Salı, Mart 31, 2015

Eksicilik / Minusism

Öncelikle:
Bir: Eksicilik, minimalizm değildir, onun ötesidir.
İki: Eksi, negatif ile de belirtilir ama eksi, olumsuz değildir, tersine çok olumludur.
Kapitalizm veya tarihin / kültürün bu momenti, epeyi uzun süredir (diyelim 1945’ten beridir)  tüketim miktarından çok mal ve hizmet üretiyor durumda. Artı, son 35 yıldır insanlar aslında tüketmeyecekleri milyonlarca şeyi tüketti. Artı bu nedenle, çok-çok sıfır meta hiç kullanılmadan çöpe giti. Artı, üretim fazlası yiyecekler, denize döküldü.
Üretimin tüketimden az olduğu durumda tutumlulukçuluk akımı / geleneği ve üretimin tüketimden çok olduğu durumda israfçılık akımı / geleneği olması olağan.
Ancak Dünya, yaklaşık 2010’dan beridir, artık kendini yenileyemiyor. Yani, artık geri vitese takmanın zamanı geldi.
Ekscilik bunun içindir.
Nüfus artışı duracak. Sonrasında artı: Şu ya da bu biçimde, ister doğum kontrolüyle, ister ölüm kontrolüyle nüfus azaltılacak, 1-3 milyar arasına.
Ekonomik büyüme durdurulacak.
Üretim artışı durdurulacak. Hatta orta vadede eksiltilecek.
Her yıl, çöpe atılan kadar üretim eksiltilecek. Örneğin, ekmek üretimi % 10 eksiltilecek: Hemen.
Nasıl mı?
Kota koyulacak. Bunun artık olamayacağını önesürenlere belirtke: Zaten birçok yerde gıda kota uygulaması mevcut ve gayet de güzel işliyor.
Üretimi hiç yapılmayacak mallar belirlenecek.
Kitap gimi kütlür metalarının üretimi bile azaltılacak.
Bunun için de:
İnsanlara; yılda 2 çift ayakkabı, 2 takım elbise, 12 kitap gibi sınırlar koyulacak.
Bu ne kadar mı sürer?
En az 2150’ye kadar.
Ne zaman mı başlar?
2050 gibi belki.
Ne kadar geç başlarsa, süreç o kadar sert koşullarda işler.

Bunu ben söylemiyorum, tarih söylüyor: bolluk yılları, kıtlık yılları.

Pazartesi, Mart 30, 2015

Bağımsızlar ve Demokratlar Birliği: Fransa



Dünya’da, özellikle de Avrupa’da, 1789 Fransa Devrimi ertesinde oluşmuş, klasik sol-mağ parti dağılımı dengesinin açmazları, politik partileri yeni arayışlara yönlendirdi.
Bu durum, Almanya’da yeni / farklı / küçük / marjinal partilerin oluşmasına ve oy almasına yol açtı ve neredeyse kısa gelecekte hepsinin oy toplamı, ana sağ ve ana sol partilerin oylarını geçti geçecek gibi.
Bu durum, olayın beşiği Fransa’da ise, tuhaf bir oluşuma yol açtı:
Bağımsızlar ve Demokratlar Birliği.
Birlik 9 partinin (Radikal Parti, Yeni Merkez Parti, Mrkezi Dayanışma, Demokratik Avrupa Gücü, Modern Sol, Bölgeler Hareketi, Bağımsızların ve Köylülerin Ulusal Merkezi, Liberal Demokrta Parti, Yeni Demokrat Ekoloji) birleşiminden oluşmuş.
Biraz, ne deve ne kuş gibi bir oluşuma benzemekte.
Bu grup, 22 Mart 2015 seçimlerinde, kalkıp Sarkozy’nin partisiyle katılım koalisyonu kurup, % 28,2 oy alınmasını sağlamış. Bunun ne kadarı onlara ait, henüz belirsiz.
2 meclisli Fransa’da, 43 ( / 348)  senatörleri ve 30 ( / 577) milletvekilleri var. Demek ki azıcık elitistler. Demek ki % 6-12 de potansiyel oy oranları var. Parti 2012 tarihinde kurulduğu için, bu ilk seçim denemeleri. Onda da, seçime ayrı girmemiş oldular.
Seçimlerin ikinci turu da var. Oy kaybeden sosyalistler Marie le Pen’e oy verslkdmsı diye, sağ koalisyona oy verilmesini istemiş ki bunu daha da önce yaptılar ve bu da, hiçbir biçimde demokrasi sınırları içinde bir eylem / tutum / davranış değil.
Şimdi ikilem şu:
Bu 9 parti tek tek seçime girse, bir şey yapamaz.
Bu 9 parti, birarada koalisyona girince de, ne yapmış oldukları belli olmadı.
Fransa’daki bağımsız seçilme kurallarını merak ettim doğrusu. Eğer, seçilebiliyorlarsa, onlara önerdceğim tek anlamlı politik davranış o  olur.
Tersi durumda ne yapabilirler ki?
Sağ partilerle koalisyon yapan Sosyal Demokrat Parti’ye entegre olan Yeşiller, Almanya’da ne yaptı ki?
Farklı ve/ya yeni olmak bu mu ki?
(Fransa’daki oluşumun içinde, taa eski-eski toprak, Viscard D’Estaing var.)

Yani bizcesi Fransa, sağ-sol politik açmazına şimdilik bir çözüm üretemiyeceğini, üstüne üstlük bir de böyle bir niyetinin bile olmadığını açımladı bu durumla.

