Cuma, Kasım 21, 2014

Ursula K. Le Guin ve Özgürlük





Kendisi şöyle demiş:
“Kitaplar, sadece meta değildir; kar dürtüsü çoğunlukla sanatın hedefleriyle çelişir. Kapitalizmde yaşıyoruz, iktidarından kaçılamaz gibi geliyor. Kralların ilahi kudreti de öyle geliyordu. Her türlü iktidara direnilir ve bu iktidarlar değiştirilebilir. Direniş ve değişim çoğu kez sanatta başlar. Biz hayatını yazarak ve yayıncılık yaparak kazananlar, hakkımıza düşen payı istiyoruz. Ama bizim güzel ödülümüzün adı kâr değil; onun adı özgürlük.”
Doğru söze ne denir?
Yine de, eksik söze ek bir şeyler denebilir.
Diyelim bari:
Nasıl ki barış savaşmadan gelmiyorsa, özgürlük de gönüllü kulluklarla savaşmadan gelmiyor.
Çıban, üzerinden okşayarak da iyileşmiyor.
Özgürlük içinse, durum çok zor:
Kendisinin yazdığı ‘Mülksüzler’de ortaya koyduğu üzere, ütopyalarda bile özgürlük olamayabiliyor.
Şerh: İnsanların gönüllü kulluğu, aptallıkları, cahillikleri ve kulluğun kolaylığı nedeniyle. Yani kulluk, bir tür istatiksel toplumsal durum, yani en yüksek olasılıklı durum. Yine o nedenle özgürlük de marjinallere kalıyor. Marjinaller ise, genelde özgürce yaşamaktan çok, özgürce ölmeyi yeğliyorlar. Çünkü tüm yaşama biçimleri ve standart biyografiler (en azından beyin, düşünce, yaratıcılık açısından) ölüm biçimleri oluyor.
Gelelim kitaplara ve mülklülüğe:
Komik bir biçimde mülk edinme, bugün Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nde mevcut. Ancak orada yaratıcılık için hiçbirşey yok. 100 milyarlık tüm zamanlar insan nüfusundaki 100 bin yaratıcı kişi olmasaydı, insanlar bugün hayvan bile olamayacaktı ki zaten değiller. 5 milenyumluk tarihin ardından son 50 yılda tüm Dünya halklarına okuryazarlık hakkı verildi. Onlar ne yaptı peki? % 100 yerine, % 33 okuryazar kaldı.
Evet, gönüllü okumazyamazlar insan falan değil, hayvan bile değil.
(O nedenle yazar ve yaratıcı, hala büyücü sanılıyor ki Le Guin de bu temayı çok kullanır.)
İşte o nedenle, yazıya gelecek her tür halel idamlık suçtur.
Halklar insanlık suçundan yargılanabilir, az kaldı yargılanıyordu, az sonra yargılanacak. Şirketler insanlık suçundan yargılanabilir, yargılandı da.
O nedenle, kitaplara zarar veren Amazon türü şirketler,  insanlık suçundan idam cezasıyla yargılanır. Gerekirse, 100 bin kişilik kadrosu idam edilir.
İşte Le Guin’in kafasının basmadığı nokta bu: Ya hep, ya hiç.
Ya yazı, ya yeni Orta Çağ...

Le Guin ‘ikircikli ütopya’ diyor, Kafka ‘seçim yoktur’ diyor, Ülkü ‘özgürlük ekmekten önce gelir’ diyor...

Perşembe, Kasım 20, 2014

Tavşana Kaç, Tazıya Tut



Murat Yetkin basınsal omo beyazı kuvetlerdendir. Yani yazdıkları, duble eleştirel gözle okunmalıdır. Biz de öyle yapalım:
“... Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünden önce, Beşar Esad’a bağlı Suriye ordu birlikleri, ülkenin ikinci büyük şehri Halep’e girebilir.
Buna tam olarak ‘düşme’ değil, belki ‘geri alma’ denebilir.
...
Esad güçleri, Halep’in Kuzey-Batı kesiminde yaklaşık 5 kilometrelik bir bölümde kuşatma uygulamıyorlar; burayı adeta şehirde kalanlara bir tür kaçış yolu olarak açık tutuyorlar.”
Yani:
Yani  Yetkin, kendisine yayınlaması için iletilen ‘beyaz gürültü bilgi’yi yayınlıyor.
Yani, bu bilginin altyazısı var, üstyazısı yok.
Yani ABD, tavşana kaç, tazıya tut, yapıyor.
Yani Esed, tazı benim tavşan tüysün, diyor.
Yani hem ABD, hem Esed, TC’nin başına 1 milyon kişiyi daha bela ediyor.
Yani Esed ve ABD işbirliği yapıyor.
Yani Yetkin, bu altyazı bilgiyi görmezden geliyor.
Gelecek program yorum:
Arap Baharı, amuda kalktı, kış oldu.
AB, ortadaki sandık gibi.
İran-Suriye işbirliği yeni gelişmelere gebe.
Zorlanan potansiyel yeni Çin-Rusya işbirliği, yepyeni belalara gebe. Anımsayalım: ABD eski Yugoslavya’da Çin konsolosloğunu vurdu ve ardından 2001 oldu, o gökdelenlerin askeri stratejik bilgisi bir tek Çin’de vardı, çünkü Çin o bilgileri çalmıştı.
Kürdistan, kimbilir hangi yeni bahara kaldı.
TC, son şansını da kullandı. 2015 seçiminden sonra, ‘vur patlasın, çal oynamasın’lı ekonomik kriz geldi artık, yani süreç artık geri döndürülemez.
Yorumun yorumu:
Bu durumda IŞİD’sel bölge, önümüzdeki 1 yılda makro problem yaratamayacağı için, yeni global kriz bölgeleri yaratılacak demektir kapitalist babamızın sonbahardan kışa’sı olarak. Bu işten en çok Ukrayna zarar görecek tabii ki. Yeni ‘silkelenen keriz’, o oldu gönüllü olarak.

Tüm bunlar, gelecekbilim açısından tümüyle boş gösterge, yani tümüyle zaman yitimi. Ne Arap Baharı’nın bitişi yeni, ne ABD karşıtlığı yeni, ne TC’ye yeni nüfus göçleri yeni, ne Ukrayna iç savaşı yeni, ne Suriye-İran işbirliği yeni...

Çarşamba, Kasım 19, 2014

Terör Geştaltı



Terör otokatalitik ve heterokatalitik olarak ilerlemeyi sürdürüyor.
“Küresel Terörizm İndeksi'nin rakamlarına göre, geçtiğimiz yıl 2012'ye kıyasla terör saldırıları yüzde 61 oranında arttı.
Buna göre sadece geçtiğimiz yıl 100 bin saldırı gerçekleşti. Bu saldırılarda yaklaşık 18 bin kişi hayatını kaybetti.
...
Küresel Terörizm İndeksi'nin raporuna göre, ölümlerin yüzde 80'i Irak, Afganistan, Pakistan, Nijerya ve Suriye'de gerçekleşti.
Saldırılarda en fazla ölümün yaşandığı ülke ise, 6 bin 362 ile Irak oldu.
Küresel Terörizm İndeksi'nin raporunda Türkiye de yer alıyor. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü OECD ülkeleri arasında Türkiye ve Meksika, geçen yıl en fazla saldırılara sahne olan ülkeler oldu.
Rapor, 2001'de New York'taki Dünya Ticaret Merkezi'ne yönelik saldırıların ardından terörle savaş adı altında başlatılan mücadelede terör kayıplarının 5 kat arttığını da gösteriyor.”
Yorumlar:
Hepsi az gelişmiş ülke, G-7 ülkesi yok.
ABD üzerinden G-7 ülkeleri, zengin-devlet terörünün merkezi ve ivmelendiricisi konumunda.
100 bin saldırıda 18 bin ölü çok düşük bir oran.
100 bin saldırının çok az bölümü haber olmuş.
Her yılki 50 milyon ölüde 18 bin ölü hiçbirşey demek değil: Trafik kazası, intihar ve cinayet, daha çok sayıda ölüme neden olmakta.
Sonuç:

Kuzey, Güney ile böyle savaşıyor ama bunu kaybedecek. Güney’de nüfus çok ve sonunda Kuzey’i yağmalacaklar ve zaten ABD olsun, AB olsun, her yıl milyonlarca Güneyli’yi yasal göçmen olarak kabul ediyor durumda. Aç Güney’in laneti er geç işleyecek.

