Pazar, Kasım 04, 2018

Tarihte Ölçek Değişiminde Neden-Sonuç Ağlarında Örüntü Düzenlilikleri ve Düzensizlikleri


Önnotlar: Bu metinde metafor kullanılacak. Türkçe’de ‘teşpihte hata, hatasız teşpih’ olmaz deyimi var. Teşpih de bir metafor. Yani, metaforda hata ve hatasız metafor olmaz. Yani, tarihi irdelememiz, birçok epistemik sınırın yanısıra, aynı zamanda dilin sınırlarına da tabidir.
Bir gökadaya baktığımızda, ölçek değişimiyle birlikte, form düzenlilikleri ve düzensizlikleri kendiliğinden değişir. En büyük ölçekte kollar formları belirgindir, ara ölçeklerde düzensizlik belirgindir, yıldız / güneş sistemleri ölçeğinde gezegen yörüngeleri dizileri düzenliliği belirgindir.
Tarihe zaman ve mekan olarak farklı ölçeklerde baktığımızda, farklı neden-sonuç ağları / ilintileri ve ilintisizlikleri gözleriz. Bunun somut nedeni, en temelde doğadan ve üretimden gelen belli siklusların periyodlarının, sürekli düzensiz artık sayı vermesi ve en büyük ortak bölen ve en küçük ortak kat ilintisinin tamsayılı işlemeyişidir. Yani tarihte büyük sayılar kuramı düzeni, yani limitler ve asimptotlar oluşumu, belli epistemik sapmalarla gözlenegelmiş.
En makro düzende, 5 bin yıllık tarihte / Dünya Sistemi’nde şu an 13.’sü yaşanıyor olmak üzere, 400’er yıllık çıkış-iniş siklusları var.
Eğer ölçek değişirse, bu sikluslar da değişebiliyor, örneğin Orta Çağ Avrupası’nda (özel olaylar nedeniyle) iniş 1.100 yıl sürmüş.
Değişik yer ve zaman ölçeklerinde ise, bu formlar düzensizliğe kayabiliyor, yani bir tür düzensiz salınım dizisi oluyor, düzensiz uzunluklarda iniş ve çıkış ardışıklıkları yani.
Zaman aralığı iyice daraltılınca, uç varyans olasılıkları ve olanakları artıyor. Zaman aralığı büyüyünce, limitler işlemeye başlıyor.
TC 1946-2018 çokpartililik dönemi, Türkler’in çokpartili demokrasiyi pek beceremediğini kanıtladı gibi. 16 veya 160 devlet kurup batıran ve ortalama 85-90 yıllık devletler kuran Türkler, TC’yi de 90 yılda bitirerek bir limiti kanıtlamış oldular gibi.
Buradan da; Türkler’in 550-2000 arasındaki 1.450 yıllık coğrafya, ad, dil, din, ırk değiştirmelerinin kayıtlı tarihi gözönüne alınınca, tarihteki altkümeler veya altkategoriler olarak bölgeler ve halklar tarihi oluşuyor, diyoruz. Bunda da, düzenlilikler ve düzensizlikler var: Düzensizlikler genelde iç savaş ve artı göçler modunda yaşanıyor Türkler’de.
Nokta. Es.
(3 Kasım 2018)

