Pazar, Aralık 31, 2017

Eski Yılın Son Günü

31.12.17, 16.30.
Eski Yılın Son Günü
Bu ayın başında yoğun tempoda yazıp, ayın sonunda yazmayı boşladım. Oturup eski yılı bir derleyeyim istedim. Klavyenin başına çöktüm.
2001-2017 arasıki Türkiye ve Dünya tarihçesi gidişatı hesaplara tamı tamına uyarak ilerledi. İşin heyecanlı ve kanlı bölümüne geldik.
Bu öykü finali, benim kellemi de içeriyor.
Aldırdığım yok ama.
Böyle salakların, böyle cahillerin arasında yaşamaktan sıkıldım. Üstelik, bunlar ilk on binde bir olanlardı. Gerisini gömün hamina koyiim.
Ancak, önce fermentasyon, sonra reformasyon / restorasyon zamanı da geldi artık. Yıkımın yıkımlı bölümünün sonundayız. Sonun sonu, biraz karışık öykülü geçer, tozdan dumandan ne olup bittiği başta anlaşılamayabilir. Aksiyonlu dönemler geldi yani.
Büyük oyuncu hegemonların yönetici CEO hegemonları bu kez epeyi ağırdan aldı. TC’nin ipini çekmeleri 3 yılı geçmiş olacak.
2015 Temmuz – 2017 Aralık arasındaki 18 ay ise, ilk 6 ayı zebehe geden ekşıın geçti, son 6 ay ise, oş alanda top çevrimelerle. Tüm oyuncular feci kıvırıyor, kim nereye gideceğini, kimi satacağını bilemiyorum. Yavşak ülkenin yavşaklarının endazeden çıkması, rezillik rüsvalık resmen.
İktidar seçkinleri ayrı rezil, kitle ayrı rezil, aydınlar hep rezil.
Maçın hakemi de yok. Olmadığı, kimsenin kimseye danışmamamasından belli.
Oyunun kuralı yok. Kalmadı.
İşte bu kaos demek. Kargaşa anlamında kaos. Kimin kazanacağının, hatta kazandığının belli olmadığı koşullar demek.
Birey olarak da öyle, toplum olarak da öyle.
Ben olarak da öyle, biz olarak da öyle.
Sorun da bu zaten.
Tamam, maçı oynuyorsun ama maçın sonucu, maç bittikten epeyi sonra karara bağlanacak durumu var.
Sağ kalma bölümünde kendimi favori geçerim, hatta tek geçerim. Herkes ölür, ben sağ kalırım, gibi bile yani.
Sevdiklerim gidiyor ama. Anam babam. Eski sevgilim. Eski arkadaşlarım. Hepsi mezartaşının kıyısındalar.
Ben de öyleyim ama ben 1,5 yaşımdan beri öyleyim zaten. Değişik, yeni, yıkıcı bir durum değil benim için yani.
Kaybedecek biri olmayınca, hatta kaybedecek kendin bile olmayınca savaşmak, ilginç bir durum.
Özellikle de sağ kalacağın yüksek oralıysa. Ne olup biteceği, en aksiyonlu şeylerin olacağını bilsem de, beni pek bağlamıyor artık.
Herşey resmen artık, ‘birden sonrası istatistik’ durumunda.
Kendi ölümlerim bile, ‘la kaçıncıydı bu?, çeteleyi karıştırdım’ durumunda…
Yazık.
Bir kez daha Türkler’in ne kadar kolay devlet kurduklarını ama ondan da kolay devlet batırdıklarını içeriden ve sahadan naklen izliyorum.
İkinci Cumhuriyet’e Birinci Cumhuriyet’ten ne taşınacak, ne taşınmayacak, zihnimde hala belli değil.
Yeni yıl, onu düşünmenin zamanı olacak gibi…
Bir de, bilmediğim kurallarla savaşırken, doğaçlamam ne kadar işliyor, onu izleme zamanı olacak gibi…

Bilinmeyen değil, varolmayan bir ülkeye ve zamana girdik.

Cumartesi, Aralık 30, 2017

Siz Bana Bakmayın, Ben Hep Ölürüm

Sonra da geri dönerim. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama böyle oluyor hep. İlkin beni anam babam gömdüydü, şimdi de AFL Forum. Bu, ilk de değil üstelik.
Toplama kampındaki ölümcül gaz duşu kapısındaki Museviler gibisiniz. Hala durumun gerçekliğine ayamadınız.
Siz barışın, siz affedin.
Ben barışmam, ben affetmem.
Affedersem, yine yaparlar çünkü. Hep yaptılar çünkü.
Örneğin, babam beni difteriden gömememen babam, beni askere ihbar etti, mevcutlu gittim. Sıyırttım, ayrı konu ama bu ‘erken ölüm + yakışıklı ceset’ demek aslında. Çok erken ölüm yaşadık hep birlikte, biliyorsunuz.
Siz hep yaptınız aynısını. 1968’li olarak, 1978’li olarak, dahi olarak beni hep gömdünüz, marjinalleri hep gömdünüz. Salak sepet normalliklerinize gömülmek için böyle yaptınız.
Siz Reha’yı ciddiye almayın. Reha alkolik, Reha aşağılık kompleksli, Reha içip içip yazıyor, falan da filan.
Reha savaşçı ama. Hep haklı çıktı ama. Hep haklı çıkıyor ama.
2003’ten beridir hep aynı notaları çalıyorum, ‘requiem’ tonu yani. Anımsayan anımsar. Gerisi hep unutuyor. Devrimciliklerini, dahiliklerini bile unutanlardan ne beklenir ki?
Ölmeleri…
Barışmaları veya affetmeleri değil…
Dost ateşinden de çok söz ettim, felaket yönetiminden de…
Ne yaşadıklarınızdan öğrenmişsiniz, ne de kitap okumuşsunuz…
Siz beni ciddiye almayın. Sizi öldürsünler. Onlar beceremezse, çaresine bakarız tabii…
Çok salak ve cahilsiniz yahu…
Dipnot: Bu metin, birkaç yerde birden yayınlandı.

(30 Aralık 2017)

