Çarşamba, Temmuz 31, 2019

Oya Baydar: Fırat’ın doğusu karpuz tarlası değil Devlet Bey!


Bir alıntı:
“Bahçeli’nin obüs olup patlatacağı, bomba olup yağacağı, ateş olup yakacağı Fırat’ın doğusu insansız, hayvansız, bitkisiz bir çöl değil. Savaşın, saldırıların, her türlü zulmün ağır acılarını yaşayan, savaşın tetiklediği göçlerle, ölümlerle, demografik zorlamalarla sürekli değişen 3,5-4,5 milyon insan yaşıyor bu topraklarda. Bombalamayı, patlatmayı, yakmayı özlediğiniz, Fırat’ın doğusu yanacak, diye bas bas bağırdığınız bölge, hasat bitmiş de sürülmüş karpuz tarlası değil, nadasa bırakılmış boş tarlalar, taş çölleri değil. Öyle bile olsa kıyamaz insan.”
Baydar bunamış mı acaba?
İç savaşta 100 bin ölü verilmiş.
MHP çizgisinin ne olduğu belli.
4 milyon kişi, ‘1’den sonrası istatistik’ kılınmış.
ABD, 10 milyon sivili öldürmüş, 200 milyon sivili gözmen kılmış.
Oradaki 3 kantonun 1’i haritadan silinmiş.
Suriye-Irak sınırı ortadan kalkmış.
Aşiretler, Barzaniler, Araplar iç savaşa girmişler.
Türkiye 35 yıldır parçalanma tehlikesi yaşıyor.
Bunun çok azı için bile, atom bombası atıldı.
TC’nin elinde olsa, kullanır da.
Savaş baltasını gömüldüğü yerde çıkaran, TC değildi.
Ya devlet başa, ya kuzun leşe.
Arada, bizdenizin de kellesi dahil olarak, epeyi yaşın kellesi gidiyor.
Yani:
Yangına benzin dökmeyin Baydar Hanım.
(31 Temmuz 2019)

Aydın Selcen: Garib ve Köse suikastlarını anlamlandırmak


Selcen’in ve Taştekin’in, son birkaç metinlerinde, tuhaf bir enformasyonlama seyrine girdiğini daha önceleri imlemiştik.
Bu metin ise, biraz farklı. Kürtperverliğin en düşük dozda olduğu metinlerden. Taştekin de, dizi yazı olarak buna benzer bir çizgi yakaladı son metinlerinde.
Her ikisinin de belirsizlik ve soru kipinde seyretmesi çok ilginç.
Bir: İkisinin de, asıl bilgiye gerçekten ulaşamayacaklarını gördük. Sorun, taraf tutmaları değil. Sorun şu: Doğru soruları soramıyorlar ve eldeki kalabalık ve parazitli bilgi yığınını ayıklayamıyorlar. Selcen’in, irdeleyeceğimiz bu son metni de öyle.
İki: Alanda bile bazı şeyleri göremiyorlar ve görememişler, çünkü onlara bakmamışlar.
Yine de, hala ve yine karşı taraf olsalar bile, konuyla ilgili olarak alandan bilgi sağlayan ender kaynaklardan olmaktalar. Mahalli ise, oyunun çok dışına düştü örneğin.
Gelelim Selcen’in metnine:
“Garib’i KDP verdiyse, Köse suikastına kim zemin hazırladı? PKK on yıllardır benimsediği IKB’de eylem yapmama kuralını, birden bire ama kendine ikna edici inkâr (plausible deniability) maskesi sağlayacak biçimde, Osman Köse’yi üçüncü ellere katlettirmek için mi bozdu?”
Birinci saptama:
Teröristlerin ve kontra-teröristlerin eylemlerinin tamamının kendi çıkarları için yararlı ve anlamlı olduğunu varsaymak gereksiz. Bu konuda çıkan kitaplarda, bu işin piri sayılan ABD-CIA çizgisinin zırvalamalarının tam listesinin herhalde onda veya yüzde biri ile bile, amatörlerin yapmayacağı hataları profesyonellerin yaptığını görüyoruz.
Yani bu iki suikast, bir yerden gelip bir yere giden bir çizgi içermek durumunda değil.
Artı, Suriye ve Irak artık, tümüyle sisin içinde kayboldu: Hem savaş kuramı açısından, hem global konjonktür açısından. (İkinci parça, yavaş yavaş yazılmaya başlaması gerekli bir konu, çünkü savaş tarihinde bu denli belirsiz ortamlar çok sık görülmemiş.)
Şuna itiraz: PKK, Kuzey Irak’ta onyıllardır eylem yapmıyor falan değil. TC ordusu Kuzey Irak’a Barzani kuvvetlerini değil, PKK kuvvetlerini yenmek için girdi (Başika süreci). Artı, emekli baba Barzani, PKK’nin Kuzey Irak’ta 500 köyü imha ettiğini zamanında söylemişti: 500 köyün imhası, en az 500 gün alır.
+
“ABD deyince de CIA mı, CENTCOM mu, SOCOM mu? “Böyle saçma soru olur mu?” demeyin.”
ABD’nin resmen 20 civarında istihbarat kurumu var ve bunlar ülkede tanımlı. Bir de yarı gizli olarak alanda kurulan kurumlar veya yarı-kurumlar var.
Selcen’in ıskalamadığını ama yine de gözardı ettiğini düşündüğümüz konu şu:
ABD’nin başta Suriye olmak üzere, alanlardaki eylemleri, merkezdeki birden çok odak tarafından yönetilip, birbirine karşıt yönlerde gelişen biçimlerde ilerlemeye başladı gibi. Ki bu ilk kez olan bir şey de değil.
Buradaki ironi şu: Şu anda Kuzey Suriye ve Kuzey Irak arasında fiilen son 2 yıldır sınır falan yok ama ABD’nin zaten 2 tane ve ayrı savaş kuvveti var oralarda.
+
“Süleymaniye (1974) doğumlu Garib’in, örgüt üst yönetiminde “eli silah tutan” kesimde ağırlık sahibi olmaktan ziyade, diplomatik ve entelektüel yönüyle öne çıktığı anlaşılıyor.”
Selcen’in gördüğü ama söyleyemediği şu:
Alanda, her 2 taraf da, mavi yakalı elemanlarını değil, beyaz yakalı elemanlarını öldürüyorlar. Öyle yapıyorlar, çünkü mavi yakalıları biraz zor öldürebilirler ve öldürünce de, böyle hafif sonuçları olmaz, yıllara uzayan bir kan davası başlar.
Her taraf da, terörist de kontra-terörist de, ayağın zor bulunduğunu, beynin kolay bulunduğunu ve dolayısıyla kolay harcanabilir olduğunu düşünüyor ve uyguluyor. Ki bu, Sun Tzu açısından bakınca, berbat bir strateji dizisi.
Yani, Selcen ağaca bakıyor ama ormanı görmüyor, göremiyor.
+
“Yahut Köse Suikastı, KDP içinde belli belirsiz süren iktidar mücadelesinin konuya methaldar olmayan, karanlıkta bırakılan tarafının Garib operasyonuna verdiği karşılık mıydı?”
Köse suikastının nedeni belli:
Çalındığı belirtilen çantadaki bilgiler ki bunlar, kuşkusuz TC’nin müstakbel eylemlerine ilişkin ipuçları içeriyordu. Sonuçta TC, dakka bir gol bir, suikastı planlayanlara karşı-suikast yaptı bile.
Evet, Köse suikastına Kuzey Irak resmi ve gayrıresmi yönetim birimleri gözyumdu. Zaten göz yumma yoksa, gözden kaçırma varsa, yönetim işini bırakıp gitsin.
Burada bir şerh:Oğul Barzani, yeğen Barzani’ye bilgi aktarmamış olabilir, çünkü arada bir iç-iktidar savaşı var.
+
“Malum, istihbarat da, belki fuhşun yanısıra, dünyanın en eski mesleği. Yazılı kitabı, kuralı olmaz ama raconu yoktur denilemez.”
Bu, şaka olsa bile, berbat bir dilegetirim.
İstihbaratın kural-kitapları onlarca ve 2.500 yıldır var. Ancak, Dünya mutfakları gibi, Dünya istihbaratları da değişik baharatlara sahip.
Selcen şunu demek iştemiş olabilir: 4. Dünyalı bir ülkenin istihbaratı ve karşı-istihbaratı ancak bu kadar olabilir.
+
“Cumhurbaşkanı Erdoğan “Biz Fırat’ın doğusundaki terör koridorunu paramparça etmekte kararlıyız. Ne gerekiyorsa yapacağız. İzin almaya ihtiyacımız yok” der miydi?”
Zurnanın zırt dediği yer burası:
TC, 1. kantonunu imha ettiği 3’lü kanton bütününün diğer 2 kantonunu da yok edeceğini açıkça söyledi. 1’i yapan, 2’yi de yapar: Fiyatı pahalı olur, ayrı konu. Akar-Fidan-Erdoğan çizgisi, bunun için herşeyi göze aldılar, bu çok açık.
Sorun, Barzani taifesi, YPG’ye yardım edecek mi?
Yeğen Barzani, TC’ye Haziran 2019’da geldiğine göre, biraz zor. Bizce Barzani taifesi, doğuda blokaj yaratacaklar. Kuzey Suriye’deki Arap aşiretleri de sıkışınca, Kürt tarafına ihanet edecekler, daha önce hepsi birbirine ihanet ettiler zaten. TC’nin tasarımı bu gibi.O 2 kantonu haritadan silip, oraya bir de 1 milyon Suriyeli’yi geri koyarlarsa, Kürtler küllüm mafiş olurlar. Bizce, bu gibi veya buna yakın bir plan var gibi.
Vurgu: Bu çizgi, pek rasyonel bir taktik olmaz ama şu anda savaşın sisli ortamı, her tür irrasyoneliteye kapı açtı. Bizce, her 2 suikastin de irrasyonel tarafı daha ağır basıyor zaten.
+
“Niyet, cüret, irade, sabır. Bakınız bugün, CHP’nin artık tadilat filan değil yeni anayasadan, demokrasi cephesinden azına razı olmayacağını, “Kürt Raporu” hazırladığını, seçim barajının düşürülmesinden yana olduğunu biliyoruz. Demirtaş da, 16 Temmuz günkü savunmasında “Cumhurbaşkanı Erdoğan (…) demokratikleşme konusunda bir adım atarsa, biz de kendisine on adım atarız” dedi.”
Selcen, burada ‘aç tavuk kendini buğday ambarında görür’leşmiş.
Türkiye, 2003 arasındaki 3. liberalizm dalgasını uzatarak, 2013-2019 arasını da feda etti. Global hegemonlar, 2020-2060 arasında da yeni bir neo-liberal dalga dayatmak niyetindeler ama global ekonomi bunu kaldıramayacak.
Yani TC, ekonomi üzerinden yeni bir kaos dönemine sokuldu. Tasarlanan CHP destekli çakma ılımlı İslam çizgisi, kısa vadeli gelecekteki yönetimi götüremez.
Bugün TC, savaş alanlarında ne yapabiliyorsa, hegemonların kendi askeri, iktisadi, siyasi boşluklarından dolayıdır. Ve bu boşluk daha da büyümekte. Ama TC için de böyle olacak. AKP yerine, CHP ikamesi, TC’yi 2033’e dek sarkacak orta uzunlkta kaosa taşıyacak ki bu, 2013-2019 kaosundan daha büyük ölçekli olacak ama TC parçalanmaz.
Yani en-en özetle Selcen, ya Dündar gibi gidecek, ya Altan gibi içeriye girecek.
Selcen’in de, Taştekin’in de kendi yazdıklarının bu anlama geldiğini anlayamamaları çok-çok tuhaf.
(31 Temmuz 2019)