Kürtler İçin Ayrı Ülke mi, Dil mi?: That’s the Question


Da bu konu, neden ancak 35 yılda akıl edilebilmiş?:
“9 Kürt partisinin, asimilasyonun önlenmesi, Kürt dilinin geliştirilmesi, resmi dil olması ve okullarda öğretilmesi amacıyla, ortak bir platform kurma kararına, HDP'nin tutuklu eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş'tan destek geldi.”
Bunlar birbirlerini engelleyen şeyler midir?
El cevab:
Ayrı ülke savaşla, bağımsız dil barışla kurulabilir ve savaşla barışın yöntemleri ve yolları, birbirine pek benzemez.
İronik olan şu:
“Ben de cezaevinde Kurmanci dil çalışmalarına büyük bir heyecanla devam ediyorum.”
Yani, meali:
Ben Kürt’üm, fiili kürt politikacısıyım ama Kürtçe bilmiyorum, hem de 35 yıldır.
Sonra da, imam-cemaat ilintisi oluyor.
En başa gidersek:
Kürt entellektüelleri var, Öcalan’dan önce de vardı. Öcalan ortalığa çıkıp, bağımsız ülke önerdiğinde, kimse de çıkıp, dilin ülkeden önce geldiğini söylemedi veya söyleyemedi.
Bunun açılımı şu:
Dünya’da son sömürgesizleşme döneminde (1960-2010 arasında) 100’den 200’e çıkmış ülke sayısına karşın 6 bin halk ve dil var. Kendi kendine alfabeleşme sürecine girmiş 3. Dünya ülkesi ve halkları örnekleri istisna durumda. Onun yerine, Rusya’da olduğu gibi, hegemon kültür alfabesiz dilleri o halklar yazıya geçmeyi istemeden, alfabelileştirmiş.
Yani:
Yazının 5 bininci yılında bile, tüm Dünya halkları yazıya gereksinim duymuyor, gerçek bu ne yazık ki. Bu durum, Kürt halkları ve Kürtçe’ler için de böyle…
Kürt entellektüellerinin önce bunu bilmesi ve öncelik sırasını seçmesi gerekirdi. Şu an ise, ülke de gitti, dil de: 1983-2018 arasındaki Kürtçe’lerin bir bölümü, yazıya geçirilebilecekken geçirilmedikleri için silinip gitti.
Bizim gözlemimiz ve saptamamız şu:
Gündelik yaşamın içinde, özellikle büyükkent olgularının içinde gözleyebildiğimiz kadarıyla, Kürtler dillerini feda ettiler çoktan. Çünkü Kürtçe kursları, bildiğimiz dilbilim fonetiği ve morfetiği üzerinden yürütülmedi. Kürtçe sözlü dil ağırlıklı bir dil olduğu için, konuşulan farklı şiveler yazıya geçirilemedi ve çoğu da silinip gitti, çünkü oto-asimilasyon genç Kürtler’i bu sözlü dil geleneğini üstlenmekten uzak tuttu.
Çingene, kapıyı soyulduktan sonra kilitlermiş. Kürtler de, kapıyı yenildikten sonra kilitlemeye çabalıyorlar ama artık çok geç.
Yine de elde şunlar var:
Taa 19. Yüzyıl’dan kalma Kürtçe yazılı kayıtları var, örneğin Ermeni Alfabesi ile basılmış Kürtçe kitaplar var, sömürgeci hegemonların (özellikle kiliseler üzerinden yürüttükleri) Latin Alfabesi’li Kürtçe metinler var. İlkin bunları tek değil, birden çok merkezde toplamak gerekli: Bildiğiniz Kürtçe külliyat(lar) yani.
Sonra da, son 35 yıl hiç yaşanmamış gibi, gençlerle Kürt Dili’ni yeniden inşa süreci gerekli.
Türkçe; bunu çok onyıllarda, 1930’larda ve 1960’lardaki 2 dalgayla becerdi: 100 bin kelimelik bir dili hiç yoktan var etti.
Kürtçe’nin ve Kürtler’in de yapması gereken budur.
Savaşmayı ve yenmeyi beceremediniz, bari barışı becerebilin…
(3 Kasım 2018)

Cumartesi, Kasım 03, 2018

Wallerstein’ın Dünya Sistemi’ndeki 2000-2020 Dönemi Aksamaları: 4 Ciltlik 1500-1914 AB / Dünya Tarihi


