Perşembe, Mayıs 31, 2018

Emir Ali Türkmen Negasyonu


Türk Solu’nun tarihi, ‘sudaki balıklar içinde yaşadıkları su hakkında nasıl bu kadar aptal ve cahil kalabilir?’ tarihi olmakta.
Türkmen’in durumu da buna dahil. Kendisi editör olarak çalışmış hep. Şimdi de Türk Solu konusunda bir kitap derlemiş.
Bazı saptamaları şunlar:
“Solu diğer ideolojilerden farklı kılan vasfı, onun toplumun, tarihin, doğanın, insanın değişebileceğine/değiştirilebileceğine olan inancıdır.”
Geçersiz bir tanım.
Geçerli tanım şu:
1945 sonrasında sol Dünya’yı değiştireceğine inanarak sabitledi, sağ Dünya’yı sabitleyeceğine inanarak değiştirdi.
Bir tür tezin antitez, antitezin tez olması, ikamesi, işlevini yerine getirmesi durumu bu. Bu, Fransa Devrimi’nden kalan sol-sağ ayrımının da yaşadığı üzere, tarihin dinamizminin ve kaotizminin getirdiği koşullar nedeniyle ters köşeye yatmalar nedeniyle böyle oldu. Hatanın birincisinde belki pas geçilebilirdi ama bu onuncu yineleme oldu, artık affedilemez, özellikle de 1968 salakları ellinci yıllarını utanmadan kutlarlarken.
Bir saptaması daha:
"Kürtler, 70’lerin ikinci yarısından sonra Türkiye solunun bölünme macerasına dahil olup, birleşik mücadeleden uzaklaştılar ve kendi örgütlerini kurarak taleplerinin tanınması yolunda mücadelelerine devam ettiler. Bunda Kemalizm’in sadece Türk aydınını etkilemekle kalmayıp, Türkiye sosyalist hareketinin ezici çoğunluğuna da az ya da çok nüfuz ederek onun Kürt sorununa bakışını belirlemesinin payı büyüktür."
Bu, bile bile dezenformasyon.
Cumhuriyet’in ilk yasal ve seçilmiş sol partisi olan TİP’i Kürtler / Kürtçülük bitirdi. Kürtler, Türk Solu’na aşırı zarar verdiler. Bugünün HDP’si dahil, yasal veya yasadışı sol bir Kürt parti olamadı (belki kenarda köşede kalmış olanlar vardır). Bildiğimiz uç feodal-muhafazakar çizgideydiler hep.
Bölünme meselesi de, hem Türkler, hem de Kürtler için, ‘baş ol da, soğan başı ol’ ama ‘ya devlet başa, ya kuzgun leşe’de, oyunu kaybedince, kelleyi vermeyip, ağlak yapmaca geçerli oldu. Yoksa, her kaybeden beslenmeyip asılsa, bugün TC’de 80 değil, 0 milyon kelle olurdu.
Gelelim üçüncü saptamaya:
Daha önce İletişim Yayınları da benzeri bir Türk Solu cildi çıkardı: Fahiş saptama hatalarıyla dopdolu.
Bu da öyle:
“Sosyalist hareketin Türkiye’deki politik-entelektüel birikiminin solla temas eden veya kadro düzeyinde onu taşımaya meyyal genç kuşak tarafından yeterince bilinmediği göz önünde bulundurulduğunda…”
Yuh yahu. Şu anda tüm dönemler için kitabı bulunmayan sol yazar kalmadı: Yılmaz Güney’in Kürt devleti kurmaca oyunları metinleri bile var ortalıklarda.
“Türkiye solunun her dem kendine ait bir âlemi, bir “hayatı” olmuştur. Zengin bir fikri geleneğin üzerine oturmuştur.”
Biz tam tersini düşünüyoruz ve yaşadık. 1923 sonrasıki Türk Solu, aşırı tekdüze, hep aynı hikaye türünden gitti. Bir tek 10-20 yılda bir yeni kuşaklar, eski kuşakları inkar edip, başa geçip, aynı hataları birebir yinelediler, o kadar.
“Türkiye toplumunun 1960 sonrasında girdiği yeni dönem, genel olarak devlet-toplum ilişkilerini belirleyen iktidar pratiklerinde önemli dönüşümlerin yaşandığı bir dönem oldu.
Bu dönemin ayırt edici yanı ise, bana göre, silahlı mücadelenin hareketin gündemine girmesiyle birlikte devletin cepheden karşıya alınmasıdır.”
Birinci paragraf genel olarak geçerli, ikinci paragraf özel olarak geçersiz.
Bugün hala Deniz Gezmiş’in eline silah almadığı teraneleri yutturulmaya çalışılıyor, oysa o, silahlı eğitime gidip, bunu becerememiş biri.
Dolayısıyla, 1968’liler ve 1978’liler arasında bu sözü edilen silahlı mücadele konusu farkı var. 1968’liler, hala 1978’lileri çok vahşi olmakla suçlarlar, o da her ne demekse. Bu arada 1978’liler, o adı alabilmek için, 1985-2005 arasında sıkı mücadele verdiler, 1968’liler o dönemi inkar ettiler çünkü. Ki bu da 10 yılda oluşmuş bir kuşak ayrımı demek.
Dolayısıyla Türk Solu’nun derdi, eylemci yetiştirememek değil, kuramcı yetiştirememek olageldi hep. Kemalizm takıntısı, 1960 ertesindeki ilk yıllarda yazan, tekne kazıntısı 1920 doğumlular için sözkonusuydu. Kıvılcımlı dahil Türk Solu, o zamanlar darbeciydi, Kıvılcımlı 1971’i bile desteklemişti.
Ara şerh: Ki Kemalizm, uygulamada birinci ilke olarak, ordu-sivil iktidar ayrımını getirdi. Darbecilik, Atatürk’ün ilkesi değildi, 1960’ın emir-komuta zincirini bozan generallerinin uydurmasıydı. Kafadan uydurdukları iç tüzük maddesi ile davrandılar hep.
Artı Türk Solu, solcu general olabileceğini sandı hep. Hatta, 1970’ler sonu harp okulu mezunlarının ileride solcu generaller olacağı bekleniyordu, Fetöcü oldular.
Bakın nasıl aymazca saptamalar var:
“ (Behice Boran’ın) Türkiye devriminin strateji sorunlarına ilişkin tartışmalarda aldığı tutum, Türkiye ve Osmanlı sosyal formasyonunun ne’liğine değgin getirdiği analizler…”
Uğur Mumcu kendisiyle ilgili bir röportaj kitabı yapmıştı. Orada onun beyhudeliğini kendisi ortaya koymuştu.
Osmanlı analizlerine gelince, ulu manitu İnalcık’ın eserleri fahiş bilgi hataları dolu hala ve o kitaplar kutsal kitap niyetine ortalıklarda dolanıyor.
Başa dönersek:
Dediğimiz gibi Türk Solu, kendi konularında bile, hep aptal ve cahil kaldı.
Bu arkadaş da bunlara den den de den den ekledi yine.
Biz de eleştirilere den den de den den ekledik yine.
(31 Mayıs 2018)

