Cuma, Nisan 29, 2016

Siviller ve Terör

Bir haber:
"2015'te gerçekleştirilen 2.000'den fazla saldırıda, toplamda yaklaşık 44 bin kişi, patlayıcı maddeler sonucu öldü ya da yaralandı.
...
Dünya genelinde 33 bin sivil patlayıcı maddeyle öldürüldü."
1 devlet kolluk görevlisine 3 sivil denk geliyor.
Bu, savaşın terörleşmesi ve yeni bir eğilim demek.
Ancak, belirtelim ki her tür savaşta siviller, bombardıman, açlık, salgın hastalık nedeniyle, yine askerlerden daha çok sayıda ölürler ama bu savaş nedeniyle ölüm olarak kaydedilmez.
“İntihar saldırılarında ölen ya da yaralanan sivillerin sayısının da keskin bir artış gösterdiği ifade edilirken, 2015'te bu saldırılarda 9.205 sivilin öldüğü hatırlatılıyor.
...
El yapımı patlayıcılarla öldürülen ya da yaralanan 16.180 sivilin yarısından fazlasınınsa, intihar saldırılarının kurbanı olduğu raporda yer alan bilgiler arasında.”
Bu 2 sayı birbirini tutmadı. İkincisi, 1 yıllık değil de, 5 yıllık sayı olabilir.
Burada önemli olan şey, patlayıcıların el yapımı olmaya başlaması. El bombası veya mayın yerine, basit malzemelerle basit patlayıcılar yapılıyor ve onlar da öldürüyor.
2015 yılındaki Ankara Garı saldırısı, Türkiye’yi terör nedeniyle bir kerede ölen maksimum insan sayısında, bir noya taşımış.
Dünya çapındaki ölümlerin en çoğu 3 ülkede, Suriye, Yemen ve Irak'ta olmuş. Bunlar da savaş bölgesi ülkeler.
Demek ki yeni eğilim:
Savaş-terör çok içiçe ve sivil-asker ayrımı kalmadı.
Bilgi şerhi:
Aslında bu, kitaplarda da böyledir ama şimdiye dek uygulanmıyordu. Sun Tzu’nun da bu aklına nedense gelmemiş. Hile, suikast v sabotaj var ama terör yok ‘Savaş Sanatı’nda. Clausewitz desen, Dünya’dan habersiz imiş.

(27 Nisan 2016)

Çernobil: Yıl 30

Bir haber:
“Çalışmalara katılanlardan bir yıl içinde 4000'i hayatını kaybetti.
...
Olayın ardından reaktörde görevli 6 personele, 2 ile 10 yıl arasında hapis cezası verilmiştir.”
Bu mudur yani?
Asıl sorumlular yargılanmamış bile.
Bu olay, 1. Sanayileşme’nin sonudur bizce.
Aynı yıl, ABD’nin bir uzay mekiği de düştü.
Yine, sorumlu kimse yargılanmadı.
Sonra, 2003’te bir ABD mekiği daha düştü.
Ancak o zaman, uzay mekiği projesi bitirildi.
Hiç ilgisi yokken, NASA tasfiye edilmeye başlandı.
ABD, CIA’in üzerine 20 tane daha benzeri kurum kurduğu gibi, NASA’nın yerine de yenilerini kuruyor.
Bitmedi daha var:
2011’de Fukushima Nükleer Santrali de, bir deprem sonrasında, 2. Çernobil oldu.
Bu, 2 x 2 = 4 makro-makro beceriksizlik, G-7’nin ölüm fermanıdır bizce.
Ayrıca, daha açıklanmayan onlarca böyle beceriksizlik olduğu da kesin. Uzun dönemde ortaya çıkarılır gerçekler.
Zaten, Avrupa Uzay Ajansı (ESA) onyıllardır kaç roket düşürdü kimbilir, saymayı unuttuk.
Yine de, yeni politik rakip ve itici güç olarak Çin devreye girdiği için, rekabet halen devam ediyor.
Ancak, nasıl ki Einstein-Planck-Heisenberg fiziği trilemması, 20. Yüzyıl başında istop ettirdiyse, 20. Yüzyıl sonunda ve 21. Yüzyıl başında da bu beceriksizlikler, teknolojiyi ve 2. Sanayileşme’yi istop ettirmediyse bile, çook yavaşlattı.
30 yıl sonra Çernobil, hala bunu imliyor bizlere...

(27 Nisan 2016)

Can Atila & Başak Güleç: Dumanı Fazla Kaçırmış Klip

Uçan camiler, dijital animasyonlar, hard-rak müzik.
Sonuç bu işte:
Link bulunamadı. Yeni klipmiş.
Onun yerine, bunlar bulundu:
İkinciye, ‘freen makiniist’ diyoruz acilen.
‘New Age’ falan değil.
Fahir Atakoğlu taklidi bile değil.
Ergen işi bile değil.
Jean Jaures ne demiş:
Sosyalizm, birinci mevkinin üçüncü mevkiye inmesi değil; üçüncü mevkinin birinci mevkiye çıkabilmesidir.
Biz ne diyoruz?
Çokkültürlülük, 7. Dünya’nın 1. Dünya kültürü düzeyine çıkmasıdır, 1. Dünya’nın 7. Dünya düzeyine düşürülmesi değil.
50 yıl önce, 1966’da Aka Gündüz Kutbay vardı bu ülkede, unutmayalım bunu...
Dipnot:
‘New Age’ müzik, avangard bir müzik türüdür. Yamalı bohça gibi, o türden bu türden, melodi-ritm araklaması ve paçallaması değildir.
Vikipedi Türkçe, Atila için, Vangelis diyor ve saçmalıyor. Atila gitsin, ‘Soil Festivities’i dinlesin bir, ondan sonra klavyesini fişe taksın.
Hayır:
Ne olsa gitmiyor:
Post-modernizm 1990’da bitti gitti çoktan. Atila, müziğe başlamadan önce yani.

(26 Nisan 2016)

ABD Başkanlık Seçimi İçin Not: Bloomberg HT

26.04.16 günü 20:00-20:20 arasında, adı geçen televizyon kanalında, 3 ABD’li kişi ABD başkanlık seçimlerini tartıştı.
Yayın akışına baktım. Orada yazılı değildi. Çünkü söyleşi yarım saatta bitti ve sonra başka programa geçildi ama yayın akışında 1 saatlık program görünüyordu.
O 3 kişiden biri, bu başkanlık seçiminde çok saçma ve saydırgan konuşmalar yapıldığını söyledi. O 3 kişiden biri, Reagan’ın seçim danışmanı imiş. Reagan’ın rne denli mantıklı olduğundan söz edildi.
Şıracının şahidi bozacı. Bu Yankiler, kendi aptallıklarını, başkalarına yansıtıyorlar.
Reagan, ABD başkanlık tarihine, en absürd, en saçma insanlardan biri olarak geçmiştir. Tüm başkanlığını artizlik olarak yaşamı, arkasındaki kukla oynatıcıları onu istedikleri gibi oynatmışlardır. Konuşan da onlardan biriydi herhal.
Bunun not düşülmesi gerekti.
Haa, bir de şunu söylediler:
Akıllı birilerinin devreye girip, ABD’yi batmaktan kurtarması gerek.
Kurtarılması gerektiğini düşünmesem de, ABD’nin kendi akillerince batırıldığı düşüncesine katılanlardanım.