Pazar, Mart 29, 2015

Virginia Woolf ve Sözcükler



Önbilgi: Woolf’un dedikleri, linke de kısaltılarak alınmış ama ben onların da yalnızca belli yerlerini alıntıladım ve çifttırnakladım ve artı kalınlaştırdım.
“Aşağıdaki metin ise Woolf’un 29 Nisan 1937 yılında BBC radyosunda ‘Words Fail Me’ (Sözcükler Beni Yanıltır) başlığı altında yaptığı konuşmalardan birinin uzunca bir kısmı. Bu program kaydı Woolf’un sesiyle tanışmamızı sağlayan, bugüne kalan tek kayıt. Bu konuşmasının başlığı ise ‘Craftsmanship’ (Zanaatkarlık).”
“Şu muhteşem ‘kızıla boyamak’ sözcüğünü örneğin, ‘sonsuz denizler’i hatırlamadan kim kullanabilir? Eski günlerde, tabii ki İngilizce yeni bir dilken yazarlar, yeni kelimeler icat edip onları kullanabiliyorlardı. Bugünlerde de yeni kelimeler icat etmek kolay, ne zaman yeni bir manzara görsek veya yeni duygular hissetsek dudaklarımızdan dökülüveriyorlar, ancak onları kullanamıyoruz, çünkü İngiliz dili eski.”
Bir yazarın kendi dilini öldürmesi ne ilginç. Tabii ki Türkçe’de 1930’larda, 1960’larda, 1990’larda, başka dillerde olmayacak biçimde, peşpeşe dönüşümler yaşandı ve asıl önemlisi Türkçe, 1930’dan itibaren, şu anki biçimiyle yoktan var edildi, onun doğmasını engellemek isteyenlere karşın. Yeni bir dil olmak iyidir yani.
Tabii ki İngilizce, böyle bir dönüşüm yaşamadı ama Shakespeare var, onun İngilizce’ye kazandırdığı 2.000 küsur sözcük var ondan 300 küsur yıl sonra bile, bunların 200 küsuru hala kullanılıyor.
Tamam işte, kendine güvenen yazar borazancıbaşı, yaratırsın sözcükleri, sonra da onları zamana bırakırsın.
“Yepyeni bir kelimeyi, aslında çok açık ama aynı zamanda esrarlı bir nedenle; bir kelime tek ve ayrı bir varlık olmadığı, diğer kelimelerin bir parçası olduğu için eski bir dilin içinde kullanamazsınız.”
Buna ‘dil alaşımı’ deniyor ve önesürülenin tersine bu, hep yapılageldi. Zaten, Shakespeare zamanında da İngilizce dilsel olarak eskiydi.
“Yeni kelimeleri uygun bir biçimde kullanmak için, başlı başına yeni bir dil icat etmek zorundasınız...”
Tam öyle değil:
Bir:
Türkçe’de bu, Batı ve Doğu dilleri arasında Öztürkçe sözcükler oluşturumu olarak yaşandı. Sonra da, eşanlamlı ama 3 ayrı kültürel kökenli 3 sözcük, aynı dilde nüanslı anlamlar kazandı.
İki:
Eğer felsefeci iseniz, işiniz zaten yoktan dil ve düşünce var etmektir. Felsefe tarihine geçmiş tüm felsefeciler de, yeni sözcükler ve yeni bir dil yaratmıştır zaten ama tüm edebiyatçılar değil.
“Çünkü şu anda en azından yüz profesör geçmiş edebiyat üzerine dersler verirken, en az bin eleştirmen bugünün edebiyatını eleştirirken ve yüzlerce genç erkek ve kadın İngiliz edebiyatı sınavlarını en yüksek notlarla geçiyor olmasına rağmen, ders görmediğimiz, eleştirilmediğimiz, öğretilmediğimiz dört yüz yıl öncesinden daha iyi yazıp, o zamandan daha iyi okuyor muyuz? Bizim modern George dönemi edebiyatımız, Elizabeth dönemi edebiyatına bir yama mı?”
Woolf’a burada yalnızca ‘yuh’ diyorum.
'Kelimeler sözlüklerde değil, zihinlerde yaşar.'
Sözcükler; sözlüklerde, zihinlerde, kitaplarda ve kültürlerde yaşar, doğar, ölür. Hiçbiri, bir diğerini engellemez ve 1-4 arasında tüm kombinasyonlar mümkündür.
“Merasim ve adetlerle bizim kadar ilgili olmadıkları doğrudur. Asil kelimeler, avam kelimelerle çiftleşir. İngilizce kelimeler canları isterse, Fransızca kelimelerle, Almanca kelimelerle, Hintçe kelimelerle, Siyah [Negro] kelimelerle evlenirler. Aslında, sevgili İngilizce annemizin geçmişini ne kadar az kurcalarsak, bu hanımefendinin itibarı için o kadar iyi olur. Zira kendisi başı boş dolaşan alımlı bir genç kızdır.”
Hayır. Bugün büyük-büyük İngilizce sözlüklerde İngilizce’nin 100 dilden sözcük aldığı görülür. Bu, bir dili öldürmez. Zaten kakao, kakaodur ve öyle de söylenir, Mayaca da olsa ve artı Türkçe’de de.
“Saflıklarının veya katışık hallerinin tartışılmasından hoşlanmazlar. Eğer Saf İngilizce Topluluğu oluşturursanız, hemen Katışık İngilizce Topluluğu kurarak size kırgınlıklarını, bunun sonucu olarak da çok modern bir dilin yapay hiddetini göstereceklerdir; bu püritenlere karşı bir protestodur. Aynı zamanda oldukça demokratlardır; bir sözcüğün diğeri kadar; eğitimsiz kelimelerin eğitimliler kadar; işlenmemiş kelimelerin işlenmiş olanlar kadar güzel olduğuna inanırlar, onların toplumunda rütbe ve unvanlar yoktur. Ne bir kalemin ucunda bağlamından koparılmayı ne de ayrı ayrı incelenmeyi severler.”
3 bölümlü bir saptama dizisi:
Bir:
Evet, Türkçe’de de aynısı oldu. Farklı tercihler oldu. Ben melezleme taraftarıyım.
İki:
Ben şöyle derim: Entek dil de, sokak dili de farklı niteliklerdedir, biri diğerinden daha değerli değildir: Sıradan insanların mektuplarının, en değerli yazarların eserlerinden daha nitelikli dile getirimler taşıdığını, onlarca sıradan insanın mektubunu toplamış biri olarak, kesinkes biliyorum.
“Cümlelerde, paragraflarda, bazen sayfalar boyunca birlikte yaşarlar. Kullanışlı olmaktan nefret ederler; para kazanmaktan nefret ederler; herkesin önünde onlarla ilgili dersler verilmesinden nefret ederler. Kısaca, onları sadece bir anlamla ile damgalayan veya onları tek bir yaklaşıma hapseden her şeyden nefret ederler, çünkü değişim onların doğasıdır.”
Sözcükler para kazandırabilir. Yazar, aç ölmeyi tercih edebilir. 2 durum, birbirinden istatiksel olarak karşılıklı bağımsızdır. Son bölüm için ise şu saptama: Kafka, onun sözcüklerini bugün anladığımız anlamda kullanmadı, çünkü toplama kamplarını hiç görmedi, öngörüsünü sınayamadı yani.
“Onları (sözcükleri) bir anlama sıkıştırıyoruz, kullanışlı anlamlarıyla, treni yakalamamızı sağlayan anlamlarıyla, sınavları geçmemizi sağlayan anlamlarıyla...”
Ben, buna ‘semantemleri geçici olarak sabitlemek’ diyorum. Yani, aynı yazar aynı sözcüğü çok çok ayrı anlamlarda kullanabilir, kullanmıştır da, özellikle de yaşamı uzunsa. Bunun için ilk ve en uygun sözcük ölüm’dür.
Sonuç:
Woolf, dilbilimden ve dil tarihinden anlamıyormuş, onu gördüm.
Bilmediğini öğrenecek bir epistemik momentte de değildi ama bilmediğini bilmek, her zaman bir yazarın sorumluğundadır.
Victoria dönemi süslülüğü, Woolf’ta hala yaşıyormuş.
Sonuç-sonuç:

Kendi ati bir oda ama boş bir oda, kendine ati bir dil ama boş bir dil.

Çarşamba, Mart 25, 2015

Ateşkes Bitti



Vakıa aynı ama rivayet muhtelif:
“TSK’nın Mardin’de operasyon yaptığını belirten Önder, ‘Mardin’de valinin onayı, yani hükümetin de oluruyla başlatılan operasyon ateşkes koşullarının ağır bir ihlalidir’ ifadesini kullandı.”
“TSK tarafından yapılan yazılı açıklamada PKK’lıların saat  13.25’te Dağlıca / Yüksekova / Hakkâri Bölgesindeki askeri  unsurlara üç adet havan atışı yaptığı belirtildi. Açıklamada ‘Dağlıca’da bulunan havan tespit radarıyla belirlenen söz konusu havan atışlarının yapıldığı hedefler, 155 mm Fırtına Obüsü ve 120 mm havanlar ile derhal ateş altına alınmıştır’ denildi.”
Not bilgi: İlk haber, ikincisinden daha sonra yayına girdi.
Böyle olacağı belliydi:
Kandil, tarih olarak Nisan 2015’i vermişti.
Birileri, provokasyona dikkat edilmesini ister olmuştu.
Sorun şu:
Seçime silahların gölgesinde gireceğiz.
Peki, silahların gölgesinde HDP baraji geçer mi?
Baraj % 10.
Kürt seçmenler de % 10.
Eh, Kürtler’in % 100’ü HDP’ye oy vermez.
Eh, yarı-bunak 68’lilerin önemli bir bölümü bu gidişatta vazcayar.
Yani, sonuç baştan belli.
Da, 8 Haziran 2015 sabahı, ne halt yeriz toptan?
Çıkış:
Ben, en başından beridir önesürdüğüm, AKP’nin HDP’nin barajı geçmesine izin vereceği ve onların çoktan anlaştığı savındayım hala.
Başlar sevişir, ayaklar savaşır ve ölür.
Sorun akrepte değil, kurbağada...

Sorun başlarda değil, ayaklarda...

Salı, Mart 24, 2015

Tarih Dersleri



5 milenyumluk Dünya Sistemi olan tarihte birincil olarak 4 ana kategori hep vardı:
Devlet, yazı, ticaret, savaş.
Bunlardan ticaret ve savaş, tarih öncesinde de vardı ama devlet ve yazı tarih ile başladı sayılır.
İkincil olarak da, yine ana 4 kategori vardı:
Din, hukuk, ahlak, siyaset.
Görüldüğü gibi, bunların hepsi insanların birarada yaşamasına ilişkin kurallar yaratıyorlar ama başka başka açılardan.
Bunların 4’ü de, tarih öncesinde de mevcuttu.
Ancak, üstyapısal kültürel kuramlar olan bilim, sanat ve düşün’e gelince, işler değişiyor:
Bilimin 4 (matematik, fizik, kimya, biyoloji), sanatın 9 (yazın, müzik, dans, tiyatro, mimari, heykel, resim, fotoğraf, sinema) ve düşünün 4 (ontoloji, fenomenoloji, epistemoloji, metafizik) temel dalının olmadığı toplum çok, hepsinin olduğu toplum da yok tarihte.
Hatta Dünya Sistemi’ci marksist tarih-modeli’ciler bile, tarihi askeri, siyasi, iktisadi birikim olarak irdeliyorlar ama bilimsel, sanatsal ve felsefi birikim olarak irdelemiyorlar.
Tarihte birçok (onlarca) askeri, siyasi, iktisadi zirve ülke-devlet var ama bilim-sanat-düşün zirvesini birarada yapan hiç yok ve tek tek olarak da, 2-3 ülke-devlet ya çıkar, ya çıkmaz.
Bu da, tarihin henüz tarih ol(a)madığını imliyor.
Buna ek olarak, bir de şu durumu imliyoruz:
1945’teki 2 atom bombası, insan türünü fiilen bitirdi ve 1957’deki ilk yapay uydu, insan türünü uzaya ve başka bir tür olmaya aştırdı (transendans). Şu an ve son 70 yıldır, bunun hala epsilon’larını yaşamaktayız.
Yani, böylelikle tarih, henüz tam’a yükseltgenemeden ve bütün-tarih ol(a)madan, başka bir şeye metamorfozlandı.

İşte bu nedenle, 5 milenyumluk geçmişbilimi (tarihi), 5 milenyumluk bir gelecekbilime (fütürolojiye) entegre etmezsek / praksislemezsek / sentezlemezsek; insan türü, Yeryüzü’nden geriye kalıcı bir şeyler bırakamadan, silinip gidecek.

Fransa 2015 Yerel Seçimleri


Sonuçlar şöyle imiş:
“Resmi olmayan ilk sonuçlara göre, UMP, Demokratlar ve Bağımsızlar Birliği (UDI) ve Demokrat Hareket'ten (MODEM) oluşan merkez sağ oyların yüzde 31'ini, aşırı sağcı Milli Cephe (FN) oyların yüzde 24'ünü, iktidardaki Sosyalist Parti (PS) ise oyların ancak yüzde 20'sini aldı.”
Oysa tahminler şöyle idi:
"Fransa'da, 22-29 Mart tarihlerinde iki turlu olarak yapılacak bölge seçimleri öncesi yapılan tüm anketler, FN'in seçimlerden açık arayla galip çıkacağını gösteriyor.
‘Le Parisien’ gazetesi için eğilim yoklaması yapan Odaxa'nın anketinde, FN'in yüzde 33 ile seçimleri birinci tamamlayacağı belirtildi."
Bu, çok ciddi bir hata.
Çok da ciddi bir değişim.
Sarkozy geri dönüyor gibi.
Le Pen faşizminin iktidarı gecikecek gibi.
Seçmen, hala yerel seçimlerde tuhaf dağınıklıklar sergiliyor gibi ya da hala saçmalıyor gibi.
“Sarkozy, birçok bölgede seçmenlerin merkez sağa oy vermeyi tercih ettiklerini belirterek, ‘Fransa'da değişim başladı ve durmayacak’ yorumunda bulundu.”
Eh, seçmen hala saçmalıyor ama zamanında bir numaraya seçilen ve sonra da koltuğu kaybeden de hala saçmalıyor gibi.
Fransa, parlamenter demokrasinin ve sağ-sol parti dağılımının saçmalığını fiilen en iyi ve en uzun süredir sergileyen ülke durumunda.
Yine öyle olmuş.
Benim gıcıklığım ve sözüm, faşist olmayı bile beceremeyen ve son anda faşizmden bile döneklik yapan, arıt aşağıdaki örnekte tarihte ilk kez bu durumu sergileyen, cüzdanı sağdayken vicdanı solda olup, cüzdanı sola kayınca vicdanı sağa kayan Fransa seçmeninin o % 10’una...

Dipnot. Tümdengelimsel olarak bu seçmen, oy hakkının geri alınmasının zamanı geldiğine ilişkin bir imleme sergiledi.

Pazartesi, Mart 23, 2015

Dünya Sistemi 2 ve 3



Önbilgi: Bu metin taslak ve kavramsal çerçeve içindir.
‘Dünya Sistemi 1’, Immanuel Wallerstein tarafından 1960-2000 arasında oluşturuldu.
(Bakınız: Dünya Sistemi, İmge Yayınları, 2003.)
Bu konudaki global argümantasyon ile, 1-1 Wallerstein’ınki olmak üzere, 1-2 ve 1-3 de oluşturuldu.
1-1’de Wallerstein, MS 1600’da başlayan bir Dünya Sistemi’ni savundu ki bu Annales Okulu ve Braudel geleneği çizgisi demek.
1-2’de Abu-Lughod, birkaç farklı ve ardışık Dünya Sistemi’ni savundu.
1-3’te Frank ve Gills, 5 milenyumluk komple bir Dünya Sistemi’ni savundu.
Ara şerh: Aslında, bunların hiçbiri, birbirini ne dışlıyor, ne de birbirine aykırı. Üçünü de birleştirecek bir tüm-Dünya Sistemi tasarlamak pekala mümkün. Bu da, bu konudaki bizim savımız ama dördüncü şık değil.
Tüm bu Dünya Sistemi’leri, Afro-Avrasya ile tanımlıdır.
Bu durumda:
Dünya Sistemi 2, Amerikalar’ı işin içine katar.
Dünya Sistemi 3, Vikingler ve Polinezyalılar üzerinden, özellikle bazı sapa ama çok işlevsel teknolojik ürünler üzerinden, Dünya Sistemi’ne 3. ve n. dünyaları hesaba / panoramaya dahil eder.
Dünya Sistemi 2 ve 3’ün yazılması, ön çalışmalar olarak 2000’den beridir sürmekte ama adı henüz yeni konmuş olmakta. En geç 2020’de tamamlanırlar.
Dünya Sistemi 2’nin proto formunda, günümüzden 50 bin yıl önce başlayan Homo Sapiens kültüründen hareketle, 25 bin yıl önce Amerikalar’a geçiş üzerinden, yarı-ömürlük bir karşılaştır-karşıtlaştır yapılmıştı.
Ancak, 2015 epistemik momentinde bu bilgi, 50 değil, 100 bin yıl önceye kaydırıldı. Ayrıca, Amerikalar’a geçiş, 37,5, 25, 12,5 bin yıl önce gibi, birden çok aşamalı olarak duruma getirildi. Artı, Neolitik Devrim’in başlangıcı da, en azından proto formuyla, 10 bin yıl öncesinden, 12,5 bin yıl önceye kaydırıldı.
Tabii tüm bu kaymalar, hem dinamik bilgi alanı, hem de zihin muğlaklıkları demek aynı zamanda.
Tüm bu epistemik sorgulamalar şunlar için:
Bir: Kavramsal çerçevedeki tanımları genişletince, Dünya Sistemi’nde nitel bir değişiklik olup olmayacağını gğörmek ve irdelemek.
İki. Karşılaştır-karşıtlaştır ile, tam kategorilerin ve küsurlu / kırınımlı kategorlerin nasıl işleyeceğini irdelemek ki burada parça bütünü değiştirebilir gibi görünmekte. Özellikle MS’de teleskop kullanmış olmaları mümkün Vikingler, alt tarafı birkaç dal parçası ile 5 bin kilometre boyunca yolunu yitirmeden denizde yol alabilen Polinezyalılar ve göçebe iken bile çok alfabe, din ve coğrafya değiştiren / kullanan Türkler ile.
Üç: Amerikalar ve Afro-Avrasya tam kategorilerinin karşılaştırılmalarının ve karşıtlaştırılmalarının, Dünya Sistemi tanımını ne kadar etkileceyeceğini irdelemek.
Dört: Gerekli düzeltmelerden sonra, bunu en az 5 bin yıllık bir gelecekbilime monte etmek.

Çıkış: 1-1, 1-2, 1-3 olabildiğine göre; 2-1, 2-2, 2-3 ve 3-1, 3-2, 3-3 de olabilir tabii ki.

Pazar, Mart 22, 2015

Seçemeyen Seçmen



Bir yarışma, yani seçme programı, asıl seçimlerdeki bir gerçeği ortaya çıkardı:
“ATV'de yayınlanan ‘Kim Milyoner Olmak İster?’de, yarışmacı ve stüdyoda bulunan seyircilerin yüzde 55'i, 7 Haziran seçimlerinde neyi seçeceklerini bilemedi.
Sevilen yarışma ‘Kim Milyoner Olmak İster?’in 14 Şubat'ta yayınlanan bölümünde, yarışmacı Aslı Turanlı ve stüdyoda bulunan seyircilerin % 55'i, ‘Haziran'da yapılacak olan seçimlerde hangisi seçilecektir?’ sorusunu yanıtlayamadı.”
Yani, bu ülkedeki seçmen:
a)      Yerel seçimlerle genel seçim arasındaki farkı bilmiyor.
b)      Başbakanın seçilerek baş geçtiğini sanıyor.
c)      Bakanların seçilerek başa geçtiğini sanıyor.
d)      Hepsi
Ek olarak:
Televizyonlardaki anket şirketleri sahipleri, son günlerde iki şeyi daha açıkça belirtti.
Bir: Bu ülkede seçmen için, siyasal partiden önce marka gelmekte.
İki: Bu ülkede seçmenin yarısı, her seçimde parti değiştirmekte.
Bir de, dolaylı olarak kayda geçen bir durum daha var:
‘Satılık oy’ kavramını yerleştiren ve meşru gören, ilk ülkeyiz.
Bu ülkede ortalama eğitim 5 yıl ve zorunluğu eğitim 8 yıl. Yani bu ülkedekiler, ilkokul mezunu bile değil, yani yarı-ümmi.
Bu durumlarda, bu ülkedeki seçmenler:
a)      Seçme hakkı verilmemesi gereken seçmen
b)      Seçemeyen seçmen
c)      Seçmesini bilmeyen seçmen
d)      Satılık seçmen
e)      Dönek seçmen
f)       Apolitik seçmen
g)      Dört yılda bir bilek hareketi yapamayan seçmen
h)      Markalı milletvekili arayan seçmen
i)        Hepsi

... olur.

Cuma, Mart 20, 2015

Eşcinsellerin Yolunu Kim Tıkıyor?

Bir tartışmada ilginç 4 saptama yapıldı:
1.      ‘Lgbti+a+n+ğ ‘ (*), neden kendine bir siyasi oluşum arar?

2.      Neden, hep soldan beslenir?

3.      Sağ, bu meseleye hep mi sığ bakıyor?

4.      Hiçbir siyasi partinin umurunda değil eşcinseller, partilerin amaçları beleş ve hazır oy kapmak.
Birer birer gidelim:
Bir:
Eğer Lgbti mücadelesi, toplumsal ve kültürel bir mücadele ise, konu illa ki siyasete kayar ama o genelgeçer anlamında değil. Siyaset, insanların birbirini yönetmesi / yönetilmesi üzerine dayalı bir paradigmalar dizisidir, o anlamda.
Dışlamak da, bir siyasal tavırdır. Dışlamak ise, yönetmenin değilleme türüdür gibi. Hani, Yahudiler’i şehir surunun dışına sürmek gibi.
Dolayısıyla soru şu:
Eşcinseller toplumun içinde olmak istiyor mu?
Veya:
Eşcinseller normal mi olmak istiyor, marjinal mi?
Her ikisinin siyasal mücadele yolları, tarihten de bildiğimiz üzere, birbirinden çok çok farklıdır.
İki:
Lgbti, Türkiye’de göreli yeni bir toplumsal oluşum. Soldan beslenmesi ise, çok çok yeni bir oluşum, hepi topu bir iki yıllık bir süreçten söz ediyoruz burada.
HDP’yi sol saymıyoruz. HDP’nin Lgbti tavrını, ikiyüzlü ötesi buluyoruz. Lgbti mensupları, bu süreçten çok çok zararlı çıkacaklar ama yaşayacaklarını da çoktan hak etmiş oldular. Kurbağa akrebi sırtına almaz, akrep akrepliğini yapar sokar, sağ kalmak kurbağanın işidir, akrep sokacak kurbağa bulamazsa, sokacak akrep bulur kendine, buldu da hep zaten (Anter’i öldüren de bir Kürt idi).
CHP ise, elini yakmadan maşayla ateşi tutmaya çabalıyor gibi.
Ayrıca, 2015 itibarıyla TBMM’deki 4 partiyi de, uç-uç-sağ sayıyoruz, onu belirtmiş olalım.
Üç:
Sağ, eşcinsellere sırtına kramp girmeden yanaşamıyor. Ancak, Hristiyan muhafazakarlar arasında olsun, eşcinselleri toplama kampında öldüren Naziler arasında olsun, eşcinsel çok / idi. Eh, bizim Müslümanlar arasında da xxx.
Sağ, muhafazakarlığa aykırı görünen eşcinselliğe yaklaşamadığına göre, eşcinseller sağa yanaşacak gibi.
Yanaşmak isterler mi, yanaşmaları gerekir mi, ayrı konu ama lütfen AKP’ye yaklaşan eşcinseller gibi, açık alanda ateşe açık kalmasınlar, dilerim.
Eşcinsellerin sağ kalması, ancak ve ancak eşcinsellerin işidir. AKP’liler gibi düşmanlar onları katlettiğnde, söyleyecek bir şey daha şimdiden yok.
Dört:
Kasaba mihnet etmeyin, ç.künüzü kesip yiyin bilader.
Sokakta politik aktif yapın ki zaten bütün haklarınızı öyle kazandınız ve bugüne böyle geldiniz zaten.
Kendi partinizi kendiniz kurun ve bu işin nasıl imkansız olduğunu görün.
Kişisel kanımız, eşcinsel siyasal mücadelesinin siyasal partilere yanaşmasının, çok çok küçük / yeni /  farklı / marjinal bir parti ve barajsız seçim olmadan bir anlamı olmayacağı.
Sonuç:
Eşcinseller, tüm halklar gibi fazla romantikler: Haklarının hemenceik verilmesini, insanların hümanist, hoşgörülü ve insani / insancıl olmasını umuyorlar ve babayı alıyorlar tabii ki.
Eşcinseller, çoğulcu olmak durumunda. Son 50 yıllık TC’de, 8 kardeş 8 partiye girme oportunizmini gösteriyorsa, eşcinseller de zaten bölündükleri 8 grubun farkıl oluşumlara entegre olmasına izin vermeli ama iç-diyaloğu hiç kesememil ki bu aslında imkansız biliyorum.
Evet bu iş mümkün ama bu eşcinsellerle değil henüz.
Bitmeyen Kavga’da ve kısa vadede, çook kafası ve kalbi kırık eşcinsel yaşayacağız demek ki...
Sonra, yeni kuşak gelip olmuşları toplayacak. Nedense, siyasal tarihte hep böyle oldu, oluyor ve olacak da gibi.

Dipnot: (*), başka bir metinde açımlandı.

Parlamenter Demokrasi + Anarşizm Melezi



Epeyi saptama birarada öncelikle:
1.      1789’dan beridirki parlamenter demokrasi uygulamaları, tam bir şarlatanlıklar silsilesidir. Yalan söylemlerdir.

2.      Hem reel sosyalizm, hem de neo-liberalizm, devleti ve dolayısıyla da halihazırdaki devlet biçimi olan parlamenter demokrasiyi tasfiye etme yönünde epeyi onyıllarlık icraat sergiledi.

3.      Sanıldığının tersine, anarşist düşünce de iktidar oldu, hem de taa 1871 Paris Komünü’nden itibaren ve birden çok kez.

4.      Son 5 yılda, özellikle Almanya’da ortaya çıkan, parlamenter demokrasinin temel dağılımı olan sağ-sol parti yelpazesi açmazı, bir biçimde zorlanmaya ve aşılmaya başlandı. Küçük / yeni / farklı / marjinal partiler devreye ve meclislere girmeye başladı.

5.      Bu koşullarda neo-anarşistler de, kendilerine bu yapılarda yerel ve/ya genel meclislerde yer arayabilir ve yer bulabilir duruma geldi.

6.      Seçmenin davranışı ise, bezginlik. Artık, birçok ülkede seçime katılım oranı % 50’nin altına düşmeye başladı.

7.      Yani, hem siyasal altyapıda, hem de siyasal üstyapıda yeni sorunlar ve yeni arayışlar sözkonusu.

8.      Artı, AB ülkelerinde krallıklar ve üzerine bir de Vatikan-Papa faciası var demokrasi açısından: Monarşiler ve teokrasi varken, parlamenter demokrasi olamaz, gerçekte yoktu da zaten.

9.      Buna karşılık ve koşut olarak, bir de sokak hareketleri ve arayışları var. Bunlar, 1789’dan öncesinden beridir değişen sikluslarla tarihi etkilemeyi sürdürme geleneğine sahip. Bu kezki yeni akım % 99.
Bu durumlarda:
Anarşistler herhangi bir (yerel veya merkezi) bir devlete girdiğinde, devleti tasfiyeleri değil, ironik ve paradoksal olarak devleti toparlamaları gerekecek.
Yani:
Bu kezki devlet restorasyonunu ve reformasyonunu anarşistler yapabilir pekala. Nasıl ki kutsal aileyi korumakla görevli muhafazakar yapılar, babalar gibi aileyi tasfiye ettiyse, anarşistler de devleti yeniden yorumlayabilir ve değişik açıdan tasfiye edebilir pekala.
Zaten:
Belli özel anarşizmler haricinde genel anarşizm, hiç yönetmemek peşinde değildir. Böyle (var olan biçimleriyle) yönetmemek ve yönetilmemek peşindedir. Yani bugünkü temel anarşizm, genelde 1870 sonrasında (ve resmi marksizmin fiili bir antitezi ve Marx sayesinde, resmi marksizmin de öcü gibi korktuğu bir şey olarak) bir çizgide tanımlıdır.
Şerh: Ki bu bugüne dek çok az dikkate çarptı.
Peki:
Bu olmayacak bir duaya bir amin midir, yoksa fiilen mümkün müdür?
Öncelikle, bugünün desantralize yerel yönetim anlayışı, farkına varılmadan, doğrudan anarşizm vektörüne gönderme yapar: Elit seçilmişler yerine, halk meclisi ve doğrudan yönetim, zaten anarşistlerin tezidir.
Sonralıkla, birbirine aykırı ve karşıt birçok anarşizm olsa da, hiçbiri devlet ve/ya iktidar olmamak tezini, (diyelim) parti programına almamıştır. Merkezi / patriyark / gerontokrat yönetim anlayışına antitez yazılmıştır temelde yalnızca.
Ancak:
Bugünün neo-anarşistleri, disiplinden ve oto-disiplinden feci yokun insanlar, özellikle de gençler. Oysa yönetmemek bile, feci disiplinli ve oto-disiplinli bir iştir. Çünkü insanın zihinsel konsantrasyonu ve oryantasyonu edimi zaten öyledir.
O zaman:
Bu olabilirse, nasıl olabilir?
Zaten:
1986’da fiilen bitmiş Birinci Post-Modernizm’in ‘ne olsa gider’ anlayışı var hala.
Yani:
Anarşistler bile gider bu koşullarda.
Emin olabilirsiniz ki iktidar seçkinleri de, kitle de yeni ve farklı şeyler önerebilecek anarşistleri bile dinleyecek durumdalar. Biraz naz yaparlar başta o kadar.
O nedenle:
Artık anarşistler, akıllarını başlarına toplayıp, eğer öyle yapmayı seçeceklerse, parlamenter demokrasinin içinde neler yapabileceklerini bir düşünsünler, deriz...
Nokta. Es. Şimdilik.

Dipnot: Bu durumu, kişisel olarak onaylıyor değilim, çünkü parlamenter demokrasiye fazla ikna olmuş biri değilim ve parlamenter demokrasiye entegre olmuş bir anarşizmin özünde zarar yaşanabileceğini biliyorum. Yalnızca, bu seçeneğin de düşünülmesi gereğini imlemek için bu metni yazdım. Yeni ve çok sayıda politik seçeneğe gereksinim duyulan bir zamandayız.

Perşembe, Mart 19, 2015

Ak-Saray Olur da, Avro-Saray Neden Olmasın?



Avrupalılar’ın Tayyip’ten neyi eksik, dii mi?
Adamlar, bir milyar avroya duble gökdelen dikmişler, paranın merkezi olsun diye...
“Avrupa Merkez Bankası'nın (ECB) yeni genel merkez binasının resmi açılışını protesto eden yaklaşık 17 bin kişi yürüyüş düzenledi.
‘Blockupy’ hareketinin düzenlediği yürüyüşe, Alman Sendikalar Birliği, Alman Sol Parti ve çok sayıda grup destek verdi.
...
Frankfurt polisinden edinilen bilgiye göre gün boyu süren gösterilerde 94 polis yaralandı, gözaltına alınan 350 göstericiden 19'u tutuklandı.”
Ayrıca:
Yetkililer polise teşekkür etti.
Maliye Bakanı Schaeuble de “Polis araçlarını yakmanın hiçbir gerekçesi olamaz. Düşünceyi ifade etmek için yeterince imkân var ancak polis ve itfaiye mensuplarının hayatlarını tehlikeye atma hakkı yok.” dedi. Federal Adalet Bakanı Heiko Maas ise, olaylarla ilgili Twitter hesabından bir açıklama yaptı ve şiddet olaylarına karışan göstericilerin cezalandırılacağını söyledi. Maas, “Gösteri yapma hakkını istismar edenler kanunların sertliğini hisseder” şeklindeki ifadelere yer verdi. Alman Polis Sendikası ise göstericileri “çete üyesi” olarak, yapılan eylemleri ise “devlete saldırı” olarak nitelendirdi. Sendika Başkanı Rainer Wendt, kapitalizm eleştirisi gerekçesiyle, Avrupa’nın pek çok ülkesinden Frankfurt’a şiddet yanlılarının geldiğini öne sürdü. Wendt, “Şiddet yanlısı bir çete devlete saldırıyor.” yorumunu yaptı.
Kulağa ne kadar tanıdık geliyor değil mi?
Yeni olan ve tanıdık olmayan durum, Avrupa’nın ABD ve TC gibi davranmaya başlaması:
“Ezeriz layn sizi...”
AB ile birçok kez kestirimde bulunduk:
Göçmenlerin faşizm yaratmasının yanısıra, (en azından kendi vatandaşları içinde) refahın düşüşü sonucunu yaratacağı. Sınıf düşen orta sınıfın ve küçük burjuvazinin faşistleşeceği değil, çoktan faşistleştiği...
İstikrarın pek bir işe yaramadığı ve zaten yalnızca % 1’in çıkarı için korunduğu...
AB’nin de barbar değerlere geri-dönüş yapacağı ve ufaktan ısınma turlarına geçtiği...
Tabii bunların yanısıra, eski Doğu Avrupa ülkelerinden başlamak üzere, eski reel sosyalist hareketin geri döneceği ve ufaktan da döndüğü...
Bunlar, 2014 ve öncesi içindi. 2015’te yeni olan şu:
Devletin genel tutumu, uç-uç-sağa kayarken, % 99 sola kayıyor. AB devletlerinde eski koloniyal sertlik geleneği varken ve bir tür yeniden anımsama yaşanırken, halkta 1968 özgürlük geleneği var.
Yani kitle-devlet arasındaki çatışma, artık ısınma turlarından hafif hafif el ense çekme durumlarına geçmeye başladı.
Burada 2 durum var:
AB de, tıpkı Tayyip gibi, kaybetmeye başlayınca, cıvımaya ve demokrasinin kurallarını hiçe saymaya başladı.
Sonun başlangıcı loarak, tarihte hep aynı abartılı davranışlar izleniyor ki bunlar da, onlara örnek oluşturuyor.
Yani sonuçta:
Her 2 taraf da şiddete kaymakta. O çok övülen uygarlık yaldızı, dakka bir gol bir kazınmakta.
AB’nin özelliği ve farkı ise şu:
Dünya’da gerçek anlamıyla demokrasi mücadelelerinin olduğu tek yer orası ki o da tüm ülkelerde değil. Yani, tüm devletler biraraya gelse, kitleyi AB’de ezemez şimdilik. Haa, kitle de feci hata yapıyor ama o ayrı konu.
Dolayısıyla:
2015 itibarıyla, devrimin ilk kıvılcımları, tıpkı % 99 hareketinde olduğu gibi, epeyi erken yandı. Bu, bitmeyen bir kavgadır ve maratonda depar atılmaz, finiş hariç, belki bir kezlik hariç.
Dipnot 1:
‘Blockupy’ hareketi, 2012’de başlayan ve Almanya’da yerleşik bir sistem karşıtı hareket koalisyonu.
Dipnot 2:

İlk global protesto dalgasının, sivil toplumun bir isyana dönüşmesinin ve aynı zamanda biber gazının yaygın kullanımının üzerinden neredeyse 25 yıl geçti. 1968 hareketi de, 1945 ertesinde 20 yılı şakın bir sürede olgunlaşabilmişti. 1968-1980 arasındaki dalga 12 yıl sürdü. Bakalım bu dalga kaç yıl sürecek?

Şii Milislerden IŞİD Tarzı Videolar



Tencere dibin kara, seninki benden kara...
Dinime küfreden Müslüman olsa...
Bla bla bla...
Her zaman söyledik, söylüyoruz, söyleyeceğiz.
Dünün mazlumları, bugünün veya yarının zalimleri; bugünün güçsüz ve mazlumları, yarının güçlü ve zalimleri...
Irak’ta toprakları IŞİD’den geri alan Şii milisler de, onlar gibi şiddet dolu videolar yayınlamaya başlamışlar:
“Kanlı sahneler, idamlar ve benzer şiddet eylemleriyle dolu videolar, sosyal medyada sıradan olay haline geldi. Toplumun gözünde bunlar, kendilerini IŞİD diye adlandıran grupla özdeşleşiyor. Ama Irak kuvvetleri ve Şii milisler, ele geçirdikleri toprakları geri almaya başlayınca, yeni videolar yayınlanmaya başladı. Yeni videolar da, eskileri kadar acımasız.”
Mavra bir açıklama, ABD güçlerinden gelmiş:
“Dışişleri Sözcüsü Jen Psaki Amerika’nın bu konuda şimdiden önlem aldığını söyledi: “Geçmişte güvenilir bilgiye dayanarak bazı Irak birimlerine desteği durdurduk.””
E, adamlar almış silahı, almış eğitimi, almış parayı, artık size gereksinimleri kalmamış ki...
Daha da mavra durum şuymuş:
“Phillip Smyth, “Milis gücüne katılmak isteyen biriysem büyük olasılıkla IŞİD için yaptığım işi gösteren bir kanıt ararım. ‘Ben bunu yaptım. İşte resmi’ derim” şeklinde konuşuyor.””
Adam boynuna levha asıp dolanacak herhal:
Kiralık, kelepir, güvenilir, katliamını kanıtlamış terörist...
E, kılavuzu Yanki olanın burnu kandan kurtulmaz tabii ki..
Haa, sanmayın ki bu iş Hristiyan dünyasında bitti. Belki biraz daha uzun vadele olacak ama onlarda da yeniden mezhep savaşlarını göreceğiz, özellikle de Almanya’da...
Bu arada eğn bi barışçı din olan Budizm’den de olaya katkı var:
“ Müslümanlar ve Budistler arasındaki şiddet olayları tırmanıyor...
Arakan'da çoğu Müslüman yüzbinlerce kişi yerlerinden ediliyor, binlercesi de katlediliyor…”
Tencere dibin kara, seninki benden kara...

Bi de, ateistlere çamur atıyorlar.

Çarşamba, Mart 18, 2015

MİT ve PKK Hemfikir



Eh, bu da oldu:
“Cemil Bayık: “MİT, cinayet bizim tarafımızdan yapılmıştır, bunu inkâr etmiyoruz dedi. MİT içinde bazı kanatların olduğu ve onların yaptığı söylendi. Bizimle görüşenler, olayın kendileri dışında olduğunu söyledi. Hakan Fidan öyle söyledi. Ama bize göre MİT bir bütün olarak o cinayetlerden haberdardır. Hakan Fidan, ‘bizim resmi kâğıtlarımız kullanılmış dedi. Kurum içerisinde kurum teknolojisiyle üretilmiş belgeler var’ dedi. MİT’in bunun dışında olduğunu inkâr etmedi, ama dedi ki ‘Biz yapmadık. MİT’in içinde olan çeşitli kesimler yaptı. MİT içinde cemaatçiler, ulusalcılar var onlar yaptı’ dedi. O kesimleri kastetti. Ama bize göre hepsinin haberi var. Ömer Güney bir tetikçidir. Bu çok açık, o bir tetikçidir.””
Kıtır taklaları.
Doğru taklaları.
Dezenformasyon taklaları.
Saptamalar:
Bu türden açıklamaları, hem MİT, hem de PKK gibi kurumlar hep yapageldi:
Olay oldu, bizim içimizden oldu ama içimizdeki hain birileri yaptı, biz sorumlu değiliz.
Tavşana kaç, tazıya tut.
MİT içinde cemaatçi herze yer, PKK içinde ergenler herze yer.
Sonra:
Valla, biz sorumlu değiliz.
Yek ye.
Yemezler canım.
Sen, o olaydan çıkarını sağladın mı?
Evet.
Bedelini ödedin mi?
Hayır.
Bundan kaçmak için mi kıtır atıyorsun?
Evet.
Bilader durum şudur:
Paris’te öldürülen 3 kişinin öldürüleceğini, PKK de biliyordu, MİT taifesinin tamamı da biliyordu ve Fransa da biliyordu.
Hepsi de, bundan çıkar sağladı mı?
Evet.
Onlar göz yummadan bu olabilir miydi?
Hayır.
Peki, eniştem neden şimdi bülbül gibi şakıdı?
Tayyip, cemaati tasfiye için PKK ile bile işbirliği yapabilecek duruma geldi de ondan.
Ara not: Fethullah hala son 2 atağını ve golünü kullanmadı. Seçimlere de 2,5 ay var.
Geçelim asıl analize.
PKK gibi oluşumlar içinde her zaman 2 ve daha çok odak olur mu?
Evet.
MİT gibi oluşumlar içinde her zaman 2 ve daha çok odak olur mu?
Evet.
Hatta TÜSİAD gibi oluşumlar içinde her zaman 2 ve daha çok odak olur mu?
Evet.
Neden?
Çünkü oligarkların çıkarları her zaman ortak değildir.
Çünkü oligarkların gelecekbilim planları her zaman aynı değildir.
Genelde birbirlerinin açıklarından dolanırlar, bir zamanlar Koç ve Sabancı’nın 30-40 yıl boyunca yaptığı gibi.
Sonra, arada dalaşırlar, Sabancı ve Koç ailesinin hisselerinin dağılması gibi.
Gelelim şu ana.
Neden PKK ve MİT, savaşacaklarına sevişiyorlar?
Çünkü hesapça ortak çıkarları var ama evdeki hesap çarşıda tutmadı çoktan, onlar bunu görmüyorlar. Satılmış medya dezenformasyonu ile idare edebileceklerini sanıyorlar.
Çok basit.
Tayyip’in başkanlık hesabı tutmadı.
Büyük Kürdistan hesabı tutmadı.
Parçalanmamış Suriye ve parçalanmamış İran, bu hesaplara izin vermiyor.
ABD ve AB, ne yapacak?
Yine tutmayacak bir Z planı uyduracak. Tayyip’i geldiği Kasımpaşa’ya geri gönderecek. Ondan beter yeni birini lider diye icat edecek.
MİT’in ve PKK’nin lider kadrosunun iç savaşın sürdüğü son 30 küsur yılda kaç kez yenilendiğine bir bakın.
Dediğimizin doğru olduğunu görürsünüz.
Kıssadan hisse:
Düşmanların çıkarları uyuşsa da, kamuoyu önünde uzlaşmaları kendi çıkarları açısından pek uygun değildir. Yani PKK ve MİT, fahiş bir hata eyledi son durumla.

Dipnot: Son zamanlarda, çok geniş bir yelpezadeki konulardaki metinlerimize ‘bu da oldu’ diye giriş yaptık. O olanlar, çok değil 5 yıl önce imkansız şeylerdi. Dolayısıyla, bu bir devrim değil, karşı-devrim denemesidir bizcesi: Tutmayan bir karşı-devrim denemesi.