Salı, Ocak 29, 2019

Yazı Yolu


29.01.19, 11:25.
Yazı Yolu
Son 10-15 günde, İngilizce’den Türkçe’ye, 2 bin karakterlik 15-20 sayfa çeviri yaptım. Bunu interneti olan bir kafede yaptım. Böylelikle de, kendi elyazılarımı da bilgisayara geçirebilme fırsatım doğdu. 15 günün ürünü, 25 A5 sayfası.
Belli temalar yazı gündemimden çıktı. Ağırlık, sanata ve sanat eserleri eleştirisine kaydı ki bunu istiyordum da.
Maddi durumum berbat olsa da, iyimserliğim arttı.
Manevi durumum berbat olsa da, iyimserliğim daha da arttı. AKP’nin gidişini (sonun sonunun sonlarını) somut olarak artık görebiliyorum. Tabii ki ardından yıkım gelecek ama onu zenginler düşünsün, derim.
2018 babamın ölümü nedeniyle travmanın kilitlenmişliğiyle geçti. 2019 için herhangi bir kitap bastırma hayalim yok.
23 yılım daha kaldı diye hayal ediyorum. 25 kitap daha bastırma hayalimi, 5’e indirdim.
Homo Posterus / Asgardia / 2. Sanayileşme üçlemesi, Çapraz Medya, Sinema ve Praksis, Sözcükler, Rüya Yolu.
Henüz şubata ancak gelmemize karşın, baharı görebileceğime ikna oldum.
Gerisi ayrıntı…

Eğitim Arttıkça İnanç Azalıyor


Bunu açıklayan kurum, devletin resmi din otoritesi olan Diyanet Kurumu Başkanlığı.
Bu, eksik bir değerlendirme.
Eğitim arttıkça, ateizm de artıyor, gibi bir kanı yaratıyor. Oysa, eğitim arttıkça, ateizm değil, agnostizm artıyor.
Çünkü, eğitimli de olsa, eğitimsiz de olsa; inansa da, inanmasa da, hiç kimse dinin temel koyutlarını sorgulamıyor. Bunun temel nedeni de, eğitimin niceliği arttıkça, niteliğinin azalması: Eksi zekalı ve eksi bilgili 7,5 milyon üniversite öğrencisi var ülkemizde.
Örneğin, hiçbir üniversite veya ilahiyat fakültesi mezunu, eksi varlığı veya Evren’in var olduğu için yaratılmış olması gerekmediğini, bunun mantıksal bir koyut ve yanılsama olduğunu, bu yanılsamanın da, hem İslam’a, hem de İsevilik’e, Aristo’nun ilk neden kavramı üzerinden, epeyi sonradan (yani o dinlerin başlamasından epeyi sonra) sokulmuş olduğunu bilmiyor veya kavrayamıyor.
Eğer, eksi varlık tanımı kullanılırsa,, tüm tektanrılı dinlerin yorumbilimi çöker, çöktü de.
Atezim, bu eksi varlık konusu gibi, en az 10 tane daha, ana akıma temelde aykırı / karşıt, arklı paradigma içerebilir veya yaratabilir.
Bu durumda da, ‘atayizler bunu da açıklasın’ diye bir şey olamaz.
Yani, söylemin düzlemi çok çok farklı yerlerde, eğitimde değil.
(28-29 Ocak 2019)

