Perşembe, Aralık 29, 2016

Mülklü-Gönüllü Kul Nil Karaibrahimgil



Bu ülkede herşey çakma: Özgürlükten dem vurmak, cep telefonu taşımayı veya pet takmayı özgürlük sanan ve saydırmaya debelenen şarkıcı taifesine kalmış. Bir zamanların IQ 180’li, şimdinin eksi zekalıları da onları rol modeli almış.
Bunların haminneleri, çektikleri ailesel-melodram filmlerin porno filmlerden daha banal olduğunu sürekli inkar eden, çocuk yapmak için damızlık seçen veya futbol takımı-perver artiz takımı olmakta. Onlar 50 yıl kafamızı ütülediler, bunlar 30 yıldır ütülüyorlar. Eh, eşek olursan, semer vuran çok olurmuş.
A i, a i, da di, da di, anırıyorum, firenliyorum ve sirenliyorum layn bu artiz ve şarkıcı takımına karşı ey kari:
Şarkıcı kızımız demiş ki:
“İnsan en yakınındaki 5 kişinin ortalaması olurmuş.”
En yakın ve yalnızca 5 kişi: Menzil; 20 bin kilometrede (aslında uzay araştırmaları nedeniyle 5 milyar kilometre) 10 metre, 7 milyarda 5 kişi. İtiraf ortada.
Uzaya yerleşilmiş, insandan özgürleşilmiş, kafa nakli yapılmış, ölümsüzlük yakalanmış ne gam.
Onlar cüzdanlarıyla meşgul, vicdanlarıyla değil. Paralarını rahat yiyemiyorlar, otoparkları riskte, evlerine hırsız giriyor.
18 yaşında Türk gençler, Dünya felsefe ve satranç olimpiyatlarında derece almış ne gam.
Bakma, görme, inkar et.
Heykelin yasak olduğu bir kültürde; Aksoy, Koman, Acar gibi 3 uluslararası heykel ustası çıkmış.
Bakma, görme inkar et.
O tür insanları mezara, hapise, sürgüne gönderten oligarklarla işbirliği yap, onlardan para al.
Sonra, paracıklarıım getti geettii, diye feryat et.
Karaibrahimgil, Gençoğlu için ne yaptı acaba?
10 milyon tıklamalık Kalben’in onu üssel katlamasına ne diyor acaba?
Albümlerinin 0 satmasına ne diyor acaba?
Zombisin, zombi.
Biz değiliz, ben değilim zombi. Beni ölüme yollayan 1. Cumhuriyet’in ardından, tabii ki 2. Cumhuriyet’i kuracağız, kuracağım. Sonra da çektirip gideceğim bu çaktığımın ülkesinden. Karaibrahimgil, Sayın gibi 50 yıl sonra da sahneye çıksın artık tepe tepe.
Bunlar; halka mal olmuş, halka olmuş, mal olmuş, iyi satmışlar ama. Reyting düştü ama, dertleri o.
Grosz Groteski reyfikasyonunuzu yiyiim leyn sizin.

(29 Aralık 2016)

Salı, Aralık 27, 2016

Anarkizm Nedir?

Erkçilik, insan türünün yönetmesini veya yönetilmesini koyut olarak empoze eden bir tanımdır.
Anarşizm, ilk kez 1850’de Bellegarrigue tarafından telaffuz edildi. Marx Komünist Manifesto’yu 1850’de yayınlamıştı. Bellegarrigue ister istemez onunla ve onun antitezi olarak tanımlı. Zaten Marx’ın 1. Enternasyonel’de Neçayef’e, Bakunin’e yaptıkları belli.
Ancak anarşizm, onları da aşan bir tanım: Devletsiz yönetme-yönetilme biçimlerini de kapsıyor: Tanrı-teokrat, devlet, baba-aile, öğretmen, memur amiri çizgisi ile tanımlı olarak. Artı: Sistem, düzen, iktidar, güç, otorite, hiyerarşi, sınıf / kast, lider, akil insan, entelektüel x entelejensiya, sürü-kitle, standart biyografi ile tanımlı olarak.
İnsan türünde devletli yapıların da tarihi belli, devletsiz yapıların da tarihi belli. Ancak anarşizm bunları da aşarak, tanımlanmamış değilleme, hayırlama, olumsuzlama, dışı-lama, öte-leme vektörlerini de kapsıyor, çünkü bunlar aşkınlaş(tır)ma olarak taoizmden, Lao Tzu’dan ve 2.500 yıldan beridir var. Ek: O (3 doğusal ve 3 batısal) 6 ustanın iktidara ve devlete yönelik tavırları ayrıca yazıldı.
Dolayısıyla Marx-Bellegarrigue ikilisi, ( o zaman da, bugün de parlamenter demokrasi olduğu düşünülerse), 10 ana kategori ve 10 değilleme olarak en az 100 anarkizm tanımlamış olmakta.
Şerh: 20. Yüzyıl başı çar-oligark öldürmeleri, bazı açılardan ve epsilon noktalarda bu tanımın dışına taştı, teori veya praksis olarak değil, pratik olarak. Anarşizm, bu biçimiyle uygulamada nihilizmi bile geçmiş oldu.
Devletlilik ve devletsizlik tarihlerini geçelim, değillemelere bakalım:
Zihin, birey, kişi, kim, zeka, akıl, özne, ben olarak referans başlangıcı nokta. Bu 1 demek.
Sonra 2’den çok’a gider ama çok, tüm toplum / tümel olmaz, hep / hala tikel kalır.
Şerh: Tüm teorik anarşizmler nedense, tümel olmayı hiç tanımlamadı. Yani, var olmayan ama olabilecek devlet, yönetme, yönetilme biçimleriyle pek uğraşmadı: Yani gelecekbilim hiç yapmadı. 20. Yüzyıl başı katliamları, anarşizmin ‘anarşizm, şimdi ve burada’ durumunu ortaya koydu. Bu, anlamıyla anarşizm tarihi, tikel anarşizmin tarihi oldu hep.
2, kadın-erkek ile başlar, artı Lgbti üzerinden ve zoo- artı fetiş- katılımı ile onlarca vektöre saçaklanır. Cins’te anarşizm’in arkizm’i bunlardan başlar ama bunlarda bitmez (aseksüelite ve nötroseksüelite ancak 2010’larda tanımlı oldu çünkü, daha da yeni kavramlar girecek, Facebook 40+40 diyor en az).
Çok, insan türü ile tavanlanabilir. İnsan türü bir sayı değildir, çünkü tüm insan toplumları ve toplumcukları Homo Sapiens’tir, Homo Posterus değil. Bu açıdan Homo Posterus, ilk ‘Homo Sapiens-değil anarkizm’dir. Asgardia, somutluğu nedeniyle, artık (o da ister istemez) pratikte saçaklanacak, daha önce (10 yıl falan boyunca) yalnızca kuramdı.
Toplum-devlet; işin en yavan bölümü, çünkü devletsizliğin anarki veya kaos matematiğinde (raslantısal) olmadığını, kargaşa, başıbozukluk, alaturka yavşaklık (rasgele) olduğunu ilk kez içeriden gözledim ve  yazdım. Bunu kitaplar böyle yazmıyor, ne anarkizm kitapları, ne de tarih kitapları. Örneğin, Spartacus’u da bu kargaşanın bitirdiği kanısındayım.
Artı, 1980’de ortaya çıkan Dünya Sistemi x Global Neo-Liberalizm güya tez-antitez ikilisinin, iktisadi-siyasi-askeri özdeşlikleri / ayırtsızlıkları, toplum-devlet tanımında boşluklar olduğunu sergiledi ve kanıtladı, bu da bilinmiyordu ve yazmıyordu kitaplarda. Bunların ayırtsızlığı, onların tanımladığı bir kendiliğinden anarkizm oldu böylelikle, Dünya Sistemi’nin global konsensusta epistemik hegemon olduğu, kabul gördüğü ve yer bulduğu son 26 yıldır.
Bunun göreli antitezi olan bilim-sanat-düşün anarşizmi ise, yüzlerce kırıntı-epsilon saçak-kırınım içeriyor ama epistemik-haritasız olarak.
Homo Posterus’un uzaycı devletisiz anarkizm değil. Ölümsüzlükçülük de bir bakıma öyle. Ancak en yakın Dünya tipi gezegene doğru ev-gezegen Dünya’dan ayrılarak ve ondan yalıtılarak yapılacak bir yolculuk / tao, 2017 uzaycı anarşizmi olarak tanımlı olabilir. Son 40 yıldır 0 işlevli bir BM’ye girecek bir Asgardia, hiçbir biçimde özgür veya Homo Posterus anarkisti olamaz. İnsan kafesine gönüllü geri dönen bir arkizmde olur yalnızca.
Demek ki 1977-2017 arasıki 40 yıl için, 1, 2, çok üzerinden (bunlar nicel değil, nitel ayrımlar), 100 x 3 gibi bir vektörleme olmakta şimdilik. Bu da fiilen devreden çıktı ama epistemikçe  haritalanması gerek, uygulanmasa bile.
Ek: Çok; devlet, kültür / kültüroloji, antropoloji, etnoloji, folklore, sosyoloji, sosyal psikoloji, siyaset, ahlak, din, hukuk epistemik modlarında olabilir.
Stirner tipi anarkizm, yanlışlıkla 1 yerine, hep çok’a yerleştiriliyor ve epistemikçe onunla karşılaştırılıyor-karşıtlaştırılıyor en az 100 yıldır. Bellegarrigue, (1945 sonrası global metropollerle tanımlı) tam bireylik konusunda eksik kalacağı için, onu muhalefet şerhli bırakalım. Yeni malzemeler bulunursa, onu da hükümleriz.
Bu, başlangıç açılımı yalnızca. Nokta. Es. Devamı gelecek.
(27 Aralık 2016)

