Pazar, Eylül 30, 2018

NEK: Fotonlar ve Takyonlar


Fotonlar, bildiğimiz fotonlar: Bildiğimiz ışığı iletiyorlar.
Fotonlar, birer dalga paketçiği olarak, n sayıda alt-dalgacık (?) içeriyor. Bir ışık ışını eğer kırılmaya uğrarsa, hem hızı yavaşlıyor, hem de o alt-dalgacıklar serbest kalıyor: Sonra da, o alt-dalgacıklar sönüyor.
Bunun nedeni, bir: enerjisini azaltmak, iki: bağımsız / tek başına olarak uzayzamanda var olamamak (ki bu durumda başka bir şeye veya sanal uzayzamana dönüşmesi de modellenebilir), üç: toplam madde-enerji birimi uzayzamana (daha çok zamana) yayılınca, kinetik enerjisinin türevlenmesi, sabit sayılanması ve sıfırlanması (gibi bir tasarım) olabilir.
Buradaki sorun şu:
Işığın ışık sayıldığı dalga boyları aralığında, değil 10 kat, 10 üzeri epeyi frekans katları sözkonusu. Yani, radyo dalgası saydığımız uzunluktaki dalga boyları kırınımlandığında, bildiğimiz görünür dalga boyları paketçikleri ortaya çıksa gerekir ama çıkıyor mu, bunun böyleliği deneylenmiş mi, belli değil.
Ancak, kesin olan bir şey var:
Uzun zamandır iler sürdüğümüz üzere, hem çok-çok kısa dalgalı, ışık ışınları, hem de çok-çok uzun dalgalı ışık ışınları, orta dalga boylu (diyelim görünür dalga boylarındaki) ışık ışınlarından, nicel değişimler, kendiliğinden nitel değişimlerdir, ilkesine bağlı olarak, başka şeyler olmakta, bir bakış açısına göre yani.
Buradan takyonlar konusuna geçiyoruz:
Işık ışınlarındaki hapsolmuş alt-dalgacıkların en azından o paket içinde veya faz değişiminde, ışık hızından hızlı devindiği gibi bir bilgi var elde.
Buradan da, takyonların (tanımının bir bölümünün?) onlar olabileceği, takyonların bağımsız süremediği ve bağımsız takyonların hızla sönümlendiği çıkarsamasına varıyoruz.
Bu durum da takyonlar da, alt-dalgacıklar da, sanal parçacıklar olmakta. Tıpkı olası eksi enerjili parçacıklar gibi ki bunun matematiği, ayrı bir konu.
Görüldüğü üzere tüm çabamız, farklı bilgi alancıklarındaki bilgicikleri toparlayıp, neksus / doku-bilgiler ile tek alanda üst-bilgileştirme çabası. Ki bu konucukta bunu yapabildiğimiz kanısındayız.
Uzayzamanda ışık hızı hızlı ama yine uzayzamanda sınırlı-sonlu toplamda enerjili, dolayısıyla tek başlarına uzayda veya zamanda sönümlenen ama uzayzamanda enerji haritası / grafiği çıkarılabilecek bir dalga paketçiği modeli sözkonusu burada: Hem ışık hızından hızlı oldukları varsayılan takyonlar, hem ışık hızı limitli reel (?) fotonlar için birleşik bir bilgi modelciği bu.
Artı: Eksi enerjili fotonlar veya takyonlar da tasarlanabilir.
+
Dipnot:
Bellirli bir bilim / fizik diliyle dilegetirilen bilgiler, başka bir bilim / fizik dilinde absürd görünebilir. Ateş, hava, su, toprak ile plazma, gaz, sıvı, katı dörtlü söylemleri böyledir: Biri, diğerine absürd gelebilir.
(29 Eylül 2018)

Cumartesi, Eylül 29, 2018

İronik Global Konjonktür 2020


Dünya Sistemi modeli, kurulmaya başladığı 1960 ile 2000 arasında, 2000 sonrasının bir çöküş dönemi olacağını çoktan öngörmüştü. Aradan geçen onca yıla karşın, okuduğum kadarıyla hiçbir Dünya Sistemi’ci, 2015 sonrasında ve Arap Baharı çökerken bile, bunu belirtmedi ve vurgulamadı.
(Şerh: Hem Wallerstein, hem Attali, ABD’nin gelecekbilimini epeyi yanlış öngördü ve yazdı. Daha şimdiden 2’si de, yanlışlanmış ve geçersizlenmiş durumda.)
Çöküş dönemlerinin yararı, züğürtleyen esnafın eski defterleri karıştırması gibi, tarih muhasebelerine izin verecek boşluklar içermesi.
Bir bakalım geçmişe:
Dünya’nın en büyük ülkeleri olan sırasıyla, MÖ 500’deki İran’ın, MÖ 300’deki Yunanistan’ın, MS 200’deki Roma’nın / İtalya’nın, 1000’deki Hindistan’ın, 1300’deki Moğolistan’ın, 1600’deki İspanya’nın, 1850’deki İngiltere’nin şu andaki hallerine bir bakmak, tarihsel açıdan ironik parıltılar ve sönültüler izlememize neden oluyor.
ABD’nin 1945-1990’daki süper güçlüğüne ve 1990-2010 arasındaki tekkutupluğuna bakmak ve şimdiki anı (2020 momentini diyelim) izlemek ise, ironiden ötesi: Moğollar bile, bu kadar hızlı yükselip, bu kadar hızlı inmemişti gibi. ABD; ne siyasal, ne askeri, ne de iktisadi global bir numara değil artık.
Ancak, 2 dünya savaşını da çıkarıp, 2’sini de yitiren Almanya’nın asıl 3. Reich’ına ve 3. Dünya Savaşı’nı çıkartmaya nasıl yol alabildiğine (buna izin verilmesine, buna ABD’nin izin vermesine veya engel olamamasına) ve hala koruduğu gücüne bakmak da, tersine bir dizi sönültü ve parıltı izlenimleri yaratıyor.
Japonya ise, biraz ters bir örnek: 1930’lardaki ve 1970’lerdeki ivmeli çıkışının 2’sini de hızlı inişlerle ödedi. Almanya’nın üçüncü şans kullanımı onda geçerli değil.
Bir de, Çin var: MÖ 200’den beridir hep Çin olan Çin.
Bir de, Amerikalar ve Afrika var: Global konjonktürde hep (binlerce yıl boyunca) mahalle ligi kalan kıtalar ve onlarca ülke.
Bir de, Kanada ile birlikte Okyanusya-Avustralya, belirsiz ve orta-uzak bir menzilde geçerli olmak üzere, potansiyel taşıyor gibi.
Bir de, Amerikalar’daki tek Portekizce’li Brezilya. Portekizce Brezilya’yı, şansını 1930’larda boşa kullanmış Arjantin’e ve gelecek potansiyelli ama (ABD’ye komşu olduğu için) onu kullanamayan Meksika’ya karşı antitez kılıyor.
201 ülkenin 164’ü yanılmış devlet sahibi. Mikro-ülke denilen zoraki, yapay, tampon devletler var. AB’nin bile yarısı, öylesine ülke.
(Şerh: Yukarıdaki paragraf bizi uzun süredir, tarihte ‘devletlerin ne kadar devlet olabildiği’ konusuna götürüyor ki bunu yazmayı sorumluluğumuz alanında saymıyoruz, çünkü devlet referansında (bunun gerçekleşmesi öngörümüz 5 bin yıl gelecek vadeli bile olsa) devletsizlikçi anarşistiz.)
2001-2020 arasındaki bu gidiş, internette açıkça dolaşan veriler nedeniyle, naklen tarih oldu ama hala kimsenin hiçbirşeye aydığı yok.
Bizi gelecekbilimci olarak şaşırtan durum, hem 5 milenyumluk tarihte ilk kez tümel bir tarih atlası kurulabilmesi, hem artık tümevarımla elde edilen denklemlerin tümdengelimle tarihi belirliyor ile etki ediyor arası bir salınımda geçerli olması, hem de bu modeli kuranların hiçbirinin kendi kuramlarının sonucuna katlanamamışlığı.
Kısacası 2001-2020 arasındaki tarih, neredeyse kahve falı gibi, öngörülebilir / öngörülmüş olarak ilerledi, ilerliyor, ilerleyecek.
Global Yeni Orta Çağ atlaslamasında hala kuşkuluyuz ama tüm veriler o yönde ama tarihte hem (AB’de değişik yerlerde ve değişik zamanlarda 8 kez olarak) ‘4 rönesans + 4 engizisyon’ çoğulluğu, hem de prematüre rönesans türü aykırı / karşı-örnek oluşumlar kayıtlı.
AB-dışı engizisyonlar konusu, henüz tam çalışılmış durumda değil ama elimizde 11. Yüzyıl Ön Asya İslam rönesansı-engizisyonu eşlenikliği mevcut. Çin’in de bu tür sikluslar yaşadığı kayıtlı. Hindistan da, altkıtanın tek ülke olması ve dağılması salınımını çok kez yaşamış. Dolayısıyla, benzeri alt-oluşumlar da kayıtlı ama hepsini birarada modelleme çabası, epistemik açıdan henüz menziline eremedi.
Ancak sürekli sözünü ettiğimiz; gıda, su, enerji, nüfus / göç, çevre krizleri, 21. Yüzyıl’da aşağı veya yukarı olarak epeyi salınım genliği oynaması yaratacak, o kesin. Sikluslardaki olası faz sönümleri veya genlik katlamaları, hala ve henüz öngörülebilir değil: Bunun nedeni, bu türden salınımları kümülatif olarak yaratan artık-oluşumların (geleceğe doğru sarkan ve şimdiyi etkilememiş potansiyeller) haritalamasının yapılmamışlığı.
Demek ki tarihin ikinci türevlerinin irdelenmesi yeri ve zamanı: İkinci türev, değişimlerin değişimi eğilimi demek ki bu da saklı-duran potansiyel demek.
Çıkış ve novum-vektör:
Almanya, yalnızca 2018 son çeyreğinden başlayarak geçerli olmak üzere, TC’yi ABD’den uzaklaştırma eğilimiyle Rusya’yla koşut duruma düşerek, Stalin-Hitler ikilisinden sonra, (halihazırdaki veya müstakbel ikame) Putin-Merkel ikilisini ve artı kuşkusuz 3. Reich’i ve Birleşik Almanya Avrupası’nı akla getirerek, bu türden bir potansiyelin aktüele dönüşümü ön-haritalamasına başladı denebilir.
Brezilya ise, mafya-devlet olarak ve hiç yoktan (çöpten yemek yiyenlerden) 50 milyon orta-sınıf / küçük burjuva yaratarak, 2005-2015 arasında benzeri bir çıkış göstermiş ama devamını getirememiş idi.
Yani:
2020-2025 arası için novum-mutasyon-vektör’ler hala boşta ve belirsiz.
+
Dipnot:
TC’yi ne siz sorun, ne de ben söyleyeyim.
 (29 Eylül 2018)