Bir Anarşistin İronisi


Önkoyut: Bazı ceza yasası maddelerinden ceza alanların temel insanlık haklarının geri alınması veya uygulanmasının ertelenmesi gibi durumlar, gerçek yaşamda da geçerlidir. Halkların oy verme hakkı toptan geri alınabilir veya bir kezinde düşünüldüğü gibi (Sırplar’ın) bir halkın toptan idamlık suçtan yargılanması sözkonusu olabilir.
Birinci Cumhuriyet Aralık 2013’te, iktidarın hegemonyası Haziran 2015’te fiilen bitti.
Demek ki yaklaşık 42 aydır, pratikte oto-, teorikte hetero-anarşist olarak, devletin yokluğunda devletin çeyrek-yarım zorbalıkla düzeni sağlamasının eksikliğini kitlenin yaşamasını gözlüyorum. Örneğin, hiç evlenmemiş ve çocuk yapmamış biri olarak, devletin ve toplumun çekirdeği sayılan muhafazakar aile kurumu değerinin (aksiyomunun / aksiyolojisinin) ne kadar gerekli olduğunu gözlüyorum: Sahipsiz çocuklar, ya kronik kriminal oluyor, ya da fahişe. Sonunda da, devlet karşıtı biri olarak, devletin bekası yönünde irade beyanı durumuna geldim.
Gecikmeli olarak aklıma gelen soru şu:
Bırakayım, tarih ve gelecek dağınık mı kalsın; yoksa, tekne kazıntısı bir 1978’li olarak, 2. Cumhuriyet’in teorik ve pratik oluşumunda mı yer alayım?
Bir anarşistin ironisi bu…
Benzeri bir ironiyi Ağustos 1983’te bana işkence yapan devletin bekasını, kötülerin içinde en az kötü olduğu için, 2010’dan beridir savunuyor duruma gelerek de yaşadım.
Tüm bunlar, hem tutum-davranış  çatışması, hem de yaşam pratiğinin teoriyi aşmasını bir teorisyen yaşamam ve kubülüm demek.
Şerh:
1983 Ağustos’taki Kürtler’in ayrı bir devlet kurması veya kurmaması üzerinden devletin bekası tartışması ile 2015 Haziran’da 2. Cumhuriyet’i kurabilme veya kuramama olarak devletin bekası tartışması birbirinden epeyi farklı şeyler. Dahası da, çevremizde 10 devlet parçalanırken bizim parçalanmamış kalmamızın tartışılması var.
Yani Türkiye, 3 veya daha çok yönde devletin bekası sorunsalı yaşıyor ve ben bunlardan herhangi biri üzerinde, herhangi bir yerde veya herhangi bir zamanda düşünce değiştirebilirim.
(26 + 29 Ocak 2019)