Giriş:
20. Yüzyıl başından beridir, örneğin Toynbee’nin 37 ciltlik ‘Uygarlık Tarihi’si ile, tüm Dünya tarihini tek bir bütün olarak ele alma ve tarihi tam bir bilim yapma çabası süregelmekte. Wallerstein ana akım konsensusta bunu becerdiği kabul edilen ilk kişi ve bunun epistemik momenti 1960.
Wallerstein, Dünya tarihinin bütünlüğüne Annales Okulu veri tabanından atlasa hareketle, yani tümevarımla varmaya çabaladı. Wallerstein, bu geleneği tümüyle kabulleniyor.
Tarihte tümdengelim de var. Bu tümdengelim, eğer büyük sayılar kuramı belli çıkarımlar yapıyorsa, onların geçerliliğini baştan kabul etmek demek. Örneğin, eğer geçmişte 12 kez çıkış-iniş siklusu kayıtlıysa, 13.’sünün de 2000’de olacağını /  başlayacağını kabul etmek gibi. Wallerstein, nedense bundan kaçınıyor ve kendisinin gelecekbilimci olmadığını, tarihin geçmişle ilgilendiğini vurguluyor.
Oysa tarih; hem tümdengelimle, hem tümevarımla; hem geçmişten geleceğe, hem de gelecekten geçmişe işleyen bir bilim dalı. Çünkü, şimdi denilen şey, kayan bir referans noktası, yani sabit değil.
Buna ek olarak, tarihsel yorum-bilgi dediğimiz şey, n. kültürel moddan (n-1). veya (n+1). kültürel moda bakarak yorum yapma göreliği de içermekte.
Artı aynı şimdiye, geçmişten veya gelecekten bakınca da, farklı perspektifler görüyoruz.
+
Geliştirme:
Wallerstein, ana kavramsal çerçeveyi oluşturduktan sonra, kendi asıl ilgi alanı olan 1500-1914 arasını, 4 ciltlik bir çalışmayla ayrıntılı olarak incelemiş.
Tüm sözünü ettiğimiz aksamaları orada eylemiş. Örneğin, tarihin çözünürlüğü arttıkça, yani örneğin irdeleme zamanı daraldıkça, (nicel değişimlerin kendiliğinden nitel değişim olduğunu gözönüne almadan / alamadan) ölçüt değişimini becerememiş.
Ancak, bir şeyi çok iyi yakalamış:
Herhangi bir anda irdeleme yaparken, bazı şeylerin belirsiz kalabileceğini.
Bunun nedeni de şu:
Tarihin anlamlı bilgi oranı % 1 falan. Ancak, bazan o ayıklamayı yaptığınızda, elinizde anlamlı bilgi üretecek kadar veri kalamayabiliyor.
Ondaki örnek, AB ülkelerinin eski sömürgelerinin yeni ülke olma süreçlerinde, yeni kurulacak ülkelerin birden çok (eski) sömürgeci ülke arasında, hangisini kıble olarak seçeceğini tam olarak belirleyememesi durumu.
Bir de, uzun vadeli etkilerin biraz arapsaçı gibi olabilmesi de var:
Fransa, 1776’da İngiltere’ye karşı ABD’yi destekledi. İngiltere Fransa 1789’da krala karşı devrimcileri destekledi. 1914 geldiğinde, bunların özun dönemli etkileriyle ikisi de sömürgecilik olarak bitmişti. (Buna, negatif kısırdöngü veya yıkım ağı diyelim.)
Wallerstein, tüm Dünya tarihini gözönüne alarak yazmamış da gibi. 1250 Moğollar’ının 750 yıllık hiçliği, 1300-1900 Osmanlı’sının sonraki hiçliği, aynen AB içinde uygulanabilir. Yani AB, 1945 sonrasında bir hiç.
Böylelikle de, Wallerstein’ın neden AB-merkezli tarih yazmakla nitelendiğini anlamış oluyoruz. Diğer verileri hiç hesaba katmıyor gibi yazıyor.
Oysa, Wallerstein’ın kendi-eski yazdıkları yeterince açıkseçik çıkarsama öneriyor: AB’nin kendini bitirmesi gibi. Ve hatta ABD’nin kendini bitirmesi (çıkarsaması) gibi.
+
Çıkış ve sonuç:
Toynbee’nin 37 cildi 2 cilde özetlemesinin ardından ve onun tersine Wallerstein, yarımcildi 4 cilde uzatıyor.
Tarih denilense, ikisinin toplamı, tümevarımın ve tümdengelimin. Sorun, tıpkı dikiş biçimleri (2 ters 1 düz veya 2 düz 1 ters) gibi, bunların çiftyönlülüğünün hangi sayıda ve ardıllıkta kullanılacakları.
Demek ki çıraklar ustaları eçebiliyor.
Demek ki ustalar, kendi bilgilerini doğru yorumlayamayabiliyorlar.
Üstelik, Afro-Avrasya-dışı bölgeler hala Dünya Sistemi’ne sokulamamış durumda…
Nokta. Es.
(2 Kasım 2018)

Cuma, Kasım 02, 2018

Sıla’nın Öyküsü Yazarı Neden İlgilendirir?


Öykü beni neden mi ilgilendiriyor?
Ahan da, hikayesi…
Popüler kültür, bir feçes ırmağıdır. Ancak, gelecek feçesin aktığı yöne akar, Yani popüler kültür, (arada bir de olsa) geleceği vektörler.
Gelecek varsa, geçmiş de var:
Popüler kültürün geçmişi.
Popüler kültürün mensuplarına Mills ‘ünlü diyor’: Şarkıcı, futbolcu, manken, şu bu yani…
Popüler kültürün ünlü mensupları, alt sınıflardan çıkar veya çıkarılır. Sınıf atlama hayali baki kalsın diye…
Sıla da, bu öykü silsilesinin ve zincirinin son halkalarından biri…
Sıla’nın öyküsü, ustası olan Sezen’inkine benziyor ama ayrıntılarda farklı. Sonuçta, 40 yıl sonra ilk o başardı rekoru kırmayı: Levent veya Sertab değil… (Oysa onlar, buna daha yakındılar ama hastalıkları onlara çok tuhaf eziyetler ve çelmeler getirdi.)
Sıla’nın öyküsünde beni ilgilendirmeyen şeyler:
Klasik şiddet öyküsü.
Magazin ıvır zıvırları.
Sıla’nın öyküsünde beni ilgilendiren şeyler:
Kendisinden önce yaşanmış aynı hataları, kadermiş gibi bilmem kaçıncı kez yeniden yaşaması ve yaşatması, kendine de, başkalarına da…
Hızlı yükseliş ve hızlı çöküş çizgisinin tuhaf grafiği…
+
Çıkış ve soru:
Sorun şu:
Sıla, bu kısırdöngüden çıkabilecek mi?
Son 1-2 yıllık çizgiden gelen yanıtla:
Hayır…
Ama yol orada ve onu bekliyor…
(1 Kasım 2018)