Cuma, Aralık 29, 2017

Rüya Sürücülük, Doğaçlama Rüya, Öykü Yazma

Önnot: Bu metnin yazmamın, 600 küsur rüyamı yazdıktan sonraya kalması çok tuhafıma gitti.
Rüya sürücüler, kendi rüyalarını kurmaca biçiminde düzenleyebilirlermiş, diğer bir deyişle istedikleri gibi rüya görebilirlermiş.
Bu özellik, bende yok. Yazılı rüyalarımın imlediği üzere, rüyalarım kısa doğaçlama parçaları üzerine kurulu. Parçalar, bellekten gelen anı parçacıkları, yollar ise uyurkenki zihin temizleyici duygulanımlar olmakta.
Bunun hangi evla? Bilemedim açıkçası.
Bir de, Gaiman’ın rüya ülkesi / gündüzdüşü sürücüsü öyküsü üzerinden yarattığı, gündüzdüşü sürücülüğü de var.
Bense, rüya ile gündüzdüşü arasında ve dışında da epeyi rüya ve rüyacık türü olduğunu ama bendeki en sık tezahürlerin rüya ve gündüzdüşü biçiminde olduğunu kendimde izledim.
Ek: 11 yaşımdaki çocuk kütüphanesindeki yoğun okumalar ve ateşli uzun bir hastalık dönemi ertesinde gelen, gündüz yürürken sesli doğaçlama öykü anlatmaları, daha çok gündüzdüşü / gündüzkabusu ve uyanıkkenki havaleler biçimindeydi gibi.
O nedenle, Gaiman’ın şu ya bu biçimde farklı zihinsel etki parametreleri (delilik, uyuşturucu?) olduğunu düşünüyorum.
Dönelim ana soruya:
Hangisi evla?
Doğaçlama rüya görmek, duygusal olarak beni daha çok arındırıyor. Bunu yeğlerim.
Şerh: Güzel duygulu rüya olmasına karşın, beni az arındıran veya hiç arındırmayan rüyalarım da oldu. Bunun farkını yıllardır öğrenemedim ve göremedim.
Rüya sürücüleri gördükleri rüyalar, duygusal olarak temizliyor mu, onu bilmiyorum.
Rüyanın ana amacı, duygu temizlemek mi, onu da bilmiyorum.
Rüyanın bendeki veya diğer insanlardaki (eğer varsa) amacı ne, onu da bilmiyorum.
Sonunu bilmediğim öyküler okumak da, beni daha çok doyurur. Doğaçlama rüyalarımı bu nedenle yeğliyorum.
Çok hızlı olsalar da, rüyalarımı yakalayabilmeyi, dondurabilmeyi ve yazabilmeyi öğrendim.
Ancak, kurmaca tasarlamaya başladıktan sonraki, gündüzdüşü öykü tasarımlarımı zihnimde dondurup, kayıtlayıp, anımsayıp, tam yazamıyorum. Oysa, zihnime blok-bütün olarak düşen 100 sayfalık sinema kitabını 1 hafta uğraşıp yazabilmiştim, yıl 2000 gibi.
Buradaki sorun, öykülerin akışının oynaklığı. O akışı yakalamayı öğrenemedim henüz.
Bunu öğrenmek ve öykü yazıcı olmak niyetinde ve arzusundayım.
Senaryodaki 1 dakika 1 sayfa üzerinden hesabını geçerli sayarsam, belki 20, belki 30 dakikalık öyküler kafamdan blok geçiyor bu sıralar.
Onlar da, rüyalarım gibi, gerçek yaşamdaki bellek kayıtlarımdan apartmalar içeriyor ama bu apartmalar, daha çok seyrettiğim filmler ve okuduğum aksiyon romanlarındaki parçaların eklektiği biçiminde olmakta.
Burada, rüya sürücü öykülemeyi yeğlemeyebilirim ama bu tür kurmaca akışlarımda, zaten daha önceden de öykü akışına müdahale edip, öyküyü birden çok sayıda ve farklı biçimlerde yazabiliyordum ki bu da öykü sürücülük bir bakıma.
Örneğin, bilimkurgu roman taslağım olan ‘Tsunamide Sörf’ün 5 versiyonu filan birarada ve üstüste duruyor zihnimde hala. En son, onun en iyi çizgiroman metni olacağına karar vermiştim örneğin ama süreç, 1993-2017 arası olarak 25 yıllık. Ara ara aylarca gömüyorum derine, duruyor orada.
Yani, Gaiman üzerinden kendim de, gündüzdüşü sürücülük üzerinden öykü yazıcılık gibi bir yönelim içindeyim.
Ki bunun yeni bir yazın dalı veya altdalı olduğu kanısında olduğumu da imlemiştim.
Dipnot 1:
Gaiman’ın öykü türü, hala bir tür sayılmayabilen Feneon türü gibi bir şey. Hala dikkati çekmiyor ve çok okunan bir tür üstelik.
Dipnot 2:
Gülünç rüyaların, olumlu ve olumsuz (kabus) gibi adları yok. Olabilir ama.
Dipnot 3:
Rüya janrları da olabilir. Gülünç rüya bir janrdır. Rüya janrları öykü janrlarından farklı adlandırılacaktır ve içerikleri de farklı olacaktır.

(28 Aralık 2017)

Çarşamba, Aralık 27, 2017

Çetin Altan ve Cüneyt Arcayürek İçin

Benim için köşe yazısı veya gazete fıkrası, politik içerikli olsalar da, deneme ve eleştiri tümleşik alanında yer alır.
Çetin ve Altan’ın ve Cüneyt Arcayürek’in köşe yazıları ve fıkraları da benim için öyleydi.
Bir zamanlar arkadaş ve aynı gazetede mesleğe başlamış olarak her ikisi de, 1946-2016 arasında 70 yıl gibi çok uzun süre gazete metinleri yazdı.
Her ikisi de ama ayrı ayrı, tarihin ve işin hikaye bölümündeydi. Özellikle Arcayürek’in, benim Cüneyt Bey Tarihi dediğim, 22 ciltlik ve 70 yıllık dönemli uzun dizi, temelde hikayeden ibarettir. İçinde aşağı yukarı hiçbir kısas yoktur.
Altan ise, Güneydoğu sorununun imamların piyano çalmasıyla çözüleceği gibi uçuk kaçık, abidik gubudik öyküler yazardı.
Bir de, her ikisinin de, eğer okudularsa, ne okuduklarını hep merak ettim. Sanki ümmi gibi yazardı her ikisi de çünkü.
Ne demokrasi tarihi, ne politika tarihi, ne de genel tarih yokmuş gibi yazarlardı. Türkiye, Dünya’dan yalıtıkmış gibi yazarlardı.
Bu açıdan, 2 farklı ama ilginç örnekti ikisi.
Tuhaf olan şey, her ikisinin de politik köşe yazarı olması ama metinlerinin aşırı apolitik veya asıl politikadan feci uzak olmasıydı.
Bunun, ne kadarı cahillik, ne kadarı bilinçsizlik idi, onu hiç öğrenemedim.
Bunun neden 70 yıl böyle yaptılar, onu hiç anlayamadım.
Diyebileceğim tek şey, 1946 momentinde başlayıp, orada istop etmiş olduklarıydı.
Erken dönem Cumhuriyet yazarıydı ikisi de. Orta ve son döneme bir türlü gelemediler. Bedenleriyle geldiler ama akıllarıyla hiç gelemediler.
O nedenle, denizde olduğunu bilmeyen balık örneği için, bu ikisinden daha iyisini düşünemiyorum.
2017 momentinde, Küfürbaz Negasyonlar’dan payını ve nasibini alan (matbu veya sanal) gazetesel tüm yazarlar da, aradan geçen 90-100 yıldan sonra bile, hala aynı kafadalar. Onu da notlamış olayım.

(26 Aralık 2017)

Pazartesi, Aralık 25, 2017

Felaket Yönetimi: Aforizma: Donanma En Yavaş Gemisinin Hızıyla Gitmez

Özdeyişin bilinen durumu, donanmanın en yavaş gemisinin hızıyla gittiğidir.
Gemiler birbirinden ayrıysa, bu doğrudur.
Gemiler birbirine bağlıysa, bu doğru değildir.
En ağır gemi en yavaş gider, en hafif gemi en hızlı gider ilkesiyle; ağırlık ve hız katsayılarını, sırasıyla 4, 3, 2, 1 ve 1, 2, 3, 4 sayalım.
Yani, bu donanmada ortalama ağırlık 2,5’ta ve ortalama hız 2,5’ta demek olur.
Gemiler birbirine bağlıyken ise, momentumları şunlar olarak, (4 + 6 + 6 + 4) = 20 / 10, o da eşittir 2 hız eder. En yavaş hız olan 1 değil yani. 2,5’tan çok çok az yani.
Dolayısıyla bu bir savaş stratejisi, dolayısıyla bu bir felaket stratejisi olmakta. Görüldüğü gibi, işin içine ek malzeme değil, ek akıl sokarak, yeni çözümler üretilebilmekte.
Bunun, toplumun en aptal bireyinin hızıyla ortalama hızda hareket ettiği ve daha zekiler, daha aptalları geçici de olsa, biraz olsun daha zekileştirdiği için, aptalları zekilerin arasına değil, aslında daha az bulunan zekileri aptalların arasına katarak biraz olsun çözüm yaratılabileceği anlamına geldiğini vurgulamak isteriz.
Ki bu bir felaket yönetimi biçimidir.
Hemen tüm felaketlerde bunu yapmak işe yarar.
Kenya’daki market baskınında zeki bir profesyonel, 50 kişiyi önüne katıp, sağ salim kurtarabilmiştir örneğin. Tabii, salak kitle de zekinin sözünü dinlemiştir. Bir de söz dinlemeyen salak kitle vardır.
Zekayı bilgi olarak da okuyabiliriz.
Zekayı ve bilgiyi, sağduyu ve sükunet olarak da okuyabiliriz.
Ha, gemileri bağlamak demek, aptalların zekilere tabi olması demektir, zekilerin aptallara tabi olması değildir bu arada.
Bunu söylemek gerekmezdi ama bazıları için gerekir.
Ortalama kari dediğin, epeyi aptaldır ve epeyi cahildir çünkü.

