Çarşamba, Ocak 29, 2020

Felaket Yönetimi: Tümel Arayışı: Elazığ Depremi, Corona Virüsü, Bryant Helikopteri


Daha 1840’tan ve Verhulst’tan beridir, felaketler hakkında bilinen genel bir şey var:
Felaketleri yaratan nedenler kendini de yok ederek, felaketi durdurabilir.
Bu, Malthus teorisine karşı bir tez. Verhulst, nüfus artışını yaratan etkenlerin bir noktadan sonra, kendilerini azaltacağını veya sıfırlayacağını matematik bir denklemle göstermiş.
Orman yangını da, belli koşullarda kendini söndürebilir, yani boğabilir.
Felaket için genel bir kural daha var.
O ya da bu felaket önlenebilir, durdurabilir veya tedavi edilebilir ama felaketler hep vardır.
Bu durumda, enerjinizin bir bölümünü müstakbel ve olası felaketler için ayırmanız gerekir. Ama bu hiç yapılmaz, yapılmıyor, yapılmayacak.
Adapazarı, 2 depreden sonra bile aynı yere, fay çatlağına ve dere yatağına yeniden inşa edildi, Şimdi yeni depremi bekliyorlar.
Depremler önlenemez.
Yalnızca depremlere hazır olunabilir.
Türkiye depremlere hiç hazır olmuyor, çünkü uğraşmıyor.
Virüssel salgınlar önlenebilir, durdurabilir, tedavi edilebilir. Corona için de öyleydi.
WHO belki 40 yıldır global salgında global nüfusun en çok % 5’inin öleceğini hesaplamış. Bu, Avrupa vebası için üçte bir, bazı Amerika yerlileri bölgeleri içinse, % 95-99 olmuş. Karşılaştır-karşıtlaştır. Ders al. Uygula.
Salgın için karantina oluşturulabilir. Bu, suç değildir ama oradakilerin çoğu yine ölür.
Salgına yakalanmış hastası çok olan bir köy, yalıtılıp yakılabilir. Herkes ölür ve bu suç olur.
Bedeker ise daha da aşırıya gitmiş: Sağlam bölgedekilerle, salgınlı bölgelerdekiler arasına tampon bölge yaratıp, oraya zekat keçisi bir seçilmiş insan kümesi yerleştirip, onları kurban etmek ve böylelikle salgını denetlemek. Bu, World War Z’deki kurmaca bir örnek ve hiç denenmemiş ama bu gidişle her yerde yapılmak zorunda kalınacak.
Bunun için geçmişe bakabiliriz:
Avrupa vebası Çin’den başladı. Yıllar boyunca, İpek Yolu ticaret rotaları boyunca atlaya sıçraya yayıldı. Avrupa’ya vardı ve orayı 3-5 dalgada vurdu.
Karantina başlatıldı.
Hastası çok olan yerler yok edilebilir ama günümüz global koşullarında bu imkansız gibi.
Günümüz koşullarında, tampon bölge de yok gibi. Onun yerine, virüsün durak ve uyku noktaları var.
Salgının matematiği genelde şudur: Birinci dalga hastalıkta N hasta için X süre gerekirken, bu süre her dalgada daha da kısalır, sonunda çığ etkisi oluşur, salgın patlar.
Günümüz koşullarında bu, bildiğimiz grip için böyle. Bundan 40 yıl önce insanlar yılda pek pek 1 kez grip olurken, İngiltere’de şu an insanlar her ay grip olur olmuşlar. N kişilik bir hanede her an biri grip demektir ve grip yok edilemez demektir.
Gribi de herkes ve sürekli olduğu için, kanıksama vardır ve salgını günümüz koşullarında, çığ etkili kılacak ve tetiği çekecek etken budur.
Helikopter kazası ise basitti. Olmayabilirdi. Bryant pilota ‘kalkma’ derdi, olur biterdi.
Görüldüğü gibi, felaketler tümeli için kabaca bir harita var ama epeyi yeri boş, noktalanmamış, verilenmemiş yani.
Nüfus 0-400 milyon, alan tüm globalite.
Şöyle ironik-kurmaca bir örnekle sözü bağlayalım:
Belki Bryant, Corona cirüslü idi ve düşerek, düştüğü bölgeye salgını taşıdı.
Yani:
Hiçbir felakette neden-sonuç ilintisi birebir yönetilemez.
Birden sonrasıysa istatistik ve Bedeker karar ağacı (kimlerin ölüme sürüleceğinin seçimi).
Unutmayalım:
21. Yüzyıl krizleri içinde, en çok ölüm yaratma olasılığı taşıyanı salgın. Sonra kıtlık ve savaş var. Enerji ve çevre çok geride oran olarak. Göçmenler ise, hem nüfus azalması, hem nüfus artışı yarattı.
Ve Dünya, var olan nüfusunun % 5’inin değil, % 40’ının yok olmasını gerektiren bir global-üstü açmaz içinde. Tersi durumda, % 50-100 nüfus birden yok olabilir. Evrim tarihindeki % 99-100’lük tür ve birey toplu yok oluşları, bunun böyle olabileceğini kanıtlıyor.
(29 Ocak 2020)

Felaket Yönetimi: Kobe Bryant Yargılanabilir mi?


Bryant ve yanındaki 9 kişi, bir helikopter kazasında, Ocak 2020’de yaşamını yitirdi.
Bryant’ın kendi helikopteriydi, pilot lisansı vardı ve aracı arada kendi kullanıyordu.
Olay günü yoğun sis vardı ve polis bölümü bölgedeki polis helikopterlerini yere çekmişti.
Şimdi bu durumda:
Bryant’ın hatası ve sorumluluğu ne kadar?
Ölenlerin yakınları, ölmüş Bryant’a maddi tazminat davası açabilirler mi?
Gerekli bilgiler:
Bir pilot olarak Bryant’ın o gördüğü koşullarda uçulamayacağını biliyor olması gerekir.
Pilot ve helikopter sahibi olarak, taşıdığı insanlardan sorumludur.
(29Ocak 2020)