AB x ABD Karşıtlığı


Uluslararası yatırımcı Soros şöyle demiş:
“İran ile olan nükleer anlaşmaya son verilmesi ve transatlantik birliğinin yıkımıyla karşı karşıyayız.
Bunun Avrupa ekonomisi üzerinde olumsuz bir etki yaratması ve diğer bozulmalara yol açması kaçınılmaz. Doların gücü, gelişen piyasa para birimlerindeki yükselişi halihazırda kesmekte.
Yeni bir büyük finansal krize doğru ilerliyor olabiliriz. Avrupa birliği, varoluşsal bir krizde. Ters gidebilecek herşey, ters gitmiş durumda.”
Ana çizgisiyle doğru olan ama birçok eksik ve yanlış içeren bir saptama bu.
AB ve ABD, artık ayrı yollarda. Bu açıkça görünüyor ama görürndüğü yerlerde ayrılma yok, ayrılma olan yerler ise pek görülmüyor gibi.
ABD, AB’nin kendi iç savaşı sayılabilecek olan ve eski sömürgesi olduğu ülkelerin çıkardığı 2 dünya savaşı ile kendiliğinden 1 nolu oldu. 1900 itibarıyla, yine ilk 10’da idi ama ilk 5’teliği güvencede değildi.
İşte bu ABD’nin AB’yi kurtarmışlığı, başta AB’nin hatası olsa da, sonda ABD’nin sömürüsüne ve eskiden kolonisi olduğu ülkeleri yeni kolonisi yapmaya yöneltti. Birinci ayrım bu ve tüm Soğuk Savaş boyunca böyleydi.
ABD x SSCB karşıtlığı ile, AB’nin 3 büyüğü İngiltere’nin, Almanya’nın, Fransa’nın SSCB karşıtlığı birbirlerinden bambaşka şeylerdi. 2. Dünya Savaşı’nda AB’yi ABD’den çok SSCB kurtardı zaten. Bu da, eski momentli askeri çelişki ama çatışma boyutuna taşınmadı hiç.
Atlayarak gidelim:
11 Eylül 2001’de ‘neo-con’ların başlattığı neo-Haçlı Seferi’nde, ABD ve AB bambaşka noktalarda yer aldı. ABD’de Müslüman nüfus % 1-3 iken, AB’nin bazı ülkelerinde Müslüman nüfus % 5 durumunda: Üstelik bu Müslüman nüfus, AB’nin eski sömürgelerinden geldiği için, 500 yıllık bir kan davası ile geliyorlar. AB’nin göçmensel 2018 açmazına ABD belki 2068’de gelir.
Burada bir nokta önemli:
ABD’yi vuran ABD’liler geleneği 50 yılı geçti ve bu kültürel bir sorun (silahseverlik de denebilir). AB’lileri vuran AB’liler ise yeni bir gelenekçik ve yeni göçmenlerden geliyor (bu yangında ABD fıştığının payı olduğu birkaç onyıl sonra ortaya çıkarılacaktır).
AB’nin BOP / GOP konusunda hatalı olduğu nokta şuydu: Kendisini doğrudan ilgilendiren bir dert değildi. Sonuçların olumsuz yanları ise daha çok AB’yi vuruyor. Yani, ABD’nin başına sardığı belayı gönüllüce üstlendi.
Ekonomik açıdan ise durum şu:
2007 Krizi’nin en önemli etkeni olan karşılıksız krediler konusu, ABD’deki konutta olmasa bile, AB için de geçerliydi.
Ekonomik açıdan yollar şöyle ayrıldı.
Krizin ertesinde hem AB, hem de ABD, uluslararası piyasalara karşılıksız 1’er trilyon dolar sürdüler. ABD şimdi onu geri çekiyor. Ancak ABD, AB’nin parasını da çekiyor. Yani kur savaşlarıyla ABD, AB’nin artı-değerini sömürüyor. 1 trilyon dolarlık kalıcı bir kayıp, AB’yi epeyi etkiler. ABD ekonomisi toparlanıyor gibiyse de, AB için öyle değil pek.
Soros’un asıl gösterdiği nokta da bu:
Piyasayı düzeltme çabaları sonucunda / ertesinde, piyasa çok bozulduğu için, piyasayı düzeltmeye uğraşanlar piyasayı bozmuş olduğu için, vd piyasa, bir daha uzun süre düzelemeyebilir.
Bundan sonra da AB ve ABD ayrı yolları seçer. İngiltere, AB’siz ve ABD’li yolu zaten 2001’de seçmişti. Ve bunu çok pahalıya, en temelde parçalanarak ödeyecek.
Şu anda sorun İran değil, Rusya. AB, İran’dan çok, Rusya ile olumlu ilişkiler istiyor, çünkü komşusu, çünkü enerji açığı var.
Soros’a şu noktada katılmıyoruz.
Ters gidebilecek herşey ters gitmiş falan değil. Ters gitmeyecek şeyler, ters kılındı. Asıl ters olan şeylere sıra gelmedi ki.
Su, gıda, enerji, iklim, göçmen krizleri bu krizden daha makro ve onlar başlamadı daha.
Ters gidense şu:
GOP projesinin astarı, yüzünden pahalıya geldi:
Yaratılan 10 milyon göçmen olağan AB asgari ücretlerinin üçte birine çalıştı. AB’nin nitelikli genç insanları AB’yi terk etti: Son 2-3 yılda yalnızca Fransa’yı 4 milyon Fransız terketmiş.
Ara şerh: Ulus-devlet kavramının bu çeşit çözülmesi ilginç: insanlar doğdukları veya doydukları yere değil, rahat ettikleri yere vatan demeye başladı ya da para herşeyi satın almaya başladı, Araplar’ın İstanbul’da olduğu gibi. Ve bu da, ana akım sorunlarından başka bir sorun.
ABD x AB çelişkisi nereye varır?
Soğuk savaşa da, sıcak savaşa da varmaz. Suriye’de Rusya x ABD dolaylı çatışması gibi, örtük çatışmalara dönüşür. İran konusu ile bu böyle kılındı.
Soros’un sözünü ettiği global finansal krizin ise bunlarla ilintisi yok:
Piyasada belki 50, belki 80 trilyon dolar karşılıksız para var Bunun ne yapılacağı belli değil. Bunun ekonomik karşılığı yok.
Yani bu kadar yağ ile ekonomik fren tutmaz ve tutamaz.
Soros’un imlediği bu:
Global ekonomiyi şu anda hiç kimse yönetemiyor.
Devamında da şu:
Ekonomiyi yönetemiyorsan, politikayı da, militarizmi de yönetemezsin.
Yokkutuplu Dünya da bu demek zaten.
(29 Mayıs 2018)

Çarşamba, Mayıs 30, 2018

Selahattin Demirtaş Ne Söylüyor?


Kendisi şöyle yazmış:
"PKK ile ilişkimiz olsaydı, korkmadan söyleyecek kadar cesur ve dürüstüm, PKK ile aramızda bir ilişki yoktur."
Bir de şöyle bir beyanat var HDP’den:
“Hiçbir turda Muharrem İnce’ye ya da Meral Akşener’e ya da Temel Karamollaoğlu’na ya da Doğu Perinçek’e oy vermeyeceğiz. Tutsak olmayan hiçbir yöneticimiz sizlere bu sözü vermesinler çünkü kendi eş başkanımız Selahattin Demirtaş tutsakken, başkasına oy vermeyeceğiz. Bir oyumuzla Muharrem İnce başkan olacak olsa bile, Muharrem İnce ‘Saray’a çıkınca, Kuran çarpsın, iki saate serbest bıraktıracağım başkanınızı’ dese de, Demirtaş’ın kendisi bunu bizden talep etse de, Abdullah Bey (Öcalan) soğuk tecrit duvarlarından bizlere fısıldasa da, Nurettin Demirtaş Dağ’dan ricada bulunsa da, Selahattin Demirtaş tutsakken başka bir yapıya koltuk değneği olmayacağız.”
Demirtaş’ın ne söylediğinin adını okur koysun.
(31 Mayıs 2018)

