Pazartesi, Temmuz 30, 2012

‘9th Wonders!’ = Proto-‘Heroes’: Bir Öte-Kurmaca Çizgiroman








Bu çizgiroman, ‘Heroes’ (Kahramanlar) dizisinin içinde geçen öte-kurmaca bir çizgiroman. Dizinin içinde, sayfaları görünüyor. Çizgiromanın yaratıcısı da dizinin kahramanı. Gerçek yaratıcısı ise başka biri.



Yaratıcıları, daha dizi tasarım aşamasındayken bile, çizgiromanını yapmayı tasarladıklarını belirtiyorlar. (Bakınız. Çizgiromanın Türkçe basımı, 2008).

Çizgiroman 34 öyküden oluşuyor. Her öykü, 5 veya 6 sayfadan oluşuyor. Haftada bir yayınlanmış. Böylelikle, aylık 24 sayfa olan klasik nüshaların hacmi / formatı düşünülmüş.

Her öykü, kahramanların diziden önceki öykülerini anlatıyor.

‘Heroes’u 2009 gibi izledim. İlk sezon tam olarak elimdeydi ama ancak 2 veya 3 bölüm izlemeye dayanabildim. Ergen bile değil, erin (ön-ergen = 11-14 yaş arası) işiydi.

Çizgiroman öyle değil. Hem bir öte-kurmaca formunda, hem de bir çizgiroman olarak derdinin ne olduğunu tam saptamış ve onu gayet uygunlukla yerine getirmiş. Öyküler çok açıkseçik ortada. Dizide öyle değil. Tipik ergen / erin işi ve diğer dizilerin / filmlerin taklitçiliği var.

Eğer, çizgiroman tek başına alınsa bile, tek başına sanatsal bir değeri var. Hazırlatırken farklı çizerler ve yazarlar kullanılmış. Bu tam bir kolaj etkisi yaratıyor. (Yine de ABD tipi çizgi, yeni aşamasında olsa da, diğerlerinden çok açıkseçik olarak ayrılıyor. Disney’imsilik hala oralarda egemen durumda.)

Öte-kurmaca, roman içinde roman veya dizi-film içinde çizgiroman gibi, kurmaca yanılsamayı okurun aklına getirmek için icat edilmiş bir şey ama burada kastını aşıyor ve bir ‘hiper-tekst’ oluyor ki o da bilgisayar bilimndeki anlamını aşarak kullanılıyor burada..



Bu çizgiromanın episodları, yalnızca 5 sayfa ve 20 karede, 300 sayfalık bir yazılı romanın ve bazı aynı hacimdeki çizgiromanların  anlatmayı başaramayabileceği bir öykü anlatma becerisi içeriyor. (Bu, reklamların sanat tüketicilerinin beynini giderek daha hızlı işlettiği saptamamla da uyuşan bir gerçek.)

Eğer, çizgiromanı yalnızca çizgiroman okuma veya yalnızca hayal kurmadan (gerçeklerden kaçmaktan) başka bir şey sayabiliyorsa, bu kitabı okura muhakkak öneririm.

Dipnot 1: Çizgiromanın Türkçe nüshası Gittigidiyor’da yok. O nedenle görsel malzeme kullanamadım.

Dipnot 2: Dizi Türkiye’de yayınlandığı sırada, çizgiroman hakkında kanalın sitesindeki bilgi.


Perşembe, Temmuz 26, 2012

AB ve Avro Çökerse Ne Olur?


Son durum şu imiş:

“Dünyaca ünlü para spekülatörü Macar asıllı Amerikalı Yahudi işadamı George Soros tarafından desteklenen, Yeni Ekonomik Düşünce Enstitüsü (INET), ‘Avrupa bir uyurgezer edasıyla boyutları tahmin bile edilemeyen bir felakete doğru sürükleniyor’ uyarısında bulundu. INET bünyesinde 17 tanınmış ekonomi uzmanının bir araya gelmesiyle oluşturulan Euro Bölgesi Kriz Konseyi (INET Council on the Euro Zone Crisis-ICEC) tarafından hazırlanan raporda, ‘Tüm domino taşları birbiri ardına yıkılıyor. Krizin sonsuza dek süreceği hissine bir an önce son verilmesi kritik önem taşıyor’ denildi.” (Kalınlaştırma bize ait.)


Bakalım aslında ne imiş?:

Bir:

Kapitalizm, 2. Dünya Savaşı sorasında yeni bir evreye girdi: Dezenformasyona dayalı spekülasyona dayalı, yalnızca para ile oynamak için para ile oynamak oyunu. Bu, aslında bir tür tefecilik.

Para kapitalizmden daha önce de vardı.

Tefecilik de kapitalizmden daha önce de vardı.

Ancak tefeciler, geçmişte iş yaparken kendi kellelerini de yitirebilirdi veya borç verdikleri kişiler kellerini yitirebilirlerdi. Yani, savaş ve ticaretin biraradalığı gerçeği yürürlükteydi.

1945-1990 arasındaki dönemde, 1. ve 2. Dünya birbiriyle sıcak savaşa girmediği için AB oluşabildi ve bu tür para spekülatörleri palazlanabildi: Spekülatörler için sıfır risk yaratıldı. (Örneğin Soros, sterlin operasyonunda beyaz yaka suçu işledi ama kimse ona dokunmadı.)

Yani, kelle korkuları olmadığı için, bu denli pervasız davranıp dünyayı yokoluşa sürüklediler ve sonra da kurtarıcı rolüne soyundular.

Dünya’yı Soros ve onun gibiler batırdı doğru ama o kurtaramaz. (Onları destekleyenler ve onların destekledikleri de, Nixon’dan oğul Bush’a bir dizi siyasi kukla idi.)