Salı, Ocak 28, 2020

Toplama Kampı Psikolojisi: Türkiye 2020


Bukowski zamanında, bazı sivillerin barış zamanında savaş zamanındakinden daha kötü yaşadığını yazmış.
Biz bunu bir adım daha ileri götürdük:
Bazı siviller, barış zamanında toplama kampı koşullarında yaşıyorlar.
Liberalizm, Türkiye’yi 37 yılda bu noktaya getirdi.
Toplama kampındakiler, Frankl’ın tanıklığına ve yazdıklarına bakarsak, inkar kültünde değillermiş.
Türkiye 2020 ise inkar kültünde, en eğitimliler bile öyle.
Sorun, maddi uygarlık değil, manevi uygarlık. Sorun, aşırı bolluk ama kültürel kıtlık / çöllük.
Sorun, hümanist geçinenlerin, reel antihümanist faşizmi.
Eldeki kritik fenomen olan depremden sonraki durumlara bakarsak:
1956 Dinar depreminde Dünya’nın en yüksek dayanışmalarından biri gözlenmiş.
1999 depreminde talan gırla gitti ve analar kızlarını sattı.
2020 depreminde ise inkar kültü var: Durum yok sayılıyor.
Slaktivistlerin veya muhalif gazetelerin konuştuğu konularla ve kullandıkları bakış açılarıyla, depremin hiçbir ilgisi yok. Bir şeyleri ezberlemişler, her duruma onu sokuşturuyorlar.
Ekonomik kriz ve savaş var ama yıkımın nedeni bunlar değil.
İktidar da, muhalefet de inkar durumunda: Açmaz bu.
Kuntay’ın yazdığı kadarıyla, İstanbul 1915’te bile bu kadar inkar yoktu.
Ama Refik Halid’in kardeşi Baha Halid’den aktararak yazdığı kadarıyla, Bakırköy 1913 kolera salgınında öyleymiş. Durum yok sayılmış. Adam, kitabını İngilizce yazmış ve 100 küsur yıl sonra internette bile, ortada yok: O kadar uzun-süreğen bir inkar kültü olmuş bu.
Bu çözülmenin nedeni, ekonomik ikinci dilimin aşırı uzlaşırken, gerçeklikle bağını yitirmesi. Çünkü gerçekle azıcık bağı olsa, 20 yıl önce ya intihar etmesi, ya da aynada kendi yüzüne tükürmesi gerekirdi.
Asıl toplama kampındaki müslümanlaşma, burada ve şimdi değişik bir formda. Alaturka bir ayırtsızlık sözkonusu:
Her durumda ölüyoruz ama ölümü yok sayıyoruz.
(28 Ocak 2020)

HDP’nin Oto-Asimilasyonu


Oto-asimilasyon, Kürt yazar / şair Selim Temo’nun kullandığı bir kavram. Kürtler’in TC’nin emperyalist baskısı dışında, gönüllü olarak, onların kültürünü benimsemesini imliyor.
HDP çizgisi, çözüm dürecinden beridir oto-asimilasyonda.
Simge davranış, Ağustos 2014'te Demirtaş'ın Erdoğan'ı mecliste ayakta alkışlaması oldu.
Demirtaş içeri girdiği andan beridir, HDP gemisi karaya oturdu.
Ne değişebiliyor, ne kendini kapatabiliyor.
(26 + 28 Ocak 2020)

Kriz: 1929-2029: Karşılaştır-Karşıtlaştır


Kapsam:

0,5  / 2, 4  / 8 milyar kişi.

Öncüller, eşzamanlılıklar, ardıllar:

1929: 2 dünya savaşı arasındaydı. 1. Dünya Savaşı öncülü, 2. Dünya Savaşı ardılı oldu.

2029: 3. Dünya Savaşçıkları başlatılmıştı.

Ortak:

Borsa ekonomiyi batırdı.

Harcamalar üretimi çok aştı.

Borçlanma aşırıydı.

Farklı:

2. Sanayileşme başlamamıştı.

Sömürgeler vardı ve yoktu.

Globalizasyon yoktu ve vardı.

ABD global bir no değildi ve oldu / idi.

2. Dünya yoktu ve 2 kere vardı (Soğuk Savaş döneminde ve ardında).

Tetikleyen neden:

Her ikisinde de kaotik tetik var. Yani, krizin tam başlangıç zamanı tahmin edilemezdi.

(25 + 28 Ocak 2020)

Pazar, Ocak 26, 2020

Etienne de Labotie, Gönüllü Kulluk, İktidar, Tavuk, Kartal


Alıntı:
“Etienne de La Boétie - Gönüllü kulluk kitabında der ki eğer iki kuşak köleleştirilirse, bundan sonra gelen kuşak, özgürlüğü hiç görmeyip tanımadığından dolayı, pişmanlık duymadan hizmet eder ve ondan öncekilerin zorla yaptıklarını seve seve yerine getirir. Boyunduruk altında doğan insanlar, kulluk, kölelik içinde büyütülüp eğitilirler. Dolayısıyla bu insanlar, siyasal iktidarı yıkmaya yönelik herhangi bir eyleme kalkışamazlar. Böyle bir eylemin gerektirdiği özgür düşünceden, özgür iradeden yoksundurlar. Kurulu düzeni sevip benimsemekte ve sürdürdükleri yaşamın dışında başka yaşam biçimleri olduğunun ya da olabileceğinin bile farkına varamazlar. Oysa, boyunduruk altında doğup özgürlüğün gölgesini bile göremeyip köle olmak kadar kötü bir şey olamayacağı açıktır. Çünkü insanların, içinde bulundukları durumu doğal karşılayıp benimsememeleri için onlara belli değer ve davranış kalıpları, belli bir dünya görüşü aşılamak gerekir. Bu gönüllü kulluğun yok edilmesi yine, iktidarın elindedir.
Yani iktidarlar, isterse kartal, isterse tavuk yetiştirir.”
+
Bu bölümü bilmiyordum, kitabı yıllar önce okumuştum.
Hiçbir noktasına katılmadım.
Tarih köle isyanlarından gösteriyor ki öyle 2 kuşakla bu iş iktidarlar tarafından güvenceye alınamıyor.
Tavuklar düzene uyanlar, kartallar uymayanlar simgesinde.
İktidarların istediği zaman kartal yetiştiremediği, tek adamlar, liderler, diktatörler tarihinden belli.
Düzene ve zulüme karşı çıkmak, biraz öğrenilir, biraz da içten gelen bir şeydir.
Spartacus’e kimse isyanı öğretmedi.
Spartacus türleri de farklıdır.
Kimi bildiğimiz eylemcidir, kimi bildiğimiz De Labotie gibi kitap yazar.
De Labotie’nin haklı olduğu temel nokta, gramsci saptaması üzerinden, kitlenin iktidar seçkinleri ile genelde işbirliği yaptığıdır.
Gerisinde yanılmış.
(26 Ocak 2020)

Westworld 2020: Dizi:: Çapraz Medyasal Grafik Anlatı Novumu


Westworld aslen bir film.
Dizi yapıldı.
Çapraz medya oldu.
Dizinin 3. sezonunun fragmanı bu.
Epeyi dizinin başına geldiği gibi, Westworld de ana konseptin dışına çıktı artık. Çünkü, ana konsept, ancak 2 sezon yetti.
Ana konsept, robotların teknik arızayla bozulup, isyan edip, insanları öldürmesi üzerineydi. İyi ve kötü belliydi yani.
Üçüncü sezonda ise; robotların, siborgların ve insanların birarada yaşadığı bir Dünya var.
Üçüncü sezonun tanıtım fragmanında, Dünya tarihinin geleceği değişik bir grafikle simgelenmiş:
Dönen ve üzerinde dalgalanmlar olan bir çember.
Birdan çok gelecek tahmini var.
Sonuncusu, bir mutasyondan söz ediyor.
Mutasyonun ne olduğu henüz belli değil. Ancak mutasyon tanım gereği, hem iyi-kötü ayrımının, hem de insan-siborg-robot ayrımının muğlaklaşması demektir.
Bu ayrımsızlık, en yüksek genlikli değişim olarak simgelenmiş.
Bu dinamik-grafik anlatı, bir novumdur.
(26 Ocak 2020)