Pazartesi, Aralık 26, 2016

Uzmanlık, Çokdisiplinlilik, Hipertekst

10 uzmanlık bilgisi, pek pek 10 bilgi daha çıkarsama ile ürettirebilir, o da belki.
10 çokdisiplinlilik bilgisi, 100 birim daha çıkarsama ile ürettirebilir.
10 hipertekst bilgisi, 100 birim daha çıkarsama ile bilgi ürettirebilir.
Yani çokdisiplinlilik ile hipertekst, epistemik açıdan koşuttur.
Şu anda insan türünün sahip olduğu bilgilerin % 99,99’u çıkarsamadır ve çokdisiplinlilikten ve disiplinlerarasılıktan gelir.
Potansiyel olarak kullanılan olanak ise, hala % 0,01 kalmıştır.
Mikroorgornazimların veya galaksilerin görüntüsü çıkarsama görsel-epistem’lerdir, doğrudan gözlem veya deney ile elde edilmezler.
CERN bilgileri de öyledir. Elde edilen şey, yalnızca sayılardır. Limit sonsuz sayılardan oluşan, ham-anlamsız bir veri tabanıdır. Deney yapılır, sayılar elde edilir, bilgisayara yüklenir, 1 yıl sonra bilgisayar, bazı tümevarımsal sınamalar yapmış olur, 5 renk harita problemini 100 bin iterasyonda çözen bilgisayar gibi.
Sanırım, yavaş yavaş kendi hipertekst metinlerimin en azından başlangıç çıkarsamalarını çalışma zamanım, ölmeden önce yani.
Örneğin, coğrafi deniz yolculukları ile uzay yolculuklarını rotasal olarak karşılaştıran ve karşıtlaştıran metnim, tam bir hipertekst ve çıkarsama epistem oldu.
Elimde 38,5 bin sayfa, 200 bin paragraf var ama bunların ilk 10 bini, çıkarsama için etkileşime ilk sokulması gereken metinler.
Bu metin de öyle bir, üstelik iç-etkileşimli çıkarsama metni oldu yarıca.Bu, çıkarsamalar iterasyonu sonsuz limitlenirken, düşünce-öte’ye de (epistemik alanına) geçilecek, başkalaşılacak.
(27 Aralık 2016)

Pazar, Aralık 25, 2016

Arap Kışı Şoparı (Arab Winter Nigger) Obama

Obama 8 yıl iktidarda kaldı. Tarihte Arap Kışı ile anımsanacak. 6 yılını buna verdi.
Yüz binlerce ölü. Milyonlarca göç. Sonuç sıfıra sıfır, elde var sıfır.
Barnett gibiler, açıkpazarlaştırılamayan ve umut kalmayan 4. Dünya ülkelerinin yok edilebileceğini uzaktan ima etti, Obama bunu uyguladı.
450 milyon Arab’ı ve 150 milyon Paki’yi, içinden çıkmaya bir türlü niyetlenmedikleri Orta Çağ karanlığı cehenneminde, veyl’in dibine gömdü.
Oysa bu şavalaklar, pekala kuzu kuzu adam başı yılda on bin doları ABD’ye kazandırabilirlerdi. 5 milyon göçmen Suriyeli’, ülkeden kaçmak yerine, teknoloji oyuncaklarıyla dolandırılmayı yeğlerdi. Üstelik bu, daha acımasızca olurdu, öyle olduğunu 1983-2016 TC’sinde bizzat gördük.
Obama, bir Tom Amca, bir Louis Armstrong idi sonuçta. Yardakçısı da, dişi Hitler modeli bir Mrs Clinton idi ki Libya’da hem sivilleri katletti, hem de kendi askerlerini katlettirdi (bakınız konuyla ilgili Veep parodisi). Olay trajikomik bile değildi. Hele hele, Musul fethi pastasıyla bile seçilememesi parodi ötesiydi.
Muppet Show’un duble karakafası oldu. Giderayak huysuz-ihtiyar-locası’laştı. Trump’ı Putin’in seçtirdiğini önesürdü.
Bu arada, ILİD’i Obama’nın veya ABD’nin kurdurduğunu önesüren şavalaklara açıklama:
Bugün’ün ILİD ikincil-subay kadrosu, 1980 Irak-İran Savaşı’ndan beridir savaşıyor. Tam 36 yıldır yani. Asıl önemlisi onlar, 1980-1990 arasında Saddam, İran’a karşı ABD destekli olduğu için, ABD kadrosunu ve malzemesini zaten tanıyorlar. 2003 sonrasında tek bir silah veya adam ABD’nin eline geçmedi. 8-10 yıl arazi oldular, şimdi ILİD safındalar ve arkalarına 20 ülkeden cihadcıyı taktılar. Onlara biat eden Ebu Seyyaf grubu ise, Carlos’un terörden para kazanan anlayışında. Yine 1980 momentli Taliban ise, Afganistan’da hala mevcut: ILİD ile kimi savaşıyor, kimi işbirliği yapıyor.
Mafya uluslararası olabiliyor, ÇÜŞ’ler uluslarası olabiliyor, BM uluslararası olabiliyor da, bunlar neden uluslararası olamıyor? Oluyor işte, oldu işte.
Obama Müslüman babanın dönek oğlu olarak, Müslümanlar’a garez besledi herhalde, 60 yıllık sınıf-altı konumunun aşağılık kompleksi ile olabilir bu.
Obama; bir marjinal olarak, tüm 3.-4 Dünyalılar’a, tüm azınlıklara, tüm marjinallere ihanet etti.
O bir dönek şopar işte o kadar.

(23 Aralık 2016)

Şavalak Putin: 1999-2016

Putin, 1999’da Öcalan’ı Moskova’da barındırabilen bir şavalaklıktaki KGB geleneğinden geliyor. Bunun sonunun (şimdi bile), bir gün gelip Moskova’ya atom bombası atılmasına kadar gidebileceğini öngöremedi.
2016 sonunda ise, Erdoğan’ın kafa koluna gelip, Rus uçağını Türk hükümetinin değil, Fetöcüler’in düşürmüş olabileceğini açıkladı.
Aç-sol ayraç, yaz içine , kapa-sağ ayraç:
Şavalak Putin…
Dipnot:
Obama’nın, Trump’ı Putin’in seçtirdiğini söyleyebilmesi, daha da büyük bir şavalaklık, ayrı bir konu. Ülkesinin on milyonlarcasını katlettiği bir ırka mensup olup, o ırkın anavatanına 50 küsur ülkeye ABD askeri göndermesi, Arap Baharı rezilliğinde yüz binlerce kişiyi ölüme yollaması, ise şavalaklık değil, insanlık suçu.
Dünya’yı artık Obama, Trump, Putin, Erdoğan gibiler yönetiyor. Bu koyun, keçi hesabı değil, paramezyum hesabı.
Kadınlar desen; Thatcer, Merkel, Le Pen, Clinton aile kasabı rolünde.

(25 Aralık 2016)

Perşembe, Aralık 22, 2016

Avrasyacılar'ın Zaferi mi?

