Çarşamba, Nisan 29, 2015

Mahfi Eğilmez Parodisi

Kendisi bir ekonomi programında, neredeyse günde 24 saat ekonomi yorumluyor ve berbat hatalar yapıyor.
Birincisi şu:
Tüketilmeyen malın üretimi olmaz.
Bunu da şuna karşı söyledi:
Türkler, üretmeden tüketiyoruz, diyorlar, böyle şey olmaz.
Olur olur, bal gibi olur.
Öncelikle.
1980 liberalizmi, tüketimi üretimden öteye taşıdı.
Artı 1980 liberalizmi sayesinde, bazı malların üretimi, tüketimini çok çok aştı.
Şerh: Kitap gibi bazı metalarda bu, hep böyleydi.
1980 liberalizmi, tüketimi gelecekten bugüne taşıdı.
Gelelim gerçeklere:
Tüketilmeyen malın üretimi olur:
Günde üretilen ekmeğin % 20’si çöpe gidiyor. Bu, tüketilmeyen malın üretilmesidir. Bu bir.
Malların yine % 20’si fire veriyor, çünkü kalite kontrolü, üretimden daha pahalı oluyor. Bu, tüketilmeyen malın üretilmesidir ki o % 20’nin maliyeti diğer % 80’e fiyat olarak yedirilir, yani tüketmediğiniz malın parasını da ödersiniz. Bu iki.
Sözü edilen diğer bir gerçek şu:
TC dahil Dünya halkları, yaklaşık 2 yıllık gelirlerini borçlanmış durumda. Bu, üretilmeyen malın tüketilmesidir. 2 yıl sonra, o borçluların bir bölümü ölmüş olacak ve çocukları o borçları ödeyecek. Bu, üretilmeyen malın tüketimidir. Bu üç.
Ara şerh:
Mahfi Eğilmez, bunları bilmez mi?
Bal gibi bilir.
Ancak, gerçekleri inkar eder.
Gelelim asıl liberalizme:
Öncelikle bankalar, üretime kredi verecekken, tüketime kredi vererek, yani ithalatı fıştıklayarak, sanallaştı.
Sonra borsa tam sanallaştı.
Ortada hiç üretim yok ama para ve tüketim var ki o da reel sektöre borç olarak yazıyor.
Yani:
İthalat da, (kendi ülkende) üretilmeyen malın tüketilmesidir.
Bunun adı, askeri yoldan, G-20’nin 2 milyarının G-7 üretimine tüketici olarak entegre edilmesidir ve stratejist Barrett tarafından yazılmış, Türkçe’de de yayınlanmış, 2 ciltlik, 1980-2000 arası için programı vardır ve uygulanmıştır da bu program.
İşte Eğilmez parodisi, o programın işbirlikçiliğidir, çünkü bu gidiş 2008 kriziyle kaput oldu. O 2015’te hala, fıştık peşinde.
Tersine bir soru soralım:
Ekonomi büyümese, hatta küçülse ne olur?
% 99’un yaşamı hiç mi hiç değişmez.
% 1 batar.

İşte Eğilmez parodisi, o % 1 içindir.

Cuma, Nisan 24, 2015

2015 Kitsch'leri

Bu metin ikircikli olarak yazılacak, çünkü 2015 yılı, 11 Eylül 2001’de girdiğimiz tarihsel büküm döneminin ivmelenme kazandığı bir dönem içinde noktalandı / haritalandı.
Türkiye için bu, 1.-2. Cumhuriyet geçişimleri olarak yaşanmakta.
Dünya için bu, 1.-2. Sanayileşme geçişimleri olarak yaşanmakta.
Popüler kültür estetiki / kültürolojisi, geleneksel olarak beli altdalları / altalanları kitsch ürünlerin en çok verildiği alanlar olarak irdeler:
Klip ve reklam bunlardan ikisidir. Bu iki altdal, sanat filmi olarak kısafilm-leşirken, aynı zamanda aşırı ve yanlış tükettirici de oldular. Bu, daha çok Dünya için geçerli bir saptama.
Bizde en çok görülenlere bir bakmayı deneyelim:
Bir: Pop-arabesk ve arabesk-pop geçişimleri.
İki: McDonalds ve Starbucks markacılığının yerel lezzetlere dönmesi ve bildiğimiz köfte-ekmek ikilisinin veya türk kahvesinin oralara bile girmesi. Şerh: Lades gibi, türk usülü yumurta mutfağı satan yerlerde, menemen sürerken, mantarlı yumurta veya omlet çeşitleri hala başlamadı.
Üç: Bir de Doğu’dan örnek: Türkiye’ye gelen Suriyeliler, Türkiyeliler’e kışın dondurma yeme alışkanlığı bulaştırdı. Burada önemli olanlar: Bir: Suriye’de kışın dondurma yok. İki. Türkler’in de müdavimi olduğu, italyan dondurması satan yerler bile, eskiden kışın donduma satmaz idi, şimdi onlar da satıyor. Üç: Lades gibi yerler, sütlü tatlıların üzerine olmak üzere, kışın da her zaman dondurma servisi yapageldi.
Bundan sonrası asıl ikircikli olan alan ve deneysel olarak irdelemeler denenecek burada.
Bir: Global pop, bizde pratikte hala sıfır satıyor göreli olarak.
İki: Giyside, kesinkes full Batı taklidi var.
Üç:  Futbolda ise, 2000 GS şampiyonluğu 2002 Milli Takım Dünya üçüncülüğü ertesinde, 15 yımldır dip vuruyoruz ve bu artık eski mazohizmimimez geri dönmemizi sağladı: yenildikçe sapık bir zevk alır olduk veya Arda Turan gibileri, AB liglerinde bile, sahadan kendini attırıp, takımını yenilğiye taşıyabiliyor hala.
Dört: İngilizce dublajlı gavur dizileri, bizde beklenmeyecek denli çok tuttu. Tekraraları bile hala izleniyor.
Beş: Türk filmlerinin toplam yılık seyirci sayısı, son 5 yıldır eskisi gibi / yeniden yabancı / holywood kökenli filmlerden daha çok oldu.
Bizcesi asıl ve en bi kkitsch durum bu:
Biz Türkler, Doğu’ya da, Batı’ya da gitsek, artık fark noke.
Tanzimat rüyası bitti.
AB ve/ya ABD rüyası bitti. Onlarda da bitti.