Pazartesi, Ocak 28, 2019

Sosyal Moloz


Bir köşeyazısından alıntı:
“Eğitim, istihdam veya herhangi bir ‘kamusal aktivite’ içinde bulunmayan genç nüfusun toplamı 4 milyon 520 bin kişi.”
Buradaki araştırmada örnekleme kümesi, 15-29 yaş arası ama lise mezunu ve işsiz üniversite mezunu tanımları, bunu 18-32 de kılabilir.
Bu ülkede 7,5 milyon üniversite öğrencisi, 4,5 milyon asker kaçağı erkek ve onları koca olarak bekleyen 4,5 milyon genç kadın var. 16,5 milyon ediyor. Ortalama evlenme yaşı, üniversite mezunlarında 30’u geçti.
Bu bir dönüşüm. Daha çok AKP (2002-2019) dönemine ilişkin bir dönüşüm ama belirleyici dinamikleri 1983 ile başlamıştı.
İşin tuhafı, o zamanlar durum tersineydi ve 11-18 yaş arasında 4 milyon çırak vardı. Yani, insanlar zorunlu olan ilkokulu bitirir bitirmez, eğitimi bırakıyorlardı.
İkisini birleştirince şu anlaşılıyor:
35 yıllık dönemde toplam istihdam artmadı, azaldı. Bu işsiz kesim, sayıları 200’ü buldurulan üniversitelere yığıldı. Niceliği arttıkça, eğitim düzeyinin niteliği düştükçe düşen bu çakma eğitimle, ezel-ebedi ergenler eksi zekalı ve eksi bilgili oldular.
Sonunda da, bunları sosyal moloz saydılar.
“Gençliğin üçte birinin üretim ve sosyal yetilerini geliştirici mekanizmaların dışında kalması demek, orta sınıfın ortasına yerleştirilmiş bir bomba demektir. Ekonomik ve sosyal kökü koparılmış, dolayısıyla üretim dışına itilmiş kalabalıkların ‘özerkleştirilmiş yürütme gücü’ne tabi kılınması, otoriter siyasetin hareket kabiliyetinin hamurunu oluşturuyor. Bu ‘boş gezen’ kütlede eğitimle yeti kazanan bir kesimin de ‘atanamama’ sarmalı içerisinde polislik, askerlik ve bekçilik vasıtasıyla bir anlamda ‘deklase’ edildiğini ekleyelim.”
Şerh: Üretimin dışına çıkmak, köleleştirmez, tersine özgürleştirir ama bunları değil, eğitimlileri.
Burada bir ayrım yapmak var:
Bu ülkede oylar hep satılıktı ama ekmeğini yediği partiye oy vermeme de bir gelenekti, çünkü CHP çizgisi de aç sınıfı bedavaya çok doyurdu.
Artı, diyelim Suriyeliler’de ortaya çıkan fiili ümmileştirme ile oy deposu sağlanacak diyelim ama yarısı genç-çocuk olan, bunların yarısı terörist, yarısı fahişe olacak olan bir kitleyle ne faşizm icra edilebilir, ne de engizisyon. Edilemedi de, neo-faşizmler ve neo-engizisyonlar ile belli.
Yani, aynı dert G-7 ülkelerinde de var:
Faşistler kendi yerli emekçisinin ve solcular da göçmenlerin hakkını koruduğu için, Fransa gibi bir yerde, 1968’de vicdanı solda + cüzdanı sağda olan küçük burjuvazi, artık vicdanı sağda + cüzdanı solda oluveriyor ki Sarı Yelekliler eylemlerine katılım ve katılımsızlık dağılımı bunu açıkça ortaya koydu.
Tamam bu, tarihsel bir fermentasyon ve ozmosis ama asıl sorun şu:
Devletlerin yanılmışlığı ve çözülmüşlüğü üzerinden, artı global % 5’lik ve G-7’sel % 15’lik göçmen oranıyla, ayaktakımıları ve başıbozuklar tarihi ve kültürü yıkıyorlar.
Hah, işte bu sosyal moloz kesimi, üniversite öğrencisi veya mezunu ayaktakımı ve başıbozuk olmakta… 1. Cumhuriyet’i iktidar yıktığı kadar, onlar da Gramsci’sel pasif ve bilinçsiz katılım ile yıktılar yani. Neo-işbirlikçilik de böyle bir şey oldu çıktı:
Sosyal molozların karşı-devrimci(li)kleri
(28 Ocak 2019)

Meta-Tango ve Piazzolla


Astor Piazzolla bir müzisyendi. Bir kerhane müziği olan tangoyu aldı, kurcaladı, onu cazlaştırdı ve meta-ladı. Onu meta-tango yaptı.
Tango, dansı sevişmenin dikey yapılanı sayılabilecek bir kadın-erkek partner yakınlığı ve teması içeriyor. Ancak, Piazzolla’nın tango müziğine o kadar laubalilik ters kaçıyor.
Belki Woodward’ın Piazzolla ‘Oblivion’ müzikli çizgifilmindeki kadın-erkek çiftinin dansları, yakın ve uygun bir örnek olabilir. Orada uygun olmayan da, oradaki dansın bildiğimiz klasik bale olması. Oysa tango, klasik balenin tütüsünü ve onun kadın ilahiliğini / madonnallığını baştan değiller ve bayağılar.
Şerh: Bu, bir tür bir bayağının bayağılığını değilleyip, onu öteleyip, onu meta-larken, onun töz-form’unu da metamorfozlamak sayılabilir. Burada metamorfozlanan kadın-erkek seksinin laubaliliğidir. Piazzolla’nın tangosunda bir uzaklık ve bir ulaşamama sözkonusudur. ‘Penis-vajinaya’ iken bile kapanmayan bir ‘ma’ sözkonusudur. Belki de, o ‘ma’nın tıpkı negatif diyalektikteki tez-antitez uzaklığı gibi, hiç kapanmaması gerekir ama bu da bizi ‘ulaşamazsan / buluşamazsan aşk olur, tersi durumda bok olur’ açmazına taşır.
Demek ki çözüm başka bir şeydir.
Piazzolla’nın aporia’sı budur işte…
(28 Ocak 2019)