Gazete Duvar’da Sinan Birdal köşe yazısına böyle bir başlık atmış.
Bizcesi, geçersiz bir saptama.
Tamam, İran, Rusya, Türkiye anlaştı ama bu 3’ü, 500 yıldır bir anlaşıp bir bozuştuğu, kendi aralarında ittifaklar kurup bozduğu, hiçbir biçimde sonul kazananın olmadığı bir bölgesel didişme içindeler.
Şu an bile hiçbir biçimde gerçek anlamıyla bir ŞİÖ Türkiye’si mümkün değil. İngiltere’nin AB’den çıkışı 5 yıl veya daha uzun sürecek. Resmi olarak Türkiye, şu an NATO’dan çıkmaya kalksa, onyıllar sürecek yükümlülüklerin altına imza atmış durumda. Zaten ŞİÖ esas itibarıyla, Çin-Rusya boru hattı için bir proje ki o taa Japonya’ya gidecek. Bir de ABD’yi Orta Asya’da barındırmama projesi ki o da yarım yürürlükte: Tam olabilmesi için, ABD’nin Afganistan’dan çıkması gerekir.
Şu anki anlaşma, Suriye için oldu. Laik ülke dendi ama Aleviler laik değildir. Sünni ülkede Alevi / Nusayri hegemonluğu da laik değildir zaten.
Sonuçta Rusya’nın üssü kaldı Suriye’de. Rusya, Kuzey Irak’ta etkin olmadığı için, orada IŞİD’le ancak Şii İran ve Sünni Türkiye işbirliği başeder.
Kürt meselesinde İran Talabani’yi muhatap alır, Türkiye Barzani’yi muhatap alır. Bu kez o noktada ayrılık gayrılık olur. Tuhaf biçimde Rusya, Barzani-Kürdistan’ı konusunda açık düşünce beyan etmedi.
Çin desen, oralarda ne haltlar yiyor, hiç bilmiyoruz.
Bu kadar kakafonide, bir Avrasyacılık zaferi sözkonusu olamaz.
Ancak Türkiye, hem AB’ye, hem de ABD’ye tarihinde ilk kez hayır dedi. ABD ve AB’nin IŞİD mücadelesi farklı farklı ve Türkiye’nin problemleri ikisiyle farklı farklı. Türkiye, aslında ABD’ye daha uzak düştüyse de, Trump-Erdoğan diyaloğu bunu sıfırlayabilir pekala. AB ile kilit-kriz artık zor aşılır ama ticaret devam eder.
Dolayısıyla, Türkiye için geriye kalıyor hep Afrika.
İran ve Rusya ile ticaret yeniden canlandırılırsa, Türkiye ekonomik olarak krizine biraz mola verir ama artık Türkiye dış açığını, bu kurlarla zor finanse eder.
Askeri olarak ise Türkiye, 1945 ertesi Dünya’da ilk kez pasiflikten çıkıp, Musul ve Halep gibi 2 cehennemde birden savaşan aktifliğe geldi ki bunu ne Rusya yapıyor, ne de ABD. Ancak, Türkiye’nin derdi, her 2 yerde de Kürtler, IŞİD değil pek. Türkiye, IŞİD’i istediği gibi denetleyebileceğini sanma yanılgısında. Muhatap olduğu 1-2 kıytırık adamı, IŞİD’in kendisi sanmakta. IŞİD şu an 15-20 ülkedeki Müslümanlar’ın biat ettiği global bir odak. Bazı açılardan Türkiye’den daha güçlü yani, özellikle de AKP dönemi dahil, Türkiye’nin Müslüman Dünya’da pek Müslüman sayılmadığı gözönüne alınırsa.
Türkiye 1974’ten beridir asıl savaşlara geri dönüş yapıyor. O zaman Erbakan vardı, Erdoğan’ın asıl çıkış noktası. Sorun, Erdoğan’ın savaşı savaş (kitlesel ölüm) olarak algılayaması, bir iç politika oyunu olarak görmesi.
Bu noktada, değil Avrasyacılık uluslararasılığı, bildiğimiz taşra ilçesi darkafalılığı sözkonusu Türkiye’nin son momentinde.
Zaten, Erdoğan’ın sonunu getirecekse, bu darkafalılık getirecek.

(22 Aralık 2016)

Salı, Aralık 20, 2016

Bron / Bridge / Köprü: 2. Sezon 1. Bölüm: Novum Epistemik Söylem

Bunu 2. Sezon’da ve seyrettiğim 11. bölümde ancak kavramam, ironik-ayıp bir şey ama gerçek bu:
Bron katili; seri katil, seri keskin nişancı, seri terörist olayının hepsinde birden seyreden bir psikopat.
Eski bir polis ve onu psikopat yapan da bir polis.
2. Sezon 1. Bölüm’deki geçmiş özetinde (benim internet kaybı nedeniyle tam izleyemediğim bir biçimde) Martin, Jens’e tüm kötülükleri, yalnızca kendisinin ona yaptığı kötülük nedeniyle mi yaptığını sorduğunda, karşısındaki adam, aslında ona kendi çektiklerini, yani onun ona çektirdiklerini, ayna-söylem yansıtmasıyla anlatır ama tıpkı terörü anlamayan (veya anlamazlıktan gelen) sistem gibi Martin de buna ayamaz.
Daha da kötüsü, burada Saga da tümüyle devredışıdır, kültürelce, zihinselce, savaşçısalca.
Bu nedenle Bron, bizce yapımcılar gerçekte bunu hedeflemeseler de, tıpkı diğer İsveç polisiye-terör romanı tasarımları gibi, hatta Ejderha Kız’ın 4. cildi dahil olmak üzere, bir 1. Dünya yazarlar-zihinler-kültürler ideoloji grubunun, diğer bir 1. Dünya yazarlar-zihinler-kültürler ideoloji grubuna yanıtıdır ve 50 yıllık bir polemiktir, hep İsveç söylemleri kazanmıştır.
ABD ideolojik tasarımında Dexter-Hannibal, Tower, IŞİD ayrı şeylerdir ama gerçekte öyle değildir. İsveç söyleminin imlediği veya ima ettiği üzere sistem, terörist terörüyle ve polis terörüyle (‘Don’t Resist’ belgeseli), seri katil cinayetiyle ve polis cinayetiyle / yargısız infazıyla (burada kriminal) bir hiperteksttir. Kriminolojinin bir parçası olduğu kültürün bütünü de öyle, katil-nişancı-terörist de öyle ki zaten aynı öldürme yöntemlerini kullanırlar ve bunun da kitabı onlardan önce yazılmıştır.
Bunu bugüne kadar görmemişliğim ayıp ama şimdi yazmışlığım da o ayıbı telafi etmeyi sollayıp, epeyi epistemik sevap yazdı bana.
Çıkış:
Bunu Asgardia’ya ve Homo Posterus’a, yani gelecekbilime, bilimkurguya ve polisiyeye bağlayacağız, ‘Taht Oyunları’nın fantastik roman türü üzerinden iktidar söylemini bağladığı gibi.
Sonuçta, terör ve cinayet de birer iktidar kurma çabasıdır. İktidarın yapıkurumu ve yapısökümü, tüm arkiler ve tüm anarkiler, borsa terördür, hep bu söylem hipertekstinin saçılımları ve kırınımlarıdır.
(20 Aralık 2016)

Pazartesi, Aralık 19, 2016

Algernon'a Çiçekler Notu

Önnot: Saptama ve yaşama itibarıyla, belki 5 yıl gecikmeli bir not oldu bu.
Charlie Gordon, zekasını kısa sürede kazandığı için, kısa sürede yitiriyordu.
Bu tamam.
Ancak, hani uzun sürede kazanıp, hangi uzun sürede yitirmek veya yavaşça (yaşlılık nedeniyle) azaltmak?
Elimizdeki veriler şunlar:
20 yaşından sonra zeka iniyor.
50 yaşından sonra, her 5 yılda 5 puan (kabaca 1 yılda 1 puan) IQ iniyor.
100-110 için, 85 gerizekalılık riski.
İnsan, zekasını da, bilgisini de, 4-5 aşamada kazanır, ilk, orta, lise, üniversite, sonrası resmi, sonrası gayrıresmi eğitimle.
Sorular şunlar:
130 ve sonrası için, hangi oran (değişen veya sabit) gerizekalılık riski yaratır?
Zeka, kaç aşamada geriler?
20 ve 50 bu açıdan gözlemsel ölçüt mü?
30 yılda kazanılan, 20 mi, 30 mu, 40 mı yılda yitirilir? (Bence, en önemli soru bu, en azından benim için öyle.)
Kendim için:
14-54 yaşlarım arasında ve 40 yıl boyunca zeka kazandım. Sonra, kapıp koyverdim. Travmalara karşın, 56,5 yaş sonunda, 54,0 yaşımdan daha aptal değilim. Bellekte gevşemeler var ama süreksiz berraklaşmalar da var.
Bu zeka, beni 30 yıl daha götürür mü? 20 yıla razıyım açıkçası. Gordon’un çökmüş hali olmayı epeyi erken kabullendim, çünkü kendimde ölü ve gerizekalı bir çocuk zihni taşıdığımı epeyidir ayırsadım.
Ancak, ileri yaşlılık zekası metamorfozlanmış bir şey. Bu, Homo Posterus metamorfozlanmışlığı da aynı zamanda.
Eğer, düşünce-öte diye bir şey varsa, bende epsilon olarak kesin var 21. Yüzyıl ilk çeyreği momentiyle, artı arkaik-nitel ve epsilon-nicel biçimde. Ancak, bundan (bendekinin düşünce-öte mi, başka bir şey mi olduğundan) henüz emin değilim, 1 Ocak 2017 momentiyle.
Zeka-bilgi’nin adını koyamadım, zeka-öte-bilgi-öte’nin de adını koyamadım ve belki de koyamamış olarak öleceğim.
Yani, ‘Algernon-Charlie N-öte’ momentteyim bunları yazarken.
Ancak, insanı insan-öte’yi soğurması, umduğum antropomorfik faşizmi değil, eksodusu tetikledi bende ve tarihte, çünkü Asgardia eksodusu kapamak isterken, onu açtı ve o tam da antropomorfik faşist bir momentte. 1945-1957 dilemması / trilemması da, yolu tıkamak isterken, yolu açmıştı.
Bir kitap nelere kaadir:
Filmini 1974 Yaz, AFL gidişi öncesi seyir.
Hüngür hüngür ağla.
1975 Ocak kış, AFL arası seyir.
Ağlamama ve buna çok şaşırma.
Romanını evsizken 1992’de bul ve yine ağla (Parmakkapı Sokak, Mefisto önünde çökmüş olarak okuma, şu an gözümün önünde).
2000? uzun versiyonunu okuma, önce küçümseme, sonra ironik bulup takdir etme (Charlie’nin bekareti gidiyordu çünkü).
Hala 2 versiyonun da İngilizce’lerine ulaşamamışlık ki bu da ayrı bir kitap okuma ve okuyama anekdotlar dizisi.
Konuyla ilintili en az 5 metin yazmışlık. Güncelerde öznelce çok daha fazla yazmışlık.
Bu son şerh ise, net bir yol çatallanması ve varlığımın ve zekamın bir bölümünü eksodusu.
Hala şizofrenim yani, zekamın bir bölümü çıkışı kullandı. Gelecekbilim de için de öyle ama başka bir parçam çıkış yaptı, Asgardia kimliğini bugün alan Homo Posterus epsilon olarak.