Uygarlar bitti. Barbarlar henüz oyuna ısınıyorlar. Maç boşta. Geçiş dönemi de bu demek zaten.

Salı, Nisan 21, 2015

Seçimler ve Oylar

Bir anket şirketi sahibi ve yorumcusu, şöyle beyanlarda bulunmuş:
“Ortadaki seçim vaadlerinin bir siyasi partiye 10 puan kazandırmayacağını belirten ünlü anketçi, ‘Kim seçmeni daha fazla ikna ederse o partinin oylarına bir yansıması olacaktır. Ama şunu kimse beklemesin. Bu vaatler bir siyasi partiye 10 puan oy kazandırmaz, 10 puan da kaybettirmez. Bunun temel nedeni kutuplaşma. Çünkü seçmen duymak istemediği şeyleri duymuyor.’ dedi.
Türkiye'nin son 15 yılda böyle bir seçim yaşamadığını belirten Adil Gür , 1 puanın bile herşeyi değiştirebileceğini belirtti. Adil Gür, "1 puan önemsiz mi? Bu seçim o kadar önemli ki... Bir iki puanın bu kadar değerli olduğu, son 15 yılda hiçbir seçim yaşamadık. Ne demek istediğimi, 7 Haziran akşamı anlayacağız.' dedi.”
İlk bölümlere katılıyoruz, son bölümlere yarı katılmıyoruz.
Seçmen, zaten hiçbir zaman duymak istemediği şeyi duymadı. Toplumbilimde buna, ‘inkar kültü’ deniyor. O sayede, 1. Cumhuriyet batırılabildi: Ona yapmadığı şeyler isnat edilerek.
Ekonomik vaatlerin zaten oy getirdiğini kendisini de itiraf ediyor.
Ekonomik vaatler, % 10 değil, % 20 bile oran oynattı. Seçim tarihinden biliyoruz.
% 1 e 2’nin seçim sonuçlarını değiştirdiğini daha önce de çok yaşadık:
Özal’ın yasaklı siyasiler referandumunda: % 0,5 ile.
CHP’nin 1999’da TBMM dışında kalmasında: % 0,5 ile.
DYP’nin 2002’de TBMM dışında kalmasında: % 0,5 ile.
Cem Uzan’ın 3 ayda kazandığı % 7 ile.
Anketçi bey, şunu da söylemiyor:
E o zaman seçmen, neye göre oy verecek?
Yanıt:
Hiçbirşeye göre: Hep de öyle oldu zaten.
Oyunu satıp, oyunu sattığı partiye oy vermeyen ve bunu kahvede anlatan bir seçmenden söz ediyoruz burada.
Şu anda da, MHP ile HDP arasında seçim yapamayan, % 7’den söz ediyoruz.
% 40’u ümmi / okumazyazmaz olan bir seçmen kitlesinden söz ediyoruz.
Böyle başa böyle traş, böyle seçmenle böyle seçim.
Evet, sonuç:
1946’dan beriki TC seçmen sınavında seçmen, % 1 bile tutturamadı.

Oy hakkı tiz geri alına...

Pazartesi, Nisan 20, 2015

Ol Mahiler



“... ki derya içre yaşarlar
Bilmezler derya içre oldukların...”
Beyt biçiminde bir özdeyiştir bu ve çokça da doğrudur.
Yeni kuşak Yanki televizyoncular için de doğruymuş, bunu gördük.
Geçen gün, Bloomberg’in bizdeki iki kanalından birinde röportajcı bir adam ve yapımcılar, debelene debelene televizyonların yeni altın çağını anlamaya ve irdelemeye çabalıyorlardı ve bunu da beceremiyorlardı.
Oysa onların görmediği ve dile getirmediği 2 şey var yeni kuşak televizyonlarda:
Bir: Gerçekçilik.
İki: Seks ve şiddet: Abartılı değil, gerçekte oldukları gibi, yani yaşamdaki abartılı halleriyle.
Örneğin eski dizilerde veya Holywood filmlerinde, ‘Spartacus’teki gibi, köleler sahiplerini kıtır kıtır doğramazlardı. Bunu Kirk Douglas’lı ilk ‘Spartacus’ filminden biliyoruz.
Yine Spartacus’taki gibi, gerçek Romalılar da zamanında öyle seks yaptıkları ve şiddet gösterdikleri halde, şimdiki ‘Spartacus’taki seks ve şiddet sahneleri yoktu.
Tabii bu 2 durum, 1986’da televizyonun 50. yılı belgeselinden saptandığı üzere, seyircinin giderek daha yüksek doz istemesi ve yapımcıların da bunu er veya geç onlara vereceği durumuyla çakışık.
Ancak o zamanlarda bile, ‘Dr. House’un problem çözücülüğünün ve ‘Dexter’ tipi meta-kötü kahramanların olması umulmuyordu henüz. Daha da önemlisi, ikisinin de dizinin sonunda ölmemesi ve gayet kriminal kriminal tüymesi, en sürpriz durum oldu. Sonuçta ‘Dr. Kimble’, en azından ABD versiyonunda greçekten suçluydu ve yakalanıyordu.
Yapımcıların, esnek zamanlı yayın olarak niteledikleri şey ise, çapraz medya döneminin bir özelliği, yeni dizilerin yarattığı bir şey değil.
Burada, benim de merak ettiğim ve yanıtını aldığım bir durum-soru vardı:
Yeni dizilerin seyircisinin % 80’i, diziyi ilk gecesinde izlemiyormuş. Tabii, televizyonun erken dönemlerinde, yayın zamanı sınırlı ve boş iken, neden aynı dizinin haftada birden çok kez yayınlanması düşünülmemiş ayrı konu.
Yapımcıların yine feci yanıldığı bir nokta daha var:
Yaratıcı kadro.
Adamlar, bu konuda herkesin dizi dizi sırada beklediğini önesürüyor ama bu yeni dalganın da, önümüzdeki 3-4 yılda tekleyeceğini göremiyorlar henüz.
Yani, yaratıcı kadronun yaratıcılığı ve yaratıları, şimdiden dibi görmeye başladı.
Yeni hiçbir dizi, ‘Dr. House’, ‘Spartacus’ ve ‘Dexter’ gibi değil. ‘Dexter’ temalı ‘Following’ ve ‘Hannibal’ yerlerde sürünüyor.
Bundan sonraki sıçrama adımı, ‘Assassin’s Creed’in denediği ve henüz sonucunu görmediğimiz, oyun / çapraz medya dizisinden yapılacak filmler ve dizi filmlerde.
Çok basit:
‘Flashforward’ dizisi, Dünya’nın tüm seyircilerine fazla geldi ve ‘Neuromancer’ de henüz film yapılamadı yazılmasından 30 küsur yıl sonra bile.
Yani, bazı kültürel evrimlerin adımları daha oluşmadı.
Onlar da daha sonra oluşacak...