(26 Nisan 2016)

Hayl Rep Hayl

Bu da oldu:
“Üç aydır sokağa çıkma yasağının devam ettiği Diyarbakır’ın Sur ilçesinde, ‘Yalnızım Atam’ isimli bir şarkıya klip çekildi. 'SAT5' takma isimli kişinin çektiği klipte, çatışmaların yoğun yaşandığı mahalleler ve Kurşunlu Camisi de görülürken, ‘Kalk, uyan herkes Ermeni, hepsi kalpazan. Ben kimim? Türk’ün oğlu, yani dışlanan… Bana bir sorsan, çözümü çok basit. Eğer değişmezse, kafalara sık lan!’ gibi ifadeler yer aldı.”
Linki de şu:
Evet, bu rep.
Cartel de, faşizm eğilimliydi.
SA x SS gibi bir fark var.
Bu acemice.
Batı aksiyon filmi taklidi.
Yalnız bu sesi biliyorum, kim olduğunu yazmayayım.
Artı bu, karşı taraftan gelen bir kurgu olabilir gibi.
Altı ok kullanımı tümüyle ajitasyon.
Ancak, çok basit:
Grosz sonradan çizdiklerini inkar etse de, o çizimler tarihe geçti.
Cartel’den bu klibe uzanan çizgi de tarihe geçti, inkar edilse bile:
Heil rap heil...

(26 Nisan 2016)

Türkiye'de Fotoğraf Koleksiyonu Neden Yapılmıyor?

Kültür ürünleri koleksiyon malzemesi satıcısıyım, yaklaşık 30 yıldır.
Herşeyin koleksiyonunun yapıldığın gördüm, 2 binden çok koleksiyoner bilirim, yine de bir tek yalnızca fotoğraf koleksiyoneri bilmem. Merih Akoğul vardır ama o da sürekli alışveriş yapmaz.
Mayıs 2012’de Türkiye’nin ilk fotoğraf müzayedesi yapıldı. Devamı gelmedi. Demek ki rağbet yoktu.
Peki, neden insanlar fotoğraf toplamıyor?
Ona değer vermiyorlar, o kesin.
Haa, biri çıkar da toplamaya başlarsa, arkasından giden çok olur. Türkiye’de kimse ilk olmayı istemez bir konuda, nedense...
Mesleğimdeki 30 yılın yalnızca son 3 yılında kitapçı raflarında tek tek fotoğraf da satıldığını görür oldum. Demek ki bu iş başladı ama yavaş büyüyecek.
İnsanlar, fotoğraflara yanlış şeyler yüklüyorlar. Acaip bir manevilik örneğin. Anı konusunda.
‘İnsanlar aile fotoğraflarını nasıl atarlar / satarlar?’ sorusunu çok soralar ama kimsenin cebinde, dedesinin fotoğarfı yoktur, ya da cep telefonunda. Yani, o fotolar da matbu olarak çöpe gitmiştir çoktan. Matbu olarak, çünük dijital fotoğraf hepi topu 20 yıllık.
Fotoğraf okuma konusunda, ne yazık ki çok dezenformatör kitaplar ülkemizde. Hiçbiri Benjamin-Berger çizgisini izlemiyor.
Fotoğraf tarihini bilen yok, buna yaşayan 80 yaşında ustalar / duayenler dahil.
Erken Cumhuriyet dönemi fotoğraf kitapları var ama telefon rehberlerinden, 67 vilayetteki fotoğrafhane listelemesini henüz kimse yapmadı.

Demek ki yine ben, BÜK’ndeki 1940 öncesi rehberlerden fotokopi çektirip, Blogger’a koyacağım. Ama ne zaman?

Taht Oyunları 5. Sezon 1. Bölüm İzlenimleri: Onedio

Bir 'Taht Oyunları' fanatiği olarak, seyircisinin böyle olması beni çok güldürdü. Nehir roman, hem İngiltere'nin 7 krallık dönemiyle, hem de bugünün global siyasetiyle doğrudan ilgili. Tarihte de, sürpriz adayların tahtı / başkanlığı kapması durumu çok vardır örneğin. Romanda ateş ve buz olan durum, bugün Hristiyan-İslam üzerinden 2 Dünya'nın savaşıdır, hem de ölümüne’den ötesine.
Dizi, roman ve yazarına gelince:
Romanın ikinci 5 cildi henüz yazılmadı ve 5 cilt ve 5 bölüm daha var. Bunları yapımcı yaratacak ama ilk 5 bölüm yazar tarafından biçimlendirildiği için, yapımcı da öyle aklına geleni yapamaz. Sonuçta, ateş ve buz ya sentezlenecek, ya da biri kazanacak. 'Basilisk' adlı manga / anime örneğinde, inanılmaz aşkın bir öykü sonu vardır ama bundan böyle bir şey ummuyorum.
Sürpriz de sürpriz olayı, durumu Agatha Christie permütasyonuna getirdi ve öykü akışını tıkadı.
6. sezonun 1. bölümü, hafif dingildedi ama bu, ilk 5 sezonda da birkaç kez daha olmuştu. Senaryo ve çekim senaryosu eşlemesinde, 5 / 10 bile alamaz tüm akışıyla bu dizi.
En önemlisi son:
Hangi ejderhalar hangi ejderhalara karşı ve hangi kardeşler hangi kardeşlere karşı, henüz belli değil. Üvey kardeş olayı da zorlamayla konuya dahil olacağa benzer. Her koşulda favorim cüce.
En berbatı da şu:
'Lost' gibi konuyu dağıtıp dağıtıp, toplayamadan dizi bitecek.
(26 Nisan 2016)
+
Ek açıklamalar:
Beklediğim kadar kötü olmadı, yeni ikinci yarının ilk bölümü.
51 bölüm izledim ve hala, yapımcının veya yönetmenin temel sorununun ne olduğunu anlamadım. ‘Dexter’ ve ‘House’, 200 küsur bölüm öyküyü hiç sündürmeden anlatabildi. Onlarda birileri makro öykü sürekliğini denetlemiş olabilir. Bunda makro öykü habire yamuluyor.
Masalsılık / büyüsülük dozunun düşük tutulması, daha natural politik bir öykü bekletti ama o da aksıyor sürekli. Görelim bakalım, kancadaki et olmayıp, kasap olmayı.
Dizi trüğü niyetine habire sürpriz yapmakla, politik 1 no aday adayı değişimi, birbirine pek çakıştırılamadı gibi. Kimin neden kazandığı veya yitirdiği muğlak kaldı hep, cüce hariç, bir de yanındaki hadım tabii ki.
Sonuçta, estetiko-politik açıdan 5/10 ancak alabildi ama pekala alamayabilirdi de: Bardağın yarısı dolu, yarısı boş, hangisini görürsen.
‘Dexter’ ve ‘House’ bitmemiş olsaydı gibi ki sonuç: 3. sınıf bir aşamada kaldı dizi. Şerh: İlk ikideki tercih, seyircinin kişilik testi olabilir pekala.