TCE: 1923-1983: Roman, Öykü, Röportaj: Kavramsal Şematik


Roman > öykü.
Röportaj > öykü.
Adnan Veli (röportaj) > Fikret Otyam (röportaj).
Adnan Veli (röportaj) > Orhan Kemal (öykü).
Sait Faik: Öyküsü = Röportajı.
Erkek > Kadın = Röportaj + Öykü.
Kadın röportajcı = 0.
(29 + Temmuz 2019)

Türkiye'nin 100 Milyar Dolarları


Artılar:
Alamancılar ( x 2?).
Uyuşturucu artı değeri ( x 2-3?).
Transit insan kaçakçılığı değeri.
İran altınlarını aklama toplam değeri.
Asgari ücretten aşağı çalışan göçmen işçi artı-değeri.
Eksiler:
Yıllık ortalama israf.
19917deki 1. Irak Savaşı.
GAP (kredisiz olduğu için).
PKK olgusu.
Açıklama:
Bugün bile, Dünya’daki ölçekle yıllık 100 milyar dolar, ortadan büyük ÇÜŞ ciroları demek. Türkiye ise, global ölçekte orta boy bir ekonomi. Yani, tüm artılarıyla ve eksileriyle Türkiye, son 36 yılda boyundan büyük işlerle uğaştı ama hala Dünya ortalamasında.
En önemli nokta bu bizce.
(29 + 31 Temmuz 2019)

Rep Rep: Diss Bahane, Reyting Miss Şahane


Böyle başa böyle traş, böyle banal’e böyle dil.
Bizim repçilerimiz, hem alaturka, hem post-arabesk.
Ferdi, Orhan, Müslüm, birbirine bulaşmaktansa, birbirinin açığından geçegeldiler hep.
Yanki repçilerin kelle koltukta sataşmalarındansa, alaturka repçilerimiz horoz kabarmasıyla ve üürülemesiyle idare ediyorlar. Birbirlerine bulaştıkça, haz duyuyorlar.
Hesapça, 1 hafta önce 1 diss oldu. Reyting içindir dedik, dakka bir, gol bir oldu.
Ezhel, Ceza, vs:
Klibin en kötü yanı, remiksteki berbat elektronik işçilik: Kaportacıda yapılmış gibi yamuk yumuk.
Yine de klip, 'top trend'de.
Böyle varoşa, böyle remiks:
Dolapdere'de Metin Kaçan çıkar, intihar eder.1990'larda ilk dalga Afrikalılar gelir, Silopi'ye yallah olur. Suriyeliler gelir, içişleri bakanı onları sürer.
Ferdi’nin ‘Zabuhaa’sı gider, repçi abuksaması gelir. Onun da sefası 1 haftadır pek pek.
Dipnot ve çıkış:
Arabeskin babaları varsa, portestin de babalaır vardı, 1980’den de önce yani. Onların dönme ve dönememe öyküleri ayrı bir hikayedir.
Onlardan dönenlerden Karaca’nın ‘Raptiye Rap Rap’ parçasını, bugünün kek repçilerine anımsatalım:
Rap diye diye rep rep, zaptiye rep rep.
(29 + 31 Temmuz 2019)