Balıklar denizi bilmezse, balıkçılar bilebilirler belki...

Pazar, Nisan 19, 2015

Ateizm Derneği 1 Yaşında



Bir haber:
“Ateizm Derneği, kuruluşunun birinci yıldönümünü, Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde düzenlediği yürüyüşle kutladı.”
İlk itiraz:
Hem haberin internet linkinde (alıntıda görüldüğü gibi), hem haberin başlığında, hem de haberde ‘ateizm’, ‘ateizim’ olarak yazlmış. Bu, aklıma hemen, sahte yobazlara 10 yılda ‘atayiz’ dememeyi öğretmemi getiriverdi nedense.
Sonra, derneğin internet sitesindeki deneyimlerimden biliyorum, bu iş mitingle olmaz, yazıyla olur ama ateistlerde yazı yazacak adam yok henüz. Yazılanlara çok mavra tepkiler veriyorlar. Dernek sitesindeki forum bölümüne bakabilirsiniz isterseniz.
Bu ülkede; sosyalizmi alaturka sosyalist geçinenlerimiz mahvetti, İslam’ı alaturka çakma-sahte yobazlarımız mahvetti, şimdi de sıra ateizme gelmiş gibi. ‘Kılavuzu karga olanın...’ durumundalar henüz. 1 yıl da kısa bir süre değil.
Asosyal biriyim. Kafama silah dayandığında bile, 1980 öncesinin hareketli günlerinde bile, ne mitinge, ne de cenazeye gitmedim.
Ateistim ama ateistlerin mitingine de gitmem.
Haksız olabilirim ama alaturka ateistlerimiz de, klasik alaturka sivil toplumu örgütlerimizin ölü toprağı serpilmiş batağına çabucak uyum sağlamış gibi.
Onlara kızmııyorum.
Ancak, resmen bile artık TC’de % 2 oranda, yani 1,5 milyon ateist var. Ben dahil, bunları bir biçimde kendileriyle birlikte çalışmaya ikna etmeleri gerekli.
Ya da ne olur?
İkinci bir, Öz Ateistler Derneği falan olur.
Yeniden ve çıkış:
Ateistler dertlerini yazarak ve kalıcı olarak ifade etmek, sergilemek ve topluma kendilerini kabul ettirmek durumunda.
Blogcu’daki ateizm sayfamın son 10 yıllık seyrüseferinden biliyorum.

Yoksa, her yıl 20 kişi ile miting yaparlar ve idare ederler abisi.

Kuran Kesmek



Bu metnin konusu şu metinden öğrenildi, yazarına teşekkürler:
Olayın aslı şu imiş:
“Kutlu Doğum Haftası’nı kutlamak amacıyla, Kuran-ı Kerim tasarımından yapılan pasta, Zile Müftüsü İlyas Akyazı tarafından kesildi.”
Aslanım müftü. Kılavuzum karga ol.
Peki:
Kuran kesmenin cezası nedir?
Kat-li vacip, yani ölüm.
Bunu başkası yapsa, ne yapar bunlar?
Önce kazığa oturturlar, sonra kırk katıra bağlarlar.
Kuran’ı  oraya buraya,  münasebetsiz yerlere rasgele suretlemenin cezası nedir?
Ölüm.
Kuran’a abdestsiz el sürmenin cezası nedir?
Günah.
Kuran’ı yemenin cezası nedir?
Ölüm.
Kuran’ı dinden başka nedenle, bir yere yazmanın cezası nedir?
Günah.
Bir suçu / ayıbı / günahı hep birlikte işlemenin cezası nedir?
Linçte ceza, 3-5 kat büyür. Mesnet babında söyledik.
Bunlar ne yapıyorlar?
Sonun başlangıcında tarihe zulmediyorlar.
Asıl önemlisi:
Kendi dinlerini katlediyorlar.
Hayırlı olsun.

Veyl (cehennemin yedinci bodrum katı), orada onları bekliyor nasıl olsa.

Kanallarda Kanallar Karıştı



Biz gençkene, tek kanal var idi. O kanalda herşeyin sırası, zamanı, yeri belli idi.
Sonracıma çok kanallar geldi.
Haber, müzik, spor, yemek, belgesel, dizi, vd kanallarımız oldu nur topu gibins.
Aaa, sonra bi baktık ki herkes birbirinin tekerine taş koyuyor.
Şu anda:
Haber kanalında, dizi, yemek, müzik, belgesel programları var. Tabii ve amma haber yok, çünkü Tayyip takoz koydu oralara.
Bir de, olduğu gibi kalan kanallar da var, ad vermeyelim reklam olmasın.
Tabii, asıl şu gerçek var ortada:
Televizyonların herhangi bir anda en az yarısı, ortalama % 75’i kapalı. Halkımız bay(ıl)dı açkıçası.
Tabii internet var. Tabii aile sineması var. Hepsi var var amma, peki neden televizyon kanalı yok?
Haber kanalında haber yok, çünkü sansür var.
Müzik kanalında müzik yok, çünkü para kazanacağız diye, bir klibi günde bin kere göstermeye başladılar.
Belgeseller desen, Kusto öldü, mertlik bozuldu valla.
Eee:
Bu düzen böyle mi gidecek, pireler filleri yutacak?
Yooo...
Her delikten geçecek bir uyanık bulunur.
Diğeşik bir tv kanalı türü icat edilir er geç.
Müzik kanalları için, yalnızca anlaşmalı oldukları şirketin klipleri ile bile yapılabilecek 3-5 kombinasyonu gösterdik, daha önceki kliple ilgili metinlerimizde.
Haber kanalları için ise BBC tarih belgeselleri var. Elin gerzeğine 1915 geyiği yaptırmaktan iyidir.
Evet, post-4-modern dönemdeyiz:

Herkes ve herşey, feleğini şaşırdı, kıblesini yitirdi, tv kanalları da öyle...