Fehim Taştekin: Berlin Dönemeci


Taştekin’in saptamaları ve bizim yorumlarımız:
“Avrupa liginde Fransızlar Paris’te, İtalyanlar Palermo’da şanslarını denedikten sonra Almanlar, Libya barışı için Berlin’de masa kurdu.”
Kısacası: Almanya Birleşik Devletleri ve/ya 4. Reich bu demek.
+
“Savaşan ve savaştıran taraflar, dün barış masasına savaş takımlarını bileyerek gitti. En kadim şeyin tekrarı!”
Pek öyle değil gibiydi ki sonuç da onu gösteriyor.
Tüm taraflar yorgun ve çözümün olmadığını biliyor.
+
“İhracattaki kaybın 800 bin varili bulduğu ve daha da artabileceği belirtiliyor.”
Hafter’in petrol kartını oynaması, doğrudan Rusya’nın işine yaradı, başka hiç kimsenin değil.
+
“BM yetkilileri de Türkiye’nin Suriye’den 2000 savaşçı taşıdığını teyit eden bilgileri basınla paylaştı.”
Bu konu, 1 haftadır hala açıklığa kavuşturulmadı.
Yani olay, Suriye’deki gibi, global medya gündemi dışına ve hasıraltına itiliyor gibi.
+
“Bu krizin artık bir de Doğu Akdeniz boyutu var.”
BM, Türkiye’nin bu konudaki başvurusunu hala görüşmedi ya da medya bunu yazmadı.
BM, etkisiz eleman yani.
Hep olduğu gibi yani.
+
“Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) masaya davet edilirken Katar’ın dışlanması bir eksiklikti… Tunus’a geç giden davet “Gelmeseniz de olur” diye algılandı ve alınganlık yarattı… Erdoğan, Yunanistan’ın davet edilmemesini bir zafer havasında ele aldı.”
Meali:
Almanya, değişik bir karışım denedi ve tutturdu.
+
“Sonuçta katılımla ilgili tartışmalar bir kenara, Almanlar bu bildiriyle bir fark yarattı. Bunun sahadaki başarısı çok sayıda iç ve dış faktöre bağlı. Libya’da vekâlet savaşı verenler kendilerini tutmazsa bu bildiri de Süheyrat Anlaşması gibi bir müsveddeye dönüşebilir. Sonuçta büyük çıkarlar var ve kimse silahlara veda etmek istemiyor.”
En son cümle önemli:
Büyük çıkarlarla silahlara veda etmeme çelişiyor artık.
Buna bir de, silah şirketlerinin üretimden kazandığının çok katını borsa şirketlerinin onların hisse senetlerinden kazanması durumu var.
Tüfenk icat oldu, mertlik bozuldu, değil; borsa icat oldu, tüfenk mertliği bile bozuldu.
(26 Ocak 2020)

Türkiye ve Libya


Türkiye’ye ABD yarım, Rusya çeyrek, Almanya çeyrek destek.
Almanya güç gösterisi yaptı ve başardı. AB konuya müdahil oldu.
Fransa oyunun dışında kalmamak için, Yunanistan tarafına geçti.
Erdoğan'ın hesapları bunlar değildi, muhtemelen kimsenin değildi.
Yunanistan, Fas, Ürdün, Arabistan ve Katar oyunun dışında.
Hafter petrol restiyle kendi sonunu getirmiş olabilir. Sonuçta, Rusya'ya yakın durarak, Abd'yi kendine düşman etti.
Sonuç, sıfıra sıfır, elde var sıfır.
Yeni oyuncularla oyunun yönü değişecek.
(25-26 Ocak 2020)

Kılıçdaroğlu: Türkiye'nin beş temel sorunu var


Alıntı:
"Eğitim, dış politika, ekonomi, toplumsal barış, demokrasi.
Bilimi geliştirmek ancak demokratik ortamlarda olur.
Adaleti devlette liyakatla sağlıyoruz.”
Eksikler, fazlalar, yanlışlar var.
Doğrusu:
Eğitim ve sağlık.
Savaş ve ekonomik kriz.
Bunlar birincil öncelikler.
Suriye’ye ve Irak’a asker gönderilmesine olumlu oy vermiş bir CHP başkanının demokrasi, toplumsal barış, demesi tuhaf kaçıyor.
Bilim Almanya Nazizmi’nde tavan yapmıştı. Yani bilimsel düzey ve demokrasi düzeyi arasında istatiksel ilinti yoktur. Tarih böyle sölüyor.
Kılıçdaroğlu son bir ayda, zaten sağda olan CHP’yi iyice sağa ve MSP çizgisine çekti.
Gele gele, 1974 Kıbrıs harekati sırasındaki CHP-MSP koalisyonundaki CHP düzeyine geri geldi.
Tekamül sıfır bile değil, eksi.
Eğitim ve sağlık nasıl düzeltilir; savaş ve ekonomik kriz nasıl önleri?, konusunda CHP’nin zerre fikri veya önerisi yok.
Önümüzdeki iktidar dönemi, bu CHP’nin.
Ancak bu CHP, Türkiye’yi AKP’den bile kötü yerlere götürebilir, özellikle de İmamoğlu ile.
(26 Ocak 2020)

Anekdot


Anne ve iki kızı kitapçı dükkanına girdi.
Kızlar takım Harry Potter, anne Gazzali'ni kitaplarını istedi.
Kürt ve başörtülü idiler.
Bu kültürel çelişkiler yumağının çözülmesi mümkün değil.
Nerede çokluk, orada mutluluk değil; nerede çokluk, orada b.kluk.
(12 + 26 Ocak 2020)

Militarist Emperyalist Türkiye


İki veri:
“KKTC’de 40.000 asker
Suriye’de 5.000 asker
Irak’ta 2.500 asker
Somali’de 2.000 asker
Afganistan’da 2.000 asker
Arnavutluk’ta 24 asker
Lübnan’da 100 asker
Katar’da 300 asker
Bosna-Hersek’te 250 asker
Kosova’da 400 asker
Azerbaycan’da 100 asker
Demokratik Kongo Cumhuriyetinde 17 asker”
+
“Euronews, 21 Kasım 2017,