(26 Nisan 2016)

Kürt Güçleri Şii Milislerle Çatıştı: 13 Ölü

Suriye-Irak’ta yeni gelişmeler gerçekleşmesi sürüyor:
“Kürt Yönetimi ve Bağdat arasındaki tartışmalı bölgelerin içinde bulunan Tuzhurmato, IŞİD’in Selahaddin Vilayetini işgal etmesi üzerine peşmerge güçlerinin kontrolüne geçti. Daha sonra Haşdi Şabi milislerinin de kasabaya girmesi tansiyonu yükseltti.”
Sonrası belli:
Çete savaşı ve az ölü:
1 hafta önceki Esed-YPG çatışması gibi.
Bu savaşçıkların en önemli yönü, çok fazla mühimmat harcatması. Yalnızca Kilis’e  ve 3,5 ayda 15 Katyuşa roketi atıldığını düşünün.
Bu çatışmalar, ölüden çok göçmen yaratıyor ve göçler uzun vadede daha makro değişimler yaratıyor.
Gidişat bu işte.

(26 Nisan 2016)

Çarşamba, Nisan 27, 2016

Suikastlere Dönüş

2 haber:
Bir:
"Elbette ki Türkiye'nin bu yaklaşımı olduğu müddetçe PKK de savaşı geliştirecektir. Sadece Kürdistan'da değil Türkiye'de de savaş gelişir. Savaşı sadece silahlı savaş olarak da anlamamak gerekiyor, savaşın birçok yönü var."
Bunu Bayık söylemiş. Savaşın birçok yönünden biri de suikasttir ve geçmişte, Kürtler’e da karşı dahil olmak üzere PKK, bu yöntemi çok kullanmıştır.
İki:
“Baluken, ‘IŞİD'in CHP ve HDP teşkilatlarına yönelik 81 ilde saldırı yapılacağına dair emniyet raporlarına dayanan haberler var. Kars Emniyet Müdürlüğü'nün diğer birimlere gönderdiği gizli belgeler basına yansıdı. Bizde de o yönlü bilgiler var. IŞİD'in CHP ve HDP'ye yönelik saldırılar yapacağına dair bilgiler var ciddi şekilde. Resmi şekilde bize iletilmiş bilgi yok’ diye konuştu.”
IŞİD-PKK işbirliğini de Meter Yarar önesürmüştü örtük olarak.
Tabii; işbirliği var, işbirliği var; işbölümü var, işbölümü var.
Bir de pozisyon değişiklikleri var:
YPG-Esed çatıştı. Kilis’e ise, habire roket geliyor, hesapça IŞİD bölgesinden.
Öncelikle:
Turizm bu yaz için öldü ama turizm terörü de medya geştaltı eşiğini geçti ve olası etkisi çok azaldı, çünkü stadyum, lunapark, disko, vd saldırıları oldu son 1 yılda her yerde.
PKK ise, bundan sonra sivil hedef vurursa, halk düşmanlığı bile edinebilir.
AKP, şu ya da bu biçimde balyoz gücünü çok arttırdı.
YPG, Kuzey Suriye’de IŞİD ile falan savaşmıyor.
Obama, IŞİD’in bitmeyeceğini ve Esed’in gitmeyeceğini giderayak kabullendi.
Bu konjonktürde ne PKK’nin yeri var, ne de YPG’nin. Her ikisi de, Suriye’de Esed dahil, Irak’ta Araplar dahil, artı TC ve IŞİD çoklu çaprazında kalacak.
Bu durumda, suikast en etkili yol.
ASALA usülü, diplomat olabilir.
IŞİD usülü, HDP’li siyasetçi olabilir.
Kontr-gerilla türü, aydın suikastı olursa, geri teper, hem de feci teper. Burkay’ı idama mahkum etmek, 35 yıl önceydi.
Ancak, düzey yüksekliği mümkün değil. PKK’nin tarihinde böyle bir beceri yok.
PKK ve diğer tüm yan kurumları, bugüne yaptıkları en büyük başarının ancak % 75’inin yakalayabilir yakın gelecekte.
Konjonktür değişti çünkü...
Bunu anlamamayı sürdürürse, % 50’den de aşağı düşer.
Ancak üzülmesinler, TC onlara yardım elini uzatır ve bir kez daha toparlanmalarına izin verir. Buna emin olabilirsiniz şimdiden. TC’nin PKK’ye gereksinimi var çünkü.
Hangi başka türlü olarak, 10 ayda bin sivili öldürüp de, Batı’nın gıkını hiç çıkartmaz?

(26 Nisan 2016)

Ferhan Şensoy, Münir Özkul'dan Devraldığı Kavuğu Rasim Öztekin'e Devredecek

Olmadı.
Öztekin, Şensoy’a zamanında yamuk yapmıştı.
Öztekin, o kadar iyi değil, iyi oyuncu bile değil gerçekte.
Yaş olarak Şensoy’a yakın. Daha genç biri olmalıydı.
En sonuncusu ve önemlisi:
Kavuk devredilmemeliydi, müzeye konmalıydı.
İronik olarak Şensoy, orta oyununu bitiren orta oyuncu olarak tarihe geçti çünkü.
Daha doğrusu:
Orta oyunu; kukla ve Karagöz gibi tarihe gömüldü. Son usta Özkul, Dümbüllü aracılığıyla, geçiş döneminde ve çok gençliğinde onu icra edebildi.
Bencesi, ‘Şahları da Vururlar’dan başlayarak Orta Oyuncular, hiç orta oyunu yapmadı.
Ona en benzer şeyi, Nejat Uygur yaptı.
Şensoy’un yaptığı, Haldun Taner’in onu taa 18 yaşında keşfettiği üzere, kabare tiyatro idi, alaturka versiyonu olarak tabii ki o da, ‘Cabaret’ filmindeki kabare olarak değil.
30 yıllık bir yanlışlık yanlışlık olarak sürdürülüyor.
‘Ölen Bir Kültür Üzerine İncelemeler’imiz, bu konu üzerinde böyle.
Dipnot 1:
Ek durum olarak, Aşık Veysel’in sazını Fikret Kızılok’a devremesi ama onun da hiç folk yapmaması durumu var. ‘Anadolu Folk’ aslında ‘Anadolu Pop’ müzik oldu hep, 1960-1980 arasında.
Dipnot 2:
Şensoy, yufka yürekli ihtiyar moduna, taa 2005 gibi, Ulvi Alacakaptan’ı da affederek geçmişti.