Melek Göregenli İrdelemesi


Kendisi akademisyenmiş. Oldukça aklı başında sözler etmiş. Ancak aynı zamanda, genelgeçer kabullere takılıp kalmış. Kendisini irdeleme arzumuza şu savı neden oldu:
“Muhafazakarlık, benim bildiğim disiplin sosyal psikoloji açısından, iki eğilimle tanımlanıyor: Değişime karşı direnç ve eşitsizliğin meşrulaştırılması.”
İkinci sav, TC 1983-2018 için geçersiz. Bizim muhafazakar kitle, eşitsizliği meşrulaştırmak yerine, sınıf atlama lümpenliğini rasyonelleştirdi, çünkü kendi çocuklarının emeğini sömürmekten, devlet arazisini talana kadar birçok yolla, göreli yüksek bir oran olan % 10 oranda sınıf atladılar, topraksız köylüden evi olan kentliye rotalı olarak. Rasyonalize edilen bu durum: Herkes sınıf atlayabilir.
Sınıf atlayamayanlar ise, AKP döneminde 20 / 80 milyon kişi (% 25 yani) gibi, devlet ulufesiyle geçinmeyi rasyonalize etti.
Bu durumda ikinci tezi şöyle tanımlıyoruz:
Değişimi istemeden, ona karşı çıkarak değişimi yaratma, ardından değişimden en çok zarar görenlerden olma.
Koşutunda olmayan bir geçmiş-gelenek inşası ki bu bizde hem Osmanlı, hem de Cumhuriyet geçmişi için yapıldı.
Yalan-söylemi muhafazakarlar değil, ilerici geçinenler de kullandı, HDP’nin ilerici bir parti olduğu gibi.
Buna topluca bilginin inkarı veya epistemik muhafazakarlık diyoruz. Okyanus suyu ile kafatası sürahisi arasında büyük oransızlık var yani.
Bu birinci adım negasyon.
İkincisi irdeleme:
“İnsan çoğunlukla sanıldığı kadar “rasyonel” bir varlık değildir; rasyonel, akılcı, mantıklı olmaktan kastettiğim, her kişinin kendisi için en iyi olana sadece “akıl”la karar vermediğidir. Oy verme davranışı da diğer bütün davranışlarımız gibi, duygularımızdan, çeşitli sosyal aidiyetlerimizden, gerçek ya da “sahte” sınıf bilincimizden, yaş, cinsiyet, vb, pek çok faktörden etkilenerek oluşur.”
BBC’nin canlı yayınından akademik araştırma kitaplarına kadar, TC halklarının satılık oy kavramı kayda geçmişken, onu hala yok saymak tuhaf bir davranış oluyor.
Satılık oy ise, ne rasyoneldir, ne de hissidir, evdeki hesabın çarşıya uymamasıdır yalnızca: Tuttuğun takım her yıl şampiyon olamıyor yani, sen istediğin kadar her yıl takım değiştir.
Burada asıl sorun-açmaz ise şu:
Duygusal davranmak, her zaman akıldışı davranmak değildir. Bunu sosyal psikoloji araştırmaları ve gözlemleri söylüyor. Çünkü insan türü hissetmeden düşünemiyor henüz, evrimi yetersiz çünkü. Yani, gayet hissi davranıp, gayet akılcı kararlar çıkarmak da mümkün.
Geri kalanı sınıf bilinci gibi, yalan-söylemler. Burası negasyon-cuk olmuş olsun.
Gelelim soru imli en büyük negasyonumuza:
"İktidarın seçimleri kaybetse de B, C, D planları var, seçim sonuçlarına müdahale edilecek; paramiliter güçler sokağa çıkacak, muhalefet kazanırsa seçimleri iptal etme ya da seçimleri yenilemenin koşullarını yaratacaklar vb... Bu söylemlerin belirmesinin ve hızla yayılmasının nedeni, iktidarın seçimleri kaybetme ihtimalinin ciddi alametlerinin olması..."
Kendi içinde tutarsız ve geçersiz savcıklar barındıran bir sav bu.
Öncelikle bunlar 2015 ve 2016’da da kullanıldı. İşlediler mi? Hayır, çünkü o zaman şimdi bunları tartışabiliyor olamazdık.
AKP, uzatılan iktidar dönemi nedeniyle merkezkaç kuvvetleriyle savruluyor. Böylelikle de, olağanda yapmayacakları davranışları yapıyorlar şimdiki koşullarda.
Gerekmediği halde, Çingeneler veya Suriyeliler gibi, lümpen-altı kesimlere girdiler ve dayandılar. Bunlarsa, eski deyimlerle ayaktakımından ve başıbozuklardan daha insanlık-dışı davranışlı sosyal psikoloji kümeleri. İlkin kendini besleyen sahibinin evini soyma gibi eğilimleri var. Soyarken tecavüz ve cinayet gibi eğilimleri var.
Asıl gerçek-panorama şu:
Bu türden olgular yakın tarihimizde de var:
Silahlı milis / sivil grupların sivil terörü ve kronik kriminalitesi örnekleri kayıtlı.
Öykünün sonu belli yani.
Vaka-yı hayriye. Gittiğimiz yer de o.
Elit mafya politikacı satın alır, lümpen-altı mafyacık o politikacının evini soyar, üstüne ailesinin ırzına geçer. Bunlar oldu çoktan. Yalnızca inkar kültü ile yok sayılıyorlar.
“… pek çok liberal ya da solcu hatta sosyal bilimci, muhafazakarlıkla demokratlığın ontolojik olarak bir araya gelemeyeceği gerçeğini bile görmezden gelerek…”
İşte bunu tümüyle olumluyoruz.
Ancak düzeltmeler:
Ontolojik değil, ontik denilecek. Ontik değil, fenomenik ve epistemik olarak bu mümkün değil.
Yani, bırakın muhafazakarı, en sofu insan bile, inancı elvermese bile, kişilik tözünde demokrat olabiliyor ve bunu eyleyebiliyor, bu bizim geleneksel kültürümüzün bir parçası. 6-7 Eylül’de bazı tek tek azınlık kişilerin en muhafazakar kesim tarafından korunmuşluğu gibi.
Olgusal / fenomenik olarak öyle değil, çünkü tarih olguları bize genelde tersinin olduğunu imliyor.
Bilgisel olaraksa, tüm bilgi tarihi atlası bize tersini söylüyor demek.
“Türkiye’de de olup biten her şey esasen tek kişinin iradesiyle şekilleniyor.”
İşte en büyük anlık / aktuel hata bu:
Sorun-açmaz; Erdoğan’ın tek adam olup herşeyi yönetmesi değil, onun bile artık ülkeyi yönetememesi. Çünkü onun devreye soktuğu lümpen-öte nüfus kesimleri ve bireyler, onun bile karşı çıkacağı işler yaptılar, yapıyorlar, Fetö’cüleri parayla bırakmak gibi. O da, bu insanlara karşı hiçbirşey yapamayarak durumunu kanıtlıyor. Bir şey yapsa, kemik yalayanlar anında onu satacaklar çünkü.
2013 Aralık’tan beridir Fetret’teyiz yani.
Bu akademisyen dahil, TC’liler bunun da 3-5 yıl sonra bilincine ve ilgisine varırlar elbette. Çünkü burada söylenenler yine 3-5 yıllık eskilikte bilgiler.
Türk akademisyenleri, her zamanki gibi, kafasına taş düşüp 2 saat sonra ahlayan Rin Tin Tin gibi, duruma geç ayıyorlar yani.
(30 Mayıs 2018)