Ceza'nın çöküşüne isim önerileri


Bir Ekşi Sözlük başlığı:
“ceza'nın çöküşüne isim önerileri”
Biz de kendimizce konuya katkıda bulunalım dedik:
“Ceza.
Ecza.
Aceze.
Aciz.
Caiz.
Eza.”
(29 + 31 Temmuz 2019)

Pazartesi, Temmuz 29, 2019

Türkiye, ya büyük kazanacak, ya büyük kaybedecek


Son yapılanlarla, gelmesi mantıklı olan sonuç o.
Ancak sevgili TC’miz, 1983’ten beridir inanılmaz iç ve dış politikalar izleyip, hiçbiryere varmamayı becermiş bir ülke.
O nedenle biraz parodi:
a)      Türkler önce bölünürler, sonra birleşirler. Kürtler, önce birleşirler, sonra bölünürler. Devamı den den.
b)      Türkler, 230 küsur yıldır, kuzey ve güney arasında, batı ve doğu arasında gidip gelip, bir türlü nerede duracaklarına kara veremezler.
c)      Türkler global ortalama olmayı çok severler. Bu durum, ne çok kazanmayı, ne de çok kazanmayı içermez.
Gelelim, alıntı yaptımız metne. Alıntı ve yorum olarak gidecek.
Tuhaf ama metinde bu ibare (ya, ya) bir daha hiç kullanımmamış. O nedenle, kaybetme ve kazanma şıklarını seçelim:
“Dış politika saatli bomba gibi.”
Patlarsa bu şık, kaybetme şıkkı olmakta.
Ancak, gözden kaçan şu:
TC, bizce o kadar birebir gerekmediği halde, Temmuz 2015’ten sonra, inanılmaz bir tarihsel büküm yaşadı. Açık bir biçimde, tüm dış politikasını savunma, yerine, saldırı şıkkına taşıdı. Askeri, siyasi ve iktisadi olarak buna pek hazır değildi ama. Hala hazır değil ama. 4 yıldır bu politika işliyor ama. Bir saatli bomba 4 yıl patlamamışsa, bir daha zor patlar ama.
Ha evet, Rusya ve ABD böylesi (yaptıkları gibi) işler yapmasa, Türkiye yaptıklarını zor yapardı veya yaptıkları zor tutardı ama tuttu. Örneğin, Trump’ın Suriye’den çekilme eğilimi, örneğin Rusya’nın Kürtler’e karşıki mesafeli tutumu (bunun Öcalan yarasıyla ilintisi olduğu kanısındayız, Öcalan’ı Moskova’da tutan ekip Putin tarzı bir ekipti sonuçta).
İşte bu nedenle, parodiden söz ediyoruz:
Diktatör paradilerinden, hegemon parodilerinden, demokrasi parodilerinden, den den de den den.
+
“Türkiye, Maraş’ı tamamen kendi kontrolüne almaya kalkarsa, kuzey ve güneyin birleşme ihtimalini tamamen ortadan kaldırmış olur, diye yorumlar yazılıyor. Ama bu adımın aynı zamanda bir teklif olabileceği de düşünülüyor: Siz bize gazı verin, biz de size Maraş’ı.”
Türkiye, Kıbrıs’ta 45 yıldır fiilen var ve TC’den oraya gitmiş 250 bin TC vatandaşı var ama asıl Kıbrıs Türkleri orayı terketti veya terkettirildi. Yani Kuzey Kıbrıs, fiilen Türkiye toprağı epeyidir.
O nedenle, Maraş’ı vermenin bir adım olacağını sanmıyoruz ama ortada bir alışveriş teklifi olduğu kesin ama iki tarafın da almak ve vermek istedikleri yine beş benzemez.
2015 Temmuz’undan beridir aynı şeyleri yazdık:
Ortada dönen pazarlıklarla asıl pazarlıklar, birbirine beş benzemez durumda bizce. Tarafların öncelik sıraları, birbirine beş benzemez durumda çünkü.
+
“Türkiye, bu çatışma politikası ile her şey yolunda giderse, gerçekten çok kazançlı da çıkabilir ama aynı zamanda ABD ve AB yaptırımları sertleşirse, zaten zayıf Türkiye ekonomisi tamamen ölümcül bir darbe de alabilir.”
İşte tuhaf olanı da bu zaten:
ABD isteseydi, Türkiye ekonomisini çoktan kafaüstü çakmıştı. Bunu Ağustos 2018’de gördük. Doların 9 lira olduğu bir alaturka ekonomi, 6 ay falan ya dayanır, ya dayanmaz.
Ama bunu yapmadılar.
Neden?
Bilmiyoruz.
Biz o kadar değerli olduğumuz için değil bizce.
Bizim bu kadar abuksayacağımızı hesaba katamadılar bizce: Çünkü gerçekten çok uçuk kaçık gidiyoruz.
+
“ABD Ankara’yı İran petrolünü ve gazını ithal etmeye devam etmesi halinde, yine yaptırım uygulamakla tehdit etti.”
İşte burası, zurnanın zırt dediği noktalardan birisi:
ABD ambargosu, 1974 ertesinde zararlıydı ama sonra zarasızlaştı.
Neden?
Dünya’da o denli büyük (beyaz-kara ve kara-kara olarak) kayıtdışı para var ki Türkiye, bunları bir biçimde ulaşıyor. Alaturka ekonomi son 4 yımldır sıcak parayla yürüyor. Tamam, dolara % 15 reel faiz veriyoruz ama para da buluyoruz. Bu açıdan bakınca, Türkiye’nin IMF’ye gerçekten uzun süredir gereksinimi yok. Çünkü, global kapitalistler batmış 100 alaturka bankaya karşın, son 4 yılda alaturka bankalara batabilecek borçlar verdiler ve bugün ulusal borcun en önemli bölümü bankaların üzerinde.
+
Çıkış:
Evet, Dünya Sistemi batarsa, bu kez toptan batacak ve eğer olacaksa bunun vadesi, (19929 Krizi’ne istinaden) 2029 gibi.
Artı, sırada Türkiye kadar, Çin de var. Eğer Çin batarsa, kıyamet gelir.
O nedenle, küçük sorun Türkiye’nin G-7 tarafından, son 4 yıldır idare edildiği gibi, önümüzdeki 4 yılda da şimdilik idare edileceği kanısındayız. Yani, boş alanda toplar çevrilecek ki zaten hep öyle yapıldı.
AB’nin ve ABD’nin kendi iç sorunları, global sorunlardan daha büyük.
Dolayısıyla sonuçta biz, Türkiye’nin yine ne batacağı, ne de çıkacağı kanısındayız. İktidarı İmamoğlu’na devredip, oyunu eskisi gibi sürdürmek eğilimi var.
(29 Temmuz 2019)