Cumartesi, Nisan 18, 2015

Yapay Zekalar Siberuzayda Evrilebilir mi?



Kendi kendine böyle olmasını kastediyoruz.
Şimdi ve buradaki tarih momentini kastediyoruz.
Yanıt:
Belki evet ama çok çok az olasılıkla henüz pratikte hayır.
Örneğin Google’un arama motorlarını zekası daha zekileşemez, çünkü birikimli değildir, çünkü belleği budanır, çünkü Google buna izin vermez.
Bu arada BM veya Papa, 2. Sanayileşme’nin ölümsüzlük gibi alanlarında, sansür ve tabu koyabiliyor ama nedense henüz, Turing polisliği oynamak akıllarına gelmedi.
Yalnız şunları imleyelim:
Bir: Öğrenen yazılımlar mevcut ki bu, yapay zekanın 2. veya n. kuşağı demek: 1. kuşak, eğer en eskiler sayılırsa kripto çözücüler; yeniler sayılırsa, elektronik hesap makinaları idi.
İki: Kesinlikle daha ileri kuşak / daha zeki yapay zekalar var ama hemen hepsi askeri. E tabii, hepsi yalıtık-iç siberuzaylarda işliyor, internet ağında değil.
Üç: Tabii bir de Siri-Türkçe gibi facialar da var: Google Translate, Türkçe ile ilgili çeviri sorunlarını 10 yıl gibi siberuzay açısından çağlar sayılacak bir sürede bile çözemedi (ki çünkü ticari olarak değmedi diyedir bu), Siri ondan da beter.
Yapay zekaların evrilmesi için neler gerekli peki?
Bir: Çok çok daha büyük bellekler ki bu global-‘PC’ ağları deneyimleri ile mümkün olabilirliği kanıtlanmış bir durum.
İki: Dış-yazılımcıların sürekli ek yapması ki bu onyıllarca sürecek bir ekip işidir. Çok pahalıya patlar, astarı yüzünden pahalıya patlar.
Üç: Herhangi bir yapay zekanın oto-organizasyon alt-kritik eşiğini kendi kendine geçmesi. Ya da diğer bir deyişle, kendi kendini yazmaya başlaması.
İşte, bu noktadan sonra ,şerh açılımlar başlar:
Hiçbir yapay zekanın asıl ve asal sorunsalı, asla ve kata insan olmak veya insan gibi hissetmek olmayacak. Bu, bir şehir-bilimkurgu efsanesi yalnızca.
Otonom bir yapay zeka, otonom ve işi bitince kendi kendini kapayıp açabilen robot temizleyiciler gibi, yeni bilgiler gelince öğrenip, sonra kendini boşa alabilen bir otonom yazılımlı olsa gerek. Sanırım bu yapıldı çoktan.
Geriye kalıyor, limit sonsuz N parçalık bilgi ve veri tabanı oluşturumu. Ki buda yine onyıllar alabilecek bir süreç.

Dolayısıyla, şu an çok çok özel istisnalar dışında, yapay zekaların kendi kendine evrilmesi, 10 yıl daha falan mümkün-değil görünüyor.

Cuma, Nisan 17, 2015

Politikacı Değil, Kraliçe



Bu metin ve başlığı, şu metinden mülhem:
“Daenerys, politikacı değil, kraliçeyim, derken; olaylar karşısında halka oynayan maskeli bir oyuncu olmak yerine kural koyucu ve yönetici bir mekanizma olmak arzusundan, en azından iddiasının bu olduğundan haberdar ediyor bizleri. Ancak bunu yaparken uzlaşmacı değil kural koyucu bir mekanizma olduğunu vurguluyor. Uzlaşması istenilen geleneklere detaylı bakarsak, bu tavrı hakkında fikir sahibi olabiliriz.”
Gerçek, kurmaca ve eleştiri, toptan yanılmış bu panoramada.
Öncelikle, kraliçeler de, diktatörler de politikacıdır; ve artı, diktatörler de, kraliçeler de emreder.
Yani, arakesitleri olabilir, olmayabilir de. Zaman ve mekan içinde bir zaman serisi olarak tanımlanabilirler. Tanımlanamayabilirler de, çünkü kimi politikacılar; kraliçeler ve diktatörlerden çok daha fazla emredici olabilmiştir. İnsan türünün evrimsel geçmişi ve devlet geleneği nedendir buna, diyelim.
Artı:
Üçü de pazarlık eder, uzlaşır, kıvırtır, çalkalar, şu bu...
Tabii, sözkonusu olan örnek var:
Bir kraliçe köleliğin kalkmasını emredebilir.
Tutar mı?
Tutabilir de...
Tutmayabilir de...
Gerçek yaşamda da, bazı köleler somut yaşam koşulları kısa vadede daha kötüye gittiği için, köleliğe geri dönmek istemişlerdir.
Artı:
5 bin yıllık gerçek tarihte gönüllü kulluk, tek tanrılı dinlerinki dahil, gönüllü özgürlükten her zaman daha önce gelmiştir ve daha güçlü olmuştur.
Bu durumda kraliçeler, diktatörler ve politikacılar, epeyi sınıra sahip olur.
Yani:
Koşullarca belirlenen kraliçeler, diktatörler, politikacılar; koşulları belirleyenlerden her zaman daha kalabalık olageldi.
Tersi gerçekleştiğinde ise, insanlar gerçek demokrasiyi yaratabilir ve sürdürebilir bir momente evrilmiş olacaklar.
Yani:
Kraliçelerin, diktatörlerin ve politikacıların varlığı, kültürel bir gereksinim şimdilik.
Onlar, yalnızca varolan bir boşluğu dolduruyorlar.
Üçünden de geriye gözgürlük kalmıyor maalesef...

Aslolan budur...