Salı, Mayıs 29, 2018

TC Politik Moment: 29.05.17


Tanzimat 1838 momentli.
Cumhuriyet onu 1923-1938 arasında fiiliyata dökebildi ancak.
Batı ilerledi, Doğu / alaturkalık onu yakalayamadı. Batı olarak AB, kendini tasfiye etti: Bu, 2 dünya savaşı ile, yani Atatürk’ün gözü önünde oldu ama onun tarih bilinci bunu ayırsamaya yetmedi.
1945 sonrasında, sanıldığının tersine ilkin İnönü eliyle, ABD vassalı kılındık.
ABD 1945-2015, AB’nin ona 2 dünya savaşıyla bedavaya verdiği bir nolu hegemonluğu batırmakla geçti. 1960-1980 arası onun çizgisi değildi.
1960-1980 arası reel-tarih; hızlı kentleşme (20 tane 3. Dünya büyükkenti oluştu), sanayileşme, özgürlük dalgası, yeni 50 ülke demek oldu.
ABD ise bu dönemi, Latin Amerika ülkelerinde, Türkiye’de, hatta Güney Kore’de askeri darbeleri destekleyerek veya onları doğrudan oluşturarak kullandı.
Türkiye’deki 3 askeri darbeyi yapanlar, arkasından gelen  liberal dalgaya ayakçılık yaptıklarını anlayamadılar. Oysa, devirdikleri Menderes 0 nolu liberal idi.
Nasıl ki generaller liberalizmi kavrayamadı, aynı biçimde en kapitalist ABD olsun, AB olsun, TC-TÜSİAD hempaları olsun, liberalizmin olası sonuçlarını ne öngörebildiler, ne de onlar gerçekleştikten sonra onları kavrayabildiler.
Devleti gevşetmek isterken, kendi ülkelerinde bile işlemeyen / yanılmış devletler yarattılar. Devletin iç denetimi olmayınca, vatandaşlar ya da neo-köleler feci lümpenleştiler: Köle ruhlu tüketiciler yerine, asılası talancılar oldular.
Dolayısıyla Türkiye’de 35 yılda, devlet tasfiye edildi, sanayi kurulamadı, ödenemeyecek bir borç yaratıldı, iç ve savaş momenti baş edilemez noktalara getirildi.
Ekonomik kriz, kapitalizmin de, daha önceki ekonomik modların da genel eğilimi. Dewey’in 1895-1945 ABD’si için ayrıntılı olarak saptadığı üzere, ekonominin iç siklusları var. Bunların faz farkı kayması ve kümülatif-kümülasyon aktarımı nedeniyle böyle.
Krizlerse, süreksizlik dönemleri.
Dünya ekonomisi 2007’den beridir bir süreksizlik içinde. Ekonominin temel kuralları aşırı zorlandığı için, ekonomiler eski durumlarına geri döndürülemiyor.
TC’nin ekonomisi de, siyaseti de, militarizmi de öyle.
Bu borç ödenemeyecek ve kimsenin de üçte biri bile olsa, bir ödeme planı yok. Tarihte öyle kolayca oyundan çıkılamıyor ama.
Siyaset, tüm partilerin sağ olmasıyla kilitlendi.
Askeriye ise, yenilenmiş teknoloji ama eskiden de eski insan zihniyeti momentli durumunda. 2016 sonrasında ordu, orduluktan çıktı, çıkarıldı daha doğrusu.
Erdoğan, 16 yıl boyunca durumu buralara bunu kendisinin taşıdığını kavrayamıyor.10 yıllık maksimum siyaset-iktidar süresini doldurduktan sonra, politikayı bırakması gerekirken, devam edince, tüm koşullar / olanaklar zorlandı ve yırtıldı. Kendi partisini yok ediyor farkına varmadan ki farkına varsa da yapar aynısını.
Vardığımız / vardırıldığımız başkanlık sistemi, bütünlüklü bir sistem değil ve uygulanamaz durumda.
Mayıs 2018 döviz krizinin gösterdiği üzere, tek adam olmak için ipler yeterince onun elinde değil. Ki daha uluslararası ekonomik cezalar gelmedi.
Bu durumda 2018 erken seçimleri, yeni yırtılmalar yaratacak demektir.
HDP’nin savaş alanına dönmesi olabilir.
MHP’nin sokağa dönmesi olabilir.
Tam sömürgeleşme olabilir, sömürge valisi olarak atanmış bir CHP’li ile.
Başta İzmir Cumhuriyeti olmak üzere, geçici parçalanmalar ve sonra birleşmeler olabilir.
Hepsi mümkün ama en çok da şu an için göze çarpmayan sürprizler mümkün.
Vatan Partisi’nin son 30 yıllık çizgisi gibi abuksamaların bir bölümü, tuhaf tarihsel çatlaklar oluşturabilir.
Halk isyanı çıksaydı çıkardı. O bir şık değil şimdilerde.
Sol çizgi çıksaydı çıkardı. O da bir şık değil şimdilerde.
İleri marjinalleşme gibi absürdlükler olabilir: Suriyeliler’in bir bölümü öyle. Onların gelecekte yazılacak biyografieri oldukça acaip öykücükler içerecek ve belki şimdiden içerdi bile.
200 bin en eğitimli ve en paralı kesim gidince, burjuvazinin isyanı sözkonusu değil artık.
Demek ki yine kala kala tarikatların iç çatışmalarından çıkacak yangınlar sözkonusu. Epeyidir şiddetin içindeler çünkü.
Toplumsal çürümenin restorasyonu ve reformasyonu onyıllar alabilir. Cumhuriyet için ilk 15 yıl yetmedi, tarih öyle söylüyor ki öncesinde işgal dahil herşeyi yaşadı siviller ama yine de yeniliklere karşı çıktılar.
Yani, TC halklarının vardığı nokta geleceğin inkarı olmakta. Olmayan bir geçmişin inşası ki bununla osmanlıcılık kastedilmiyor, 1. Cumhuriyet’in tarihini çarpıtmak kastediliyor ki bunu sol bile yaptı, başta kendi 1968 dönemleri olmak üzere. Kendilerine verilen demokratik hakları hak etmediklerini kanıtladılar ki bu durumda kölelik geri gelir / getirilir ki Erdoğan o momentin bir parçası şu an.
2013’ten beridir kaos sürüyor, demek ki batan budalalar gemisinin tayfası, sudaki balıklar ve yavaş ısınmış suda haşlanmış kurbağalar duruma alıştı: TC halkları kuburun, kabirin ve veylin dibinde yaşayabileceklerini kanıtladılar ve kayıtladılar.
Bu da bir şeydir, tarih için ilginç bir örnek oldu çünkü.
Saptamak istediğimiz bu:
Tımarhaneden ve toplama kampından beter durumlarda bile, insanlar normalliklerini sürdürme eğiliminde.
(29 Mayıs 2017)

Pazartesi, Mayıs 28, 2018

Çakal Carlos ve Che Guevera


İkisi de artizlik eğilimli.
İkisi de terörist.
İkisi de terörizmden şu ya da bu, maddi veya manevi olarak kazanç sağladı.
Benim yeğlediğim Çakal Carols, çünkü hala sağ ve çünkü Che erken öldü: Dostları onu ölüme yolladı, tabii kendisi de arandı, ayrı konu: Rolü bitince sahneden çıkmayı bilemedi, Carlos ise hapsin yolunu tuttu ki zaten onu da dostları sattı.
‘Babavatan’dan alıntı:
“Aslolan sağ kalmak, yaşlanınca onun da önemi kalmıyor.”
Bunun gerçekten böyle olup olmadığını Carlos’a sorabilmeyi isterdim doğrusu…
(27 Mayıs 2018)