(25 Nisan 2016)

2016 Ocak-Nisan Klipleri

Berbat.
Görünürde 3 büyük müzik televizyonu şirketi var.
Görünürde bunlar anlaşmışlar.
Son 4 aydır, daha önceleri yüzlerceyken, pek pek 50 klip, 3 şirketin 4 kanalında dönüp dolanıp duruyor. Olasılık dışıyken, aynı klip 2 kanalda birden aynı anda gösteriliyor.
İşin daha berbatı, bunların 25’i müzile uzak yakın ilgisi olamayacak ama para sahibi birilerinin klipleri.
Bu, tekelleşmedir.
Bu, meslek ahlakına aykırı davranmaktır.
Bu, bildiğim kadarıyla gayrıhukukidir de.
Kalkıp da, RTÜK’e şikayette bulunacak biri değilim.
Onun yerine, bu metni yazdım.

(25 Nisan 2016)

Bir Cümlede 3 Yüklem Sınırı

Buket Uzuner, Türkçe için böyle bir kurla söylemiş. Kaynak, Hikmet Altınkaynak’ın söyleşi derlemesi.
Ancak, bu dediğini açıkseçikleştirmemiş:
2 anlamı olabilir bunun:
Bir:
İçiçe cümleler olarak, en çok 3 cümle kullanılabilir.
İki:
Bir özne için, üst sınır 3 yüklem kullanımıdır.
Birincisini varsayıyorum.
Çocukluğumdan beridir, Türkçe’de çok sayıda sözcüklü cümleler kurulmasına, yazarlar da, okurlar da karşı çıkar. Ancak, Dünya’da en uzun sözcük sıralamasında 2. veya 3. sırada olmamıza kimse itiraz etmez.
Alttümce, bir cümlenin uzun olabilmesinin bir dilbilgisi yoludur.
Hiçbir yazarın yaptığını görmediğim, aynı cümlede çok sayıda iki nokta üst üste açmak da bir yoldur.
Tersinden söylersek:
Türkçe, 1930’lardaki ve 1960’lardaki 2 makro dalgayla yoktan var edildi. Her şeyiyle. Uzun tümce yapısıyla da.
Ancak, 1990’larda herşeyrde olduğu gibi, dilde de durma yaşandı.
Eğer, 2020’lerde 3. dalga değişim olacaksa, Uzuner’in söylediği kural da değişecek biçimde olacak.
Artı dipnot:
Yazarlar, kendi dilbilgisi kurallarını icat edebilirler. Örneğin her yazar, sıfat sıralamasın kendi istediği biçimde yapabilir: Bizde 10 farklı konudaki (renk, yer, vd) sıfatın sıralaması resmi olarak yoktur ama İngilizce’de vardır.
2020’ler bunu da içerebilir.

(25 Nisan 2016)

IŞİD, CHP ve HDP'ye saldırıya hazırlanıyor

Çok mantıksız görünen bir haber:
“Baluken, ‘IŞİD'in CHP ve HDP teşkilatlarına yönelik 81 ilde saldırı yapılacağına dair emniyet raporlarına dayanan haberler var. Kars Emniyet Müdürlüğü'nün diğer birimlere gönderdiği gizli belgeler basına yansıdı. Bizde de o yönlü bilgiler var. IŞİD'in CHP ve HDP'ye yönelik saldırılar yapacağına dair bilgiler var ciddi şekilde. Resmi şekilde bize iletilmiş bilgi yok’ diye konuştu.”
Bunun anlamı yok.
Bu saldırı bir tek AKP’ye yarar. O zaman da AKP-IŞİD bağlantısı varsayılır.
Bu saldırı, IŞİD’in hiçbir işine yaramaz. TC, ona karşı daha çok serktleşir bu biçimde.
Hanig odakta yer alıyor olursa olsun, bu işi tasarlayan kişi, gerçekten strateji bilmiyor demektir.

(25 Nisan 2016)