Pew Araştırma Merkezi tarafından hazırlanan bir raporda 2016'da yurtdışında en fazla asker konuşlandıran ülke ABD'den sonra Türkiye oldu.
Araştırmada ABD, toplam askeri gücünün yüzde 14,9'unu yurtdışında çeşitli ülkelere konuşlandırdı. Türkiye'nin yurtdışındaki operasyonel asker gücü yüzde 13,2 gibi son yılların rekor seviyesine yükseldi.”
+
Saptamalar:
Tüm bu olaylar, Haziran 2015 birinci genel seçim yenilgisinden sonra böyle oldu.
Asıl tartışma ise, Ocak 2020’de Libya’ya asker göndermemiz üzerinden açıldı.
Sayılar ortada:
Militaristleşiyoruz, emperyalistleşiyoruz. Ancak, bunun başlaması gereken tarih, Haziran 2015 değil, PKK’nin iç savaş başlattığı Ağustos 1984 idi. Aslında 36 yıllık bir süreç bu yani. Ancak, son 4,5 yılı göze batıyor.
Ekler:
“Bunun yanısıra, epeyi ülkede de polis eğitimi var.
Artı, silah ihracatımız giderek artıyor.
Bunu münferit geçmişi de var. 1970’lerde eski hava kuvvetleri komutanımız, Kongo’da genelkurmay başkanı olmuştu.”
Suriye ve Irak özsavunma sayılıyor ama Libya sayılmıyor, saldırganlık sayılıyor.
Tüm bunlar için yapılan harcacamalar, insanların gereksiz sivil israflarının % 1’i gibi. Yani aslında, barış savaştan daha pahalı.
En önemlisi:
Tüm bunlar, Erdoğan kalabilsin diye yapılıyor, AKP bile değil, Erdoğan.
Erdoğan’ın hem MHP’limsi, hem MSP’limsi geçmişi, ona iki tarafa da kayma olanağı verdi.
Bu gidişat, sivil veya askeri tek adamlığa doğru ama bunu herkes Putin gibi usturuplu yapamıyor.
Yine de, Erdoğan’ın sonunu bu savaşlar değil, ABD veya Akar-Ağar-Fidan üçlüsü getirebilir ancak.
(26 Ocak 2020)




Çarşamba, Ocak 15, 2020

Almanya Bütçe Fazlası Verdi: Para Çok: Ne Yapmalı?


Almanya hep olduğu gibi, yine bütçe fazlası vermiş:
“Almanya’da federal hükümetin 2019 yılı bütçesinin 13 milyar 500 milyon euro ile rekor fazla vermesi, mali kaynakların nasıl harcanması gerektiğine ilişkin tartışmalara yol açtı.
Alman hükümet bütçesinin fazla çıkması ile, bütçe rezervlerindeki para 48 milyar euroya ulaştı. Almanya’da Maliye Bakanlığı’nın verdiği bilgilere göre, bu paranın 17 milyar 100 milyon avrosunun nasıl harcanacağı henüz planlanmadı.”
Evet.
Fazla paran var.
Ne yapacaksın?
Almanya’nın kalemleri:
Göçmenlerin entegrasyonu, altyapı yatırımları, çevre konuları.
Liberaller ile sosyal demokratların farkı:
“Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partili Ekonomi Bakanı Peter Altmaier, uzun süredir işletme vergisi oranlarının düşürülmesi…”
Para zenginlere gitsin yani.
Neden, kitle için eğitim ve sağlık ucuzlatması veya bedavalatması değil?
Verginin çoğunu onlar ödemiyor mu zaten?
Dünya’daki buna benzer başka örnekler de var:
İsviçre ve Norveç.
İsviçre’de devletin vatandaşlara karşılıksız maaş bağlaması mecliste reddedilmişti.
Norveç’te ise, devletin 1 trilyon dolar borcu varken, Kuzey Denizi petrolü / doğal gazı fonları ile oluşturulan ve (henüz doğmamışlara) geleceğe ayrılmış 1 trilyon dolarlık fon var ortada.
Türkiye’nin hali malum, sürekli büçe açığı yaşıyoruz 40 yıldır.
Onunla birlikte benzeri durumda, 1980-2020 arasının liberalizm malulü 10-15 ülke daha var.
2010-2020 arasında AB ve ABD, Dünya piyasalarına neredeyse 10 trilyon dolar akıttı ve şimdilerde onu geri çekiyorlar.
ABD; Dünya’nın en zengin ülkesi iken, adı geçen 3 ülkenin yaptığını yapmayıp, bütçe açığını sürekli arttırıp, bunu militarizme ayırıyor; yanısıra, ülkesinde 45 miyon aç var.
Bu 3 ülke ise, bu durumda.
Karşılaştır-karşıtlaştır.
Yani; Dünya’yı sömürsen bile, iflas edebilirsin; Dünya’yı sömürmesen bile, zengin olabilirsin.
Değişik bir ne yapmalı ve nasıl yapmalı sorusu yani.
(15 Ocak 2020)

İsveç, Danimarka ve Finlandiya 'Çalışanlarımızın maaşları azalır' diyerek AB asgari ücretine karşı çıktı


Asgari ücret, temel insan haklarının en önemli konularından biri.
Ücretin ve harcamanın tam kayıtlanabildiği son 1-2 yüzyıldır konu, hep tartışılıyor.
Örneğin, bügünkü Türkiye’deki 2.300 küsur liralık asgari ücretin yeterliliği ve yetersizliği konusu gibi.
Türkiye, bir 3. Dünya ülkesi, yani fakir bir ülke.
Evdeki 3 kişinin de çalıştığı veya maaş aldığı bir durumda 3 asgari ücret, o haneyi epeyi müreffeh kılar.
Yani soru şu.
Bir maaş, kaç kişiye bakmakla zorunlu?
1 mi, 5 mi?
2020’de 1 kişi, 1970’ti 5 idi ama.
Yani olay göreli.
Asgari ücretli biri evlenemeyebilir. Evlenmesin. Evlenmeyince, kimse ölmüyor.
Bunlar alaturka kriterler.
AB de, bu konuyu kendi kriterleri açısından irdelemiş.
+
“İsveç, Danimarka ve Finlandiya, kendi ülkelerindeki çalışanların maaşlarını azaltacağı ve işçilerin toplu pazarlık hakkını zayıflatacağı endişesiyle, Avrupa Birliği (AB) genelinde geçerli olacak bir asgari ücret sistemi oluşturulması planlarına karşı çıktı.”
Devlete bak, işçisini koruyor ve gözetiyor.
Bizdeki asgari ücret görüşmeleri sırasında, bakan işçilere aba altından sopa gösterir oysa.
Gelelim AB’ye:
AB, tüm ülkelerde standart harcama sağlayabiliyor mu ki bunu talep etmiş?
Bulgaristan’da asgari ücret 286 avro imiş. Lüksemburg’da ise 2.071 avro. İnsanlar bununla ölseler, isyan çıkarırlardı. Türkiye’de asgari ücretin yarısına çalışanlar, ülkelerindeki ailelerine para bile gönderiyorlarlar, bir zamanlar bizim Alamancılar’ın yaptığı gibi.
Not: Son 10 yılda, Vietnam’daki asgari ücret bile, 25 dolardan 100 dolara çıkmış. İşin bir de bu yönü var yani.
+
Çıkış:
Yani bu konunun standardı henüz yok.
(15 Ocak 2020)