Salı, Kasım 18, 2014

Alaturka Kliplerdeki Absürd Grotesklikler 2



1.
Seksendört: ‘Faili Meçhul’:
Şarkı sözü, hem de metni görüntüde altyazı olarak yazılıyken şöyle:
“Sonu baştan belli ucuz bir roman gibi...”
Klibin asıl görüntüsünde ise, Reşat Nuri Güntekin’in bir romanının klasik kapağı görünmekte.
Bu durumda, ‘84’ü ‘69’ yapabilir miyiz acaba?
+
2.
Bengü: ‘Sahici’:
Sütyen külot üzerine kırmızı bir takım elbise giymiş olan Bengü’nün fonunda, 70 yaşında bir kadınla ‘body’ yapmış kapkara bir bilader durmaktadır. Bengü, 20 görünmeye çalışmaktadır ama 45 yaşında görünmektedir. (Aslında 35 imiş, internet öyle dedi.) Konunun ve görüntünün içinde bir de kız çocuğu vardır.
(Vay be, bu yaşta ansiklopedilere bile girmek.)
Bu durumda:
‘Bodyguard’, sübyancı mıdır, jigolo modur?
Bengü, çifte alter-ego’lu mudur?
Klip tasarımcıları, psikopatik eğilimli fantezilerini kliplerde mi şeyttirmekteler?
+
3.
Bengisu: ‘Dünyanın Öteki Ucuna’:

Hiphopa balık eti ötesi bir yorum getirerek, medeni ve bedeni cesaretini fazlasıyla sergileyen bir arkadaş. Cesaretini, ’90-60-90’a karşı, ‘130-130-130’ ile pekiştiren bir ölümsüzlük iksiri.

Pazar, Kasım 16, 2014

Alaturka Kliplerdeki Absürd Grotesklikler 1



1.
Rafet el Roman: ‘Adımla Seslendi’:
Kız, adamı elindeki hortumla ıslatmak için, dikey 3 metre iner, yatay 10 metre gider; adam havuza atlar, kız da peşinden; son planda, kız elinde hortumla, havuzun dibinde adamı ıslatmaya çabalamaktadır.
+
2.
Mehmet Erdem: ‘Gibi Gibi’:
Mehmet Erdem sahnedeyken, izleyici bir erkeğe göz kırpar. Erkek mayışır. Adam kafasını çevirir, kendi kız arkadaşıyla gözgöze gelir. Kız kızar.
Bu durumda:
Erdem eşcinsel midir, o erkek eşcinsel midir, kız erkeği kıskanmış mıdır, kız Erdem’i mi kıskanmıştır, Erdem aslında kıza mı sarkmaktadır? Bu tuhaf fikri ve görüntü dizisini o klibe kim sokmuştur? RTÜK uyuyor mu?
+
3.
Esin İris: ‘Bu Gece’:
Şarkı sözü şöyle:
“Sen bana düşman mısın? Canımı yakmaz mısın?”
Olay, sado-mazo fıkrası gibi olmuş:
Mazohist sadiste der ki:
“Canımı yak, canımı yak.”
Sadist mazohiste der ki:
“Hayır, olmaz. Nı ha haa...”
Klibin kapanışı şöyle olabilirmiş meselası:

Yakın plan: RTÜK üyeleri, ellerinde kırbaçlarla görüntüye girerler, göğüslerinde ‘Arabesk’ filmindeki gibi, ‘Tecavüz Coşkun’ yazmaktadır. Zaten klip de, Belgrad Ormanı’nda geçiyor.

Cuma, Kasım 14, 2014

Ölümsüzlük Partisi


Abidik gubudik şeyler için, habire parti kuruluyor, bari ölümsüzlük için parti kurulsun da, siyaset gerçekten bir işe yarasın.
Bugün için Dünya’da ölümsüzlük konusu için siyasal mücadele veren partiler, 4 ülkede mevcutmuş:
ABD, Rusya, İsrail, Hollanda.
Bugün doğada biyolojik olarak ölümsüz olduğu kabul edilen canlılar mevcut.
İnsan içinse (donanım) ölümsüzlük, şimdilik klonlama ve gövde nakli ile mümkün. 2002 gibi insan klonlandığı ve (10 tane falanın) Doğu Avrupa’da yaşadığı haber olmuştu bir zaman. Bu işi yapabilecek olan White ise, gövde naklini yalnızca yasak olduğu için beceremedi, maymunlarda becermişti.
Artı: İnsan için yazılım ölümsüzlüğün 2045-2050 gibi mümkün olacağı önesürüldü.
Br soru şu olabilir:
İnsanlar ölümsüzlük isterler mi?
Stephen Hawking ve Bill Gates, istemediğini beyan etmişti:  Olabilir, zevk meselesidir.
Rusya’da ise, insanların % 9’u ölümsüzlük istediğini beyan etmiş. (Bakınız yukarıdaki link.) Tabii ki bu % 91’inin ölmek istediğini beyan etmesi anlamına gelmekte.
TC için bu oran, ne olurdu acaba?: % 99’unun Müslüman oldğu öne sürülen ve ölümün Allah’ın emri olduğunu savunan caanım ülkemiz halklarından, % 1’den fazla ölümsüzlük meraklısı çıkacağına bahse girerim şimdiden.
Tabii, Allah mahfaza: Erbakan, Türkeş, Ecevit, Özal, hala sağ olsaymış, ne yaparmışız acaba? Koalisyon kurarlar mıydı AKP’ye karşı mesela?
Geyik bir ölümsüzlük karşıtlığını şimdiden eleyelim:
Diyelim, hiç olmazsa 5 bin yıllığına aynı 10 milyar kişinin yaşamasıyla, bugüne kadarki 5 milenyumluk tarihte yaşamış 100 milyar kişinin yarattığından farklı bir geçmiş-gelecek (geçmiş de) olmayacaktır, buna eminiz: Çünkü, insanlar, başkalarının (özellikle ebeveynlerinin) hatalarından hiçbir halt öğrenmedikleri gibi, kendi hatalarından da hiçbir halt öğrenmiyorlar. Öyle olmasaydı, örneğin TC’de bugün yaşayan 78 milyonun 40 yaş üzerindeki 40 milyonu, o kadar dini, ahlaki, siyasi, hukuki hatayı (yani herzeyi) kezlerce yeniden yeniden onyıllar boyunca yapmazdı o zaman.
Bu, ölümsüzlük partisi için siyasal bir dayanak olabilir pekala.
O nedenle, soru şu olabilir:
Einstein ve onun gibileri yaşasaydı, bugün ne değişirdi acaba?
Örneğin bugün için 100 küsur yaşında olacak bir ölümsüz-Einstein, IŞİD’e atom bombası atılması için, Obama’ya mektup yazar mıydı acaba? Ya da (daha önce reddettiğinin tersine davranıp) direk İsrail cumhurbaşkanı olup, kendi mi (emirle) atardı o bombayı?
Konuyu bağlayalım:
Eratosthenes, Dünya’nın çevresini onun dolaşılmasından 1.800 yıl önce hesapladı ve bu süre içinde bu bilgi inkar edildi, Dünya’nın yuvarlıklığı dahil. Eratosthenes bir şey yitirmedi, onun yerine 80 milyar kişi, b konuda eksi zekalı ve eksi bilgili  yaşadı yalnızca.
Bugün için, ölümsüzlük bilgisinin mümkünlüğünün, bol doktor bulunan sosyal çevremde bile inkar edildiğini, 15 yıldır bizzat yaşıyorum. Global krizler nedeniyle bu bilginin uygulanması, belki 500 yıl daha alabilir. Olsun, ölümsüzlüğün adı üzerinde: Acelesi yok: Kim inkar ederse etsin, bir gün mutlaka.
Dolayısıyla;  küçük / yeni / marjinal / farklı partilere, bir de  ölümsüzlük partileri eklendi ve er veya geç onlar istedikleri sonuca ulaşacaklar, buna emin olabilirsiniz.
Evet:
Gelecek uzun sürer ve hep gelir.
Ancak:

Ölümsüzlük partisinin iktidarı çoook sonra, (o zamanki BM’mside yer alcak) Uzay Devleti’nden bile sonra. Hatta, belki 2. Sanayileşme’nin bitiminden bile sonra.

Devrimciler, Kürtler ve Savaş Ahlakı


Cehalet insanı söyletiyor.
Akademisyen Foti Benlisoy, Kürtler’in şu anda ABD ile işbirliği için, şöyle bir inci yumurtlamış:
“Önemli olan taviz, geri adım, uzlaşmanın hangi stratejik çerçevede ilerleyeceği. Bu konuya dair yazımda da Lenin’den bir alıntıyla ifade etmeye çalışmıştım; Brest Litovsk antlaşmasını biliyorsunuz, aslında bir anlamda bir ‘teslimiyet’ anlaşmasıdır. Yani Rusya’nın en zengin bölgelerini Alman emperyalizmine hediye ediyorsunuz. Bolşevik parti içerisinde de çok muhalefet görmüştür. Çünkü kitleler de devrimci savaş istemektedirler. Almanya’yla savaşacaksın. Orada şunu söylüyor Lenin; ‘İki tip uzlaşma söz konusudur. Bir haydut önünüzü kesmiş, canınızı kurtarmak ve daha sonra onu yakalamak üzere siz paranızı silahınızı, eşyanızı veriyorsunuz. Bu bir uzlaşma biçimi olabilir.’ Benim demeye çalıştığım, PYD’nin de karşı karşıya kaldığı uzlaşma biçimi bu. Sırtı duvarda. Bu uzlaşma biçimi anlamlı. ‘Ama’ diyor Lenin, ‘haydutla oturur, paranızı bilmem neyinizi ona ortak iş kotarmak üzere veriyor, onun yağmasına katılmak üzere uzlaşıyorsanız, o başka bir meseledir.’”
Öncelikle sözü geçen anlaşmaya bakalım:
Rusya, bu anlaşma ile ne yapmış?:
Kars’ı Türkiye’ye, Baltık Ülkeleri’ni Almanya’ya devretmiş.
Akademisyen arkadaşa göre, bunlar Rusya’nın malı oluyormuş.
Aynı anlaşmaya göre, Polonya da Almanya’ya devredilmiş.
2. Dünya Savaşı öncesinde Stalin de, aynı Polonya’yı Hitler’e teslim etmişti.
Ayrıca sözü geçen aynı Lenin de, asıl kendi toprağı olan Kronstadt’ı 1921’de düzlemişti / sıfırlamıştı.
Arkadaşın reel politik’i böyle bir şey.
Demek ki arkadaşa göre devrimci Kürtsel ahlak, böyle bir şey: Gerekirse, bilmem neni satacaksın.
Daha da önemlisi bu beyan, devamında, Kürtler’in Büyük Kürdistan’dan şimdilik vazgeçmesinin de geçici bir strateji olduğunu rahatça gösteriyor. Çünkü bugün IŞİD’in elinde olan topraklara aslında Kürtler talip.
Yalan, düşmanıyla işbirliği, kendi sivillerini ölüme terketme, kendinin olmayan sivillerin ölümünü isteme, hatta buna olanak hazırlama, şimdilik yapılanlar bunlar. Örneğin Kobani’de Kürtler’in ve talip oldukları Suriye topraklarında Araplar’ın ölümüne hem Barzani, hem de Öcalan seyirci kaldı, hatta bunu desteklediler ki ortalık boşalsın.
Şunu anımsayalım:
Bu, tarihte Kürtler’in Araplar’a ilk ihaneti değil. 1250’de Bağdat yakılıp yıkılırken de Kürtler, düşmanın safında yer alımşlardı ve bunu pahalı ödemişlerdi.
Kısacası, biz buna ‘reel politik’ demiyoruz, ‘oportünizm’ diyoruz.
Olabilir, aç tavuk kendini buğday ambarında görebilir ama reel politik, aynı zamanda kaybetmeyi de hesaba katar, çarşıdaki pirince giderken, evdeki bulgurdan olmak da var sonuçta.
Gelelim ABD özeline:
ABD Kürtler’i daha önce satmadı mı hiç?
1946’dan beridir 3-5 kez sattı ve Kürtler bundan hiç mi hiç ders almıyora benziyor.
Olabilir, ya devlet başa ya kuzgun leşe, olabilir ama ‘devlet başa’daki kelle ile, ‘kuzgun leşe’deki kelle aynı, yani sizinki olmalı, bir savaş ahlakı gereği olarak: Başkasının kellesiyle gerdeğe girilmez.
Son 10 yıldır özenle savaş hukuku kaydı yapan biri olarak, şunu vurguluyarak belirtelim:

Kürtler, tarihte savaş suçundan yargılanıp, suçlu bulunup, mahkum olan ilk halk olma şerefini kazanmak üzereler.

Çarşamba, Kasım 12, 2014

Sıcak Melankoli, Soğuk Melankoli



Melankoli, içedönük bir hüzündür. Katatoniden az hüzündür. Nedensiz hüzündür. Nedensiz aşktır. Hedefsiz aşktır. Aşkın hüznüdür. Yalnızlığını bilmeyen yalnızlıktır.
Sıcak melankoli, Akdeniz iklimindeki bunlardır. Kanın sıcaklığının hedefsizleşmesidir. Sıcakkanın hüznüdür.
Soğuk melankoli, kımıldayamayan duygudur. Kış uykusuna yatmış hüzündür. Bir bakıma, doğanın posif vahşetine teslimiyettir, hatta onu pasif (platonik) olarak sevmektir.
Epeyi kadın yazarda entellektüel frijidizm vardır ve bazılarında bu, ikilemsel olarak, az dozdaki entellektüel nemfomani ile eşleniktir. Örneğin, le Guin’in ‘Mülksüzler’indeki Takver, ruhen frijidken ve tasarımcısını da öyle kılarken, bir kadın yazarın tasarladığı bir dahi-erkek olarak Shevek, le Guin’i entellektüel nemfoman kılar. Bu ikili, serin melankoli dozundadır, özellikle de Takver.
Corto Maltese, tüm kadınların (sevmek değil) yatmak isteyecekleri bir erkek iken o, imkansız kadınları sever / seçer ve bu onu sıcak melankoli okyanuslarında yüzdürür.
Kurmaca (sıcak ve soğuk) melankoli ile gerçek / yaşamcıl (sıcak ve soğuk) melankoli, kimi çatışır, kimi griftçe gergeflenir, kimi negatif diyalektik negatif diyalektik birbirinden uzaklarda seyreder.