Salı, Nisan 26, 2016

Kastı Aşan Yanlış-Söylem: Kenan Çamurcu Yanlışlaması

Bir alıntıyla başlayalım:
“Irak'ta her din ve etnik kökenden Iraklılar’ın IŞİD'le müşterek mücadele süreci, etnik klan devletinin dokuya aykırılığını kanıtlamadı mı?”
Gerçekle ilgisi yok bu savın. Musul, savaşmayan Iraklılar sayesinde bugün IŞİD’in elinde çünkü.
Gazetecilerin köşe yazılarını okurken, doğruları söyleseler bile, şimdi ve burada bunu söylemelerinin birinin çıkarına olduğunu hep gördüm.
Çamurcu da öyle olmuş. Ümmete çalışmış.
“İmparatorluğun ‘ülke’ tarifinde belirli bir milletin veya inancın yaşadığı toprak kasdedilmezdi.”
Bu hatayı başka yazarlar da yapıyor:
Eğer ülke-devlet ile krallığın kaldırılmasını eşleniklerseniz, epeyi tarihsel bilgi hatası oluşuyor.
Çünkü, bunun ilk olduğu Fransa’da sonradan krallık geri geldi.
Bugünün AB’sinde 9 tane krallık var. Bölünmek üzere olan çok aday var ve bunun nedeni farklı dil, din veya ulus. Ancak hepsi de ulus-devlet sayılıyor.
Ulus-devlet Fransa’da denendiğinde, ilk derdi dil idi, çünkü Fransa’da birbirini anlamayan 5 dil grubu vardı. Bunu standartlaştırdılar. 4 dili öldürdüler yani. Kimse de, Fransa’yı anti-demokratik falan saymadı. Öyle olsaydı, AB yoluyla o dillerin eğitiminin bugün veya çoktan serbest bırakılması sağlanırdı.
Daha ileri adımda ise, İngiltere’nin İrlanda işgali var ki 50 yıl filan savaş / terör süreci yaşandı. Üstelik ikisi de AB’ye üye.
Toparlarsak ve AB üzerinden söyleme bakarsak, ulus-devlet, krallık ve azınlık hakları birbirinden ayrı işledi tarihte.
En önemlisi:
Tarihte her zaman, 5 binden çok halk oldu ama en çok 250 devlet oldu. Yani her devletli 1 halka, 19 devletsiz halk düştü. Ve bu devletlerin (bazan 2 tane de olsa) her zaman resmi dilleri oldu. Ulus-devlet’ten 4.800 yıl önce bile.
Yani, elmalarla armutları epistemik olarak aynı sepete koyuyorsan, dezenformasyon peşindesin veya bilgi eksiğin var demektir. Çamurcu için de böyle bu.
Gelelim zurnanın zırt deliğine:
Çamurcu, Kürt milliyetçiliği sorununu ilk kez 1985’te şeriatçıların dergisinde yazdığını kendi belirtiyor. Ama şunu belirtmiyor:
TİP, 1971’de Kürtçülük’ten kapatıldı. Anter ise, Kürt milliyetçiliğinin Cumhuriyet’in başından beridir var olduğunu anılarında yazmıştır. PKK, Amerika’yı yeni keşfetmedi.
PKK çizgisi, Kürt çizgisinin bilmem kaçıncı adımıdır. Dev-Yol ve A La Rızgari çizgilerini tasfiye ederek ve soğurarak yükselmiştir, 1983-1985 sürecinde.
“Azınlık” kavramının doğuşunu da ulus devletin “egemen ulus” tarifine borçluyuz.”
Bu da yanlış. Türkler’in ilk iç savaşı, ‘budun’ terimi altında, çoğunluğun azınlığı ezmesi ile olmuştur ve ilk Türk devleti de bu nedenle dağılmıştır, 750 gibi. Aynı zamanda bu, Talas-Viyana yoluna giden ilk adım olmuştur tarihin ironisi olarak.
Kısacası:
Kabileden ulusa geçiş, bugünkü terminolojiyle bile, Roma ertesi döneme, kabaca 500’e alınabilir. Bugünün ulus-devletleri, Germenler, Franklar, vd, taa o zaman ulus olmaya başladı çünkü.
Kürtler ise, ne devlet kurabildi, ne de alfabeye geçebildi, alfabenin icat edildiği bir mekanda, ilk devletin kurulduğu bir mekanda. 5 bin yıllık bir gecikmeden söz ediyoruz.
Yani:
Bu açıdan bakınca, kısacası nasıl ki Araplar demokrasiye geçemiyorsa, Kürtler de devletliliğe geçemiyor.
O nedenle de, şu an Barzani’nin yapıp şansını yükselttiği gibi, olay pragmatizm, oportünizm, köylü kurnazlığı çerçevesinde işliyor.
Bir ters örnek daha:
Halkım olan Tatarlar, bugün Dünya’da 10 bölgede yaşarlar. Devlet kurdukları tek yer Tataristan’ı da işgal ederek oraya yerleşmişlerdir.
Kürtler de, Ortadoğu’nun otantik halk değil, işgalci bir halktır, çünkü orada İndo-Avrupa dil konuşan tek halktır. (Ortadoğu ile Suriye, Irak, Arabistan arasını imledik, İran Hind-Sind bölgesine denk geliyor şu an için.)
Dolayısıyla anavatan-devlet söylemi de sahte bilgi içerir.
Ancak yine de Kürtler, ulusçuluk için de, devlet kurma denemesi için de haksız değiller: Bu hak verilmez alınır, alınabiliyorsa. Haksız oldukları yer, bunu 10 kere başaramamalarında.
Son bir hatayı imleyelim ve metnimizi bağlayalım:
“İmparatorluk asrında kavimlerin hepsi eşit hizadayken veya bir kavim en fazla eşitler arasında birinciyken, hayat gayet normal akıyordu.”
Bu da öyle değil:
Türkler Kölemen (yani paralı asker) iken, iktidar boşluğundan askeri darbe yapıp, Mısır’da başa geçtiğinde, yukarıdaki durumla hiç ilgisi olmayan bir durum vardı.
Keza Moğollar, Dünya’nın en büyük imparatorluğunu kurarken, işgal ettikleri ülkelerde %o 1 gibi bir oranla iktidar oldular ve o nedenle çabucak kaybettiler de.
Keza, ulus-devlet 1. Cumhuriyet’te öz Türkçe’yi hiç yoktan bir Ermeni kurarken de, ulus-devlet kavramı yoktu.
Yani:
Devletleri binde bir azınlıklar yönetir.
Tek tek muktedirler de, genelde kendi halklarına karşıt olmak üzere, iktidar / statü seçimi yaparlar. Şu an Kürtler için savaşan bir sürü Batılı gibi.
Özet ve çıkış:
Ulus-devlet onu yaratan ülkede bile, tümüyle hiç geçerli olamadı, yani geçersiz bir söylem olarak kaldı hep. O nedenle Kürtler, ülke kuracaklarsa, ulus-devlet değil, alfabeli halk olsunlar. 35 yılda standart Kürtçe yazımı geliştiremediklerini, Kürtçe kurslarından biliyoruz.
Dipnot:
Barzani İsrail işbirliğinin tu kaka edilmesi, klasik yolunu şaşırmış şeriatçı tavrı. Adam, gücün peşinden gidiyor, İsrail batsın, onu da terkeder. Ayrıca, şu an için bile Kürdistan, İsrail desteği olmadan da kurulur. O nedenle de Sünni Iraklılar, Barzani’ye karşı IŞİD şıkkını yeğlediler.

(25 Nisan 2015)

Kelepir Savaş Uçağı

Bir haber:
“"Biraz tamir ve bakımla uçmaya hazır SU 35 avcı uçağı, 85 bin euro’ya hemen teslim."
Bu ilan, yanında fotoğrafıyla birlikte ikinci el otomobil ve diğer araçların ilanlarını içeren bir Moldova internet sitesinde yayımlandı.
Savaş uçağının kimliği açıklanmayan Moldovalı sahibi, ilanda uçağın pilot kabininde ve motorunda ‘bir miktar’ tamire ihtiyaç duyulduğunu, ama bu tamiratın ve bakımın ardından uçağın havalanmaya hazır olduğunu vurguluyor.”
Kelepir savaş uçağı resmen.
Da, o uçak oraya nasıl gitti, resmi / devletsel sahibi onu neden bıraktı?
Sonra biz şöyle yazınca abartığımız düşünüyorlar:
Çok yakında şuna benzer ilanlar da olacak:
“Kelepir atom bombası: Hiroşima garanti, Nagazaki belki, Çernobil bizi aşar.”