(19 Aralık 2016)

Çorba Güncesi 2 / 2

Sonunda, evsizlerden biriyle gönüllüler arasında maraza çıktı. Ancak, konuyu kesinliğe bağlamayadım kafamda.
Biz çorba kuyruğundayken 2 erkek, 4 erkek genç, burnumuzun dibindeki çöp kovasında naylonla ateş yaktılar. 10-15 dakika yandı ateş.
Sonra, evsizlerden biri geldi ve onlara zılgıt çekti. Polis amiri, onlara bu tür ateşlerden dolayı sopa çekiyormuş ve yorganlarını battaniyelerini yakıyormuş.
Yarı gece körüyüm. Evsizin önesürdüğü gibi, ateşi yakanlardan birinin gönüllülerden biri olup olmadığnı anlayamadım. 2 evsize sordum, muğlak yanıt verdiler.
Evsiz, gönüllülerin amiriyle sorun ve maraza çıkardı. O üste çıkmaya çalıştı ama beceremedi. Aralarında tuhaf bir husumet ve çekişme var, iktidar için desem olamaz, başsız-kıçsız bir didişme bencesi.
Ancak sorun, gerçekten gönüllülerde. Gönülül kızlardan biri, irici bir köpeğini gezmeye getirmiş. Biz çorba derdindeyken, gönüllüre ‘aayyy canıım, ne şekeer’ oldular, benim oldukça tiksindiğim bir biçimde.
Gönüllüler, benim nefret ettiğim 40 yaş altı ergen tipi kompleta. Sayıca, çorbacılardan çok olabiliyorlar. Oysa, kaşık ve ekmek dağıtmak için, 2 kişi yeter. Onların da erkek olması gerekli, çünkü çorbacılar abaza erkek. Oysa gönüllüler, çoğunluk gençkız.
Çorba gibi açlık konularında, dağıtımda organizasyon ve disiplin gerekli. Hem gönüllüler, hem çorbacılar arasında. Demek ki müstakbel maraza, bu organizasyon çatlağı üzerinden gelecek ve bu akşamki de öyleydi sayılır.
Çorbamı içtim dönüyorum, Park’ın ön merdivenlerini inerken, bir nakliyat şirketinin arabaları parka daldı, bir ekip arabası geldi, gitmelerini anons etti, şöförün biri, bir biçimde onu ekarte etti, uzaklaştığımda, 10 şöför halay çekmek için toplanıyordu. Bu nakliyat şirketinin aynı ekibi, 20 dakika boyunca, parkın cadde çevresinde korna çala çala döndü düğün ekibi gibi. Ne yapmak istiyorlarsa, cılkını çıkardılar.
Parktan çok değil, 100 metre uzaklaştığımda, ne ışıklar kaldı, ne sesler. Açık alanın bu denli ses-ışık yalıtımlı olabilmesi çok ilginç.
İstiklal’e girdim, herşey, her feçes hep aynı.

Çorba Güncesi 1 / 2

Aslı Han, pazar günü olması nedeniyle 19:00’da kapanacakmış. Dolayısıyla, 18:30’da ayazda sokakta kaldım. 19:00 gibi, D&R’da ısındım 10 dakika. 10 dakika da Demirören’de ısınacağım, yani burada ama burası da ılıktan çok serinmiş, çünkü ortasında blok olarak dışarıya açılan hava boşluğu var.
Tipim burada kurtarıyor herhalde, kimse ters bakmadı yüzüme. Evsiz çorbası bekleyen biri olarak, lüks bir alışveriş merkezinin banklarından birindeyim.
5-10 dakika efemeralarımı inceledim ve tasnif ettim. Bu akşamın en keyifli zamanı oydu.
AVM sönük atmosferli. Tasarımı çok yanlış. Dış sınırlarını biliyorum. Taban alanının yarısı boşa heba edilmiş. Gelenek bu ama gelenek parayı çuvalla götürmek aynı zamanda. Bir boş dükkan da gördüm, kriz buraya da uğramış.
Akrofobim (yükseklik korkum) işliyor. Girişten 3 kat yukarıdayım. Boşluğa bakarken, içim ve bacaklarım boşuna kasılıyor.
Çorba üşümesinin feçesinden kaçmanın ters yönü ve zengin feçeskent momenti de bu işte. Epeyi tiksindirici.
Çorbaya yarım saat ve 700 metre ara var. Ön taraflar boş, yürüyelim arkadaşlar.
Komiğim, komiksin, komik.
Dipnot:
AVM tiksintim göreli geçmiş sanırım. 1992 Akmerkez, benim için kusturucu momentli idi. Yanına bile yaklaş(a)mamıştım. O zamanlarki, ne neo-liberal alaturka çürümeydi ama. Şu an için, önce çürüdük, sonra mezardayız:
Tersine bir komiklik.
(18 Aralık 2016)

Metinlerimin Gelecekbilimi

Bu, daha çok fizikselce sağ kalmalarıyla ilgili bir kestirim denemesi olacak.
Aristo 2.350 yıllık, yarısı kalmış. Da Vinci 500 yıllık, yarısı  kalmış. 2’si de ölürken, eserlerini sağlama almaya çabalamış, ona karşın öyle.
Ben de eserlerimi sağlama almaya çabalıyorum ve daha çoğunu çoktan yapmış ve/ya yapamamış olarak ölmüş olabilirdim.
100 > X > 40 bin sayfa olarak yazdıklarımın yarısı sağ kalsa, yeter de, artar bile. Öncelik sıraları yok. Form önceliği yok, internet, matbu, görsel, yazılı, vd.
Bu mümkün mü?
Evet, çünkü günümüz koşulları daha uygun.
Okunma ve anlaşılma dağılımım süreksiz tayflı olur.
Keşfedilme ve çevrilme sürecim biraz zayıf olasılıklı olur.
Alıntılanma ve taklit edilme olasılığım / olanağım çok çok daha yüksek oranda. Çünkü, en az 100 kavramı ilk kez kendim kullandım ama hiçbirini derinleştirmedim, derinleştirseydim de, derinleştirmeden de, yanlış anlaşılmaya, aşırı yoruma çok çok açık metinler benimkiler.
Dolayısıyla, geleceğe kalırım ama semantik saçaklanma ve kırınımlanma bol olur.

Çorba Güncesi

Dün gece için not:
0-5 derecede aç, susuz, çişi prostatını zorlayan, hasta, üşümüş, öksürüklü bir biçimde, 1 saat çorba bekledim.
Sabırlı, sakin, topal karınca, uzun vadeli, derinde duygulu, dayanıklı, refleksif değil ama uyumlayabilir olarak öylece oturdum. Çok yürümüştüm, terleyebilirdim. Sabah bot yerine ayakkabı giydiğim için, kan dolaşımı yetersizliği nedeniyle, ayaklarım bir türlü ısınmadı.
Çorba geldi.
2 karton tas içtim. Birincinin yanına büyükçe bir porsiyon su böreği, ikincinin ardından hiç sevmediğim irmik helva yedim. 4 ekmekçik yedek aldım. Arıt 1 kapaklı taslı çorba ve 1 ekmekçik daha.
İstiklal’de Tünel’de doğru yürürken, Odakule’yi geçince falan, 8 yaşında filan Suriyeli bir kız çocuğu, Türkçe konuşarak elimdeki çorbayı istedi, ‘Abi, çorbayı versene’ dedi. Verdim. 2 çocuk daha yanAştı. ‘Paylaşın’ dedim ama paylaştılar mı bilemem. Çorba 2 çocuğa yeter porsiyonda idi, çift lokanta porsiyonu büyüklüğünde.
İyilik duygum yoktu. Hiç sadaka vermedim, vermem. Dilencileri hiç sevmem. Ancak bu çorba fazlaydı, benden çok onundu, Shevek hesabı. Verdim gitti. Olmadı, bugün ben 1 tane daha fazla alırım, yanımda poşet torba taşıyorum artık.
Çorba dağıtma grupta en yaşlı bir hanım (55-60 gibi) ve en yaşlı (+60 gibi) bir bey var. Beyin onlar, polisle erkek muhatap oldu örneğin. Çorbayı hanım yapıyormuş. Genç birine, 1 karavana çorbayı, gözü kapalı, el terazi göz nizam, sabit kararda nasıl pişirdiğini anlatıyordu, 30 yıldır falan çorba yaparmış. Eğer hepsini o yapıyorsa, ona katılmadım, bazı kazanlar aşırı naneli veya aşırı kırmızı biberli idi çünkü. Karışım standart değildi yani.
Çorba güncesi, 15 günlük yarı aralık ayında böyle gittiğine göre, 8 ayda, bunu 8 katı, 1 parça-kat da daha önceden, 1 kitapçık edecek belli. Türkiye, aşırı çorbasal-imarethanesel bir döneme girdi.
Örneğin eğer evsizler, çorba kuyruğunu korurlarsa, sivil terör belli oranda durdurulabilir, demek olur bu. Oto-disiplin ve oto-kontrol var, üstelik aç karına demek bu. Ancak, palto kuyruğunda kuyruğu feci bozdular, 3 tabak fasulya ye ama asla 1 tabak pilav daha değil, hakim fıkrası gibi oldu o durum.
Taksim’de çorba aldığımı diyalogda olduğum insanlara anlatıyorum ki epistemik / kültürolojik geri-besleme edineyim. Susuyorlar, şok mu, ilgisizlik mi, anlamsızlık mı, henüz bilemiyorum.
Cihangir bizden önce ve yine düzensiz dağıtımlı olduğu için oraya hiç gidemedim ama Karaköy’ün yerini öğrenip, daha makul bir havada oraya da gideceğim. Orayı daha düzensiz olarak bekliyorum.
Zeytinburnu Spor Salonu gece yatakhanesi öyküleri sürüyor. Evsizler orayı çok olumsuzluyorlar. Kedi ciğere mundar der hesabı mı, bilemiyorum. Ancak, orada kalıp grip olan 1-2 kişinin anlattıklarını doğrudan dinledim uzaktan. Yere yatıyorsun, ısıtma yok ve bin kişi birarada ve epeyisi grip. Bir de önemlisi şu: Bir sıcak, bir soğuk, hep soğuktan daha öldürücüdür. Bir de, toplama kampından çıkarılanlar içeridekinden daha hızla ölmüşler ve bu o zamanlar anlaşılamamış.
Çıkış-sonuç:
Tarihin mükerrer içerikleri değişik formlarda görüngüleniyor. İmparatorlar bile, kıtlıklarda kölelerine gıda dağıttırırlarmış isyan olmasın diye, günümüz koşullarında bundan ders alan oligark var, almayanı var.
Tuhaf olan şu ki, aç-aç Afrika dışında ve özellikle büyükkentlerde (1. veya 3. Dünya’da farketmez) üretilen gıda, tüketilenden çok ve yiyecek israfı had safhada. Dün yediğim su böreği 5-10 lira (2-4 dolar) ve ben onu yemesem, üretilen yerinde muhtemelen çöpe gidecekti: Bunu Çayır’ın yeniden ısıttırıp Fatih-Palu mezatına getirdiği, dandik yağlı (10 kilo falan her kezinde) böreklerden biliyorum. Bu ikilem, yemekhane yemekleri gibi zehirlenme demek olacak, oldu bile: Bir evsiz çok yediği helvadan 1 günde ishalden 15 kez tuvalete gittiğini anlatmıştı 10 gün önce.
Çorba yazılacaak, yaaz.