Yatır 6 Oku, Ekle 7 Oku, Çıkar Moku


İmamoğlu laik değil.
Kadın ve erkek havuzu ayrı olacakmış, kayanak: ikinci seçimden önceki televizyon söyleşisi.
Tarikatlarla görüşüyormuş.
Gitti 1 ok.
İnce, devletçilik okunu çentiklemişti.
Gitti 1 ok daha.
Baktılar olmuyor.
Getirdiler 7 ok daha.
Bunlar oklamaca falan değil, göz boyamaca.
O nedenle:
Ok işinin mokunu çıkardılar.
Ya da:
Nerede çokluk, orada mokluk.
Dipnot:
Kılıçdaroğlu’nun belediyelere 7 önerisinin ikinci maddesi:
“Hizmeti belli kişiler, zümreler, akrabalar, yandaşlar için değil, halk için üretiniz. Sizi, bulunduğunuz makama taşıyanın belde halkı olduğunu asla unutmayınız.”
Çıkış:
İkinci Cumhuriyet’in yeni ilkelere sahip olması gerektiği kesin.
Sorun, CHP’nin asla ve kata sosyal demokrasiden veya soldan söz etmiyorluğu.
O nedenle biz, şimdiden imamoğlu’nun AKP ikamesi yeni bir proje olduğunu savlıyoruz.
Doğruyuz veya hatalıyız. Hep birlikte göreceğiz.
(28-29 Temmuz 2019)