(24 Aralık 2017)

Arkadaşça Faşizm Geldi

Arkadaşça Faşizm, Bertham Gross’un bir kitabı. 1980 momentli.
Tıpkı Askeri Strateji 2000 ve neo-globalist neo-liberalizm gibi.
Sırasıyla; siyasal, askeri, iktisadi yüz olarak.
Arkadaşça faşizm mümkün ama arkadaşça engizisyon henüz yok, mümkün ama tasarlanması denenmedi veya akıl edilemedi henüz.
Arkadaşça faşizmin Yanki yüzü Trump, Fransız yüzü Macron:
Temiz oğlan çocuğu yüzlü faşistler.
Bu arkadaşça faşizm, asıl-ilk faşizmin kültürel kategorilerinin devamı olanların bugünkü faşizmi.
AB’nin arkadaşça faşizmi tasarımı, Birleşik Avrupa oldu ama yürütülemedi o:
Hani, Dünya’yı kim yiyecek diye, birbirimizi yiyeceğimize, birleşelim, Dünya’yi hep birlikte yiyelim.
Bu açıdan bakınca, Reagan-Thatcher-Kohl üçlüsü, bunun proto-arkatipi olmuş gibi.
May, Le Pen, Merkel öyle değil ama.
Gross, ABD’nin SSCB’yi soğuracağını daha 1980’de öngörmüştü ama ABD SSCB’yi yalnızca yıktı, soğuramadı.
Rusya; çarlık, reel sosyalizm ve mafya kapitalizmi aşamalarından, ABD’nin sindiremediği bir lokma oldu. Sonuçta, onun batılılığı ABD’ninkinden daha eski.
Arkadaşça faşizm, tüketim fıştıklaması demek, ezeli-ebedi ergenler yaratıp, onlara Dünya’nın ellerini uzatıp, istediklerini yiyebilecekleri bir meyve bahçesi imajı sunmak, bunalıma girenlere de Prozac dayamak gibi oldu.
Asıl faşizm de güzele yüklendi ama bu yeni faşizm tümüyle eğlenceye yüklendi. 24 saat parti insanları tipini yarattı.
Dünya depresifleri ve keşleri % 10’ar olarak yaklaşık aynı hacimde. Kullandıkları maddeler aynı sinir sistemine etki yapıyor. Biri yasal, biri değil yalnızca. Keşlerin severek kullandığı epeyi resmi trankilizan da var yarıca.
Asıl faşizm balyoz çaktı, arkadaşça faşizm okşayarak uyuşturdu:
Televizyonla, psikiyatristlerin reçete diye yazdığı tüketimle, anti-depresif haplarla, Youtuber’lukta 15 dakikalığına ünlülükle.
Yani, ikisinin arasındaki fark, cezayla veya ödülle asimile etmesinde yalnızca.
Dipnot.
Günümüzde faşizm-engizisyon eşlenikliği var. O zaman da, arkadaşça faşizmin yanında arkadaşça engizisyon da olması gerekli. O da, İslam’ın dünyevileştirilmesi martavalıydı. Tektanrılı dinler zaten tanım gereği dünyevi olduğu için, bir kez daha dünyevileştirilen İslam, uçkuruna ve cebine hakim olamayan, sonra da tövbesi, ‘affet Allah’ım, cahillik ettim’ teranesi olan bir İslam.
(24 Aralık 2017)



Güzelin Antitezi Olarak Çirkin

Önnot: Bu metinle antiseksist slaktivizmin karşıtıyız. Küfre kadar varabilen kaba dil veya belirgin-keskin-kontrast tanım kullanımı olabilir bizce.
Marksist bakış açısı olarak estetikte, çirkin güzelin antitezi kabul edilir. Onlar kendilerini zorunluca diyalektikçi saydıkları için, çirkini de varsayarlar ve kabul ederler yalnızca.
Yoksa; ne Lukacs, ne Adorno, ne Brecht ve en önemlisi ne de Benjamin, çirkinle doğrudan ilgilenir. Hatta Adorno, (1920’lerdeki) cazı çirkin olması üzerinden banal sayar.
Biz öncelikle, çirkini göstermenin doğruyu söylemek olması açısından, epistemik aksiyoloji üzerinden çirkini savunduk.
Güzelin şeyselleştiriciliği vardır ilkin.
Kitsch’ler de güzeldir, bir şeyleri idolleştirir, güzeli temsil eder.
Ancak burada önemli olan durum, yalanı ve güzel kitsch’i öncelikle kadınların sevmesidir ve seçmesidir.
Yani, çirkin eril, güzel dişil olmakta bu tanım koşullarında.
Güzel savaş arayan Uzakdoğu savaşçısı müritlerine Conan çok açık ve çok basit bir yanıt verir:
“Ya sen, ya o. Burada başka bir etken yok.”
Bu savaşçılar, Conan’a kendilerini kabul ettirmek için çiçek bırakırlar ve o da onlara gençkızlar gibi davranmamalarını söyler. Onlar için şiddet zarif olmalıdır çünkü.
Zerafet, güzeldir.
Doğrudan söz, çirkindir.
Dobra’nın dilde olumlu anlamı pek yoktur yani.
Ancak, Triton’da (transeksüel ameliyatla) kadınlaşan eski erkeğin ilk iş olarak yalan söylemesi konusuna hiç katılmıyoruz.
Çook dobra kadınlar tanıdık biz ve onlardan tarihte epeyi vardır.
Bizde çirkin İstanbul’u yazan en eski örnek olarak, Adnan Veli ve Reşat Enis kayıtlıdır. Memduh Şevket onlardan daha eski momentlidir ama o temkinlidir, onun çirkinleri cart diye göze batmaz, yazarken onları törpüler yani.
Bu açıdan bakınca, 3 İstanbul 1915’i panoramalayan Mithat Cemal bile, elini tartılı kullanır, denebilir.
Oysa Baha Halid (Refik Halid’in kardeşi), Bakırköy 1912 kolera salgınını yazmıştır, çok çirkin anlatmıştır ve o eser Türkçe’de hala yoktur. (Metin, İngilizce yazılmış ve basılmış.)
Isaac Babel, SSCB’nin Polonya’yı dağıtmasını önce günce’lemiştir, sonra roman’lamıştır ve sonu Gulag’da ölüm olmuştur, doğruyu olduğu gibi yazdığı için, o doğru SSCB aleyhinedir.
Sven Hassel, doğruları yazar ama başkalarının doğrularını. Büyük olasılıkla oralara gitmemiştir ama gerçekten doğrudan anlatır. 2. Dünya Savaşı’nı Almanlar açısıyla ve içeriden ilk anlatan odur denebilir.
Dikkat ederseniz, çirkin-güzel ikilemine ölümüne girenlerin hepsi erkek.
Kadın Hannah Arendt de, doğruyu ve çirkini yazmış ve onlara ait olduğu Musevi cemaati tarafından linç edilmiştir.
Ancak, onun doğruları eksiktir:
Evet, Eşkenazlar Seferadlar’ı ezmektedir (Arendt İsrail’deki Seferadlar’ı aşırı köylü bulur ve bu arada İsrail kibbutz-köy bazlı olarak kurulmuştur) ve bu hala sürmektedir ama her ikisi de, Falaşalar’ı ve ABD’li Afro-Amerikanlar’ı Musevi saymazlar. Oysa Eşkenazlar’ın kendileri, sonradan (MS 800 gibi) Musevi olmadır. Yırtıcılıkları ve acımasızlıklarıoradan geliyor yani.
İkincisi, evet Musevi ileri gelenleri, fakir Museviler’i 2. Dünya Savaşı öncesinde aralarına almamışlardır ve Almanya’da terketmişlerdir ama o zaman daha İsrail’in kurulup da, böyle faşist ve engizitör bir ülke olacağı belli değildi. Yani, 1940 momentinde, 1948 ve sonrası momenti öngörülemiyordu henüz.
Dolayısıyla, bizim çirkin-doğru tezimiz de göreli, tıpkı devletsizlik fiili koşullarında canavarlaşan ayaktakımına karşı devleti tercih eden devlet karşıtı bir oto-anarşist olduğumuz gibi.
Bu konunun bu tarafının ucunu yakaladık. Daha devam edeceğiz.
Nokta. Es.