Yaşamda da / gerçek(lik)te de, kurmacada da bu tür, en nadiridir. Yine de, az bulunma ters oranı burada işlemez ve bu tür en rağbet gören tür değildir. Yoksa melankoli, kurmacada çok makbul duygusal bir türdür.

Pazartesi, Kasım 10, 2014

Hoşçakal Atatürk



Ata’m kusura bakma, ben Türk değilim, Tatar’ım: ‘Ne mutluyum, Türk’üm’ demedim hiç.
Ata’m kusura bakma, İstiklal Marşı’nda ilk kez hazır olda durmadığım için disiplini boylamak üzere kaldığım anda, yalnızca 12 yaşındaydım.
Ata’m kusura bakma, ‘vatan millet Sakarya’ teranelerini hiç yemedim.
Ata’m kusura bakma, bir rakısever olarak sofranda bulunsaydım, er veya geç ‘yanlış düşünüyorsunuz / yapıyorsunuz paşam’ der, sürügünü boylardım.
Ancak Ata’m,
Kırk yıllık emek ertesinde, emeklilik öncesindeki devenin, onca yıllık çilesine karşın, bir tek önünde giden Merzifon eşeğinden yakınması hesabınca, ben de bir tek, bu 90 yıllık Cumhuriyet’i gömüp de, üstüne bir de önümüzden gidenlerden yakınırım.
Beni ne Türkiye’nin parçalanması üzer, hatta ne de iç savaştaki 1-2 milyon ölü. Beni, senden aldığımız 10 ağacı 5 ağaç olarak bile bırakamamak üzer: Senden 1 ülke aldık, 1 kubur-kabir bırakacağız geriye.
Kusura bakma Ata’m: Köylü milletin efendisi olunca, kafamıza mıçtı, Türkiye’yi ise toptan mıçıp sıvadı.
15 yıl yaptın, 75 yıl bozduk. Kusura bakma Ata’m.

Artık, hitap edilecek bir gençlik de yok, hoşçakal Ata’m.

Cumartesi, Kasım 08, 2014

Yeni Soğuk Savaş Geliyor



Bunu ben söylemiyorum, Glasnost mimarı Gorbaçov söylüyor.
“Sovyetler Birliği’nin eski lideri Mihail Gorbaçov, Berlin Duvarı’nın yıkılmasının 25’inci yıl dönümünde Batılı ülkeler ile Rusya arasında güven ortamının çöktüğünü belirterek, ‘Dünya yeni bir soğuk savaşın eşiğinde’ dedi.”
Yine de, durumu eksik tanımladığını söyleyebiliriz:
Bir: Eski SSCB’yi çökertmek, sanıldığının tersine, ABD’de de kalıcı hasarlar oluşturdu.
İki: Çiftkutuplu Dünya yerine, tekkutuplu Dünya’nın daha kötü olduğunu deneyimle gördük. ABD ise, tekkutup olarak çiftkutubun da ödeyeceği bedeli duble ödedi.
Üç: Reel sosyalizm gerçek anlamda bitmedi. Öyle olsaydı, 25 yıl sonar Doğu Avrupa’da eski komünist partilerin devamı / mirasçısı olan partiler % 20 oy alamazdı.
Dört: ABD olsun, AB olsun, yeni Rusya’ya çok acımasız davrandı. Putin bunun intikamını alma hakkına sahip duruma geldi ve 2024’e kadar başta.
Beş: Dolayısıyla, bu yeni ve müstakbel Soğuş Savaş ,eskisinden daha yıkıcı olabilir: gorbaçov’un gözden kaçırdığı en önemli nokta bu.
Gorbaçov’un gözden kaçmış geçerli tespitleri de var:
"Ben Almanya’nın tarafsız kalmasından yanaydım. Başkan Bush karşıydı. Bana, ‘Almanlardan korkuyor musunuz?’ diye sordu. Bush, Almanya’nın NATO’ya dahil edilmesini istiyordu. Bu şekilde Almanya’yı kontrol edebileceklerdi. Ben de ona şunu söyledim: Öyle anlaşılıyor ki Almanya’dan korkan sizsiniz."
Daha doğrudan ifade: Hitler Almanya’sı her ne idiyse, Adenauer Almanya’sı da oydu, Merkel Almanya’sı da o. 2 dünya savaşında yenilip hala ayakta kalmayı, ABD bile beceremezdi ama Almanya becerdi.
Hitler ve Stalin, kısa da olsa anlaşmışlardı. Merkel ve sonrası Putin ile anlaşırlarsa, Dünya asıl o zaman yanar ve (yeni Soğuk Savaş ile) donar.

Kıssadan hisse: Böylelikle tarihin tekerrürlerini bir kez daha ve yine farklı örüntülerde izlemiş olduk.