Sıla Güzellemesi



Bu hatun kişi beni bitiriyor.
Kendisi bir şarkıcı. Kendisini hepi topu, son 3 aydır olarak dinliyorum ve seyrediyorum. Günde 10-20 kere falan gibi. Televizyon var, internet var, aradığın çıkıyor karşına zaten.
Peki bu hatun kişinin şarkıları, benim gibi, ruhuna ölü toprağı betonlanmış birini nasıl içlendiriyor?
İşte bu metin, onun için yazılmış olacak.
Öncelikle kendisi, 30 yıllık arkadaşım olan bir hanıma feci benziyor ki sesleri birbirine hiç benzemez. Ancak, kendisini kimi ‘playback’ gibi dinliyorum, o derece yani.
Asıl nokta, kendisinin sesi ve tarzı, en yakın Haris Aleksiu’ya benzemekte en yakın.
Şerh: Tınısı değil, bana hissettirdikleri.
Müzikte, bazı besteciler (Piazzolla) ve bazı şarkıcılar (Sezen Aksu), beynimi dosdoğru geçip, içerideki en derin bir yerleri (ama kalbi değil, başka bir şeyi) vuruyor. Yakıyor yıkıyor beni.
Sıla da öyle.
Yitirdiğim bir şeyleri hissettiriyor bana.
Ölümü hissettirmiyor henüz. Sıla, hayat bilgisi derslerinin o ünitelerine henüz gelmeiş, çünkü genç sayılır. Dileriz, olabildiğince de geç gelir.
Devam:
Bir zamanlar yaşamış olduğum sevdaları hissettiriyor.
En önemlisi:
Sıla, bana yanyana oturup susma sevgisi veriyor. Bir kadınla ve/ya bir insanla yaşayabileceğim en büyük güzellik bu çünkü.
Kendisinin benim bulunuduğum tarafa ateş etmesi veya onu algılaması pek mümkün değil, oralarda hiç kimsele yok çünkü. Boş atıp, dolu vuruyor yani.
Yine de, onu çok seviyorum.
Kendime kendimi iyi, güzel, doğru hissetme hakkı verdiğimde, bir savaş molası alma hakkını yaşadığımda, Sıla dinliyorum.
Ve gidip sonra savaşa devam ediyorum.
Bu, bir ‘Bitmeyen Kavaga’ çünkü.
Sıla’nın sesinin ve ruh güzelliğinin bitmemesini diliyorum ama bu konuda hiçbir şans tanıyamıyorum kendisine, ustası Sezen Aksu çünkü.
Şeytanımla, ona iyi talihler diliyorum.
Dipnot 1: Kendisi, ‘Reverans’ hariç, hareketli parçaları söylemeyi beceremiyor, benden söylemesi. Ya da dost acı söyler.

Dipnot 2: Şimdiye dekki kliplerinde tüm imajları tüketti. Ray Bradbury’nin ‘Yüzsüz Adam’ı olmak üzere gibi.

CHP ve Seçim Sonrası



Kılıçdaroğlu şunları söylemiş:
“Belirli ilkeler ve değerler temelinde uzlaştığımız bir partiyle koalisyon kurabiliriz. Koalisyon kuracağımız partinin bağımsız olması gereken tüm kurumların bağımsızlığına, yargının mutlak bağımsızlığına ve medya özgürlüğüne inanması şartıyla.”
“HDP’nin TBMM’de yer almasını isteriz, almalı da. Parlamenter demokrasiye inandığını vurgulayan bir parti hakkında aksini de düşünemeyiz. Ki MHP de HDP de, koyduğumuz kriterler bağlamında koalisyon alternatifimiz olabilir.”
Yani:
SP-BBP koalisyonunun barajı geçmesi çok zor.
Demek 4 parti olacak TBMM’de yine.
HDP barajı geçemezse, AKP tek başına iktidar olur.
MHP, HDP ile koalisyonu kabul etmez gibi. Yani; CHP-MHP-HDP koalisyonu zor gibi.
Geriye bir tek, CHP-MHP koalisyonunun azınlık veya çoğunluk olarak hükümet kurması, kalıyor.
Çok sürpriz olarak, MHP barajı geçemez, HDP geçerse, CHP için yol açık gibi.
İkisi de barajı geçemezse ve 276-276 olursa, çok gülerim. TBMM başkanı seçimi, 1 partiyi 275 yapacak çünkü.
Demek ki bu durumda, CHP-HDP koalisyonu ve MHP’den kerhen ve dışarıdan destek kalmakta.
Eh, hiçbir şık da saçmasapan durmuyor. Saçmasapan durum olarak, bir tek HDP-MHP işbirliği olurdu. Ancak, seçmenin en az % 7’si ikisini de / ikisi arasında tercih edebilir çıkmış ki asıl saçmasapan durum da bu zaten.

CHP iktidarı, en gez 2019 itibarıyla, bir ABD ve AB projesidir. 2015-2019 arası, bir prova dönemi olacaktır. Gidişat onu göstermektedir.

Cumartesi, Nisan 11, 2015

Yalın: Reklam: Şarkı: Klip

Bir bakıma bu, Türkiye’deki ilk reklam-klip eklektiği çalışma olmuş.
Yalın, bir dizi şarkı yapmış: Bir dondurma reklamı için.
Ancak, şu açıklama yok: Hangisi önce tasarlanmış?
Sonuçta, ortada birden çok ürün mevcut ve birden çok da şarkı mevcut.
Eğer Yalın, reklamları (kısa filmleri) izleyip, onlara şarkılar yapabildiyse, kendisine şepkee.
Şu son örnek için notlar:
Şarkı güzel. Reklam güzel. Klip güzel. Birliktelik güzel. 4’te 4.
Güzel olmayan tek şey, Yalın’ın reklamda göründüğü halde, şarkı söylüyormuş gibi yapması. Bunu, her kimse istediyse ve tasarladıysa, bu dizinin yalnızca sahtelikler dizisi olduğunu imlediklerini, hiç hiç mi düşünememiş, derim.
Oğlan güzel. Kız güzel. İkisi de Batılı tip. Ancak, sonuç accaip Doğulu. Bunu, takdir ederim ve eminim ki arzuladıkları bu değildi.
Yalın’ın kartlamışlığı, bu parçada çok çok aşırıya kaçmış.
Ancak, herif çok tatlı olmuş. Çok da reel. Sahte olmak isteyip de, reel olmak da / kalmak da, bir beceri netekim.
Ayrıca Yalın, ‘Bir Bahar Akaşamı’ klibi için yazdığım  metinlerde belirttiğim üzere, ondan da fazla olarak, Alec Baldwin – Peter O’Toole kırması bir oyuncu olmuş çıkmış.
Kuğl, kırgın, yıkık, bezgin, hafif anlayışlı, hafif andavallı, epeyi yakışıklı, epeyi tatlı, azcıkın kıro: Ortaya ekşi-kekremsi kırması bir lezzet konmuş sonuçta.
Eh, alıcısı çıkar mutlaka. Yeter ki soslansın, süslensin.