Küreselleşme ile emperyalizm aynı şeyler mi?: İlhan Uzgel: 2


Önaçımlamalar:
Sayın Uzgel, Türkiye’deki köşe yazarlarının ve akademisyenlerinin pek yapmadığı bir şeyi yapıyor ve temel bazı varsayımları sorguluyor: Burada, küreselleşme ve emperyalizm ilişkisi ve/ya ilişkisizliği.
Küreselleşme ve emperyalizm kümesine, kapitalizm ve para / finans da eklenmeli. Bugün bunlar, hepsi aynı sepete konulan ve tek şey sayılan ama ayrı ayrı şeyler.
Bu, zamanında koloniyalizm ve kapitalizm ilişkisi için de, koloni-vassal durumları için de yapılmıştı. Onlar da ayrı şeylerdi.
Dünya, 11 Eylül 2001’den beridir yeni bir döneme, sonuncusu post-4-modern olan post-modernizm ertesi döneme girdi. Paradigmaların önemli bölümü silinmekte ama yerlerine yeni parametreler tanımlanamamakta.
Bir de, son moment kapitalistlerin kur savaşlarında açıkça uyguladığı ve yanıldığı üzere, ekonominin bazı temel parametreleri, öyle isteyince hemen değiştirilemiyor ama zorlanan o. Bunlar değişir ama tarihin uzun vadeli büyük sayılar kuramındaki limitlere ve asimptotlara göre değişir. Üstelik değişiyor da (bu değişim, ayrı metinlerin konusu).
Bu verilerden hareketle, Uzgel’in metnine parça parça bakalım, alıntı ve yorum olarak gidecek:
“Küreselleşme, bir yanda neoliberal bir birikim rejimi, öte yanda, teknolojik imkanların ticaret, üretim ve finans alanlarında sağladığı dönüştürücü imkanlar ile kapitalizmin büyük bir hızla yerkürenin her bir noktasına yayılması anlamına geliyor.”
Bir: Bu, tarihteki ilk küreselleşme momenti değil. Önce, İspanya-Portekiz = İberya geldi. Sonra da, Hollanda ve İngiltere. Diğer bir deyişle, topraklarında güneş batmayan imparatorluklar, 1800’de değil , 1500’de bile vardı. En önemlisi bunlar, kendi aralarında birbirlerine, küreselleşmeye aşırı zarar verdiler ve İspanya gümüşleri gibi, üzerine bir de kendi kendilerine zarar verdiler. ABD de öyle yapıyor şimdilerde.
İki: Buradan, nedense Dünya Sistemi’cilerin bile öyle saydığı, sömürüyle sürekli artan artı-değer birikimi varsayımı var ama daha çok 1967 petol krizi ve ardılı 1970 ekonomik duralamasında, yine bu Düna Sistemici’lerin saptadığı gibi, kapitalizm, öyle her zaman kümülatif-kümülatif ilerlemiyor. Tam tersine, ciddi krizler yaşıyor ama bu onun kendi tanımından, azalan girdiler ve onun getirdiği düşen verimler durumundan ileri geliyor.
İki bir: Bu şu demek, sömürü artttıkça, artı-değerin birikim oranı ve toplamı düşüyor. Üstüne üstlük bir noktadan sonra, birikim azalıyor. İşte bu neo-kapitalistler, bu kuralları bile bile ezmeye çabaladılar ama yanıldılar, 2007’den beridir de yanılıyorlar.
İki iki: Ek babında: Türkiye 1983-2019’daki 4,5 trilyon dolarlık eksi-değer sömürü, G-7 ülkelerine belki ancak yarı yarıya katkı olarak gitti: Bu, bir teselli mükafatı (hepsi gitseydi, bu döngüden çıkmak daha uzun sürerdi).
Üç: Bu durumda, Uzgel’in metnini oturttuğu akıl yürütme, hafiften boşluğa kayıyor. Ancak onun metni, kendi içinde hem tutarlı, hem geçerli ama ölçekte göreli mikro, makro değil.
+
“Bu anlamda emperyalizmi de içeren çok daha kapsamlı bir olgu, kapitalizmin tarihsel evrimi içinde kapitalizmi küresel ölçekte yeniden organize etme çabasının bir ürünüyle karşı karşıyayız.”
İşte burada, Uzgel ile ayrılıyoruz: Çin üzerinden, neoliberalizmin henüz şeker yeme aşamasındaki Uzakdoğu Asya halkları, o elma şekerinin kazığını yiyince yaptıkları ve yapacakları hesaba katılmıyor. Bugün, 2001’e oranla global % 50 ABD desteğinden, % 75 ABD nefretine gelindi, yalnızca bu tersine dönen para aktarımı yüzünden. Yani lümpen halklar, kendi batışlarından sorumlu tuttukları global sömürgenlere ve onun işbirlikçisi lümpen burjuva yerli oligarklara karşı tepki geliştiriyorlar:AKP’nin son seçim kaybı bu nedenle: Halklar da, kaybetmeyi sevmiyor veya beleşe alışmış, kudurmuştan beterdir, AKP’nin 20 milyon beleşçisi gibi.
Biz bunu, ne kapitalizmle, ne diğer parasal süreçlerle ilgili saymıyoruz. Onun yerine, bildiğimiz sosyal psikolojik ve kültürel antropolojik gözleme dayalı kurallarla ilişkilendiriyoruz. Ki zaten lümpen tanımı da bu demek: Kendi biyografisinin, varlığının, zihinin, kültürünün bilincinde olmayanların dejenere davranışları kümesi.
Bu bağlamda bugünün tek adam kültünü, kültürel antropoljideki ilkellerin durumu somutlaştırma ve kişileştirme kültürel eğilimine doğrudan bağlıyoruz.
Diğer bir deyişle uygarlık, yüz yılda ilerler, yüz dakikada çöker. İşçi haklarından global okuryazarlığa dek, tüm yüz yıllık kazanımlar, güneş görmüş kar gibi eriyip gidiyor, 10 yıl sonra geriye hiçbirşey kalmamış ve isyan dalgaları başlamış olacak.
Uzakdoğu Asya, henüz oraya gelmedi ama en geç 10 yıl içinde gelecek. İşte bu nedenle, yanıldığımızda özeleştiri yapmacasına, 2020-2060 neo-N-liberalizm atağının tutmayacağı kanısındayız.
+
“Küreselleşme ile emperyalizm arasında kritik bir diğer farklılık, yine klasik emperyalizm ve koloniyalizm dönemindeki toprak kontrolünün aşılmasıdır.”
Biz bunu; şimdi ve burada askeri, politik ve ekonomik (global veya yerel) kontrollerin birbirlerinden göreli karşılıklı bağımsız olduğu biçiminde, okuyoruz.
Tabii bir de şu gerçek var: Sanırım bilimkurgu yazarı Clarke’ın dediği gibi: Hiçbir sistem, kendini tüm elektronlarına dek denetleyemez. Bunu, topraklarında güneş batmayan imparatorluk İngiltere’nin her zaman parçalanma tehlikesi taşıması, biçiminde örnekleyebiliriz. Asıl önemlisi, bunu kendi başbakanlarının (şu anda aday Johnson) becerecek olması. Bu, yazıldı ve yayınlandı bile.
+
“Örneğin, İngiliz kolonisi olan Hint alt kıtasına Fransız, Cezayir’e İngiliz sermayesi giremezdi.”
Giremezdi değil, girmezdi.
Yoksa, daha 1650’de, devletle anlaşmalı ve talan ganimetinden ona pay veren İngiliz korsanları, İspanya’yı Karaip Adaları’nda vuruyordu. Artı İngiltere, ancak o sayede (oradan açıktan gelen artı-değerlerle) ikinci moment global hegemon olabildi, yani bildiğimiz devlet terörizmi ile.
Bir de diğer örnek var:
İspanya-Hollanda arasındaki 80 yıl savaşları. Yani, hegemonlar birbirleriyle dalaştıklarında, bunun maliyeti epeyi büyük oluyordu.
+
“Küreselleşme, neoliberal içeriği nedeniyle de, emperyalizmden farklılaşmaktadır. Emperyalizm, temelde merkez dışı coğrafyaları hedef alıp, orada yaratılan zenginliği merkez ülkelere taşıyıp, elde edilen artı değerin bir kısmını da alt sınıflara dağıtarak merkezde siyasal ve toplumsal istikrarı sağlamaya yararken, neoliberal küreselleşme, hem merkez, hem de çevre alt ve orta sınıflarını neredeyse aynı anda hedef aldı.”
Bravo, tamamen doğru bir gözlem.
Ancak, bu yeni kapitalizmin ve bu yeni liberalizmin tarihte ilk kez yaptığı bir şey. Daha önce İngilizler, Hint kumaş ustalarının ellerini keserlerdi ki yalnızca İngiliz kumaşı satılabilsin.
Bu bir tür, ABD’nin köleleri serbest bırakıp, daha az maliyetle çalıştırması gibi bir şey.
1980-2020 arasında G-7 ülkeleri, G-7 haricindeki G-20 ülkelerini neo-liberal kılarken, onların alt sınıflarını orta sınıf kıldılar ve tüketim döngüsüne soktular. Bu, Türkiye için de böyle uygulandı.
Yani, içine kapalı ekonomi yaşayan 40 milyon köylüyü kente sür, kadınlarını da çocuklarını da çalıştır, onlara tüketim malzemelerini havuç gibi sun, onlar günde 16 saat hayvan gibi çalışsınlar, 100 dolarlık malı 1.000 dolara alsınlar (Iphone). Al sana, Dünya’nın % 1’inden 35 yılda 4,5 trilyon dolarlık (koyunun mezbahaya koşa koşa gittiği) sömürü.
Eskiden bunlar öldürülürdü, benzeri biçimde, Barrett türü ideologlar üzerinden, neo-con’lar tüketici kılınamayan halkların ve ülkelerin haritadan silinmesini önerdiler ve bu, parçalı olarak uygulandı da. Bakınız: Libya, Irak, Suriye. Afganistan.
Yani, eski barbar kapitalizm, yeni türden barbarlık maskeleri giydi, o kadar:
10 milyon sivil ölü ve 200 milyon göçmen, ancak barbarlık sayılabilir. Bakınız: Türkiye’deki Suriyeliler.
Yani:
Para, kapitalizmden önce de, bu kadar sert oynardı.
Koloniyalizm, kapitalizmden önce de bu kadar sert oynardı.
Kapitalizm, neo-liberalizmden önce de bu kadar sert oynardı.
Yani ve tersine:
Saltık kölütüğü; ne para, ne koloniyalizm, ne kapitalizm icat etmedi.
Artı:
Bugün kendisine yapılanı Türkiye, 600 yıl boyunca geniş bir alanda aynen uyguladı.
Keza, (bir zamanların Dünya hegemonları) (Eski) Yunanlılar öyle, keza Romalılar öyle, Araplar öyle, keza Moğollar öyle.
Yani:
Bugünün sömürülenleri, geçmişin veya geleceğin yeni sömürülenleri olabilmekte. Örneğin Brezilya öyle, örneğin Hindistan öyle. Rusya ise, bu çizgide habire yer değiştiriyor, 5 yıl sonra yok olabilir bile ya da ABD’nin yerini bile alabilir: Yani, yeni hegemonların kim olacağı, baştan öyle açıkseçik belli olmuyor.
+
“Küreselleşme ile emperyalizm arasında bir ilişki olduğu açıktır. Ama birbirinin aynısı iki olgu olmadıkları da ortadadır.”
Burada, kesinlikle Uzgel’e katılıyoruz.
Yapılması gereken şey, kategorik karşılaştır-karşıtlaştır (compera and contrast) akıl yürütmesi.
+
“Son olarak, geçen yazıda sorduğum, ABD’nin küreselleşmeden çekilmesinin emperyalizmden vazgeçmesi anlamına mı geleceği sorusunun yanıtı da olumsuz olmaktadır.”
Burada, Uzgel’in şunu kastedip kastetmediğini bilmiyoruz:
Aynısını Rusya da yaptı. 1990-2000 arasında tarihsel mola aldı. Sonra, 11 Eylül 2001 ve artan petrol fiyatları uygun koşullar yaratınca,  aynı güçle geri döndü. ABD de, tarihsel hakem molası alıyor yalnızca.Ve bizce doğru yapıyor, çünkü yapmasa, çok daha erken çözülecekti. Yine çözülecek ama daha geç.
Çıkış:
Biz burada ısrarla, Çin’in istediği halde global hegemon olamaması vakasını düşünüyoruz.
Sonuçta, tarihte global hegemon 50 devlet varsa, 5 bin devlet vardı; 50 bin halk varsa, yine 5 bin devlet vardı. Yani, her isteyen global hegemon olamıyor.
Bu, bir kültürel gelenek sorunsalı bizce. Türkler 150 devlet kurup batırdılar ve global hegemon olabildiler. Çin 2.200 yıldır aynı devlet ama hiç global hegemon olamadı.
Bunun yeni bir paradigma aday adayı olarak tartışılması gerek bizce.
Artı:
Türkiye / İkinci Cumhuriyet’in bölgesel / global hegemon aday adaylığı da, ayrıca irdelenmesi gerkli bir konu.
(29 Temmuz 2019)