Cuma, Kasım 07, 2014

‘Holy Motors’ İçin Facebook Monologları



1.
İlk 10 dakika için:
Gösterip veremiyor.
Filmin konusu ayyuka çıktığı için, konusunu filmi seyretmeden biliyordum.
Ön şerh: ‘Pola X’i seyrettiğimde, bunun Carax için sapa, ayaz ama bir daha denemeyeceği bir yol-su olduğunu düşünmüştüm, şimdilik haklı çıktım. Zaten oldukça seyrek film çekiyor. Ayrıca artık, yaşlı ve yaratıcılığı eksilmiş biri.
Ara şerh: Juliette Binoche ile çalıştığı 2 filmin, onu zirveye çıkardığı ama aynı zamanda onu bitirdiği örnekler olduğunu hissettim hep. Öyle de görünüyor hala. Denis Lavant ise ayrı bir konu: Pekala aralarında eşcinsel-platonik bir bağdan söz edilebilir ama (Klaus Kinski – Werner Herzog arasındaki gibi) yaratıcı bir bağdan hayır.
Hele hele, ‘Cennet Sineması’ türünden bir jenerik / girizgah yapması, filmi kompelat ofsayta düşürmüş baştan.
Ancak konu muazzam: Sinema, en genç sanat adayı iken, kendisi hakkında düşünebilen, hissedebilen ve oto-kritik film / eser yapabilen en güçlü sanat dalı oldu. 30 yıldır hala da öyle.
+
2.
İlk 25 dakika:
9 randevunun ilk 2’si hiç yaratıcı değildi. Özellikle de birinci olan, dilenci kadın bölümü berbattı.
Sanal aksiyon ön planı, 2000’lerin dünyasına 1980’lerin Carax’sının bakış açısı gibi olmuş.
Deri  giysi yerine, tayt olmalıymış. Bu da, 1960’lar gibi olmuş.
Sanal sevişme planı, bana nedense Binoche’u anımsattı.
Sevişme aksiyonu ise, kamasutra ötesi bir zorlama içermiş. Yine de hatunu takdir etmek gerek, cimnastik ötesi idi.
Carax, 2. planı yapmadan önce, ‘digital alien hentai’ seyretmeliymiş. İnternette bol miktarda var.
+
3.
3. plan:
Carax, kastı aşan taammüd yapmış: Arbus’a yaptığının kendisine yapılmasını hazmedebileceğini hiç mi hiç sanmıyorum. Sanatı için yaşamını silen birine bu yapılmamalıydı bence.
+
4. Ara Nağme: Kültürel Semantik + Kültürel Sözlük: Sinema
Genelde sözlüklerin tarihi vardır ama bu yazılmaz nedense. Nicel olarak kaç sözcüğün, sözlüğün farklı basımlarına girip çıktığı listelenir ama aynı sözcüğün değişen / kayan anlamlarının listesi ve çaıklaması pek yapılmaz. Bu bir.
Herhangi bir yeranda, diyelim İstanbul 2014 Kasım 5’te, diyelim ‘ezik’ sözcüğünün birden çok anlamı olabilr / vardır ama bunun haritalanması da yapılmaz ki bu kültürel ve altkültürel sözlük anlamına gelir. Bu iki.
Bir halıyı ele alalım: Halıyı oluşturan farklı renkteki liflerle onların oluşturduğu desenler / örüntüler birbirinden oludkça farklı şeylerdir ve kültürel semantik her ikisini de çalışır ama sonul görüngü olarak desenleri daha çok çalışır. Bu üç.
Bunu bir filmin eleştirisine bağlarsak: Sinema tarihinin tüm geçmişiyle ve o andaki momentiyle oluşturduğu renkli lifler, yönetmenin kendi film rertrospektifi içinde oluşturduğu renkli lifler, bunların sinema semantikleri açısından taşıdığı örüntüler birbirinden çok farklıdır. Eğer gerçek bir kültüroloji ile uğraşıyorsak, hepsini birden ama ayrı ayrı / tek tek çalışırız. Bu dört.
Bu durumda Leo Carax’nın ‘Holy Motors’unu, sinema hakkında düşünen bir film olarak eleştireceksek, bu filmi plan plan diğer film planlarıyla / episodlarıyla karşılaştırabiliriz, onu sinema tarihi içine yerleştirebiliriz, onu Carax filmleri spektrografisine yerleştirebiliriz ve artı en son da bunun (eğer mümkünse) gelecekbiliminin vektörlerini (örneğin sinema sanatında yapılmamışı yapmışsa, onların potansiyel kullanımlarını) tartışırız. Bu beş.
Bunu yaparken, filmimn % 90’u çöpe gidecektir, çünkü kültürel ürünlerin tamamına yakınının ancak % 1-5’i göstergesel olarak anlamlıdır, gerisi yineleme ve saçmalıktır. Bu altı.
İşte burada, bu filmin 3. Planında, Carax’nın Arbus’a yaptığı sanatçı-meslektaş ihanetini, kendisinin uğradığı ihanetlere karşı (özellikle de Binoche’un ona karşıki varsayımsal ihanetine karşı) dejenere bir duygusal tepki olarak yorumlayabiliriz. Bu yedi.
Dipnot: Buraya kadarki bölüm, filmin ilk 40 dakikasının bitimine dekki izlenimlerle yazıldı.
+
5.
41:08:
Çok çok ilginç: 1 filmin içinde 1 tablo anı = Caravaggio-Velasquez kırması bir ressam, sanal bir ressam gibi Carax. Jerek Darman’ın ‘Caravaggio’su ile, Peter Greenaway’in ‘Draughtsman’s Contract’ arası bir yerde durmuş oluyor Carax böylelikle de, kendisi şu ana dek hiçbir biçimde bu yönde bir imleç veya izlek koymadı ki.
Daha da ilginç: Kesinlikle öyle olmadığını bile bile, ‘Triton’daki çok güzel bir kızın, çok çok çirkin bir erkek ile ilişkisizliğin ilişkisi gibi bir durumu seçmesi gbii bir durumsuzluk aklıma geldi ki Carax, bu yönde de hiçbir imleç veya izlek koymadı. Tam tersine, romarntik aşk, aşk için ölüm falan gibi, oldukça geyik bir çizgide seyretti.
Şerh: ‘Pola X’te bir kadın-erkek çıkmazı imlemişti.
Yani Carax, sapa sularda yitmiş ve yalnızca duygusal kalediyoskop renkler ile oynamış. (Bunun epeyi seyirci için yeterli olacağını biliyorum ama değil.)
+
6.
4. plan başlangıcında, Trier’ın ‘5 Engel’i geldi aklıma. O film için, filmde oynayan oyuncu-yönetmenin, ‘bu film, film yapma hakkında bir belgesel’ deyişini ve Trier’ın hiç belgesel yapmadığını ama Werner Herzog’un Klaus Kinski deneyiminden sonra, epeyi bir belgesel sularına yelken açtığını anımsadım.
Ki bu, meta-sinemaya, meta-anlatıya ve hiper-tekste açılan kapılar demek oldu.
Ki Carax için bu konular, çook geeç oldu.
+
7.
50. dakika ve 5. plan çok sıkıcı idi.
Planların birbirine geçişlenmesi, bağlanması ve/ya koparılması çok ilgisiz olmakta.
Trier, buna ilginç bir özüm getirmişti: ‘Krallık’ta farklı çekimli planları kısa atlamalı biçimde üstüste bindirmişti.
Trier ve Carax’yı aynı söylem düzleminde irdelememizin temel nedeni, 1984 ertesindeki kısa bir AB sanat filmi yönetmeni genç ustalar kuşağında ikisinin de yer almasıydı. Trier, Holywood’da ‘Karanlıkta Dans’ saçmalığını geveledi. Holywood, Einstein’dan beridir tüm sanat filmi yönetmenlerinin yamyamı oldu ama onlar da kendi kendilerini gönüllü kurban ettiler nedense, sinemacı olamayan epik tiyatrocu Brecht dahil.
+
8.
Müzikal plan için, yine bir sanat filmi genç usta yönetmeni olmuş olan (ve sonra feci kubura düşen) Kusturica’ın Çingeneler Zamanı’sı ve bandoneon ustası Astor Piazzolla ve hatta onun müziğinin kullanıldığı, vasat-altı bir yönetmen ama (koyunun bulunmadığı yerde keçi Abdurrahman Çelebi durumunda) modern dans filmlerinde bir ustaya yakın pozisyondaki Carlos Saura yapımı ‘Tango’ var.
Bu durumda Carax, kendinden önce çok daha iyilerinin yapıldığı örnekler arasında, berbat bir resmi geçit yapıyor gibi olmuş.
Vurgu: Carax, kesinlikle bir tür (janr) parodisi denememiş ama (deneyimsiz ve/ya belleksiz seyirciye) pekala öyle de görünebilir.
+
9.
6. plan ve 60. dakika:
İşte ilginç bir moment:
Tam da Denis Lavant gerçek / kurmaca tipine / oyunculuğuna uygun bir altplan: (Spoiler) 1 erkek, kendine benzeyen diğer 1 erkeği öldürür ve maktul değil, katil ölmüş süsü /görüntüsü verir, sonra maktul canlanır, katili öldürür ve onun yerine geçer: Oyun içinde oyun, ölüm içinde ölüm, kurmaca içinde kurmaca, gerçek içinde gerçek, gerçek içinde kurmaca, kurmaca içinde gerçek. Sinema insanı böyle yapıyor işte, feleğini şaşırtıyor: Ancak bazı seyirciler, 1.000 film seyrinden sonra, bunu çoktan aştı ki Carax’nın bilmediği epeyi şeyden biri de bu. Örneğin, ‘1 Nolu Katil / Ichi’de maktul-katil önce ikilenir, sonra üçlendiği ima edilir. Keza, 1 Hong Kong senaryosunda, profesyonel suikastçı / katil, cinayetleri / suikastleri öyle bir mizansenler ki olay tümüyle kaza gibi görünür.
En önemli sinema derslerinden biri: Bir eleştirmen bir yönetmene diyor ki: Ünlü / başarılı bir yönetmen olduktan sonra da dahil, sürekli film izlemek gerekir, tersi durumda rakiplerin seni sollar ve sen hala orijinal bir şeyler yaptığını sanırsın.
Carax’ya sinema dersi 1:
Film, aksiyonun / davranışın /edimin güzelliği değildir, sinema görünmeyeni gösterir. Bu, önce yavaş ve hızlı çekimle oldu. Şimdilerde olay tekniği aştı. Film durguyu gösterir (‘300’deki kahin kızın dansı gibi). Ondan öteye geçince de, film var olmayanı gösterir, ister var olabilecek ve olacak olan olsun (Oshii’nin ‘Ghost in the Shell 1-2’de yaptığı gibi), ister asla var olamayacak olan olsun (Fassbinder’in ‘Berlin Alexandr Meydanı’nda yaptığı gibi).
+
10.
7. plan:
Eh, dönüp dolaşıp geliyoruz kürkçü dükkanına, yani sinemanın kürkçü dükkanı melodrama.
Eh, Carax yapa yapa, aynalarda ters olması gerekmeyen / ters olmaması gereken yansımalarda yaparak, illüzyon metaforuna sığınmış: Pek bayat, yavan, sığ, güdük, vd, vb.
Eh, tek bir odada geçen en az 10 İngiliz filmi, bunu çok çok daha iyi yaptı önceden: Hem de tüm film boyunca.
Carax, 30 yılda şuna karar verememiş: Sahte mi, gerçek mi; yanılsama mı, gerçek mi; kurmaca mı, gerçek mi?
Peki Kafka, ‘ya, ya da’ diyen Kierkegaard’a ne demiş?:
‘Seçim yoktur.’
Not: 7. Plan en uzun plandı sanırım.
+
 11.
Bir ara nağme daha:
Sinema, modern dans ve tiyatronun ortak çoklamları şudur:
Yabancılaşarak özdeşleşme ile özdeşleşerek yabancılaşmanın çapraz medyası.
Bunu da çapraz medya zaten kendiliğinden ve içkin olarak çözer, tüm formlarıyla değil zaten; bu çoklamları da sözü geçen 3 sanat dalının tüm altdalları ciddiye / kaale almıyor zaten.
(Teşekkür: Kastı ve attığı taşla vurduğu kuş aynı olmasa da, bu bölümü bana yazdırdığı için, Carax’ya teşekkür ederim. Sonuçta, Oshii de atmadığı taşla epeyi kuş vurdu, yani en taptığım filmlerin yönetmeni olarak.
+
 12.
Kyle Monugue’nun Jean Seberg’e bu kadar benze(til)diğini hiç ayırsamamıştım. Dolayısıyla bu filmin en azından bu bölümü, ‘Serseri Aşıklar’a ‘hommage’ olarak gidiyor.
Ek bilgi: O filmin kadın oyuncusu Seberg intihar etti ve öldü ama erkek oyuncusu Jean-Paul Belmondo 70’inde çocuk yaptı, şu an 80’inin geçti hala sağ.
İşte bu, yaşamın kurmacayı geçmesidir.
+
13.
8. plan müzikal melodramdı. Sıkıcıydı, hem de çok.
Yeşilçam da, 50 yıl sonra yeniden seyircilerin ‘aman bir ağladık bir ağladık, çok güzel filmdi’diye sosyal medyada beğenilerini sundukları filmeler geri döndü. Armut dibine düşüyor sonuçta. Düşmeyenlere de ‘avangard’ deniyor ve avangard olmayan film, film olamıyor hala.
+
14.
9. ve son randevu:
Film icat olmadan önce de insanlar, gerçek sayılan yaşamlarını, yani standart biyografilerini, bir piyesle ilkokul müsameresi arası bir beceride oynuyorlardı. Sinemanın 100. yılından sonra da hala aynı durumdalar: Avangard yaşamlara, yani astandart nekrografilere ‘marjinal’ diyoruz. Carax marjinal bir yaşamı hiç denedi mi bilmiyorum ama avangard yönetmen olmayı epeyi kez denedi ama hep ıskaladı / ıskalamış gibi.
Son nokta:
1 filmi hala 200 kişi ile yapabilirsin veya artık 1 kişi ile de yapabilirsin. 200 kişi ile yaparsan, bu filmde olduğu ve gülün adının konduğu gibi, ‘Holy Motor’ olursun; 1 kişi ile yaparsan, Otomo ve ‘Akira’ olursun. Carax, 200 kişinin içinde debelenip debelenip boğulup gitmiş çoktan.
Film notu: 4,45 / 10. Kanaat notumu, sınıfı geçmesi için kullanmıyorum.
+
15.
Öznellik notları:
Bu film, son 40 yılımdaki 20 sevgilim ve (çoğuna bir zamanların tuhaf davranışı olacak bir biçimde, yüzlerce (toplamda 3 bin) sayfa mektup yazdığım, (bir türlü dostum olamamış ve hiçbir geriye kalmamış) 20 kadın arkadaşıma yönelik vicdan muhasebemi hızlandırdı ve sonuca çok yaklaştırdı: En azından, kendime karşı adil ve kadirşinas olmaya karar verdim ama bu ‘önce can, sonra canan’ durumu değil.
Bir potansiyel-şizofren olarak, bu filmin tartıştığı, zaman içinde ileri geri gidip gelmeyi eyleyebiliyorum: 40 yaşımda 70 idim, 55 yaşımda 35’im. Sinemanın bunu ıskalaması çok tuhaf, çünkü ben bazı yaşamcıl kopyaları filmlerden çektim, yani epeyi şeyi yaşamayı ve yaşamamayı filmlerden ve yönetmenlerden öğrendim.
Bir gelecekbilimci olarak, olmuş olan ile olmamış ama olabilirdi olan içinde, olabilirdi olanı, olmuş olandan daha somut, daha gerçek, daha edimsel, daha eylemsel (aksionsal da aynı zamanda) olarak yaşadım ve yaşattım da. O nedenle bir adım da, ‘başkalarının aşklarını yaşayan adam’ oldu: Sinemasal yönetmenlik de, tam da budur bence.
+
 16.
Çıkış:
Uzun süredir, 1 film hakkında 10 A5 sayfası metin yazmamıştım ama Carax 1987’den beridir, benim için her zaman iyi bir yönetmen adayı oldu ve daha da önemlisi, onun sinemasal geleceğini hep merak ettim: Yani Carax, hakkında yazılmayı hala hak ediyor.
Carax gibi, Trier gibi, sinemanın 1995-2015 arasında yaşadığı  metamorfozda, Altın Kamera alan dahi / başusta adayı genç ve parlak bir yönetmen iken, savrulup gidenlerin öyküsü (örneğin bir zamanlar aynı yoldaki (sanat filmi yönetmeni olacağısı), ‘Fatih Pelle’yi yapan Bille August’ünki gibi), eh yanıt belli: Seçim yoktur (burada sanat filmi ile janr filmi arasında) ya da toplama kampı genelde bir seçim değildir, ‘Ceza Sömürgesi’ni yazmış olsan bile.
Klip gibi, reklam gibi bayağı / banal popüler kültür ürünleri türleri sanatlaşırken, sanat filmi gibi türlerin bayağılaşması / banalleşmesi, tarihin ve kültürün feci bir ironisi bence. (Burada şu an, Carax’ın reklam veya klip çekip çekmediğini bilmiyorum ama epeyi sanat filmi yönetmeni eski gencin (Spike Lee gibi) reklam çektiğini ve (‘Hire’ parçasında olduğu gibi) bunu sanat yaptığını biliyorum.)
Carax’nın az film çekmesini takdirle karşıladım hep ama bunun onu epeyi hamlattığını da gördüm. Sanırım, henüz dinlendikçe tortuları dibe çökecek denli olgunlaşmamış.
Bir kez daha, filmi seyreden ve seyretmene (özellikle de SİYAD tipi) alaturka eleştirmenlerin sinemadan, sanattan, yaşamdan, tarihten, kendisinden bihaberliğini, bir varlık nedeni (‘raison d’etre’) olmayışını eğlenerek izliyorum.
Bir kez daha, Nuri Bilge Ceylan gibi, Derviş Zaim gibi, sinemadan, sanattan, yaşamdan, tarihten, kendisinden bihaberliğini, bir varlık nedeni (‘raison d’etre’) olmayan birilerinin, habire ödüllendirilmesin de eğlenerek izliyorum. Sonuçta Batı, Doğu’nun sanatta kendine rakip olmasını, kötü Doğu örneklerini ödüllendirerek engelliyor ki bunu önce Latin Amerikalı yazarlara Nobel ödülü vererek 1960’larda yapmıştı: Eh, bir yöntem 50 yıl işe yarıyorsa, eyvallah ama bu dejenereleştirme süreci, zaten üçkağıdın (kültürel bürokrasinin) bilinen bir ‘trick’idir.