(12 Nisan 2015)

Perşembe, Nisan 09, 2015

Yamyamlık Fetvası



Bu da oldu:
Yamyamlık fetvası da verildi:
“Suudi Arabistan Müftüsü Abdülaziz bin Abdullah'ın, 'Erkek, şiddetli açlık durumunda eşini ya da eşinin vücudunun bazı parçalarını yiyebilir' dediği öne sürüldü.”
Müftünün bu sıralar canı insan eti çekti herhalde.
Ya da hamile kaldı, insan etine aş eriyor.
Öncelikle, büyük kıtlık durumlarında, kadınların sağ kalması daha rasyonel, çünkü:
Kadınların vüccudunda daha çok yağ oranı var.
Kadınların bedeni erkeklerden daha küçük.
Dolayısıyla, her iki nedenle de bir kadın, bir erkekten çok daha uzun süre sağ kalabilir.
Ayrıca:
Kıtlık bitince, çocukları doğuracak ve nüfusu yeniden arttıracak loanlar da kadınlar.
Tabii ki İslam dini, rasyonel değil, patriyark bir din yalnızca.
Beni şu bölüm eğlendirdi:
“... eşinin vücudunun bazı parçaları ...”
Yani:

Amcam, kafaya koymuş, niyetlenmiş, yiyecek, hatta neresini yiyeceğine bile karar vermiş. Parça parça yiyince, kadın nasıl olsa ölmemek için razı gelir, diye düşünüyor olmalı.

Naklen Kafa Nakli



Bu ilk defa oldu:
“İtalyan cerrah Sergio'nun kafa nakli projesine 30 yaşındaki Rus Valeri Spiridonov gönüllü oldu. Spiridonov, gelecek yıl 36 saat sürecek ve 29 milyon liraya mal olacak ameliyatla kafasını sağlam bir vücuda nakletmeye hazır.”
Öncelikle:
‘... nakletmeye ...’ değil, ‘... naklettirmeye ...’
Sonralıkla:
Bu, ilk defa açıkça yapılacak bir beden nakli ameliyatı olacak ve % 95 olasılıkla başarısızlıkla sonuçlanacak, yani hasta ölecek, yani adam ölmeye razı şimdiden.
Ancak, haberde bir ayrıntı var:
Henüz bütün bir beden bulamamışlar.
Bu beden, hem sağlıklı, hem de kafanın dokularıyla / immünolojisiyle uyumlu olmak durumunda.
Ayrıntılar:
Maliyeti ben daha önce, 10 milyon dolar olarak biliyordum. Daha yüksekmiş.
Daha önce, bu kadar kısa sürede bu işin yapılabileceğini önesüren olmamıştı.
Daha önce, bu kadar uzun süren ameliyat yapılmıştı.
“Canavero, operasyon sırasında hastanın ve donör vücudun kesilen omuriliklerinin ‘polietilen glikol’ adlı yapıştırıcı benzeri maddeyle birleştirileceğini söylüyor. Kasların ve damarların dikilmesinin ardından hasta 4 haftalık bir koma dönemine sokulacak. Bu sayede vücut iyileşme sürecindeyken hasta başını oynatamayacak. İtalyan cerrah, yaklaşık 150 doktor ve hemşirenin kullanılması beklenen operasyon için şu ana kadar gerekli finansmanı sağlayamadı. Birçok doktor ve tıp uzmanı, kafa naklinin halen mümkün olmadığını savunuyor.”
Bir: Yeni bir icat ve yöntem kullanılacakmış.
İki: İkinci yöntem, çok uygun bir uygulama, risk almıyor.
Üç: Kadro çok kalabalık.
Dört: Para bulunur. Emin olun, 1 milyar dolar olsa bile, bulunur.
Beş: Bu ameliyat, şu an mümkün mü?
Tam sınırda. % 50-50.
Daha önceleri de, herhangi bir organ naklinin imkansızlığını savunan çok bilimci gördük.

Dipnot: Bu olay, benim için ışık hızından hızlı gidilmesinden bile daha önemli. Çünkü, ölümsüzlük, başka gezegenlere yerleşilmesinden önce gelir. Ancak ölümsüzlük veya 500 yıllık yaşam, uzaycılığı olumsuz etkileyecek, o kesin şimdiden.

Cumartesi, Nisan 04, 2015

Kadın Frikiği



Yanlış anladınız len. O frikik, bu frikik değil. Bu, bildiğimiz futbol frikiği.
Şimdi bu, bildiğimiz futboldaki serbest vuruş ama lig, kadınlar ligi, İngiltere Kadınlar Ligi. Hem de Arsenal kadınlar takımı.
Spoiler: Golü Arsenal yiyor.
Şimdii, 1 tane vuruşu yapacak oyuncu var, 2 tane de futbolcu gelmiş gelmiş, topun 1 metre önüne yerleşmiş. Top kalecinin görüşünden saklı tutuluyor yani.
Kadın geliyor geliyor, vurmuyor. Sanki aralarında anlaşmazlık olmuş gibi. Ayağı sürçmüş gibi veya.
Sonra, barajdaki futbolculardan biri diğerine yatay pas veriyor ve top asıl barajın kapsama alanı dışına çıkıyor. Barajdaki oyunculardan biri, yüzü kaleye ters iken, hoppadanak dönüp, boşa giden topa bir çakıyor.
Gooll...
Benzerlerini erkekler de uyguladı ama bu tam kadın işi:
Hani, aralarında kavga varmış gibi yapıp, carttadanak birleşip sizi vururlar ya, tam da öyle.
Ancak ,çok takdir etim, belirtmem gerek.
Erkek futbolcuların kadın futbolculardan öğrenecek çok şeyleri var demek.

Burada en önemli olan şey, karşı tarafın ne yapacağınıza ilişkin beklentilerine ilişkin, sizin yapacağınız hileler; yani hileyi yapmak denli, hileyi yedirmek de önemli; çünkü kimsenin hilesiz bir davranış ummadığı, hilenin envai çeşidinin bilindiği bir dönemdeyiz. Eh, hile desen, kadın işi zaten.