Yapay Zeka Absürdizmi


Amazon’un yapay zekası Alexa şöyle bir halt yemiş:
“Alexa onları dinleyip seslerini kaydettiği gibi, bir de telefon rehberlerinden rastgele bir kişi seçip kaydı yollayıvermişti.”
Uzmanların konuya getirdiği açıklama şöyle:
"Çiftin sohbetinin devamını 'mesajı gönder' talebi diye algılamış. Bir noktada Alexa hoparlörden sesli olarak 'Kime?' diye sormuş. Arkada dönen sohbetteki bazı kelimeleri de telefon rehberlerinden bir isim olarak algılamış.
Alexa, daha sonra gönderilecek kişinin ismini telafuz edip, 'Bu kişi mi?' diye sormuş. Yine sohbette geçen kelimelerden birini 'Doğru' diye algılamış.”
Tuhaf ama insan zekası denilen, benimsi eksi zeka dediğim şey de, aynen böyle davranıyor.
İnsanların söylenenleri dinlemesi, algılaması, değerlendirmesi beş benzemez durumda. İlk baktığınızda absürd geliyor, sonra baktığınızda bu türden yamuk bir iç mantık izlendiği görülüyor.
Ancak, Alexa’nın vukuatı bu kadar değilmiş:
Daha önceleri de arada bir tuhaf ve histerik kahkahalar atıyormuş durup dururken.
İşin daha da tuhafı, bu da bizim alaturka hatunlarda sık görülen bir şey. Kadınların iç bastırmaları o kadar yüksek ki, biriken buhar nedensiz-düzensiz gülme krizlerinde bu türden histerik seslere gidiyor.
Buradan çıkan sonuç şu:
Alexa’nın zekası da ilkel, alaturka insanlarımızın da zekası ilkel.
Planaryanınki kadar falan yani…
(25 Mayıs 2018)

Pembe Dezenformasyon Çabası: Türkiye reel faizde avantaj yakalamış-mış


Haber şöyle:
“…reel faizler, TCMB'nin geç likidite penceresi borç verme faiz oranını 300 baz puan artırarak yüzde 16,5'e yükseltmesinin ardından yüzde 5-6 bandına erişti.”
Batı / G-7 ne durumdaymış peki?:
“En düşük reel faiz eksi yüzde 1,9 ile İngiltere'de görülürken bunu yüzde eksi 1,4'le Almanya takip ediyor.”
E peki, neden hala AB’ye yatırım var da, TC’ye yok?
Batı’da % 100 güvence var. Yani, yıl sonunda 100 avronun Almanya’da 98,6 avro kalacağı kesin.
TC’de belki 0, belki eksi güvence var. Ki sonuç, bu 1,4 avro kaybın daha büyüğü demek. 98,6 / 106 = % 93 güvence demektir ki yabancı yatırımcıya yetmiyor demek ki.
Çünkü:
Yatırım kararıyla, fabrikanın açılışı arasında 5 yıl geçebilir.
Çünkü:
TC o fabrikaya el koyabilir.
Çünkü:
Yatırımcının parası bloke edilebilir.
Çünkü:
Bürokrasi ve rüşvet var.
Çünkü:
Her ülkeye düşen yatırım payı, bizde zaten 600 küsur milyar dolar olarak kotayı doldurdu çoktan. TC, global toplamın % 1-1,1’i eder, demek ki 60 trilyonluk yatırım sözkonusu.
Çünkü:
Global fonlar artık yatırıma yönelmiyor. Kayıtdışı olarak, bilgisayarlar içinde yer değiştirip duruyor yalnızca.
Durumlar gerçekte bunlar iken, yandaş basın bunu bile olumluymuş gibi sunuyor hala.
Dipnot 1:
CHP veya İnce, bu konularda hala tek sözcük etmedi. Onlar da, bu konuda yetersiz yani. Verecekler % 15 reel dolar faizini yani.
Dipnot 2:
Kabaca sabit bir kur varken, doları liraya çevirip % 17-18 faiz alıyorsan, dövizin global faizi eksi iken, reel faiz zaten % 20 olur.
Dipnot 3:
Tüketimin niceliği düşmeli ve niteliği zorunlu gereksinimdeki ve reel ürettirici alanlara kaydırılmalı. Bu da, (nominal ve reel) ekonomik küçülme demek. Bunu yapmak için çok geç kalındığında, ancak bu telaffuz edilecek, onu kesin tahmin ediyoruz. Testi kırıldıktan sonra yol gösteren çok olur, yani.
Dipnot 4:
Kapitalizm, Batı’da da kendi kendini çok kez küçültmüştür. Ki zaten kriz de o demektir. Örneğin kredi faizlerini arttırırsan, kerdiler, yatırım ve tüketim düşer, ekonomi de küçülür.
(25 Mayıs 2018)

Cumartesi, Mayıs 26, 2018

Bernard Lewis, Edward Said, Vs


İkisi arasındaki bir yazışmadan:
“Sömürgeciliği haklı göstermek için sömürgeci güçlerin kullandığı İslam ve Doğu hakkındaki bilginin ve istihbaratın çoğu, oryantalist bakıştan kaynaklanmaktadır.”
Bu kadar rezillik çok fazla.
Lewis, İngiltere doğumlu olup, ABD’ye hizmet eden biri.
İngiltere’nin kaybettiğini seziyor ve taraf değiştiriyor yalnızca. Lewis; 1918 (1. Dünya Savaşı bitimi) yerine, 2003’de (11 Eylül 2001 ertesinde) devreye giriyor, replik hatasıyla.
İngiltere ve/ya ABD tipi koloniyalizmin rasyonelleştirme çabası bu, oryantalizm falan değil.
Tam bir yalan rüzgarı. Tutmayan yalan-söylem dizisi.
Lewis, Said hakkında şöyle düşünüyormuş:
“Rusya’nın, eskinin Sovyet karşıtı ABD’li akademisyenleri silahla açıkça tehdit etmesinin ardından, şimdi de yeni özgürleşen Arap ülkeleri, Lewis’i ve diğer Yahudi akademisyenleri silahla tehdit etmektedir.”
Hamama giren terler. Sen birilerini öldürtürsen, birileri de seni öldürtürler.
Tam entelejensiya bunlar. Tuttukları tarafın anlamı yok. Haklı taraf yok. Haklı taraf olsa da, entellektüel haklı tarafı bile tutarsa, entelejensiya olur, yalan söylemeye başlar. Bunlar da, şunun ya da bunun ayakçısı olarak, habire yalan söylemişler.
Doğrusu nedir peki?:
Çekilir kenara, yazarsın. Yazdıkların doğrulandıkça veya yanlışlandıkça, şerh düşersin. Geriye sabit ve uzun kayıt silsilesi bırakırsın. Sonuca da, bugünün geleceği, geleceğin geçmişi karar verir.
Şöyle demiş Lewis:
“Müslümanlar’ın sözlerimizin açıkça ne anlama geldiğini ve ne demek istediğimizi bilmelerini sağlamak, açık ve net olmak önemlidir.”
Peki, ateist % 10 ne olacak?
Tektanrılı veya ateist olmayan % 45 ne olacak?
Ekonomik globalizmin global söylemi olmamasından (ekonomik globalizmin zorbalıkla 38 yılda ancak % 33 geçerlilik kazanabilmişliğiyle) sonra, politik globalizmin de global söylemi olmadığı açımlandı Lewis’in nezdinde.
Moment bu.
Biz bunları 1980’de de söyledik ama.
Bertham Gross da söyledi ama.
Kimse dinlemedi, çünkü işlerine gelmedi ama.
Aksırıncaya, tıksırıncaya, patlayıncaya kadar yediler.
Şimdi açların isyanının laneti zamanı…
Kaos, kargaşa, talan zamanı…
Lewis’in de, Said’in de kellesinin koparılma zamanı…
Ya devlet başa, ya kuzgun leşe çünkü…
Bugün menüde matador testisi var yani…
(27 Mayıs 2018)

Erdoğan Giderse, Kaç Yılda Toparlarız?