Çöplerden semt analizi: Etiler-Bağcılar


Bir akademik çalışma.
Epeyi sosyolojik hata içeriyor ama konusunda ender bulunan bir örnek.
Bu çalışma aracılığıyla, Türkiye’nin 2000-2020 gündelik yaşam kültüroloji hakkında bazı değerlendirmeler ve irdelemeler yapalım istedik.
+
Önce bildiğimiz kuramsal girizgahlar:
Global toplumların son kültürel mod evresi hakkında çok fazla klişe var (akademik tez klişe bilgi demek zaten, onu geçiyoruz). Her zaman klişeler var olur ama buradaki, doğrunun aralarına girmesine izin vermeyen bir güruh portresinde olmuş bu kez.
Çalışmayı yönlendiren tez hocası olduğunu tahmin ettiğimiz hanım (Nurdoğan Rigel), konunun aslında gösteri toplumu kavramından başladığını belirtiyor.
Dakka bir, gol bir.
Gösteri toplumu imajı ele alır, oysa çöp bir ontostur / varlıktır. Zaten bu yaklaşımın getirdiği bilgi hataları, tüm video boyunca sürüyor.
“Ne tükettiğimiz, ne olduğumuz’dur gibi, abuk sabuk bir tez var örneğin.
Burada sorun, adı ne olursa olsun, gündelik yaşam kültürolojisinin hala akademik bir başlık olmamasında. Oysa Murdock, 50-60 yıl önce kültürü şematikleştirmiş. Bu başlıkların önemli bir bölümü gündelik yaşamla ilintili. En önemlisi ise, normal insanların yaşamlarının tamamına yakınını bu gündelik yaşamın belirliyorluğu. Yani başka bir deyişle, bugünkü kültürel aşamada bile, insanların gündelik yaşamlarının kültürolojisi, gösteri ile hiç mi hiç ilintili değil.
İkincisi, verileri okumada hatalılar. Etiler’de filtre kahve, Bağcılar’da neskafe paketi artıkları var ama kimse bunu alaturka kahvenin devreden çıkması ile yorumlayamamış. Bir de zengin semtteki filtre kahvenin birim içiminin, fakir semtteki neskafe üçü bir yerde içiminden daha ucuz olduğunu görememişler (ki zengin semtteki market fiyatlarının fakir semtteki dinci marketlerden daha ucuz olabildiği gerçeğini de bilmeleri ve göstermeleri gerekirdi). Bunun için, buldukları market fişlerine bakmaları yeterdi. Ama bu okuma için, 250 gramlık bir filtre kahve paketinden kaç fincan kahve çıkacağını bilmeleri ve hesaba katmaları gerekir. Yani çalışma, onlarca öncül veri olmadan anlamlı olamazdı, olamamış da zaten.
+
Sonrasında, bugünkü bit pazarlarında sürekli gördüğümüz biçimde, insanların ameliyat eldiveniyle çöpe, hurdaya, bit pazarına girmesi durumu var. Bu, son 5 yıllık bir trend. Daha önceleri bunu yapana gülerlerdi, yapmayanlar yapanlara hala gülüyor; o meslekteniz, oradan biliyoruz.
İşte bu:
Alandan birini, yani bir hurdacıyı danışman olarak yanlarına almalıydılar.
Görüntü olarak koydukları kişi, bir hurdacı olarak çok fazla temiz kıyafetli, figüran ya da kast gibi.
+
Artı, kendilerinden önce yapılmış çalışmaları görmemişler gibi. Bakmamışlar bile.
Kriton Curi, 40 yıl önce İstanbul çöplerini bilimsel olarak inceledi ve kitaplar ve makaleleler yazdı. Onlardan hiç bahis yok.
+
Gelelim içeriğe:
Bir görünüm bir şeyi temsil ediyordur.
Buna takmışlar.
Oysa, kültürel verilerin % 99’u anlamsızdır, tarihsel olayların da öyle.
Yani bir görünüm, her zaman bir şey temsil etmez.
Yanısıra, bir görünüm kimi kez birden çok şeyi temsil eder, farklı semtlerdeki farklı kahve ambalajları konusu gibi.
Bunun için gündelik yaşam kültürolojisi okumasını bilmek gerekir. Bu çalışmayı yapanlar, bunu bilmiyorlarmış.
+
Gelelim dolaylı göstergeye:
Cimrileşme olayı varmış. Rahatlarmış, çünkü bunu kimse görmeyecekmiş. O yüzden o kadar rahatlarmış. Görülselermiş, bu kadar cimri olmazlarmış gibi, abuk sabuk bir tezleri var.
Yanu bu akademisyenler, Ulus veya Ihlamur semt pazarlarına hiç mi girmediler?
Oralarda zengin giyimliler, fakir giyimlilerden daha çok pazarlık ederler. Çünkü zenginler cimridir, fakirler müsriftir bu ülke.
+
Marlboro ve Iphone görünür tüketim ürünleridir, fakir de onları kullanır bu ülkede.
Ancak hiçbir fakir, bunları kullandığı için kimsenin gözünde sınıf atlamaz, atlayamaz.
+
Eskiden McDonalds köfte ekmek satmazdı, kafe evleri türk kahvesi satmazdı. Sonra globalleşme tutmadı, yerelleşme geldi.
Keza, aynı evni çöpünden köfte ekmek paketi de çıkar, Mc Donalds paketi de. Bu da eviçi kuşak ve altkültür farkını imler, Alamancılar’ın 1., 2., 3. kuşak farklılıklar gibi.
+
Sonra semtlerarası jentrifikasyon ve dejentrifikasyon durumları var.
Cihangir, avam semti oldu örneğin.
Dikilitaş, 3-5 bin lira kiralı elit semti oldu örneğin.
Bir de, Etiler x Bağcılar gibi ikili değil de, üçlü veya daha çoklu semt kültür farklılığı derecelendirmesi iyi olurmuş. Yanısıra, Tophane x Kasımpaşa ve Kasımpaşa x Kurtuluş komşu-semt karşıtlıkları önemli. Eski durumuyla (1995 gibi) Karanfilköy x Akatlar farkı inanılmazdı örneğin.
Önünden boklu dere akan gecekondu, milyonluk daireli sitenin dairesine komşuydu.
Milyonluk dairenin arka penceresinde, kuruması için asılmış renkli donlar görünürdü örneğin.
+
Çalışmanın ana dert-konusu ve/ya anafikri ‘kimler neleri tüketiyor?’ imiş.
Bunun için, çöp karıştırmak yerine, kasa fişleri de toplanabilirdi. (Bu şöyle yapılır: Herhangi bir marketin kasasının önünde alınmamış fişler birikir, gidilir, sorulup onlar toplanır.)
+
Bizim için anafikir ise şu:
Çöplerden gündelik yaşam ne kadar okunabilir?
Fazladan veya farklı olarak:
Kesinlikle eczane fişleri gerekli, sağlık dağılımı okuması için. Çöpteki ilaçlar, kullanılmayan ilaçlardır, onlar anlamlı veri sağlamayabilir.
Aidat, elektrik, su, doğal gaz, telefon faturaları gerekli. Ki bunlar atılmaz, kültürel gelenek olarak epeyi uzun süre saklanırlar.
+
Çıkış.
Dolayısıyla sonuç olarak, çöplerdeki malzemelerin çabuk tüketilen maddeler için veri sağlayacağını, diğerleri için başka alan araştırmaları gerektiğini ekleyerek metni bağlayalım.
Dipnot:
İstanbul 2020 gündelik yaşam kültürolojisi panoraması için, böylesi 10-20 semt diyalektiği örneklemelerine gerek var.
(15 Ocak 2020)