(24 Nisan 2016)

İran: IŞİD bize karşı saldırı hazırlığında

Bir haber:
“İran İstihbarat Bakanı Mahmud Alevi, IŞİD'in İran'a karşı saldırı hazırlığında olduğunu, planlarınsa örgütün Suriye'deki "başkenti" Rakka'dan yapıldığını açıkladı.”
IŞİD bunu yaprasa, kendini bitirir.
ABD’nin orta vadeli planının, tahmininin, beklentisinin bu olduğu da ortaya çıkar.
IŞİD de ağır yara alır, İran da.
Bu, Rusya’nın işine gelir gibi görünse de, İran’ın yerinde kalması da, Rusya’nın işine gelir.
Kimse görmez ama bu, en çok TC’nin işine yarar:
O hiçbirşey yapmadan 3 ülke biter, kendisinin varlığının çevresindeki 10-20 savaş ile mümkün kılındığı düşünülürse, bu gelişme, TC’ye emperyalizm için 25 yıl falan kazandırır.
Kuzeybatı Irak’taki Musul savaşçığı da yarımıncı vitese düşürülür.
Esed de, YPG’yi arada biri vurmaya devam eder.
Şerh: Ermenistan-Azerbaycan savaşı bir kez daha teteklinmişken, şimdiye kadar hiç olay çıkmamış ve TC sınırında olan Nahcıvan’da yeni olaylar oldurulacağı kesinleşir.
O zaman da Rusya, Kuzey Kafkasya dertlerini rahat rahat gündeme alır (Kusey osetya sorunu gibi).
Gördünüğüz gibi, bir deli kuyuya taş attığında, içteki küçük dalgalar çevreye büyüyerek yayılır.
100 bin ölü ve 1 milyon göçmen daha olur.
Haberin ilk yorumu bu şimdilik.

(24 Nisan 2016)

Köşe Vuruşlu Tüfek

Bir haber:
"Silahı bir noktaya doğrultuyorsunuz, köşenizden çıkmadan bölgeyi ekrandan gözlemliyorsunuz. Silahın namlusu çıkıyor, siz de güvenli bir şekilde operasyonu gerçekleştiriyorsunuz. Cornershot, silahlı kuvvetlerimizin kendi silahını ön tarafa entegre ederek ön, sağ ve sol tarafa ateş etme imkanına sahip bir ürün."
Tam bilimkurgu filmi gibi.
Tuhaf olan şu:
Bu, onyılllardır yapılabilir bir şeydi, basit bir mekanizma çünkü. Teknolojik açıdan yani. Bu kadar gecikmesinin nedeni, silah teknolojisi zihniyetinin gecikmeli de olsa, değişmesi.
Şimdi sıra, mermisi kendi yolunu bulan tüfekte.
O da 20 yıl alır herhalde...

(23 Nusan 2016)

Bir Oy Anketi

Bir haber:
“Gezici Araştırma Merkezi tarafından yapılan araştırmada iki önemli bulgu:
MHP’de bir değişim, % 30'u bulur. Hayatında bir defa olsun MHP'ye oy verenlerin oranı, % 58-60. MHP, büyük bir oy alanına sahip.
HDP'nin yerine kurulacak bir parti; PKK, terör ve teröristlerle arasına mesafe koyarsa, muhafazakar Kürtler’i de kucaklarsa, % 15'i bulur.”
MHP, şu an % 10 oya sahip. Demek ki % 50 oranda, yani 30 milyon seçmen, her seçimde oy değiştirmiş.
MHP-HDP karasızlığı bile, bu ülkede gördlü, Haziran 2015 seçimlerinde.
HDP, zaten % 15 almıştı.
Alıntıya ve sonra yoruma devam:
“26 – 27 Mart 2016 Yüzde* (kararsızlar dağıtılmıştır)
AKP 56,2
CHP 25,8
MHP 8,9
HDP 7,3
Diğer 1,8
Toplam 100”
Kararsızların oranı belirtilmemiş ama 1/3 olduğunu gözledik. Karaksızlık; satılık oy, kimin kazanacağını bilememe, Dünya ‘da bir tek bizde görülen ‘bir de bunu deneyelim’ tavrı, habire yeni parti kurulması, gibi çeşitli tali nedenlere bağlı. Asıl neden ise, Türkiye seçmeninin politik eğiliminin olmaması, hiç yoktu veya vardı da kalmadı, sonuç aynı.
MHP ve HDP barajı geçemezse, AKP % 70, CHP% 30 sandalye alır, 2 partili Meclis olur ve 2002’ye bir tur daha geri döneriz. AKP’nin hesabı hep oydu zaten.
Sorun şu ki bu noktadan sonra AKP IŞİD’leşecek. Yani, kimseleri Müslüman saymayıp, asıl cadı avına başlayacak, çünkü artık iktidarı kaybedebileceğine aydı.
Halk dikatörlüğü oy verme eğiliminde, ‘ünya’da da durum öyle. Ancka Türkiye halkı, diktatörlüğün bedelini ödemeyi reddedecek.
Bu, AKP ile veya bir başkası eli ile böyle olacak. MHP eli ile bile olabilir ama 2023 seçimlerinde.
Dipnot:
Bir 23 Nisan günü yazdığım metne bak.

(23 Nisan 2016)

Pazartesi, Nisan 25, 2016

Night-Day Watch İkilemesi, Neden Üçleme Olamadı?

Bekmambetov, özgün yaratıcılıkları olan bir yönetmen. Bunu yapabilirdi.
Üçüncüsü, alacakaranlık olacaktı ama olmadı.
Neden?
Bekmambetov, Holywood’a gitti.
Bu, görünen neden.
Estetiko-pomitik nedenler:
Rusya’nın Putin pili bitti.
Yaratıcılığa öynelmenin pili bitti. Bu, Bekmambetov için geçerli. Yaratıcılık libidosu sınırlıymış.
Gün doğumu, gün batımı, Ay tutulması, Güneş tutulması çeşitlemeleri ve aşkınlıkları hayal edilemedi. Özelllikle tutulmalar, bu filmin öykü akışına çok uygundu.
Triloji yapmak hep zordur, bu kez de öyle oldu.
Üçüncü ayak, ‘Türk Gambiti’ oldu. Ki o da o yönetmenin tek iyi filmi oldu.
Böylelikle, Asya Sineması’ndaki duraklama devrinin Rus momentini tanımlamış olduk.

(22-23 Nisan 2016)

Spielberg Faşizmi Tür Film = Eşitler

Spielberg, tanıdığım en büyük faşistlerden biri, sanatsal faşist, epistemik faşist ve Musevi faşist:
Faşist Musevi çok, İsrailli, Holywood’lu, KGB’li ve hatta Nazi olarak.
Spielberg, kendi faşizmini ‘Schindler’in Listesi’ filmindeki dezenformasyonla göstermişti.
‘Eşitler’, ‘1984’ versiyonu gibi: Onun gibi, üslupta faşist.
Ergen faşizmi.
Ergenlere mal satan bir Krupp faşizmi.
Ergenerkil bir topluma hitap eden bir ergen faşizmi.
Faşist (t)öz, Orwell’den. Komünist geçinen, çift elle oynayan, anti-komünist Orwell’den. Philby’den beter Orwell’den.
‘Eşitler’in üslubu, tümüyle Spielberg üslubu. Faşizm türü özdeşliği burada.
‘Eşitler’de, ‘1984’teki gibi aşkın yasak olduğu bir ortamda, 2 kişi birbirine aşık olur ve fakat aslen aşkın faşist olduğu belirtilmez ki bu faşizm bile olmayabilir aslında, salakça bir dezenformasyon olabilir ama günümüz koşullarında dezenformasyon epistemik faşizm olmakta.
Nokta.