İki:

Burada yeni bir olguyu daha gözlüyoruz:

Eskiden nicel değişimler kendiliğinden nitel değişimlerdi.

Şimdi, birbirine özdeş öğeler, örneğin bir yumurta, farklı yerlerde ama aynı zamanda, birbirinden farklı ekonomik anlamlar taşır, oldu.

Öncelikle, 1 dolarla farklı yerlerde farklı sayıda yumurta satın alabilirsiniz.

Sonrasında, 1 yumurta ile bir yerde sağ kalırken, diğer bir yerde 1 yumurta sabah kahvaltınızda dişinizin kovuğuna bile gitmeyen bir aperatif olabilir, oldu.

İşte burada, gelir dağılım eşitsizliğinin ve işsizliğin, ekonomik sayılar olmaktan başka gerçekler taşıdığı gözlemine varıyoruz.

Üç:

Tarihte döngüler vardır:

10, 25, 50, 100, vd yıllık döngüler.

Bu döngülerin birincil nedeni, salınımları sağlayan öğelerin arasında faz farkı girmesiyle genlik salınımlarının büyümesidir. Yani, kaotik bir yapıda çok küçük öğeler ya sistem tarafından soğrulur, ya da çığ etkisi yaratır.

Bu döngülerin ikincil nedeni, döngülüğün üst yarısı olan çıkış, yataylaşma, ve inişin, organizmalara benzer biçimde hep gözlenmesidir (ama bununla organik modeli kullanmayı imlemiyoruz).

Bu yarım sinüs eğrisi, başka bir parametreyi ters-yarım sinüs eğrisi olarak etkileyebiliyor. Sonuçta, bir ülke zenginleşirken, genelde bir ülke de fakirleşiyor, gibi bir durum sözkonusu.

Dört:

AB 1945 sonrası koşullarda kurulabildi. Ancak bunun için çok geç olduğu 65 yılda kanıtlandı ki bu da aslında o düşüncenin hemen hiç uygulanamaz olduğunu da kanıtladı.

27 ülkenin şu an ekonomik veya kültürel ortak çıkarları olmadığı ve tek kıtalığı pek benimsedemedikleri (ya da bunun için gerekenleri yerine getirmekte pek istekli olmadıkları) ortaya çıktı: 10 yılda diyelim.

Ancak, son 10 yıldır, özellikle de 2007’den beridir ABD’nin AB’nin yok olması için çok özel bir çaba gösterdiği ortada ve bunu açıklamaya kimsenin cesareti yetmiyor.

Avronun başına gelenlerin birincil müsebbibi ABD. Hem bunu yapabilecek güçteki tek ekonomik güç onunki, hem de kendi batışını ertelemek için AB’nin batışını öne almakta beis görmedi.

ABD-AB savaşı mümkün değil biliyoruz ama artık ekonomik ittifak da mümkün olamaz duruma getirildi.

AB ve avro çökerse, bunun ilk önce altında kalacak ülke ABD’dir. ABD borçlanamazsa batar ve AB bu borç çemberini döndürecek tek etken idi. Artık değil.

Böylelikle saptamamız şu:

Global simgesel yeni makro ekonomik kriz, 2029’dan öne alındı, belki 2019’dan da öne.

Bunun sonucu, halihazırdaki 200 ülkenin 400 ülke olması olmayacak, global pazarın çöküşü olacak. Global GSMH 5-7 yılda beşte / onda birine düşecek, öncelikle de dış ticaret.

Burada ara bir ikaz: Global illegal pazar, legal pazarın % 10-20’si idi. Yeni durumda o da küçülebilir ama pekala büyüyebilir de. Enternasyonal mafya, kendi ekonomisini çoktan kurdu bile: Kendi altınları / paraları, kendi silahları, kendi orduları var. En önemlisi kendi global ‘web’leri var.

Sonuç?:

Göz göre göre getirilen kriz kapıdan içeri sokuldu.

Ancak, tüm sonuçları o denli açıkseçikçe öngörülümez.

Bir tek:

Çevrenizdeki dumanlı havayı sevecek kurtların dost ateşine dikkat. (Soros gibiler dahil.)

Pazartesi, Temmuz 23, 2012

1945-1990-2035-2080


1945-1990 arasındaki dönem, siyasal açıdan Soğuk Savaş, sanatsal açıdan post-modern, bilimsel / teknolojik açıdan ön-‘İkinci Sanayileşme’ dönemi idi ve bu hemen herkesin gözünden kaçan bir toplu-durum oldu.

Soğuk Savaş ABD-SSCB gerilimine dayalıydı.

Post-modernizm modernizmin ardılıydı ve tüm (her 2 biçimdeki tanımlarıyla da) ilk 2 (1. ve 2.) Dünya’nın sorunuydu. (Aslına bakılırsa bu G-7/8 ülkeleri toplamı, 1900’de de aşağı yukarı aynıydı ve bu başka bir tartışma gerektirir.)

Asıl ayrım, 2. Sanayileşme’de idi ve post-4-modern dönemde bile hala öyle. Robotta Japonya, uzayda önce Rusya, şimdilerde Çin, genetikte tüm ülkeler yarışta sırayla öne geçti, vd. Yani asıl mücadele bu alanlardaydı ve hala öyle. Yeni yakıtlar da bu alanlarda bulunacak, insan yaşamı da bu alanlarda 200 yıl yapılacak. O zaman, değiştiği çoktan gözlenen tüm paradigmalar, yeni baştan metamorfoza uğrayacak.