Bir kez daha, sayıları giderek azalsa da, seyredecek ve hakkında yazacak bir film bulabilmenin (beyinsel) orgazmik hazzını yaşıyorum. Bu filmi seyretmeden ve hakkında yazmadan önce, film hakkında yazma konusunda 10 noktada falan tıkanmıştım, şu an ise 20 noktada falan açılmış / aşmış durumdayım.

Perşembe, Kasım 06, 2014

Açık Oturumlar, Kapalı Laflar



30 küsur yıldır televizyon izlemiyordum. Sonra, Eylül 2014’te 300 küsur Türkçe kanallı. uydu bağlantılı. televizyonlu bir mekanda konuk oyuncu oldum. Böylelikle Ekim 2014, yeniden tv seyretmeye başladığım bir zaman oldu.
Televizyonda en çok klipleri ve haber programlarını severim. Popüler kültür örnekleri olarak, günümüz tarihsel momentlerinin, benim doğrudan gözleyemediğim bölümlerinden, bana kalediyoskopik manzaralar ve kubur kokuları sunarlar.
Malumunuz, haber kanallarında birçok açık oturum türü şeyler yapılıyor. Genelde buralarda, halının altına külün süpürüldüğü, imalarla ve kaş göz işaretleriyle bir şeylerin ifade edildiği durumlar olur. (Aslına bakılırsa o da, popüler kültür açısından irdelenebilir ama onu burada es geçeceğiz.)
Ancak, son 1 haftadır böyle değil. Çenem düştü. Herkes (belki 50 kalburüstü sayılan kişi) eteğindekini döktü ki ben bunu 50 küsur yıllık yaşamımda hiç görmemiştim.
Gelelim bu açık oturumların açıksözlerine:
Bir: Kürtler bölünmüştür.
İki: PKK, Kürtler’in tek temsilcisi değildir.
Üç: PKK, fırsatçılık (oportünizm) yapıyor.
Dört: PKK de, AKP de, kıtır atıyor.
Beş: Artı AKP, ne yapacağını bilmiyor gibi bir momentte. Hatta AKP, oportünizm bile yapamıyor gibi.
Altı: Her zamandan savaştan ve çözümsüzlükten kar sağlıyanlar vardır. (Yorum: Bu, saçma veya acımasız bir şey değildir. Sonuçta, kitle de oy verirken kar için veriyor, yani oyu satılık.)
Yedi: Olay giderek çığırından çıkıyor veya çoktan çıktı bile.
Sekiz: Herkes birbirine silah çekti.
Dokuz: Sivil terörü var ve bu denetlenemiyor, hesaplanamıyor ve engellenemiyor, özellikle de PKK’nin / HDP’nin Kürt gençlerini engelleyememesi özelindeki gibi. Şerh: Sivil terörü, 1980 öncesinde devletin kendi eğittiği Ülkücüler’i kullanması gibi değil, bunlar durumdan vazife çıkardı ve öldürmeyi bile bilmiyor, böylelikle ortaya çıkan, biraz da IŞİD’inki gibi, saçma  sapan bir vahşet oluyor.
On: TBMM’deki tüm partiler uç sağa savruldu. Daha da berbatı, TC’liler faşizmi bile beceremedi, MHP’nin son durumu gibi.
Ara nağme: Burada söylenmeyen ve/ya görülemeyen 2 nokta var: Bir: Kötüler, iyilerden her zaman daha iyi kazanıcı olmuştur. İki: Kötüler, pasif iyilere karından nema dağıtır ki böylelikle PKK ve/ya AKP bol yandaş bulur.
Gelelim bu oturumların göremediklerine:
Bir: Büyük panorama: ABD ve AB, şu an ne yapacağını bilmiyor ki bu kimi itiraf bile edildi.
İki: ABD ve AB, Ortadoğu’da (petrol kaynaklı) şu anda kar sağlamaktan öteye geçtiler, çünkü örneğin ABD, oradan alacağı 4 trilyon doları şimdiden (son 23 yılda) harcadı bile. Yani olay, çıkar savaşı yerine, inat savaşı olmuş gibi.
Üç: Büyük devletler, tarihi her zaman yönetemez, yönetemedi de. Öyle olsaydı, tek 1 devlet 1 milenyum sürerdi.
Dört: Şu an tarihin, çok sayıda küçük devletler ve daha da önemlisi devletsizlik, ‘no man’s land’, sınırların tanınmadığı durumlar, sınırların fiilen geçersiz olduğu durumlar,  (oylama ile de dahil) parçalanma, vd, vb olan bir dönemindeyiz.
İkisini birleştirirsek:
Bir: Neo-entellektüel (eğer o açık oturumda kapalı laflar edenler öyel ise), bu durumda bir taraf değildir. Aslına bakılırsa entellektüel, kitle ve iktidar seçkini arasında bir taraf tutmak zorunda değildir; daha da aslına bakılırsa, zerrece aklı varsa, taraf tutmaz; sonuçta, kazanan taraf entellektüeli satar, kaybeden taraf kabahati entellektüelde bulur. Burada omo beyazı, tekne kazıntısı, ajanımsı, akil adam gazeteciler, en az 20 örnekte görüldüğü üzere, ne düşünce üretebilir, ne kendini beğendirebilir, ne de kalıcı maddi / manevi kazanç elde edebilir, kuburun dibini boylar kısacası. Burada komik olan, o kuburluk entelejensiyanın kendini satmakta ısrar etmesidir. Zaten, o açık oturumlarda o kapalı lafları edenler de, bu entelejensiyadır.
Üç: ‘Balkanlar + Ortadoğu + Kafkasya’ toplamı / panoraması, bir eski Osmanlı bölgesi olsa da, yeni durumlarıyla, 1 milyar kişilik kan davası savaş tipinin (başlatıcısı değil) sürdürücüsü oldu ve bunun Osmanlı ile gilisi yok. Unutmayın: PKK ve Afganistan sorunu, 35 yıldır var. Evet, bunu neo-globalist neo-liberalizm 1980’lerin başında yarattı ama son tarihsel / politik  moment, onu tümüyle aştı, çünkü o gücünü / iktidarını yitirdi, özellikle de 2007 Global Krizi’nden sonra.
Dört: Böylelikle, tanımlanan yeni kaos dönemi, yeni bir durum / bir olgu değil: Hem Osmanlı’da yerel (Fetret Devri), hem de Orta Çağ olarak (özellikle dünya çapında veba salgını ile) global olarak daha önceleri de kezlerce yaşandı. Yani biz, onlara bakarak ders çıkarabiliriz, yani tarih-fütüroloji sentezini deneyebiliriz ki bu sentez-praksis arası bir şey olacaktır, bir ilk olacaktır aynı zamanda, tabii olabilirse.
Beş: Bir anti-marksist olarak belirtiyorum: Ne marksizm, ne de reel sosyalizm, nihai olarak yenilmiş falan değil. Geri geldiler bile, farklı ve değişmiş olsalar da.
Altı:  2029 simgesel tarihinde olacağı gibi, yeni bir kriz / devrim gelmekte, bu başarısız bir devrim olacak, bu devrimin sola, aydınlara, ideolojiye gereksinimi yok (ideolojisiz devrim olur, denmiyor, bu devrim ideolojisiz olarak denenecek, deniyor).
Yedi: Kaçacak yer kalmadı: İçerisi tımarhane, dışarısı toplama kampı (Sana Gül Bahçesi Vaad Etmedim).
Sekiz: ABD ve AB de bitti, Çin’in eli kulağında ki Çin giderken canımıza okuyacak ve çanımıza ot tıkayacak, Brezilya ve Hindistan’a 20-25 yıl daha var.
Dokuz: Daha beter oluruz inşallah: 1960’ların özgürlükçülüğünü, 3. Dünya’nın 2. Sanayileşme’sini, UNESCO’yu kaldırıp atarsak, böyle olur işte.
On: Tabii ki rönesans gelecek, biz getireceğiz: Çook sonra.
Sonuç:
Güzel yalan yerine, çirkin gerçek; kapalı laf yerine, açıksöz;  entelejensiya yerine, neo-entelelkütel, bedelsiz hak yerine, sorumluluğa sahip kitle; cıvımış iktidar seçkinleri yerine, azıcık sağduyulu iktidar seçkinleri...
Gerçeğin çölüne hoşgeldiniz.