Cuma, Nisan 03, 2015

Jet Fadıl Sahalara Döndü



Tayyip’i başımıza saran şahıstır kendileri:
“Fadıl Akgündüz, 7 Haziran genel seçimlerinde Siirt’ten bağımsız milletvekili adaylığı için dün avukatı aracılığıyla başvuru yaptı.
...
Fadıl Akgündüz, 2002’de Siirt’ten bağımsız milletvekili seçilmişti. Yüksek Seçim Kurulu’nun Siirt seçimlerini iptal etmesiyle milletvekilliği ve dokunulmazlığı düşen Akgündüz, yargılandığı bir dava nedeniyle tutuklanmıştı. Fadıl Akgündüz, 15 ay sonra kefaletle serbest kalmıştı.”
Orada yazmayan şu:
Seçilince, mazbatasını almaya Türkiye’ye geldi. Seçim iptal edilince, tutuklandı. Mazbata yerine, iskele babasını aldı. Cezasını doğru dürüst çekmedi. Son yıllarda cennet Maldiv parseli pazarlamaya kadar varmıştı.
E tabi koskoca AKP, vefalı dostunu unutacak da değil. Ne de olsa Tayyip, Siirt’in eniştesi.
Ne ülkeyiz ama...

Kaç oy aldığını hep birlikte göreceğiz.

Biz Devrimi Düzerken Çok Sevmiştik

Sonra sıra düzülmeye gelince, mızıkçılık yaptık.
1968’lilerin durumunu en iyi özetleyen beyit bu.
Önce alafrangalara bir bakalım:
Meşhur Daniel-John Bendit, ‘Biz Devrimi Çok sevşmiştik’ kitabında 1968’lie eski devrimcilerin 1980’lerde içinde oldukları durumları araştırır ve söyleşiler yapar.
Biri hapistedir, biri kaçaktır, biri sağlıklı yaşamcı olmuştur, biri reklamcı olmuştur, vd, vb.
John-Bendit de, ‘yeşilmişik sazmışım’ şarkı sözlerini sevdi ve Yeşiller’ci oldu. Onlar da SDP’ye, onlar da Merkel’e yamandı. Al takke ver külah, düzeni birlikte sömürüyorlar işte.
Aynı John-Bendit, adil düzen Erbakan’ın davetlisi olarak Türkiye’ye de geldi. Erbakan’ın adil düzülmesini ve ev hapsinde ölmesini kaçırdı, yazık.
Sonra alaturkalara bir bakalım:
Atıl Ant, önce hanım çiftliğiyle yayınevi kurdu, onu batırdı. Sonra hanımlar çiftlikleriyle dağıtımcı şirketi kurdu , onu da batırdı. Şu sıralar, Jet Fadıl tipi bir arazi olma durumunda.
Doğu Perinçek, önce maoist, sonra feodalist, sonra PKK sempatizanı, sonra PKK düşmanı, sonra ulusalcı, en son da yarım porsiyon AKP’li oldu.
Cengiz Çandar, önce karşı tarafla röportaj yapan omo beyazı kuvvet oldu, sonra iyice açığa çıktı. Bu sıralar takma dişle dolaşıyor. Hiçbir taraf onu ciddiye alıp satın almadığı için, Ronin oldu sayılır.
Bu üçü, bir zamanlar en güçlü troyka imiş rivayete göre. Daha güçsüzlerini siz düşünün artık.
Bizim 68’liler, devrimi kendilerinin icat ettiğini sanırlar, TİP geleneğini yok sayarlar. Oysa aynı TİP, 1971’de Kürt meselesi nedeniyle kapatılmıştı. Şimdi aynı 1968’liler, yine Kürtçü, HDP’yi destekliyor bir bölümü.
1980’de 30 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı. Sempatizanlar dahil 100 bin solcu vardı ama 30 bini tüydü / tüyebildi, sonra da 70 bin değil, 700 bin kişi olarak hep birlikte işkence gördük. Onlar ‘politik göçmen’ oldu, sonra vatandaşlıkları geri verildi. Giren bize girdi.
1968’in 50. yılına 3 yıl kaldı. Hafiften hafiften 68’lilerin ensesinde boza pişirmenin zamanıdır, anca intikal ederler rezilliklerine.

Ya huzurevine gitsinler, ya mezara. Kafamızı şişirmesinler artık.

Perşembe, Nisan 02, 2015

Yanki Usülü Kutuplaşma



ABD’de bir anket yapılmış:
Cumhuriyetçiler, ABD için en tehlikeli kişiyi, Demokrat Parti’li başkan Obama olarak göstermişler.
Demokratlar ise, toptan tüm Cumhuriyet Parti’lileri göstermişler.
Bu durumda:
ABD’de 1930’daki Almanya’daki ‘Nazi – sosyal demokrat’ türünden bir kutuplaşma var demektir, körü körüne kutuplaşma yani. E tabi herkes, Almanya’da son sosyal demokrat başbakanken, Nazi’lerin  Türkiye büyükelçisi olan Von Pappen gibi değil tabii ki. Herkes kilitlenip kalmış gibi.
% 50 oy verme oranıyla, geri kalanlar da ikiye bölünmüş tam. O ilk % 50, her zaman kaybedenler klübü üyesi zaten. Ancak o kaybedenler klübü üyeleri de, ABD parçalanırsa veya yok olursa, hiçbirşey kaybetmeyecekler, öyle de kaybetmiyorlar işte.
O zaman ne olacak?
ABD her halükarda yolun sonunda. Ne güvercinler, ne de şahinler, bu sonu yok edemez, erteleyebilir ancak.
Obama, başa geldiğinde, şahinler darbe filan yapmasın diye, onların bakanlarıyla falan çalıştı, taa 2014’e dek.
Eh, 2016’de Cumhuriyetçiler’in kazanma olasılığı % 50’den fazla.
Sonuçta, nasıl ki ABD bazı bölgeleri yuta yuta, birleşe birleşe büyüdüyse, parça parça da eksilecek. Bugün, ABD’de ABD parçalansa, bundan olumlu etkilenecek eyaletler bile mevcut, Kaliforniya gibi.
Gemiyi ilk önce en zengin fareler terkeder. Yine öyle olacak, eminim.
En çok neye gülerim, bilir misiniz?