(Bu açıdan 1990 süreçleri, SSCB’yi ekarte ederken, aslında ona yeniden yol açmış oldu. 2012 Rusya’sı, 1972 (veya 1986) SSCB’sinden daha geride değil: Her açıdan.)

1990-2035 dönemi, kaoslarla harcanmış olacak. Global negatif sembiyöz gözönüne alınmadığı için, artık Dünya gezegeni geri dönüş noktasını epeyi geçti.

En geç 2035’te de petrolün bitimi, açlık, salgın ve bir global ekonomik çöküntü yaşanmış olacak ve 2012’de bunlar için hiçbir önlem yok. Onun yerine, Soğuk Savaş dönemi askeri çatışmalarına geri dönülmüş bir durumdayız.

2035-2080 dönemi, ortalaması sıfır büyümeli ama yüksek genlikli değişimlerli bir dönem olacak. Sonunda ancak 2080’de 1945 dinginliğine ulaşabileceğiz.

Cuma, Temmuz 20, 2012

Alaturka Müslümanlar




Önbilgi: Fotodaki ‘muffin’li (sıkma popolu) türbanlı hanım kızımız, bu metnin anafikrini çok iyi açımlıyor.


Heyt be yurdum insanları: Yemeleri kanserli acaip, içmeleri kusmalı ve kavgalı acaip, sevişmeleri 5 dakkada Beşiktaş’lı ve öldürmeli acaip. Şimdi de AKP modeli İslam’ları acaip çıkmış:

“1- Türkiye’de kendisini ‘dindar’ olarak tanımlayanların oranı, 2000 yılından bu yana değişmedi. Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında hayli yüksek olan % 81 oranını koruyor.

2- Ipsos KMG’nin 2012 araştırma sonuçlarına göreyse, Türkiye’de dini inancının hayatına yön verdiğini söyleyenlerin oranı 2007 ile 2011 arasında % 72’den % 66’ya gerilemiş durumda.

3- Ancak BBDO’nun araştırmasında, dindarlığın en önemli göstergesi olan dini pratikleri uygulamada negatif değişim çıkmış. 2003’ten 2007’ye, % 31,6 olan düzenli namaz kılma oranı % 29,3’e; düzenli oruç tutma oranıysa % 65’ten % 50’ye gerilemiş durumda.

4- Ancak kılınan namaz, tutulan oruç gibi somut sayılarda gözlenen bu eğilim, kişilere düşünceleri sorulduğunda, bambaşka bir tablo çiziyor. Katılımcılar, yükselen oranlarda (2003’te % 21,5; 2007’de 24,8) muhafazakâr olduklarını söylüyorlar.”


İşin en güzel yanı, Müslüman demokrat geçinen AKP’nın insanları dinden imandan çıkarmış olması.

İşin en çirkin yanı, halkımızın kendine takiyyeli yalancılığı: İbadetsiz İslam olmaz, dinsiz ve ahlaksız muhafazakarlık da olmaz.

Yine de, ülkemizde fiilen bu kadar düşük muhafazakarlık da yok. Halkımız, hem kendini bilmez, hem neyin ne olduğunu bilmez, hem bilmediğini bilmez, hem de anlatsan dinlemez, durumda.

Mahalle balyozunu, pardon mahalle baskısını yaşayanlar bilir. Türkiye’de had safhadadır. Baksana, gayrımüslim Birand bile duruma aymış:


Peki, ne olacak?

Müslüman Türkiye Müslüman ülkelerin halklarını kesecek, Hristiyanlar’ın ayakçısı olarak.

Adına da, gerine gerine ‘İslam’ denecek: ‘Muffin Islam alla Turca’...

Çarşamba, Temmuz 18, 2012

Siber-Hammurabi



“İzmir'de 40'tan fazla ülkeden 500'e yakın bilişimciyi buluşturan Uluslararası Bilgisayar Yazılımı ve Uygulamaları Konferansı'na (COMSPAC 2012) katılan (ABD Başkanı Barack Obama'nın bilgi güvenliği danışmanı) Dr. George Strawn, sonuçları 11 Eylül'den daha ağır olacak siber savaş uyarısında bulundu.

...

... Dr. Strawn, ‘Hammurabi Kanunları güncellenmeli. Bir programcının yazdığı program nedeniyle, bir güvenlik açığı nedeniyle bir sistem zarar görürse, bu programcı gerektiğinde ölüm cezası kadar ağır bir ceza ile cezalandırılmalı’ dedi.”


Vay be...

Bu adamlar Wikileaks’i beslemeyip asmak niyetinde ciddi ciddi...

De...

Dinime küfredenin Hristiyan olması gerekmiyor muydu?

Bir Yanki mi bana hukuk öğretecek?

ABD mi uluslararası hukuğu uygulayacak?

El şeyi görmeyen, kendininkini mamut şeyi sanırmış.

Demek ki her 2 tarafta da filler hem sevişip, hem tepişmeye karar vermiş. Bu durumda otlar orjiden feci ezilecekmiş.

Yani:

Kurudan çok yaş yakacaklar.

Korku devleti oluşturmak niyetindeler.

Oysa ki kitlenin artık korkacak hali bile yok. Tümüyle uyuşmuş durumda. Ambale ve serebral vajinasyon durumunda.

Kurbanlardan biri olacak olmam olasılığı epey yüksek olsa da, bu epeyi ilginç bir oyun olacağa benzer.

Islanmışın yağmurdan pervası olmazmış. Bir asılmadığım kalmıştı. Onu da görürüz.

Pek sevgili sistem baba: Beni bile zıvanadan çıkardığına göre, sen kuyruğu çoktan titretmişsin demektir.

Evveet:

‘What’s next?’