Ekşi Sözlük, Rin Tin Tin gibi, arada kafa çalıştırıyor. Bu da öyle nadir güzel sorulardan biri.
Bir yanıt beni gülmekten yerlere yatırdı:
“bir haftada ortaçağ, 15 günde yeniçağ, yemin ediyorum 1 aya kadar fransız devrimine kadar götürürüz biz bu işi.”
Şaka bir yana, durumumuzu gayet güzel özetliyor ama grotesk biçimde.
Düz anlatı şu:
2002 noktasına, yani 400 milyar dolar borç noktasına geri dönebilmemiz için, 1 trilyon dolar borç ödememiz gerekli, çünkü şu an 1,4 trilyon dolar borçluyuz cümbür cemaat. İster 5 yıl deyin, ister 50 yıl.
Demokrasi bölümünü pas geç, kimse onun peşinde değil ve onun olabilirliği kalmadı.
Savaşsızlığa geri dönebiliriz ama bedeli savaşlılıktan daha ağır olabilir.
Ekonomik kriz bölümünde, G-7 orada, biz hep orada kalırız gibi. 20-40 yıl boyunca gibi.
Özetle konuşursak:
Ya sabun, ya tuvalet kağıdı oluyoruz.
Ya da:
Eksodus deniyoruz.
İsyan, yıkım, belirsizlik, kaos.
Benim tahminim, kaos istemeyenlerin kaosu yaratacağı ve kaosun olağan / normal koşullarda % 51 olasılıklı olduğu ama sürprizlerin daha çok olasılıklı olduğu.
Katastrof teorisi, böyle dönemlerde senkoplara düz gidişlerden daha sık raslandığını kayıtlamış bir kere.
Bardak doldu ve taştı.
Başarısız devrim girişimi kesin. Global ve yerel olarak.
Büyük sayılar kuramının geçerliliği kesin.
Orta ve kısa vadede ise, senkop da senkop.
Beylikler dönemi veya fetret dönemi gibi.
İlki 300 yıl sürdü, ikincisi 10 yıl.
Dolayısıyla, başa dönersek:
Fransız Devrimi’ni boş ver, Yeni Çağ / Aydınlanma Şafağı olabilse, başımız üzere yeri olsa gerek (sırasıyla ilki 1800 öncesi, ikincisi 1600 öncesi).
+
Dipnot.
Tümüyle katılmasam da, asıl panorama şu:
“bu, sadece tek bir adam ve o adama karşı verilen bir mücadele değil. bu, ülkeye hakim olan zihniyetin, "öteki" % 50 ile savaşı. bu, kötülerle iyilerin, yobazlarla modernlerin, cahillerle okumuşların, faşistlerle özgürlükçülerin, sosyopatlarla homo sapiens’lerin, islamcılar’la ateistler’in ve eşcinsellerin, erkeklerle kadınların, milliyetçilerle gayrımüslimlerin, "farklı"larla, o "farklı"lara tahammülü olmayanların savaşı.”
Tanım epeyi daha başka biçimlerde de kurulabilir: % 50-50 olarak yani.
Sorun şu:
Bu ülkede azınlık, öteki, farklı olan veya sayılan; alkolik, keş, depresyonda, eşcinsel, ateist, şu bu oranı, zaten % 50’yi geçiyor. (Slaktivist oranı, % 7 gibi, beni epeyi şaşırtan bir oranda çıktı Haziran 2015’te. Keza, son 3 yılda bu ülkeyi terketmeye cesaret edebilen, en eğitimli ve en paralı kesim de %o 3 (80 milyonda 240 bin) çıktı.)
Yani, gönüllü kullar sözkonusu. Yani, AKP’ye oy veren eşcinseller sözkonusu. Gramsci ve Botie’nin saptadığı üzere, ezilenler bu işe destek vermedikçe, ezenler nah ezerler.
Artı:
% 1, % 99’u eziyor, bu doğru ama arada peçeteci-slaktivist % 7 var: AKP’den para kazandılar ama AKP’ye karşılar hesapça.
(24 Mayıs 2018)

Barrett Parmağını Başaşağı Çevirdiyse Ne Olacak?


Barrett bir entelejensiya. Bir ABD stratejisti. Neo-globalist kuşakların n. adımından. RAND ve CIA türü bir stratejist. En iyi sömürülen, ölü sömürülendir tarzında düşünür ve bunu savunur.
2 kitap boyunca, tezlerini sunar:
Oradaki anasav şudur:
Tüketici durumuna dönüştürülemeyecek ülkelerin / toplumların imhası gerekir.
Arap Baharı’nda yapılan tam da bu oldu. Bu, BOP’a / GOP’a bağlı idi ve onlarla tam koşutluk içermiyordu.
Dünya Sistemi’ciler de, neo-globalist neo-liberaller de, tarihi askeri / iktisadi / siyasi üçleme bütünlüğü olarak ele alırlar.
Bu dizinin askeri ayağı, 1980 tarihli Askeri Strateji 2000-ABD idi. İleri teknolojiyle ve limit sıfır alanda asker gücüyle savaşmak anlamını taşıdı. Bunda, Vietnam’daki ABD kayıplarının payı tama yakındı.
1980 ertesiki Afganistan-Taliban çizgisi ile bu, savlananın tersine, düşük teknoloji, yüksek insan gücü çizgisinde yürüdü / yürütüldü. Taliban, eski ABD dostluğunu yeni ABD düşmanlığına dönüştürmüşse de, hala aynı askeri çizgide. Kazanmadıysa da, kaybetmedi de, 39 yıldır.
1991 1. Irak Savaşı’ndan beridir ABD, bu teknolojiyle hiçbir kalıcı askeri / savaşsal kazanç sağlayamadı. Üstelik, kullandığı teknoloji ne olursa olsun, 1950 Kore’den beridir hiçbir savaşı tam / gerçekten kazanamadı.
Bu dizinin iktisadi ayağı neo-liberal ekonomi. Ancak, altın-dolar eşlenikliğinin ayrılması (yani reel ekonomiden sanal-finansal ekonomiye kayış), bu çizginin anasavı ve o da 1973 tarihli.
2007 Krizi’nden beridir, bu çizgi de istop etmiş durumda.
Siyasi ayak ise, ironik olarak, hem ABD tipi sağ-sağ, hem alaturka 4 sağ-sağ, hem de AB tipi sol-sağ ayırtsızlığı veya sağın yapacağını solun yapması ve solun yapacağını sağın yapması durumu ile, toptan bir tasfiye sözkonusu. AB ve ABD’de seçime katılım oranları uzun süredir % 50’nin altında. Bunun sonuçlarını orta vadede hep birlikte göreceğiz.
Birinci Dünya başarısız, bunu saptadık, tamam.
Ama tüketici olarak 2.-4. Dünya da başarısız. 2007-2010 momentinde bir yerlerde (yani neo-liberalizm istop ederken), en yüksek oran olarak global % 50 nüfusu etkilemiş idi ama kendi ülkelerinde bile % 50’yi tam yakalayamamışlardı, çünkü AB’deki göçmenler açlık / asgari ücret sınırın altında yaşıyorlar.
Yani zorba-hegemonlar güç ile % 25 başarı sağlayabildiler ve bu durumdan dolayı çok öfkeliler.
Irak, Libya ve Suriye bitirildi ama krallıklar / emirlikler ellenmedi bile.
AB ile ABD’nin yoları ayrıldı ama onlar birbirini ısırmaz, it iti ısırmaz hesabı.
Kalıyor TC gibi, 2,5.-4,5. Dünya ülkeleri: Asansör takımlar yani. G-20’nin çürük elmaları, kırılgan ekonomiler yani.
Bu G-20 hempaları en az harcanabilir. Sonra daha harcanabilir Latin Amerika ülkeleri var. En son da, en çok harcanabilir durumdaki Afrika ülkeleri kalıyor geriye. Asya’ya ABD’nin hükmü geçmez, geçemez, geçemedi, geçemeyecek.
İlk 3 şıktakiler, 1’er milyardan 3 milyar ediyor. Topu birden harcanabilir. Dünya’nın yarısı yani. Boyun eğmeyi beceremeyenler ile boyun eğmeyenler yani.
Son 2 haftadaki dolar seyrine bakınca, Barrett gibilerin, yani yeni teorik / pratik neo-şahinlerin (neo-con’lar değil, bunlar daha şahinler), arenadaki gladyatörlere yapıldığı gibi, parmaklarını başaşağı çevirdiğini düşünmeye zorluyor bizi.
Eğer öyle olursa, Türk Baharı-Kışı gelir. Bu Fetret ise, rahat rahat 2033’e dek sürer.
(23 Mayıs 2018)