(23 Aralık 2017)

Pazar, Aralık 24, 2017

Aydın Selcen Negasyonu: Stalinist Devlet ile Mafya-Gerilla’yı Birbirine Karıştırmak

Kendisi şöyle yazıyor:
“… gerek KDP, gerek, KYB siyasi yahut tarihsel anlamda bugün dahi “Stalinist” partiler. Yani her ikisinin de; kendi milis, asayiş ve istihbarat güçleri var. Ayrıca partileri besleyen şirketleri de.”
Cehalet insanı iyi söyletirmiş.
Stalin’in şirketleri mi vardı acaba SSCB’de?
Yeni dönem gerillalar, mafya-gerilla türünde. Yani, kendilerini finanse etmek için; her tür kaçakçılık (insan, uyuşturucu, vd), haraç, büyükkentlerde belli iş alanlarına silahla el koyma türü herşeyi yaptılar.
Not 1: 2000 sonrasıki hemen herşey izlenebilir ve kayıt altına alınmış durumda: PKK ve IŞİD böyle oldu, Kolombiya’da böyle oldu. Onlara dayanarak böyle yazdık. Kesin bilgi toplama alanlarının dışında kalmış bölgeler hakkında konuşamayız. Diyelim, Güneydoğu Asya gerilla hareketlerinde.
Not 2: Hobsbavm gibi birinin eşkiya güzellemesi yapması, talihsizlik değil, sonucu ölüme varan kusur olmuş.
Not 3: 2018 momentinde, artık mafya, devlet ve gerilla sınırı nerede başlıyor, nerede bitiyor, epeyi birbirine karıştı. Bizdeki 1970’ler Ülkücüler, MİT, mafya içiçeliği, 2000’lerde Berlusconi-İtalya ile aşağı yukarı aynen AB’de bile yaşandı.
Not 4: Biz bunlar henüz böyle olmadan da, diyelim 2001 momentinde gibi, 1980 liberalizminin yarattığı beyaz kara para ile kara kara paranın o denli farklı olmadığını açımladık. Zaten ikisi de, alışkın oldukları yönlerin tersine de devinerek ve akarak, esneklik kazandılar o yeni dönemde. Yani, bir zamanların az zararlı kayıtdışısı, bunlarla sistemi çökerten yeni kayıtdışı oldu. Bugün beyaz-kara kara para toplamı Dünya ekonomisinin toplamından büyük durumda. Fonların fonları gibi dolambaçlarla para, 2 değil, 222 katı şişirildi. Bitcoin rezaleti ortada.
Dönelim bizim momentlere:
Biz başından, taa 19. Yüzyıl’dan beridir, Talabani-Barzani kan davası üzerinden, mevsimlik iç savaş gibi geyiklerin varlığı yüzünden, Kürt iç ve dış savaşlarını çok gayrıciddi bulduk. Bir de bu mücadaleler, neredeyse tümüyle taşıma suyla dönen değirmenler oldular. Şu anda da, İran, Irak ve Suriye Kürtleri için hala öyle. Türkiye ise, 1993 momentine geri döndü, duruma balyozla el koydu. Yani, mafya-gerilla’nın işine, mafya-devlet el koydu. Ki zaten hem Dağdakiler, hem de Mehmed’in Savaşı kitapları, işin bu karanlık yüzünü epeyi iyi açımlamış, dolayısıyla toplatılmışlardır.
Tarihsel not: Hassan Sabbah hakındaki muğlak kayıtlar bile, bunun aşağı yukarı 1 milenyum önce de böyle olduğunu imliyor. Uzakdoğu Asya yazılı tarihlerinde de, sistematik sahte para operasyonları kayıtlı. Yaklaşım, aşağı yukarı hala aynı yani.
Bunu, FKÖ-Arafat, ABD’ye saldırmamak için, onlardan 150 milyon dolar alarak çook önceden örneklemişti. E, aynı dönemlerde malum bir de terörden 20 milyon dolar kazanan Çakal Carlos kayıtlı.
Dolayısıyla, Stalin’e çok bok atılabilir ama mafya olmadığını rahatça söyleyebiliriz. O her ne yapacaksa, dolandırmadan yapmıştır hiç olmazsa. Bunu da, SSCB için yapmıştır ve o gidince SSCB’nin dağıldığını da hep birlikte gördük: Gerekiyormuş yani, devrim çocuklarını yermiş yani, hep yemiş yani. Stalin, bunları yapmasaydı, 30 yıl başta kalamazdı.  Zaten tanımında diktatörlük olan bir sistemde, o diktatörlük, bu diktatörlük farketmedi. (Tüm bunları, bir anti-marksist, bir anti-stalinist, bir anti-komünist olarak yazdım.)
Selcen’i hep negasyonluyoruz. Ancak, bu kez kendi yazdıklarını kendisinin okumasını önererek değilliyoruz, şu alıntıyla:
“Irak Kürdistanı nüfusu da, yüzde yetmişin üzerinde 25 yaş altında.”
Faşizm, gençlere dayanır. Onları keklemek kolaydır çünkü. HDP-MHP arasında seçim yaptırabilirsiniz onlara çünkü. Verirsiniz kredi kartını ellerine 12 yaşında, 18 yaşında oy hakkı kazanınca, malın teki edersiniz onları çünkü.
Selcen şuna dua etsin:
Barrett tarzı ideoloji, tüketime kazandırılamayacak yerlerin tümünün nüfuslarıyla birlikte imhasını öneriyor, Suriye öyle olacaktı, yarım kaldı. Kuzey Irak hala var, demek ki tüketim kerizi sayılıyorlar hala. Baktılar, öyle referandum meferandum, çekiverirler ipini, çektiler de zaten.
Öcalan, Talabani, Barzani, Müslim bahane, keriz Kürt’ün tüketimi şahane…
Sayelerinde yüz milyarlarca dolar, emperyalistlerin cebine girdi. Kendileri de (oğul Barzani’lerden biri gibi), Nişantaşı’na gelip, dükkan kapattılar.
Aç kalan sınıfın laneti de ayaklandı nedense…
Ayaktakımı hep yakar yıkar nedense…
Sanki biz bunları çok okuduk tarihte nedense…

(24 Aralık 2017)

O Ülkeye mi Katılsak, Bu Kıtaya mı Katılsak?

… yoksaa:
Uçurumdan mı atlasak?
Yanıt: Uçurumdan atlayalım lan, aksiyon ve heyecan olur. Yaşam çok tekdüze ve sıkıcı.
21. Yüzyıl geldi. Halkların yeni seçimleri ve tercihleri de geldi.
Daha doğrusu gelemedi.
Çünkü, ‘uçurumdan atlamak’, aslında şıklar arasında yoktu, lümpen halklar öpe öpe onu soktular, geleceğini tayin hakkı olarak, pu ha haa....
Gelelim habere:
“Katalonya'nın bağımsızlığından yana olan üç siyasi parti, 135 koltuklu Katalonya parlamentosunda çoğunluğu sağlamak için gerekli olan 68 koltuğun üzerine çıkmayı başardı.
Ancak 2015'teki seçimlerde toplamda 72 koltuğa sahipken bu sefer 70 koltuğa düştüler.
Seçimin en çok oy kazanan partisi ise, İspanya ile birlikten yana olan Ciudadanos (Vatandaşlar) oldu.
Yüzde 25,37 oranında oy alan Ciudadanos'u 1,1 milyon seçmen tercih etti.
Katalon lider Carles Puigdemont'un bağımsızlık yanlısı Katalon Avrupa Demokratik Partisi (PDeCAT) ile Katalonya Demokratik Uyuşma'nın (CDC) oluşturduğu "Katalonya İçin Birlikte" (Junts per Catalunya) koalisyonu ise, yüzde 21,65 oran ile 940 bin oy alarak ikinci oldu.
Ancak Katalonya'daki seçim sistemine göre, kırsal alandan çıkan oylar, daha büyük bir avantaj sağladığı için Ciudadanos 37 koltuk, Katalonya İçin Birlikte ise 34 koltuk elde etti.
Ayrılıkçı partilerin toplam oy oranının yüzde 49 olması Katalonya konusunda seçmenlerin ikiye bölündüğünü ciddi şekilde gösteriyor.
2008 yılında patlak veren ekonomik krizin İspanya'yı sürüklediği kaos ortamından beslenen Ciudadanos merkez sağda konumlanıyor.
Ciudadanos'un ortaya çıktığı yer ise Katalonya, parti burada Katalon milliyetçiliğine karşı olarak 2005 yılında kuruldu.
Partinin lideri Albert Rivera, ayrılıkçılığa ciddi bir şekilde karşı çıkan bir siyasetçi.”
Hatice’yi geç, neticeye gel:
Saptamalar:
Bu yeni ve hızlı yükselen liderin tanımlanması şöyle:
“Fotojenik ama akılsız bir Barbie bebek.”
Da bu, Macron’dan Trump’a hemen her yeni dönem liderine uyar. Bizim Uzan’a özellikle uyar. Yani olay, varlık-oluş değil, imaj derdi. Olma ama görün, durumu yani.
Bizim seçmenin sıkışınca MHP-HDP arasında kalması gibi, Katalon seçmen de ayrıl-ayrılma arasında kalınca, en aptal seçeneği seçmiş. Doğaldır ve olağandır.
Danışmanları bu Barbie’nin içini, birkaç kez değiştirerek, bildikleri gibi doldururlar. Olur bizim yeni Akşener.
Bu liderin Katalonya’ya yalnızca 10 yıl önce gelmesi, işin içinde derin devlet katkısını da düşündürüyor.
Bu panorama, bizim Almanya-AfD için açımlamaya çabaladığımız durumun, İspanya-Katalonya versiyonu.
Unutmayalım ki bu yeni, küçük, marjinal, farklı parti olayı, Yeşiller üzerinden 1980’de (yani neo-liberalizmin milat yılında) başladı. 37 yılda buraya geldik işte.
Halklar kendilerinin ve doğmamışların geleceğini gömüyor ve satıyor işte…
O nedenle idama mahkumlar işte… Öldürenin bir daha öldürmemesi için tek seçenek bu çünkü… Toptan imha yani…
Bu da, 350 yıllık Aydınlanma Avrupası’nın Muppet Show’unun kapanış bölümü işte…