(15 Aralık 2016)

Salı, Aralık 13, 2016

2. Adım Tam Sayısal Kuadralektik

Kategorisel karşılıklı bağımsızlığı, ister ikili, ister dörtlü, ister Kuilman kuadralektiği ama her 2 veya 4 kategoriye de zaman serisi olarak bir şeyler eklenip çıkarıldığı olarak / gibi tasarlayalım. Altbirimler de birbirlerinden bağımsız olmayacak ve birbirleriyle etkileşecek.
Açımlama:
Neden-sonuç ikilisine daralırsak, neden neden olarak değişirken, sonuç sonuç olarak değişirken, neden-sonuç ilintisi de kendiliğinden değişir. Bu, neden-sonuç ilintilerinin herhangi biri (bireçok, çokahiç) için geçerli olabilir. Bu koyut, nedeni sonucun görüngülenmesini, kendiliğinden % 100 kesinlikten uzaklaştırır. Sonuçta, taşı atarsın ama cam kırılabilir de, kırılmayabilir de. Taşın atılma hızı, yönü, kendi çevresinde dönmesi, nedenin sonucu ortaya çıkarmasını veya çıkarmamasını etkiler ve epeyi şey de belirsiz kalır daha.
Burada aynı durumu, madde/içerik-biçim için koyutlarsak, özellikle sanat eserlerinde başyapıt ortaya çıkışının belirsizliği daha anlaşılır olur. Un, şeker, yağ nedenleri ile 100 çeşit tatlı sonuçlandırılabilir ve her tatlı, diyelim İzmit pişmaniyesi veya Kastamonu dört köşe sıkıştırılmış pişmaniyesi sonuçları ortaya çıkabilir. İzmit pişmaniyesinin elle veya makinayla yapılması sonuçları da öyle.
Tez ile antitezde ise, her ikisinin de bütünlerinin oldukça az sayıda ve küçük parçası karşıtlık içindedir, gerisi birbirine benzer veya birbirinden ayırtsız olabilir. Kapitalizm 1960 ABD ve reel sosyalizm 1960 SSCB öyledir örneğin. İkisi de, (örneğin uzaya gitmek için) aynı makinaları, aşağı yukarı aynı teknolojik yöntemle üretti. Bireysel mülk, kamusal mülk, yalnızca kullanım hakkı gibi konular, tali konulardır ve öyle kaldı, ancak karşıtlık da orada tanımlıydı.
Yani; tüm kültürel ürünlerde olduğu gibi mantık ürünlerinde de anlamlı bölüm bütünün çok çok düşük bir kesridir, gerisi ceteris paribus, anlamsız göstergeler yığını olarak birikir.
Çıkış:
Madde formun; ne nedeni, ne de sonucudur. Ve tersi de.
İçerik biçimin; ne nedeni, ne de sonucudur. Ve tersi de.
Tez antitezin; ne nedeni, ne de sonucudur. Ve tersi de.
İçerik-biçim, sentez ve/ya praksis olabilir ama tez-antitez değildir. Burada, nedensiz sonuç gibi bir durum görüngüleşir. İçerik-biçim sentezinin sanat eserlerindeki örneklerinde, nasıl’lığa ilişkin, ipucu var ama genel denklem veya formül hala yok, 2.500 yıldır ve kesin geçerli olmak anlamında.
Not 1: Karşıtını sonuçsayan neden önerme de var: Möbiüs-Sartre-Descartes metnim.
Not 2: Bu tam sayısal olan durum, küsurlu / kırınımlı olan durum ise, SaP’a tümleçler ve önkoşullar ekleyip çıkarmakla, 15 yıl önce tasarlanıp yazıldı. İkisi de reel durum. Kompleks / sanal durum henüz tanımsız.

(13-14 Aralık 2016)

Post-Gerçeklik mi, Post-Paradigma(N) mi?

Murat Belge’yi ‘Tarih ve Güncellik’ kitabı ile tanıdım. En iyi eseriydi. 1985 momentliydi. Sonra, 1971-Birikim’den bugünkü çizgiye kadarki tüm siyasal metinlerinin izleğini okudum, berbattı. Kılavuzu Althusser olduğu için mi berbattı, yoksa balık zaten balık baştan kokmuştu, diye mi merak ederim.
‘Tarih ve Güncellik’ 1930 momentli ve Benjamin patentli gündelik yaşamın kültürolojisinin kabacak sosyalist realist çizgide yorumu koşutundaydı. Yani, Belge’nin bir batılı entelektüel kıblesi / referansı vardı, öz-referanslı değildi. Yani Belge, alıntısız metin yazamazdı, yazamıyor, yazamaz.
Son köşe yazısındaki post-gerçeklik / post-realite de öyle. Kavramı şöyle tanımlıyor:
““Post-gerçeklik” diye adlandırabileceğimiz bir aşamaya girdik. “Sanal” kavramının da pek bir revaçta olduğu bir dünyada, uydurmanın sanayiini kurduk. İmalatın, ihracatın düşüşte olduğu Türkiye’de uydurma üretiminde rekorlar kırıyoruz.”
Tam bir kavramsal paçal / harman / çorba / kargaşa var, bireşim denemesi bile yok ortada. Sanal ayrı, dezenformasyon ayrı.
Post-gerçeklik ile dezenformasyon doğrudan ilintili değil. 1945 sonrasıki Bilgi Çağı’ndaki propaganda üzerinden süregiden / yürütülen bir gelenek.
Post-gerçeklik ise, 2000-2200 arasındaki tarihsel iniş-çöküş dönemiyle doğrudan ilintili. Antik Yunan’da da böyle oldu. O zaman şunlar vardı:
Hazcılık / hedonizm, skeptizm / kuşkuculuk, kinizm / köpeksilik (ahlakın reddi), bilinemezcilik / agnostizm.
Post-gerçeklik çizgisi, bilinemezcilik benzeri bir şey. Post-modern Dünya’da da yok paradigma bitti, yok büyük ideolojiler bitti, yok epistemik kesinlik bitti, geyikleri yapıldı ama faşizm ve engizisyon epistemleri gayet kesinkes ortada. İnsan türünü bitirmeye bile niyetli ikisi de.
Sorun, alaturka 2015 faşizmi ve engizisyonu tanımlayabilmekte, ayrı ayrı ve birarada eşlenik ikili olarak.
Geleneksel faşizm de, geleneksel engizisyon da, yalan söylem ile var-tanımlı olan ideolojiler zaten. Şimdilerde ortaya çıkan ortak yanları, her ikisinin de talancı ve gaspçı olması. İstanbul’u önce köylüleştiren, sonra gecekondululaştıran, en son taşralılaştıran Anadolu’nun talancılığı, gaspçılığı, faşizmi ve engizisyonu gibi.
Yani, durum bilinemez falan değil, gayet açıkseçik biliniyor, Belge bile biliyor da, söyleyemiyor, ne de olsa AKP destekçisiydi ve İstanbul’daki Anadolu, AKP seçmeni.
Yaşanan 2 yönlü bir post-paradigma(N) durumu, ‘N+1.’ye geçiş var:
Bir:
Sanayiselden post-sanayisel / 2. Sanayileşme’sel (internetsel, robotsal, uzaycılıksal, vd) olana geçiş (‘N + 1.’ Paradigma bu  yani.)
İki.
Proto-feodal (Kürt aşiretçiliği gibi) dahil, 4 ana kültürel (günümüzde gözlenen) kültürel modun birbirlerine geçişimleri ki bu Neolitik Devrim’de tarım ile avcı-toplayıcı kültürel modlar arasında da yaşanmıştı ve salınım binlerce yıl sürmüştü ve şimdiki de sürebilir pekala.
Bugün fazladan Dünya’nın ilk uzay devleti Asgardia 2016 ve Homo Posterus (1945 atom bombası ve 1957 Sputnik ile tanımlı insan sonrası tür) var. Tarihin novum’ları onlar. MS 4500’e eksodus yarattılar, yoksa kapitalizm geleceği ipoteklemiş ve duvarlamıştı, IŞİD gibi oluşumlar kamikazece o duvar çatlattı ama yıkamadı, geçmişbilim-gelecekbilim / tarih-fütürolji bireşimi / sentezi olarak tümdengelimsel epistemik yaptı onu da.
Yani ortada post-gerçeklik yok, yeni bir gerçekliğe geçiş var, o kadar.
Belge, her zamanki yanılmada ve öz-yanılsamada, dezenformasyoncu yani.