Cumartesi, Ocak 26, 2019

Filler Sevişir ve Tepişir, Otlar Hep Ezilir: Türk Sinema Sektörü


Uzun yıllardan sonra, son 10-15 yıldır yerli ve yabancı filmlerin toplam hasılatları kafa kafaya geldi. Yanısıra, örneğin Sony’nin Coca Cola’yı ve birçok Hollywood film şirketini satın alması gibi örneklerle, Hollywood’un Yanki kapitalizminden asıl Çokülkeli Şirket (ÇÜŞ) kapitalizmine geçmesiyle, aynı adımlar ülkemize de geldi ve Kore kökenli bir sinema salonu sahibi şirket, ülkenin sinema salonlarının yaklaşık yarısının egemenliğini eline geçirdi. Bu kez de, 2 küme arasında çıkar yarışı başlatıldı. Devlet ise, Turkcell’de yaptığı gibi, araya girerek yerli sermayeden yana  tavır aldı.
Oysa açıkça bilinir ki filler tepişse de, sevişse de, otlar hep ezilir. Burada ot, nitelikli sinema seyircisi olmakta.
Türk sinema sektörü ateş olsa, cürmü kadar yer yakar: Hepi topu yıllık 80 milyon dolar ciroluluk ki bu, ortalama bir Hollywood filminin çekim maliyeti bile değil.
Asıl ana akım seyircisi desen, 1975 sonrası doğumlu, eksi zekalı ve eksi bilgili, ezeli-ebedi ergen.
Zan’at filmi yönetmeni sayılan Derviş Zaim ise, bir filmiyle 35 bin seyirci toplayabilmiş.
Yerli film desen; 20 yıldır aynı şeyleri yapan Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz ve Şahan Gökbakar kümesi.
Geçmişe bakarsak:
Ertem Eğilmez 20 yıl aynı aile filmlerini yaptı, sonra unutuldu gitti. Dünya’nın 3 numaralı mizah dergisini çıkaran Oğuz Aral, aynı lümpen muizahı 20 yıl yaptı, sonra unutuldu gitti. Sözünü ettiklerimiz de öyle olacak. Yolun sonuna geldiklerinde efendice emekli olacaklarına böyle çıngar çıkarıyorlar.
Sonuç:
Türk sinemasında gelecek program yok, onun yerine çok çok para kazandıracağı sanılan ve kötüsünün olmadığı sayılan reklam / ‘rating’ var.
(24 + 27 Ocak 2019)

Pazar, Ocak 20, 2019

Fransa 2018, Sarı Yelekliler, Gezi, Slaktivizm (Eski Bir Metin)