Salı, Ocak 14, 2020

ABD Tipi Parlamenter Demokrasi

Önsaptamalar:
ABD’deki 2 parti de sağ parti.
ABD tipi parlanmenter demokrasi, sosyal demokrasiyi veya sosyal devleti içermiyor. İnsanlar, eğer paraya sahipseler, ortalama gelirlerinin % 20’sini sağlığa, % 20’sini eğitime veriyorlar. Oysa bu ikisi de, temel insan hakları arasında tanımlı. Temel insan hakları bedava olur, parayla satılmaz.
ABD’de seçimler, çok fazla parayla içiçe.
Fazla kullanılmayan biçimiyle eyaletler, politik açıdan aslında oldukça özerkler. Herhangi bir vali veya senatör, partisinin temel politikalarının dışında davranıp, yine de sürekli seçilebiliyor, olmadı bağımsız oluyor.
ABD’de seçimlere katılım oranları % 50 civarında. Ki bizce, süreğenleşmiş olarak % 75 altı bir katılım oranı, o ülkede demokrasinin işlemediğini gösterir.
+
“Cumhuriyetçi Parti ise, Amerikan muhafazakarlığı olarak isimlendirilen görüşü temsil ediyor. Bu görüş, devletin ekonomi ve sosyal hayattaki rolünün asgariye çekilmesini, vergilerin düşürülmesini, serbest piyasa kapitalizmini, silah taşıma hakkını, işçi sendikalarının kapatılmasını ve göç ile kürtaj gibi konularda çok daha kısıtlayıcı düzenlemelerin getirilmesini savunuyor.”
https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-51101339
Oysa uygulama tam tersi yönde.
Devlet, batan şirketleri kurtarmakla mükellef sayılıyor. Asıl önemlisi devletin gücü, Trump Google’a emreder, Google yapar, kadar güçlü. Bunu 2019’da aynen böyle yaşadık.
Şerh 1: Bu, günümüz ABD ideolojisi. Bir de 1970 tipi olanı var bunun. Kissinger, yıllar sonra kendisine politik pozisyon teklif edildiğinde, şirketinin çıkarlarının devletin çıkarlarından önce geleceğini belirterek, teklifi kabul etmemişti.
Şerh 2: Bunun bir versiyonu da, üst düzey akillerin emekli-çalışan ve/ya şirket-devlet pozisyonlarında farklı düşünceleri savunması ve uygulaması.
Yani her 2 şerh için de geçerli olarak:
Şerh 3: Aslında, doğruyu akiller biliyor ama onu kullanmak ‘statu quo’ya göre değişiyor ki bu, bilinen bir politik kuraldır: Aynı doğrular, farklı koşullarda farklı sonuçlar verir.
Söyleyebileceğimiz bu gerçeğin çiğnenmesi durumunun, Cumhuriyetçiler tarafından Demokratlar’dan çok yaşandığı. Yani, bir Demokrat ile bir Cumhuriyetçi arasındaki fark, az veya çok yalan söylemesinden ibaret.
Tersine bakınca da, global olarak her 2 taraf da, Dünya’dan ve Dünya Sistemi’nden habersiz. Eski CIA Türkiye alan uzmanı ve çalışanı Fuller’in Ortadoğu ve Türkiye hakkındaki bilgisizlikleri dehşetengizdir örneğin. Bu, National Geographic’in İstanbul ve Türkiye özel sayılarının ve makalelerinin, gerçek İstanbul ve Türkiye ile hiçbir ilgisinin olmaması durumuna benzer ve bu durum, en az 50 yıldır hep böyledir.
Yani çıkış vektörü olarak belirtilirse, ABD’nin global hegemonyası, AB’nin yokluğu ileydi. Rusya ve Çin devreye girince, ABD, İngiltere gibi oldu: 1 no’dan 10 no’ya doğru kayıyor. İngiltere, 75 yılda 1’den 8’e indi. ABD, 10-20 yılda 1’den 3’e indi, denebilir.
+
“Demokrat Parti, modern liberalizmi temsil ediyor. Parti genel olarak, devletin kamu hizmetlerini üstlenmesi, eğitimin parasız ya da makul bir ücret karşılığında sunulması, herkesi kapsayan genel bir sağlık sigortası sisteminin kurulması, sosyal programlar uygulanması, çevrenin korunmasına dönük tedbirler alınması ve işçi sendikalarının güçlendirilmesi gerektiğini savunuyor.”
Nüfusun % 15’nin yemek karnesi aldığı, asgari ücretin reel olarak 1968-2008 arasında sürekli düştüğü bir ülke panoramasından söz ediliyor.
Yani Demokrat Parti, AB için en ılımlı bir sosyal demokrat partinin savunduklarını kendi ülkesinde savunamaz.
Örneğin, güneydeki 15 milyon Meksikalının asgari ücretin yarısına, sigortasız, sendikasız, yasadışı çalıştırılmasına yönelik hiçbir tedbir alamaz, seçmen yitirmekten korkar çünkü.
Buradaki komedi, aydın geçinen hiçbir ABD’linin bu duruma aymaması, aysa da bunu yazamaması. Chomsky gibiler, Dünya’yı kurtarmaktan, kendi ülkelerindeki dikenleri ayıklamaya zaman bulamıyorlar.
+
Varılan yerler şunlar:
Gençler, 2016 seçiminde, hem Trump’u, hem de Clinton’u feci buluyorlardı. Gençlerin % 40’ı demokrasiyi gereksinmiyordu. Başkanlık seçimlerinde katılım oranları % 50’nin altına düşmüştü.
Obama, ilk siyah başkan olarak bir şeyleri değiştirme olanağına sahipti ama korkağın ve gönüllü kulun tekiydi. Dünya’nın başına Arap Baharı’nı salması bir yana, kendi ülkesi için gereken reformlarla uğraşmadı bile. 2028 ise, Friedman onyıllar öncesinden belirttiği üzere, ABD krizi için çoktan kaçınılmaz oldu bu sayede.
+
Çıkış:
ABD’nin tekkutupluluktan yokkutupluluğa kayması, kimsenin işine yaramadı. Ondan önce de, çiftkutupluluktan tekkutupluluğa kayış, kimsenin işine yaramamıştı.
Yokkutuplu bir Dünya’da, ilk sırada Rusya ve Çin, ikinci sırada Brezilya ve Hindistan, yarım, bir, ikikutuplu Dünya yaratamaz. Çünkü yaratabilirlerdi ama yaratamadılar, buna girişmediler bile.
Yani tıpkı AB gibi, tüm Dünya kendi içine kapanmakla meşgul.
Bunun temel nedeni, 40 yıllık neo-liberalizmin iç istikrarsızlık ve isyan yaratmışlığı. Yani ülkeler, rejim sıkıntısı yaşıyorlar.
Dünya Sistemi açısından ABD’nin durumunda buraya varan çözümlemeler, bize bunun tarihte de böyle olmuşluğunu imliyor.
Yani tarihsel çözülme, hem tepeden aşağıya, hem de aşağıdan tepeye; hem tümevarımla, hem de tümdengelimle yayılıyor.
ABD tipi parlamenter demokrasi, bunun böyle olacağı bir altyapıyı 100 küsur yıldır yaşıyor. Yani diğer bir deyişle, ABD eskiden böyle değildi ve başkan adayı ve dolar milyarderi Peros % 19 oy alıp, bunu aşmanın yolunu göstermişti.
Diğer bir deyişle ABD’nin sorunu, faşist partisinin de, komünist partisinin de, çok çok küçük olması ki bu, AB için tam tersi, ikisi de fazla büyüdü.
Bu kuadralektik, 2020 Dünyası için tarihsel bir biriciklik yarattı. Ki ABD, zaten AB’nin eski sömürgesi ve onun antitezi.
(14 Ocak 2020)