Fehmi Koru: Türkiye yeni bir döneme doğru yol alıyor, bunun ilk belirtisi de siyasi hayatta görülüyor


Yanlış ve geçersiz bir saptama.
Şu anki politik momentteki vektörlerin ana bölümü, 2015 sonrasıki yönetim askerileşmesi ‘milliyetçileşmesi’ denmiyor, dikkat) ertesiki yönelimler.
Gündelik yaşamdaki dilegetirimi ise şu:
Mahalle baskısı, mahalle-faşizmi’leşirken, onu uygulayanların kendi çocukları üzerindeki denetemi yitirmesi oldu.
Bu da, mikro sokaktaki devletsizlik ile makro ‘failed state / yanılmış devlet’ durumlarının eşleniği olmakta.
Ayrıca, yeni bir döneme değil, yeni dönemlere, daha da doğrusu yeni dönemciklere giriliyor.
Bunu da, Koru gibilerin soru sormaya başlamasından çok rahat anlayabiliyoruz. Daha önceleri, dediğim dedik, çaldığım düdük, muğdundaydılar çünkü.
Yani, gidecekler de, nereye gidecekler, onu bilemiyorlar.
Malezya mı olur, Pensilvanya mı?
(27 Temmuz 2019)

Türkiye’de Hukuk mu, Guguk mu?: Sezer, Gül, Erdoğan; ‘barış akademisyenleri’ için verilen ‘ihlal” kararında hangi cumhurbaşkanının AYM’ye atadığı üyeler belirleyici oldu?


“ “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı barış bildirisini imzalayan akademisyenlerin başvurusu için, “hak ihlali” kararı veren Anayasa Mahkemesi’ndeki tarihi oylamada, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından atanan üyelerin oyları etkili oldu. Gül tarafından Anayasa Mahkemesi üyeliğine atanan ve halen görevde olan 7 üyeden 5’i, akademisyenlerin haklarının ihlal edildiği yönünde oy kullandı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından atanan 5 üyeden 4’ü ise “ihlal yok” oyu verdi. TBMM tarafından, ağırlıklı olarak AKP’nin oylarıyla AYM’ye seçilen 3 üyeden ikisi “ihlal”, biri ise “ihlal yok” dedi.
10. cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından seçilen, mahkemenin kıdemli üyesi Serdar Özgüldür ise, “ihlal yok” diyen üyeler arasında yer aldı. Kritik 8’e 8 dengesi, Anayasa Mahkemesi Kuruluş Kanunu’nda yer alan, eşitlik halinde başkanın oyunun 2 sayılacağı düzenlemesi ile bozuldu. Gül tarafından AYM’ye üye seçilen Zühtü Aslan’ın “ihlal” oyu kullanması, 'Barış Akademisyenleri'nin haklarının ihlal edildiği kararının çıkmasını sağladı.”
Özet yorum:
Bir: Gerçek durum kafa kafaya.
İki: Sezer’in seçtiği kişinin seçimi, üzücü.
Üç: Gül’ün seçtiği kişilerin seçimi akla bir şeyleri getiriyor.
Dört: AYM, son günlerde hafiften hafiften balans ayarına girişti. Bu kesin.
Sonuç:
Filler tepişir, otlar ezilir; filler sevişir, otlar yine ezilir.
(27 Temmuz 2019)

Trump: Macron'un aptallığına karşılık vereceğiz


Bir alıntı:
“Fransa, Google, Apple, Facebook, Amazon gibi sitelerin ülkede elde ettiği gelir üzerinden vergilendirilmesini öngören yasa tasarısını 11 Temmuz’da onaylamıştı.
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump, Fransa'nın büyük teknoloji firmalarına getirdiği yeni vergi uygulamasını eleştirerek Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'u hedef aldı. Trump, "Macron'un aptallığına kısa süre içinde karşılık vereceğiz'' sözleriyle vergi yasası için Macron'u suçladı.”
Yorumlar:
Bir: Kezlerce yazdığımız Ab x ABD durumu. Bu; asreri, iktisadi, siyasal, kültürel kollardan ayrı ayrı gelişi ve olgunlaştı. İkisi artık birbirine karşıt 2 blok.
İki: Trump emrediyor, googl yapıyor. Bu ne? Hani, kapilatilzmelrde devlet ticarete müdahale etmezdi?
Üç: Trump, Google’ın, Apple’ın, şunun bunun çıkarlarını koruyor. Demek ki onların rekabet gücü azalmış ve devletin şemsiyesine sığınmışlar.
Dört: Trump, abarttıkça abartıyor, ne isterse yapabileceğini sanıyor.
Sonuç:
Şaşırtıcı ama kapitalizmin böylesine yerlerde sürüneceğini göreceğimizi ummazdık. Daha da önemlisi, bunun algılanamamasına aklımız pek ermiyor.
ABD gibi bir süper güç veya tekkutuplu hegemon, böyle hönkürdüyorsa, havlayan köpek ısıramaz, özdeyişinden hareketle, bir şey yapamayacağı sonucunua varırız.
(27 Temmuz 2019)

Cumartesi, Temmuz 27, 2019

Kutuplaşmaya karşı politik mutant arayışı


Elmalar armutlar hepsi birbirine karıştırılmış.
Bir alıntı:
“Kimlik siyasetinin yol açtığı sıkışmışlığa karşı yine tanıdık bir formül devrede: Biraz Alevi, zorunlu Kürt, makbul düzeyde sosyal demokrat, eser miktarda sosyalist ama mutlaka muhafazakar tarifiyle girilen siyasal gen havuzundan çıkarılacak politik bir mutant.”
3 ayrı politiko-sosyolojik moment var:
Bir: Kutuplaşma.
İki: Politik kimlik muğlaklaşması.
Üç: Tarihin getirdiği duvar.
Kutuplaşma; Türkiye’de sağ-sol, Alevi-Sünni, Türk-Kürt, laik-şeriatçı, şu bu üzerinden zaten olan yaratılan bir şey. Bu daha çok, 2 kardeş Arap’ın yalnızken birbirleriyle savaşması ama amca oğlu gelince, birleşip,ona karşı savaşması durumu.
Politik kimlik muğlaklaşması söyle de ifade edilebilir. Türkiye’de 1960 sonrasında politik kimlik kesinleşmesi hiç yaşanabildi mi? Yoksa tüm kavramlar paçal yapılıp ortaya üç buçuk karışık şeyler mi sürüldü?
Tarihin duvarını hiç kimse görmüyor, çünkü hiç kimse ona bakmaya bile cesaret edemiyor.
Hepsinin sonunda da, zihinsel / kültürel regresyon / konfüzyon oluşuyor. Son 10 yılda da fiilen devrede bu durum.
Sorun; sağ popülzmden söz ederken, taa Marx’tan gelen sol popülizmi yok saymak gibi durumlarda.
Neden böyle?, diye sorulmaz, neden bu kadar az sorun var?, diye sorulur.
(27 Temmuz 2019)

Çocuk Çetelerini Katletsek de mi Saklasak, Yoksa Asmayıp Beslesek mi?


