Çarşamba, Haziran 13, 2018

Ahlat Ağacı, Entelektüel Nedir ve Nuri Bilge Ceylan


Mavra bir Ekşi Sözlük geyiği.
Başlık şu:
“nuri bilge ceylan'ın entelektüel biri olmaması”
Bir girdi şu:
“entelektüel kişi; şartlar ne olursa olsun gerçeği dillendirmek, içinde yaşadığı toplumun problemlerinden kendini soyutla(ya)mamak, haksızlıklara uğrayan nice bireyden yana kendini taraf olmak zorunda hissetmek ve hatta aktivizmi de içine alan etik bir temelden kop(a)mamak gibi temel bazı özelliklere sahip olmalıdır.
Peki, bir şeylerden yana taraf olmasa olmaz mı? elbette insan, muğlak bazı konularda düşüncelerini açıklamak için zamana ihtiyaç duyabilir ama demokrasi ve basın özgürlüğü endekslerinde küme düşen bir ülkede sen, tüm imkanlara sahip olmana rağmen muktedir olanı gülse birsel kadar rahatsız edemiyorsan, ya haftada bir kere bile internete girmiyorsundur, ya görüp bir şey hissetmiyorsundur, ya da muhtemelen muktedir ile üstü kapalı bir uzlaşı vardır aranda.”
(Konunun ilk sayfası.)
Gerçeği dillendirdiğin zaman taraf olamazsın, çünkü her iki tarafın da, sömürenin de sömürülenin de, yönetenin de yönetilenin de. yanlı / haksız / kötü olduğunu anlatırsın. O zaman her 2 taraf da, kitle de iktidar seçkinleri de, seni cezalandırır.
Hiçbirşey yapmamak, eğer bir şey yapacaksan ve her durumda sonuç olumsuz olacaksa, en evla yoldur. TC, epeyi süredir kaybet-kaybet denilen bu durumda: ‘Yanlış olanı eleştiren yanlış olan’ı eleştiren yanlış olan’ı…’ diye N adım giden bir saçmalık silsilesi var ortada: Erdoğan’ı en çok öven Altan kardeşleri içeri attılar örneğin: Bunun nesini eleştireceksin?
Gelelim Ceylan’a:
Ceylan’ı 20’li yaşlarında üniversitede tanıdım. Hiçbir zaman entelektüel kaygısı yoktu. Kaygısı satmak veya pazarlamak idi. O zamanki alanı fotoğraf idi, yarışma ve takvim fotoğrafı çekerdi. Ondan önceki profesyonel fotoğrafçı kuşağı, bunu turizm afişi fotoğrafçılığı ile onyıllarca götürdü.
Entellektüelin böyle kazanma, pazarlama, satış tekniği dertleri yoktur. Olunca, kendisi entelejensiya olur, herhangi bir kapıya kul olur ve bağlanır. Orhan Pamuk ve Ceylan’ın ortak yanı, uluslararası / global kültür bürokrasisine bağlanmaları (hani, kocasının tecavüzleri nedeniyle, Nobel edebiyat ödülünün 2018’de verilememesine neden olan üyeleri). Bu da 4. Dünyalı zihniyetinde olmaları nedeniyle böyle, 1. Dünyalı abi / baba istiyorlar: Sömürge valisi veya düyununu umumiye memuru zihniyeti yani.
Bunun dışında Ceylan’a insan, sanatçı, sinema yönetmeni olarak 0 bile vermem, çünkü kopya çekene 0 verirler ve o ya kopya çekemiyor, ya yanlış kopya çekiyor. Filmlerinde senaryodan kadraja, oyunculuktan dublaja kadar herşey yanlış.
Ceylan’ın durumu, 1960’larda bolca Nobel edebiyat ödülü alan Latin Amerika ülkeleri yazarları gibi: Şimdi esameleri okunmuyor: Marquez, yaşamının son dönemlerinde elini 30 yıl kaleme süremeden (kendi deyimiyle yazmayı beceremeden) gitti. Ceylan da tam gaz o çizgiye gidiyor, o çizgiyi geçmiş bile olabilir: Taşra konusunun cılkını çıkardı zira.
Zaytung esprisi gibi:
“Ahlat Ağacı (Nuri Bilge Ceylan'dan baba evinde atama beklemenin şiirselliği üzerine...)”
Bir taşralıdan entelektüel olması beklenmez.
Bir taşralı eşraf olabilir, ulema olabilir ama entellektüel olamaz. Entelektüel sanayi ve kent ürünüdür.
Ayrıca, Tanıl Bora üzerinden yürüyen bu taşralıseverlik, arabeskseverlik, eşcinselseverlik türü bir slaktivizm geyiği yalnızca.
Bir şeyselleşme, bir yabancılaşma yalnızca…
Ceylan da, büyükkentte (cezayla değil) ödülle yolunu yitirmiş bir taşralı yalnızca…
(13 Haziran 2018)

Mixtape, Çapraz Medya, Dünya Kupası 2018, Mesut Özil, Guy Ritchie


Sürpriiz.
Yeni bir tür: ‘Mixtape’.
Çapraz medya gibi bir şey. Onun 10 yıl önceki durumu gibi bir şey.
Bir tür episodik enstalasyon. Kuralsızlığın kuralı. Bir tür kolaj montaj.
Dünya Kupası 2018 reklamı. Yönetmen: Guy Ritchie.
Düşüncenin kendisi dandik olsa da, bir düşünce kısa filmi.
Çapraz medyaya benzemesi, değişik mecraları harmanlamasından dolayı.
Derdini tam anlatmasını beceren bir sanat eser.
Ritchie’nin argo İngilizce sevmesi ve kullanması üzerinden yerel, futbol üzerinden global.
Kısa filmin içinde, mixtape’in ne olduğu sorusunun yanıtı da var.
Ancak, buradaki anlamından biraz daha farklı:
“a compilation of favourite pieces of music, typically by many different artists, recorded on to tape or another medium by an individual.”
(Google dictionary.)
Bu, bildiğimiz diskjokey (DJ) miksi.
Ancak, çok-çok farklı müzik türlerinin kolajı ve montajı sözkonusu ki bu da, doğrudan bilgisayar oyunu fragmanlarının kullandığı tarz. ‘Mixtape’, bu açıdan da, çapraz medyaya yakın.
Dipnot üzerinden başka metinlere doğru açılım:
Mesut’un ‘Alman, Türk, Müslüman’ olarak aşırı vurgulu lansesi, politik açıdan çok riskli ve futbola politika bulaştırınca, her zaman sorun çıkmıştır.
Konu, doğrudan onun Erdoğan ile fotoğraf çektirmesine gönderme içeriyor. Ki bu daha da riskli bir konu.
Futbolun Dünya’nın en lümpen sporu olması, bu kısa filmi dibe vurduran tek etken. Ki buda kültürolojik bir çapraz medya demek: Popüler kültür, lümpenlik, politika, global futbol sevdası (7 milyarın 4 milyarı seyredecek Dünya Kupası’nı).
(12 Haziran 2018)

Salı, Haziran 12, 2018

Chaos Cyclus of the World System and Homo Posterus


The World System point of view was firstly created by Immanuel Wallerstein. It says that the world history is a total system of 5 millennia between 3000 BC and 2000 AD. It has cycluses averagely 400 years length. It was created  between 1960 and 1980. It is now on Wikipedia, i.e. accepted by academic concensus.
Historians don’t want to work on the future. Futurologs don’t want to work on the past. But tomorrow becomes yesterday and past only after 2 days. The year of the 2nd millennia also became the past.
World System works never claims that a new chaos period or the new Middle Age after 2000. But they had estimated it even in the 1960s by their models.
There was the Second Industrial Revolution between 1945 and 2015. Homo Posterus was also initiated in that period. It is after species of the human being.
There may be chaos for 18 years, but the means of Industrial Revolution did not finished in the same period. It may be slowed because of failures of NASA and 2 space shuttle accidents and other events. Tube baby works were also stopped between 1970-1980 because of conservative reactions. Cloning is forbidden by the Pope and the UN.
History is so:
Sometimes it goes slowly, sometimes it goes quickly. 20th Century was a speedy century and 21st Century seems will be rather slow century.
Homo Posterus’ cultural fetus and baby will grow in this century. We must care it like a baby.
(June 11th, 2018)

Uluslararası Sermayenin Hali Pür Melali


Bu kadar çok paranın bu kadar çok yüzer gezer olması tuhaf.
“… en fazla girişin 51,3 milyar dolarla Türkiye'ye olması öngörülüyor. Türkiye'ye geçen yıl 39,1 milyar dolarlık sermaye girişi yaşanmıştı.
IIF tahminlerinden derlenen bilgilere göre, bu yıl Çin, Macaristan, Kore, Rusya ve Tayland'da sermaye çıkışı; Türkiye, Arjantin, Brezilya, Şili, Kolombiya, Çek Cumhuriyeti, Hindistan, Endonezya, Meksika, Polonya, Güney Afrika ve Ukrayna'da ise sermaye girişi yaşanacak.
Sermaye girişi yaşanması beklenen 12 ülkeye toplam 264 milyar dolar nakit akışı öngörülüyor. Öte yandan sermaye çıkışı olacağı öngörülen 5 ülkede para çıkışlarının toplam 221,7 milyar dolara ulaşacağı tahmin ediliyor.
Böylece bu yıl, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 17 gelişmekte olan ülkeye, toplam 42,3 milyar dolarlık net sermaye girişinin gerçekleşmesi bekleniyor.
Geçen yıl 88 milyar dolarlık net sermaye girişi yaşandığı bilgisi dikkate alındığında, geçen bir yıllık süreçte gelişmekte olan ülkelere para girişi beklentisinin 45,7 milyar dolar azaldığı görülüyor.”
Türkiye’deki yabancı sermaye yatırımı 600 küsur milyar dolar birikimli olarak görünüyor. Ortalama da 15-20 yıl içinde diyelim (1983-2018 arasındaki 35 yılın yarısı gibi). Yılda 30-40 milyar dolar gibi bir yatırım görünüyor. Dolayısıyla, ortalama miktar olacak bu.
Gelelim asıl öngörüye:
Seçimi kim kazanırsa kazansın, ister reel sektöre, ister borsaya olana yatırımların kazandırması artık mümkün değil. Manipülasyon bir yere kadar geçerli oldu ama deniz bitti artık.
O nedenle bizim bu sayıyı buraya kaydetmemizin nedeni, yanılma derecesini gösterebilmek. Biz yıl sonunda çok küçük bir girdi toplamı umuyoruz açıkçası. Rasyoneller gidecek, genç riskseverler kalacak veya yenisi gelecek.
Unutmamak gerekli:
Buğday bile son 6 ayda % 15 kazandırdı. TC, artık bu parayı kazandıramaz bir ülke konumunda.
Dipnot:
Yatırımların bu kadar yanardöner olması, yatırım yapılan ülkenin o yatırımdan müreffehleşmesini epeyi tehlikeye sokuyor. Sonuçta yatırım istihdam demek ve geçici istihdam, kalıcı işsizlikten daha berbattır.
(10 Haziran 2018)

Pazartesi, Haziran 11, 2018

Homo Posterus and Homo Sapiens

Türkçe önnot: Bu metin, www.humanityplus.org için yazıldı. Buraya örnek olarak kondu.

Homo Posterus is the after species of Homo Sapiens.
It has hypothetically existed since 1945 with the means two atomic bombs. Human kind theoritically ended with this events. And then it has begin as Homo Posterus with Sputnik the first artificial satellite made by human beings.
Homo Sapiens and Homo Posterus difference is cultural, not genetic like between Homo Sapiens and Homo Neanderthalis difference. They will live together may be many millennnia on the mother-home-planet the Earth.
Homo Sapiens will stay on the Earth. Homo Posterus will go to the universe and it will metamorphose / evolve many times.
There are about 1-7 millions of transhumanists on the Earth in 2018. They will create Homo Posterus by the means of the Second Industrial Revolution by means of immortality, human cloning, head / body transplantation, robotization, spacism, nanotechnology, genetic manipulation, etc.
Homo Sapiens beings may allow happening of Homo Posterus in theirself like the youngest boy child of the Jewish family were allowed to be intellectuals in the 19th Century Europe. We had seen the result.
It is like a very long education process.
It will be a bigger step than the Neolithic Revolution’s in the history.
This conceptual framework works for more than 70 years. It seems it can continue to work.


(June 11th 2018)

Aydın Selcen ve Kandil


Kendisi hakkında epeyi metin yazdık. Ancak ilk kez bu metin, tümüyle negasyonlama olmayacak. Çünkü kendisi bu kez, bilgi vermeyi öne çıkarmış.
En sondan başlayıp, kendisine katılmadığımız noktayı vurgulayalım:
“Kamikaze diplomasisinin sınırlarına Münbiç Mutabakatı’yla varıldı. Kamikazecilik ise, askeri bir strateji değil, olmamalı. Yetkili ağızlardan Suriye (ve Suriyeliler) için, bir toplam 31 milyar dolar (avro da denildi) rakamı çıktı.”
Kendisine askeri strateji açısından 2 yönden karşı çıkarız:
Bir: Kamikazecilik savaş tarihinde kimi zaman işlemiştir, kimi zaman işlememiştir. Üstelik, artık onu aşan bir canlı bombacılık var ve ciddi ciddi işliyor.
İki: TC için gereken, artık kamikazecilik- ötesi bir strateji. Selcen şunu söylemedi bir türlü: TC parçalanma tehlikesinde ve bunun için herşey yapılabilir. Çünkü en son İran sırada olmak üzere, çevremizde 10 ülke parçalandı. Eğer, parçalanmamak için emperyalistçilik oynamak gerekiyorsa, oynanır.
Ancak, bu geniş bakış açısını ne Erdoğan’ın, ne Fidan’ın, ne de Akar’ın bilmediği kesin. TC’deki hiçbir kuramsal stratejistin de. Bu konu 35 yıllık. Konuyla ilgili yazılan herşeyi okuduk. Oradan biliyoruz.
Gelelim Selcen’in bilgilerine:
“… Kandil: Askeri bakımdan mümkün müdür? Mümkünse, “mümkündür” denilen, yani olası harekatın amacı ve kapsamı nedir? Hangi hedefe varılması ne süre alır? İnsan ve silah/mühimmat maliyeti ne olur? Siyaseten ve ulusal güvenlik bakımından gerekli midir? Acil midir, yani seçime iki hafta kala başlatılması yahut başlangıcın iki seçim turu arasına sıkıştırılması zorunlu mudur?”
Soruların yanıtları ne olursa olsun, yapılacaktır değil, yapıldı bile, asıl yanıt olmakta.
“Geçtiğimiz yıllarda TSK’nin ABD’den yüksek delici nitelikli mühimmat tedarik ettiği, dolayısıyla artık “oyunun değiştiği” belirtilirdi. Bu ara, TSK’nin hava indirme kapasitesinin çarpıcı biçimde arttığı ve yine “oyunun değiştiği” vurgulanıyor.”
Kısacası TC ordusu savunmadan saldırıya, az teknolojiden çok teknolojiye evriliyor. Ha, buna ‘emperyalizm’ de denebilir, ayrı konu.
“Artık gündemde olan ne “düşük yoğunluklu çatışma”, ne “isyan bastırma”: TSK’nin uygulamayı bildiği kitaptan topyekun işgal. İşgal ama istiladan bahsedilmeden.”
Barzani’nin topraklarında, Araplar da istilacı sayılır, TC de, PKK de. E, Şiiler de var, IŞİD de, paralı / yabancı askerler de var. Bizim ‘japon kale orji’ dediğimiz böyle bir şey işte.
Üstelik bu, tarihte ilk kez olmuyor. Moğol istilasından sonra, tüm Anadolu beyleri, hem birbirlerine ihanet ederek, hem de birbirleriyle işbirliği yaparak, iktidar için mücadele ettiler (sonunda en küçük ve en yeni taraf kazandı). Tam ‘ya devlet başa, ya kuzgun leşe’ durumu.
“Kandil’den de, harekat olasılığına cevaben, bu durumda “savaşın” Irak Kürdistan Bölgesi’nin (IKB) tamamına ve Türkiye’nin Güneydoğu Bölgesi’ne yayılacağı açıklamaları yapılıyor.”
Demirtaş’ın içeri atılmasından, HDP’nin yeni adaylarına kadar herşeyin, HDP çizgisinin yeniden alana döneceği yönünde anlaşılması gerektiğini epeyidir yazıyoruz. Asıl önemlisi bu, TC’nin çizgisinden bağımsız. Çözüm süreci Haziran 2015’te bitti çünkü. Kürtler açısından sorun, 3 yıldır Kürtler’e yönelik dış desteğin limit sıfıra doğru gitmesi. Şu anda Kürtler’i uluslararası platformda destekleyen hiçbir büyük devlet kalmadı. Onlar da, çaresizlikten saldıracaklar, yoksa yok olacaklar çünkü. Eğer Barzani, Öcalan’a destek vermezse veya bu destek yetmezse, Kürtler’in bu kezki yenilgisi çok çok acı olabilir.
“Diplomatik bakımdansa, Afrin-Bab-Batı Idlip ceplerine (bağlaşık toplam yüz ölçümü yaklaşık 11 bin kilometrekare) ilaveten, Irak’ın (IKB’nin) üç ülke sınırının kesiştiği kuzeydoğu köşesinin işgalini biteviye izah çabası demek.”
Selcen’in eksik söylediği şu:
Daha önce de oldu. İran TC’ye destek verecek bu konuda ki zaten daha önce de vermişti. Çünkü İran’ın kendisi namlunun ucuna kondu artık.
BOP’u da gördük, GOP’u da gördük, Arap Baharı’nı da gördük. Birçok ülke haritadan silindi ama sonuç sıfır. ABD veya AB, şu anda 10 yıl öncekinden daha az hegemon durumda. Kendi kendilerini tüketiyorlar yani. Bunu Roma da yaptıydı, Osmanlı da.
Bu durumda da, çakma sosyal demokrat iktidarlı ama emperyalist bir 2. Cumhuriyet TC’si geliyor. Oldukça nahoş bir çerçeve ama gerçek de bu.
Gelecekbilim mi?:
Suriye belki 10 parçaya, Irak 3’ten daha çok parçaya, İran 2 parçaya bölünecek. TC de bölünebilir ama kısa süreli ve geçici olarak. Kürtler önce birleşirler, sonra bölünürler. Yani bu bölgede, ayakta kalabilecek tek ülke TC, çünkü herşeye alıştı ve panzehirlendi: Bu kadar uzun süreli savaşlı ve ekonomik krizli sürebilen ülke tarihte yok: Askeri darbeleri sayarsak, 60 yıldır savaştayız, ekonomik kriz de salınımlı olarak o kadar süredir mevcut.
Diğerlerine bakarsak: Krallıkla yönetilen Arap ülkelerine sıra belki 10 yıl sonra gelir. Bangladeş veya Endonezya gibilerine sıra gelmez bile, çünkü tüketici olarak hiç görülmediler, planda hiç yoktular yani.
Çıkarsamalar şunlar:
ABD’nin hem neo-globalist neo-liberal ekonomik hegemonyası, hem de yüksek teknolojiye dayalı Askeri Strateji 2000’i denendi ve yanıldığı görüldü ve artı siyasal sistemi çöktü. Gören bizler, tarafsız ve nesnel olanlarız. Yenenler de, yenilenler de, bunu görmüyor ama. Selcen de görmüyor. Evdeki hesap çarşıya uymadı ve bitti. Kimsenin B planı falan yok. Erdoğan’ın da yok: Ya herro, ya merro durumunda.
Selcen’in yangında ilk kurtarılacak nesnesi Kürtler, bizimse yok. Biz yakılıp yıkılan Dünya’nın ve tarihin vakanüvisliğini eyliyoruz yalnızca.
Herkes haksız. Dolayısıyla, kimin kazanıp kimin yitireceğinin hiçbir önemi veya anlamı yok. Anlamsızlık, Orta Çağ’ın temel niteliklerinden ve bizler yeni bir Orta Çağ’dayız. Muhtemelen de, tarihte ilk kez olarak, hem Hristiyanlar’ın, hem de Müslümanlar’ın birlikte girdiği makro bir Orta Çağ’dayız.
Yeni Kavimler Göçü ile oluşan göçmensel-kültürel yoğrulma ise, yepyeni kültürlerin sentezleneceği bir mayalanma dönemi demek.
O zamana kadar da, kan, ter ve gözyaşı seli.
(10 Haziran 2018)

Sikluslar Neden Var ve Sikluslar Neden Yok?


Sözcük oyunu değil bu.
5 bin yıllık tarihte iktisadi-siyasi-askeri eşlenik sikluslar var.
5 bin yıllık tarihte bilimsel-sanatsal-düşünsel sikluslar yok.
Sikluslar varsa, büyük sayılar kuramı ve raslantısallık geçerli demektir.
Sikluslar yoksa, büyük sayılar kuramı oluşamamış (yani henüz yeterince dene-yanıl olmamış) ve rasgelelik geçerli demektir.
Eldeki bilgi tümelimiz böyle söylüyor.
Ayrıca:
Maddi üretim, manevi üretimden daha kolay demektir ki tarih sikluslarını maddi uygarlıkla ilgilenenler kurdu, tanımladı.
Tarih boyunca kümülatif aktarma, ikinci eşleniklikte daha zor demektir.
Birinci eşleniklik maddi Dünya’yı, ikinci eşleniklik manevi Dünya’yı temsil eder ve artı din, ahlak, hukuk, siyaset maneviyatı (yani insanların birarada yaşama kuralları), bu birinci maneviyat eşlenikliğini distorsiyona uğratıyor demektir.
En önemlisi:
İktisat, siyaset, askeriye üretimi; bilim, sanat, düşün üretiminden daha kolay ve daha çok yapılmış demektir. Ki bu da insan türü, henüz yeterince evrilmemiş demektir ve 1945-2015 tarihinde bu okuryazarlığın inkarı olgusu olarak resme tescillendi.
Nokta. Es.
(9 Haziran 2018)

Pazar, Haziran 10, 2018

3 Cisim Problemi, Çok Cisim Problemi


3 cisim problemi kaotik sistemlerin en küçüğüdür.
3 cisim problemi bildiğimiz kütleçekim problemidir.
İnsanlar gözlerinin önündeki en basit ve en açıkseçik örnekleri bile görmezden gelebilirler ve bu da bilimin yüzyıllarca olduğu yerde kalmasına neden olabilir. Aristo Mantığı, 2.500 yıldır hala başladığı yerdedir örneğin.
Gözmüzün önündeki en açıkseçik çok cisim problemi Güneş Sistemi’dir. Güneş Sistemi, öyle ya da böyle 9 gezegen ve 1 yıldızdan oluşur.
Bu 9 gezegenin ortak yanı, hepsinin içinde kayaç olmasıdır, gaz devleri dahil.
Bu 9 gezegenin benzemez yanı, Pluton’un konuya sonradan müdahil olmasıdır.
Bu 9 gezegen, Güneş’in çevresinde 4, +3, +3, +6, +12, +24, +48, +96, +192 birim uzaklıkta dönerler.
Düzensizlik şuradadır:
7. ve 9. gezegenin arasında kalan asıl gezegen Neptün, 9. Ve misafir gezegen Pluton’un pertürbasyonuyla daha içeri bir yörüngeye kaymıştır ve matematikle ilk kez bakınca tüm gezegenlerin yörüngeleri düzenli görünmez.
Bunun yerine, 4. Gezegen Mars ile 5. Gezegen Jüpiter arasında bütünleşememiş bir gezgen gibi kabul edilebilecek bir asteroid kuşağı vardır.
Benzeri bir asteroid kuşağı, Neptün ötesinde de vardır. Ve bir de Oort Kuşağı’nda.
Bunun anlamı şudur:
Gezegen olabilmiş olsun veya olmasın, tüm kayaçlar, Güneş henüz oluşmadan önce bulundukları yerdeydiler ve patlamış bir yıldızın artığıydılar.
Yani, Güneş’in ve gezegenlerinin düzenliliği bir önkoşullu olasılık durumuydu.
Gezegenlerin bir düzenli yörüngelere varması, en az 1 milyar yıl aldı. Ondan önce onlar, çok cisimli kaotik yörünge durumundaydılar.
Buradaki önkoyut şu.
Gezegenlerin kütleleri, Güneş’in kütlesiyle karşılaştırıldığında gözardı edilebilir azlıkta. Yani, bu da bir önkoşul, bu düzenli çok cisimli kütleçekim sisteminin oluşumu için.
Bu düzenin ve düzeneğin oluşumu için en az kaç gezegen gerektiğini bilmiyoruz.
Bu düzenin veya gezegenin diğer yıldız-gezegen sistemlerinde var olup olmadığını bilmiyoruz.
Bizim bu örneklemede dikkati çekmek istediğimiz şey şu:
Çoklu cisim problemi sistemlerinde cisimler, birbirlerin hızını ve yörünge yarıçapını değiştiriyorlar. Bu, ya belirgin bir düzene, ya da sürekli kaotiklikte kalan salınımlar dağılımına limitleniyor.
Birbirine yakın kütledeki 3 cisim problemleri için de bu böyle olabilir.
Bir de çoklu yıldız kümeleri var ve onlar belli bir kütleçekim bütünlüğü içinde, birbirlerine fazla yaklaşmadan veya uzaklaşmadan toplu yörüngede kalabiliyorlar. Bunun da nedeni, uzaklık çok olduğu için, kütleçekim gücünün azalması ve ancak birbirinden uzaklaşmamaya yetmesi.
Biz, tüm bu sözü geçen cisim probelmelirin ancak birarada ve limit sonsuz durumlarda anlamlı dağılımlar verebileceği kanısındayız.
Bunu imlemek istedik.
Bir de şu:
Yıldızlar ve gezegenleri düzenlidir. Sonra düzensizlik gelir. Ölçek daha büyüyünce kolların düzenliliği gelir. Kolların da belli düzensizlikleri vardır arada. En son da spiral düzen gelir.
Yani:
Düzen ve düzensizlik, ölçek değiştikçe kendiliğinden değişebilir ve hepsi birarada anlamlı bir dağılımdır.
En son:
Sonsuz hacimli bir Evren, sonlu mekan-zaman toplamında olabilir. Matematik öyle söylüyor.
Sonlu mekan-zaman toplamı ve 10-11 arasında değişebilen boyut düzeneği üzerinden, bir zamanbilim modeli kurmamız gerekiyor.
Tuhaf bir şey ama hiçbir fizikçinin zamanla uğraştığını duymadık. Mekanla uğraşan çok. Mekan sınırı Planck ölçeği herhalde. Zaman sınırı da yine Planck sınırı herhalde.
Bu bakış açısında zaman, 1-2 boyut arasında küsurlu değerde bir boyut gibi görünüyor. 1’den büyük boyutlu bir çizgi tasarlamak mümkün. Demek ki Evren’in bir yerlerinde zamanın deforme olduğu, diyelim zaman okunun ileriye gitmediği düzensizlikler de var.
Not: Zamanın geriye döndürmek diye bir şey yok, kayıtlı-sabit-somut geçmiş diye bir şey de yok.
(9 Haziran 2018)

3 Cisim Problemi: Makro-Global Politika 2020-2040


Japonya etkisiz eleman.
AB etkisiz eleman.
Brezilya etkisiz eleman.
ABD, Rusya, Çin etkili eleman.
AB ve Japonya, ABD’nin eksi epsilonu.
Brezilya ve Hindistan, ABD’nin eksi epsilonu.
ABD 4, Rusya 1, Çin ise, 1 sanılıp, 4 etkili / etkide eleman.
Bütüncül hesapla, kütle probleminde bu, Çin’in 4 veya 1 davranması demek. 2010-2020 arasında öyle yaptı zaten.
Bu da işi 3 cismin 1’inin 2 değerlikli / kütleli olması demek.
Reel ortamda da bunu, hiçlikten / sıfırlıktan / eksilikten ABD’nin ve Rusya’nın, Çin’in 1’inin geçici olarak 4 yapması gibi tasarlayabiliriz.
Sonuçta, 3 cisim yeterince kaotik yörüngeler çizer, bu kez aşırı senkoplu-kaotik yörüngeler ama arada aşırı düzenli kısa dönemler var olacak demektir bu model.
(7 + 9 Haziran 2018)

Cumartesi, Haziran 09, 2018

İnsan Türüne Ne Kadar Karşıyım?


Önnot: Bu soruyu ‘Üç Cisim Problemi’ adlı bilimkurgu romanı okuduğumda kendime sordum. Yanıtı vermeye çabalayacağım ama sonuçta epeyi kesinsizlik kalabilir.
Gelecekbilimi 1974’te öğrendim ama üzerinde tam-yoğun çalışmaya ancak taa 2006’da başladım denebilir. Dünya Sistemi konusu için de bu böyle oldu. Öznel neden ise, alkolizm tedavisine başladığımda, meşgale olacak yoğun bir konu bulmaktı: O günden beridir de hemen tüm bloglarımın başlığı ‘gelecekbilim’ oldu.
Dünya Sistemi’ci olsalar bile tarihçiler, nedense gelecek üzerinde çalışmayı reddediyorlar. Bu, daha çok uzmanlık takıntısı, çünkü zaten yarın 2 gün sonra dün oluyor ve tüm gelecekler geçmiş olageldi hep. Wallerstein olsun, ‘Geleceğin Kısa Tarihi’ni yazan Attali olsun, 2001 ertesinde ABD zayıflamasını yazdı ama sistemin öngördüğü üzere, global bir çöküş dönemini yazmadı. Üstelik Alain Minc, 1999’da ‘Yeni Orta Çağ’ı yayınlamıştı.
Yani, benim için geçmişbilim-gelecekbilim / tarih-fütüroloji tümleşik bir alan.
(Şerh: Tam sentez için, zamanbilim / şimdibilim diye bir bilim dalı gerekiyor mu, 12 yıldır hala emin olamadım.)
İşte bu tümleşik bilgi disiplini 12 yıldır benim için, ilkede anti- / trans- / post- / meta-hümanist.
Anti-hümanizmim kendimi bildim bileli var. Trans-hümanizmim ise, ilk bilimkurgu romanını okuduğum (Geçmişini Unutan Adam, Çağlayan Yayınları) 1970-1971’den beridir var.
Dünya Sistemi tarih içinde, evrimbilim ise tarihöncesinde insanın 500 ila 5 bin yıldır neler yapabildiğini ve yapamadığını limit tamama yakın listelemiş durumda. Yani, insanı yapıp yapabileceği herşeyi aşağı yukarı biliyoruz ve bu insan türünü kurtarmıyor.
Kişisel öfkem ve nefretim 7 milyar kişiyi bir kalemde öldürmeyi düşünebilecek düzeyde ama bu kuramsal.
Şerh: Benim şiddet anlayışım hep kuramsal olageldi. Kendimden güçlüyü dövemem, dayak yerim (ki yedim de), kendimden güçsüz dövmek beni kendimden utandırır, edimsel durumda yani. Başka bir deyişle: öldürme listemde  Başka bir deyişle: öldürme listemde 40 kişi var ama bugüne kadar tek bir kişiyi öldürmeye kalkmadım, bundan sonra kalkmam da zaten.
Gelecekbilimciliğim limit 0 müdahalecidir, yani insan türün her ne olacaksa, ben onlara her ne kötülük yapmak istiyorsam, onu kendi kendilerine yaptığını iezliyorum çünkü. Bir anarşist olarak, devleti savunanların devleti tasfiye ettiğini de izledim.
İnsan türüne olumlu veya olumsuz, şiddetli veya şiddetsiz bir edimsel-müdahale düşünmüyorum tüm bu nedenlerle. Tam tersine, tarihte enerjisi atmamış çok fazla kurulu-zemberek-etki-tepki birikmiş olduğunu düşünüyorum. 7 milyarın azalması için, 0 doğumu ölü kontrolüne yeğ tutmam bu nedenle. Ki zaten 3. Dünya kadınları bile, giderek daha az sayıda çocuk doğurur oldular. Tabii, bir de insanların kendi sorumluluklarını taşımaları gerektiğini düşünüyorum.
Ne kaldı geriye o zaman?
Geçmişteki Homo Neanderthal ve Homo Sapiens ilişkisi ile kuramsal olarak 70 küsur yıldır süregelen Homo Sapiens ile Homo Posterus ilişkisi. İlk ikili gen alışverişinde bulundu, ikinci ikili belki binlerce yıl boyunca kültürel alışverişi sürdürecekler. Yani, şu ya bu biçimde Dünya ev-gezegeni üzerinde bunlar birarada var olacaklar. Homo Sapiens’in kendini % 100 sileceğini sanmıyorum. Homo Posterus’un Evren’deki evrimi ise, Homo Sapiens’in Dünya’daki evriminden bile uzun sürebilir.
Ancak, artık 60 yıla basamak dayayan biyografim ertesinde insan türüne hoşgörü göstermem mümkün değil. Tarihin boktan dönemlerinden birine denk geldim sonuçta. İnsani sayılan hiçbir ahlaki değere uyulmadığını uzun süredir gözlüyorum, hem 1. Dünya’da, hem de 3. Dünya’da. Geriye de boş Dünya diye bir kalmadı / bırakılmadı epeyidir.
Ancak, bilimkurgu romana dönersek:
İnsan türünün yok olması için ET’lerle işbirliği yapar mıydım?
Hayır.
Ahlaki nedenlerle değil. Romanın da açımladığı üzere ama John Le Carre’nin casusluk romanlarında yaklaşıp ıskaladığı biçimde, tezler de antitezler de boktan olabilir ve artı hiçbir tez veya antitez tümden boktan değil, Homo Sapiens bile, sonuçta bilimi, sanatı ve düşünü var.
Öte-düşüncenin bilim, sanat, düşün ile üretilemeyeceği, bu üçünün birer tümleşik üst-dil-düşünce-sistemi olduğu ama bunların öte-düşünce için şimdiden yetersiz kaldığı yönünde kanım mevcut.
İşte ben zihnimi yırtmadan bu öte-düşünceye yoluna açılan eksodus vektörlerini imlemeye çabalıyorum. Yani, kendimi bir insanbilimci saymama karşın, bilimin dilini bile metamorfozlayıp dehümanize ediyorum kısacası. Benim anti-hümanist tarzım da böyle işte.
Nokta. Es.
(8 Haziran 2018)

Cuma, Haziran 08, 2018

Nihilizmin krallığında kahraman ne anlama geliyor?


Yine bir sürü kavramsal teknik hata. Yine sulanmış beyinler.
Bunu pas geçtim.
Başlığa bakalım:
Sorunun yanıtı Neçayef (ama metnin içeriğiyle bu yanıtın hiç ilintisi yok):
Hem başkalarını katletti, hem de kendi de intihar anlamında yok oluşa yürüdü.
Da, 2018’de değil, 1878’de vardı o.
Yani, yanıtı tarih tarafından çoktan verilmiş sorular bunlar.
Gelelim asıl konuya:
Bir kitap ve yazarı var:
“Kahramanlık Patolojisi: Toplu Katliam ve İntihar” ve Franco “Bifo” Gerardi.
Toplu katliam ve intihar birebir çakışık değil. Öldürülme veya firar da sözkonusu.
Gösteri de illa ki birebir sözkonusu değil. Unabomber var çünkü.
Açımlamalar:
Başlangıç:
Hala gözden kaçıyor:
Canlı bombanın icadı, Tamil gerillaları tarafından ve Sri Lanka’da yapıldı.
Sonradan Filistinliler konuyu üstlendiler ve dolayısıyla da Müslümanlar.
İkisinin tarzları çok farklı ama. İslam’da şehitlik mertebesi var ama Tamiller’de yok.
Devam:
Alıntı (asıl irdeleme bunun için):
“… katılımın tersini, sorumluluğun tersini, yani inancın tersini kastediyorum.”
3 kavramın zorunlu arakesiti limit 0. Sorumluluksuz katılım, inançsız katılım mevcut: Her ikisi de oy verme durumunun şu sıralarki global momenti.
Asıl önemlisi:
İnanç, sorumluluksuzdur. İşi Allah’a devredersin, ya da irade-i cüziyeni irade-i kemiye karşısında sıfırlarsın ama bu bir kaçış içindir, bilinçli bir eylem değildir, en kolayını seçmektir.
Ne biçim bir zihin karışıklığıdır bu?
Desene: Kölelik olarak toplumsallığın reddi.
Konuyu anlatan köşe yazarını pas geçiyorum. ‘Yazık’ diyorum yalnızca: Gençler böyle olmamalıydı.
Dönelim başa ve çıkış momenti:
Son 50 küsur yıldır terör eylemi (yani asıl ve çağdaş terör ana akım çizgisi), bir medya geştaltıdır. Medya geştaltının da ne teşhircilikle, ne de seyredilme ile ilintisi yoktur, kitlesel etkilenme yaratma ile ilgisi vardır.
Burada en önemli olan şu:
2018’de internetteki bir viral videonun seyredilme-tarihleme hızıyla, 1960’larda Leyla Halid’in eylemlerinin gazetelerdeki okunma (ve G-7 ülkelerinde televizyondaki seyredilme) hızı aynı denklemlerle gösteriliyor hala.
Örneklenen eylemler de öyle:
Seri katillerle seri teröristlerin denklemi de aynıdır ve 200 kişiyi öldürüp de kim olduğu hala bilinmeyen seri katiller vardır, tüm Dünya ülkelerinde hem de.
Peki, neden bu seri teröristler için böyle değildir?
Örnekse: Carlos yakalanmadan kaç kişiyi öldürdü ve neden hala sağ?
Sonuç mu?:
Ağaca bakarken ormanı kaçırmayacaksın, ormana bakarken ağacı kaçırmayacaksın.
Hannibal ve Calos büyük bir bütünün parçalarıdır, kimi kurmaca parça, kimi reel parça olarak.
Yani:
Şiddet ve katl bir tasarımdır yalnızca.
Diğer bir deyişle genetik / biyolojik şiddet ile kültürel şiddet ayrı şeylerdir.
(7 Haziran 2018)

Perşembe, Haziran 07, 2018

Çin Usülü Enstalasyon


Çin tarihiyle ilgili olan, popüler kültür tipi Çin filmlerinde bu yok.
Ancak, Çinli bir bilimkurgu yazarının romanına, Çinliler tarafından yapılmış 2 ayrı montaj / kolaj / enstalasyon  filmimsi var.
İkisinde de dublajdaki konuşmacı aşırı hızlı. Özgün Çince filmlerde bu yok. Demek ki dublajlarda zaman eşleşmesi olmadığından böyle bir gelenek var.
Bunu pas geçtik.
Asıl kolajlar önemli. Uzun olanını özgün bir film zannettim, çünkü Wikipedia 2017 tarihli olası bir filmden söz ediyor ve filmin bir de fragmanı var, Çince:
Ki bu da enstalasyon olabilir.
Romanın kendisi 10 farklı konunun enstalasyonu gibi. Farklı okurlar için farklı konular öne çıkabilir. Benim için en çok oyun-simülasyon konusu öne çıktı. ET’lerin insan türünü yok etmesi konusu ise, hiç mi hiç ilgimi çekmedi ki burası aşırı yineleme durumu olmuş.
Çinliler’in bu enstalasyon durumu ise, felsefi anlamda birden çok anlama gelebilir.
Bir:
Hızlı bir zihinsel / kültürel sindirme.
İki:
Uzun problem çözümünde ayrıntıları atlama.
Üç:
Batı kültürü karşısında yaşanan bir travma.
Hepsi birarada olabilir, çünkü yine sarı ırk kültürü olan Japonya, bunu 19. Yüzyıl sonunda aynen yaşadı.
(7 Haziran 2018)

3 Cisim Problemi ve Triyalektik


3 cismin birbiriyle yerçekimsel ve yörüngesel etkileşimleri, tersine ve negatif triyalektik üzerinden olmakta.
Sentez yok.
Yakınlaşma, uzaklaşma, çok az olasılıklı karşılaşma-çarpışma-çatışma durumu var.
(7 Haziran 2018)

Üç Cisim Problemi


Bir bilimkurgu roman bu.
Ancak üçüncü okuma girişimimde kitaba nüfuz edebildim.
Roman, Nebula ödülü alabilen ilk Çinli / Asyalı bir yazar tarafından yazılmış:
Liu Cixin (Çinliler’de aile adı başta yazılıyormuş, yani ikisinin yerini değişik görmek gerekli).
Kitap yaklaşık 10 kitaplık konuyu içeriyor.
Bunlardan 3 konu çok önemli:
3 cisim probleminin romansal özgün yorumu.
Bir bilgisayar oyunu var: Tarihin simülasyonu. Gerçek ama hayal gibi.
Ve bu oyunda Aristo ve Konfiçyus problem çözümü için tartışıyor. En önemli bulduğum nokta bu: Bilimkurguların bile olamadığı biçimde bir düşünce romanı bu.
Türk okurlardan biri şöyle bir tepki göstermiş:
“Bir romandan ziyade bir ders kitabı gibiydi. Hikayeden ziyade size sürekli bir şeyler öğretmeye çalışıyor. Eğlendirici değil bilgilendirici diyeceğim fakat fizik bilimine uzaksanız kitaptan bir şeyler anlamanız pek mümkün değil.”
İngilizce’de buna ‘hardcore’ bilimkurgu deniyor. ‘Hardcore’, eskiden ‘xxx’, yani ‘porno’ demekti.
Kitabın henüz üçte birini okudum ama Wikipedia’da ana yapısını okudum.
Mecazda belirtildiği üzere roman, beyninize iyi sokuyor, sert sokuyor. Okurun yavşaklığını ciddiye falan almıyor.
Romanda beni en çok simülasyon olan oyun bölümü etkiledi. Onları, bugüne kadar seyrettiğim tüm Çin / Kore / Japon tarihi filmleriyle içiçe soktum zihnimde. İyice derine soktum yani.
Her zaman aynı şeyi söyyledim.
Onları hiç tanımıyor olabilirim ama benim gibi, milyarda bir hesabından dolayı, en az 6-7 kişi daha var ama hanfgi alanlarda uçtuklarını bilemem, tahmin de edemem.
Çinli bilimkurgucu, ben gelecekbilimciyim, nasıl anlaşabiliriz bilmiyorum.
Hollandalı Marten Kuilman ile de tam iletişim kuramadım ama ikimiz de poliyalektikçi idik.
Yani:
Şimdilik elde var 3.
Yani:
Üç cisim problemi.
Yani:
Tersine ve uzaktan diyalektik.
Evet:
Tarihi bükmeye kesin başlamışız ama 500 yıl falan sürer bu.
Dipnot:
Ursula K. Le Guin’i poliyalektikçi saymıyorum, çünkü ‘Mülksüzler’ dışındaki hiçbir metninde buna yakınsamadı, hatta konudan ıraksadı.
+
Ekstra notlar:
Bir:
Bilimkurgunun 200 yıldan sonra bile yazmayı akledemediği hala akledemediği konular var. Ben konuların var olduğu ama görülemediği kanısındayız.
İki:
Hem ABD, hem AB bu şansı harcadı. Bilimi, sanatı, düşünü toptan harcadığı gibi.
Üç:
Aristo, Euclid, Newton eşlenik paradigmaların yer veya zaman eşleniksizliği durumu hala geçerli. Kuilman Hollandalı, Ülkü Türkiyeli, Liu Cixin Çinli.
Dört:
Gelecekbilim, artık gerçekten bilimkurgudan daha ‘hardcore’. Bilimkurgucuların gelecekbilim çalışması gerekli, tıpkı tarihçiler gibi. Ah, bir de zamanbilim kurulabilseydi. Saptama: Zamanbilim şu an boş küme bir bilimsel / epistemik alan.
Beş:
Liu Cixin ile iletişime geçmem gerekli.
(7 Haziran 2018)

Bir Anket: Kuşak Parçalanması


Dünya gazetesi bir anket yaptırmış.
Bunu da Ümit Kıvanç irdelemiş.
Bir sürü nitelik sayılıp şöyle sorulmuş:
“(1) “Cumhurbaşkanı adayının [sayılacak] sıfatlardan hangilerine sahip olmasını istersiniz?”, (2) “Çocuğunuz [sayılacak] sıfatlardan hangilerine sahip olsun istersiniz?”
Kıvanç, araştırmanın sonuçlarının da gerektirdiği üzere, işi ironiye vurmuş ve ciddi analiz yapmamış pek. Bizi işin o yönü ilgilendiriyor.
“İnsanımızın yine neredeyse yüzde doksanı (% 86), cumhurbaşkanının sorumluluk sahibi olmasını isterken, çocuklarında bu özelliği görmek isteyenlerin oranı % 67!”
Epeyi şıkta bu, değer yargısı ikiliği mevcut.
“İnsanımız meğer cumhurbaşkanının “yenilikçi” olmasını istermiş; yüzde 85’lik oranla. Fakat yine, çocuğunda bu özelliği görmek isteyenler, katılımcıların yarısı kadar: yüzde 51.”
“Cumhurbaşkanının “disiplinli” olmasını isteyen nüfusumuz da yüksek: yüzde 81. Fakat insanımız, anlaşılan, ’olacaksa tepedekiler disiplinli olsun, çocuklarımız o kadar sıkıya girmesinler’ görüşünde. Zira anca yarıdan biraz fazlası (% 56) çocuklarının disiplinli olmasını istiyor.”
Öncelikle şunu imleyelim:
Anababalar cumhurbaşkanına oy veren kuşaktan. Gençler ise, oy vermeyen veya verdiği oyu neden öyle verdiğini bilmeyen kuşaktan.
Yani:
Anababalar; taşralı, eğitimsiz, sorumluluksuz, sürü psikolojisinde, şu bu.
Ama çocuklar büyükkentlerde doğup büyümüşler.
En belirgin durum şu:
16 yılda cuma namazına giden erkek sayısı % 30’u bir türlü geçemedi. AKP’nin mahalle baskısı olsa da, yaşlılar vefat ederlerken, genç kuşaklar büyükkentlerde namaza gidip gitmediği denetlenemez oldular.
Yani:
Büyüklerin kendileri kaytaramıyor ama akıllar kaytarmadan yana. Bunu çocuğu için aklediyor yalnızca.
Bu da, bugün için 18-28 yaş arasında olan erkeklerin muazzam bir kuşak kopuşu, 2-3 kuşaklık kopmayı tek kerede yaşayacakları.
İşte o zaman, öldürülen Gonca Güriş’in tahmini gerçekleşecek:
Başörtülü kızlar da evlilik öncesi ilişkiye girecek ve muhafazakar eş isteyen erkekler de o kızlarla evlenecekler.
Bu modernleşme mi?
Hayır.
Bu, kulağını eliyle tersten göstererek lümpenleşme.
Zaten muhafazakar değer yargılarından kaytarma da, gönülsüz ibadet de, lümpenliğin hasıdır ve ülkemizde bolca görülür.
Dipnot ve çıkış:
30 küsur yıldan sonra anket şirketleri, abidik gubudik sorular yerine, yanıtları anlamlı toplumsal panoramalar üreten sorular hazırlamayı ve sormayı becermişler sonunda.
(6 Haziran 2018)

Ozmosis, Disbiyöz, Lümpen Halklar


Kendi gözlerimizle bizzat izlediğimiz için örnekleyelim:
Çingeleşmiş Türkmenler ve türkmenleşmiş Çingeneler var, Anadolu’da yani: Oluşum süresi de 11.-19. Yüzyıl arası olması gerekiyor. (Ne yazık ki Anadolu-içi Çingene göçleri, etniden sayılmadıkları için, Osmanlı döneminde pek kayıtlanmamış, Cumhuriyet bile onlara başta kimlik kağıdı vermemiş.)
Bu neyin göstergesidir?
Bizce bu, lümpenliğin göstergesi, hatta kanıtıdır. Çünkü, ulus-devlet üzerinden ısrarla dayatılan etnik kimliğin içi boşluğu ve herhangi bir halk tarafından, belki maddi / manevi çıkar karşılığında, belki hiç karşılıksız, hatta hiç nedensiz terkedilmesi ve hatta düşman-karşıt-rakip olan birinin üstlenilmesi, ancak ‘lümpenlik’ sözcüğüyle karşılanabilir bizce.
Aranot: Nasıl ki lümpen burjuvalık varsa, etnik lümpenlik ve lümpen etnisite de vardır.
Bunun oluşum süreci, zaman içinde uzayabilen bir ozmozis ile mümkündür: A kategorisinin öğeleri eksilirken, B kategorisinin öğeleri artar: A’yı A yapan temel öğeler gitmişken ve B’yi B yapan öğeler gelmişken A, artık B’dir.
Her iki çevrim de birer disbiyözdür. Yani:
Eğer tek tek olsaydı, zararlı olmazdı ama aşağı yukarı tüm halklar arasında bu olduğu için, bu lümpence olduğu için, bir halkın kültürel kimliğini (yani namusunu ve ahlakını) bile koruyamaması nedeniyle zararlı. Hem de çok zararlı.
Zararlı olmayan istisnaları da olabilir, beyaz-Trakyalı Çingeneler gibi belki.
Bugüne kadar hiçbir tarih, coğrafya, sosyoloji, etnoloji, kültüroloji kitabında halkların; yer, ad, ırk, dil, din değiştirdiğini okumadım (yani hepsini birarada okumadım). Bunun anlamı şudur: Bir halkı o halk yapan hiçbir şey yoktur.
Bu ozmosis-disbiyöz durumuna da, halkların bu durumunu imlemek için değil, tüm epistemik alanlar içinde, ozmosis-disbiyöz ikilisine bilindik ilk örnek olduğu için eğildik.
(6 Haziran 2018)

Disbiyöz ve Diyalektik


Disbiyöz, ana sistemle sembiyözde olan, kalabalık ve farklı parametrelerin, tek tekken sisteme zararsız ama hepsi biraradayken sisteme zararlı olması durumudur.
Poliyalektik, limit n sonsuz sayıda diyalektik ikililerinden oluşan bir dizidir. Parçalarının büyüklüğü sıfıra gittiği için, dizinin toplamı olan kaplamı ve kapsamı sınırlı ve sonludur.
1, 2, … , n öğenin ikili diyalektikleri dekadans yaratmazken, 1-N (limit sonsuz) öğenin toplamı olan ( = n x (n-1) / 2 ) dekadans yaratır.
Bu durum etnolojiye ve politik birliklere uygulanabilir.
(6 Haziran 2018)

Çarşamba, Haziran 06, 2018

Disbiyöz, Poliyalektik, AB


Önnot: İnsansal / toplumsal sistemlerle  biyolojik sistemlere aynı terimleri kullanmanın, riskli bir metafor olduğunu biliyoruz.
Disbiyöz, ana sistemle sembiyözde olan, kalabalık ve farklı parametrelerin, tek tekken sisteme zararsız ama hepsi biraradayken sisteme zararlı olması durumudur.
“Disbiyozis, herhangi bir nedenle mikrobiyotanın dengesinin bozulmasıdır. Mikrobiyata kompozisyonunun değişmesi veya bozulması ve buna bağlı olarak fonksiyonlarının kaybolması şeklinde tanımlanır.”
Poliyalektik, limit sonsuz sayıdaki diyalektik ikililerinden oluşan bir sistemdir.
Olaya poliyalektik açısından bakarsak:
Bir antitez-sistemin içindeki onlarca alt-antitez-sistemciğin tek tek iken ana sisteme zararsız ama hepsi birarada iken zararlı olması durumu olarak disbiyözü tanımlayalım.
Ekonomide faiz, işsizlik, üretim, tüketim, tasarruf, yatırım, devalüasyon, enflasyon etkenleri, tek tek iken makro ekonomiye zararsızdırlar ama birarada hızlı değişimler gösterirlerse, o ekonomi çöker.
Olaya AB açısından bakarsak:
İlk AB tasarımı, 800 gibi Şarlman eliyle oldu. Sonra da, Napolyon ve Hitler konuya limit aldılar. Onu dışında AB ülkeleri, 1.200 yıl boyunca hep birbirleriyle çeliştiler, çatıştılar, savaştılar.
2 dünya savaşı ertesinde savaş denizi bitti, AB gemisi karaya oturdu. 1945’ten 2015’e olan proje, AB’yi 30 ülkelir yapacakken, makro etkenlerden biri olan İngiltere AB’den ayrıldı. En az 15 AB ülkesi de, AB bütünlüğüne / kültürüne zararlı oldu.
İşte bu total durum, uluslararası/ global politika açısından disbiyöz oldu.
Daha da makro sistemde AB, bilimi, sanatı, düşünü ABD’ye aktaramadı, daha doğrusu o üstlenmedi ve hep birlikte global bir Orta Çağ’a girdik: ‘Fahrenheit 451’ tipi bir gelecek bu.
Dolayısıyla AB disbiyözü, mikrodan makroya ve makrodan mikroya 2 yönlü olarak disbiyöz oldu.
(6 Haziran 2018)

Rıfat Ilgaz, Hababam Sınıfı, Güdük Necmi


‘Rıfat Ilgaz’lı Yıllar’ kitabında, Ilgaz’ın ‘Hababam Sınıfı’ndaki Güdük Necmi olduğunu okudum.
Kitabı ilk kez 1969’da okudum, bunu 2018’de okudum: 49 yıldır da zihnimde duran sorunun yanıtını öğrendim.
Bu konuyu açtığım biri, onun Güdük Necmi değil, başkalarının mektuplarını yazdığı için, Refüze Ekrem olduğunu önesürdü.
(2 + 5 Haziran 2018)

İmabilim


Bir:
Elvis Presley benzeri 1 kişi varsa, daha çok anıştırma vardır; 100 kişi varsa, limit 0 anıştırma vardır. Bu ‘benzeri’ yarışmalarında açıkça gözlenir: Örnekleme genişledikçe, benzemezlik daha çok göze batar.
Bu durum, sinemanın ana akım göstergebilimine aykırıdır ama buna dikkat edilmez
İki:
Lynch, 1950’lerin giysilerine ve tiplemelerine bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek anıştırma yaptığında. 1990’larda bunu anışacak insanlar vardır ama eğer konu 1850’ler olsaydı, böyle olmazdı.
Yani:
Napolyon imgesini Napolyon imgesi yapan şey, elini paltosuna yandan sokmuşluğudur, yani genelgeçer klişe odur, şahlanmış at üzerindeki fotoğraftan yapılma tablo pozu değil.
Buradan, Eisenstein’ın morun ölüm rengi olduğu tezine / anıştırmasına geçelim. Bu varsayım, yalnızca onun için geçerli olabilir ki muhtemelen anılarında böyle bir durum olabilir. Diğer insanlar için böyle olmayabilir.
(1 + 5 Haziran 2018)

HDP: Birinci turda bize oy veren seçmenlere ikinci turda aynı olgunlukla cevap vereceğiz


Bunu demişler.
Meali de şu:
İkinci turda kimi desteklersek o seçilecek.
Doğru da gibi. Çünkü durum şu gibi:
Millet % 45, cumhur % 45, HDP % 10.
Ancak dert de şu:
% 5 de olsa, % 10 da olsa, HDP’li seçmen, ikinci turda partilerinin gösterdiği adaya oy vermeyebilir. MHP’de de, birinci turda Erdoğan’a oy vermeycek bir seçmen kesimi olduğunu, parti yöneticilerinin kendileri dilegetirdi zaten.
Bunların anlamı da şu:
Sağ-sol ayrımından sonra, parti ayrımını da anlamsızlaştırdı seçim pratikleri.
CHP, kabzımal sebze satar gibi, 15 milletvekilini kamyonla İyi Parti’ye gönderdi, sonra geri aldı, vd, vb.
Tüm bunların AB ülkelerinde olduğu üzere, ister sol, ister sağ yeni parti oluşumlarına yol açacağı kuşkulu. Onun yerine Genç Parti gibi, benim oğlum bina okur, döner döner gene okur, türü oluşumlar daha olası gibi.
HDP’nin yaptığının köylü kurnazlığı olduğunu ama sonuç alamayabileceğini imleyerek bu metni bağlayalım.
Dipnot: Köylü kurnazlığı da, kimseyle yazılı uzlaşmaları olmadığını vurgulamaları. Bununla, sözlerinin senet olduğunu mu, dilin kemiğinin olmadığını mı imlediklerini yakında göreceğiz.
(5 Haziran 2018)

Salı, Haziran 05, 2018

Saymayı Bilmemek: Asker Gereksinimi


Birileri şu hesabı nasıl yapmış, epeyi merak ettik.
“Başbakan Binali Yıldırım, Türkiye’de askerlik yapmak için birikmiş 5.5 milyon kişi bulunduğunu, yıllık asker ihtiyacının ise sadece 350 bin olduğunu söyledi.”
Yıllık doğan erkek sayısı belli. Bunun üniversite öğrencisi olanı belli. Lise mezunlarının hemen askere alındığı belli. Her yıl kaç kişinin askere alındığı belli.
Bu koşullarda 5,5 milyon kişinin askerlik beklemesi için, 20-35 yaş arasındaki 15 yaş kuşağından hemen hiç kimsenin askere gitmemesi gerekir, yani bakaya veya kaçak olarak, öğrenci veya yurtdışı çalışan olarak değil.
Sonra, ordunun yıllık gereksinimini nasıl saptadılar?
Kapasitesini değil, gereksinimini.
“Toplam 5.448.858 kişi var askerlikle ilişkisi devam eden. Ancak biz önümüzdeki sene 345.933 kişi alabileceğiz.”
Gereksinimi değil, kapasitesi imiş yani. Haber yanlış yani.
“Aldığımız önemli bir karar daha var: Operasyonlara, ön planda asla silah altındaki er-erbaşları göndermiyoruz. Arka planda lojistik destek veriyor.”
İyi de, şehit asker haberlerine bakınca, bunun böyle olmadığı açıkça görülüyor: Hemen hiçbiri profesyonel asker değil.
Burada konu atlayarak açılım:
Ya Akar tek başına, ya da Fidan-Akar ikilisi, çok tuhaf bir askeri stratejiye geçtiler. Militarist alanda sorun yok ama masa başı tartışmaları açısından sorun çok: Hatay’ın doğu sınırına yığılmış on binlerce askeri orada onyıllarca nasıl tutacaklar, bunun uluslararası hukuk karşılığını bulmaları gerekli.
Sonuç:1974’te Kıbrıs Savaşı’ndan kendi gemimizi batırdığımızda olan sorun hala var demek ki:
Karargah iç iletişimsiz ve kuram-edim aykırılığını hala görmüyorlar.
(4 Haziran 2018)