Tarihte tümdengelimsel akıl yürütme kullanmanın bir yolu, tarihsel yinelemelerin ve istatistiklerin çizdiği grafiklerden oluşturulan denklemlere göre, ekstrapolasyonsal veya intrapolasyonsal kestirimler ve çıkarsamalar yapmaktır. Yani, bu böyle böyle olmuştur, şu da şöyle şöyle olacak olsa gerekir, gibi…
Tarihte sikluslar olduğunu biliyoruz. 1980 ertesiki neo-global neo-liberal dalganın 2007’den 2017’ye (üretenlerin kendi elleriyle) tükendiğini biliyoruz. Dolayısıyla bizim deyimlerimizle, başarısız isyan (rebel), kazan kaldırma (riot), devrim girişimleri olacağını da biliyoruz veya çıkarsıyoruz. Doğrulandık, öyleyse: Oldu da, oluyor da, olacak da…
1993 Seattle’dan beridir bu küçük burjuva isyan dalgaları süregeliyor ve her kezinde sön(dürül)üp gidiyor. TC’de de 2013 Gezi olayları böyle oldu.
En başından beridir değil ama yinelenen ve her kezinde yenilen bu girişimlerden Gezi ve Sarı Yelekliler olayları, rahatça slaktivist olarak nitelenebilir. Apolitik olduğu için değil, herhangi bir şeyi kökünden değiştirmek için herhangi bir çıkış noktası yaratmış olmamaları nedeniyle, bu süreçler slaktivist, küçük burjuvaların (kültürel) ego masturbasyonları için yaptıkları eylemler olarak tanımlanageldi.
Mayıs 1968’de Abidin Dino’nun tanıklığıyla ve kaydıyla, yeni model araba almak için grev ve miting yapan Fransa işçileri, 2018’de emeklilik ve haftalık 40 saat mesai hakkının kaybı noktasına geldiler. Ancak yine de, Metin Yeğin’in Gazete Duvar’daki röportajının imlediği üzere, 1968’lilerin torunları sayılabilecek olan Sarı Yelekliler, 2018’de çevreci / şarj edilebilir elektrikli araba almak için gösteri yapıyorlar (12.12.18, Gazete Duvar). Kimse düşünmüyor ki elektrik, Dünya’nın en kirli, en pahalı, en verimi düşük enerji biçimidir, yapılan da, çevrecilik değil, karşı-çevreciliktir, onun yerine ÇÜŞ’lerin öldürttüğü çevrecilerin cinayetlerini (herşey oyup bittikten sonra olsa da) Sherlock Holmes gibi izleyip çözmek gerekir. Geziciler ise, Erdoğan sayesinde kazandıkları paralarla, Erdoğan’ın izin vermediği yaşam biçimlerini sürdüremedikleri için, Erdoğan’a kazan kaldırmışlardı. Bizce bu ikisi, özde ve tözde küçük burjuvazinin ölümcül politik ayırtsızlığı ve tarih bilinçsizliği demek.
Bakalım bu politik ayırtsızlıklara:
1945-1990 arasında, Soğuk Savaş döneminin sürdürülmesi ve bitirilmesine koşut ama ondan bağımsız olarak, AB ülkelerinde klsik sağ-sol ayrımı anlamsızlaştı(rıldı).