(13 Aralık 2016) 

Pazartesi, Aralık 12, 2016

Aristo, Kuilman, Ülkü, Kuadralektik

Önnotlar:
Bir:
Hazdan ellerim titredi
İki:
Linkler:
Kuilman:
(Bu sayfada benden de alıntı ve link var. Titrememin nedeni bu.
Aristo:
Kuilman’ın kuadralektiki mimari.
Ülkü’nün kuadralektiki poliyalektikin altkümesi olarak akıl yürütmesi ve mantıksal, yani saf düşüncesel (burada felsefe saf düşüncesel olamadı ne yazık ki ve bunu Aristo konusunda açımlayacağız).
Aristo’nun 4 nedeni:
Madde, form, neden, sonuç.
Ülkü’nün 3 Aristo temel kategorisi.
Özdeşlik ilkesi, bütün-parça ilintisi, neden-sonuç ilintisi. (Hepsi de non-lineer / doğrusaldışı olarak yorumlanıp tamlandı ama yalnızca şematikte ve bu o alana neo-epsilon NEK / felsefi novum katkı olarak yazıldı-yazılıyor-yazılacak).
Arsito’da en güzel ilke şu:
4’ü birbirinden karşılıklı bağımsız değil. Aristo’nun bunu yazınca, tam olarak neyi kastettiğini bildiğini sanmıyorum ama tüm mantık için de ve onun için de böyle.
Gelelim nasıl bağımsız değiller’e:
Bazı maddeler bazı formları oluşturur, bazı formlar da bazı maddeleri çeker (en yakın anlamlı sözcük bu, çekmek, cezbetmek).
Çoklu neden-sonuç ilintisi ve ilintisizliğe doğru saçaklanma varken, zamansal, mekansal ve mantıksal olarak neden-sonuç ilintisi epeyi zayıf oluyor reel-somut Dünya’da, çünkü ontos, fenomen ve epistem neden-sonuç’lar birbiriyle boş arakesitli olabiliyor.
Kuilman’ın 4’ünü pas geçiyoruz.
Şerh: Araya 4 yazar giriyor ve bunlar kuadrelektiki eğitime uygulamışlar ki o da ayrı bir yazının konusu olsa gerek ama benim dışımda bir konu şimdilik.
Ülkü kuadralektiki:
Klasik diyalektikler var. Onları alırsınız, reel-somut Dünya’da, büyüklükleri (kaplamları ve kapsamları) 0’a limitlenen ama sonsuz sayıda tez-antitez ikilileri dizisini ele alırsınız veya tanımlarsınız.
Bu bir söylem düzlemi yaratır.
Bu yapıda kuadralektik, 2 yoldan baştan tanımlıdır ve dahildir:
A ve A değil birleşim eşit değil tümel küme ve tümel küme mutlak değil göreli olduğu için, en basit ilk tez-antitez bile bu ikilemeler ile kuadralektik olur. (Bu, göreli yeni ve ek bir tanım.)
Asıl kuadralektik, 3 tane 2’li ve (bu koşullarda reel-somut yaşamda genelde trilemma olan) 1 tane 3’lü ile triyalektik, 6 tane 2’li, 3 tane 3’lü ve 1 tane 4’lü ile kuadralektik ki permütasyon veya kombinasyon kullanımı ile 4’lü 1 veya 24 ( = 4!) tane olabilir.
Bu, benim 1986-2006 tanım aralığım, 2017’de değişecek gibi görünüyor, bu metinle dahil.
Karşılıklı bağımlı olabilirlik koyutu ile bu durum değişir, çünkü ne de olsa yukarıdaki ham kuadralektik karşılıklı bağımsız tanımlı.
Karşılıklı bağımlı dediğimiz de, madde ve formun baştan birbirini kısıtlaması veya neden-sonuç doğrusaldışılıkları olabilir. Sonuçta sonuç, nedenden önce görüngüleşmişse, bu bilimcileri epeyi ters köşeye yatırır, yatırdı da, çünkü hepsi hala bilinçsizce Aristo düz mantığını izliyorlar.
1986’dan beridir, Aristo’sal 56 temel ikili çıkarsama dizisini tam örneklemedim. Hiç olmazsa, bunu ikinci adımını, yani 3 bin çıkarsamayı daha listelemek ve örneklemek gerekiyor ki bu delinin pösteki sayması resmen.
Aristo kendi 10 temel kategorisini böyle altgruplayarak (ki bunu Aralık 2016’da ayırsadım), kendi kendini mutlak olmaktan eksiltmiş olmuş. Onun akıl yürütmeleri açık uçul değil çünkü. O nedenle, bazı’larda sürekli tekliyor. Bazı’lar muğlak ve kaotik mantığa geçiş yolunu Aristo7ya 2.500 yıl önce imlemiş ama o bu yolu yürümemiş.
İşte o nedenle, tarihte 2.500 ve 5.000 yıllık makro-makro sikluslar var. Adını saydıklarımızın tama yükseltgenmesi, MS 4500 veya 7000’de gerçekletirilmiş olacak ancak.
Kuilman’ın veya Aristo’nun yolunu izlemeyeceğiz.
Poliyalektik önermeler dizisini matematik olarak irdeleyeceğiz bundan böyle.
İlk koyut:
İkili parçalar; küçülerek değil, sabit kalarak, büyüyerek ve/ya dalgalı ilerleyebilir ve bu kategorilerde zaman içinde yer değiştirebilir. Çünkü yaşamın mantıksal hata fonksiyonlarının simülasyonu ancak böyle bir modelle mümkün olabilir.
Çok basit:
Bir:
Dünya Sistemi dönemselliklerinde faz kayması ve olu hızlanmaşı, yavaşlaması, durması, dolayısıyla artı / eksi birikimlerin zaman kaymasıyla toplama yüklenmesi durumu var.
İki:
Özellikle makro dönemli iklim değişimlerindeki en az 3 sinüzodial dalga simülasyonu ancak böyle mümkün olabilir. 1., 2., 3. genliklerin ve dalga boylarının EBOB ve EKOK dağılımlarına bağlı olarak, kısa dönemli / yılsal artı ve eksi değerleme haritalaması böyle mümkün olabilir. Örneğin şu anda, global ısınma var ama 2050 gibi 50 yıl gibi kısa bir sürede yeni buzul çağı gelebilir pekala: Isınmanın soğumayı ne kadar etkileyeceğini simülasyonunu bu yoldan deneyebiliriz. Örneğimiz bu olsun. Isınmay ve soğumay aynı neden sonuçlalabilir çünkü, diyelim önkoşullarla.
İşte, hazdan titrememin nedeni bu:
Aylardır durdum, felaketlere girdim çıktım, ardından 1 saatta bin yıllık yol sıçradım.
Evet, ölmeden önce, kendi non-aristo dizime epeyi katkıda bulunmuş olacağım.
Kendi işini kendin gör, ensen kalın olsun. Aristo, İskender, İskenderiye Kütüphanesi ve Eratosthenes dizisi yeri ve zamanı şimdi.

(13 Aralık 2016)

Eyüp Demirtaş - Reha Ülkü Tarih Diyalogsuzluğu



12.12.16 sabahı şunu yazdım Twitter’a:
“Geçmişbilim-gelecekbilim hem kuramda, hem uygulamada bireşimleniyor, hem praksisleniyor, tarihte ilk kez.
Tarihçiler de, fütürologlar da bunu görmüyorlar, çünkü bakmıyorlar. Baksalar da göremezler, çünkü disiplinlerarası değiller.”
Öğleden sonra, Çin uzmanı Tür Eyüp Demirtaş’a, MS 550 sonrasında Türkler hegemonken, Onrta Asya’da ve ipek Yolu’nda ticaretin Norveçliler, Sogdlular ve Norveçliler arasında olduğunu, Dünya Sistemi derleme kitabından aktararak söyledim. Dünya Sistemi’ni, Wallerstein’ı, kitabı ve bilgiyi inkar etti, tanıkların önünde. (S: 332, İmge Yayınları, Gills, Wallerstein, vd derleme.)
Kızdım ve konuyu yazıp internete koyacağımı söyledim. Öyle de yapıyorum.