Perşembe, Eylül 27, 2018

ABD’nin / FED’in Makro Kriz Yönetimi: 2007-2013-2021


Bir haber:
“Plana uygun olarak 2017 yılının son 3 ayında piyasadan toplam 30 milyar dolar çekildi.
2018 yılında 420, 2019 ve 2020 yıllarında 600'er, 2021 yılında da 400 milyar dolar daha çekilecek.
Böylece Fed bilançosunu, küresel kriz sonrasında ulaştığı 4,5 trilyon dolar düzeyinden 2,5 trilyon dolar dolayına düşürmüş olacak.
Bernanke, 2013 yılının ilkbaharında likidite bolluğunun sonunun yakında geleceğini açıkladığında, bu konuyu ciddiye alarak uzun vadeli önlemlere girişen ekonomiler, bugün daha rahat konumdalar.”
Öncelikle, çekilen toplam para 2 trilyon doların üzerinde görünüyor. Daha önce belirtilen miktar, 1 trilyon dolarlık bir fazla idi. Düzeltme olmuş oldu. Ayrıca bu 1-2 trilyon dolarlık fazla, gerçek karşılıksız para idi.
Devamında, demek ki 2013’ten beridir faiz arttırma ve piyasadan para çekme var ama onların miktarları haberde yok.
Önce faiz arttırma, sonra piyasanın intikalini bekleme, sonra piyasadan para çekme, daha mantıklı bir yol ve o uygulanmışa benzer.
Bu arada FED, o 4,5 trilyon dolarlık bilançosuyla, asıl mal varlığının 5 katı borçlanmış durumda idi ve bu tüm temayüllere, etiğe ve hatta hukuğa aykırı bir durumdu. Çünkü, hesapça kapitalizmde devlet piyasaya bu kadar müdahale etmez / edemez idi. Öyle olmadığını bizzat gördük ama hala öğrenmedik.
Sonuç olarak, haberde söylenmemiş ama kriz dönemi bitti, duraklama dönemi başladı. Bu tür dönemlerdeki rehavet ve tembellik, ekonominin o bilinen ileri teknoloji yaratma eğilimi hızını ve rüzgarını çok keser, kesti de. O da, 5 yıl sonra belli olacak. Amazon ve Google, hem ikinci kuşak, hem de epeyi uzun süredir önder ÇÜŞ’ler: Yani, epeyi süredir yeni depar görünmüyor bu piyasada. İşte bu, asıl duralama dönemi demek: Apple / Iphone küçülmeye başladı örneğin.
Bu durumda ABD ekonomisi, 2012-2030 arasındaki 10 yıllık dönemde, sabit, düşük ve yaklaşık eşit işsizlik, enflasyon ve faiz ile düz gidecek demektir.
Sonrası mı?
Kafaüstü çakılma.
+
Dipnot / açıklama:
AB = ABD = Çin yanına, yalınzca ABD’nin kaprisi için G-20’nin 15 ülkesini bunlara göre ve toplamda, çeyrekten düşük oranda sokup da, onların 10 yıllık geleceği dahil herşeyini silip süpüren bir ekonomik zihniyet, geleceği gömmüş demektir ve gömdü de. Çünkü o potansiylel, yatırım ve üretim anlamında kullanılsaydı, gelecek hala var kalabilirdi. Öyle yapılmadı, gelecek silindi.
G-20 olmayan 3-5 Arap ülkesinde yüz binlerce ölü ve on milyonlarca göçmen yaratmışlık da cabası.
Tüm bunların karşılığında kapitalizm oyunu daha iyi veya daha güzel oynanmadı. Kimse de kar etmedi. Dolar milyarderleri ve 350 bin beyaz-kara para kaçıran da dahil bu hesaba, çünkü o paraları kaçırabilenler, artık ölüm yaşı menzilindeler ve sonraki kuşaklara o para yetmez, çünkü hazıra dağ dayanmaz, dayanmadı da. 1 milyar dolarlık evde oturmak veya 1 milyar dolarlık yatta denizde seyretmek kimseye kanat filan da takmadı.
Dolayısıyla:
2030’da ABD kafaüstü, sonra tüm Dünya kafaüstü.
(27 Eylül 2018)

Çarşamba, Eylül 26, 2018

İstanbul Devlet Borsası


Bir haber:
“Sabah saatlerinde yaşanan 'teknik arızadan kaynaklı veri akışı problemi’ nedeniyle işlemlere birkaç saatlik ara verilen Borsa İstanbul’la ilgili bir diğer önemli gelişme daha yaşandı. ABD'deki Nasdaq Teknoloji Endeksi, elindeki yüzde 7'lik payı sıfırlarken; Türkiye Varlık Fonu'nun (TVF) payı ise yüzde 73.59'dan yüzde 80.6'a yükseldi.”
Hangi ülkede borsanın % 80’i devletin elinde?
Bu, neden daha önce hiç yazılmadı?
Teknik arızaymış, bu durumda buna kim inanır?
Nasdaq hisseleri, borsa işlemdeyken, % 100 devlete geçseydi, ne olurdu?
Borsa % N düşerdi.
Borsa batarsa ne olacak?
Devlet batacak.
Peki devlet, o Nasdaq hisselerine kaç para ödedi?
Devlet sırrı.
Peki, tüm bu yapılanlar, o çöküşü engelleyebilecek mi?
Hayır.
(26 Eylül 2018)

Pazartesi, Eylül 24, 2018

Roma-Germen, Faşizm, Nazizm, Ekspresyonizm, Fütürizm: Serbest Uçuş


Romalılar zamanında Germenler, hiçbir zaman tümüyle Roma’ya yenilmedi veya Romalılar tarafından tam işgal edilemedi.
(Kendilerinin yıkmadığı) Roma yıkıldıktan 500 küsur yıl sonra da Germenler, tuhaf bir biçimde Roma-Germen Kutsal (Holy / Göksel) Roma, Kutsal Germen gibi adlar verilen bir imparatorluk kurdular. Bu, Birinci Devlet / 1. Reich idi. 2. Reich cumhuriyet, 3. Reich Hitler oldu.
Aranot: Oysa bizce doğrusu, aradaki cumhuriyet dönemini atlayarak, 3. Reich’in Merkel eliyle şu sıralar kurulmakta olduğu. Çünkü, bu üçünün de varlık / hükümranlık alanları / sınırları aynı. Germenler, çokça Nordik, azca Doğu Avrupa’yı epeyi kez işgal eden Asyalılar melezi bir ırk: Hitler’in siyah saçlılığı oradan gelmiş.
İtalyalılar, ne gen, ne de kültür olarak bağlarının olmadığı Roma’nın geleneğini üzerlerine aldılar. Faşizm adı, Roma’daki polislerin taşıdığı ‘fascus’ adlı baltadan gelirmiş rivayete göre.
Nazizm, hiçbir zaman kendine faşist demedi, nasyonel sosyalist dedi. Bunu üzerine alınan ve gayetle Slav nasyonal sosyalisti ve reel sosyalist olan Stalin, ona faşizm denmesini buyurdu ve öyle de oldu.
2. Dünya Savaşı’nın öncesindeki koşullarda, İtalya’da fütürizm / gelecekçilik, Almanya’da ekspresyonizm / dışavurumculuk sanat akımları moda oldu ve ikisi de kendi faşizmlerine meyletti.
Sanatsal ve estetiko-politik açıdan tuhaf olan şey, dışavurumculuğun resimsel karşıtının / antitezinin, gelecekçilik değil, Fransa’daki izlenimcilik (doğrusu etkilenimcilik) olması.
Zaten ikisinin faşizmleri de ayrı: İtalyan faşizmi tarımsal korporatist, Alman faşizmi sanayisel öldüresiye-sömürücü (çalışmak özgürleştirir).
Almanlar, 2. Reich’ten beridir, kendilerini İtalyanlar’a karşı üstün göregelmişler, çünkü daha o zaman bile Almanya, İtalya’yı işgal etmiş. Hitler de, Mussolini’yi hep küçük görmüş.
Bu ana eksen üzerinden akışlı, kırınımsal karşıtlıklar ve koşutluklar, tuhaf bir gergef-harita çizmiş. Ancak bu tanımlamalar, yalnızca o yerzaman için geçerli. 1945-2020 arasının çok altdönemli sanat, tarih, kültür akımları ve akışları içinde böyle tanımlamalar yok, gözlenmiyor yani.
Çıkış babında: 2010 sonnrasının 10. sanat dalı çapraz medya, bu türden diyalektikler değil, tuhaf bir içkin poliyalektik taşıyor: Mc Carthy’ciliği bile yok ve kendi aşkın kategorik vektörlerini bir şeyleri soğurarak / somurarak kendi üretiyor. En önemlisi bu vektörlerin çoğu, nasyonel değil, enternasyonel de değil, globalist de değil, meta-hümanist ki bu nasyonalizmin N ötesi bir tanım alanı: Yani, N. dereceden aşkınlık vektörleri çoktan üretilmiş durumda yalnızca 10 yıl içinde ki başlangıcındaki sinema da öyle olmuştu zamanında, ondan önce başlangıcındaki fotoğraf da…
Şerh: Sanıldığının tersine, bunu yaratan teknoloji parametresi değil, kültürel melezleme, harmanlama, sentezleme, praksisleme parametreleri. Vurgulamak gerekirse, tarihte bunu yapabilen ilk sanat dalı, çapraz medya olmakta.
Çıkış:
Tabii ki çapraz medyanın da ötesi var ki zaten teknolojik holografik sinema, Asimov’sal vizi-sonor, Lem’sel real çoktan beridir tanımlı.
Bizim tanım kümemizde bu, 5 duyu-dilin melezlemesi, harmanlaması, sentezlemesi, prarksislemesi ki tiyatro zaten, 2 bin 500 yıllık bir motor-sözel duyu-dil sentezi durumunda tanımlı.
Ayrıca bizce, fotoğraf-sinema-çapraz medya üçlü dizisi, yukarıdaki sayılan gerçek ve kurmaca sanat üçlüsünü engelledi bile çoktan. Ayrıca, holografik sinema filmi çoktandır yapılabilecekken, diğer ürünlerin satış ömrünü tamamlamaması ve kar güdüsü nedeniyle yapılmıyor, yoksa ilk holografik oyun sinemasal fragmanı (kovboylu olanı) yapılmışlığı, taa 1980’lere ait.
(23 Eylül 2018)

Pazar, Eylül 23, 2018

Neil Gaiman: Yokyer Değil, Aslayer


Gaiman’ın ‘Neverwhere’ romanının adını, Türkçe’ye ‘Yokyer’ olarak çevirmişler ama bizce yanlış.
Öncelikle, ‘Nowhere’ / ‘Hiçbiryer / Hiçyer’ üzerinden tasarlanmış adlı olarak, ‘Erehwon’ romanı var. Gaiman, ondan uzak durmaya çabalamış.
Not: ‘Nowhere’ ‘yokyer’ olur mu, o belirsiz.
‘Yokyer’e ‘Hiçyer’ denseydi, hiç zamansal değil, mekansal ilinti olacaktı. Hiç, aynı zamanda zamansal zamir de ama o zaman da (belirsiz çiftanlamlılık üzerinden) anlam kayması olacaktı.
O nedenle, doğrusu ‘Aslayer’.
+
Google Translate, ‘never’ın Türkçe’sini şöyle veriyor:
“asla
hiç
hiçbir zaman
hiçbir şekilde
katiyen
hiçbir suretle…”
(22 Eylül 2018)



Cumartesi, Eylül 22, 2018

Verhulst Ağacı: Değişik Bir Poliyalektik Çizelgesi


Verhulst çizelgesinde, birçok çatallanan yol vardır.
Bunları, birbirlerine karşıtlıkları nedeniyle, birbirinden uzağa itilen tez-antitez ikilileri sayabiliriz. Koşut ve somut bir örnek olarak, uzaydaki kütlelerin birbirini çekmesi veya itmesi durumlarının diyalektiğini ve poliyalektiğini sayabiliriz: Verhulst çizelgesi, itme durumlarının haritası gibi düşünülebilir.
Bu noktadan sonra, bir tür zamansal-tersindirilmişlik de sözkonusu olabilir. Çünkü, ancak o noktadan sonra, Adorno’nun negatif diyalektikine uygun bir ikili örnek oluşur: İkili uzaktan etkileşir bu kez.
Dolayısıyla ve özetle, tezin ve antitezin birbirini uzağa itmesi yeni ve farklı bir diyalektik olarak tanımlanabilir.
(22 Eylül 2018)

Cuma, Eylül 21, 2018

Gabriel ve Spartacus: Kurmaca ve Gerçek


Biri melek, biri köle.
Biri Tanrı’ya köle, biri anima’ya / animus’a (Romalı mülk / possession sahiplerine) köle.
İkisi de isyan ediyor, ikisi de yanılıyor ve ölüyor.
İlki intihar ediyor, ikincisi savaşta yeniliyor.
Biri film, biri dizi.
İkisinde de aynı erkek oyuncu (Andy Whitfield) var:
Dizinin birinci sezonunun sonunda, 36 yaşındayken kanserden öleceği kesinken, dizi yayınlanıp bitmeden, öleceği açıklanmamış bir oyuncu. (Dizinin devamında başka oyuncu kullanıldı.)
Bence bu; kurmacada da, gerçekte de reel-trajik. (Bunun açılımı, başka bir metnin konusu. Pas.)
Reel-Spartacus, kendi düşüncesi olan İsviçre’ye gitmek yerine, yardımcısının düşüncesi olan Sicilya’ya gitmeyi tercih edip, ihanete uğradı. Gerçek sonunun öyküsü hala bilinmiyor. (Buradaki stratejik kayma, yine başka bir metnin konusu. Pas.)
İsviçre’ye gitmek için kutup-Alpler’i geçmek gerekliydi, Sicilya ise yarı-tropik ve açık denizli bir seçenek ve daha rasyonel bir seçim idi ama yanıldı, herkes yanıldı ve bu durum, felaket yönetimi için, 2 bin yıldır hala geçerli bir örnek, negasyonluk bir örnek.
Oysa reel-Spartacus, tarih içinde zaman yolculuğu yapmışçasına, hem Hannibal’in, hem de Attila’nın Alpler’i kuzeyden güneye geçtiğini blseydi, güneyden kuzeye geçmek için strateji geliştirebilir ve eksodus sağlardı.
Ne tuhaf değil mi?:
Hangisinin daha kurmaca veya daha abartılı öykü olduğu hala belirsiz ama hepsi gerçek.
İsyan evet ama kaybetmek hayır.
Meselemiz bu.
Gabriel, Spartacus ve o oyuncu sağ kalmalıydı ve öykülerin devamlarını okuyabilmeliydik.
Ben sağ kaldım, onlarca kez onurum pahasına. O sayede, bu öyküleri yazabiliyor, bu soruları sorabiliyorum ve bu yanıtları verebiliyorum.
Kompleta eksi zekalılar ve eksi bilgililer, hala ‘sevelim / sevilelim’ ve hümanizm modundalar.
Ama onlar öldürüyorlar ve ben yaşatıyorum.
Kim iyi veya kim kötü, hiç farketmez.
Eksodus kimden geliyor, ona bakalım.
Çıkış:
Öykülerin devamını başka medyalarda, Robinson ve Gaiman yazıyor ama, bizde okuyoruz ama…
Bu metin o sayelerde yazıldı ama…
(21 Eylül 2018)

Çarşamba, Eylül 19, 2018

Suriye Savaşı Momenti: 17.09.18: Erdoğan-Putin Anlaşması


Az ve göreli olsa da, sürpriz bir sonuç oldu.
Bu konuyla ilgili olarak daha önceleri, (Haziran 2015’ten sonra) Türkiye’nin Kürtler ile savaş(çık)larını, sınırları dışına taşımasının, Akar, Fidan ve Erdoğan’ı aşan makullukte, hatta zekilikte bir plan olduğunu kezlerce belirttik.
IŞİD ve benzeri taifenin Türkiye’ye yararları ve zararları, kullanışlı veya kullanışsız oldukları, veri eksiklikleri nedeniyle hala belirsiz. Bir de, onlar da değişen tutumlarda, değişen davranışlarda, değişen sayılarda ve değişen adlarda mücadele edegeliyorlar sözügeçen sürede.
ABD, Trump üzerinden kendisini Suriye’de tasfiye etti sayılır.
Rusya ise, oradaki üslerini güvenceye alma yolunda tam yol ilerliyor.
Sürpriz durum şu oldu:
Ypg / Kürtler ve İran, tam da anlaşma açıklandı açıklanacakken, savaşa girmeyeceklerini açıkladılar.
Bu, her 2 taraf için de uygunsuz oldu:
ABD, Ypg’ye desteğini azaltabilir.
Şii gruplar ise, İran tarafından ihanete uğradıklarını düşünebilir ve hissedebilir.
Türkiye’nin istediği oldu ama ama istediğinin bu olmaması gerekirdi veya gerçekte istediği bu değil.
Buradan sonrası, hesapça konunun uzmanı Taştekin’in düşüncelerini değillemekle geçsin bari:
“Rusya Devlet Başkanı Vladimir Vladimiroviç Putin, bölgesel lider olma rüyasının ara katmanlarında asılı kalan Erdoğan’ın İdlib’i zapt eden silahlı gruplar üzerinde nüfuz kullanma hevesini satın aldı ve bunu, muhalif cepheyi çözme stratejinin temel unsurlarından biri haline getirdi.”
Hata:
Türkiye, şeriatçı silahlı gruplara silah çekebilir, eğer onlar zorlarlarsa, hatta oraya kendi elleriyle getirdiği Uygurlar’ı bile vurabilir. En azından, seçtiklerini AB ülkeleri üzerine salar, bölgedeki gerilimi azaltır.
Erdoğan, yalnızca günü kurtarmaya çabalıyor artık. 3 aydır AKP’nin gıkı çıkamadı. Buna da mı ayamadı kimse?
“Erdoğan’ın kafasındaki şey Doğu Halep, Doğu Guta ve Dera-Kuneytra’da muhaliflerin çatışmasızlık rejimine geçerken, bulundukları yerde kalmaları ve müzakere sürecinde etkilerini korumalarıydı. Ama sonu tam tasfiye oldu. Putin’in kafasındaki İdlib planı aynı sonu öngörüyor.”
Taştekin, bu yorumunda uçmuş. On binlerce şeriatçı savaşçıya kimse dokunmayacak. O ise kalkmış, tasfiyeden söz ediyor, sözkonusu olan yalıtım yalnızca. Bu adamlar, öldürülmezlerse öldürecekler, öldürdüler de…
Plan şu imiş:
– 15 Ekim’e kadar silahlı gruplar ile hükümet güçlerinin kontrol ettiği alanların arasında silahlardan arındırılmış bir bölge oluşturulacak.
“– 10 Ekim itibariyle 15-20 km derinliğindeki bu alanda bulunan tank, roket ve havan topu gibi ağır silahlar çekilmiş olacak.
– Muhalifler bulundukları yerlerde kalacak. Ancak Nusra Cephesi (Heyet Tahrir el Şam-HTŞ) dahil bütün radikal gruplar bu alandan tasfiye edilecek.
– Silahsızlandırılmış bölge sınırlarının iki tarafında Rus askeri polisi ile Türk askerleri devriye gezecek.
– TSK’nin İdlib’i çeviren 12 gözlem noktası tahkim edilecek.
– Yeni yıla kadar Halep-Hama ve Halep-Lazkiye yolu açılacak.
– Rusya, İdlib çatışmasızlık bölgesine saldırılmayacağını temin için gereken tedbirleri alacak.”
Yürür veya yürümez, ayrı konu ama gayet makul ve şimdilik uygulanabilir bir anlaşma.
Şerh: Nedense, hem Rusya, hem Türkiye, kışın savaşta olmayı istemedi sanırız. Sonuçta, erteleme tercih edilmiş oldu. Sonuçta, şeriatçılar birbirini vurabilirler bile: Daha önce vurdular çünkü…
“Putin’in ilk görevi bu planı Şam’a kabul ettirmek olacak.”
Esed, Erdoğan gibi, kolay düşünce değiştirebilir ve ayrıca bugüne kadar sağ kalmasını doğrudan Putin’e borçlu olduğunu da biliyor.
“Erdoğan bu planı kendilerini hükümet güçleriyle sonuna kadar savaşmaya adamış gruplara kabul ettirebilecek mi?”
İyi de o güçler, belli bir süredir zaten savaşmıyor. 3 ay beklediler de, 3 ay daha mı bekleyemeyecekler?
“Türkiye’nin direne direne, eninde sonunda Rus stratejisine ortak olması, kuşkusuz Suriye’deki ateşin devamından yana olan tarafları memnun etmeyecektir. Mesela dün Soçi mutabakatından hemen sonra Tartus, Hama ve Lazkiye’yi hedef alan füze saldırıları oldu. Fail muhtemelen İsrail.”
Hah, bu tam bir faka basma işte.
Putin, ne dedi?:
“Bizi İsrail vurdurdu ve geri vurma hakkımız saklı.”
Ortadoğu’da İsrail’i vurabilecek tek güç de Rusya. Ve er veya geç, iş oraya gidecek. İsrail, Arap şeyhleriyle KGB’li Rus Putin’i karıştırdı.
Sonuç:
İsrail’in de denkleme doğrudan ve açıkça sokulmasıyla, işler hepten keşmekeşleşti.
Çin, oralarda bir yerlerde hala bekliyor. Rusya ve Çin, bugüne kadar hep ortak hareket etti ama Çin ortalıkta hiç görünmedi.
Halihazırdaki denklemi bir düşünün:
Çin-Rusya-Türkiye ve ABD-İsrail.
Taştekin, tam tersini önesürse de, b şıkkı kaput bizce, 2012’den beridir hem de…
Dipnot:
3 küsur yıldır, yazdıklarımız hep doğru / geçerli çıktı. İsteyen metinlerimizi geriye doğru denetleyebilir.
(18 Eylül 2018)

Salı, Eylül 18, 2018

Kim Stanley Robinson’un ‘2312’sinde Kendi, Cins, İnsan


Önkoyut tanım: Kendi-cins-insan, bir-iki-çok/tümel nicel-nitel ilintisi ile, insan türünü tanımlamada, 20. Yüzyıl sonu ile 21. Yüzyıl başı için uygun bir üçleme.
+
Öneleştiri notu: Yazarın bu konuya, 500 sayfalık kitabın ancak 400. sayfasında gelebilmesi, tekdire şayan bir durum.
Önkoyut: 2. Sanayileşme’nin 9-10 öncü altkültürü aracılığıyla oluşan transhümanistleşme, 1945-2015 arasında epeyi yol kat etmişse de, bildiğimiz et-kan gövdelilik, belki çok-bin yıl daha, uzaycıların bu üçleme terminolojiyle irdelenmesine olanak veriyor kalacaktır.
Robinson, transhümanizmi hiç duymamış gibi düşünüyor ve yazıyor. Romanda insan-öte / insan-değil hiç yok. Bu biraz da, öte-yapay zeka konusunu ve onların insan türüyle mücadelesini vurgulamak için de böyle bırakılmış da olabilir, konu ıskalanmış da olabilir.
Yani, Robinson’da trans-, post-, meta-hüman yok.
Cins olayı, en çok biseksüalite versiyonlarıyla aktarılmış.
Ancak, kendi konusundaki şu metin parçası, ilginç ve olumsuzlanası:
“Sadece kendinsin ve bu çok korkunç.” (Sayfa: 393.)
Burada kastedilen ve değillenen, heteroseksüelite ama kendi’lik irdeleniyor mu veya (olumsuzlanarak) kastediliyor mu, belli değil. Bir kendi-değil olarak da, kendiliğin herkes için o denli olumsuz olmayabileceği gözlemini paylaşırız.
Asıl zihinsel-kendi ise, uzun yaşam nedeniyle metamorfozlanıyor. Çok az sayıda olarak, başkalarından uzun yaşayıp, çok-çok deneyim edinip, tüm sevdiklerini yitiren insanlar aşırı yalnızlaşıyor. Bildiğimiz (hatta bir bakıma Gagarin’in de bahsetmiş olduğu) uzaycı-katatonisi geliştiriyorlar.
+
Alıntı:
“Bu bir ‘cinsiyet diye bir şey yoktur’ durumundan çok, kimi zaman eksiksiz bir ursula insanlığı, kimi zamansa tam bir keşmekeş olarak adlandırılan, karmaşık ve muğlak bir durumdur.” (Sayfa: 393.)
Önnot: ‘Ayıcık / küçük ayı insanlığı’ ile neyin kastedildiğini anlayamadık. Bu, yazarın yüklediği / yarattığı özel bir anlam ama ne? Romanda bu açımlanmamış veya biz göremedik. (İnternette de karşılığını bulamadık.)
‘Cinsiyet diye bir şey yoktur’ yok, ‘bugünün cinsel kimliği (ve diğer tüm kimlik tanımları) üzerinden tanımlanmış cinsiyet diye bir şey yoktur ve/ya geçersizdir’ var.
Bir mono-homo lezbiyenin, kadınsal biseksüelliği homoseksüellik saymadığını dinledim ve hak verdim. İkisi, nicelce değil, nitelce farklı: Biri erkeği dışlıyor, diğeri içliyor.
Romanın sonunda bir Merkürlü ile bir Titanlı evleniyor ve bu, romanda kutsanıyor. Evleniyor. 2018 Dünya’sında bu, Hillary Clinton ile Vladimir Putin’in evliliği demek. Bunun olduğunu bir düşünün: Dünya barışı mı gelir, 3. Dünya Savaşı mı çıkar? Romanda bu evlilik ile Güneş Sistemi barışına doğru büyük bir adım atılmış oluyor.
Karmaşık ve muğlak (complex, chaotic, fuzzy, fractal) keşmekeş değildir. Seksüelliğin son momenti, ‘lgbti’ye nötrosekselitenin ‘n’si ve ‘aseksüelite’nin ‘a’sı gelince oluşan fiili (‘lgbtina’sal) durumdur, o da şimdilik. Bu dizi fraktaldır, adım adım oluştuğu için de muğlak ve hafif keşmekeşli bir durum yarattı.
Asıl sorunsal ise şudur:
Seks-değil dikmesi, hetero-seks-değil veya homo-seks olmamakta, çünkü homo-seks-değil de onda baştan tanımlı, tıpkı diğeri / antitez gibi.
Seks-öte, seks-siz (frijidlik veya aseksüellik değil ama başka şeyler) , fiilen daha daha yakın olasılıklar. Fikrense, tanım yok: ‘Triton’a karşın ve ondan / 1968’den bu yana yok.
+
Burada atlanan nokta şu: Belli konulara aşırı odaklanan bilimciler veya çok kitap okuyan olağan insanlardan on binlercesi, 20. Yüzyıl’da aynı şeyleri yaşadı. Robinson, bunları hiç görmemiş veya bu tür insanlar çevresinde hiç olmamış gibi yazmış.
Dolayısıyla sonuç:
Az / epsilon kendi-değil, çok ama dar alanda (ikicinsiyetlilik versiyonlarına takılıp kalan), öte-cins, hiç öte-insan.
Konu böyle ortaya konunca, şematik sorun tanımlanmış oluyor.
Bendeki kendi-değil, aşırı zıt-cins, insan-değil ile karşılaştırılınca, benim neden Robinson’u aşırı eleştirdiğim açıkça ortaya çıkar:
Tanım üçlemelerimiz farklı.
Bu üçlemeler, 8 ana ikili kategori üzerinden, tüm (klasik ve modern) klasik ve bilimkurgu romanlarda irdelendi, irdeleniyor, irdelenecek. Ancak, konuyla ilgili farklı düşünce üretebilmişlik çok verimsiz durumda, binlerce romanın içinde böyle.
Ve ‘Triton’daki aseksüelite hala çok-çok önemli bir başlangıç momenti. Üstelik, o kavramı yazan kişinin, bu kavramla fiilen hiç ilintisi olmamış gibi.
(17 Eylül 2018)

Pazartesi, Eylül 17, 2018

Kim Stanley Robinson’un ‘2312’ Romanında Bilimkurgusal-Gelecekbilim


Romanın adı, yayınlandığı yıl olan yıldan 300 yıl sonrasını imliyor.
Roman, belli bir gelecekbilim çizelgesi içeriyor.
Bizim geçmişbilim-gelecekbilim çizelgemiz şöyle:
“1750-1950/2000: 1. Sanayileşme.
1945/1950-2250: 2. Sanayileşme.
1750-2250: Sanayileşme.
2020-2100: 6 Makro Global Kriz: Nüfus, ekonomi gıda, su, enerji, çevre.
Şerh: Eğer bu makro-global krizlerin toplamının artetkilerinin oluşumu 2100’ü geçerse, gelecek farklı biçimlenir.”
Robinson’un gelecekbilim çizelgesi ise şöyle (sayfa: 227-228):
“Duraksama / Duraklama Devri: 2005-2060.
Kriz Devri: 2060-2130.
Geri Dönüş Devri: 2130-2160.
Hızlanma Devri: 2160-2220.
Yavaşlama Devri: 2220-2270.
Balkanlaşma Devri. 2270-2320.
2312: Sonul durum: Dingildek ve ikircikli bir ara-denge ama kaosa hemen kaymaya çok yakın.”
Robinson, Dünya Sistemi’nden ve tarihsel sikluslardan baresiz görünüyor ama belli dönemselliklerin ayırdında. Yani, geçmişbilimsel bilinci yok ama bilimkurgusal-gelecekbilimsel sezgisi var.
Karşılaştır-karşıtlaştır:
Bize göre 2001-2020 arası, birinci güç  ABD’nin ve ikinci güç AB’nin çözülmesi ama üçüncü güç Çin’in birinci güç olmaya hazır olmadığının ortaya çıkması, Rusya’nın ikinci güç olmaya çabalarken, dördüncü güçlüğe düşme tehlikesini göze alması ile geçti. Beşinci ve altıncı güçler olan Brezilya ve Hindistan, kendi içlerinde önemli ama bu durumda üçüncü güçlüğe  geçebilmeye yönelik, hiç önemi veya katkısı olmayan olaylar yaşadı.
Bu durumda, Robinson’un ‘balkanlaşma’, bizim ise devlet sayısının 100’den 200’e, oradan da 400’e çıkması ama yanılmış devlet sayısının ve oranının giderek artması, dediğimiz dönem geldi, geliyor, gelecek. Bize göre bu durum, 2100’e kadar sürecek.
Şerh: 400-800-1200 istila darbeleri yemiş Orta Çağ Avrupası, 1350 salgınını yiyince, 1500’de çıkış yapabildi ve bu, 1600’de tam-çıkmışlık oldu. Bu durum, 2000’de sona erdi. Bu ardışıklık dizisi, 6 makro global krizin Yeni Orta Çağ’ı bin yıla (2000-3000 arasına) kadar uzatabileceği veya 100 yıla (2000-2100) kadar kısaltabileceği eş-iki-anlamlılığı durumunu akla getiriyor ki bu da yolları çatallanan tarih akışı demek ki bu da, ülkelerin bir bölümünün (diyelim Araplar’ın) bin yıl Yeni Orta Çağ, bir bölümünün (diyelim Brezilya’nın) rönesans yaşayacağı, tarihsel eşlenik durumu demek.
Gelelim Robinson ile asıl farkımıza:
Robinson, uzaycılık gelecekbilimini çok ivmeli gelişen bir süreçler dizisi olarak ele almış. Asteoritler dışında, Güneş Sistemi’ni bu denli hızlı dünyalaştırma becerisine, Dünyalılar henüz sahip değiller.
Biz, onun 200 yıl alır diye hesapladığı kolonileştirmenin, 2 bin yıl alabileceği kanısındayız. Dünyalaştırma süreci, Mars için göreli kolay ama Venüs bu konuda şimdilik imkansız bir gezegen, 200 yılda ancak atmosferinin en üst katmanlarına yerleşilebilir kanımızca.
Dolayısıyla uzaycılık, 1957-2017 arasının gösterdiği üzere, daha çok robotlarla ilerleyecek gibi. Bugün Güneş Sistemi’nin sınırını geçmiş tüm öğeler robot.
Bu durumda uzay, hammadde kaynağı olarak daha anlamlı gibi. Yeryüzü’nde altından çok daha pahalı olan çok nadir elementler asteroitlerde bulunabilir ve ev-gezegene getirilebilir ki bu yönde çalışmalar şimdiden mevcut.
1990-2010 global politik krizleri gösterdi ki uzaycılık bazı kesintilemeler (NASA’nın tasfiyesi gibi) de yaşayacak. AB’nin tüm 60 yılda pratikte 0 çabası da ayrı not olsun.
Artı, Asgardia reel-süreci gösterdi ki uzay devletlerinin politik zihniyeti, değil 3. Dünya, ancak 7. Dünya düzeyinde düşük düzeyli olacak, oldu bile.
+
Tüm bunlara bakınca, Robinson’un bu eseri, inanılmaz bir beyin fırtınası olmakta. Robinson, yeni dönem reel-bilimkurgunun en önemli temsilcisi. Bu şu demek: Reel durumlar, yani belirgin tarihsel veriler üzerinden roman / kurmaca yazıyor kendisi, genel-muğlak-kaypak-kurmaca insanlık denklemleri üzerinden değil.
Tuhaf olan şey, tarihçilerin gelecekle, gelecekbilimcilerin geçmişle ilgilenmemesi. Dünya Sistemi’ciler bile, tahminlerinin daha 1960’da bile, 2000’de başlayacak bir tarihsel çöküş dönemini belirttiğini inkardalar veya görmezden geliyorlar.
Prekaryacılar, lümpen proleteryacılar, 7. Dünya’cılar bile, 2001-2020 itibarıyla, globalliğin dışında kalan 3,5 milyarın denklemini kurmakla ve onların tarihe izdüşümlerini hesaplamakla uğraşmıyorlar ve yine genel-muğlak-kaypak-kurmaca insanlık denklemleri ile uğraşıyorlar. Robinson’da da böyle maalesef.
Oysa geçmişbilim de, gelecekbilim de, bilimkurgu da, epistemik olmakla yükümlü, yani 3’ü de reel bilgilere / istatistiklere dayanmak zorunda.
Ek bilgi: İnsan türünün tarihine bakıldığında, türün toplam nüfusunun % 99’unun kültür üretmekle değil, kültür taşımakla, toplu bilisizlikte saklamakla ve aktarmakla uğraştığı görülür. Yani bu % 50 de öyle aslında ama neyi aktaracaklar? Örneğin, ABD’ye karşı ne kadar düşmanlık / direniş / savaş veya ona ne kadar tabilik / kölelik düşünce-potansiyeli?
Olayı proleterya-burjuvazi sınıf savaşı veya 1. x 3. Dünya anti-emperyalist az gelişmiş ülke mücadelesi olarak ele almak, ağaca bakarken ormanı görmemek ve ana denklemi ıskalamaktır.
Ancak yine de, Robinson’un dediği herşey olacaktır, çünkü bu projeleri tasarlayan on binlerce nitelikli insan var. Mars’a ölmek için gidecek ilk insan olmak için 100 bin kişi çoktan başvurdu örneğin.
Sonuç:
Homo Sapiens’ten herkes umudu kesti ama hangi / nasıl / ne zaman Homo Posterus ile uğraşan henüz yok.
Robinson da, nedense bu sorunsalı hiç dert etmemiş. Onda, 500 yıl ömürlüler bile hala sıradan insan ki biz bunun böyle olacağı kanısında değiliz. Çünkü 500 yıl ömürlü bir insan, bin yıllık tüm insan dertlerini çözecek bir genel denklemi pek pek 50 (yazıyla elli) yılda kurar. Bunu yapmayı seçer veya seçmez ayrı konu ama bunu yapmayı akıl ve kabul edecek uzun yaşamlı biri muhakkak çıkar.
Sorun da bu zaten:
Bilimkurgular, metamorfozları kaçırıyor. Hala, Kafka’sal biçimde, metamorfozların böcekleşme olacağı sanılıyor ama ‘3 Cisim Problemi’, böceklerin insanları yendiğini ironik olarak çoktan imledi bilimkurgu roman kaydı olarak.
(15 Eylül 2018)

Pazar, Eylül 16, 2018

NEK: Aforizmalar: Uzaycılık ve Öte-Düşünce-Duygular: Kim Stanley Robinson: 2312




Vardığımız noktadaki durumuyla, insanın sanatının, biliminin, düşününün, yeterince duygu-düşünce düzeyi birleşimi yaratamadığını gözlüyoruz. Bunun ötesini yapmak, şimdilik ve epeyidir bilimkurgu roman yazarlarına kalıyor. Hepsine değil ama, Robinson gibilere.
+
Robinson, 1990 / Soğuk Savaş ertesinin gevşemiş politik koşullarında, bilimkurguyu gelecekbilim kılanlardan biri. O kadar ki sanat üzerinden bilimcilerden daha çok bilim yapar, yani gelecekbilicilerden daha iyi simülasyon yapıcı durumuna geliyor.
Eksiği ve hatası şu:
Nicel değişimlerin kendiliğinden nitel değişimler olduğunu hesaba katmıyor ve zamanı 1 milyon yıl yerine, 100 yıl gibi oldukça düşük bir kesre indirgiyor. Onda 0 verimli zaman yok ama uzayıcılık açısından o 1 milyon yılın % 99’u boş tanımlı geçecek. Hala ve yine de, 10 bin yıllık iş, 100 yılda yapılamaz, en azıdna uzaycılıkta yapılamaz.
Dolayısıyla Robinson, ancak ve ancak negasyon ve olmayan ergi / ad absurdum için kullanışlı. Bir de, okuması çok keyif verici.
+
Robinson, ‘2312’ romanında meta-kültürel meta-antropoloji ile, bildiği tüm duygu-düşünce parçalarını paçallıyor ve melezliyor.
Örneğin, benim ‘bilinçli olarak seçilmiş düşünce güçlüğü’ (denklemsizliği, problematiği, belirsizliği, vd) anlamında bildiğim ‘aporia’ya ‘sahte-kuşkulu-soru’ gibi bir anlam yüklemiş. Bu da, Platon’un neden diyalog değil, monolog kullandığını dolaylı olarak açıklamış ama o bunun bilincinde değil gibi.
Ancak bu paçallamalar, gelecektik tüm uzay devlet çeşitlemelerinin şu ya da bu arkaik insan düşünce ve duygu formlarını apartacağı ve paçallayacağı kesin. Sonuçta, Ursula K. Le Guin’in ‘Mülksüzler’deki taoist-anarşizmi var elimizde.
+
Robinson, politikada ve meta-politikada aşırı çuvallıyor. Bu, ‘Mars Üçlemesi’nde de öyle.
Çok fazla ivmelendirme olduğu için formlar yamuluyor onda.
Çok fazla kapitalizmci veya kaçınılamaz-kader-kapitalizm anlayışında. Yani, var olan her ortamı her zaman hegemonların ve güçlülerin yönettiğini sanıyor ve yanılıyor. Pasif katılımı ve görünmez politik gücü bilemiyor, algılayamıyor ve hesaba katamıyor.
Bunu böyle yapınca da, Güneş Sistemi’ndeki tüm dış-Dünya’lar Dünya gibi oluyor onun metinlerinde. Oysa, Asgardia bile, Dünya gibi olmadı, tek kişinin tuhaf bir fantazyası oldu.
Bunun için, İngiltere-ABD (1750-1800) tarihçesine bakmak yeterli.
+
Neksolojik (iç-ara-bağsal) metin kullanımı anlayışı uygun. ‘Hiçi Üçlemesi’nde de öyleydi.
Neksolojik metin kullanımı, hiper-tekst dokumanın ve örmenin bir yolu ama yalnızca bir yolu, tek yolu değil.
Onun da başvurduğu ve kullandığı, metin-parçacıklama da (ve böyelelikle onları NEK’leme de) bir yol.
+
Dolayısıyla, bilimkurgu romanda da, bildiğimiz her türden öte-düşünce metninde de, yeni yazısal (yazınsal değil, sözdilisel) yöntemler gerektiği çok açık. Onunkiler, bunun için dene-yanıl yöntemli (ve yüksek başarı oranlı) örneklemeler.
+
Ancak kendisi, kültürel melezleme ile genetik melezlemeyi birbirine karıştırmış. Genetik melezlemenin kendiliğinden kültürel melezlemeyi getireceğini sanmış naifçe.
Şunu unutmamak gerekli:
İnsan türünün, kendisine yakın tüm primat türlerindeki tüm ailesel, dişisel ve erkeksel davranış tiplemelerinin hepsini, kimi ayrı ayrı, kimi birarada ve içiçe kullanmasının, genetikle ilgisi olmadığını anlamak gerekli.
Ve hiçbiri, diğerinden (evrimsel veya kültürel olarak) daha üstün veya daha kullanışlı değil. Farklı durumlarda biri veya öteki işe yarayabilir ve biri aynı birinci koşulra işe yaramışken, ikincide yaramayibilir. Yani, burada bir kültürel doğaçlama (ve dolayısıyla da dene-yanıl yönteminin bilinçsizce kullanımı) sözkonusu.
+
Buradan da, epeyi bilimkurgu romancının takınaklı olduğu, insanın seks davranışları üzerinde, insan sonrası türün seks davranışlarını çıkarsama konusuna varıyoruz.
‘Triton’, bence atmadığı taşla olmadık kuşu vursa da, bu konuda hala (bildiğim kadarıyla) zirve örnek.
Sorun, aynı insanın yaşamı içinde eşcinsel veya zıtcinsel olması gibi, olmadık seksüel melezlemeleri de doğaçlama yaşayabilmesi: Benim kılıbık-maço ve tekeşlilik-çokeşelilik melezlemelerim gibi: Çoğu notalarını es-sus bastım, ayrı konu.
Diğer bir deyişle, ortalama bir insanın standart biyografisi içine izdüşebilen ama ilk bakışta öte-seks gibi görünen şeyler, aslında insan türünün olağan seksüel-kültürel davranışlarıdır.
Dolayısıyla da, uzaycıların seksüel davranışları, bunlardan epeyi farklı olacaktır.
+
Yine dönersek, meta-kültürel antropolojiye:
Önümüzdeki 500 yıl içindeki (2000-2500 arasındaki), uzaycı davranışları, Dünya ev-gezegeninden çok yalıtık ve hatta katatonik olacaktır gibi. Robinson bunu görememiş.
Böyle olacaktır, çünkü Dünya’dan ve Homo Sapiens’ten eksodus ve kaçış sözkonusudur, onu sürdürme eğilimi değil, en azından ilk 600 yıl (1957-2557 arası ) için…
+
Nokta. Es.
(‘2312’nin ilk 100 sayfasının okunması ertesi notlar.)
(14 Eylül 2018)

Cuma, Eylül 14, 2018

Türkiye’de Faiz ve Devalüasyon


TCMB, faiz oranlarını arttırdı. Ekonomistler, konuyla ilgili olarak yine eveleyip gevelemişler. Bu kez kasıt olmayabilirse de, ağır kusurla dezenformasyon yapmışlar.
Dolar, 2 ayda % 40 artışla, 5 liradan 7 liraya çıktı.
TCMB faizi % 24,5 yaptı, de sen ona % 25.
Bu ne demek?
Birileri risk alıp Türkiye’ya para soktuğunda, 3 ay öncesine oranla, % 10 yerine, % 35 faiz alacak. Ki aldı bile bugün itibarıyla.
Tüm uluslararası finans-kapital odakları, bunun benzeri bir sonuç için bastırıyordu, sonunda onların dediği oldu.
Erdoğan da, istemem ama yan cebime koy, dedi.
İran ve Merkel parası ile günü kurtarıyordu, bundan sonra eli rahatladı, bu faizle borcu rahat bulur ama şimdilik.
Asıl ekonomik çöküntü ise, 6-9 ay sonrasına ötelendi ama katlandı da.
Çünkü, 12 Eylül 2018 itibarıyla tüm Türkiye’yi satsan, 1,5 trilyon dolar x (dolar yükselişi nedeniyle oluşan katsayıyla) 1,4 = 2,1 trilyon dolar etmiyor.
Çünkü, Türkiye’nin tüm özel harcamaları / geliri, yılda şu anki bedelle 300 milyar dolar yalnızca. Halkımız, 7 yıllık gelirini borçlanmış durumda yani.
1 şirketin bedeli ise, yıllık gelirinin 1-1,05 katıdır hepi topu.
İkna olmayan sayıları kontrol eder.
Çıkış:
İşte o nedenle, belli bir süre sonra, bu faizle ve bu dolar karşılığıyla bile, Türkiye borç bulamayacak.
(13 Eylül 2018)

Salı, Eylül 11, 2018

Çinliler ve Türkler, Çin Seddi’nde Değil, Idlib’de Savaşacak Bu Kez


İnanılası değil ama gerçek.
Çin, Suriye’de savaşa girmek istediğini daha önce beyan etmişti:
“(Çin’in Suriye büyükelçisi) Qianjin, Uygur'dan gelen Çin vatandaşlarının Esad'a karşı savaşmasından duyduğu memnuniyetsizliği dile getirdi. Bu sebeple, Çin ordusunun Suriye ordusuyla ilişkileri geliştirmek istediğini kaydetti.
Qianjin'e Çin ordusunun İdlib'te savaşma ihtimali soruldu. "Suriye'deki süreci yakından takip ediyoruz" diyen Çinli Büyükelçi, "Özellikle Suriye'nin güneyinde elde ettiği zaferden sonra, İdlib'te ya da Suriye'nin bir başka yerinde, bir şekilde Suriye ordusunun yanında yer alma arzusundayız" dedi.”
Bunun nedeni, oradaki el Kaideci 50 bin Uygur Türkü. Bunlar, Çin’den gelme ve onları oraya Türkiye yerleştirdi.
Ne hikaye ama, değil mi?
Ama daha tuhaf hikayeler de var:
FKÖ militanları, 1970’de Vietnam’da ve 1980’lerde Orta Amerika’da savaştıştı.
O FKÖ militanlarını o zamanlar Suriye eğitmişti.
Öcalan’ı da, 1980 ertesinde aynı elemanlar eğıitmişti.
Bu elemanların bir bölümünün lideri, şimdiki Suriye liderinin amcası olmakta.
Tabii ki FKÖ oralarda, kendi üniformalarıyla savaşmadı.
Elbette ki Çin ve Türkiye, Suriye’de kendi üniformalarıyla savaşmayacaklar. Askeri danışman olacaklar ki bu da, eğitim, mühimmat, altyapı desteği demek.
Suriye’de savaşan tüm taraflar gösterdi ki olay, ortak savaş anlayışları ok-yay düzeyinde. Yoksa, günümüz teknolojisiyle ABD veya Rusya, ülkenin bir ucundan bir ucuna 1-2 günde varır: Bunlarsa, 6 yıldır yalnızca itişip kakışıyorlar.
3. Dünya Savaşçıkları, bu demek:
Bilimkurgu romanlardaki robot savaşları gibi, 4. Dünyalı piyonlar savaşı. (Piyon, aynı zamanda ‘er’ demektir; ‘öncü’ anlamı da vardır ama kastedilen bu değil.)
İnsan türü, ne oldum dememeli, ne olacağım demeli, imiş.
Nereden nereye?:
Çin, 1999’da Türkiye’ye açıkça işbirliği önerdi ama Türkiye bunun önemine ayamadı. Şimdi karşı karşıya savaşacaklar.
+
Dipnot:
Çin, aşırı sağlamcı bir dış politika izliyor, çünkü daha yeni emperyalist oldu. Bu bağlamcılığın bedelini orta dönemde ağır ödeyebilir ama şu an, Esed kazandıktan sonra savaşa girmesi, tam 1917 (1. Dünya Savaşı) ve 1941 (2. Dünya Savaşı) ABD işi davranış. ABD de, o davranışlarını, özellikle Almanya’ya karşı şu sıralar ödemekle meşgul.
O nedenle sonul tezimiz şu:
Çin, global mücadelesini daha başlamadan bitirdi ve tüm büyük devletlerin hatasını, daha henüz büyük devlet olurken ödedi:
Gücünün ciddiye alınmasını azaltmak.
(10 Eylül 2018)

NEK: Fizik ve Matematik


Makro zincirler, 4 boyutlu uzayzamanı dilimlemiş olabilir.
Açıklama:
Kara delikler, uzayzamanı bükerler. Daha güçlü kütleçekimi alanları; uzayzamanı kesmiş, kesiyor, kesecek (yırtmış veya fermuarını açmış da denebilir) olabilir.
+
X, y, z ve hatta t, birbirlerine ‘x üzeri 4 eşittir y’ gibi ilintilerle bağlı aslında. Bu durumda bakışım yok. Yani, x’ten y’ye ve başka türlü çeşitlemelerde, örneğin 3 ileri veya 3 geri üssel alış simetrik değil.
Açıklama:
İ üzeri 4 = 1. İ üzeri 3 = eksi i. İ üzeri eksi 3 = i. (Eksi 1 üzeri eksi 4 veya i üzeri eksi 4, ne eder?)
Not: Yukarıdaki paragrafta kafam karıştı.
1, 2, 3, 4 = İ, eksi 1, eksi i, 1.
Bu da, reel uzayın bazı bileşenlerinin sanal sayılı olması demek ki vektörler uzayında zaten böyle.
(8 Eylül 2018)

Aforizma: Oyun Kuramı: Öznelliğin Nesnelliği


Oyun kuramında, nesnel seçimler kadar, öznel seçimler de önemlidir.
Örneğin bazı insanlar, kendisinin kazanmasındansa, sevmediği birinin yitirmesini sağlayacak belli önkoşulları yeğleyebilir.
Bu açıdan bakınca, bir kamburun, kamburunun alınmasındansa, başkalarına kambur yüklenmesini istemesi, öznel bir tercih gibi algılanabilir.
Ama öyle olmayabilir de:
Kambur, tüm yaşamını kambur olarak geçirmiştir ve o durumda nasıl davranılacağını bilir. Oysa insanlar, hep kambursuz yaşamışlardır. Sırtlarına kambur yüklenirse, manevra yetenekleri epeyi azalır ve böylelikle de stratejik açıdan kambur, onları karşı üstün duruma geçer.
Bu durumda da, kamburun seçimi öznel değil, (ona oyunu kazandıracak avantajları sağlayabilecek biçimde) nesnel olmuş olur.
Ek: ‘Kamburluk’ metaforu, ekonomik krizlerle yaşamaya alışkın Türkiye gibi bir mecazda da kullanılabilir: O zaman da Türkiyeliler, kendileri krizden çıkacağına, diğer ülkeler de krize girsin isterler.
(8 Eylül 2018)