Aptallar ve cahiller bol. Onun için baştan yazalım:
Burada ironi yapıyoruz.
Trajediler yinelenince, komedi olur:
Bunu ister Stalin söylemiş olsun, ister Hitler, fark noke.
Sandinist savaşımın 40. yılı kutlanıyor, Dünya’daki çocuk çeteleri oluşumunun 40. yılı da ama.
Bizde de artık çocuk çeteleri var. Bunu 2013 gibi Suriyeliler ilk yaratmadı. 1995 gibi tam evsizler ve tam çöpten yemek yiyenler olgulaştığında, çocuk çeteleri de olgulaşmış demektir.
Bir alıntı:
“Çocuklar gazetecilere şunları söyledi: "Ağabeylere selam, çatışmaya devam", "Yaşımızın yetmediği yerde, yaşantımız yeter", "Ben seni vursam bile üzülmem"
Tam da, Murat Belge’nin sevdiği bir şiirsellik kokan ama aslında; rep, graffiti, fanzin dili olan, sloganlaşmış dizi replikleri bunlar.
Aynı durum ingiltere’de yaşanınca, çocukların gözaltına alınma yaşı 11’e düştü.
Başka olaylar da var:
"13 yaşındaki oğlum, 4 yaşındaki kızımı soğukkanlılıkla öldürdü."
Durum bu.
Yapılan da şu:
10-18 yaş arasında çocuğun suç işlemesine izin vermek, 18 yaşını eçince, cezayı dayamak.
(27 Temmuz 2019)

Türkiye 2020-2050: İsraf veya Tutum


Ön saptama:
Türkiye’nin Temmuz 2019 momentinde yaklaşık 1,5 trilyon dolar tutarında borcu var.
Bir alıntı:
“Türkiye yılda 555 milyar TL kaynağını israf ediyor
Türkiye İsrafı Önleme Vakfı: Milli gelirin yüzde 15’i israf ediliyor
Rapora göre günde 6 milyon ekmek de çöpe gitti.
Rapora göre, konutlarda her 100 TL elektrik faturasının 35 TL’sini tasarruf etme potansiyeli bulunuyor. Türkiye’nin toplam enerji tasarruf potansiyeli yüzde 25 olarak tespit edildi.
Damlayarak akan bir musluk, yılda 3 metreküplük su kaybına sebep olmaktadır. Bunun her konuta maliyeti yaklaşık 6 bin TL civarındadır. Türkiye’de yaklaşık 19 milyon konuttan sadece yüzde 10’unda böyle bir durum olduğunda, oluşan israf yaklaşık 11 milyar TL’dir.”
555 milyar lira, kabaca 100 milyar dolar eder. Bu da, 1,5 trilyon doların hepi topu 15 yılda ödenmesi anlamına gelir.
Tarihe bakarsak.
Benzeri durum, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçerken de yaşandı.
Sonra, kuşkusuz tutum dönemi geldi ama herkes için değil:
Yalnızca Yıldız Kumarhanesi’nde, milyonlarca dolar hepi topu birkaç yılda Mussolini İtalyası’na aktarıldı, hem de Atatürk Türkiyesi’nde.
Yine öyle olacak:
Birileri aç yatacak, birileri pasta yemeye devam edecek.
(27 Temmuz 2019)

Fehim Taştekin: Arada Şaşıp Doğruyu Söylemek veya Gazetecilik Ahlakı Gereği Hep Doğruyu yazmak


Bir alıntı:
“Savaş sürecinde Cezire'deki Hristiyanlar’ın yaklaşık yüzde 40'ı bölgeyi terk etti. Bu bölgedeki arazilerin yüzde 35-38'i de Hristiyanlar’a ait. Geride bırakılan mülkler fırsatçıların iştahını kabartıyor.
Fırat'ın doğusundaki gezimiz sırasında mağdurlar ve konunun muhataplarıyla yaptığım görüşmelerden çıkardığım tablo epey çetrefilli:
- Fırsatçıların, sahiplerinin yokluğundan ve hukuk-yetki-otorite karmaşasından yararlanarak, sahte evrakla ele geçirdiği mülkler;
- Tehdit ve şantajla gasp edilen işletmeler;
- Çatışma bölgelerinden gelen göçmenlerin yerleştiği evler;
- Halk Koruma Birlikleri (YPG) ve Kürt güçlerin kent güvenliği için kurduğu Asayiş'in olağanüstü koşullarda yerleştiği arazi ve binalar;
- IŞİD'e karşı savaşa katılan yabancı gönüllü savaşçıların (enternasyonallerin) 'geçici' olarak barındığı köyler;
- Ve eskiden bugüne devreden ihtilaflı satışlar söz konusu.
Tapular, Haseke'deki devletin tapu sivil idaresinde. Bazıları, bir şekilde bu tapu tescil başvurusuyla, elde ettikleri belgeler üzerinde oynuyor. Sahte belgelerle satış devletin mahkemesinde yapılıyor. Gerçek sahibi bunu fark edinceye kadar mülk birkaç kez el değiştiriyor. Üç yılda 5 kişiye satılan arazi var.
Genelde bu mülkler üzerinde inşaata başladıklarında mesele anlaşılıyor. Ya da mülk bir binaysa yeni sahibi gelip 'Burası artık benim, boşaltın' diyor. Mahkemeye gidildiğinde taraflar ellerindeki satış belgelerini sunuyor. Sahtecilik belgelenirse mahkeme yürütmeyi durdurma kararı veriyor.
Eğer mülk özerk yönetimin kontrol ettiği bölgede ise kararın uygulanması için buralardaki mahkemeye gidiliyor. Çünkü devletin oralarda infaz memuru yok. Özerk yönetim bu kararlarının hepsini yerine getiremiyor. Doğrudan özerk yönetimin mahkemesinde yapılmış satışlar da var.
Suriye devletinin nezdinde bu satışlar geçersiz. Yaşanan olaylar nedeniyle özerk yönetim Hristiyanların mülkleriyle ilgili satış işlemlerini durdurdu. Bu karar tüm mahkemelere gönderildi. Yine de karara uymayanlar çıkabiliyor."
Buna ek bilgiler de var:
2015 gibi 2 Kürt akademisyen, Kürtler’in 1915 ertesinde Ermeni mallarına nasıl el koyduklarına ilişkin araştırma yayınlamıştı.
Taştekin, bunu biliyor veya bilmiyor ama yazmıyor.
Yani, Kürtler tarih boyunca hep aynı kalmışlar:
Yağmacı ve talancı.
Evet:
Türkler de, Ortadoğu’da Kürtler gibi işgalci ve sonradan gelmeler. 1100-1150 arasında onlar da Anadolu’nun tamamına havadan el koymuşlardı.
Biz, Kürtler’in talanını da biliyor ve yaıyoruz; Türkler’in talanını biliyor ve yazıyoruz.
Taştekin ve onun gibiler, ya bildiklerini yazmıyorlar, ya da öğrenmeye hiç kalkmıyorlar.
Sonra da, arada böyle ağızlarından bilgi kaçırıyorlar.
Ayrıca bir sorun daha var:
Bu metin, BBC’de yayınlandı, Türkiye basınında değil.
Bu, Batı’nın duymak isteyeceği türden bir metin ve bilerek veya bilmeyerek, o pazara sürümü yapılmış.
Yine de Taştekin’e teşekkür ederiz. Bu, önemli bir bilgi. Biz, gazeteciliğin en önemli işlevinin, alanda dolanırken, genelde gözden kaçan bilgileri, Dünya kamuoyunun dikkatine sunması olarak kabul edenlerdeniz.
Selcen’i ve Taştekin’i negasyonlasak da, bugüne kadar onların yazdıklarından çok şey öğrendik.
Ancak, şu konuda onlarla hiçbir zaman hemfikir olamayacağız herhalde:
Entellektüel, köşe yazarı, yazar, sanatçı, şu bu, taraft tutmaz, angaje olmaz ki bu angaje olmama gereği daha Marx-Engels zamanında dilegetirilmiş sosyalist realist bir ilke.
Onlarsa, Kürtler’i mazlum, güçsüz, hakkı yene sayarak, onların lehinde yazıyoryar. Ve bu, artık bayıcı dozlara vardı ve hatta onu bile geçti çoktan.
Bizi ilgilendiren yeni bir durum var:
Selcen de, Temmuz 20019’daki Erbil’deki suikastten sonra kalkıp, brakuji / Kürt iç savaşı konusunu dile getirdi. Şimdi de bu, Taştekin’in Kürtler’in açıkça aleyhinde bir metni yazması.
Genel bir ilke vardır.
Bir sürpriz rasalntı olabilir ama ikincisi olamaz.
Ortadoğu’da gerçekten yeni bir şeyler oluyor. Selcen ve Taştekin gibiler, bunu ilk bilenlerden ve sezenlerden oluyorlar. Ve onlar şimdi, bir şeylerin sinyalini veriyorlar.
Ama ne?
Dipnot:
Türkiye’de azınlıkların mallarına benzer yollardan el koyma; 1915, 1922, 1924, 1940, 1955, 1965, 1974, 1993 gibi oldukça sık dizili zaman aralıklarında gerçekleşti. İstanbul’un yarısı azınlıklarındı, şu an pratikte sıfırı onların.
(27 Temmuz 2019)