Perşembe, Kasım 01, 2018

Sıla Gençoğlu ve Ahmet Kural


Öndeyiş:
Sıla Gençoğlu’nun bir çöküşe doğru gittiğini ve bunun ünlülerin kendilerine yazdığı kader olduğunu daha önce yazmıştık. Sıla’nın ustası Sezen ve o da aynı çizgilerden geçti.
+
Olay şu:
Ahmet, Sıla’yı dövmüş. Açıklanana göre ikinci kere dövmüş. Ahmet, daha önceki hanımlarından birinin de parmağını kırmış.
Sıla, birincide ayrılmış. İkincide, hem ayrılmış, hem dava açmış.
Sonraa, medya olaya üşüşmüş…
Bu konuyu birden çok kez yazacağımız kanısındayız. İlki bu olsun.
Konuya Ekşi Sözlük damarından girelim.
Birinci alıntı:
“bana gerçekçi gelmiyor ama sılanın da yalan konuşma ihtimalini düşünemiyorum, iki taraftan biri yalan konuşuyor ve bu ikisinden birinin yalanı ortaya çıkacak, çöküşü başlayacak.”
Bazı hukuki vakalarda kesin durum yoktur. Hoş, yaşamdaki epeyi durumda kesin durum yoktur. Tanık yoktur. Zaman geçince, durumda yalnızca 2 kişi olsa bile, çok farklı şeyler anımsarlar. Bu, sosyal psikoloji deneyleriyle ve hukuk vakalarıyla sabittir.
Elde kayıt var doğru. Ona kayıtları yaratacak (ve olduğu önesürülen) olaylar kesin olamayabilir. Mahkeme çok farklı kararlar alabilir. Vd, vb, vs…
Bana sorarsanız:
2 taraf da kendini kandırıyor. Nedendir bilmiyorum, ünün doruğuna çıkanların bir bölümü, içinden çıktıkları kenar mahalle veya lümpen altkültür kuburuna geri dönme i gösterir. Futbolcularda Varol, Tanju ve en son da Arda bunu yaptı. Şarkıcı desen, farksız: En son uyuşturucudan hapis yatanın öyküsü belli.
İkinci alıntı:
“bence bu olay öncesinde birlikte tatlı bir uyuşturucu partisi yapıldı, ahmet arap gibi, içince bokunu çıkartıyor, anlamsız olaylar neticesinde bu zamanlara gelindi, böyle bir olay yaşandı.
sıla hanımefendiye geçmiş olsun, yapması gerekeni yapmış. ahmet kural'ın sıla’yı sevmediğini ya da keyf olsun, şunu bir döveyim, dediğini düşünmüyorum. Uyuşturucu, vs gibi bir olay var bence.”
Aşağı yukarı benzeri bir hikaye olduğu kanısındayım. Uyuşturucu denmesin de, katkı maddesi veya trankilizan densin.
+
Sorun şu:
Toplumda genelde bir kültürel şizofreni var. Yani, parçalanma. Bu, kişiliklere de yansıyor, kişilikler de parçalanıyor.
(Not: Bireysel şizofrenlerde de kişilik parçalanır ama onların kültürü parçaladığı çok çok nadir görülür, Hitler falan gibi vakalarda o da…)
Yani durum, bildiğiniz çokkişiliklilik veya çok tutumluluk + çok davranışlılık durumu. Her 2 taraf da, birden çok davranış ve tutum değerlikli yani.
Bunun çaresi olabilir mi?
Tarih, olmadığını söylüyor ama her açmazın bir ilk çözümü de kayıtlı tarihte.
+
Sıla, en az 2 yıl müziğe veya üne ara verir.
Çaktırmadan veya açıkça temizlik tedavisi görür.
Kural yandı: Özer’in başına gelenler belli.
Genel çözüm (veya hiç değilse arayışı) ise, yok…
(1 Kasım 2018)