(22 Nisan 2016)

Pazar, Nisan 24, 2016

Türkiye’de Geçen Çizgiromanlar 1

Stephane Clement, Karakulak’ın Doğusu
Çizgiromanın Fransızca tanımı yazısı:
“Le Guepier ile birlikte Ceppi, yeni bir macera çizgiromanı türü icat etti. Değişen Asya sınırlarında dolaşan çizgiroman kahramanı Stephane, aynı zamanda klasik opera kahramanıdır, yorulmaz bir iyilikseverdir, yazarın ağzından konuşur. O günkü çağdaş gerçeklerin kimi zaman imgelem oyunlarıyla dile getirilişi ile macera, röportaj gibi olur.”
Karakulak haritada Samsun Çarşamba yakınlarında görünüyor.
Fransız bir çift, köyülelr tarafından kaçırılıyor, onlar da yeniden kaçıyorlar.
Bildiğimiz oryentalist bir öykü.
Orjinal basım yılı 1980 görünüyor.
1975-1980 yılları arasında, biraz da gecikmiş uyuşturucu kültürü etkisiyle, birçok Avrupalı’nın trenle Anadolu turu yaptığı zamanlar.
İronik biçimde, hiçbir Türk’nü yapmadığı bir şeyi yapıp, 2 Alman, ternle tüm Anadolu’yu dolaşıp, tüm kara tren lokomotiflerini listelerler.
Fransız bir dergi de daha az kapsamlı benzer bir çalışma yapar.
Bunlar da, çizeri ve yazarı etkilemiş olsa gerek.

(22 Nisan 2016)

Orta Çağ, Melezlenme, Safkanlaşma

Bütün melezler safkanların melezlenmesinden oluşur, bütün safkanlar da melezlerin melezlenmesinden oluşur.
Bu, genetik için de böyledir, kültür türleri için de böyledir.
Lazlar safkandır ama Gücür, Viking, Rum melezi olarak safkandır.
Safkan Laz türküleri bugünlerde melezleniyor.
Bu, 1. Cumhuriyet’in ayrıştırılarak, 2. Cumhuriyet’in kurulmasında belki kullanılacak bir ön-belirti gibi.
Bundan hareketle:
Antik Yunan bitti. Roma, onu ayrıştırarak melezledi ve içersedi. Az barbar, çok uygarı taklit etti.Yunan tanrılarını adlarını değiştirerek aldı.
Roma bitti. Germenler, onu ayrıştırarak melezledi ve içersedi. Çok barbar, çok uygarı taklit etti. Almanca, Roma dili Latince’yi temel aldı ve kendini yeniden kurguladı.
Rokoko ve barok üsluplar, Orta Çağ ertesi ortaya çıktı. Melez üsluplardı.
Bundan devamla:
4 engizisyon ve 4 rönesans vardı ve bunlar aynı yerde ardışık zamanlı değildi.
Yani:
Rönesanslı Orta Çağ dönemleri de oldu, engizisyonlu Aydınlanma dönemleri de.
Rokoko ve barok ise, ne rönesans, ne de engizisyon idi, melez idi yalnızca. Rönesans ve , safkan kültürler oldu gibi görünüyorlar.
Bu da, düzenli ve düzensiz tarihsel siklusları aklımıza getiriyor.
Rönesans da bir düzen idi, engizisyon da.
Şarlman dönemi, premature-rönesans idi.
Bu durumda rokoko ve barok, belki geç doğmuş birer rönesansçık da sayılabilir. Büyüklerinden sonra, rönesans yerine konmadılar.
Yani o zaman:
Tam sayılı bütünlerden artan parçacıklar, kimi düzenli kümülatiflik izler, rönesans ve engizisyon sikluslarında olduğu gibi, kimi düzensiz kümülatifsizlik izler, barok ve rokok kırınım saçaklarında olduğu gibi.
Dejenere Laz türküsü de, bu durumda parçalanmış Cumhuriyet’in (teksesli radyodaki Yurttan Sesle korosu geleneğinin) kırınım saçağı ve estetiko-politik açıdan, aynı anda rönesans ve engizisyon imli olmakta.
Sözkonusu Laz türküsü düeti:

(22 Nisan 2016)

Aleksitimi ve Duyguları Adlandırmak

Bir haberimsi:
“İnsan duygularını, içiçe geçmiş Matruşka bebekleri olarak düşünürsek, merkezdeki en küçük bebek bedensel tepkilerimizdir: Örneğin, sevdiğimiz insanı gördüğümüzde kalbimizin çarpması, fazla sinirlendiğimizde midemizin bulanması, üzülünce ağlamak gibi.
Beyin bu bedensel tepkilere anlamlar yükler, duyguları bunların etrafında Matruşka bebeği gibi genişletecek farklı kodlamalar yapar. Bizler de bu kodlamalara göre, hissettiğimiz şeyin iyi mi kötü mü, zayıf mı şiddetli mi olduğunu bilir; sonra bu duyguları tarif edip isimlendiririz.”
Tabii ki böyle olmaz:
Bir kere sözlükler var. Örneğin, Türkçe Sözlük’te +500 sözcük adı var. Bir şey hissettiğimizde, sapa bir duyguysa, sözük dağarcığımızın elverdiğince onu adlandırırız.
Oysa, kişisel deneyimlerimden ve gözlemlerim
den biliyorum ki 1985-2015 arasında Türkiye’de var olmuş epeyiduygunun sözlükte adı yok. Tam tersine, sözlükte var olan duygular, tanımlandığı gibi değil gerçekte.
Temelde 5 veya 7 duygumuz olduğu varsayılır ama kişiden kişiye bunlar değişir. Bunun da son 1 ay içinde, konu hakkında yazdığım, iç gözlemli ve irdelemeli 20 metinden biliyorum.
Gelelim aleksitimiye:
“Ne hissettiğimi çoğu kez tam olarak bilemem.
Duygularım için uygun kelimeleri bulmak benim için zordur.
İçimde ne olup bittiğini bilmiyorum.
İçimdeki duyguları yakın arkadaşlarıma bile açıklamak bana zor gelir.
İnsanlarla, duygularından çok günlük uğraşları hakkında konuşmayı yeğlerim.”
Bunların hepsi de, ortalama bir insan belli zamanlarda geçerli olabilir.
Özel bir örnek verelim:
Bazı kadınlar annelik duygusundan yoksun olarak doğarlar. Bazı kadınlar. 5 çocuk yapmışsa, 1 çocuğuna karşı böyle hissedebilir. Kuyruksuz maymunlarda da böyle. Ancak, annelik hissinden yoksun kadınlar, oksitosin’sizdir diye de bir şey yok. (Oksitosin, sevgi duygusunu yoğunlaştıran bir hormon.)
Bakalım duygusuzluğa:
Savaş şoku gibi, ağır travmalar yaşamış bazı insanlar, duygu kilitlenmesine girerler. Bu, geçici veya kalıcı aleksitimi olabilir ama sonradan olma bir tane olur.
Görüldüğü gibi, yazının 5 bininci yılında bile, duygularımızı henüz tam adlandıramıyoruz, çünkü hep önyargılarla, şöyle olmalı, böyle olmalı’larla davranıyoruz bu konuda.
Çok basit:
Aleksitimi olumsuz bir durum değildir, belki nötrdür ama yalnızca bir durumdur ve tedavisi bile gerekmeyebilir. Onun yerine, o kişiye uygun meslekler bulunabilir, çünkü bazı meslekler kesinlikle duygusuz olmayı gerektirir.
Ayrıca:
Duygular içiçe geçen matruşka bebekleri gibi değildir. Bir içgüdüsel duygular vardı, bir coşum duygular vardır, bir kültürel duygular vardır ki bunlar çoğunluk sonradan öğrenilirler / öğretilirler: Milli marşta ağlamak gibi.
“Duygularımızın farkında olma hali, bunlarla ilgili fiziksel tepkilerimizi hafifletir.”
Tam tersine, bazı koşullarda, histerik tetiklenme gibi, arttırır.
Dipnotlar:
Kendim için konuşursam da, adını bulamadığım ama var olduğunu yaşadığım duygular için, ya çok sözcüklü yeni deyimler icat edeceğim, ya da var olan duygulara yönelik vektörler ve adreslemeler kullanacağım.
Duygularla ilgili olarak, son dönemlerde basılmış psikiloji kitaplarını okuyup, yeniden şerh yazmam gerekli. Ben, muhtemelen 1970 yazımı, 1980 tarihli bir kitap okumuştum ders olarak, 1981-1982 ders yılında. 1995’e kadar da, tekst kitaplarını izlemiştim ama fark yoktu dikkatimi çeken. Demek ki bu durum, son 20 yıla ilişkin. Feci bir sahte-bilim sözkonusu bu haberde.