Başlangıçta (ilk 1980’lerde), muhafazakar-liberal gibi, geçerlilikte çelişik ve uyumsuz kavramlar üretildi ve uygulanamadı. Devamında sağın söylemini sol, solun söylemini sağ kullanır oldu. Bizde, 2015 seçimlerinde, çoğunluğunu yeni seçmenlerin oluşturduğu % 7’lik kesim MHP-HDP arasında seçim yapmaya, seçime 2 hafta kala karar verememiş oldu. Şu anda da Fransa’da uç sağ ile uç sol, özellikle Sarı Yelekliler olaylarından sonra, aynı söylemi kullanır oldu. Aşırı ironik durum olarak, Fransa emekçilerinin haklarını korumak bir faşist bir kadına, Marie Le Pen’e kaldı.
Burada ara bir karşılaştır-karşıtlaştır:
Bu sağ-sol yer değiştirmesi, 1789 ertesinde de vardı. Kilit konu, kralın kalması veya gitmesi idi. Zaman içinde sağlar sol, sollar sağ olmuştu, yani önce kralın gitmesini isteyenle, sonra kalmasını ister ve/ya tersi olmuştu. Sonra, devletsel terör dönemi ve ardından da diktatör Napolyon geldi. 1920-1940 Mussolini-Hitler, benzer bir durum idi. Şu andaki uç sağ AB’li partiler benzeri bir durum. Farklar ve benzerlikler var. Hitler Napolyon’dan daha zayıftı ama o da Moskova yollarında dondu. Şu anda ise Haider veyeaLe Pen, ne Napolyon, ne Hitler, ne de Taliban-IŞİD liderleri Hasan Sabbah.
Bu durumda 1990-2020 arasındaki, çıkarı zedelenmiş küçük burjuvaların debelenmesi var. Tarih, sikluslar inip çıktıkça, sınıf atlayan veya geri düşen benzeri sınıfsal örneklerle dolu. Öyle ki en eski ve en acımasız devirlerde bile bazı köle kesimleri, bugünün 4. Dünyalı emekçilerinden daha iyi yaşıyor idi, durumda oldu.
1905 ve 1917 Rusya, 1911-1949 Çin süreçlerinin gösterdiği üzere, başarısız öndevrimler, aşağı yukarı bir gelenek olmuş durumda. Ancak, ne Gezi, ne de Sarı Yelekliler, hatta ne de DTÖ karşıtı tüm oluşumlar, yani ‘Biz % 99’uz’ veya ‘Wall Street’i İşgal Et’ oluşumları, bu başarısız öndevrim aşamasına bile gelemedi. Dile kolay, 30 yıldan söz ediyoruz. Dile kolay, 250 yıllık bir isyan geleneğinden söz ediyoruz.
AB’de hala sosyal devlet var. Hala sol oluşumlar var. 2 sağ partili ABD’de göçmenlerin üzerine askeri veya polis salabilirsin ama Macron o göstericiler karşısında geri adım atar, attı da. Ki bu da, dolaylı olarak, ABD-AB çatlağının ve çatışmasının büyümesine yol açacak.
Sonuçta, Gezi de bir yere varmadı, Sarı Yelekliler de bir yere varmayacak ama belki başka şeylere dönüşecek, Taliban-IŞİD dizisi gibi).
Sonuçta isyan sürecek ama sanıldığının ve savlandığının tersine. Halklarının kümülatif bilgisi ve bilinci yok, ne yazık ki olamıyor. Bu yüzden de tamama yakın kezinde yeniliyorlar.
İronik olarak, tarihte tam yenilgi, yarı yenilgi yarı zaferden daha çok öğreticidir.
Gezi’den, insanın üzerinde oturduğu sandalyeyi yerinden kaldıramayacağını, Sarı Yelekliler’den ise en alt sınıfların da altsınıflardan oluştuğunu öğrendik (isyanlara belli proleterya kesimleri katılmadı) ki bu ayrı ve başlı başına bir metin konusu.
Bir de, yıkımı oyun sanan ezeli-ebedi ergenlerin bolluğunu gördük. Görüyoruz ve göreceğiz.
(12 Aralık 2018)