Pazartesi, Temmuz 16, 2012

Çapraz Sorgulamalar


Ben anormalim, marjinalim, ayralım.

Ben anormalleri, marjinalleri, ayralları çok sevmesem de, onlar beni sever: Deli deliyi tekkede, veli veliyi Mekke’de bulurmuş, hesabı gelip hep beni buldular. Sonunda hepsini kışkışladım.

Beni normaller meraklandırır: Nasıl oluyor da, normal oluyorlar?

Blogger’da 30-40 tam kitabım yerleşik. Profilim belli insanları çekiyor. Metinlerim ise, anlamadığım bir biçimde belli insanları daha çok çekiyor: Türkçe bir sayfaya Tayland’dan veya Güney Afrika’dan (ve böyle 30 ülkeden) nasıl insan gelir ki?

Sonunda, aklıma çapraz sorgulamalar geldi.

Blogger profilimde ilgi alanlarım var. Onları tek tek tıkladım.

Ateizm (İngilizce: atheism) başlığı, 5.900 insanın listesinde. Atheistnexus ise, 13.000 küsur üyeye sahip. Yani, koskoca 100 milyonluk Blogger’da, milyonlarca ateist geçinen varken, hemen hiçbiri ateizm konusunu, yaşamının birincil gündemine almamış.

Anarşizm başlığına bakıyorsunuz: Onu seçen biri, şiddet-dışılığı da seçmiş. Şimdi bu, kesinlikle normalliğe delalet eder. Anarşist ve şiddet-sevmez olduğunuzu önesürdüğünüzde, bunu açımlamak için, kafadan 1.000 sayfa yazmanız gerekir.

Blogculuk konusunda ise, yüz binlerce kişi var. Oh ne ala, Mualla. Bazan, epeyi tiye alınan blogculuk konusunda, blogcu olmayan normallerin, blogcu olan normaller hakkında, gerçekten haklı olduğunu düşünüyorum.

Normal insanların benim bildiğim ilk özelliği, hiçbir özel / öznel / kişisel niteliklerinin olmamasıdır. Bu, tüketici kültürürün popülerliği değildir, tüm çağların tüm normallerinin farklılık üreteme sorunudur.

Ancak konu şu noktada:

NASA’da uzaycı yok, CERN’de çokboyutlulukçu yok. 10.000’er kişide 10’ar-100’er kişi olması gerek ama yok.

Normalliğin zavallılığı bu işte: Farklılık normalken bile, farklı olmaktan kaçınma durumu.

E tabi, çokboyutlulukçu olursan, Einstein’cı dedeler ne der sonra?

7 milyarız. En kötü ihtimalle, 700.000 işe yarar anormal var ama yalnızca 7’de 1’i bir şey yapabilir durumda ve onlar da 40’ına gelene kadar, çoktan asimile edilmiş oluyorlar.

Normallerin kötü yanı, tarih çökerken çökmeleridir.

Anormallerin iyi yanı, bazılarının tarih çökerken yükselmeleridir.

Sorun bu.

Çapraz sorgulamalar, internette bana onları buldurabilirdi ama bulduramadı (Kuilman hariç).

Düşünün ki artık poliyalektik kavramı yalnızca 5 yılda internete yerleşti ama kime bu konuda hezeyana ve/ya heyecana kapılmıyor bile. Dikkatinizi çekerim: İnsanlık tarihinin en büyük artı-değer düşüncesinden söz ediyoruz.

Yani normaller, UFO de gelse, kıyamet de gelse; evlenir, çocuk yapar, boşanır, vd. Ömürlerini tüketir ve ot gelip sap gidemezler.

Şimdiye dekki 100 milyardaki milyonda birlik verim, giderek düşüyor: Hem oran olarak, hem de toplam olarak.

Diğer bir deyişle, gelecek 5.000 yıldaki müstakbel 5 trilyon nüfustan 5 milyon dahi çıkmayacak.

Atın tarihi çöpe.

Atın geleceği de çöpe.

Atın insanı çöpe.

Atın normalleri çöpe.

Hişt anormaller, siz de kaybedenler klübü takıntınızı aşın artık. Tarih ve gelecek size kaldı çünkü. Evren’e siz gideceksiniz. Melankolinin gereği yok.

Cumartesi, Temmuz 14, 2012

TC Yok Olursa Ne Olur?



Kısa ve orta vadede (1-30 yıl):

Öncelikle belirtelim: 1. Cumhuriyet bazında TC, zaten fiilen yok olmuş durumda. Burada, TC’nin resmen yok olması irdelenecek.

Siyaset ve demografi:

Yerine muhtemelen bir cemahiriye kurulur.

Ordu bölünür. Üst rütbelilerin bir bölümü yurtdışına çıkar.

Nüfus bölünür.

% 2-3’lük zengin kesim kaçar.

Nüfusun tamamına yakını, daha önce yaşadığı gibi aynen yaşar.

Kürtler’de demokrasi olmaz.

Kürt devleti kurulsa bile, yine dağılır veya iç savaşa girer.

Alevi veya Laz devleti kurulmaz.

Özgürlükler ve insan haklarına uyum tümüyle silinebilir.

Ekonomi:

Ticaret dengesi uzun süre yeniden kurulamaz.

TÜSİAD ve MÜSİAD çöker, benzeri yenileri kurulamayabilir, çünkü kapital akışı zedelenir.

Tarım dengesi bozulur. Organik tarım ve devlet desteği gibi alanlar çöker.

Sanayinin durumu belirsiz kalır. Serbest bölge türü oluşumlar daha artar.

Turizm çöker, limitte / pratikte sıfırlanır.

İşgücü sorunu başlar. En az 1 milyon kişi içeriye ekonomik göç eder ve asgari ücretin yarısına çalışır.

