş-momenti ve onların çocukluklarında sahip oldukları pedokrasi hegemonyası olduğunu düşünüyoruz. Bu yaratıklara çok fazla zihinsel varlık atfedildiği için, eksi zekalı ve eksi bilgili olduklarının akıllara gelmediği, tüketici davranışı üzerinden, çok kolay etkilenebildikleri ve manipüle edilebildikleri gerçeğinin geçerli olduğunu düşünüyoruz.

(19 Nisan 2017)

Referandum Sonuçları Ekonomiyi Pozitif Etkileyecek

Bu saptama, Georgetown Üniversitesi öğretim üyesi Eylem Şenyüz’e ait. Tam saptama şöyle:
“Bu çıkan sonuç, piyasanın istediği bir sonuçtu. Referandum çok önemli bir soruydu ve bu soru artık ortadan kalktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan referandum sonrasında yaptığı konuşmada, Kasım 2019'a kadar Türkiye'de başka bir seçim olmayacağı mesajını verdi. Bu da, yurtiçi ve yurtdışından yatırımcılar için 2,5 yıllık bir stabilite dönemi ortaya çıkaracak. Yani Türkiye ekonomisine, hem yurt içinden, hem de yurtdışından ciddi bir para girişi olacak. Ve bu uzun vadeyi daha da pozitif gösteriyor.”
Türkiye’yi bilmeyen ve Türkiye’den anlamayan gavuristandaki bir Türk.
2,5 yıllık stabilite, orta vadeli bile değil.
Erdoğan, bugüne dek akşamdan sabaha onlarca kez açıklama değiştirdi. O, yalnızca bir an önce başkanlık uygulaması istiyor.
Türkiye ekonomisine girecek paralar, ancak delik havuzdaki eksiği belki doldurabilecek.
Türkiye’ye dışarıdan gelen paralar, ancak sıcak ve kara para oluyor.
Türkiye’ye Türkler’den dışarıdan gelen para ise, ancak illegal olarak dışarı çıkmış ve ekonomiyi canlandıramayacak para oluyor. Gerçek-ekonomik-para ortada yok.
En önemlisi ise, Dünya’da da neo-liberalizm denizi bitti. Bir de aklıselim sahibi politikacılar devri bitti.
Şu anda, içeride veya dışarıda hiç kimse denge istemiyor, tehlikeli koşullarda risk alıp köşeyi dönmek istiyor. Bu, global tekneyi ters çevirecek. Türkiye de batacak.
Bunlar, yazılalı 5 yıl falan oldu. Gelecekbilimsel öngörüler aynen gerçekleşiyor yani.
Dipnot:
2007 Krizi’ni açıklamak için söylenen dezenformasyonlar, G-7’nin bile 10 yıl sonra bile, gerçeklere ayamadığını kanıtlıyor.
(19 Nisan 2017)

IPSOS Anketi: 17.04.17

Referandumda evkadınları, kırsal kesimdekiler, eğitimsizler ve ilk kez oy verenler, ağırlıklı olarak evet demişler.
% 15 seçmen son anda kararını vermiş: % 7,5-7,5 evet-hayır durumunda.
3. veya 4. Dünya ülkesi için böyle ama cumhurbaşkanlığı seçiminden 1 hafta öncesinde (16.04.17’de), Fransız seçmeninin üçte biri kararsız durumdaydı.
İngiltere’de Brexit için referandum isteyen siyasetçinin referandum öncesinde buna karşı çıkması, sonra da kaybedince istifa etmesi durumu var.
Seçmen kararsız, siyasetçiler kifayetsiz, sağ-sol % 50-50.
Politik sürü yolunu şaşırdı artık yani.
Bu durumda, Türkiye’de evet kazansa ne olur, kazanmasa ne olur?
Alaturka referandumdan sonraki günlerde hobarey diye sivil terörü umuyordum. Apışıp kaldılar, astlar da üstler de. Orta vadede teşne olanlar zaten sivil terör yapacaklar ama durum kitleleşmeyecek gibi görünüyor.
Türkiye’de son 35 yıldır, her 1 veya 2 genel seçimde 1, sunulan partiler değişti. Seçmen istemese de, parti değiştirdi. Üzerine bir de her zamanki satılık oy eğilimi bindi.
Yine de jetonun düşmesi, G-7’de 70 yıl, bizde 35 yıl aldı. 1946-1976 arası ise, ön-çokpartililik bile değildi. İkinci 35 yıl çeyrek çokpartililik oldu ve sınıfta kalındı.
Şu ya da bu biçimde, seçimin ortadan kalktığı bir politik panoramaya doğru gidiliyor.
Kendi oylarını çoban oyundan yüksek görenler oy bile veremeyecekler.
İç savaş geyiği yapanlara söyleyecek sözüm yok: Yine 35 yıldır zaten iç savaştayız. CHP-AP-MSP-MHP ile CHP-AKP-MHP-HDP farketmez. Alevi-Sünni, Kürt-Türk ayrımı da farketmez.
Ne olursa olsun iç ve dış savaş toplamındaki ölü, yılda 5 bini geçemeyecek. O kadar insan, trafik kazalarında ölüyor zaten. İş ve kadın cinayetlerinde ölüyor zaten.
İşte bu, şeytani kötülüğün bayağılığının sıradanlaşması ve tüm kitleye bulaşması olmakta.
Biz de o momentteyiz artık.
(20 Nisan 2017)