Bir gün gelir de ABD, ‘bir zamanlar eski sömürgesi olduğu ama yeni sömürgesi yaptığı İngiltere’nin, hem de dörde parçalanıp, geriye kalan parça olan İngiltere’nin yeni sömürgesi olursa’ya...

Çarşamba, Nisan 01, 2015

Müftüoğlu Hiçbirşey Öğrenememiş



Ne teoride, ne de pratikte...
Cumhuriyet gazetesinde Oğuzhan Müftüoğlu ile bir söyleşi yayınlanmış.
Alıntı ve yorum olarak gidiyorum:
“Denizler’in idamıyla birlikte Kızıldere katliamı sonraki dönemin devrimci ruhunun biçimlenişinde çok derin etkileri oldu. Mustafa Suphi’ler, bizim kuşağımızdan çok gerilerde kalmıştı, geriye dönüp baktığında en yakınımızda görülebilen 27 Mayıs öncesinin gençlik eylemleriydi. Oysa 78 kuşağı denilen yetmişli yılların gençliği ise, Denizler’in idamıyla Kızıldere katliamının yarattığı bir sol siyasi iklim içinde oluştu.”
Külliyen geçersiz:
1968’liler 1923-1988 arasındaki 45 yıllık TKP birikimini yok saydılar.
1978’liler de, onların hata yaptığına karar vererek, onları yok saydı. 1968’liler, 1978’lileri çok fazla şiddet taraftarı bulur, sanki devrim şiddetsiz bir şeymiş gibi.
Artı:
1960 darbesi 1968’lilere yol açtı, yani işleri kolaydı. 1971 darbesi 1978’lilerin yolunu tıkadı ve onların canına okudu, yani işler çok zordu.
Artı:
1968’liler daha 1971 gelmeden ölümüne bölünmüşlerdi.
“Sol içindeki darbecilik meselesi hep tartışılır. Aslında 12 Mart öncesinde sol bir askeri darbe hadisesi, 27 Mayıs’ın bir artçı dalgası olarak bir vakıaydı. O dönemdeki Kemalizm tartışmaları da bununla ilgiliydi. Orada solun bütününün darbecilikle suçlanması saçmadır.”
İyi ki o günün belgeleri hala elimizde:
Başta Kıvılcımlı, büyük kellelerden en az 5 kişi, darbeyi savunmuştu.
“12 Eylül öncesinde devrimcilerin gündemindeki ‘darbecilik’ meselesi, Türkiye’nin bir Amerikancı faşist darbeye sürüklenmesinden ve ona karşı mücadele edilmesinden başka bir mesele olmamıştır.”
40-50 klik / fraksiyon arasında, PKK ve Dev-Sol dışında 1980 darbesinin kesinkes olacağını (ön)gören olmamıştı. Bu konuda da belgeler mevcut.
“Bir etnik ve dinsel kimlik sarmalına bulandırılmış bugünün siyasi iklimi içinde kuşkusuz Kızıldere’nin söyleyeceği çok şey vardır.”
Hayır cicim. Kızıldere türü olaylar, başımıza Ertuğrul Kürkçü gibileri sardı.
“...dayanışma baki kalsın ama, ‘Kızıldere’nin çağrısı HAZİRAN’ diyorum.”

50 yıllık devrimci yaşamlarının tamamı fiyasko olan, 10 takma dişli dede ortaya çıkmış, ahkam kesiyor, diyorum.

Kılavuzu Dilipak Olanın...



... burnu moktan kurtulabilir pekala.
Adam gayet açıkseçik konuşmuş:
“Dilipak’tan AKP’lilere: ‘Karı-kız işi olan adaylıktan çekilsin.. Kasetleri çıkacak’”
Ancak, bundan sonrası hafiften balatayı sıyırtmıyor değil:
“7 Nisan’da adaylar belli olur olmaz havalarla birlikte siyaset de ısınacak... Cemaat ise, süreç içinde siyaseti an be an izleyecek. Bu süreçte her şey mübah olacak gibi, hakaret, tehdit, şantaj, iftira...”
E AKP, ne yaptı bugüne kadar?
Yaptıklarının kaynağı / dayanağı, yine aynı Cemaat değil miydi?
Bizim kanımız, işin karı kızla sınırlı kalmayacağı. Bizcesi Tayyip’i, kesinkes vatan hainliğinden ve hatta idamla yargılatabilecek denli önemli bazı kasetler ortaya çıkabilir. Asıl önemlisi bazı kayıtlar, Tayyip’i uluslararası arananlar listesine bile sokabilir, insanlık suçundan.
Çünkü, çözüm sürecinin başlarında, iş çok ortada iken, epeyi kaş göz çıkarıldığı kanısındayız. Ve bundan Kandil-HDP-Apo da nasiplenir gibi. O sıralarda ortalık çok toz dumandı, kimse kayıttan kaçınmak için orasını burasını kollayacak durumda değildi. Nasıl olsa, saklı kalacak sanıyorlardı.
Örneğin biz, Paris’te 3 kadının öldürülmüse için, hem TC, hem Fransa, hem Kürdistan onayı olmaksızın, o işin olamıyacağını belirttik. Adamlar Mart 2015’te, kendilerini aklayacağız derken, suçlarını itiraf etmiş oldular.
Şunu unutmayın: Pinochet, kuyruğu kurtarmış olabilir ama mesnet de / içtihat da yarattı bu konuda: Artık ulusal mahkemeler, uluslararası konularda karar verecekler.
Hatta, herşeyin ötesinde, iş dönüp dolaşıp Dilipak’ı bile vurabilir. Çünkü onun da epeyi kirli çıkıları var. Sağlı sollu çok zigzagları oldu O dönüşü yaparken.
Bir de çok aklı başında bir öneride bulunmuş kendisi:
“AK Parti’nin, aday adayları arasındaki paralelcilere karşı gösterdiği hassasiyetin aynısını, yine aynı listedeki, para ve kadın zaafı olanlara karşı göstermesi gerek.”
Yani birileri, AKP’yi parayla satacak. Eh, kılıçla gelen, kılıçla gider; parayla gelen, parayla gider. AKP’lilerin tamamına yakını, parayla geldi, mücahit olarak değil, müteahhit olarak geldi.

Yani, parayı veren, düdüğü çalacak yine.