Entellektüellerde göç yaşanabilir, yaşanmayabilir de.

Uzun vadede (50 yıl ve daha yukarısı):

TC benzeri bir şey(ler) yeniden kurulur.

Makro-makro global krizler, bu oluşumları da etkiler, TC kalırsa onu da etkiler.

Kabaca sonuç:

1 milyon civarı ölü.

1 trilyon dolar civarı zarar.

50 yıl için, ortalama yaşam beklentisinde 10 yıl kısalma.

Kıtlık ve salgın.

Daha önce yaşananlar kümülatif olarak binince, Kafkaslar-Balkanlar-Ortadoğu’da gelecek 500 yıl için tarih çöker, yeni orta çağ zaten geldi bile.

Yine de:

Pek bir şey değişmez. Bunun % 50 gibisi, başka nedenlerle zaten yaşanacak.

Perşembe, Temmuz 12, 2012

N Delikli Topolojiler ve Evren








‘2 delikli + 1 bağlı’ pretzel geometrik dönüşümleri, aynı duble halkada, limit (geometrik dönüşümde kolaylık olsun diye daha küçük) sonsuz delik açıldığında da, geçerli kalır.

Burada önemli olan, makro dönüşümün kriterinin ne olacağıdır.

Yani, değişen-etkili öğeler ve değişmeyen-etkisiz öğeler, birarada etkileşir durumu mevcuttur.

Evren’in olağan özdeğinin olşturduğu 200 milyarlık gökada toplamının gözenekli / süngerimsi dağılımı, limit sonsuz (ama aslında (gözeneğinin yarıçapının 200 milyon ışık yılı olduğu) minimum 343.000, maksimum  1.570.000 delikli) bir topoloji akla getirir.

Yani, Evren’in sonul düğümlerinin açılıp açılmayacağı, yani zamanın ve mekanın çözülüp çözülmeyeceği, bizim henüz göremediğimiz / gözleyemediğimiz, asıl makro süreksizliğe bağlı olabilir.

Evren’deki makro gözenek yapısının (duvarlar ve boşluklar) Evren’in sonul gidişatını etkilemesi, pek mümkünlüğe uygun  görünmüyor.

Burada, farklı bir mantıksal model olarak, parçanın bütünden büyük olmasından hareketle, şu anda ne başlangıç ve ne de şimdiki ‘mikro-mikro, özdeksel-enerjisel / zamansal-mekansal süreksizlik ölçeği ve biçimi /geometrisi bilinmeyen / gözlenmemiş / hesaplanmamış’, asıl süreksizliğin nasıl işleyecebileceğini de tasarlayamıyoruz. (Ancak bunun Calabi-Yau modelinden farklı olduğuna ilişkin bir kanımız mevcuttur ve bunun nedeni de, o modelin Evren’in geçmişteki evrimindeki birkaç süreksizlik aşamasının getireceği heterojeniteyi içermemesidir).

Ayrıca, (yerçekimi etkileşimleri gözaradı edilerek) gökadalar birbirinin arasından geçebileceği için, fazladan bir süreksizlik dönüşümü de hesaba katılsa gerektir. (Aynı zamanda bunun fraktal geometrisi de.)

Burada, şimdiki kozmolojik boşlukların yarıçapının, oralar bir zamanlar var olmuş olması gereken, ilk dönem gökadalarının ışık hızının % 2’siyle devinmesi gerektirdiği gibi bir çıkarsama var:  Kuasarlar dışında, bu hıza yaklaşabilen evrensel ölçekte bir güç / oluşum mevcut değil / gözlenmemiş durumda.

Karanlık madde ve enerjinin, olağan madde ve enerjiyle var ve olası tüm etkileşimlerine ilişkin hiçbir denklem yok. Dolayısıyla, Evren’in evrimine ilişkin bugüne dekki tüm kestirimler geçersiz durumda kalıyor.

Burada, bilimden çıkıp ontolojik olarak (teolojik olarak değil) felsefenin alanına girerek, şöyle bir çıkarsama yapabiliriz (ve bu da bilimin sınırlarını imler):

İster olağan-olağan madde, ister olağan-karanlık madde, ister karanlık-karanlık madde etkileşimi olsun, Evren’in sonul tek bir geleceği olduğu konusu boşlukta kalıyor.

Olağan yıldız oluşması ve oluşmaması, artı kesin / determinis modelde sonulluğu ve sonulsuzluğu (bazı kara deliklerin sürme süresi olan 10 üzeri çok 67 yıldan çok önce, Evren’in sonul gidişatı belirlenmiş veya belirlenememiş olacaktır. Yani, arada bir evrensel öte-evrimler dizisi mevcut ve gidişatı onlar etkileyecek.

İnsan türünün (şimdiki ve gelecekteki durumuyla) orada / bu müstakbel oluşumlarda yeri yok ama insan sonrası türlerin şimdiden var.

Evren’in sonul gidişini, ‘oto-kritik oto-organize negatif entropi formları’nın N kritik eşik ötesi novumları belirleyeceğe benzer.

Sonul durumu bilmiyoruz ama evrensel-özdeksel evrimin devindiği yönü ve doğrultuyu biliyoruz.

DUYGU SÖZCÜKLERİ: FELAKETTEN KURTULMA KUŞKUSU


Gerçek duygularla duygu sözcüklerinin çakışmadığını, 1985’te modern dans konusunda kuramsal olarak çalışırken fark etmiştim.

Bu sıralar duygularım değişti. Sözcükler ifadeye yine yetmiyor.