Cumartesi, Ocak 19, 2019

VR Sinema ve Holografik Sinema


Bu konu ve metin, son model teknolojiyi ağırlıklı olarak kullanan sanat dallarında, burada fotoğrafta, sinemada ve çapraz medyada, teknolojinin neden ve nasıl doğrudan ve birebir determinist olamadığının irdelenmesi üzerinedir.
VR, virtual reality / sanal gerçeklik demek. Burada ise özellikle, sanal gerçeklik gözlüğü ile yaratılan bilgisayar oyunu ve sinema filmi demek. Bunu seyrederken tümüyle 3 boyutluluk deneyimi var ve 5 duyu-dilik tümleşik sanat diline doğru bir evrim adımı daha sözkonusu.
VR sinema, yalnızca VR gözlükleri ile seyredilebilen film yapmanın 2018-2019 momenti ki buna yuvarlamayla 2020 de diyebiliriz. VR sinema, Rodriguez’in ‘The Limit’i ile gündeme kalıcı olarak girdi. Konuyu bilgisayar oyunu bakış açısı ve kameralaması ile ele alan ‘Hardcore Henry’ ise 2016 momentli idi. Buradan, konuyu 2015-2020 momentli saymaya varıyoruz. 2’si birlikte olarak, konuyu çapraz medya ve onun yeni bir altdalı kılıyor.
Holografik filmin değilse bile, holografik fotoğrafın tarihi 1936 kadar eski. Holografik konsol oyunları ise, 1980’ler momentli. 3B filmler ise 1960’lardan beridir var ve farklı teknolojiler (çoğunluk gözlüklü seyir olarak) kullanıyor ve herkes filmi 3 boyutlu olarak algılayamayabiliyor.
Buradaki ayrım, VR sinema ile holografik sinemanın ayrımı, teknoloji açısından zihnin içinde veya dışında 3 boyutluluk algısı yaratan araç kullanmak olmakta. VR gözlük, 3B gözlükten daha başarılı olmuş görünüyor. VR aleti, 3B gözlükten daha pahalı ama daha gerçekçi izlenim yaratıyor. Üstünlük, bu son filmle VR’ye geçmiş görünüyor ama sonuç hala belirsiz.
Buradaki can alıcı nokta; hem çizgiroman, hem de bilgisayar oyunu anlatı tarzlarının, doğrudan hem çapraz medyanın, hem de sinemanın anlatı diline aktarılması ve onu dönüştürmesi ki bu kısa-film’leşen reklam ve klip ile de olmuştu zamanında: İşte bu da, en teknoloik bağımlı sanat dallarında bile, anlatının teknolojiye birebir bağımlı olmadığını imliyor.
(18 + 20 Ocak 2018)