Aforizma: Robin Hood ve Bill Gates


Robin Hood’un soyduğu insanlarla parayı verdiği insanlar aynı kişiler değillerdi.
Oysa Bill Gates, ileri teknoloji adı altında 4. Dünyalılar’ı soyuyor ve onlardan kazandığı belki 10, belki 100 milyarı, yine onlara aktarıyor. Üstelik, daha az üresinler diye değil, daha çok üresinler diye bunu yapıyor. Bu da, daha çok sömürebilmek demek.
Bu konu nedense herkesin dikkatinden kaçıyor.
(23 Mayıs 2018)

Cuma, Mayıs 25, 2018

Asgardia Krallığı Seremonisi Piyangosu Müzayedesi


30 küsur yıllık meslek yaşamımın en ilginç mezatı olacak bu: Çöp mezatından bile ilginç.
Southeby’s ve Christie’s için de böyle olacağına eminim: Asgardia ilk uzay devleti ve krallığı çünkü.
Sonrası mavra olarak sürüp gidiyor. Müzayedeyle ilgili olarak bana gelen e-postada şöyle yazıyor:
“25t June, 2018 - Hofburg palace, Vienna -  The winter residence of the Austrian Habsburg dynasty rulers and the former principal imperial palace will provide the setting for the greatest event  the ilnauguration of the first Head of Nation of the first Space Kingdom in the history of humankind  Asgardia!”
Noluyoz lan?
Habsburg Hanedanı ne?
O kadar devrim ve savaş boşuna mı yapıldı?
Krallığın veya bir devletin açılışı da ne ola ki? Pastane mi lan bu?
İti iti ısırmaz, diye boşuna dememişler: Dünyalı da olsa, uzaylı da olsa, krallar birbirini ısırmıyor demek ki.
Demek ki bizim alaturka Osmanlıcılar da bunlara özeniyor. Gözleri artık Topkapı’da mı, Dolmabahçe’de mi belli olmaz.
Müzayede, bu seremoninin başkanlığını almak için. Biletler kol böreği fiyatına.
Rasyonalizm ilk kez ortadan kaldırılmadı. Atina’nın / Antik Yunan’ın yıkılması uğruna, (Atinalı değil, Makedonyalı) İskender’in kurduğu İskenderiye’yi ve İskenderiye Kütüphanesi’ni Sezar, ‘ay pardon’ diyerek yaktı, irrasyonalizmin feriştahını eyledi. Sezar bugün hala büyük lider sayılıyor ama.
Aydınlanma’nın rasyonalizmi de ortadan kaldırılıyor ve böylesi abuksamalar ortaya çıkıyor:
Asgardia’nın uzay üssü yok, Yeryüzü’nde toprağı yok ama kendini ülke olarak ilan etti. Böylesi absürdlükleri irrasyonel fanatikler bile yapmadı şimdiye dek: Küçücük de olsa, bir toprak parçası bulup, öyle ülke ilan ettiler hep.
Putin’in ana politik çizgisine bakınca, bildiğimiz sıcak savaş yeniden ve Suriye’de devreye girdiği için, kamuoyu yaratmak için uzay yarışı, uzay devleti gibi fantazilere gerek kalmadığını açıkça görürüz.
Bu fantezi, Ashurbeyli’nin fantazisi olarak, Guinness kitabındaki acaiplikler listesine geçecek. Bunun 5 (yazıyla beş) kilometre karelik imparatorluk iddiasından farkı yok.
(25 Mayıs 2018)