(22 Nisan 2016)

Cumartesi, Nisan 23, 2016

Deniz Toprak Ft. Resul Dindar: Sebebi Sensin

Grotesk, parodi, kitsch...
Ama ciddi niyetine yapılmış...
Laz türküsü taklidi veya gibimsisi...
Komik-ötesi bir düet.
Tuhaf-ötesi bir ‘ses sese karşı’...
Pavyon akustiğine yakın bir az-eko...
Bedenleri ile de tuhaflar:
Kadın dev gibi, erkek ise cılız ama bu Çingene parodoksal bedensel eşeyliliği de değil.
Ancak, işte tam da bu:
Bu, TC 2015 kültüroloji momenti:
Has olanı hiç görmemiş olmak.
Özgün teksesli türkü hiç dinlememiş olmak.
Herşeyi uyduruk sanmak.
Hakikiyi aşağılamak ve dışlamak...
Klipte erkekle dişinin rolleri de değişmiş:
Kadın arayışta ve oryentasyonda, erkek süzüm süzüm süzülüp duruyor yerinde...
Ancak, bravo diyebiliyorum...
Dipnotlar:
Bu klibi ilk izlediğimde, televizyonda vardı ama internette yoktu. 2 gün sonra kondu.
Bu klibi ilk izlediğimde, bana çekilen ilk silahı birine anlatıyordum. Silah da sahte idi. Tuhaf bir anekdot oldu.
Tuhaf Fassbinder eşleniklikleri ama bunları yaşamış ve yazmış olmak itemezdim.
Bu parçayı yazabilmek için de, uykumdan feda ettim.

(21 Nisan 2016)

İnsansal x Temel Bilimler: NEK

Bu problematiği bu biçimde formülarize etmemiştim hiç:
Son 30 yıldır, insan bilimleri ivmeli biçimde gelişirken, temel bilimler paradigmatik duvara toslamış ve durmuş durumda.
Neden böyle acaba?
Fizikte Einstein-Planck-Heisenberg triyalektik trilemması, yüz küsur yıldır önümüzde kaldırılmadan duruyor ve kimse oraya çarpmayı veya onu tartışmayı göze alamıyor.
En son kara delik aracılığıyla yerçekimsel dalgalar gözlendi ve Einstein bir kez daha değillendi ama herkes Einstein’i kutsuyor mezarında. (2 kara delik birbirine çok yaklaşınca, kütle uzayzamana dönüşüyor ama bunu ölçmek için henüz bilinmeyen bir hesaplama yöntemi gerekli: Belki, Evren’in var olan kütlesi eşittir, 10 üzeri 67 yıl x 90 milyar ışık yılılık kürenin hacmi, gibi olabilir bu: Çünkü o kütle o uzayzamanı yoktan yarattı.)
Bu bir:
İnsan bilimleri ise, tarihte ve Dünya Sistemi paradigması alanında olduğu gibi, 100 ve 50 yıllık çabalarının meyvelerin topluyor.Bugün, elimizde nesnel tarih atlası animasyonları var.
Yani, Toynbee’nin ve Wallerstein’ın 50 yıl verdiği konuları, 15 yaşındaki bir ergen, 10 dakikalık bir filmle ezbere öğerenebiliyor artık.
Yani, biri ileri doğru giderken, biri geriye doğru gidince, nesnel bilgi üretiminde aradaki fark kapandı ve artık insan bilimlerini lehine döndü durum.
Ancak bu bakış açısı şu soruyu yanıtlamıyor?
Doğrusal olmayan zamanları, neden bilim veya fizik değil de, sanat ve özelde sinema tasarladı?
Öncelikle sanat, rasgele sallayabilir, hata yaparsa da adı sanatçı olur, hoşgörülür, görüldü de.
Sonralıkla sanatsal tasarım, bilimsel tasarımdan her zaman daha cesur oldu. Ya da yeni ve farklı şeyler yapan bir sanatçı, sanatçı camisaında aynı durumdaki bilimcilerden daha az linç elidi ve sanatçılar, linç edilmeye bilimcilerden daha çok açıktır. Ya da: Toplumla çatışma, sanatçının özelliklerindendir zaten.
Devamında, paradigma olarak bu bu konu şanstı. Ki zaten dijital kurgularla doğrusal olmayan zamanlar tasarlamış kurguculara yaptıklarının bilincinde olup olmadıklarını sorarsanız, olmadıkları ortaya çıkacaktır çoğunluk.
Buna ek olarak insan bilimciler de, temel bilimcileri geçmenin bilincinde değiller pek, çünkü ne bilim felsefesiyle, ne de bilim tarihiyle fazal meşgul değiller.
Bu konuyu, bir de şöyle sorarak bağlıyoruz:
İnsan bilimlerinin temel bilimleri geçmeasi, Orta Çağ’ların ortak bir özelliği midir? (Buraya felsefeyi de katıyoruz.)

(21 Nisan 2016)