Aforizma: Kafka


Günün aforizması:
Kafka'nın kendisi, böcekleşmiş bir insan değil, insanlaşmış bir böcek idi.
Böceklik metaforu, asıl yaşamındaki Musevilik'i karşılar: Ne atabilir, ne giyebilir onu.
Eserinde ise, bu ‘aslen böceklik’ durumu, ‘Bir Köpeğin Araştırmaları'nda simgelenir: Oradaki özne, hep yukarı tırmanır ama hep uçurumun dibindedir.
(12 + 14 Ocak 2019)

Psikolojik Test: 17




Vardığım kanı: Gözün böyle devinim, doğruları birarada görme gibi, grafik yanılsamaları var. 17'yi yaratan, verev kontürlerde az oynama. En son bakışta, uzaktan 17'yi gördüm. Ama sonra, 1'in solunda kısa, sağında uzun olarak, 2 x 1 birarada 11 de gördüm, 7 hariç. Birkaç faktör, kişinin ne gördüğünü belirliyor gibi.
Not: İlk bakışta 27 görmüştüm.
(12 + 14 Ocak 2019)

Pazar, Ocak 12, 2020

Çin ve Mega Projeler


Zihni Sinir projeleriyle uğraşan, yalnızca Türkiye değilmiş.
+
“Bir diğer konu, Çinlilerin benzer bir kanal projesinin üstlenicisi olması. Atlantik Okyanusu ile Pasifik Okyanusu’nu birbirine bağlayan Panama Kanalı’na alternatif olarak planlanan Nikaragua Kanalı, yine iki okyanusu birleştirecek ikinci bir geçiş olacak. 
Hong Kong Nicaragua Canal Development Group (HKND) tarafından inşa edilecek ve 50 milyar dolara mal olması beklenen kanalın derinliğinin 30 metre, uzunluğunun 278 kilometre olması hedefleniyor.”
Bunu yaptıracak olan, bir zamanların devrimci umudu Ortega imiş.
“Geçmiş yıllarda tatlı su rezervlerini kirleteceği, insanları yerinden yurdundan edeceği için halk protesto gösterileri düzenledi. Nikaragua Devlet Başkanı Daniel Ortega ise, kanal projesinin yoksulluk ve işsizlikle mücadelede “önemli bir fırsat” sunduğunu söylüyor.”
Nereden nereye?
Akla, Vietnam’ın ABD’yi askeri olarak yenip, bilmem kaç yıl sonra, iktisadi olarak ona kapılarını açması akla geliyor.
Dünya gerçekten abuksuyor.
Biz abuksamış, çok mu? mu diyeceğiz?
Kanal İstanbul bu projeye oranla, çok daha küçük ölçekli.
De Çin, neden böyle abuksuyor?
Olayı Hitler’vari bir biçimde, en büyük yalanı söyleyene inanılması durumuna, neden taşıyor?
Kanal İstanbul minimum 10, Kanal Nikaragua ise minimum 30 yıllık bir proje.
Dünya’nın 30 yıl daha böyle gitmesi mümkün mü?
Ya da:
2020-2060 ikinci neo-liberalizm dalgası böyle mi olacak?
Tarihteki mega projelerin nasıl ilerlediği veya bittiği belli.
Japonya’nın bomboş duran beton ada fabrikası bir örnek.
İspanya’nın bomboş duran turistik yapıları bir örnek.
Toki’nin satılmayan konutları bir örnek.
Bu saçmalık veya bu delilik neden öyleyse?
(12 Ocak 2020)

İran-Türkiye durumu


X1: Aslında bölgenin en güçlü ülkesi İran. Bölgede Erdoğan rejimini aslında kimse iplemiyor ama İran tam tersi. Bağımsız, tutarlı. Irak ve Suriye’nin sorunlarının gelecekteki kalıcı çözümünde Rusya ile birlikte en güçlü söz sahibi. ABD ile çatışmaya sürüklenerek bunları bozmaz.
İran bu saldırıyla kendini parçalanmaya mahkum etti. Ağar çizgisi üzerinden bakılırsa, Türkiye'nin militarist emperyalist çizgisi, Erdoğan'dan sonra da sürecek, CHP iktidarı dahil. O nedenle, İran'ın kamikaze atağı, Erdoğan'a zaman ve zemin kazandırdı. İronik olan, yandaş basın Süleymani'nin ölümüne tam pozisyon alamadan, 2 hamle daha oldu. En önemlisi, Suriye ve Kürtler gündemden düştü. TC, Irak dahil, tam gaz devam ediyor. Bu TC'ye Almanya da, ABD de para verir, tabii % 20 dolar faiziyle. Tutuma geçemeyen 83 milyon düşünsün onu da.
(10 + 12 Ocak 2020)

Aforizma: Türkiye ve Dış Politika


1923 Dünya'da barış, yurtta barış.
1948 yerine, 1950 Kore.
1973 yerine, 1974 Kıbrıs.
2023 yerine, 2020 Libya.
100 yıllık TC dış politikası özeti.
(10 + 12 Ocak 2020)

Süleymani Sonrası


Geçtiğimiz 10 günde konuyla ilgili az telaffuz edilenler var:
Süleymani, hem Suriye’de, hem Irak’ta Işid’i yenmiş.
Bu durumda Kürtler, her iki ülkede de Işid’e karşı pek bir şey yapmamışlar gibi oluyor.
Bu durumda, Süleymani’nin ölümü, Işid’i yeniden canlandırmış oluyor. ABD’nin hala Işid’e gereksinimi var gibi oluyor.
Süleymani, neredeyse 40 yıldır savaş alanındaymış. Bu, konusunda Dünya rekoru sayılabilir. Kılıçla gelenin kılıçla gitmesiyse, bir kez daha kanıtlandı.
Ortadoğu’nun tamamında Şii tarihi çok güçlü. Selefi Suudi Arabistan bile Şii iken, ancak Osmanlı döneminde Sünnilik’e dönmüş. Bu durumda, hem Suudi Arabistan’ın, hem Işid’in selefiliği tartışmalı duruma düşer.
ABD, Işid’e karşı Kürtler’i kullandığı gibi, İran’ı da kullanmış oldu.
ABD, 1980’den itibaren Irak’ı İran’ın üzerine sürmeyi, Irak’ı kaybederek ödeyecek gibi.
Rusya, nasıl ki Suriye’de gidişi değiştirdiyse ve bu daha yeni açıklanan biçimde İran’ın ve Süleymani’nin planıyla olmuşsa, bundan sonra İran, Suriye’de gidişi değiştirebilir.
Bu arada, Esed’in Şiilik’i ile İran’ın Şiilik’i aynı şeyler değil, bunu notlamak gerekli. Bu da, olayı mezhep olgusu dışına taşıyor.
ABD, istediği zaman İran’ı parçalar, pahalı olur ama parçalar. İran da bunu zorluyor.
Türkiye’nin çevre ülkeler parçalanırken, bütün kalmasıyla; İran’ın kendisi parçalanacakken, çevre ülkeleri parçalaması, birbirine karşıt dış politikalar.
İran’ın Kürtler’e karşı durumu karışık ve çelişkili. Kendi ülkesindeki Kürtler’e çok acımasız davranırken, Suriye’de ve Irak’ta iyi davranıyor.
Toplam durumda, tüm taşların yerleri çok karışıksa da, ana gidişat eğilimi belli gibi:
ABD’nin Ortadoğu’daki ve Dünya’daki gücü azalır.
İran ortada, ya parçalanır, ya da güçlü emperyalist olur ve Türkiye’yi geçer. Tersini önesürenler olsa da, İran global konjonktürde şu anda Türkiye’den daha iyi durumda değil. Yani, parçalanma olasılığı daha yüksek. Üstelik, Türkiye saldırıya uğrayıp bütün kaldı, İran henüz saldırıya uğramadı.
AB, artık devrede yok, ne Ortadoğu’da, ne de Dünya’da. 10 yıl sonra / içinde Almanya bir şeyler yapabilir ama. Yapmış ve görünmemiş de olabilir.
Global konjonktür, 2020-2023 arası için, Almanya-Rusya ve ABD-Rusya kuadralektiğinde tanımlığı gibi. İran’ın bu panoramada rolü ancak piyonluk, Türkiye’ninki epsilon operatörlük.
Tüm bunları, onlarca köşe yazarı içinde, böyle topluca dile getiren olmadı.
Görebiliyorlar ve susuyorlar mı, yoksa göremiyorlar mı, onu henüz bilemiyoruz.
(12 Ocak 2020)

Çarşamba, Ocak 08, 2020

Günce: Momentte Duygular


08.01.20, 14:00.
Momentte Duygular
Hangi duygulara sahip olduğumu, sözcükler karşılamıyor epeyidir.
Oblivion olduğumu biliyorum ama oblivion’un ne olduğunu bilmiyorum.
Dünya o kadar anlaşılmaz değil.
Ancak, tek tek insanlar anlaşılmaz noktalara geldiler.
Bu, gönüllü kulluk değil.
Bilgiyi ve zekayı inkar.
Geçmişte ne kadar yüksekteyseler, şimdilerde o kadar alçakta olmak için ısrardalar.
Buna karşı hissedilen duygunun adı nedir?
Şaşkınlık mı?
Dehşet mi?
Tiksinti mi?
‘Fakir ve zeki’den ‘fakir, zeki ve bilgili ama ölüme çok çok yakın olmaya gitme’yi karşılayan duygu sözcüğünü bilmiyorum.
Bu durumda, aynen Kafka’nın ve Fassbinder’in durumundayım.
Bazı duyguları ilk kez sen yaşarsın. Adını koyamazsın. Ölürsün. Senin sağladığın bilgilerle, başkaları onun adını koyarlar.
Ama bunu istemiyorum.
Ölmek istemiyorum yani.
Yaşarken ölmek istemiyorum.
Mezarından kezlerce kaçmış bir zombi olmak istemiyorum.
Eskiden bunu gönüllüce kabullenirdim.
Bu değişimin karşılığı olan duygu sözcüğünü de bilmiyorum.
Kazan’ın ‘hesaplaşma’sında adam, tırın altına girerken, son anda boynunu bükerdi ya, öyle bir şey bu. Ölüme gönüllü giderken, son anda ölümden kaçmak.
Kaçtım, kaçıyorum, sağ kalıyorum, tahammülsüz acılar çekiyorum.
Eskiden bunlar anlamlı gelirdi, şimdi anlamsız geliyor.
Bu değişimin adı ne?
Anti-metamorfoz mu?
Anti-metamorfozlardan biri yani.
Desem desem, böcekleşme değil, virüsleşme, derdim.
Demek ki bahara yeniden deri değiştirmem gerekli.
Demek ki beni bugüne canlı taşıyan ama artık ölüme taşıyan bazı duyguları terketmem gerekli.
Öz-ahlaka ihanet mi bu?
Çelişki. Evet. Ama hangi çelişki?
Yaşlılığın bu bölgelerinin duygu haritalarını bilmiyorum. Okuduklarım içinde hiç yoklar.
Ki zaten Kafka (41) ve Fassbinder (36) gibiler erken öldü ve ben 60 yaşındayım.
Son 6 yıldır sürünüyorum ama ölmedim.
Bu, bir nirengi noktası.
+
Açıklama:
06.01.20 20:00 ile 08.01.20 08:00 arasında 36 saat sürekli uyudum. Yatağımı kalorifer peteğinin oraya taşıdım. Ancak öyle ısınabildim çünkü. Akciğer kanaması bekliyordum olmadı.
Bu uyku, tuhaf rüyalar gördürdü bana.
Parçalanmışlık ve anlam yitirme onlarda fazlasıyla mevcuttu. Toplama kampından yeni sağ çıkmış birinin anlamsızlığı içindeyim. Referanslar: Primo Levi ve Jorge Semprun.
Toplama kampında gönüllü ölüme giden birinin duygusunun adı müslümanlaşmak imiş. Referans Serol Teber.
Bu ne peki?
Onun karşıtı mı bu?
Reel-fiili-ateistleşmek bu mu yani?
Çünkü beni yok eden Dünya’yı, 3 tektanrılı din birlikte yarattı.
Tam da o savaş alanının merkezinde yaşıyorum 60 yıldır.
Bir bakıma 60 yıldır toplama kampı koşullarındayım.
Daha da beteri, intihar tarafım kapalı.
Yani idi.
Şu anda intihar edebilip edemeyeceğimi bilemez durumdayım.
Beni tüketen de bu gibi.
Uyku dinlendirdi ve yeniledi. Tam değil ama.
Bir ayı gibi 180 gün kış uykusuna yatmam mı gerekli acaba?
+
Şu an, o dinlenmeyle belli bir mücadele gücü kazandım.
Şu an, bu yazılarla biraz olsun anlam kazandım.
+
Bunun adı olsa olsa, var olmayan bölgeyi adlandırmak olurdu.