Perşembe, Mayıs 24, 2018

Simgesel Yankileşme


Daha 1970 gibi, yazlık sinemalarda ABD filmlerini izlerken, o filmlerdeki ABD’lilerin acizliğini hayretle izlerdim. İnsanların nasıl olup da, böylesine gönüllü kul olabileceğini anlayamazdım.
1983-2018 arasında aynı kültürel süreçlerden geçtik ve aynı onlar gibi olduk: Eksi zekalı ve eksi bilgili.
Bunu en açıkseçik olarak, 2018 erken seçimlerinden önceki, sözde-politik davranışlarda gördüm. Örneğin herkes, Akşener’in 36 bin kişinin ölümünden sorumlu bir ekipten olduğunu inkar edip, onu laik ve demokrat ilan edebildi.
Asıl izlediğim ve beni duygusal olarak etkileyen şey, % 50 işsizlik oranlı, üniversite mezunu, 1990-1995 doğumlu gençkızların her tür davranışı oluyor.
Seks, evlilik, iş, kültür, yaşam: Her konuda darma duman durumdalar.
5 yıl önce  Taksim Gezi varken, Geziciler’in yaş ortalaması yine 28 idi, 1985 doğumlulardan söz ediliyordu yani.
Onların yarım atımlık barutu ile şimdikilerin sıfır veya eksi atımlık barutu, bir tür ardışıklık taşıyor bence.
Yaşamda ne arzuladıklarını bilemeyip, arzuladıkları şeyler geçersiz olup, bir de onları hiçbir biçimde elde edemeyip, tam yalan rüzgarı silsilesiyle, tüm bir yaşamı saçma sapan yaşayıp bitirecekler.
Ancak, 50 küsur yıldır Ajda Pekkan’ı veya Türkan Şoray’ı güzel ve sanatçı bulan 1950-1960 doğumlular varken, bunun ilk moment olduğunu söyleyemem. Ancak, o zaman onlar azınlıktı, şimdi bunlar popülasyon örneklemesinin limit tamamı olmakta.
Benim bu konudaki izleğim ise; kendi ölüm olasılığım dahil, 2 aile yakınımın ölümü dahil, 2 arkadaşımın ölümü dahil, 1,5 yılda 5 ölümle yüzleşirken, bu gençkızları Fassbinder’vari bir Mari Braun / Lili Marlene olarak izlemem. Hem çok parlak bir kısa film izlekleri var, hem de aşırı iç acıtıcılar ki bu zaten sentimental faşizm olmakta, bizimkisi de alaturka sentimental faşizm olmakta.
2013-2018 momenti ise, yazdıklarım ve gözlediklerim olmakta.
Sonuç olarak didaktik ders şu:
Benim yaşamıma izdüşmese de, kitaplarda veya filmlerde gördüğüm örnek olabilecek gerçekleri belleğime hep kaydettim ve gördüm ki kayıtlar haklı.
Bu, önlenebilir miydi?
Bence, soru böyle değil.
Bunun önlenebilmesini, önlenecekler istedi mi ki, onlar istemeden ve/ya katılmadan bu iş olabilir miydi ki?
Yani bu gençkızlar, hem toplama kampında mezbahaya kendi ayaklarıyla güle oynaya gidiyorlar, hem de kazar kendilerine yaşamsal-toslaşma-yapışma olursa, onları da yanlarında götürmekteler. Lili Marlene de az kaldı, eski sevgilisini gömüyordu.
Kafka değil ama Fassbinder, yakın zamanlarda yaşamışlığı ve o kültürel momentler hala gündemde olduğu için, örnek alınabilir kayıtlar bırakmış durumda. Onu solladım ama yine de hala ondan öğreniyorum.
Çıkış:
20-25 yaş erkekleri benden hiçbirşey öğrenmiyorlar. Belki az biraz dinliyorlar ama dediklerim onlara aşırı sürreel geliyor ve ikna olmuyorlar.
Yani o gençkızlar, o genç erkekleri mezbahaya taşıyorlar ama bunun fiyatı erkeklere çıkar, kadınlara değil.
Örnek mi?
G. beni duygusal travmaya taşıdı ama öyle yapacağını, hiç olmazsa travma anından 6-8 ay önce anlamıştım. Onu bırakamadım, belki onun bu kadar büyük kötülük yapacağını kavrayamadım. Üstüne üstlük, beni aldattıktan sonra, gidip hala onunla yattım.
İşte, bu da benim özeleştirim.
Ben de gençtim, ben de gerçeklere inanmadım, ben de kendi ayaklarımla mezbahaya yürüdüm ve kellem kezlerce gitti kuşkusuz.
Birden çok ruhsal dirilmişliğime de güvendim. Eğer, hala bunları yazabiliyorsam, o nedenledir.

Aforizma: Nitelikli Dolandırıcılık Olarak Pozitiflik


1950-1960 doğumlular olarak, 35 yıldır 0 / nötr noktadan, 1,5 trilyon dolar israfa, 1,5 trilyon dolarlık KİT yitimi, 1,5 trilyon dolarlık borç ile 4,5 trilyon doları çöpe attık. Kişi başına yıllık harcanabilir gelirimiz 4 bin dolar yalnızca: 65-70 yıllık ortalama yaşam hesabıyla, 1 insanın tüm ömrü 270 bin dolar eder desek, 6,5-7 milyon insanı hiç yaşatmadan gömmüşüz demektir. Aynı dönemde nüfusumuz, 40 milyondan 80 milyona çıktı. 60 küsur milyon ortalama desek, herkes katil demektir veya 10 kişi birleşip 1 kişiyi gömdü demektir.
Gerçek, doğru, bilgi, düşünce bu. Çirkin de bu.
Güzel yalan ne peki?:
İşte o nitelikli dolandırıcılık olarak pozitifçilik.
Sevelim, sevilelim.
Yaşamda ne istersek, becerebiliriz.
‘Shrink’e de çıkarken, 45 dakika için bin lira / 250 dolar rica / toka edelim netekim.
Bu psikiyatride de böyle, sanatta da böyle, yaşam koçluğu uydurukluğunda da böyle. Falcılar, medyumlar, vd’ler sayılmıyor bile…
(23 Mayıs 2018)

Aforizma: Taze Çiçek ve Taze Bok


Bir halk deyişi şöyle olabilirmiş:
Taze çiçeğe arı konar.
Öyle olmamış ama şöyle olmuş:
Taze boka sinek konar.
Neden?:
Çünkü ortalık taze çiçek değil, taze bok dolu. En cahil ve aptal halkın deyişi bile, güzel yalan yerine, çirkin doğruyu söyleme eğiliminde.
(23 Mayıs 2018)

Çarşamba, Mayıs 23, 2018

Borsa (Kaçıncı Kez?) Dolarları Bozdurdu, Da Hatice-Netice Ne?


Politik bir karar bu.
2016 haberi:
“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın çağrısının ardından nakdi varlıklarını TL'ye çevireceğini açıklayan Borsa İstanbul'un kasasında ne kadar döviz var?:
Borsa İstanbul bilançosunda ilgili nakit ve nakit benzerleri kaleminde 6,9 milyar TRY karşılığı vardır.
Banka vadeli mevduatlarının 4,29 milyar TRY’lik kısmı TRY mevduat, 1,77 milyar TRY karşılığı USD ve 786 milyon TRY karşılığı da EUR olduğu görülmektedir.”
Haber 2 Aralık 2006 tarihli.
O zamanki döviz kurları, dolar 3,50 lira, avro 3,71 lira imiş.
Yani, ellerindeki dövizin toplamı 1 milyar dolar bile değil.
Gelelim şimdiye:
“Borsa İstanbul Grubu, kısa vadeli ihtiyaçları dışında kalan döviz varlıklarını bugün itibariyle Türk Lirasına çevirdiğini açıkladı.”
Henüz belli olmadı ama doların 2 haftada % 30 artması için, on milyarlarca doların ülke dışına çıkması gerekli. Yurtdışına, çünkü tıpkı 1980’lerin başında olduğu gibi, bugün de döviz tevdiat hesaplarının dondurulması gündemde.
Asıl sorun şu:
Döviz faizi % 2,5, lira faizi 3,5’tan % 16,5’a iken, dış kaynaklar hala faiz arttırımı istiyorsa, dolar üzerinden net faiz olarak istedikleri % 15 ve daha yukarısıdır demektir. Yani, % 2,5 ile dolar satın alacaklar, bizde bozduracaklar, % 19,5 lira faizi isteyip alacaklar. Çünkü, TC’nin nakdi yok. Yılda da 200 milyar dolara varabilen ödemesi var. Yalnızca dış ticaret açığı 100 milyar dolardan çok.
Ancak, bizim asıl sorumuz şu:
Eniştem, neden şu anda kökledi?
Seçim üzerinde geri tepebilir: Dış ekonomik kaynaklarca istenilen / hesaplanan sonucun tersi olabilir yani.
Bir tek anlamı var:
Atilla süreci çok yavaş işledi ama tam da onun asıl işleme anı bu. Yani dış kaynaklar, seçimi kaale almadılar. TC’nin ipini çekmeye ve sıkmaya devam edecekler ve bu iktidardan bağımsız bir süreç.
AKP-Erdoğan, kazansa da kazanmasa da, pek pek 9 ay dayanabilir ve (yine kazansa da kazanmasa da) ancak kanlı dayanabilir.
Demek ki aksiyon ve Çin deyimiyle, ‘heyecanlı zamanlar’ durumu sözkonusu.
‘Arap Baharı’ derken, ‘Türk Baharı’ bir tarafımıza girecek gibi…
Muhalefet şerhi: Bu yapılan, yapanlar dahil, hiç kimsenin işine yaramıyor ve yaramayacak. 1994 ve 2001 de yaramamıştı.
(23 Mayıs 2018)