(12 Aralık 2016)

Pazar, Aralık 11, 2016

Kendimi Yeniden Yok Hissetmek

08.12.16, 20:15.
Kendimi Yeniden Yok Hissetmek
Kendimi yeniden yok-hiç gibi hissettim. Ancak bu, eksi, sıfır, artı varlık içinde bir yok-hiç-sıfır durumu. Eksi / olumsuz değil, nötr bir durum yani.
Bu, kendimi hep % 51-49 yaşam-ölüm arasında salınıyor hissetmemle de ilintili ama bu kez kendimi 51’den daha çok ölümde hissediyorum. Suha’nın ölümü, tabutuma bir çivi çaktı. Ancak, yine tuhaf olan şey, bunun nötr olmamı bozmaması. İkisinin birbiriyle biraz ilintisiz olduğu sonucu çıkıyor buradan.
Bu nötrlük; faşizm-engizisyon yıkımı, akıl batması, inkar kültü histerisi gibi genel kültürel durumların içinde yer alıyor. Yani bu nötrlük, bu denli eksi çokluk arasında epeyi artı bir durum, çünkü onu dengeleyebiliyor. E tabii, bir de ben o denli artılarda olmamayı pek sevmem, pek beceremem de açıkçası.
Böyle iyi yani. Kesinlikle acıtmıyor hiç olmazsa.
Biraz önce, geriye kalan tek arzumun acısız bir ölüm olduğunu gördüm.
Ancak bir beyin olarak, bu his nötralitesi kesinkes işlevsel olacak. Durumu nesnelce gözleyip kaydetmemde olmazsa olmaz bir epistemik gereklilik bu çünkü.

Bonus olsun diye, kendime küçük keyifler ve hazlar hediye edeceğim. Kendimi şımartacağım. Hiç olmazsa, bu kadarını hak ettim.

Gender Fluid / Akışkan Cinsiyet Tanım Hataları

‘Gender fluid’, cinsiyet akışkanlığı ve/ya akışkan cinsiyet demek.
Akışkan, küsurlu olabilir, cinsiyet küsurlu olabilir ama tanımlı değildir. Küsurlu olduğunu önesüren, ‘gender queer’ de akışkan değildir, çünkü ‘queer’ bir eşcinsellik terimidir. Eşcinseller, kendilerin yadsıdıklıarı karşıtcinsellik üzerinden tanımlayageldiler hep.
Wikipedia, ‘gender fluid’i ‘gender queer’e yönlendiriyor ve sırılsıklam saçmalamaya başlıyor:
Peşpeşe verilen tanımlar birbirlerine ve kendilerine aykırı. Öncelikle, cinsel kimlik ile bedensel kimlik ve cinsel kimlik ile cinsel kişilik bambaşka şeyler. Kimlik, kişilik, bireylik, kendilik, öznelik, kendi-cins-insan bütünü ayrı ayrı ve birarada, benlik, zihinlik, duyguluk x düşüncelik x davranışlık, olanlık x görünenlik bambaşma şeyler. Bu kadar tanımın olması, sorunun, sorunsalın, kavramın yanlış ortaya konduğunu baştan gösteriyor.
Oysa, baştan insan varlığının cins bölümü yerzaman ve ansal olarak % 20 maksimum olabilir, o da kişi sekse takıntılı ise. Sıfır seks, geçici veya kalıcı, nötlük, frijidizm, aseksüelizm, nötrseksülelizm, başmaşka şeyler yine.
Oysa, 0, 1, 2 ve küsur baştan var yani.
Oysa, Jung’un kadındaki erkek, erkekteki kadın olarak, anima’sı ve animus’u var ki terimlerin özgün biçiminin cinsellik ile değil, mülkü ile ilintisi vardır.
Oysa, Delany’nin ‘Triton’u var. O da, yazarı bir biseksüel olarak, kadın olmayı, yalan söylemek ile tanımlıyor.
Devamında gelebilelim günümüz Lgbti’sine. İ’nin konmasının 20-40 yıl aldığını imleyelim önce. Biseksüelleri eşcinsel sayan ve saymayan eşcinsellerin olduğunu belirtelim önce, bu arada her cinsin bu konuya bakışı da farklı, eşcinsellerinin yani. Dışlayıcık ve ötekileştirme, bu harflerde ve buharflerin mensuplarında harf-i tarif olarak çakılı yani.
Kendi hesabıma, Lgbti’lere nötroseksüeliteyi anlatamadım da, kabul de ettiremedim. Ancak bunlar, 2015 iki genel seçiminde AKP’ye ve MHP’ye oy verebilen eşcinsellerdi. Akıl batmasını zıtcinseller gibi, eşcinseller de yaşıyorlar yani.
Nötroseksüelite ve aseksüelite üzerine yazdıklarımı pas geçip, bu konuya doğrudan gireceğim:
Akışkan seks 2017 insan türü için tanımlı değil. 1 ile 2 arasında herhangi bir nokta tanımlı olsa bile, tek bir kişi herhangi bir yeranda tek bir noktada bulunabiliyor. Artı, kendini herhangi bir anda o, sonrasında veya öncesinde bu hissetmek akışkanlık değil, senkopluluk. Akışkan süreklidir, senkoplu süreksizdir.
3 yönetmeninden 2’si transseksüel olan ‘Sense8’teki oyuncusu da transseksüel olan transseksüel rolün, cinselliğinin, etkin-eşcinsel pozisyondaki kadının, edilgin cinsel pozisyondaki kadını, yapay penisle, yapay vajinasından şaapıp, orgazma ulaştırması, gerçekten sakil ve boşta kalan bir cinsiyet tanımı.
Bir: Transseksüel vajinası ile dişi-insan vajinası, anatomi ve fizyoloji olarak bambaşka şeyler. Dişi-insan vajinasından orgazm olabilir ama diğeri için kesin bir tanım yok. Onu öyle göstermek, baştan dezenformasyon, çünkü doğrulanmamış bir bilgi. Artı, içeriden gelen bilgiler bambaşka ama o bilgiler sürekli dışarıdan saklanıyor. Ben, Ferdi Özbeğen-1980 kültürümden beridir, eşcinsellerin kendilerine ve başkalarına sürekli yalan söylediği kanısındayım.
İki: Kendini kadın hissetmek diye bir şey yok, çünkü kadın gibi düşünmek diye bir şey yok, Madam Curie tanımında yani. Hissetmek, insansı değil, insanaltısı bir şey, en azıdna bu tanımlarla. Çok basit, duygular yalan falan söylemez. Oksitosin, babalar ve analar gibi dosdoğru söyler. Seratonin de öyle.
Üç: Üşenmeyen biri, bir gün oturup, tam bir cinsel olayın, baştan sona yavaş çekim (20 dakika 20-200 sayfa) nörokimyasını ve fizikokimyasını okusun. Penisle beyin arasında onlarca altorgan giriyor ve bunlar seksle ilgili falan değil, deri kızarması, saç dikelmesi ve sonra inmesi gibi, birçok başka olayda da yaşanan semptomlar. Bunlar cinsel uyarılma sırasında tam-standart sırayla da yaşanmıyor. İşte bu akışkan, senkoplu değil. Üstelik, kendine de özdeş değil. Aynı seks kimyası, başlangıç öncesiki duygudurumdan da çok etkileniyor.
Sonuç.
Ne yazık ki elde yeterli referans bilgi kaydı yok. Kendi cinselliğimin 43 yılını ezbere anımsasam da, epeyine kaydetmişsem de, bunları açımlayacak terminoloji yok. Onları yaratacak eğilimim de yok, çünkü ne cinsel kimlik, ne de kimlik peşinde / sahibi / müllüsü olan biriyim. Bildiğim, 14-54 yaş arasında kendi-değil, erkek, insan-değil olarak yaşadığım ve bunun tek örneğinin de ben olduğum. 54-57 yaş arasında paradigma kaymalarını bundan sonra, başka bir dille açımlayacağm, çünkü erkek olma üzerinden ölüme gidiyorum, yine bir erkek olarak ama bir şövalye olmayarak. Ayrıc, kendini kitle için asla feda etmemiş bir erkek-neo-entellektüel olmaktayım ve bu da bir kimlik-değil.
Sonrası, Şeytan kerim.
Dipnot:
Tüm bunlar yazılma nedeni, akışkan cinsiyetli bir oyuncunun aynı-tek rolle, hem kadın, hem de erkek yardımcı ödülü aday adayı kabul edilmesi. Hollywood ne bok yiyeceğini şaşırdı yani. Deli kuyuya taş atıyor yani.

(9 Aralık 2016)

Cumartesi, Aralık 10, 2016

En Doğru Patlama Yazısı

selamlar herkese, hicbir seyden adam akilli etkilenmeyen, maksimum bir gun sonra unutan olan ben, olaydan beri aptal ve bos gozlerle etrafa bakiyorum, patlamadan 30 saniye ile kurtuldum, dolmusla eger oradaki kirmizida kalsaydik, muhtemelen ben de parcalara ayrilacaktim, ailem ve yakinlarim disinda kimse aglamayacak, diger ve bir onceki patlamalardakilere denildigi gibi, sehit denilip isten siyrilacaklardi ki yine yapacaklar gerci. kusura bakmayin cumle dusuklukleri icin.