2002 civarında ve 2012’de 2 kez seyrettiğim ‘Corto Maltese’ (Siberia) çizgifilmindeki 2 duygum farklıydı. Birincisinde hissettiğim düşgücü duygusunu, ikinci izlemede hissetmedim.

Öfke ve nefretim değişti. Korkum da değişti. Panik atağım olduğu ve bunlar kökenli olduğu için, bu durum önemli.

Tabii ki birden çok korku (artı fobi) türü var ama kastettiğim o değil.

Kortizon kullanımım, kaç-saldır davranışındaki psikoloji koyutlarının geçersizliğini birçok yönden birden bana gösterdi ama bunları tam ifade edemedim, sözcükler bana yetmedi.

Daha önceleri yaşamımda felaket beklentileri genelde gerçekleşti ama bu sıralar duygu kayıtlarımdan artık pek emin değilim ve bu durum bir bunama değil.

Gençlik ve yaşlılık, duyguları nitelik olarak birbirinden çok ayrı ve bunu hiç kimse anlatmamış. Örneğin Bukowski anlatmamış, yalnızca son yıllarındaki güncede ancak birinci tekil kişi kipine geçince bunu ayırsıyorsunuz.

Kendimi toplama kampının kapısındaymış da, bundan emin değilmiş gibi duyumsuyorum.

Referans olarak kitleyi aldığım ve bu sıralar kitlenin tüm sosyolojik ve psikolojik apsisleri ve ordinatları belirsizliğe doğru kaydığı için, verilerim belirsizleşiyor.

İşin tuhafı, hala kaçacakmışım / kurtulacakmışım hissindeyim ve bu açıda bu pek mümkün görünmüyor.

Bu duyguya, ‘felaketten kurtulma kuşkusu’ diyelim ve bu yeni bir tanım olsun.

Çarşamba, Temmuz 11, 2012

Gelecekbilimcinin Penaltı Anındaki Endişesi


Bu da bir duygu.

Metafor bir tanım.

Peter Handke’nin ‘Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi’ romanına gönderme yapıyor.

Futbola gönderme yapıyor mu?

Belirsiz.

Kalecilerin en azından bir bölümü penaltı anında endişe yaşar mı?

Yapıldığı an belki ama atılırken endişe duyarsa, gol yeme olasılığının artacağını yaşayarak ve seyrederek çoktan öğrenmiş olması gerekir.

Gelelim metafora:

Tam Türkçe açılımı şu.

Bir gelecekbilimcinin kendi biyografisini ve kendi zihnini kendi gelecekbilim modeline nakşetmesi; gidişatı, tarihi, geleceği etkiler mi?

Bilmiyoruz.

Çünkü bunu yapmış bir gelecekbilimci yok.

Asimov, Aristo gibi davranarak, sistemle bütünleşerek, kendini gelecekten muaf kıldı gibi.

Atay, yazarın böyle bir zorunluluğu olduğunu önesürüyor gibi.

Ben, neo-entellektüelin insanlar için kefaret ödemesinn geçersiz olacağını düşünüyorum gibi.

Da:

Savaş kapıda.

Kaçış yok.

Tarihsel kırılma hatlarında birinde olduğumuz kesin, bunu eksi zekalılar bile kavradı.

Bu durumda siperde sürekli beklemenin endişesi, kaçma anında tepkiyi kilitleyebilir gibi.

Belirsizlik çok: Bu da endişe kaynağı.

Bilmiyorum.

Sonuçta, yalnızca bir tarih momentindeki duygu durumunu anlatmış oldum.

Pazar, Temmuz 08, 2012

Aritmetik Nedir?


Aritmetik sayılarla uğraşır.

Sayılar insan icadıdır.

Aritmetik ve sayılar, ikinci dereceden bir soyut dil olan sözdilinin, bir sonraki derecesinde, dolayısıyla toplamda üçüncü derecede bir soyutlamadır. (Yani, doğal sayı yoktur.)

Sayılar, kırmızı elmanın, kırmızı rengi ve yuvarlak biçimimin birinci derecedeki soutlama düzeyine göre, ikinci derecede birer soyutlamadır.

Bunun üzerine 4 temel işlem, tek başına birinci, ikinci dereceden işlemler (üs alma, kök alma) ikinci derecede birer soyutlamadır. (Logaritma, bu durumda 2,5. gibi bir soyutlama derecesi oluyor.)

1 sayısının yazımının icadıyla, 0 sayısının yazımının icadı arasında epeyi binyıl geçmesi, insanın evrimsel öğrenme olarak düzensiz ilerlediğini bize gösterir.

Aritmetikte göreli olarak icat edilmedik bir şey kalmamıştır. (e üzeri eksi pi eşittir eksi bir’i aritmetik sayarsak, hala birkaç kırıntı kalmıştır, diye kabul edebiliriz.)

Matematiği temelde aritmetikle başlamamışız, matematik dili olarak biz sınırlamıştır. Sayılar olmasaydı, fonksiyonlardaki değişkenler ve onları eğimleri ve panoramaları olan türev ve tümlev, tanımlanmamış veya farklı tanımlanmış olurdu.

Bu veri tabanının insan-öte türlerde değişip değişmeyeceğini henüz kestiremiyoruz.

Cuma, Temmuz 06, 2012

Büyük Söylem


Bir sürü zorbaca koyut içeren bir kavram bu.

Post-modernizm, kendisi ‘tekillik’ gibi büyük büyük büyük bir söylem icat etmişken, kalkıp bir de büyük söylemlerin döneminin kapandığını önesürerek, zaten konuyu baştan açmaza sokmuştu.

Kuhn’un saptamasının tersine, bilim tarihinde hepi topu birkaç büyük söylem / paradigma vardır, çok değil.