(23 Aralık 2017)

Moissej Kagan, Çirkin x Güzel, Banal x Elit, Estetik

Onun ‘Estetik ve Sanat Notları’ kitabını yeni gördük. Güzel-çirkin konusundaki 20 sayfayı okuduk. Kitabı kapattık. Devamını okumayacağız.
Kendisi hakkında internette herhangi bir bilgi yok. Bu da, epeyi az bilinen bir yazar olduğu ve İngilizce’ye belki de hiç çevrilmediği anlamına gelebilir, çünkü çok çok sapa yazarlar hakkında internette İngilizce malzeme var. Adı, eski Doğu Bloku’ndan bir ad gibi kulağa geliyor.
Tartışmaları, 1930-1960 arasının argüman konularına yakın.
Eski dönemleri tartıştığı için, o dönemin sosyal(ist) realist akım(lar) mensupları, Dada türü dekadant-sever’liği reddettiler, sonuçta Stalin dönemiydi, Batı burjuvazisinin çürümesi tezi geçerliydi.
Ancak yine aynı dönem için çok önemli bir gözlem, gerçek ve saptama var (hatta hakkında bir belgesel var):
Stalin dönemi (kendi ideolojilerini öven) belgesel filmlerin hepsi tıpatıp aynı. Hepsinde gülümseyen halk, kitle, proleterya var. Hepsinde askeri üniformalar toplu ve binlerce kişilik törenler var.
Değil 2020 momentinde, 1990 momentinde bile bu ikili açmaz yinelenmiş trajedi üzerinden çoktarn komikleşmişti.
Yani:
Faşizm de güzel peşindeydi, reel sosyalizm de. İkisininde de, arka sokağın çirkinliklerini vermek yasaktı. Onlara göre, keni ülkelerinde uyuşturucu, eşcinsellik, vd yoktu, çünkü kendi sistemleri (faşizm veya reel sosyalizm olarak) bu kültürel hastalıkları tedavi etmişti.
Ve artı bilindiği üzere, eşcinsellik DSM-IV-A’da bile tedavi bölümünde yer alıyordu. Sonradan çıkartıldı, belki 2015’te, belki 2016’da.
Ancak, Kagan’ın çirkin x güzel – banal x elit kuadralektiği kurması mantıklı. Ancak, güzel olan estetik olduğu için, ahlaki olamadığı, onlar dedelerinde vitamin iken Kierkegaard ve Kaka tarafından çözülmüş bir açmazdı. Kierkegaardo arayol öneriyordu, Kafka seçimsiz ahlak-çirkin öneriyordu (Metamorfoz romanı gibi).
Biz de, 3 İstanbul 1915 ve 33 İstanbul 2015 üzerinden çirkini savunuyoruz ama etik, aksiyolojik olarak değil, epistemik, kognitif, informatik olarak. Yani bizim bakış açımızla, güzel yalan söylediği, dezenformasyon yarattığı için yanlış. Çünkü aşağı yukarı tüm doğrular çirkin. Güzelliği savunan tüm insanlar da o çirkin doğruları yaratanlar, egemen ideoloji, iktidar seçkinleri, kitle negatif sembiyözü yani.
Artı, bir de onların zamanında asıl faşizm-Nazizm vardı, şimdilerde onlarca neo-faşizmler mevcut. Bizce, çirkini gösterme, doğruyu koruma ve yaşatma açısından, anti-faşist bir mücadele yolu olmakta. Olay, özetle Fahrenheit 451 romanındaki gibi yani ama bu kez olunacak kitap veya yangında ilk kurtarılacak ahlaki değer kalmadı ortada. O yüzden güneşin altında söylenmedik sözler zamanı ve o yüzden bunlar çoğunluk olduğunca epeyi çirkin şeyler.
Kagan, toplumcuların çirkini dışlaması gerektiğini savunarak veya onu altedilmesi gereken bir antitez olarak görerek / göstererek, bildiğimiz Stalinist dezenformasyon yönünde davranmış. Örnek olarak da, Baudeleire’i vererek, sözcüğün tam anlamıyla sıçmış.
Günümüz koşullarında bilgiler değişti:
Poe’un ilk momenti 1840 ama daha 1820’lerden kalan kadın kahramanlı polisiyeler var ve oradaki kadın kahramanlar çirkin cinayetleri çözüyorlar.
Sonuçta, çirkinlerin çirkini Frankenstein’ı da bir kadın yarattı.
Oysa, bugün ve burada, 2020 global koşullarında bile, güzeli ilk, en çok, ayıla bayıla savunanlar kadınlar. Çünkü yalan söylem feci işlerine geliyor. Erkek egemenliği hakkında atıp tutarken de bir sürü yalan sokuşturuveriyorlar araya.
Bu girizgah, başlangıçtan önceki prelüd oldu gibi.
Bizim derdimiz 1930’lar değil, 2020’ler. 1930’lardaki marksist estetikçilerin yaptıkları hatalara düşmemek arzusundayız: örneğin Adorno öyle dedi ve cazı sevmedi diye, cazseverliğimizi bırakmadık, arabeski veya repi aşagılayıp dışlamadık, onları popüler kültür sağanağı içinde hep irdeledik, 30 küsur yıldır yani.
Ancak, şu anki gnüdem belirsiz. Popüler kültürün akış vektörleri belirsiz ve tarihin akış vektörleri belirsiz. İronik olarak, o belirsizlik içinde bile birlikte dans ediyorlar.
30 yıllık dalgalar olarak sayarsak, 1930’ların, 1960’ların, 1990’ların popüler kültür ürünlerini tartıştığımız biçimde ve yollarla, 2020’deki momentini ve popüler kültür momentini tartışamayacağız.
Böylelikle, ilk kez ve zorunlu bir gereksinim olarak, kendimize en az 2 tam yıl süre gereksinimi varsayarak, olaya sıfırdan ve hatta galiba eksiden başlıyoruz ama kuşkusuz tarih bilgileri arkamızda.
2020 için sanırım en iyi başlangıç olarak, tüm sanat dallarındaki ve altdallarındaki güzel x çirkin, iyi x kötü, elit x banal listelemesi yapacağız.
2000-2020 arası için, bunların birbirinin ikamesi yerine nasıl kullanıldığını, aradaki kontrast ayrımların nasıl bulanıklaştığını ve grileştiğini epeyi listeledik. Oradan başlayacağız o zaman.
Çünkü, biliyoruz ki tüm çağ dönemeçlerinde bu muğlaklaşmalar oldu, hem de yinelenerek ve/ya kategorikçe dönüşerek.