Nihilizm, Anarşizm, Nietzsche, Kierkegaard


Nihilizm anarşizm, iktidarı reddeder.
Nietzsche, iktidar peşindedir.
Kierkegaard, iktidar için, etik olan mı, estetik olan mı, sorusunu sorar. Oysa, bazı şeyler için, iktidar için de, Kafka'nın dediği gibi, seçim yoktur.
(Artı, ateizm dini reddetti diye, nihilist veya anarşist değildir.)
Bu durumda, Nietzsche ve Kierkegaard, atesit olsalar da, Hristiyan olsalar da, nasıl nihilist veya anarşist olur?
(24-25 Temmuz 2019)

2020 Momentinde Veri ve Paradigma Kaymaları


Bir kez daha geçmişbilim-gelecekbilim praksisini ve tarihi yaşarken yazmayı deneyeceğiz.
Trump üzerinden ABD’nin gidişatını genelde herkes kavramaya başladı.
Ancak, Çin’in bu yıl son 20 yılın en küçük büyümesini gerçekleştirmesi gerçeğini henüz kimse kavrayamadı. Daha önce bunun (kaçınılmazca) olacağını yazanlar oldu ama o tümdenvarımsaldı, bu durum ise tümdengelimsel.
Keza, Çin’in emperyalizmi hiç kıvıramamasını da kavrayabilen yok henüz. Oysa, en az 2-3 yıl geçti uygulamalar başlayalı. Not: 1999’de Türkiye’ye yönelik komşuluk kuramı çıkışının bugünkü durumla ilintisi için, Çin’den içeriden (doğrudan partiden) bilgi gerekli.
Rusya-Putin’in Suriye’deki kazanmışlığını kavradılar ama orası için belirgin bir uluslararası planlarının olmamasını hala hiç kimse anlayamadı. Yani Putin, yalnızca Suriye’de ABD’den daha uzun işedi ve bu da 5 yıl ve çok ölüye / daha çok göçmene mal oldu.
AB’nin çözüldüğüne aydılar hiç olmazsa.
Şimdi bu makro 4’ü, 2020-2024-2028 için, bariz bir çözülme vektörü demek. En hızlı çözülen ABD, en yavaş çözülen ise Çin. Bu da, ortada kalan AB-Rusya işbirliği ve aradan paçayı sıyırma eğilimi demek olacak: İşte bu, gelecekbilimsel ve tümevarımsal bir çıkarsama.
Bu durumda, geri kalan Dünya’yı 3’e ayıralım:
Bir şey değişebilecek olanlar: Brezilya, Hindistan.
Belki bir şey değişebilecek olanlar: G-20’nin G-7 ve yukarıdaki 2 dışındaki öğeleri.
Hiçbirşey değişmeyecek olanlar: En az 150 ülke ve en az 4 milyar nüfus. Değil 2028’de, en makro krizli 2029 olasılığında bile, aşağı yukarı aynı kalacaklar.
Şerh: 2020-2028 arası için üst iki dilim, alt dilimi (ya da hiç olmazsa üçte birini) asimile etmeye kalkacak.
Bunun, 1970 momentinde 1980 momentinin görünüp görümemesinden, hem tümevarımla, hem tümdengelimle çıkarsıyoruz.
Eğer alt dilimi için manivelaya çok bastırırlarsa, arada Çin devrilir.
Yıkım senaryosunun tam olabilmesi için, Çin’in devrilmesi gerekli. Çin ayakta kaldığı sürece, devlet kapitalizmini sürdürecek, çünkü nüfusunun % 97’si liberalizmi benimsemiş (anketler öyle diyormuş). Çin devrilmediği sürece de, 1980-2020’nin devamı olan 2020-2060 projesi, dingildek de olsa, aksak da olsa yürütülür.
Burada tuhaf olan şey şu:
Türkiye, 1960’ta da GNP (gross national product) açısından Dünya ortalamasında idi. 1980’de de. 2000’de de. 2020’de de. Ve bunun için; 3 darbe, 3 liberalizm, 700 bin işkence görmüş, 5 bin birinci terör dönemi ve 100 bin ikinci terör dönemi ölüsü yaşadı ve yarattı. Tanzimat (asıl kültürel globalizasyon) konusunu ise, 180 yıl aradan sonra, kapattı: Bunun yeniden açılması en az 30 yıl alır. Yani Türkiye, ancak bir kontrol parametresi ve turnusol kağıdı olarak tarihsel işlev taşır.
En son Çin, batılılaşmayı en pahalı ödeyen ülke idi. Şu sıralar bayrağı Vietnam devraldı. Bayrağı gönüllü devralacak ve liberalizm mezbahasına koşa koşa girecek en az 50 ülke aday adayı daha var sırada.
Çıkış:
Biz, hala 2020-2060 arasıki bilmem kaçıncı neo-liberal dalganın başarılı olamayacağını, yıkımı ivmelendireceğini savunuyoruz. Ancak, bunu için 2020 momentinde elimizde henüz veri yok. Durum belirsiz yani.
(25 Temmuz 2019)