Daha asıl sorunlar başlamadı insan oğlu ve kızı, bunlar çok eski ve kırık plakların çatlak nağmeleri yalnızca...

Çarşamba, Kasım 05, 2014

Yalnız Kurt ve Canlı Bomba



Eskiden canlı bomba vardı. Şimdi yalnız kurt var.
Birincinin şimdi ve burada kitel üzerindeki medya geştaltı etkisi daha ve en yüksek çizgide: ‘That is the question.’
Canlı bombayı, pek ünlü olmayan (eski Seylanlı) Sri Lankalı teröristler icat etti ama Filistinliler, kavramı onlardan apartıp, global çapta ünlü yaptılar.
Eh, Unabomber bir bakıma (nerede patlatacağı belli olmayan) bir canlı bombaydı, şimdi de yeni kuşak yalnız kurtlar kavramı ondan apartıp, daha bir ünlü oluyorlar.
Bu bir.
Canlı bomba tümüyle, yalnız kurt da % 50’den çok, eyleme giderken ölümü üstlenir.
Bu iki.
Yöntemler değişirken, işlev denli, işlevsizlik de önemli kalır. Tamam, bir bomba patlatma yöntemi er veya geç deşifre edilir ve artık önlenebilir olur ama sen kalkıp da, her bombayı aynı biçimde çift fitilli yaparsan da, bu senin alameti farikan olur ve tanınırsın ve sanki asıl işlev(sizlik) bu olur gibi.
Bu üç.
Koşut biçimde, 1970’lerde uçak kaçırınca, bu medya geştaltı yaratıyorsa ve 2010’larda yaratmıyorsa, yöntemi değiştirirsin ama her 2 durumda da sonuca giden yol, iyi bir pazarlıkçıdan geçer sonuçta. Yani, ekip çalışması ve görünen terörist önemlidir denli, görünmeyen terörist önemlidir de, yoksa konudan yanlış dersler çıkarırsın.
Bu dört.
Atlayarak gidelim: Konunun son çıkışındaki, ya davadan vazgeçmek, ya da düşmanınla özdeşleşmek açmazı, tüm asilerin başına gelebilir, bilindiği kadarıyla geliyor da. Yani, terörizm bir tao değildir, çünkü Konfüçyüs veya onun koşutu  tarzı bir tao olamaz.

Bu da beş.

Pazar, Kasım 02, 2014

'Hemingway & Gellhorn' İçin Facebook Monologları


Önbilgi: Metinleri ben yazdım.
+
1.
Çok mavra bir film. Hemingway'in kara mizahı yapılmış ama hiç belli edilmemiş. Clive Owen ve Nicole Kidman döktürüyor. Daha da önemlisi, arada teklemişler ama o da görünmekte. Monica Belluci'den sonra, bu ikisinin de birlikte çok iyi 1 porno çevirebileceğini ve bunun da yönetmeninin muhakkak Trier olması gerektiğini düşündüm. İspanya İç Savaşı’nı, muhabirler, yazar ve fotocu olarak, seyrediyorlar, eh arada 1-2'si mevta oluyor. Stalin Troçkistler'i temizl(et)iyor, Troçkistler Stalinistler'i temizliyor (bakınız Ken Loach), sonra da onlardan biri Troçki'yi temizliyor (bu, bu filmde yok). Dedim ya, tam mavra: Aşk, seks, fuhuş, içki, ihanet, gırla. Senaryoda ara bir yol izlenmiş, bunu daha önceki filmleri izleyip de mi yaptılar merak ettim. Tam bir HBO yapımı. Adamın karaciğerine karaciğerine çalışıyor.
+
2.
En yi pornoyu, Fassbinder'in çekeceğini düşünmüşümdür hep, Tarkovski bunu kıvıramazdı.
+
3.
Trier’in filmi olan 'Karanlıkta Dans'taki Björk oyunculuğunun, yüzünün tam da benzediği bir porno oyuncusunu anımsattığını yazdığım bir metin (‘Karanlıkta Ma’), taa yıllar önce, solcu bir dergide yayınlanmıştı da infial olmuştu.
+
4.
Porno çekmenin imkansız olduğunu düşünen biriyim ama bu yıl bir kadın bir filmde gerçekten sevişti. Ben hep bir pornoda her ikisinin de gerçekten sevişmesi gerektiğini savunmuşumdur. Bu metinler de yayınlanmıştır. Hanımlar, beni sapık sanmasın. Sapığımdır ama bu konuda değil en azından.
+
5.
Hemingway dizisinin, 58. ve 77. dakikalarında makinistlik parça var. Hanımlar orayı atlayabilir. Erkeklere birincisini özellikle öneririm. Nicole Abla'mda sıkı cesaret varmış veya Monica Belluci'nin 'Shoot Them Up'daki performansına özenmiş, yine Clive Abi ileki.
+

Ek bilgi: Kidman, Trier’ın bir filminde (Dogville) oynadı ve o filmde bir tecavüz sahnesi vardı. ‘Hemingway & Gellhorn’un 58. Dakikasındaki sevişme sahnesinin başı da, daha çok tecavüzü andırıyordu. Ayrıca Trier, bir erkek eşcinsel pornosu da çekmiş durumda. Kendisinin, Musevi babasının gerçek babası olmadığını öğrenince, mazlum rolünden mazlum-zalim kırması bir role geçen, karısının katolikliğinin ve eski İngiltere başbakanı Blair gibi, onun zoruyla katolikliğe geçmesinin, onu kırma-platonik bir gavatlığa sürüklediği türden, epeyi yamuk bir duygusallığı olduğunu hissediyorum ki bu değişik bir Dan sentimental faşizmidir ki bu da doğrudan Fassbinder’e gönderme taşır. Ancak; Trier’in yüzü feci fazla Brecht’e benzer (bir ara kendisinin onun oğlu olması gerektiğini bile hissetmişimdir, alaturka sentimental faşizm bakış açısıyla) ve Fassbinder de tüm giyimiyle (deri palto falan gibi), dandik bir Brecht taklidi gibidir ama Brecht de tüm yaşamını bir şeyleri taklit ederek / intihalleyerek geçirmiş gibidir. Tüm bu toplam panoramayı, sentimental faşizmin birkaç ülkedeki topolojik popüler kültür yoğrulmaları olarak yorumlayabiliriz. İspanya İç Savaşı ile ilgili tüm kurmaca sanat ürünleri de, bu sentimental faşizmlerin farklı kalediyoskopik yüzleridir yalnızca kanımızca (bu film, Koestler’in ‘İspanya Güncesi’, Ken Loach’un ‘Ülke ve Özgürlük’ü, vd).