(22 Aralık 2017)

ABD Sonunda Gösterdi Kerrakeyi

Zarrab davasında aksayan bir şeyler var, deyip duruyorduk, adamların niyeti başkaymış, sağ gösterip solu mideye gömdüler:
“ABD'de AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 16 Mayıs'taki ziyareti sırasında Washington'daki Türk Büyükelçiliği konutu önünde Erdoğan'ın korumalarıyla birlikte eylemcilere saldırmaları nedeniyle açılan davanın iki tutuklu sanığı, suçlarını kabul etti. Sanıklar, ABD'de ağır ceza gerektiren nitelikte şiddet suçu işlemeye teşebbüsle suçlanıyordu.”
Bu adamlar kim?
Biz yazmayalım, dava açarlar. Siz anlayın.
İtirafçı olmak ne demek?
Bülbül gibi şakımak demek.
Telefon ve bilgisayar kayıtlarını polise açmak demek.
Bilmem kaç ay içeride yatıp, boylarının ölçüsünü alınca, çözüldü bizim kahraman delikanlılar…
E tabi, Yanki polis departmanı da konuya ufak tefek katkılarda bulunmuştur…
Ağır ceza suçu işlemek, çok yıl içeride yatabilirlik demek. Onlarsa, muhtemelen kurtulacaklarını, ya da kurtarılacaklarını sanıyorlardı.
Baktılar sap gibi ortadalar, başladılar curk curk da curk curk.
Biz yine, işin fazla uzatıldığını söyleyeceğiz. Ancak demek ki bu Yankiler’in yoğurt yiyişi böyle:
Ağır ağır, tadını çıkara çıkara, eze eze yiyorlar.
Ben bu durumdan tek bir şey anlarım bilader:
Trump iktidar seçkinleri tarafından hala onaylı ve 7 yıl daha başkan.
Son 1 yılı herkes biliyor. 7 yıl sonra eşek cehenneminde görüşebiliriz yani…
TC ise, olsa olsa sıpa cehennemine gider, kültürel-tarihsel akıl yaşı o kadar çünkü.

(22 Aralık 2017)

Cumartesi, Aralık 23, 2017

Almanya’nın Geleceği, 4. Reich ve Post-2-AfD

Temel tezimiz, Almanya’nın 4. Reich kurmaya doğru gittiği. Bunun potansiyel panoramasını irdeleme arzusundayız.
Öncelikle, AB-ABD temelli Dünya’nın 11 Eylül 2001’de bittiğini, sorunun temel rejim sorunları olduğunu (yani sağ-sol ayrımı geyiği olmadığını), Fransa’nın 6. Cumhuriyet arayışı içinde olduğunu (bunun ilk söyleminin bir sosyalit-kadın başkan adayı (Royale) tarafından yapıldığını) ve parça olarak bütün içinde anlamının bu olduğunu, (1789-1965 başlangıç momentli ilk) 5 cumhuriyetli onun tersine, cumhuriyete İspanya’nın daha geç başlayıp, daha erken bir sürede 6 cumhuriyet geçirdiğini, 1789-1989 arasındaki cumhuriyet kavramlarının tanımının vadesinin dolduğunu) ama 30 yıldır bir ikame sistem yaratılamadığı için, tüm Dünya’nın politik krizde olduğunu kabul ediyoruz. 1. Dünya yeni sistem yaratamıyor, 2.-N. Dünya bu nedenle kendine rol modeli seçemiyor. Açmaz toplu yani.
Bu durumda politik iktidar boşluğunun birileri doldurur tabii. Çoğu kısa süreli ve çabuk geçici olur tabii.
Da, ama Almanya öyle değil:
2 dünya savaşı çıkardılar, taa Dünya’nın öbür ucunda bunlarla 2 dünya devrimine neden oldular, aslında kendileri devrim yapıyordu ama beceremeyince, karşı-devrim ile Nazizm’e neden oldular, şu bu.
2018 momentiyle ABD ile askeri, iktisadi, siyasi olarak aşık atabilecek tek ülke. İngiltere, salaklığın hasını yapıp, kendi kendine AB’den çıkınca, Almanya tüm eski hinterlandına el koydu. Bunu böyle yapacağını da, 1992’de Slovenya’nın bağımsızlığını tanıyan ilk ve tek AB ve NATO ülkesi olarak kanıtladılar: Kabacası, ABD’ye hayır ve çektir git dediler.
Sözü geçen o 30 yıllık dönemde, sağolsun Alman sosyal demokratları gölgelerinden bile korktukları (ve hala Almanya’da komünist parti kurma yasak olduğu) için, Kohl-Merkel ikilisi, ikili bek olarak, AfD’nin neo-faşizmi için uygun toprak yarattılar.
Bu neo-faşizm çok çok farklı. Ama hala bir faşizm. Ancak, faşist sayıldığı yerlerde aslında faşist değil ve faşist sayılmadığı yerlerde faşist.
Unutmayalım ki faşizm ve Nazizm aynı şeyler değil:
Almanya 1930 gibi, diyelim birbirine eşit 3 politik güç vardı:
Komünistler, (kendilerine sosyal demokrat diyen) sosyalistler ve nasyonal sosyalistler. Yani, 3’ü de özde gayet toplumcu idi ve bu arada Mussolini’nin partisi de halkçı idi ve bugün hala halkçı sıfatlı sağ parti var AB ülkelerinde.
Hitler ve Stalin, önce saldırmazlık paktı imzalayıp, sonra birbirlerine daldılar.
Merkel-Putin ikilisi ise epeyi farklı.
Merkel dişi faşist olmaya eğilimli ama bunu beceremez, zaman ve zemin uygun değil. AfD yeni bir Hitler çıkaramaz. Yeni Hitler’in peşinden bu yeni Almanlar gitmez, onlara başka ve değişik bir model gerekli ve onun tanımı da henüz muğlak. O nedenle, post-2-AfD dedik. Zaten aslında AfD, bir buçuk veya bir tam üç çeyrek aşamadan geçti bile.
Arasavımız şu: Yeşiller ve Korsanlar, bu faşistleşme sürecine tam gaz katkıda bulundu, tıpkı Hitler zamanındaki sosyalistlerin ve komünistlerin Hitler’e katkısı gibi. Sonuçta von Papen, başta sosyalistlerin adamıydı, aynı zamanda askeri istihbaratçı idi ama. Bu panoramada kardeş kavgasını seçtiler ve topluca yenildiler. Sonrası katliam.
Birinci Faşizm / Nazizm / Nasyonal Sosyalizm’in gelmesi, 1918-1936 arası için 18 yıl aldı diyelim. Bu arada, tüm Avrupa ve ABD nasyonal sosyalistlere katkıda bulundu, amman SSCB gelmesin diye.
1945-1990 arası ise, merkez sağ-sol arasında, al iktidarı gülüm, ver iktidarı gülüm, oynandı. Sonra, 2015 gibi, yani 25 yılda, 2 merkez partinin toplam oyu hızla yarının altına düştü. Yeni, farklı, küçük, marjinal, uç, aşırı partiler devreye girdi. İşte AfD, o uçlardan biri yalnızca. Burada önemli olan şey, hangi uç durumun kazanacağı.
Onun kazanıp kazanamayacağı; neo-Almanya’daki neo-Krupp’lara bağlı, neo-Almanya’nın Alman kökenli vatandaşlarının gidişatına bağlı, azınlıklara çok-çok az bağlı, ordu istendiği an istenilen yere dalabilir (adamlar kendi kentlerinin içinde askeri tatbikat yapıyorlardı ve siviller onları görmüyorlardı bile), atom bombası değil, yıldız bombası bile yaparlar (ve hatta belki yapmışlardır bile), ekonomi desen, babalar gibi, pardon analar gibi:
İş, politik kararlarda / kararlarla düğümlenebilir yani.
Fransa işi, baba ve kız Le Pen, bu işle daha uzun süredir uğraşıyor olmalarına karşın, kıvıramadılar. Orada Macron, Fransız öpücüğü politik tiplemesine tam uydu: Gerofilikliği; başkanlık sarayına 3 metresini sokan sosyaliste, şarkıcı metresi olan muhafazakara cuk oturdu: Bu, emmeye de gelir, gömmeye de durumu yani. Filistin meselesinde hop dönüverdi örneğin. Uçkuru disiplinsiz olan, herşeyde disiplinsizdir yani.
Genel ortamı tanımladık ve post-N-faşizm tiplemesi için Post-N-AfD’nin çok-çok uygun olduğunu açımladık.
Bundan sonrası. aktuel olaylar ve onların yorumları…
Dipnot:
Neo-faşizmin acelesi yok, asıl faşizmin de yoktu: Kenan Evren deyimiyle, koşulların olgunlaşmasını bekleyebilirler ve hepsi de bekledi de.

(22 Aralık 2017)

Fotoğrafçılığımın 3 Evresi

Birinci evre 1977-2006, ikinci evre 2007-2016, üçüncü evre ise tam 2017 oldu.
Birinci evrede analog makinayla ve selüloit, ikinci evrede dijital kamerayla, üçüncü evrede cep telefonuyla kareler çektim.
Teknolojik aşamalarımla fotoğraf evrelerim çakıştı yani.
Birinci evrede maksimum 150-200, ikinci evrede 500-1.000 arasında, üçüncü evrede en az bin kare çektim.
Yalnızca son aşamada, silmeden bıraktığım tüm kareler tek bir proje içindi temelde: Kuburkent İstanbul (otoportrelerin birkaçı dahil ama genelde hariç, çünkü sayıları çok daha fazla, onları kendimi izlemek için çektim).
Bu durumda, Budalalar Gemisi Batarken, dördüncü evre etmekte. Başladı da, başlayacak gibi.
Bunun anlamı şu:
Onu bırakıp, başka projelere kayabilirim.
Ki zaten Lümpenlerin İstilası, İstanbul Banalite Atlası olmasaydı, Kuburkent İstanbul da olamazdı ve adı geçen ilk 2 proje birer yazılı (ve temelde görselsiz) kitap.
Yani Kİ, kendi çapraz medya denemem oldu. Ancak, şu an için başka çapraz medya tasarımlarım da var ve BGB’yi o nedenle yarım bırakabilirim.
Asıl sorun, 50 tane niyetle başladığım Kİ, 600 kare oldu ama son 7-14 gündür BGB için kare göremiyorum (yakalayamıyorum değil, kış ve krizde ortalık bomboş).
Burada, sanatçılığımı ikircikli ve özgür seçimde bırakıyorum.
Nokta. Es.

(22 Aralık 2017)

Sürekli Katliam

Bu, sürekli devrim gibi bir şey ama Troçki’ninki değil, 100-200 yıl süreçli 5-10 aşamalı bir şey anlamında bir sürekli devrim.
Bu, toplama kampını aşan bir şey.
Bunu tarihte 2 halk yaptı:
800-900 Vikingler ve 1200-1300 Moğollar.
Vikingler, Oslo-Bakü arasındaki; Moğollar Ulan Bator-Varşova arası mesafelerde etkili ve yıkıcı oldular. İkincisi daha uzun.
Vikingler’in kaç kelle aldığı kayıtlı değil ama Moğollar’ınki 60-90 milyon arasında tahmin ediliyor. Yani onlar, epeyi geniş bir bölgede (pratikte tamamı erkek) nüfusun % 10-20’sini öte yana havale ettiler, bundan erkek çocuklar bile nasibini aldılar.
Vikingler sarışın olan tüm halkların (özellikle İskandinavya dışında olanlarının) aşağı yukarı tamamının (az veya çok) sarışınlığından sorumlu. Moğollar’ın etki alanında ise, zaten onlar gibi çekik gözlü olanlar vardı, yoksa bugün Cengiz Han’ın 8 milyon büyük-büyüktorunu var. Ancak, sarışınlık, çekinik de olsa belirgin olarak izlenebilir olduğu için, bugün (az veya çok) sarışın olan 8 milyonun üzerinde halk(lar) var.
MS 400’den önce de, batıdan doğuya sarıkafalılar, doğudan batıya çekik gözlüler olarak, birden çok istila akınları daha var ama önemli bir bölümü kayıtlı / kanıtlı değil ve 80 milyon Türk sayılanın ancak 8 milyonunun çekik gözlü olabilmesi gibi, ya çekik gözlülük sarışınlıktan daha çekinik, ya da Türkler gerçekten feci seyreltilmiş bir biçimde gen aktarımında bulundular (36 padişah anasının 30’u Türk değil örneğin).
Vikingler de, Moğollar da, bu gen aktarımını erkekleri öldürüp, kadınlara el koyarak eylediler. Bunu, Naziler Musevi kadınlarına yapmadı, kanları bozulur diye, onun yerine onları da fırında yaktılar, çocukları da.
Bugün Dünya’da Batı açısından istila kabul edilmeyen 350 milyonluk birinci ve ikinci kuşak göçmen var Batı’da. Bunlar, eğer 3-5 kuşaklık sürekli katliam ile yok edilmezlerse, AB ve ABD en geç 2075’de YMCA / sarıkafa olmaktan çıkacak.
Katliam mı, lümpen azınlıkseverlik mi (ve bedava işgücü mü)?, sen karar ver ey kari…
Dipnot 1:
TC 2013-2017, bunu 3 milyon Suriyeli için aynen yaşadı ve onlar, TC’yi ümmileştirdiler.
Dipnot 2:
2001-2017 arasındaki neo-evangelist Haçlı Seferi, bunu yapamaz ve yapmak niyetinde değil de zaten. Onlar da, öldürmektense, köleleştirmeyi tercih ediyorlar: 90 satılmış işgücü kölesi ve asgari ücretten aşağı çalışan 90 milyon kişi daha var, artı Vietnam gibi ülkeler, bunu kendi vatandaşlarına ayda 25 dolar asgari ücretle bile isteye yapıyorlar zaten, üstelik adı anılan tüm o salaklara bir güzel ayfon satıyorlar, gönüllü köleler de köleliklerinin selfilerini internete koyup mutlu oluyorlar: Taht Oyunları repliği hesabınca, alan razı satan razı, amcası…

(22 Aralık 2017)

Cuma, Aralık 22, 2017

ABD BM’de Babayı Aldı

Önemli bulduğumuz bölüm olan, BM ABD temsilcisinin konuşmasını ilk alıntılıyoruz:
"ABD Kudüs'e büyükelçiliğini taşıyacaktır, bunu bizden ABD halkı istiyor ve doğru olan da budur. Hiçbir oylama, bunu değiştirmeyecektir. Ama bu oylama, Amerikalıların BM’ye nasıl baktığı ve bizim bize BM’de saygısızlık yapan ülkelere nasıl baktığımız konusunda bir fark yaratacaktır."
Bu ibare bütünü, neler demek?:
ABD, Dünya’nın canına okumak niyetinde.
Havlayan ısırmaz.
ABD artık Dünya’yı ısıramıyor bile değil, kimse onu takmıyor bile.
Kimler çekimser kalmış:
“Çekya, Kanada, Arjantin, Fiji, Güney Sudan, Romanya, Polonya, Uganda, Panama, Filipinler, Meksika, Macaristan, Bosna-Hersek, Haiti, Jamaika, Kiribati, Kamerun, Kolombiya, Dominik Cumhuriyeti, Ekvator Ginesi, Benin, Vanuatu, Trinidad Tobago, Malavi, Tualu, Solomon Adaları, Ruvanda, Paraguay, Kiribati, Lesotho, Litvanya, Bhutan, Benin, Avustralya ve Antigua ve Barbuda.”
Yani, temelde 3. Dünya ülkeleri.
Eski Doğu Bloku ve Varşova Paktı üyesi olup, yeni NATO üyesi olan 4 ülke de var çekimser kalan.
Yani sonuç:
ABD, kendi elleriyle kurduğu BM’yi ve NATO’yu yine kendi elleriyle dağıtacak: Onun sözünü dinlemedikleri için. Sonun başlangıcı bu.
Bu, Rusya’yı ve Almanya’yı çok güçlendirecek.
Türkiye, durumdan kendine pay çıkarmasın boşuna.
Ancak boşalacak olan güç-iktidar ortamında rol çalacak, daha önce de çaldığı gibi.