Anarşist Estetiksel Avangard Sanat Eleştirisi 2019-2020


Anarşist deyince, Stirner’ın ve Bellegarrigue’nün çizgisini anlıyoruz. Stirner’ı egosentrisist, egoist veya solipsist saymıyoruz. Stirner eğer bunlar olsa, Marx-Engels düetinden başlayarak, tamama yakın marksist, fazla fazla öyle olur: Paris Komünü ertesinde ve Enternasyonel’lerdeki davranışları belli çünkü. Marx-Engels ikilisi 1871 gibi, Neçayef-Bakunin ikilisinden daha egoist, daha egosentrisist, daha solipsist davranmıştır örneğin.
Estetik deyince, sanatın bilimini ve kültürolojisini anlıyoruz. Kendilerini marksist / sosyalist / sosyal realist sayan ama bizim burjuva gerçekçisi saydığımız, tiyatroda Brecht, gündelik yaşamda Benjamin, romanda Lukacs ile özetlediğimiz, müzikte ve özellikle de Klasik Avrupa Müziği’nde Adorno ile özetlemediğimiz Frankfurt Okulu’nun estetik anlayışının omurgasını benimsiyoruz.
Avangard bitti’ tezlerinin önesürüldüğü yeramanlar da dahil olmak üzere, avangard sanatın 20. ve 21. Yüzyıl’da inişlerle ve çıkışlarla süregeldiğini kabul ediyoruz ve izliyoruz. Yalnızca, avangard sanat dalları ve altdalları, odaklanma kaydırması yaşıyor sürekli: 1895-1915 modern resim avangarddı örneğin, 2010-2020 arasında çapraz medya avangarddı örneğin, sırada holografik sinema var gibi.
Avangard sanat; popüler kültürde de / sanatta da vuku bulabilir, elit sanatta da. Burada, biçim, içerik, praksis sentezleri ve dekadansları irdelemesi gerekir ama o ayrı bir metnin konusudur.
Eleştiri deyince, sanat eserlerinde duyguları değil, düşünceleri ve bilgileri bulup çıkaran bir yaklaşımı benimsiyoruz. Sanat eserinin veya sanatçının herhangi bir demografik odağa bağlanmasını (engagement), doğruyu dilegetirmeye engel bir durum / duvar sayıyoruz. Yani doğruyu söylemeyi, aydının dava insanlığından (ve kitlenin eksi zekalılıklarının ve eksi bilgililiklerinin kefaretini ödemesinden) öne ve önceye alıyoruz.
Eleştiri deyince, sanat dallarında ve altdallarında çokdisiplinliliği ve disiplinlerarasılığı anlıyoruz. Çapraz medya ortaya çıkmadan önce de, edebiyat ‘spin-off’ları vardı, tiyatro gibi sanat dalları duyu-dilleri bileşik olarak kullanıyordu, vd.
Eleştiri deyince; günce, mektup, öykü dizisini değil; günce, mektup, eleştiri / deneme çizgisini anlıyoruz. Böylelikle de, edebi değer (aksiyoloji) olarak kurmaca-dışı’yı kurmacanın birkaç düzey üstüne alıyoruz. Zaten kurmaca, duygularla ilintilidir, bazı deneme ve eleştiriler ise düşünceyle ilgilidir.
Anarşist estetiksel avangard sanat eleştirisi deyince, geleceğe özgürlük ve varlık-yaşama hakkı tanıyan, (zamanında önce fotoğrafı ve ardından sinemayı sanat saymayan özgürlük-dışı eleştiri anlayışı gibi) çapraz medya gibi yeni sanat dallarına, varlık ve eleştirilme hakkı tanıyan bir çizgiyi anlıyoruz.
Bu anlayışla yazılmış eleştiri metinleri, Hayalet e-dergideki çizgiroman, dizi, film, bilgisayar oyunu, çapraz medya eleştirileri olarak internette mevcut. Keza, ‘gelecekbilim.blogspot’ta derleme olarak ve oradaki kullanıcı profilinden ulaşılabilecek biçimde, diğer 10-15 sanat eserleri eleştirisi tam kitabı olarak da internette mevcut.
Anarşist estetiksel avangard sanat eleştirisi ne işe yarar?
Bilimkurgu roman, 1830-2000 arasında, gelecekbilimden daha belirgin ve doğrulanmış gelecek tahminleri (dolayısıyla daha geçerli bilgiler) içerdi. Aynı zamanda, Soğuk Savaş döneminde (1945-1990) insan türünün yok olabilecekliği üzerinden, hiç tasarlanmamış gelecekler tasarladı. 1990 ertesinde ise, gerilimsizlikten önce sündü, sonra daha kısa vadeli ama çok çok daha kesin-belirgin öyküler üretmeye başladı: Robinson’un ‘2312’si bu konuya doruk bir örnektir; yalnızca oradaki tahminler, 300 yılda değil, 10 bin yılda gerçekleşecektir: Oradaki tahminler; söz geçen süreler boyunca, gelecekteki var olacak şimdinin henüz doğmamışlarına, Dünya Sistemi’ne bir alternatif olarak, geçmişe iskandiller indirmeye yarayacaktır.
‘2312’deki ve özellikle de ‘Triton’daki kadın-erkek gelecekbilimi, günümüzde en avangard geçinen Lgbti’lerin bile tasarlayamadığı ve arzulayamadığı özgürlük alanları tasarladı şimdiden. Yani, bilgi üretirken duygu da üretmenin sakıncası yok: Tersine ise, duygu üretirken, bilgiyi yok etmenin sakıncası var.
Anarşist estetiksel avangard sanat eleştirisi’nin olabilirliğini, bir: Dünya Sistemi ile 1980 ertesiki neo-global neo-liberal sistemin iktisadi-siyasi-askeri üçlü sistematiklerinin ölümcül ayırtsızlaşması ve bu yolla, geleceğin önüne inşa edilmiş duvarda çatlaklar oluşması sağladı. Bizim bakış açımız ve tezlerimiz, bunu sanat eserlerinin zihinsel tüketimi ve eleştirisi yoluyla sürdürmek yönünde ilerliyor.
Çıkış dipnotu: Bir tezin kendi antitezinin yapacaklarını yapması yoluyla oluşan negasyonlu poliyalektik, bizim bir anarşist olarak devletsizleşmiş sokakta devletin yeniden inşası yönünde irade-edim kullanan bir anarşist olmamızla ironik olarak koşut gitti. Bu metin de, o nedenle ve böylelikle yazılabildi zaten. Diğer bakış açısı odakları; bizim gördüğümüzü görmüyorlar, çünkü bizim baktığımıza bakmıyorlar.
(9-10 Ocak 2019)