Diyelim kozmolojide: Dünya merkezli bir evren, Güneş merkezli bir evren, ikisinin de merkezde olmadığı bir evren. Bu arada, son 350 yıldır Evren’in asıl neresinde olduğumuza ilişkin hiçbir bilgi üretilememiş olması da epeyi eğlenceli. (Samanyolu Gökadası’ndaki yerimiz belli ama onun Evren’deki yeri hala belirsiz.)

Bunu şunun için ekledim: Büyük söylemsizlik gerçekten olabiliyor ama çoğunluk zorunluluktan. Teoloji de, bilim de herşeyin kuramı kullanmaya pek meraklı ve bu da her ikisini de açmaza sokuyor.

Görüldüğü gibi, 500 yıllık ve 5.000 yıllık ölçeklerde, toplamda 10’a yakın büyük söylem var ve hepsi de geçersiz. Uydurulan sahte büyük söylemler, epistemik gerçeğinin tasarımını yasaklıyor / engelliyor. Örneğin, Einstein’ın ‘E = m x c 2’ denklemi gibi.

Oysa basit bir durum var ortada: İnsan türü hem yok olmakla, hem de yeni bir tür olmakla (yani en makro insani 2 söylemle, kıyametle ve eksodusla) çok yakın zamanlarda yüzleşti (1945 – 1957). Bu da, ikisini işlevsel olarak birbirinden ayırmayı zorlaştırıyor.

Üstüne bir de, 200.000 yıl kadar önce tümüyle yok olma tehlikesi yaşamakla, 50.000 kadar yıl önce ‘homo sapiens saiens’in gerçek-ilk eksodusunu yaşadığımız eklenince, neden habire kendimizi bu açmazlara sürüklediğimiz anlaşılır oluyor.

Değişimi yaratanlar değişimi istemiyor ve değişime varlıkları engel durumda: Bu durum, söylemler için de geçerli.

Örneğin, bilim bile şu andaki bilim gibiliğiyle bazı şeylerin dilegetirilmesini imkansız kılmakta.

O yüzden Aristo’nun ‘Metafizik’inden beridir, aşkın (transandental)  öte (meta-) olmakta.

Yani büyük söylem, baştan her ikisi de olmak durumunda ama bu dille olamaz gibi görünüyor.

Bu, tümevarım ve tümdengelimin çift yönlü matıksal sıkı örüntülü metinsel dikiş için birarada olması gibi bir durum.

Ayrıca, sonsuz, mutlak filan da yok. Onlar da göreli.

Yani büyük söylemin ötesi, daha o kurulmadan önce var ama kimileri bunu seziyor, kimileri az görüyor, kimileri görmemek için kafayı kuma sokuyor.

Pazartesi, Temmuz 02, 2012

En Uzun Cümlem


Sanırım şudur:

“Edebiyatı; roman (en az 20 altdal: tarihi, nehir, fantazya, polisiye, korku, gerilim, macera, erotik, porno, bilimkurgu, çocuk, genç, aşk; gerçeküstü, bilinç akışlı, dışavurumcu, vb), kısa roman, uzun öykü, öykü, kısa öykü, anı, yaşamöyküsü, özyaşamöyküsü, portre, günce, gezi, deneme, anlatı, düzyazı, monografi, makale, risale, araştırma, inceleme, derleme, alıntı, montaj, kolaj, karma, söyleşi, röportaj, fıkra, kronik, köşe yazısı, haber (en az 10 altdal), eleştiri, polemik, mizah, hiciv, söylence, efsane, destan, epope, fabl, masal, cingıl, mektup, özet, yorum, akademik tez, şarkı sözü (en az 5 altdal), dans librettosu, opera librettosu, anket, çizgi roman metni, şiir (en az 20 altdal), radyo skeci, oyun (en az 10 altdal), senaryo, sinopsis, libretto sinopsisi, belgesel olmak üzere, 100’ün üzerinde altküme olarak tanımlıyoruz.”

(Edebiyatın Epistemolojik Aksiyolojisi, Gelecekbilim ve Kuram, 2005.)

115 sözcük ve boşluklar dahil 840 karakter etmekte.

Bu bir ifrat mıdır?

Bence değildir. Öyle yazdığım için bencilce değil, işlevsel olarak gereksinildiği, hatta bazı konularda bu cümle 200 sözcüğü geçebileceği halde, durum onu gerektirdiği için nesnelce değildir.

Cümle anlaşılır mıdır?

Evet.

Cümlede eksik olabilir mi?

Evet. (Daha önceki eksik bilgi ve daha sonraki eksik bilgi ile.)

Cümle bir bakışta okunabilir midir?

Gazete sütunu biçiminde dizilirse evet.

Büyük / fakülte boyu kitap sayfası olarak dizilirse, belki (bazı okuyucular için) hayır.

Bu, durumu değiştirir mi?

Hayır.

Yani, uzun cümle bir gereksinim ise, ondan kaçınmanın gereği yoktur.

Yukarıdaki cümleyi, 4-5 cümleye bölseydim, daha mı anlaşılır olacaktı?

Bence hayır.

Özel vurgu: Bu cümle türü, James Joyce’un veya Oğuz Atay’ın özellikle kurmacasal kaygılarla hazırlanmış, başı sonu olmayan cümlelerinden farklı bir tanımdadır. Onlar bir biçim oyunu olarak bunu yaptı, bense bir içerik gereksinimi nedeniyle bunu yaptım.

Zaten sorunumuz bu:

Neyi anlattığın, nasıl anlattığını epeyi durumda belirliyor.