(21 Aralık 2017)

4 Büyükler Kümeye

Ben demedim, eski futbolcu, yeni milletvekili Saffet (Sancaklı) öyle demiş:
“Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzonspor’un toplam borcu 7 milyara dayanmış hala Süper Lig’de mücadele edebiliyorlar. Şu anda dört büyüklerin bu mali tabloyla kulüp lisans kurallarına göre Süper Lig’de değil, 2.ligde olmaları lazım. Mali fair play bunu emrediyor. Niye düşürmüyorlar, çünkü koca koca kulüpler. Bir gün gelecek bu dört büyükler küme düşecek çok uzun değil.”
Bunu söyleyebildiği için kendisine helal olsun diyoruz ama 2 yıl sonra kendisini hapiste görebiliriz. Çünkü klüp yöneticileri kindardırlar. Güçleri yeterse, yapmayı denerler.
Bu arada koskoca İtalya’da koskoca Juventus bile küme düşürülmüştü, anımsatırız.
Hatır gönül oyunlarıyla UEFA, bunu ülkemiz için erteledi ama yumurta bir gün uygun yere dayanacak.
O zaman olacağını da şimdiden söyleyeyim:
O 4 büyüklerin kombine satışları artacak, çünkü bizim taraftar inada bindirir işi…

(21 Aralık 2017)

Felaket Yönetimi: Bomba Yok Durumu

Graham Greene’in ‘Bomba Partisi’ adlı bir romanı vardır.
Spoiler:
Zengin bir adam bomba partisi düzenler. 10 kişinin önüne 1’er çanta koyar. 9 çantada bomba yoktur ama 1’inde vardır. Bombayı bulan ölecektir, çantayı açıp, bombayı bul(a)mayanlar paranın sahibi olacaktır. Partideki kişilerden biri, zengin adamın ölmüş kızının dul kocasıdır. Yası hiç bitmez. Kura çekilir. Adam dokuzuncu olur. 8 kişi çantayı açar ve parayı alır. Adam, hem sondan bir önceki, hem de sonuncu kalan kişi çantayı açmadığı için, o çantayı da açar. Sürpriiz: Bomba falan yoktur. Buraya kadar nanay. Rolü sanırım Lawrence Olivier oynuyordu. Finalde bir tirad attı, muazzam. Adamın yaptığının yanlış olduğuna adamı ikna etti. Ama 2 çantadaki parayı birden ona verdi.
Bu, felaket yönetiminde, ‘hiç bomba yok, yanıltmaca var’ durumu. Hedef farklı yerde ve zamanda olabilir, polisin dikkatini dağıtmak istemek nedeniyle olabilir. Neden çok olabilir yani.
Spoiler:
Benzeri bir durum, Samuel Jackson’ın başrolünü oynadığı, ‘Düşünülemez’ filminde 1 teröristin, 3 ABD kentine birden atom bombası koymasının öyküsü olarak vardır. Jackson, işkenceci ve itiraf ettiricidir. Adamın karısını öldürmek dahil, işkence dahil, birçok rezil rüsva iş yaparak, 3 bombanın yerini söyletir. Sonra öldürmek için çocuklara yönelir. İzin vermezler. Hatta oradaki askerler ona silah çekerler. Onu deli sanırlar. Çocukları uzaklaştırırlar. Jackson teröriste dördüncü bombanın yerini sorar ve şöyle der: Daima bir bomba daha vardır. Çocukları kurtaran antitez kadın, adamı yumuşaklıkla konuşturur ve dördüncü bombanın yerini öğrenir. Askerler onu imha etmeye giderler ve ederler. Son kare: Sürpriiz: Bir başka bomba daha vardır ve dördüncü bombanın bulunduğu binanın başka yerindedir. Jackson, bunu da bilir. Beşinci bomba, herkesin bulunduğu kenttedir. Artık, filmin sonunu siz tahmin edin. Didaktik kıssadan hisse: İyiler salaktır ve cahildir, kötüler zekidir ve bilgilidir. Psikopat kötüyü anlamak ve önlemek için, onun kadar psikopat olmak gerekir.
Sevgili kari, karşılaştır-karşıtlaştır.
Ama hala bir şık daha var:
Bu gerçek öykü, edimleri yapanın ağzından anlatılmış:
Bildiğimiz artiz George Clooney, fakirken kendisine yardım eden 15 kişiyi, zengin olunca biraraya toplar. Hepsine birer çanta verir. Çantalar açılır. Çantaların içlerinde 1’er milyon dolar vardır (olayın tarihi yok ama sonuçta Clooney’in çevreye saçacak 15 milyon dolar fazladan parası olması gerekir ki bu, ‘Oceans’ serisinin herhangi biri sırasında yüksek gişelere işaret eder). Inının ınının: Adamlardan biri parayı reddeder. Gerçekten reddeder. Clooney, diğerlerine onu parayı almaya ikna etmezlerse, önlerindeki parayı geri alacağını söyler. Tahmin edin ne olur: Herkes o adama yüklenir. İkisi onu boğmaya biler kalkar. O da, ikna olun (ne demekse?) ve parayı alır.
Buradaki soru şu:
Adam parayı almadığı için öldürülseydi, ne olacaktı?
Ek durum: Clooney, insanlara paranın vergisi olarak 300 biner dolar vermiş, çantanını dışında ve yanında olarak. Hesabı yanlış oysa: % 30 vergi ile, 1 + 0,3 milyon doların vergisi, 390 bin dolar eder, 300 değil. Bu durumda, o 15 kişi, Clooney’den (90 yerine) 133,3 biner dolar daha talep eder miydi veya etmiş midir acaba?
+
‘4 Oda’ filminde oda servisçisi rolündeki Tim Roth, verilen parayı kabul ederek, rahat kıçına batan zengin adam rolündeki Tarantino’nun serçe parmağını kısaltır. Filmindeki rolündeki Tarantino, bir yandan acili ararken, bir yandan Roth’a küfreder: Hayvan, beni ciddiye aldı.
Yani, özellikle vurguluyoruz:
Felaket durumunda insanlar, kimi zaman kurmacalardakini aşarlar, kimi zaman çok aşağıda kalırlar.
Bir vurgulama daha:
Felaket simülasyonlarında, bir tür kandırmaca ve inandırmayıcılık olduğu baştan bellidir. Hani, deneklere yapılan sosyal psikoloji deneylerinden sözediyorum.
Ancak, uçuş yönetiminde pilotlara verilen felaket simülasyonu programları onları gerçekten geliştirmiş. Çünkü görüntüler pilotu bile ikna edecek denli gerçekmiş ki epeyisi gerçek felaktlerden apartmaymış zaten.
Evet ey kari, bu durumlar panoramasına bir daha bak ve şunu düşün:
Hangi durumda, sen ne yapardın?
Emin olabilirsin ki % 51 veya daha çok olasılıkla, kendin hakkında yanılıyorsun. Sonuçlar böyle olacak yani.

(21 Aralık 2017)

Turktelekom Turkcell’leşiyor

Haber şöyle:
“Türk Telekomüni̇kasyon AŞ'nin, Kamuyu Aydınlatma Platformu'nda (KAP) yer alan açıklamasında, Türk Telekomüni̇kasyon AŞ ile Bank of China arasında 200 milyon euro tutarında bir kredi sözleşmesi imzalandığı belirtildi.
Söz konusu kredinin, ilk 3 yılı geri ödemesiz olmak üzere toplam 8 yıl vadeli ve yıllık faiz oranının Euribor + yüzde 2,00 olduğu bildirildi.”
Bu ne demek?
Yine 0 ödeme olacak demek.
O para ve faizi kadar Turktelekom hissesi, o bankaya şimdiden gitti demek. Şirket, milyarlarca dolarlık borcu için 0 ödemeye yakın ödeme yaptı çünkü.
Turkcell’in 20 ortağı var. Çoğu birbirine de ortak. Bürokrasi kullanılarak, durum idare ediliyor. Zaten, yönetim kurulunda hükümetin atadığı biri de var.
Turktelekom da yavaş yavaş öyle olacağa benziyor. O borcunu birine satar, o öbürüne satar. Dön baba dönelim, Hacılar’a gidelim, olur.
Uzan, Avea’nın nakit paralarını aldı da gitti. Ne oldu? Hepsini devlet ödedi. Yine öyle olur.
Bu arada Turktelekom’un temettü olarak yurtdışına çıkardığı 5 milyar dolar var. Toplam borcu da, 6,5 milyar dolar gibi. Yani Türkiye, satıştan 11 milyar dolar alacağına, 11 milyar dolar üste verdi.
Nasıl ama?
Hoca’nın hesabı gibi, beleş parayı görünce, sırıttınız değil mi?
Çıkış:
Sanırız, Vodafone öyle olmaz. Onlar, buraya geldiklerinde uzun süredir zaten o alanda çalışıyorlardı, bunlar gibi sürüye dalan kurt gibi gelmediler. Zaten, Turktelekom’un asıl sahibi, tüm Dünya’da iflas etmiş durumda.

(20 Aralık 2017)