11.12.2016, 03:00, cagri.




Perşembe, Aralık 08, 2016

Alaturka Faşizm ve Engizisyon Geldi, Ne Yapmalı?

Tatlı su küçük burjuvazi çeyrek porsiyon münevverimiz, kıblesini bile ithal eder. Faşizm için de öyle yapmış. Biz de, yerli malı yurdun malı, her 100 halk onu kullanmalı, diyerek konuya giriyoruz.
Kısa ve açık:
Kaçması gerekenler ve kaçabilenler kaçmalı.
Gençler, yüksek risk gruplular öyle. 1968’liler ve 1978’liler düşük oranda öyle.
Dost ateşinden sakının.
Felaket yönetimi sözkonusu. Felaketlerde insanların % 15’i falan, kaş yapacakken, göz çıkarır, bunlar da bize yakın olanlar olur genelde.
% 5’lik falan bir kesim pozisyon alsın.
Yeraltına veya uykuya falan çekilsin. Yıkımdan sonra, birileri ortalığı temizleyecek nasıl olsa. 1915 Çanakkale gibi, 2 sınıf GSL’lileri öldürüp, sonra Ankara treninde Fransızca bilen aranmasın.
% 80 falan için fark noke.
Kitle; faşizm, engizisyon, reel sosyalizm, krallık, vd, her tür siyasal sistemde yaşar.
Asıl kafası çalışanlar.
Her durumda, sanat, bilim ve felsefe var. Yapabiliyorsanız, günce tutun. Wikipedia ve Youtube var. Öğrenin. Öğrenin. Öğrenin.
Genel:
Bu bilmem kaçıncı felaketimiz, 1966 Dünya en yüksek deprem dayanışmasından, 1999 anaların kızını satmasına geldik. Bir şey ummayın.
Tecavüz kaçınılmaz ve heyecanlı zamanlardayız.
Gerçeğin çölüne ve kutbuna hoşgeldiniz.

(8 Aralık 2016)

Çarşamba, Aralık 07, 2016

‘Küçük Erkek Kardeşim Suha’nın Ölümünden Sonraki Stresten Dolayıki Ürtikerli Ben’ Fotoğrafının Ek ve Gecikmiş Altyazısı



Uzun bir başlık oldu.
Fotoğrafın linki:
Atay, bir resim yapar, içine kendimizi yerleştiririz, demiş. Ben bunu bir yazar olarak, bireyin tarihi ve kültürü algılayıp, yorumlayıp resmetmesi ve kendi öznesini de içine yerleştirmesi olarak anlıyorum. Atay, biyografi nesnelliği aşamasına gelemeden öldü.
Ben artı olarak, tarihin ve kültürün o resmini de içimize yerleştiririz, diye de düşünüyorum, Atay’a ek olarak. İkisi birlikte var ve ancak o zaman anlamlı.
Bedenin ölümü olarak ölüm, kültürün ölümü olarak faşizm ve engizisyon, zihnin ölümü olarak delilik resminin içindeyiz şu sıralar.
İşte o fotoğraftaki yüzü gözü şişip yamulmuş, Puik kaşıntılı ben, yakını birinin bedensel ölümüyle delirmiş, bu deliliği psikosomatik olarak bedenine semptomlanmış biri olarak, bitmiş 1. Cumhuriyet’in ardından gelen fetret devrinin içinde yeşer(til)miş faşizmin ve engizisyonun içinde, çift taraflı olarak kendimi resmediyorum. Nesnel resimleme, Kuburkent İstanbul projesi. Öznel resimleme ise, o otoportre.
Tuhaf olan şey, Suha’yı 17 yıldır görmüyor olmam ve onu sevdiğimi söyleyemem. Ailemden kopuğum, onlara karşı en hafif sözcükle antipatiğim, onlar da ban karşı öyle. Onları vefattan sonraki 1 aydır aramadım ve bunun duygusal tepkisini tahmin edebiliyorum, bir kükreme.
Göreli erken bir ölümdü, intihara yakın peşinde uğraşılan bir ölümdü, sırasız bir ölümdü, 5 kişilik ailede en gencimiz oydu çünkü. Tüm aileyi kaput eyledi ve gitti. Eski karısını da ve oğlunu da.
Ölmemenin bir sorumluluk olduğunu bir kez daha gördüm:
Ölmüş cesetlerimin yasını tutabilmeyi hak edebilmem ve yeniden kendi iç dansımın ahengine geri dönebilmem için, onlara karşı borcumu ödemem ve ölmemem gerekli artık. 270 kitabımın en az 135 tanesini kısmen veya tamamen internete koyma, en az 5 mecrada koymam gerekli.
Yasın başka bir formunu yaşadım. Ancak bu Oblivion değil. Oblivion’da ayrılık var ama ölüm ayrılığı değil gibi, en azından alaturka olanı değil gibi.
İşte o otoportre, bence bunları resmediyor, ben onda bunları görüyorum yani. Keşke kaşıntılı fotoğraf icat edilebilmiş olsaydı. Ürtiker kaşıntısını ancak onu yaşayanlar bilebiliyor, biri daha öyle, oradan gözledim. Ölüm acısı da öyle, biri daha öyle, onu da oradan biliyorum.
Sen ölüm acısı ürtikerliliğin resmini yapabilir misin Abidin?
Dipnot:
Bu bir teşhircilik değildir, bir özsaydamlıktır.

(7 Aralık 2016)

Rowling ve 'Fantastik Çirkinler'inin Estetiko-Politik'i

1880’ler; polisiyenin, bilimkurgunun ve fantastik yazının başlangıç dönemiydi. Bir tür Altın Çağ sayılıyordu ama ertesinde 2 dünya savaşı geldi.
Ancak, onların arkasından 2 atom bombası ve ilk yapay uydu da geldi. Homo Posterus da geldi. Homo Posterus, şu an için embriyo bile sayılmaz ama tohum sayılır.
Sanat eserlerinin akışı ile siyaset olaylarının akışı, neden-sonuç ilintisinde değil de, bir tür koşutluk ama birbirini kesen ve aykırılaşan (kesmeyen) frekans kaymaları ve faz konjügasyon binmeleri taşırlar. Yani, sanat ve siyaset, diğerleri dahil tarihin holografisini oluştururlar. Sanat eserleri, besleyici ışındır, bir tür metafor olarak ve iki kere nominal ve tözsel anlamda.
Yine öyle oluyor gibi:
Hepsi İngiltere kökenli olarak (bu ayrıca irdelenmeli) Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi, Holmes-neo ve en son da bu geldi:
Fantastik Yaratıklar ve Onları Nerede Bulursunuz? (aslında daha çok, onları nerede bulmak, gibi).
Bir de ‘Iron Sky 1-2’ gibi daha doğrudan politik metafor olanlar var, Thatcher, Putin ve Hitler politik orjisi alegorisi içeren.
Evet, yeni sanat ürünleri geliyor, yeni tarihsel ve politik dönemler geliyor ve aralarında ironik-semantik ilintiler var.
Tüm bilimkurgularda, polisiyelerde, fantastiklerde Dünya yıkılıyor, hem de feci yıkılıyor. ‘Kara Şahin Düştü’ dokdramasından başlayarak, tüm kurmaca örneklerde ABD yıkılıyor. Tamam, 11 Eylül post-travma’sı ama bizce proto-travması da.
‘Unthinkable’ gibi, ‘Kong’ gibi, ‘Kara Şahin’ gibi, olmadık düşmanlar yıkıyor bu kez ABD’yi. Kong evinde saldırıldığı için saldırıyor, IŞİD gibi, Taliban gibi.
Bu açıdan ‘Fantastik Çirkinler’, bir yönüyle X-Men olağanüstülüğü taşıyan bireyler, Yankiler’in ve Holywood’un bir tür İngiliz özüne dönüşü (son yıllarda çok fazla İngiliz kökenli oyuncu transfer edildi, tarihte ilk kez olarak), bir yandan ‘Iron Sky 1-2’ politik alegori orjisi / absürd-grotesk-komedi’si, bir yandan inanılmaz masalsılığı (ki bunu Harry Potter sağlayamadı örneğin, hatta ‘Yüzüklerin Efendisi’ bile öyle, çünkü o olsa olsa, ‘Taht Oyunları’ prototipi oldu), bir yandan ters yüz edilen sinema semantiği ile, meta-sinemaya çapraz yollu, kulağını tersten gösteren bir yolda.
Ama bu bir yol ve anlatı ve anlambilim açısından bu sıralar çok anlamlı ve tarihle anlamsal çakışık:
Evet, tarihte de en olmadık fantastik öyküler gerçek oldu, yalnızca 15 yılda, 500 yılın devleri çöktü, çökertildi, hem de kendi askeri (zihin oyunu) hataları ile…
Evet, sinema ve tarih bu zihin oyununda çakışık kalıyor epeyidir, raslantısal olarak sinemanın ikinci yüzyılının ilk 20 yılında hep öyle oldu.
Bu, yeni bir sanatsal başlangıç, yeni bir tarihsel eksodus, ipotek edilmiş geleceğin geri alınması, Spartacus’çe ama…
Romanı okumadığım için, o da bu denli başarılı mı bilmiyorum ama film çok başarılı…
(7 Aralık 2016)