Oyun-Film Örneği Olarak Dr House Sezon 6 Bölüm 2





Konuyla ilgili olarak daha önce bir metin yazmıştım:

‘Bir Post-Film Örneği Olarak Film-Oyun’

Bu metin, o kuramcığın ilk örneklemesi oldu.

Dr. House dizisi, birçok dizi film gibi, olağan sinema filmlerinde denenmemiş epeyi alanda deneysellikler deneyip, sinema tarihine bu konuda birçok kayıt bırakmış olacak. (Bu bölümün 1 önceki bölümü olan 1. bölüm de, (başı var sonu var öykülü) tam film olmuş ilk dizi film bölümü olarak tarihe geçmiş olasilir.)

Kısa film formatındaki dizi filmin bu bölümünde 3 oyun-film planı var:

Birincide 2 oyuncu, hem oyunu oynuyor, hem de oyun dışındaki olaylarla ilgili yorum yapıyor.

İkincide farklı-yeni 2 oyuncu, aynı planı oynuyor, önce tümüyle dış yaşam hakkında yorum yapıyorlar, sonra onlardan 1’i oyundaki bir görüntü-uslamlama-metafor filmdeki (göreli gerçek yaşamdaki) bir sorunu çözüyor.

Üçüncüde, en metaforlu olanında, oyunun tasarımcısı, oyunla gerçek yaşamı, görüntüler aracılığıyla içiçe geçiriyor, yaşıyor, yani bir halüsinasyon görüyor.

Gelelim yoruma:

Birinci, dizi filmin giriş planıydı. Bu film için yapılıp yapılmadığını bilmiyorum ama çözünürlük açısından çok gerçekçiydi. Bunu da, yüksek çözünürlük derecesi ile değil, çizgiroman tekniği ile çözmüşler. Tipler zaten kurmaca olduğu için, çizgiroman kurmacası tiplemesi kullanınca, aşırı 3 boyutluluk denemesi ve aşırı ayrıntı gerekmemiş.

İkinci, birinci oyun planını tekrarı ve farklı oyuncularla aynı oyunun farklı oynanması / görünmesi idi. İkincideki oyucular ne profesyonel oyun tasarımcısı, ne de sürekli bilgisayar oyunu oynayıcısı değildi. O nedenle dış gerçekliğe tümüyle bağlı kalıp, oyunu tümüyle oyun olarak yaşadılar.

Üçüncü ise, bir film başarısı idi. Gördüğüm kadarı ile bir ilkti. Şu yazımda sözünü ettiği şey, 2009 momentiyle gerçekleştirilmiş demek oldu.

Bu metnin anafikri de o öz idi.

Oshii ‘Avalon’da bunu yapmaya çabaladı ama beceremedi. Bunun benzeri başta örnekler de var.

Bu bize her zamanki gibi şunu gösteriyor:

Avangard sanatta, 20. yüzyıl’ın başından beridir, herhangi bir ekoldeki en iyi ve/ya ilk örnekler, illa ki o konunun kuramcıları ve/ya ana hedefçileri / ekolün kurucuları tarafından çıkarılacak diye bir kural yok.

Not olarak kısa ve başka ayrıntılar:

Bir filmde, bilgisayar oyunu ve gerçek yaşamın gerçekliği ayrımını çok net verilmesi, gerçek filmin bir gerçeklik yanılsaması olduğuyla çelişmeçz. Bunlar, tümüyle farklı nicelikte ve nitelikte soyutlama kaydırmalarıdır yalnızca.

Bu filmdeki oyun planları bana, oyun ve gerçeklik arasında geçiş için, çok farklı sinema / yazın planları tasarlattı. Onları zamanla kağıda / ekrana dökebileceğim.

Bir problemi çözenler, o problemi asıl çözmek isteyenler olmayabiliyor. Örneğin, Pisagor Teoremi’nin 300 küsur kanıtlanması var ve hala yeni yollar bulunuyor ve bunları bulanların bir bölümü evkadını gibi konumlarda.

Bu konunun başarıyla çözümlenmesi, siberuzay-tam tasarımları gibi, hayalin sömürülmesinin yeni yollarını da birlikte getirecektir. Ona bakarsanız sinema ve bilgisayar oyunu da aynı yolun yolcusu.

Hayalin sömürülmesi, hem işlevsel hayal çıkaracakların yolunu tıkıyor, hem de insanları gerçeklikten giderek daha çok başarıyla koparıyor. Sonunda Matris dünyası tabii ki gerçekleştirilecek ve sömürgenlerin arzusu da bu. Tüm ütopyalar ve disütopyalar içiçe ve birlikte var olur ve yaşanır. Hapisin dışına çıkmak veya duvarı geçmek, tümüyle bireylere kalmış, toplumla zaten işimiz bitti.

Bu metnin anafikri, kalın vurgulanmış bir önceki cümle olmasa da, en artı-değer düşüncesi o oldu.

Dipnot: Zaten, tarihte rol olarak marjinalleri ve ayralları vurguladığımız ve artı sanatta normalliğin içindeki eser miktardaki deneysellik alaşımından söz ettiğimiz zaman, mantık açısından aşağı yukarı aynı savı savlamış oluyoruz ki bunun adı ‘yönetilebilir ileri marjinallik’ olabilir.

Böyle bir şeyi yapmak da, marjinalliğe ihanet değil, onların sağ kalmasına bir zemin hazırlamak olur.

Kendim için yaptığım da bu zaten. Bu metni yazarak yaptığım da bu zaten.

Dipnot: 1: Film-oyun ve oyun-film nüansı üzerine, 1 paragraf veya 1 metin yazmak gerekebilir.

Dipnot: 2: İngilizce bilenler için, filmdeki oyunun nasıl hazırlandığının bilgisinin linki: